Bu gün(11 Eylül 2011) Fidan Güngör'e karşı işlenen ihanetin 17. yılını idrak etmekteyiz. Bazı olaylar vardır, muhtevası ve sonuçları itibariyle zamana karşı dayanıklıdır; zaman onları eskitip unutturamaz. Çünkü sonuçları, beşer için ehemmiyetini korumaya devam eder. Kur'an'ın, beşer tarihinin başlangıcı olan Hz. Âdem ve çocuklarına ilişkin olayları bizlere aktarması ve nebevi mücadeleye ilişkin çok kadim zamanlarda kalmış olayları en doğru şekilde bize intikal ettirmesi, muntakil hadiselerin unutulmaması gereken tecrübeler olmasındandır. Fidan Güngör olayı da, unutulmaması ve sonuçlarından daima ders çıkarılması gereken bir hadisedir.
Fidan Güngör olayını bu kez İslam adına İslam'ın ikame etmek istediği ilkelerin çiğnenemeyeceği ve Kürdlere yapılan ihanetlerin, bir tür ihanet kültürü şeklinde Kürdlere de sirayet etmiş olabileceği cihetlerinden ele alacağım.
Birinci konuya ilişkin önce İslam tarihinden birkaç örnek vereyim:
1-Peygamber sahabesiyle birlikte bir mecliste otururken, nazil olan vahiyleri onlara aktarıyordu. O esnada orada bulunan bir münafık Peygamber ile alay ederek "Bana da her gün vahiy geliyor" der. Bir gün Peygamber minberdeyken bu münafık mescide girer. Peygamber bundan çok rahatsız olur. Sonradan bunu anlayan sahabe Peygambere, "işaret etseydiniz biz onun icabına bakardık" der. Peygamber, "biz peygamberler ima ve işaret yoluyla bir şey ifade etmeyiz" buyurur.
Bütün semavi dinler ve bütün nebiler, ihanetin yerine sadakati yerleştirmeye çalışmıştır. Hiçbir peygamber, düşmanına ihanet etmemiştir. Düşmanları ile savaşı, hukuk ve ahlak ilkeleri içinde yürütmüştür. Hiçbir peygamber, düşmanına dost görünerek ve dostluğundan yararlanarak onu arkadan vurmamıştır. Bütün peygamberler ümmetlerini bu tür davranışlardan sakındırmıştır.
Yukarıdaki örnekte, Peygamberimiz işaret ve ima yoluyla düşmanı hakkında hüküm vermeyeceğini, eğer bir hüküm sadır olacaksa, bunu alenen yapacağını ifade ediyor. Peygamber, düşmanları hakkında hile, entrika, tuzak ve ihanete başvurmak bir yana, ima ve işaret yoluyla bile bir eylem yapmayacağını sarahaten beyan ediyor.
2- Recî ashabı olayı. Azel ve el-Kare kabilelerinden bir grup, Peygambere gelerek "içimizde İslam var. Bizlere İslam'ı ve fıkhı öğretecek Kuran'ı okuyacak birilerini gönder" derler. Peygamber müşrik grupla beraber altı kişi, başka bir görüşe göre ise on kişi tebliğci olarak gönderir. Hz. Peygamber bu altı kişiden Asım b. Sabit veya Zeyd b. Ebi Desine'i imam olarak tayin eder. Seferleri esnasında "Hedee" denilen yere varınca yanlarındaki müşrikler tarafından ihanete uğrarlar. Huzeyl kabilesinden Beni Lihyan taifesinden yüz okçu yardımıyla bu müslümanları muhasara altına alıp onlara "biz sizi öldürmeyeceğiz. Teslim olun. Sizi Mekkelilere satarak nasiplenmek istiyoruz" derler. Asım, kendilerine teslim olmayacağını söyler, onlarla savaşır. Asım ile beraber Mirsed ve Halid b. Bukeyr şehit olurlar. Diğer üçü fazla direnmeden teslim olur. Mekke yolunda Abdullah b. Tarık bir fırsatını bulup ellerini açar, kılıcını alarak müşriklere saldırır ve müşrikler tarafından taşlanarak şehit edilir. Hubeyb'i ise Haris'ın çocukları, babalarını Uhud'da öldürdüğü için satın alırlar. Hubeyb'i öldürecekleri vakit Hubeyb iki rekat namaz kılmak ister. İki rekattan sonra onu asarak şehit ederler. Zeyd b. Desine ise Saffan b. Ümeyye onu kölesi Nistas'la beraber El-Tenim adındaki müşrike gönderir ta ki, Uhud'da öldürülen iki oğlu için öldürülsün. Nistas Zeyd'e der ki, " ister misin Muhammed şimdi senin yerinde olsaydı ve sen ehlinle beraber ve ben onun boynunu vursaydım." Zeyd " asla bunu istemem; Hz.Muhammed benim yerimde olsun ve ben ehlim ile olayım." Bu sözler üzerine Ebu Sufyan " insanlardan Muhammed'in ashabı kadar onu sevenini görmedim. Nistas Zeyd'i orada öldürür.
Bu olay karşısında Peygamberimiz misliyle, yani ihanet yoluyla karşılık vermez. Sadece Ebu Süfyan'ı öldürmek için iki kişiyi görevlendirip Mekke'ye gönderir ama muvaffak olamazlar.
