Kürdistan ismi çok eski kaynaklarda ve tarih kitaplarında sık sık yazılmıştır. Sınırları, Fırat’tan Ürmiye’ye, Süleymaniye’den Erivan’a kadar uzanır. Söz konusu coğrafya’ya Kürdistan, bu coğrafya üzerinde yaşayanlarada kürdler denmiştir. Kendilerine özgü bir dil, kültür ve sosyal anlayışları vardır. Önemli olarak belirginleşmeleri İslam tarihi ile başlamıştır. Müslüman oluşları halife Hz.Ömer ve daha sonraki yönetimler döneminde tedricen olmuştur. Aşiret yapısı ve anlayışı içinde yaşamlarını sürdüren bu insanların Müslüman oluşları oldukça sade, riyasız ve büyük bir teslimiyet içinde olmuştur.
İslam ile tanışan ve İslam kültürü ile yetişen bu insanlar, geçmişe ait olup, İslam ile çelişen tüm değerlerini ve yaşam biçimlerini kısa zamanda terk etmişlerdir. İslam’ı siyasi alan hariç, hayatlarının bütün bir sahalarına girecek şekilde kabul etmişlerdir. İslam kültürü ve medeniyeti ile bu denli kaynaşan bu millet, daha sonra edebiyat,san’at, felsefe ve muhtelif sahalarda çok büyük şahsiyetler, alimler ve siyaset adamları yetiştirerek bağlı oldukları ümmetin içinde önemli bir unsur olduklarını isbatlamışlar ve Müslümanlar tarafından çokça övgü ve takdire mazhar olmuşlardır.
İlk önemli siyasi organizasyonlarını Mervani Kürd Devleti döneminde gerçekleştirirler. Kürdlerin Harbut Aşiret’inden olan Bad Bin Dostık Ms.985 yılında ikamet ettiği Hizan ve Ma’den arasındaki Bahsemi dağlarından inerek Diyarbakır ve Silvan üzerine yürür. Silvan halkı ile anlaşarak şehri kansız bir şekilde ele geçirir ve böylece ilk siyasi Kürd organizasyonunu gerçekleştirmiş olur. Silvan’ı mekez edinerek zamanla Diyarbakır Bölgesini de ele geçirip sınırlarını genişletir.
Bad, Abbasi halifesine bağlılığını bildirir ve talebi kabul edilince de meşrutiyetini kazanmış bir devlet olarak yüz yıla yakın varlığını sürdürür. Ara dönemdeki Kürd asıllı Tikritli Selahaddin-i Eyyubi’nin toparlanması ve önemli bazı etkinliklerde bulunması gerçekleştirmiştir. Kendisi dar çerçevede bir kürd topluluğuna değil, bütün Müslümanlara önderlik yaparak, dönemin anti-emperyalist savaşının unutulmaz kahramanı olmuştur. Ondan sonra durum tekrar karışmış ve uzun süre içinde bölgenin toplumsal yapısına feodalizm hakim olmuştur. Aşiretlerden oluşmuş bu yapı, bölgeyi yöneten sultanlar tarafından sürekli istismar edilmiştir. Aşiretler birbirlerine karşı kullanılmış, ilişkiler çok kanlı çatışmalar ve düşmanlıklara dönüştürülmüş ve bu durum günümüze kadar bu şekilde sürüp gelmiştir.
19.yüzyıldan itibaren bölgenin kaynadığını görüyoruz. Arka arkaya birçok isyan ve ayaklanma oluyor. Bunlarda bir kısmı kronolojik sıraya göre, faydası olur kanaatiyle kısaca inceleyelim…
Bunların ilki ve en önemli olanı Botanlı Bedirhan Bey’in isyanıdır. Bedirhan Bey mahalli bir güç ve etkinlik oluşturmuş ve daha sonrada Osmanlı yönetimi ile ilişkilerini keserek bir devlet düzenine geçmeye çalışmıştır. O dönemde nisbetten modernleşmiş Osmanlı kuvvetleri karşısında dayanamayıp sonunda teslim olmak zorunda kalır. Girit Adasına tüm ailesi ile birlikte sürgün edilir. Daha sonra geldiği Şam’da 1868 yılında vefat eder. Kürdistan ile ilgili çalışmalarıyla meşhur Rus tarihçisi Basil Nikitin, Botanlı Bedirhan Bey ve yönetimiyle ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Ermeni belgeleri Bedirhan’ın adaletli bir Bey olduğunu ve örnek olabilecek dinsel bir politika uyguladığını, kendini Osmanlı egemenliğinden ayırdığı, Bölgenin ruhani lideri saydığını göstermektedir.”
