Hep şükrederdim. İyi ki Anadolu’da Müslüman bir toplumda Müslüman bir aileye mensup olarak dünyaya gelmişim ve şereflerin en büyüğü ile şereflenip Yüce yaradanın habibi, peygamber efendimize ümmet olmuşum diye.
Uzaktan bakınca çok saf ve çok iyi niyetli bir yaklaşım olarak hatırlıyorum.
İnsanlarımızın tamamında var olan hastalık bende de vardı, ne okur ne araştırır, ne de yeni bir şey öğrenme gayretim vardı. Din adına tüm bildiğim ve yaşadığım sadece ANLATILANLARDI!
Bir Huseyn hatırlıyorum boşa geçen yıllarımda, Tüm zamanlar içinde en çok sevilen insan, en yüce peygamber hz. Muhammed’in (s.a.a) cennet gençlerinin efendisi olarak tanıtılan torunu, ki O; hem efendimizin kızının hemde bir taraftan amcaoğlu bir taraftan da damadı Hz. Ali’nin kerbela da şehid edilen ve bu şehadetle cennet gençlerinin efendisi olarak tanıtılan torunu. Hepsi bundan ibaretti. İşin kötü tarafı ise bu kadar sığ ve kısa bilgi yetiyordu öyle ya bize anlatılanlarda din daha başkaydı. O dinde cennetle müjdelenen ler vardı, Allah’a ve peygambere yakınlıkları ve üstünlükleri sıraya göre dizilmiş 4 halife inancı vardı ve sadece 4 hak mezhep vardı. Ve her İslam büyüğünün o dönemlerde şehit olmuş birçok babaları, oğulları ve torunları vardı ve maalesef Hüseyin de sadece o şehitlerden , torunlardan biriymiş gibi anlatılıyordu.
Bir hadis vardı “Kuran ve sünnet” bunlara sıkı sıkı sarılınca sapılmaz hiçbir sorunda kalmazmış. Kuran Allah kelamı sünnet resulun yolu. Ne güzeldi benim dinim Allah kelamını ebu hureyrenin övdüğü kişilerden ve sünneti de ebu hureyrenin kendisinden öğrenince ne güzeldi, tabi etliye sütlüye dokunmadığın müddetçe!
Onların gösterdiği yola İslamiyet bunu yaşayanlara da Müslüman deniliyordu.
Ancak İslam diye peşine takıldığımız dinin Kur-an’i ve Muhammedi İslam değil, dedelerime dedelerinden zorla miras bırakılan, geleneksel anlayışın adına İslam denilerek bize sunulduğunu ancak birkaç sene evvel bir muharrem ayının aşurasında inananların sel olup akan gözyaşlarının içinde Hüseyin’i görünce anladım.
Anladım ki Hüseyin’in dedesine Allah tarafından ilahi vahiyle indirilen ve maide suresinde “….Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim. “ olarak bildirilen yüce İslam maalesef makam ve saltanat hırsıyla bir takım çapulcu sürüsünün eline adına hilafet denen makamla geçmiş ve kur-an’i mesajları bir kenara bırakarak , adına da din denilerek hak hukuk bir tarafa bırakılmış gariplerin hakları gasp edilir olmuş,yine kabile üstünlükleri hortlatılmış, devlet yönetimiyle ilgili önemli makam ve mevkiler baştaki halifelerin yakınlarına peşkeş çekilir hale gelmiş, toplum İslam öncesi alışkanlıklarına güçlü bir otoritenin zalimce baskılarıyla yeniden döndürülmüştür.
Ve vahiy kokan evin gülü Hüseyin’in tüm bu olup bitenlere kayıtsız kalması mümkünmüydü. “gerdanlık kızların boynuna yakıştığı gibi ölüm insanlara yakışır” diyerek ve zillet içinde yaşamaktansa izzetlice ölmeyi tercih ederek tarihte eşi benzeri görülmeyen kıyamını başlatmış ve hiçbir insanın tahammül etmesinin mümkün olamayacağı inanılmaz eza ve acıları yaşayarak en sevdiklerine kavuşmuştur.
Görünüşte Hüseyin yok edilmiştir. Rezil oğlu rezil yezit O’nun kesik başına bakarak “keşke bedirde öldürülen atalarım burada olsaydı da haşimoğullarından nasıl bir intikam aldığımı görselerdi demişti.
Ancak Hüseyn’in şanlı şehadeti ile kan kılıca galip gelmiş, kılıç kırılmış kan ise ebedileşmişti.