3-Bir-i Mâune olayı. Hicretin dördüncü yılı sefer ayında Rec'i ashabının şehadeti peygambere ulaşmadan önce Ebu Berra Medine'ye gelir. Hz. Peygamber onu İslam'a davet eder ama o kabul etmez. Peygamber'e "eğer bir grup tebliğciyi Necd'e gönderirsen oradakilerin müslüman olama ihatimalleri vardır" der. Hz. Peygamber "Necd insanının ihanet ve düşmanlığından korkarım" der. Ebu Berra onları koruyacağına dair söz verir. Hz peygamber kırk kişi seçkin sahabelerden ve hafızlardan seçerek onunla gönderir.
El Munzur b. Amr'ı onlara komutan ve imam tayin eder. Bir-i Maun denen yerde kamp kurarlar. Necd kabilesinin reislerinden Amr b. Tufeyle, birini bir mektupla İslam'a davet etmesi için gönderirler. Amr mektubu okumadığı gibi elçiyi da şehit eder. Kendi kabilesini o müslümanları öldürmek için teşvik eder. Kabilesi Ebu Berra'nın sözünden dolayı yardım etmez. O da komşu kabilelerden yardım alarak müslümanları oldukları yerde kuşatıp Kâ'b b. Zeyd hariç hepsini öldürürler. Kâ'b yaralı olarak Medine'ye gelir Hz. Peygambere hadiseyi anlatır. Kâ'b ise daha sonra hendek savaşında şehit olur.
Bu olay karşısında da Peygamberimiz hile ve oyuna başvurmaz. Hemen seriye de göndermez. Onlarla hesaplaşmayı başka bir zamana bırakır.
4-Müslim b. Akîl ve Ubeydullah b. Ziyad Hadisesi.
Hz. Müslim Hz. Hüseyin'in elçisi olarak Kufe'ye gönderilir. Kendisine biat eden Kufeliler Ubeydullah'ın tehditleri karşısında Müslim'den uzaklaşırlar. Tek kalan Müslim, Hani b. Urve'nin evine gider. Hani, ona "eğer kapımı çalmasaydın ve evime sığınmasaydın sana sahip çıkmazdım. Beni taşıyamayacağım bir yükün altına soktun" der. Bu arada Şerik b. Aver Hani'nin evinde hasta yatmaktadır. Çünkü Şerik Ubeydullah ile beraber Basra'dan yola koyulmuş ve yolda hastalanmıştı. Şerik imanlı ve Eh-li Beyt'ten taraf biriydi. Onun Ubeydullah ile olan arkadaşlığı, Ubeydullah'ın Hz. Ali'nin taraftarı olduğu günlerden gelir. Sonraları Muaviye tarafından satın alınmıştır. Müslim, Haini'nin evine sığınır üçü bir plan yaparlar. Şerik der ki, "Ubeydullah beni ziyaret edecek. Sen Şuralarda bir yerde saklan, fırsatını bulunca gel onu öldür. Müslim bunu kabul eder." Şifreleri ise şu şiir idi:
ما الانتظار بسلمی ان تحیوها حیّوا سلیمی و حیّوا یحیّیها
کاس المنیّة بالتعجیل اسقوها
Yani: "Selma'dan ne beklentiniz var? Ona ve Suleymi'ye ihtiram ediniz. Her kim ki, ona saygı gösterirse, ona saygı gösteriniz. Ölüm şarabını aceleyle ona içiriniz".
Beklendiği gibi Ubeydullah onu ziyarete gelir. Onunla birlikte kölesi Mihran da eve girer. Her fırsatta Şerik bu şiiri okur bu durum karşısında Ubeydullah şaşırır. Yol arkadaşının çok hasta ve ne dediğini bilmediğini zanneder. Ubeydullah evden çıkar ve gider. Şerik, Müslim'e "neden bu fırsatı kaçırdın" diye sorar. O da "iki sebepten der: Birincisi ev sahibi, Ubeydullah b. Ziyad'ın kendi evinde öldürülmesinden yana değildi. İkincisi ise peygamberden gelen "Müninin imanı onu, başkalarını gaflete düşürüp öldürmekten men eder" hadisi beni bundan men etti.
Müslim b. Akil, bir tercihle karşı karşıya kalıyor. Hz. Hüseyin'in hareketinin başarısı ve hatta İslam ümmetinin maslahatı Ubeydullah'ı öldürmeyi gerektiriyordu. Ubeydullah'ı öldürse, Kufe'yi alacak, belki de Emevi saltanatı sona erecek ve İslam ümmeti büyük bir tarihi sapmadan kurtulacaktı ama buna karşılık İslam'ın ikame etmek istediği evrensel sadakat ilkesi ayaklar altına alınmış olacaktı. Bir yanda bütün İslam ümmetinin önemli bir maslahatı, öte yanda İslam'ın yerleştirmek istediği evrensel ilkeler. Müslim b. Akil, sonunda tercihini İslam'ın evrensel ilkesini korumaktan yana yapıyor. Siyasi olarak Müslim b. Akil ve ümmet kaybetti ama değerler manzumesi açısından Müslim b. Akil ve ümmet kazandı. Çünkü İslam'ın ilkelerini çiğneyen bir İslami hareket ve ümmet, ana hedeften sapmış, ilahi yörüngeden çıkmış demektir. Böyle bir hareket ve ümmetin siyasi alanda başarılı olması, İslami değerler manzumesi bakımından hiçbir anlam ifade etmezdi. Maslahat ve siyasi başarı-ne kadar büyük olursa olsun-İslam'ın evrensel ilkelerini çiğnemeye cevaz vermez.