Bedirhan Bey’den sonra Şemdinanlı Şeyh Ubeydullahe Nehri’nin hareketine değinelim.. Bu zat, Büyük Nakşi Şeyhi Taha’nın Oğludur. Zap bölgesinde oldukça geniş ve etkin bir güç oluşturur. Hristiyan Asur Aşiretleriyle İran yönetiminin Müslümanlara yaptığı zulme seyirci kalan Osmanlı yönetimine karşı bağımsızlığını ilan eder. 20bin kişilik kuvvetiyle İran topraklarına girer. Oğlu Seyyid Abdulkadir(Şeyh Said olaylarında sorumlu tutularak 1926’da idam edilmiştir) ile birlikte büyük etkinliklerde bulunur. İran ve Hristiyan güçlere ağır kayıplar verdirir ve Asuri Aşiretlerini kendisine itaat ettirir. Osmanlı-İran gizli antlaşmaları sonucu, hareket,daha fazla gelişememiş ve bastırılmıştır. 1880 yılında Amerika Konsolosluğuna gönderdiği bir mektupta, Osmanlı ve İran yönetimlerinden ayrı bağımsız bir yönetim olmak istediklerini bildirmişsede olumlu bir cevap alamamıştır.
1881yılında teslim olmak zorunda kalan Şeyh Ubeydullah, sürgün edildiği, Mekke’de 1888’de vefat eder. Oğlu Seyyid Abdulkadir daha sonra İstanbul’a yerleşir ve çok önemli siyasi çalışmalarda bulunur; etkinlikler gösterir. Üstad Bediüzzaman ve Şeyh Said döneminin çalışmaları içinde de bulunur.
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yılları olan 1913’te Bitlis’in Hizan ilçesinde İttihad ve Terrakki’nin, laik, zalim ve ırkçı yönetimine karşı bir kıyam yaşanır. Öncülüğünü, Ulemadan Molla Selim, Seyyid Ali(Kamuran İnan’ın dedesi) ve Şeyh Şahabeddin(Seyyid Ali’nin kardeşi) yaparlar. Kürdistan’a has İslami ve Aşiret motifleri taşıyan bu kıyamı da İttihad ve Terraki komitecileri çok kanlı bir şekilde bastırırlar. Hareket öncilerinin bir kısmı hemen yakalanıp idam edilir. Molla Selim bir grup arkadaşıyla Bitlis’teki Rus konsolosluğuna sığınırsada daha sonra devreye giren uluslar arası karanlık güçler bunların da konsolosluktan alınıp idam edilmelerini sağlarlar. Ermeni Yazar Sasni, hareketin, “Kürd ulusal hareketlerinin bir halkası” olduüğunu iddia eder. Buna karşı “Doza Kürdistan”ın yazarı Zınar Slopi(Kadri Cemil Paşa),hareketi,”Dinci”olarak niteler. Cemil’e göre üzerinde Kur’an’dan yazılı ayetler bulunan bir bayrakları olduğu söylenir.
Osmanlı’nın dağıldığı ve Kürdistan’da büyük bir siyasi otorite boşluğunun doğduğu yıllarda, Süleymaniye’de nufüz oluşturmuş olan Şeyh Mahmud Berzenci, bağımsızlık özlemleri ile İslami endişelerini birleştirir. Esasen faşist ve ırkçı ittihad ve Terraki yönetiminin politikası sonucu o dönemde tüm İslam coğrafyasında bu tür talepler olmuştur. İngiltere’nin Kürdistan sorumlusu meşhur binbaşı Noel’in tasvipleriyle Süleymaniye’de yapılan bir toplantıda, Şeyh Mahmud Berzenci Güney Kürdistan Kralı olarak kabul edilir.
Uluslar arası gizli çalışmalar sonucu İngilizler daha sonra desteklerini çektikleri gibi, Irak rejimi ile anlaşarak Berzenci’ye karşı savaşırlar. 1918’li yıllarda susturulan Şeyh Mahmud Berzenci 1919yılında yeniden kıyam eder. Yaralı olarak yakalanıp Bağdat’a götürülür. Sürgün dönüşünde yeniden ayaklanır. Fakat İngilizler’in de yardımı ile 1932yılında hareket bastırılınca, tekrar Bağdat’a sürgüne götürülür. Ve 1956yılında Bağdat’ta vefat eder.
Şimdi Şeyh Said ve onun hareketine değinelim.. Şeyh Said-i Palewi, aslen Amed(Diyarbekir) şehri ile şimdiki Bismil ilçesi arasında bulunan Çılstun (Kırksutun) köyünden olduğu bilinmektedir. Sultan Murat’ın meşhur Bağdat seferi dönüşü Diyarbakır’daki misafirliği sırasında kendisine yetirnce iltifat etmediklerinden dolayı Şeyh Said’in ailesini cezalandırır. Çılstun köyü yakılıp yıkılır ve aile Palo’ya oradan da Hınıs’a göçer.
Kendisi uzun süre eğitim ve öğretim işleriyle meşgul olmuş, müderrislik yapmıştır. Aynı zamanda Nakşibendi Tarikatının Şeyhi olan Said, bu vesile ile halkın dert ve problemleri ile ilgilendiği kadar onların eğitim ve tebiyesiylede yakından ilgilenmiştir. Bu özellikler ona hem ilim çevrelerinde ve hemde halk arasında büyük bir itibar ve saygınlık kazandırmıştır.