Şimdi, aktarılan tarihi hadiseler ve Peygamberimizin hadisine binaen Fidan Güngör olayına dönelim:
Murat Filiz ve suç ortakları, gizliden bağlı oldukları İlim grubunun(Hizbullah) yöneticilerinin emriyle bir ihanet planı hazırlıyor. Bu insanlar İslami camia arasında yer alan insanlar olarak tanınıyorlar ve farklı zamanlarda farklı gruplarla çalışmışlar. Bu şahıslar bir şekilde Fidan Güngör ile dolaylı irtibat kuruyor ve süreç içinde Güngör'ün güvenini kazanıyor ve onu evlerine davet ediyorlar. Müslümanın ihanet etmeyeceğini düşünen Güngör, davete icabet ediyor ve gittiği evde esir alınıp akıbeti bizce meçhul bir yolculuğa başlıyor.
Neden bunu yaptılar? Çünkü ne düşünsel temelde ne de mücadele zemininde ona galip gelemediler. Bunun üzerine hile ve ihanete başvurdular. Olayın özeti bu.
Küçük bir grubun siyasi maslahatı için tahrip gücü çok yüksek bir eylemle İslam'ın evrensel ilkelerinden sadakati havaya uçurdular. Bu ilkenin tahribi, Güngör ve benzerlerinin öldürülmesinden çok daha önemlidir. Bu olayda sadece Fidan Güngör ihanete uğramamıştır. İslam'ın evrensel ilkesi ihanete uğramıştır. İslam adına İslam tahrip edilmiştir.
Ne yazık ki, mezkûr grubun bu yöndeki tahribatı Güngör ile sınırlı değildir. İzzetin Yıldırım Hoca da Mehmet Sümbül de benzer taktiklerle aynı akıbete maruz bırakılmıştır. Daha da ötesi, kendi elemanlarından sayısını bilemediğimiz oranda insanları da benzer taktiklerle benzer akıbete sürüklemişlerdir. Tahribatta, evrensel ilkenin çiğnenmesinde ısrar edilmiş ve bugüne kadar da bu yıkımdan ötürü bir nedamet duygusu ifade edilmemiş, aksine yapılanlar savunulmuştur. Olayın tehlikeli yanı da budur. Pişmanlık izharının olmaması, gerekli görüldüğünde benzer tahribatın tekrar edebileceği anlamına geliyor. Her ne zaman Fidan Güngör'ün akıbetini açıklar, olayı üstlenir ve benzer olaylardan ötürü özür diler ve Allah'a tevbe ederlerse, o zaman yükleri hafifler ve bu olaylar ders alınacak hadiseler olarak tarihteki yerini alır. Aksi halde bu dosyalar "bütün hakları mahfuz" olarak açık kalmaya devam eder.
Fidan Güngör olayının ikinci cihetten değerlendirilmesine gelince…
Önce birkaç ibretlik ve tarihi olayı aktarayım:
1-1914'ten sonra özellikle İran Kürdistanında oldukça meşhur olan ve Muhammed Ağa Şekkak'ın kabilesine mensup İsmail Han Sımko'nun kardeşi Cafer Ağa, 1895 tarihinde Tebriz hükümetinin dostane yaklaşımları ve daveti sonucu Tebriz hükümetinin davetlisi olarak Tebriz'e gider. 12 arkadaşıyla davete icabet eden Cafer Ağa, ağırlandığı sarayda gece vakti kuşatılarak 12 arkadaşından onuyla birlikte öldürülür. Bir hükümet tarafından ihanet, evrensel sadakat ilkesine tercih edilir.
2-Bu olaydan ders alan İsmail Han Sımko, büyük bir mücadelenin karizmatik önderi konumuna gelir. Devlet yetkilileri veya başka şahsiyetlerle görüşeceği zaman, görüşme yerini kendisi belirler ve görüşme mahallinde gerekli tüm önlemleri aldıktan sonra görüşmeye gider. Deneyimli ve iyi bir komutan olan İsmail Han, İran ordusuyla girdiği tüm savaşları açık farkla kazanır. Artık İsmail Han'ın savaşarak yenilemeyeceği kanısı oluşur. Subaylığı döneminden İsmail Han'ı tanıyan Rıza Han, Şah olunca, İsmali Han'a dostluk mesajları gönderir. Uzun bir güven oluşturma sürecinden sonra 1930 yılında İsmail Han'ı Kürdistan'ın Üşneviye kentinde görüşmeye davet eder. Deneyimli İsmail Han, bu defa yanılır ve Rıza Şah'a güvenerek görüşmeye gider. Elbette İsmail Han'ı yanıltan, amcazadesi Ömer Han'ın görüşmeye aracılık etmesidir. Fidan Güngör de İsmail Han gibi daha önceki görüşmeleri için gerekli tedbirleri alıyor ve görüşme yerini kendisi belirliyordu. Demek ki insan kuşkularını bir yere kadar koruyabiliyor ve bir yerden sonra güven duyuyor veya araya güven veren biri giriyor.
İsmail Han, Üşnüviye'de devlet töreniyle karşılanır. Üşnüviye'nin askeri sorumlusu Albay Sadık, İsmail Han'a, Şah'ın gelemeyeceğini, özür beyan ettiğini ve onun yerine kendisinin görüşmeleri yapacağını söyler. İsmail Han, iki gün devlet misafirhanesinde ağırlandıktan sonra uğurlanır. Vedalaşıp ayrılır ve Albay Sadık ona el sallar. Bu el sallama, gerçekte ateş emridir. Çevrede konumlanmış olan özel birlikler bir anda ateş açar ve İsmail Han ile beraberindeki on kişiyi öldürürler.
Ne kadar çirkin, çirkef bir yaklaşım! Evrensel hukuk kurallarını en güçlü patlayıcılarla tahrip etmek gibi bir olay!
3-İran Kürdistanındaki Kürd Erdelan hükümetinin varislerinden olan Abbas Han Serdar (General) Reşid, yıkılan Erdelan devletini yeniden ikame etmek için kıyam eder. Dönemin Kürdistan Valisi Şerifüddevle, Serdar Reşid'i savaşarak yenemeyeceğini anlayınca plan yapar ve inandırıcı gerekçeler öne sürerek kendisinin şehri terk edemeyeceğini bildirir ve Kürdistan hükümetini kendisine devretmeye hazır olduğunu bildirir. Bu hileye inanan Serdar Reşid, adamlarıyla birlikte görüşmeye gider 1338 Hicri yılında. Birkaç gün çok iyi ağırlandıktan sonra Şerifüddevle, onu valiliğe davet eder hükümeti teslim etmek üzere ve oarda Serdar Reşid'i teslim alır ve Tahran'a gönderir.
4-Selahaddin-i Eyyubi'nin torunlarından bilinen Mir Muhammed, II. Mahmut Sultan zamanında Kürdistan'da kıyam başlatır. Osmanlı ordusunu geriletince, hilafete karşı savaşmanın ve müslümanlar arası savaşın kötülüğü gündeme getirilip görüşme teklif edilir. Bu tezin Mir Muhammed'in askerleri üzerinde etkili olması sonucu Mir Muhammed teslim olur ve İstanbul'a gönderilir. Altı ay orada kaldıktan sonra geri dönüş için izin alır ancak dönerken 1838 yılında Trabzon'da öldürülür. Aladdin Seccadi, Bağdat Valisi, Ali Rıza Paşa'nın Sultan Mahmud'u etkilediğini, Mir Muhammed'in geri dönmesi durumunda kıyamın yeniden başlayacağı konusunda Sultanı ikna ettiğini ve bunun üzerine Sultan Mahmud'un Mir Muhammed için yeniden yakalanma emrini çıkardığını ve Trabzon'da yakalandıktan sonra namertçe öldürüldüğünü yazıyor. Ölüm şekli çok net olarak bilinmiyor ama en azından davet edildiği evde öldürülmemiş. Lakin Trabzon'daki ölüm şekli, ihanetin işlendiği kuşkusunu güçlendiriyor. En azından namertçe öldürülmüştür.
5-Orhan Hoca, da kendisine sorunları görüşmek üzere yapılan davete inanarak PKK'lilerle görüşmeye gider 1992 yılında. Çünkü Hoca'nın küçük bir kasabadan zorla götürüldüğünü gören olmadığı için kendisinin davet üzere gittiğini düşünüyoruz. Görüşmeye davet edilen bu mübariz şahsiyet, PKK tarafından korkunç işkencelere tabi tutularak şehid ediliyor.
Bu örnekleri arttırabilirim ama bu kadarı kâfi gelir.
Kürdlere karşı işlenen bu ihanetler, normalde Kürdleri ve özellikle de Müslüman Kürdleri en azından birbirlerine karşı daha sadık davranmaya zorlaması gerekirken, İlim grubunun (Hizbullah) dışarıdan Müslüman Kürdlere yapılan bu ihanetlerin benzerini Fidan Güngör'e ve bir çok müslümana karşı sistematik olarak hayata aktarması ve PKK'nin de aynı minvalde birçok ihanette bulunmuş olması, acaba bu ihanet kültürü müslman Kürdlere de mi sirayet etti yoksa birileri hasseten bu kültürü onlara enjekte mi etti sorusunu akla getiriyor. Çünkü İslam'dan neş'et eden Kürdlerin örfünde ve savaş hukukunda hiçbir surette eve gelen veya devet edilen misafire dokunulmaz ve de onun güvenliğinin ağlanması asli bir görev kabul edilir. Bu, çok asil ve muhkem bir kuraldır. Bu kuralı çiğneyenler, Kürd örfünü ve savaş hukukunu da ayaklar altına almış olur.
Hem İslami hem insani hem de Kürd kültürü açısından böylesine önemli ve evrensel bir kuralı pervasızca çiğneyenlere ne demeli?
İslam Dini, evrensel hukuk ve Kürd örfü susmamızı mı yoksa bu ihanet kültürünün bir daha ve tek bir örnekle de olsa yaşanmaması ve kökünün kazınması için konuşmamızı ve ıslahatta bulunmamızı mı istiyor?
Yazıyı Peygamberimizin bir duasıyla bitirmek istiyorum:
"Allahım! Sapmaktan ve saptırmaktan, zulmetmekten ve zulme maruz kalmaktan, cahillik etmekten ve cehalete maruz kalmaktan sana sığınıyorum"
Ya Rabbi! İhanet etmekten ve ihanete uğramaktan da sana sığınıyoruz!