1925 Şubat ayı içinde Piran(Dicle)’da bulunan kardeşi Şeyh Abdurrahim’in misafiri iken köye gelen küçük bir jandarma birliğinin muhtemelen kasıtlı olarak çıkardığı bir olay sonucu çatışma olur. Çatışmalar bir anda halk ile jandarmanın baskısı arasında bir hesaplaşmaya döner ve dönüşü olmayan bir mecraya girer. Çatışmalar yayılır ve süreklilik kazanır. Şeyh Said, toplanan kuvvetlerini Diyarbakır üzerine yürütürsede, sonunda üstün silah gücüne karşılık veremez ve geri çekilmek zorunda kalır. Bu ara insiyatifide kaybeder. Kuvvetleri dağılma ve çözülmeye başlar ve bir daha toparlanma imkanı bulamaz. Şeyh Said daha sonra yakalanarak çok sayıda arkadaşıyla birlikte idam edilir.
Hareketin Lideri Şeyh Said, hareketin temel amacını ve hedeflerini mahkemelerde izah ettiği gibi, idam sehpasına götürülürken usulen kendisine son arzusunun ne olduğunu i.eren soruya karşılık, yine hareketin amacını ifade eden şu sözleri söylemiştir: “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ölümüm Allah ve İslam içindir.”
Bu olay, rejim tarafından gerekçe gösterilerek, Kürdistan ve Müslüman Kürdler topluca cezalandırılır. Bu ceza, zulüm, işkence, katli’am ve soykırıma dönüşür. İslam adına her ne değer var ise ayak altına alınır. Birçok cami ve medrese, ya kapatılır yada askeri birliklerce ahır olarak kullanılır. İslamın İzzet ve şerefi ayaklar altına alınır. “Müslümanım!” demek bile suç sayılır. Çok sayıda aile sürgüne gönderilerek mal varlıklarına el koyulur. Kürdistan halkı, hala bu olayın psikolojisinden kurtulamamış, ürkek ve çekingenliğini atamamıştır.
Bir diğer olay, İran Kürdistan’ında cereyan ediyor. 1942yılında İran’ın Ürmiye Gölü batısındaki Mehabad şehrinde, bir grup milliyetçi,”Komel”(Diriliş) örgütünü kurarlar. Hızlı bir gelişme ve örgütlenme içersine giren Komel, 1946yılına girilirken Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) adını alarak, liderliğe Mehabad şehrinin kadısı olan Muhammed’i getirirler. Sovyetlerin önceleri teşvik, sonraları taahüdleri sonucu, KDP, bağımsız bir Kürd devleti olma yolunda hızlı bir süreç başlatır. Aynı yıl içinde kurulan devlete Mehabad Kürd Cumhuriyeti adı verilir. Cumhurbaşkanlığına da Kadı Muhammed getirilir.
Kürdistan’ın geleneksel ve Aşiret özelliklerini taşımaktan kurtulamayan bu siyasi organizasyonun ömrüde fazla uzun olmamıştır. Uluslar arası güçlerin gizli ve sinsice uzlaşmaları sonucu vaat edilen destek ve yardımlar sağlanmamış ve 1947yılında İran taradından hareket bastırılmıştır. Düzenlenen göstermelik mahkemeler sonucu, aynı aileden olan Kadı Muhammed, Muhammed Seyfidadi ve Abdulkasım Seyfikadi, Mehabad’ın Çarçıra Meydanı’nda bir şafak vakti idam edilerek hayatlarına ve devletlerine bu şekilde son verilir.
Şimdi de bir nebze Berzani hareketine değinelim…Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah’ın babası Şeyh Taha’nın icazet verdiği talebelerinden biri Şeyh Taceddin Barzani’dir. Berzan bölgesine gelip yerleşen Şeyh Taceddin, kısa zamanda saygınlığını ve nüfüzunu çevre aşiretler üzerinde sağlar. Şeyh Taceddin’den sonra yetkin duruma geçen Şeyh Abdurrahim Berzani’nin 3oğlu vardır. Bunlar, Şeyh Abdusselam, Şeyh Ahmed ve Molla Mustafa Berzani’dir. Şeyh Abdüsselam yoğun şikayetler sonucu İtiihad ve Terraki’nin ma’lum hışmına uğramıştır. Oldukça dirençli olan mukavemet gösteren Şeyh Abdüsselam, 1914yılında yakalanarak idam edilir.
1932yılında Irak yönetimi meşruiyet kazanınca, yaptığı ilk iş Kuzey Irak’ın saygın ve mümtaz şahsiyeti olan Şeyh Ahmed Berzani’nin üzerine yürümek olur. Ancak Molla Mustafa Berzani’nin çok sert ve askeri mukavemetiyle karşılaşmışlardır. Daha sonraları Berzaniler’i Mehabad Kürd Cumhuriyeti’nin kuruluşunda aktif olarak görmekteyiz. Bir süre sonra İran’a geçmek zorunda kalan Berzaniler ve Müslüman halk, İran, Irak ve Türkiye devletlerinin işbirliği sonucu büyük bir baskı ve zulum altında kalır.
27 Mayıs1 1940 sabahı Molla Mustafa ve kendisine bağlı güçleri, İran topraklarına girer; Kuzey’e yönelerek 14günde takriben 500km bir yolu katederek meşhur yürüyüşünü tamamlar ve Sovyetler’e sığınmak zorunda kalır.
1958yılında Irak ihtilali sonucu geri dönen Berzani 1973yılında muhtariyet almışsada 1975yılında Saddam’ın sonuncusu olmayan katli’ama dönüşen ric’atları sonucu İran’a sığınmak zorunda kalır. Berzani 1979yılında ABD’de vefat eder. İran İslam Cumhuriyeti tarafından cenazesi İran’a getirilerek köyünde defn edilir.
Sözkonusu ettiğimiz belli başlı hareketlerin dışında da Dersim, Karaköprü, Kozluk, Ağrı ve Zilan gibi birçok olay var ki, tanıkların bir kısmı hala hayattadır. Bunların her biri, esasında çok daha geniş ve kapsamlı araştırmalara muhtaçtır. Bu araştırmalar yapılırsa hadisenin gerçek sebep ve sonuçları ortaya çıkacaktır. Kesin kanaatler ve ifadeler ancak o zaman oluşabilir. Ancak yinede mevcut bilgilerimizle olayları değerlendirebilir bazı neticeler çıkarabiliriz.
Olayların insan unsurunu teşkil edenler, Müslüman Kürdler’dir. Geleneksel İslami Hayat süren bu insanlar, dinlerine ve inançlarına oldukça bağlı insanlardır. Bu sebeple hareketin öncülüğünü İslami şahsiyetlerin yapmış olması tesadüf değildir. Hareket ve siyasi anlayışları Asr-ı Saadet dönemindeki Rasulullah(sav)’ın pratiklerine tam manasıyla uygun olmamışsada Allah rızası olduğu ve samimi oldukları kanaati, Müslümanlar arasında yaygındır. Ayrıca bu hareketlerin o dönemin geleneksel İslam anlayışını yansıtmalarıda tabiidir.
Fransız ihtilali ile başlamış olan ulusalcılık ve ulus-devlet anlayışı, 19.yy’da bir hayli etkin olmuş ve 20.yüzyılın başından itibaren de ağırlığını iyice hissettirerek bir anlayışa dönüşmüştür. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın sonunda irili-ufaklı sayısız ulus devlet ortaya çıkarılmıştır.
Osmanlı yönetiminin dağılmasını sağlayan bu en önemli anlayış, aslında ümmeti parçalamayı da esas almıştır. Batı’nın kendisine düşman olarak gördüğü İslam ümmetinin birlik ve beraberliği, onları her zaman endişelendirmiştir.
Bu birliği dağıtmanın bütün yollarını aramış ve ulusalcı düşünceleri tahrik ederek ümmeti birbirine düşman haline getirip paramparça etmeyi sağlamışlardır. Ümmet coğrafyasının bir parçası olan Kürdistan coğrafyasında da geçen yüzyılın sonlarında başlamış ve günümüze kadar zaman zaman belirginleşerek sürüp gelen olaylar olmuştur. Diğer bütün Müslüman uluslar gibi, ulus-devlet olma özlemleri artmış ve bu uğurda mücedele verenlerin sayısı çoğalmıştır. Söz konusu kıyamlarda bu ulusalcı duyguların payıda büyüktür. Ancak Kürd ulusu içindeki bazı İslami ölçülerin dışında, ırkçı, nasyonaslist fikirler ve etkinlikler geliştirmeye başlamışlar ki, bu anlayışı İslam’la bağdaştırmak mümkün değildir.
Irkçılık, dinin esaslarından olan İslami kardeşliği öldürür; evrensel ümmet anlayışını reddeder ve yok olmasına sebep olur. Irkçı değer yargılarını benimsemiş insanlar, kalplerinin Allah ve Resulu’nün sevgisine kapatmışlardır. İslami otorite ve hakimiyetin ümmet katında itibar görmesine engel olurlar. Kişi,kafasında ve gönlünde kimin veya neyin sevgisini tutarsa ona inanmış, yönelmiş, ona tapınmış demektir. İslam’ın bazı prensib ve emirlerine inanıp bazılarına inanmamanın kişiyi nereye götüreceği ma’lumdur. Irkçılığında, bu sakat anlayışın bir neticesi olduğu bilinmektedir.
İslami hareket, belli bir ulus, coğrafya, mezhep ve şahsiyet ile sınırlandırılamaz. Ümmet anlayışı gereği, hareket, doğal olarak herhangi bir coğrafya üzerinde, belli bir ulus ve uluslarda oluşan Müslüman topluluk tarafından başlatılır. Bu hizmet, herhangi bir ulusun tekelinde düşünülemez. Önemli olan, bu topluluğun bu işe ehil olması ve İslami bir otoritenin taşıması gereken sorumluluğu taşıyabilecek özelliğe sahip olmasıdır. Tüm Müslümanlara düşen görev, bu Meşru otoriteyi tanımaları ve ona itaat edip onun öncülüğünü kabul etmeleridir.