Kaynakça
1-İbn'ül Esir, İzzüddin Eb'ul Hasan, el-Kamil fi'lTarih
2-el-Taberi Muhammed b. Cerir, Tarih'ül'Taberi
3-İbn-ü Kesir, İmadüddin İsmail b. Ömer, el-Bidaye ve el-Nihaye
4-İbn-i Haldun, Tarih-i İbn-i Haldun
5-Şeyh Abbas-ı Kumi, Nefs'ül Mefhum
6-Muhammed Rıza Sengeri, Ayinedaran-e Afitab
7-Seccadi, Alaaddin, Tarih-i Azadi-ye Cünbüşha-ye Millet-e Kürd
8-Kendal-İsmet Şerif Vanli-Mustafa Nazdar, Kürdha
Fidan Güngör olayını bu kez İslam adına İslam'ın ikame etmek istediği ilkelerin çiğnenemeyeceği ve Kürdlere yapılan ihanetlerin, bir tür ihanet kültürü şeklinde Kürdlere de sirayet etmiş olabileceği cihetlerinden ele alacağım.
Birinci konuya ilişkin önce İslam tarihinden birkaç örnek vereyim:
1-Peygamber sahabesiyle birlikte bir mecliste otururken, nazil olan vahiyleri onlara aktarıyordu. O esnada orada bulunan bir münafık Peygamber ile alay ederek "Bana da her gün vahiy geliyor" der. Bir gün Peygamber minberdeyken bu münafık mescide girer. Peygamber bundan çok rahatsız olur. Sonradan bunu anlayan sahabe Peygambere, "işaret etseydiniz biz onun icabına bakardık" der. Peygamber, "biz peygamberler ima ve işaret yoluyla bir şey ifade etmeyiz" buyurur.
Bütün semavi dinler ve bütün nebiler, ihanetin yerine sadakati yerleştirmeye çalışmıştır. Hiçbir peygamber, düşmanına ihanet etmemiştir. Düşmanları ile savaşı, hukuk ve ahlak ilkeleri içinde yürütmüştür. Hiçbir peygamber, düşmanına dost görünerek ve dostluğundan yararlanarak onu arkadan vurmamıştır. Bütün peygamberler ümmetlerini bu tür davranışlardan sakındırmıştır.
Yukarıdaki örnekte, Peygamberimiz işaret ve ima yoluyla düşmanı hakkında hüküm vermeyeceğini, eğer bir hüküm sadır olacaksa, bunu alenen yapacağını ifade ediyor. Peygamber, düşmanları hakkında hile, entrika, tuzak ve ihanete başvurmak bir yana, ima ve işaret yoluyla bile bir eylem yapmayacağını sarahaten beyan ediyor.
2- Recî ashabı olayı. Azel ve el-Kare kabilelerinden bir grup, Peygambere gelerek "içimizde İslam var. Bizlere İslam'ı ve fıkhı öğretecek Kuran'ı okuyacak birilerini gönder" derler. Peygamber müşrik grupla beraber altı kişi, başka bir görüşe göre ise on kişi tebliğci olarak gönderir. Hz. Peygamber bu altı kişiden Asım b. Sabit veya Zeyd b. Ebi Desine'i imam olarak tayin eder. Seferleri esnasında "Hedee" denilen yere varınca yanlarındaki müşrikler tarafından ihanete uğrarlar. Huzeyl kabilesinden Beni Lihyan taifesinden yüz okçu yardımıyla bu müslümanları muhasara altına alıp onlara "biz sizi öldürmeyeceğiz. Teslim olun. Sizi Mekkelilere satarak nasiplenmek istiyoruz" derler. Asım, kendilerine teslim olmayacağını söyler, onlarla savaşır. Asım ile beraber Mirsed ve Halid b. Bukeyr şehit olurlar. Diğer üçü fazla direnmeden teslim olur. Mekke yolunda Abdullah b. Tarık bir fırsatını bulup ellerini açar, kılıcını alarak müşriklere saldırır ve müşrikler tarafından taşlanarak şehit edilir. Hubeyb'i ise Haris'ın çocukları, babalarını Uhud'da öldürdüğü için satın alırlar. Hubeyb'i öldürecekleri vakit Hubeyb iki rekat namaz kılmak ister. İki rekattan sonra onu asarak şehit ederler. Zeyd b. Desine ise Saffan b. Ümeyye onu kölesi Nistas'la beraber El-Tenim adındaki müşrike gönderir ta ki, Uhud'da öldürülen iki oğlu için öldürülsün. Nistas Zeyd'e der ki, " ister misin Muhammed şimdi senin yerinde olsaydı ve sen ehlinle beraber ve ben onun boynunu vursaydım." Zeyd " asla bunu istemem; Hz.Muhammed benim yerimde olsun ve ben ehlim ile olayım." Bu sözler üzerine Ebu Sufyan " insanlardan Muhammed'in ashabı kadar onu sevenini görmedim. Nistas Zeyd'i orada öldürür.
Bu olay karşısında Peygamberimiz misliyle, yani ihanet yoluyla karşılık vermez. Sadece Ebu Süfyan'ı öldürmek için iki kişiyi görevlendirip Mekke'ye gönderir ama muvaffak olamazlar.
3-Bir-i Mâune olayı. Hicretin dördüncü yılı sefer ayında Rec'i ashabının şehadeti peygambere ulaşmadan önce Ebu Berra Medine'ye gelir. Hz. Peygamber onu İslam'a davet eder ama o kabul etmez. Peygamber'e "eğer bir grup tebliğciyi Necd'e gönderirsen oradakilerin müslüman olama ihatimalleri vardır" der. Hz. Peygamber "Necd insanının ihanet ve düşmanlığından korkarım" der. Ebu Berra onları koruyacağına dair söz verir. Hz peygamber kırk kişi seçkin sahabelerden ve hafızlardan seçerek onunla gönderir.