Günümüzde böyle bir otoritenin varlığını kabul etmek Müslümanlara adeta aşağılık bir iş haline gelmiştir. Bu durum, yukarıda da değindiğimiz gibi coğrafya, ulus, mezhep veya tarih tutkusundan kaynaklanacağı gibi, çıkar ve şahsiyetle ilgili bir durumda olabilir. Doğal seyri içinde oluşmuş İslami hareket veya otoriteyi kabul etmemek, İslami bir bilinç ve şuurun sonucu olamaz.. Belki söz konusu zaafların bir veya bir kaçının mahsülü olabilir.
TEVHİD DERGİSİ, SAYI:18, HAZİRAN 1991
İslam ile tanışan ve İslam kültürü ile yetişen bu insanlar, geçmişe ait olup, İslam ile çelişen tüm değerlerini ve yaşam biçimlerini kısa zamanda terk etmişlerdir. İslam’ı siyasi alan hariç, hayatlarının bütün bir sahalarına girecek şekilde kabul etmişlerdir. İslam kültürü ve medeniyeti ile bu denli kaynaşan bu millet, daha sonra edebiyat,san’at, felsefe ve muhtelif sahalarda çok büyük şahsiyetler, alimler ve siyaset adamları yetiştirerek bağlı oldukları ümmetin içinde önemli bir unsur olduklarını isbatlamışlar ve Müslümanlar tarafından çokça övgü ve takdire mazhar olmuşlardır.
İlk önemli siyasi organizasyonlarını Mervani Kürd Devleti döneminde gerçekleştirirler. Kürdlerin Harbut Aşiret’inden olan Bad Bin Dostık Ms.985 yılında ikamet ettiği Hizan ve Ma’den arasındaki Bahsemi dağlarından inerek Diyarbakır ve Silvan üzerine yürür. Silvan halkı ile anlaşarak şehri kansız bir şekilde ele geçirir ve böylece ilk siyasi Kürd organizasyonunu gerçekleştirmiş olur. Silvan’ı mekez edinerek zamanla Diyarbakır Bölgesini de ele geçirip sınırlarını genişletir.
Bad, Abbasi halifesine bağlılığını bildirir ve talebi kabul edilince de meşrutiyetini kazanmış bir devlet olarak yüz yıla yakın varlığını sürdürür. Ara dönemdeki Kürd asıllı Tikritli Selahaddin-i Eyyubi’nin toparlanması ve önemli bazı etkinliklerde bulunması gerçekleştirmiştir. Kendisi dar çerçevede bir kürd topluluğuna değil, bütün Müslümanlara önderlik yaparak, dönemin anti-emperyalist savaşının unutulmaz kahramanı olmuştur. Ondan sonra durum tekrar karışmış ve uzun süre içinde bölgenin toplumsal yapısına feodalizm hakim olmuştur. Aşiretlerden oluşmuş bu yapı, bölgeyi yöneten sultanlar tarafından sürekli istismar edilmiştir. Aşiretler birbirlerine karşı kullanılmış, ilişkiler çok kanlı çatışmalar ve düşmanlıklara dönüştürülmüş ve bu durum günümüze kadar bu şekilde sürüp gelmiştir.
19.yüzyıldan itibaren bölgenin kaynadığını görüyoruz. Arka arkaya birçok isyan ve ayaklanma oluyor. Bunlarda bir kısmı kronolojik sıraya göre, faydası olur kanaatiyle kısaca inceleyelim…
Bunların ilki ve en önemli olanı Botanlı Bedirhan Bey’in isyanıdır. Bedirhan Bey mahalli bir güç ve etkinlik oluşturmuş ve daha sonrada Osmanlı yönetimi ile ilişkilerini keserek bir devlet düzenine geçmeye çalışmıştır. O dönemde nisbetten modernleşmiş Osmanlı kuvvetleri karşısında dayanamayıp sonunda teslim olmak zorunda kalır. Girit Adasına tüm ailesi ile birlikte sürgün edilir. Daha sonra geldiği Şam’da 1868 yılında vefat eder. Kürdistan ile ilgili çalışmalarıyla meşhur Rus tarihçisi Basil Nikitin, Botanlı Bedirhan Bey ve yönetimiyle ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Ermeni belgeleri Bedirhan’ın adaletli bir Bey olduğunu ve örnek olabilecek dinsel bir politika uyguladığını, kendini Osmanlı egemenliğinden ayırdığı, Bölgenin ruhani lideri saydığını göstermektedir.”
Bedirhan Bey’den sonra Şemdinanlı Şeyh Ubeydullahe Nehri’nin hareketine değinelim.. Bu zat, Büyük Nakşi Şeyhi Taha’nın Oğludur. Zap bölgesinde oldukça geniş ve etkin bir güç oluşturur. Hristiyan Asur Aşiretleriyle İran yönetiminin Müslümanlara yaptığı zulme seyirci kalan Osmanlı yönetimine karşı bağımsızlığını ilan eder. 20bin kişilik kuvvetiyle İran topraklarına girer. Oğlu Seyyid Abdulkadir(Şeyh Said olaylarında sorumlu tutularak 1926’da idam edilmiştir) ile birlikte büyük etkinliklerde bulunur. İran ve Hristiyan güçlere ağır kayıplar verdirir ve Asuri Aşiretlerini kendisine itaat ettirir. Osmanlı-İran gizli antlaşmaları sonucu, hareket,daha fazla gelişememiş ve bastırılmıştır. 1880 yılında Amerika Konsolosluğuna gönderdiği bir mektupta, Osmanlı ve İran yönetimlerinden ayrı bağımsız bir yönetim olmak istediklerini bildirmişsede olumlu bir cevap alamamıştır.