El Munzur b. Amr'ı onlara komutan ve imam tayin eder. Bir-i Maun denen yerde kamp kurarlar. Necd kabilesinin reislerinden Amr b. Tufeyle, birini bir mektupla İslam'a davet etmesi için gönderirler. Amr mektubu okumadığı gibi elçiyi da şehit eder. Kendi kabilesini o müslümanları öldürmek için teşvik eder. Kabilesi Ebu Berra'nın sözünden dolayı yardım etmez. O da komşu kabilelerden yardım alarak müslümanları oldukları yerde kuşatıp Kâ'b b. Zeyd hariç hepsini öldürürler. Kâ'b yaralı olarak Medine'ye gelir Hz. Peygambere hadiseyi anlatır. Kâ'b ise daha sonra hendek savaşında şehit olur.
Bu olay karşısında da Peygamberimiz hile ve oyuna başvurmaz. Hemen seriye de göndermez. Onlarla hesaplaşmayı başka bir zamana bırakır.
4-Müslim b. Akîl ve Ubeydullah b. Ziyad Hadisesi.
Hz. Müslim Hz. Hüseyin'in elçisi olarak Kufe'ye gönderilir. Kendisine biat eden Kufeliler Ubeydullah'ın tehditleri karşısında Müslim'den uzaklaşırlar. Tek kalan Müslim, Hani b. Urve'nin evine gider. Hani, ona "eğer kapımı çalmasaydın ve evime sığınmasaydın sana sahip çıkmazdım. Beni taşıyamayacağım bir yükün altına soktun" der. Bu arada Şerik b. Aver Hani'nin evinde hasta yatmaktadır. Çünkü Şerik Ubeydullah ile beraber Basra'dan yola koyulmuş ve yolda hastalanmıştı. Şerik imanlı ve Eh-li Beyt'ten taraf biriydi. Onun Ubeydullah ile olan arkadaşlığı, Ubeydullah'ın Hz. Ali'nin taraftarı olduğu günlerden gelir. Sonraları Muaviye tarafından satın alınmıştır. Müslim, Haini'nin evine sığınır üçü bir plan yaparlar. Şerik der ki, "Ubeydullah beni ziyaret edecek. Sen Şuralarda bir yerde saklan, fırsatını bulunca gel onu öldür. Müslim bunu kabul eder." Şifreleri ise şu şiir idi:
ما الانتظار بسلمی ان تحیوها حیّوا سلیمی و حیّوا یحیّیها
کاس المنیّة بالتعجیل اسقوها
Yani: "Selma'dan ne beklentiniz var? Ona ve Suleymi'ye ihtiram ediniz. Her kim ki, ona saygı gösterirse, ona saygı gösteriniz. Ölüm şarabını aceleyle ona içiriniz".
Beklendiği gibi Ubeydullah onu ziyarete gelir. Onunla birlikte kölesi Mihran da eve girer. Her fırsatta Şerik bu şiiri okur bu durum karşısında Ubeydullah şaşırır. Yol arkadaşının çok hasta ve ne dediğini bilmediğini zanneder. Ubeydullah evden çıkar ve gider. Şerik, Müslim'e "neden bu fırsatı kaçırdın" diye sorar. O da "iki sebepten der: Birincisi ev sahibi, Ubeydullah b. Ziyad'ın kendi evinde öldürülmesinden yana değildi. İkincisi ise peygamberden gelen "Müninin imanı onu, başkalarını gaflete düşürüp öldürmekten men eder" hadisi beni bundan men etti.
Müslim b. Akil, bir tercihle karşı karşıya kalıyor. Hz. Hüseyin'in hareketinin başarısı ve hatta İslam ümmetinin maslahatı Ubeydullah'ı öldürmeyi gerektiriyordu. Ubeydullah'ı öldürse, Kufe'yi alacak, belki de Emevi saltanatı sona erecek ve İslam ümmeti büyük bir tarihi sapmadan kurtulacaktı ama buna karşılık İslam'ın ikame etmek istediği evrensel sadakat ilkesi ayaklar altına alınmış olacaktı. Bir yanda bütün İslam ümmetinin önemli bir maslahatı, öte yanda İslam'ın yerleştirmek istediği evrensel ilkeler. Müslim b. Akil, sonunda tercihini İslam'ın evrensel ilkesini korumaktan yana yapıyor. Siyasi olarak Müslim b. Akil ve ümmet kaybetti ama değerler manzumesi açısından Müslim b. Akil ve ümmet kazandı. Çünkü İslam'ın ilkelerini çiğneyen bir İslami hareket ve ümmet, ana hedeften sapmış, ilahi yörüngeden çıkmış demektir. Böyle bir hareket ve ümmetin siyasi alanda başarılı olması, İslami değerler manzumesi bakımından hiçbir anlam ifade etmezdi. Maslahat ve siyasi başarı-ne kadar büyük olursa olsun-İslam'ın evrensel ilkelerini çiğnemeye cevaz vermez.
Şimdi, aktarılan tarihi hadiseler ve Peygamberimizin hadisine binaen Fidan Güngör olayına dönelim:
Murat Filiz ve suç ortakları, gizliden bağlı oldukları İlim grubunun(Hizbullah) yöneticilerinin emriyle bir ihanet planı hazırlıyor. Bu insanlar İslami camia arasında yer alan insanlar olarak tanınıyorlar ve farklı zamanlarda farklı gruplarla çalışmışlar. Bu şahıslar bir şekilde Fidan Güngör ile dolaylı irtibat kuruyor ve süreç içinde Güngör'ün güvenini kazanıyor ve onu evlerine davet ediyorlar. Müslümanın ihanet etmeyeceğini düşünen Güngör, davete icabet ediyor ve gittiği evde esir alınıp akıbeti bizce meçhul bir yolculuğa başlıyor.
Neden bunu yaptılar? Çünkü ne düşünsel temelde ne de mücadele zemininde ona galip gelemediler. Bunun üzerine hile ve ihanete başvurdular. Olayın özeti bu.
Küçük bir grubun siyasi maslahatı için tahrip gücü çok yüksek bir eylemle İslam'ın evrensel ilkelerinden sadakati havaya uçurdular. Bu ilkenin tahribi, Güngör ve benzerlerinin öldürülmesinden çok daha önemlidir. Bu olayda sadece Fidan Güngör ihanete uğramamıştır. İslam'ın evrensel ilkesi ihanete uğramıştır. İslam adına İslam tahrip edilmiştir.
Ne yazık ki, mezkûr grubun bu yöndeki tahribatı Güngör ile sınırlı değildir. İzzetin Yıldırım Hoca da Mehmet Sümbül de benzer taktiklerle aynı akıbete maruz bırakılmıştır. Daha da ötesi, kendi elemanlarından sayısını bilemediğimiz oranda insanları da benzer taktiklerle benzer akıbete sürüklemişlerdir. Tahribatta, evrensel ilkenin çiğnenmesinde ısrar edilmiş ve bugüne kadar da bu yıkımdan ötürü bir nedamet duygusu ifade edilmemiş, aksine yapılanlar savunulmuştur. Olayın tehlikeli yanı da budur. Pişmanlık izharının olmaması, gerekli görüldüğünde benzer tahribatın tekrar edebileceği anlamına geliyor. Her ne zaman Fidan Güngör'ün akıbetini açıklar, olayı üstlenir ve benzer olaylardan ötürü özür diler ve Allah'a tevbe ederlerse, o zaman yükleri hafifler ve bu olaylar ders alınacak hadiseler olarak tarihteki yerini alır. Aksi halde bu dosyalar "bütün hakları mahfuz" olarak açık kalmaya devam eder.
Fidan Güngör olayının ikinci cihetten değerlendirilmesine gelince…
Önce birkaç ibretlik ve tarihi olayı aktarayım:
1-1914'ten sonra özellikle İran Kürdistanında oldukça meşhur olan ve Muhammed Ağa Şekkak'ın kabilesine mensup İsmail Han Sımko'nun kardeşi Cafer Ağa, 1895 tarihinde Tebriz hükümetinin dostane yaklaşımları ve daveti sonucu Tebriz hükümetinin davetlisi olarak Tebriz'e gider. 12 arkadaşıyla davete icabet eden Cafer Ağa, ağırlandığı sarayda gece vakti kuşatılarak 12 arkadaşından onuyla birlikte öldürülür. Bir hükümet tarafından ihanet, evrensel sadakat ilkesine tercih edilir.
2-Bu olaydan ders alan İsmail Han Sımko, büyük bir mücadelenin karizmatik önderi konumuna gelir. Devlet yetkilileri veya başka şahsiyetlerle görüşeceği zaman, görüşme yerini kendisi belirler ve görüşme mahallinde gerekli tüm önlemleri aldıktan sonra görüşmeye gider. Deneyimli ve iyi bir komutan olan İsmail Han, İran ordusuyla girdiği tüm savaşları açık farkla kazanır. Artık İsmail Han'ın savaşarak yenilemeyeceği kanısı oluşur. Subaylığı döneminden İsmail Han'ı tanıyan Rıza Han, Şah olunca, İsmali Han'a dostluk mesajları gönderir. Uzun bir güven oluşturma sürecinden sonra 1930 yılında İsmail Han'ı Kürdistan'ın Üşneviye kentinde görüşmeye davet eder. Deneyimli İsmail Han, bu defa yanılır ve Rıza Şah'a güvenerek görüşmeye gider. Elbette İsmail Han'ı yanıltan, amcazadesi Ömer Han'ın görüşmeye aracılık etmesidir. Fidan Güngör de İsmail Han gibi daha önceki görüşmeleri için gerekli tedbirleri alıyor ve görüşme yerini kendisi belirliyordu. Demek ki insan kuşkularını bir yere kadar koruyabiliyor ve bir yerden sonra güven duyuyor veya araya güven veren biri giriyor.
İsmail Han, Üşnüviye'de devlet töreniyle karşılanır. Üşnüviye'nin askeri sorumlusu Albay Sadık, İsmail Han'a, Şah'ın gelemeyeceğini, özür beyan ettiğini ve onun yerine kendisinin görüşmeleri yapacağını söyler. İsmail Han, iki gün devlet misafirhanesinde ağırlandıktan sonra uğurlanır. Vedalaşıp ayrılır ve Albay Sadık ona el sallar. Bu el sallama, gerçekte ateş emridir. Çevrede konumlanmış olan özel birlikler bir anda ateş açar ve İsmail Han ile beraberindeki on kişiyi öldürürler.
Ne kadar çirkin, çirkef bir yaklaşım! Evrensel hukuk kurallarını en güçlü patlayıcılarla tahrip etmek gibi bir olay!