1881yılında teslim olmak zorunda kalan Şeyh Ubeydullah, sürgün edildiği, Mekke’de 1888’de vefat eder. Oğlu Seyyid Abdulkadir daha sonra İstanbul’a yerleşir ve çok önemli siyasi çalışmalarda bulunur; etkinlikler gösterir. Üstad Bediüzzaman ve Şeyh Said döneminin çalışmaları içinde de bulunur.
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yılları olan 1913’te Bitlis’in Hizan ilçesinde İttihad ve Terrakki’nin, laik, zalim ve ırkçı yönetimine karşı bir kıyam yaşanır. Öncülüğünü, Ulemadan Molla Selim, Seyyid Ali(Kamuran İnan’ın dedesi) ve Şeyh Şahabeddin(Seyyid Ali’nin kardeşi) yaparlar. Kürdistan’a has İslami ve Aşiret motifleri taşıyan bu kıyamı da İttihad ve Terraki komitecileri çok kanlı bir şekilde bastırırlar. Hareket öncilerinin bir kısmı hemen yakalanıp idam edilir. Molla Selim bir grup arkadaşıyla Bitlis’teki Rus konsolosluğuna sığınırsada daha sonra devreye giren uluslar arası karanlık güçler bunların da konsolosluktan alınıp idam edilmelerini sağlarlar. Ermeni Yazar Sasni, hareketin, “Kürd ulusal hareketlerinin bir halkası” olduüğunu iddia eder. Buna karşı “Doza Kürdistan”ın yazarı Zınar Slopi(Kadri Cemil Paşa),hareketi,”Dinci”olarak niteler. Cemil’e göre üzerinde Kur’an’dan yazılı ayetler bulunan bir bayrakları olduğu söylenir.
Osmanlı’nın dağıldığı ve Kürdistan’da büyük bir siyasi otorite boşluğunun doğduğu yıllarda, Süleymaniye’de nufüz oluşturmuş olan Şeyh Mahmud Berzenci, bağımsızlık özlemleri ile İslami endişelerini birleştirir. Esasen faşist ve ırkçı ittihad ve Terraki yönetiminin politikası sonucu o dönemde tüm İslam coğrafyasında bu tür talepler olmuştur. İngiltere’nin Kürdistan sorumlusu meşhur binbaşı Noel’in tasvipleriyle Süleymaniye’de yapılan bir toplantıda, Şeyh Mahmud Berzenci Güney Kürdistan Kralı olarak kabul edilir.
Uluslar arası gizli çalışmalar sonucu İngilizler daha sonra desteklerini çektikleri gibi, Irak rejimi ile anlaşarak Berzenci’ye karşı savaşırlar. 1918’li yıllarda susturulan Şeyh Mahmud Berzenci 1919yılında yeniden kıyam eder. Yaralı olarak yakalanıp Bağdat’a götürülür. Sürgün dönüşünde yeniden ayaklanır. Fakat İngilizler’in de yardımı ile 1932yılında hareket bastırılınca, tekrar Bağdat’a sürgüne götürülür. Ve 1956yılında Bağdat’ta vefat eder.
Şimdi Şeyh Said ve onun hareketine değinelim.. Şeyh Said-i Palewi, aslen Amed(Diyarbekir) şehri ile şimdiki Bismil ilçesi arasında bulunan Çılstun (Kırksutun) köyünden olduğu bilinmektedir. Sultan Murat’ın meşhur Bağdat seferi dönüşü Diyarbakır’daki misafirliği sırasında kendisine yetirnce iltifat etmediklerinden dolayı Şeyh Said’in ailesini cezalandırır. Çılstun köyü yakılıp yıkılır ve aile Palo’ya oradan da Hınıs’a göçer.
Kendisi uzun süre eğitim ve öğretim işleriyle meşgul olmuş, müderrislik yapmıştır. Aynı zamanda Nakşibendi Tarikatının Şeyhi olan Said, bu vesile ile halkın dert ve problemleri ile ilgilendiği kadar onların eğitim ve tebiyesiylede yakından ilgilenmiştir. Bu özellikler ona hem ilim çevrelerinde ve hemde halk arasında büyük bir itibar ve saygınlık kazandırmıştır.
1925 Şubat ayı içinde Piran(Dicle)’da bulunan kardeşi Şeyh Abdurrahim’in misafiri iken köye gelen küçük bir jandarma birliğinin muhtemelen kasıtlı olarak çıkardığı bir olay sonucu çatışma olur. Çatışmalar bir anda halk ile jandarmanın baskısı arasında bir hesaplaşmaya döner ve dönüşü olmayan bir mecraya girer. Çatışmalar yayılır ve süreklilik kazanır. Şeyh Said, toplanan kuvvetlerini Diyarbakır üzerine yürütürsede, sonunda üstün silah gücüne karşılık veremez ve geri çekilmek zorunda kalır. Bu ara insiyatifide kaybeder. Kuvvetleri dağılma ve çözülmeye başlar ve bir daha toparlanma imkanı bulamaz. Şeyh Said daha sonra yakalanarak çok sayıda arkadaşıyla birlikte idam edilir.