3-İran Kürdistanındaki Kürd Erdelan hükümetinin varislerinden olan Abbas Han Serdar (General) Reşid, yıkılan Erdelan devletini yeniden ikame etmek için kıyam eder. Dönemin Kürdistan Valisi Şerifüddevle, Serdar Reşid'i savaşarak yenemeyeceğini anlayınca plan yapar ve inandırıcı gerekçeler öne sürerek kendisinin şehri terk edemeyeceğini bildirir ve Kürdistan hükümetini kendisine devretmeye hazır olduğunu bildirir. Bu hileye inanan Serdar Reşid, adamlarıyla birlikte görüşmeye gider 1338 Hicri yılında. Birkaç gün çok iyi ağırlandıktan sonra Şerifüddevle, onu valiliğe davet eder hükümeti teslim etmek üzere ve oarda Serdar Reşid'i teslim alır ve Tahran'a gönderir.
4-Selahaddin-i Eyyubi'nin torunlarından bilinen Mir Muhammed, II. Mahmut Sultan zamanında Kürdistan'da kıyam başlatır. Osmanlı ordusunu geriletince, hilafete karşı savaşmanın ve müslümanlar arası savaşın kötülüğü gündeme getirilip görüşme teklif edilir. Bu tezin Mir Muhammed'in askerleri üzerinde etkili olması sonucu Mir Muhammed teslim olur ve İstanbul'a gönderilir. Altı ay orada kaldıktan sonra geri dönüş için izin alır ancak dönerken 1838 yılında Trabzon'da öldürülür. Aladdin Seccadi, Bağdat Valisi, Ali Rıza Paşa'nın Sultan Mahmud'u etkilediğini, Mir Muhammed'in geri dönmesi durumunda kıyamın yeniden başlayacağı konusunda Sultanı ikna ettiğini ve bunun üzerine Sultan Mahmud'un Mir Muhammed için yeniden yakalanma emrini çıkardığını ve Trabzon'da yakalandıktan sonra namertçe öldürüldüğünü yazıyor. Ölüm şekli çok net olarak bilinmiyor ama en azından davet edildiği evde öldürülmemiş. Lakin Trabzon'daki ölüm şekli, ihanetin işlendiği kuşkusunu güçlendiriyor. En azından namertçe öldürülmüştür.
5-Orhan Hoca, da kendisine sorunları görüşmek üzere yapılan davete inanarak PKK'lilerle görüşmeye gider 1992 yılında. Çünkü Hoca'nın küçük bir kasabadan zorla götürüldüğünü gören olmadığı için kendisinin davet üzere gittiğini düşünüyoruz. Görüşmeye davet edilen bu mübariz şahsiyet, PKK tarafından korkunç işkencelere tabi tutularak şehid ediliyor.
Bu örnekleri arttırabilirim ama bu kadarı kâfi gelir.
Kürdlere karşı işlenen bu ihanetler, normalde Kürdleri ve özellikle de Müslüman Kürdleri en azından birbirlerine karşı daha sadık davranmaya zorlaması gerekirken, İlim grubunun (Hizbullah) dışarıdan Müslüman Kürdlere yapılan bu ihanetlerin benzerini Fidan Güngör'e ve bir çok müslümana karşı sistematik olarak hayata aktarması ve PKK'nin de aynı minvalde birçok ihanette bulunmuş olması, acaba bu ihanet kültürü müslman Kürdlere de mi sirayet etti yoksa birileri hasseten bu kültürü onlara enjekte mi etti sorusunu akla getiriyor. Çünkü İslam'dan neş'et eden Kürdlerin örfünde ve savaş hukukunda hiçbir surette eve gelen veya devet edilen misafire dokunulmaz ve de onun güvenliğinin ağlanması asli bir görev kabul edilir. Bu, çok asil ve muhkem bir kuraldır. Bu kuralı çiğneyenler, Kürd örfünü ve savaş hukukunu da ayaklar altına almış olur.
Hem İslami hem insani hem de Kürd kültürü açısından böylesine önemli ve evrensel bir kuralı pervasızca çiğneyenlere ne demeli?
İslam Dini, evrensel hukuk ve Kürd örfü susmamızı mı yoksa bu ihanet kültürünün bir daha ve tek bir örnekle de olsa yaşanmaması ve kökünün kazınması için konuşmamızı ve ıslahatta bulunmamızı mı istiyor?
Yazıyı Peygamberimizin bir duasıyla bitirmek istiyorum:
"Allahım! Sapmaktan ve saptırmaktan, zulmetmekten ve zulme maruz kalmaktan, cahillik etmekten ve cehalete maruz kalmaktan sana sığınıyorum"
Ya Rabbi! İhanet etmekten ve ihanete uğramaktan da sana sığınıyoruz!
Kaynakça
1-İbn'ül Esir, İzzüddin Eb'ul Hasan, el-Kamil fi'lTarih
2-el-Taberi Muhammed b. Cerir, Tarih'ül'Taberi
3-İbn-ü Kesir, İmadüddin İsmail b. Ömer, el-Bidaye ve el-Nihaye
4-İbn-i Haldun, Tarih-i İbn-i Haldun
5-Şeyh Abbas-ı Kumi, Nefs'ül Mefhum
6-Muhammed Rıza Sengeri, Ayinedaran-e Afitab
7-Seccadi, Alaaddin, Tarih-i Azadi-ye Cünbüşha-ye Millet-e Kürd
8-Kendal-İsmet Şerif Vanli-Mustafa Nazdar, Kürdha