Hareketin Lideri Şeyh Said, hareketin temel amacını ve hedeflerini mahkemelerde izah ettiği gibi, idam sehpasına götürülürken usulen kendisine son arzusunun ne olduğunu i.eren soruya karşılık, yine hareketin amacını ifade eden şu sözleri söylemiştir: “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ölümüm Allah ve İslam içindir.”
Bu olay, rejim tarafından gerekçe gösterilerek, Kürdistan ve Müslüman Kürdler topluca cezalandırılır. Bu ceza, zulüm, işkence, katli’am ve soykırıma dönüşür. İslam adına her ne değer var ise ayak altına alınır. Birçok cami ve medrese, ya kapatılır yada askeri birliklerce ahır olarak kullanılır. İslamın İzzet ve şerefi ayaklar altına alınır. “Müslümanım!” demek bile suç sayılır. Çok sayıda aile sürgüne gönderilerek mal varlıklarına el koyulur. Kürdistan halkı, hala bu olayın psikolojisinden kurtulamamış, ürkek ve çekingenliğini atamamıştır.
Bir diğer olay, İran Kürdistan’ında cereyan ediyor. 1942yılında İran’ın Ürmiye Gölü batısındaki Mehabad şehrinde, bir grup milliyetçi,”Komel”(Diriliş) örgütünü kurarlar. Hızlı bir gelişme ve örgütlenme içersine giren Komel, 1946yılına girilirken Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) adını alarak, liderliğe Mehabad şehrinin kadısı olan Muhammed’i getirirler. Sovyetlerin önceleri teşvik, sonraları taahüdleri sonucu, KDP, bağımsız bir Kürd devleti olma yolunda hızlı bir süreç başlatır. Aynı yıl içinde kurulan devlete Mehabad Kürd Cumhuriyeti adı verilir. Cumhurbaşkanlığına da Kadı Muhammed getirilir.
Kürdistan’ın geleneksel ve Aşiret özelliklerini taşımaktan kurtulamayan bu siyasi organizasyonun ömrüde fazla uzun olmamıştır. Uluslar arası güçlerin gizli ve sinsice uzlaşmaları sonucu vaat edilen destek ve yardımlar sağlanmamış ve 1947yılında İran taradından hareket bastırılmıştır. Düzenlenen göstermelik mahkemeler sonucu, aynı aileden olan Kadı Muhammed, Muhammed Seyfidadi ve Abdulkasım Seyfikadi, Mehabad’ın Çarçıra Meydanı’nda bir şafak vakti idam edilerek hayatlarına ve devletlerine bu şekilde son verilir.
Şimdi de bir nebze Berzani hareketine değinelim…Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah’ın babası Şeyh Taha’nın icazet verdiği talebelerinden biri Şeyh Taceddin Barzani’dir. Berzan bölgesine gelip yerleşen Şeyh Taceddin, kısa zamanda saygınlığını ve nüfüzunu çevre aşiretler üzerinde sağlar. Şeyh Taceddin’den sonra yetkin duruma geçen Şeyh Abdurrahim Berzani’nin 3oğlu vardır. Bunlar, Şeyh Abdusselam, Şeyh Ahmed ve Molla Mustafa Berzani’dir. Şeyh Abdüsselam yoğun şikayetler sonucu İtiihad ve Terraki’nin ma’lum hışmına uğramıştır. Oldukça dirençli olan mukavemet gösteren Şeyh Abdüsselam, 1914yılında yakalanarak idam edilir.
1932yılında Irak yönetimi meşruiyet kazanınca, yaptığı ilk iş Kuzey Irak’ın saygın ve mümtaz şahsiyeti olan Şeyh Ahmed Berzani’nin üzerine yürümek olur. Ancak Molla Mustafa Berzani’nin çok sert ve askeri mukavemetiyle karşılaşmışlardır. Daha sonraları Berzaniler’i Mehabad Kürd Cumhuriyeti’nin kuruluşunda aktif olarak görmekteyiz. Bir süre sonra İran’a geçmek zorunda kalan Berzaniler ve Müslüman halk, İran, Irak ve Türkiye devletlerinin işbirliği sonucu büyük bir baskı ve zulum altında kalır.
27 Mayıs1 1940 sabahı Molla Mustafa ve kendisine bağlı güçleri, İran topraklarına girer; Kuzey’e yönelerek 14günde takriben 500km bir yolu katederek meşhur yürüyüşünü tamamlar ve Sovyetler’e sığınmak zorunda kalır.
1958yılında Irak ihtilali sonucu geri dönen Berzani 1973yılında muhtariyet almışsada 1975yılında Saddam’ın sonuncusu olmayan katli’ama dönüşen ric’atları sonucu İran’a sığınmak zorunda kalır. Berzani 1979yılında ABD’de vefat eder. İran İslam Cumhuriyeti tarafından cenazesi İran’a getirilerek köyünde defn edilir.
Sözkonusu ettiğimiz belli başlı hareketlerin dışında da Dersim, Karaköprü, Kozluk, Ağrı ve Zilan gibi birçok olay var ki, tanıkların bir kısmı hala hayattadır. Bunların her biri, esasında çok daha geniş ve kapsamlı araştırmalara muhtaçtır. Bu araştırmalar yapılırsa hadisenin gerçek sebep ve sonuçları ortaya çıkacaktır. Kesin kanaatler ve ifadeler ancak o zaman oluşabilir. Ancak yinede mevcut bilgilerimizle olayları değerlendirebilir bazı neticeler çıkarabiliriz.
Olayların insan unsurunu teşkil edenler, Müslüman Kürdler’dir. Geleneksel İslami Hayat süren bu insanlar, dinlerine ve inançlarına oldukça bağlı insanlardır. Bu sebeple hareketin öncülüğünü İslami şahsiyetlerin yapmış olması tesadüf değildir. Hareket ve siyasi anlayışları Asr-ı Saadet dönemindeki Rasulullah(sav)’ın pratiklerine tam manasıyla uygun olmamışsada Allah rızası olduğu ve samimi oldukları kanaati, Müslümanlar arasında yaygındır. Ayrıca bu hareketlerin o dönemin geleneksel İslam anlayışını yansıtmalarıda tabiidir.
Fransız ihtilali ile başlamış olan ulusalcılık ve ulus-devlet anlayışı, 19.yy’da bir hayli etkin olmuş ve 20.yüzyılın başından itibaren de ağırlığını iyice hissettirerek bir anlayışa dönüşmüştür. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın sonunda irili-ufaklı sayısız ulus devlet ortaya çıkarılmıştır.
Osmanlı yönetiminin dağılmasını sağlayan bu en önemli anlayış, aslında ümmeti parçalamayı da esas almıştır. Batı’nın kendisine düşman olarak gördüğü İslam ümmetinin birlik ve beraberliği, onları her zaman endişelendirmiştir.
Bu birliği dağıtmanın bütün yollarını aramış ve ulusalcı düşünceleri tahrik ederek ümmeti birbirine düşman haline getirip paramparça etmeyi sağlamışlardır. Ümmet coğrafyasının bir parçası olan Kürdistan coğrafyasında da geçen yüzyılın sonlarında başlamış ve günümüze kadar zaman zaman belirginleşerek sürüp gelen olaylar olmuştur. Diğer bütün Müslüman uluslar gibi, ulus-devlet olma özlemleri artmış ve bu uğurda mücedele verenlerin sayısı çoğalmıştır. Söz konusu kıyamlarda bu ulusalcı duyguların payıda büyüktür. Ancak Kürd ulusu içindeki bazı İslami ölçülerin dışında, ırkçı, nasyonaslist fikirler ve etkinlikler geliştirmeye başlamışlar ki, bu anlayışı İslam’la bağdaştırmak mümkün değildir.
Irkçılık, dinin esaslarından olan İslami kardeşliği öldürür; evrensel ümmet anlayışını reddeder ve yok olmasına sebep olur. Irkçı değer yargılarını benimsemiş insanlar, kalplerinin Allah ve Resulu’nün sevgisine kapatmışlardır. İslami otorite ve hakimiyetin ümmet katında itibar görmesine engel olurlar. Kişi,kafasında ve gönlünde kimin veya neyin sevgisini tutarsa ona inanmış, yönelmiş, ona tapınmış demektir. İslam’ın bazı prensib ve emirlerine inanıp bazılarına inanmamanın kişiyi nereye götüreceği ma’lumdur. Irkçılığında, bu sakat anlayışın bir neticesi olduğu bilinmektedir.
İslami hareket, belli bir ulus, coğrafya, mezhep ve şahsiyet ile sınırlandırılamaz. Ümmet anlayışı gereği, hareket, doğal olarak herhangi bir coğrafya üzerinde, belli bir ulus ve uluslarda oluşan Müslüman topluluk tarafından başlatılır. Bu hizmet, herhangi bir ulusun tekelinde düşünülemez. Önemli olan, bu topluluğun bu işe ehil olması ve İslami bir otoritenin taşıması gereken sorumluluğu taşıyabilecek özelliğe sahip olmasıdır. Tüm Müslümanlara düşen görev, bu Meşru otoriteyi tanımaları ve ona itaat edip onun öncülüğünü kabul etmeleridir.
Günümüzde böyle bir otoritenin varlığını kabul etmek Müslümanlara adeta aşağılık bir iş haline gelmiştir. Bu durum, yukarıda da değindiğimiz gibi coğrafya, ulus, mezhep veya tarih tutkusundan kaynaklanacağı gibi, çıkar ve şahsiyetle ilgili bir durumda olabilir. Doğal seyri içinde oluşmuş İslami hareket veya otoriteyi kabul etmemek, İslami bir bilinç ve şuurun sonucu olamaz.. Belki söz konusu zaafların bir veya bir kaçının mahsülü olabilir.
TEVHİD DERGİSİ, SAYI:18, HAZİRAN 1991
Yorum