Ey Allah’ın resulu ne olur affet bu aciz ,zelil, düşünmekten bile bihaber olan ve ümmetin olduğunu zanneden bu zavallıyı. Bize anlatılan hiçbir hadisi şerifini Kuran ile doğrulamak aklımıza gelmedi, içinde senin adın var diye inandık,
Yüce yaradan en büyük şahit olarak seni gösteriyordu onun için hiçbir meali de sırf sana indirilen vahiy diye sorgulayamadık, gözümüzü açık tutamadık. Yüce Allah’ın “şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin” deyip te hemde seni kendi kitabında azarlayamayacağını düşünemedik yumuşattık sadece azar değil uyarı sadece dedik.
Bilemedik , bilemedik….
Henüz sen hayattayken bile sana nasıl karşı gelinildiğini o eşsiz kalbini defalarca bile bile nasıl kırdıklarını bilemedik…
Gadir-i Hum’da yaradanın emriyle açıkladığın halifeni o gün orda tebrik edip senden sonra sözlerinden nasıl döndüklerini bilemedik….
Sen buyurmuşken ilmin kapısı Ali’dir diye kapıya dahi yürümeyi bilemedik…
Babasının annesi dediğin canlar feda eşsiz kızın Zehra anamızın kalbini nasıl kırdıklarını, hakkını nasıl gasp ettiklerini, evinin kapısını nasıl kırdıklarını,kapı ile duvar arasına sıkışıp Muhsini’ni nasıl kaybettiğini bilemedik..
Bilemedik gencecik yaşında sana kavuşunca niçin gece ve bilinmeyen bir yere defnedildiğini,
Torunun Hasan’ın tabutunun nasıl oklandığını bilemedik…
Kerbeladan sonra evlatlarının hicaplarının nasıl açıldığını, nasıl çıplak develer üstünde zincirlenerek sürgüne gönderildiklerini,sürgünde morarmış vücutlarla aç sususz ve zulüm altında sana nasıl kavuştuklarını bilemedik…
Ve
Mızrağa takılan O şanlı başın ne canlı kuran olduğunu nede mızrakta kuran okuduğunu vallahi bilemedik….
Yaradanıma sonsuz şükürler olsun ki O ‘nu tanımak 40 yaşında nasip oldu.
O’nu tanıdıktan sonra anladık anlaşılmasını istemeyenlerin sakladıkları islamı ve O’nu çok ama çok sevdik. Değerli büyüğümün dediği gibi
Ben o susuz dudağını, ben o yanan ciğerini seviyorum
Binbir pare peykerini, hançer öpen hançereni seviyorum
Üç gün, o kanlı çölde, o yaslı çölde, o kızgın çölde kalan
Kızıl lalelerle süslü başsız bedenini seviyorum
Ben hasır kefenini seviyorum
Kesik başla okuduğun o Kur’an sesini
O İsevi nefesini seviyorum
Ben seni seviyorum ey Hüseyn!
Zalime zulme eğilmediği için mızraklara yükselen
O mukaddes, o nurlu başını seviyorum
Ben sana ağlayan gözü, ıslanan yüzü, akan gözyaşını seviyorum
Ben seni seviyorum ey Hüseyn
Seni seviyorum.
Ey gönüller sultanı şimdi anlıyorum ki seni anlayabilmenin yolu torunu anlamak ve sevmekten geçiyormuş, ve O’nu tanıyana kadar sadece müslümanım zannederken şimdi anlıyorum ki ben yeni Müslüman olmuşum…
Nuh’un gemisine yeni binmişim….
CENGİZ SEYFİ
Uzaktan bakınca çok saf ve çok iyi niyetli bir yaklaşım olarak hatırlıyorum.
İnsanlarımızın tamamında var olan hastalık bende de vardı, ne okur ne araştırır, ne de yeni bir şey öğrenme gayretim vardı. Din adına tüm bildiğim ve yaşadığım sadece ANLATILANLARDI!
Bir Huseyn hatırlıyorum boşa geçen yıllarımda, Tüm zamanlar içinde en çok sevilen insan, en yüce peygamber hz. Muhammed’in (s.a.a) cennet gençlerinin efendisi olarak tanıtılan torunu, ki O; hem efendimizin kızının hemde bir taraftan amcaoğlu bir taraftan da damadı Hz. Ali’nin kerbela da şehid edilen ve bu şehadetle cennet gençlerinin efendisi olarak tanıtılan torunu. Hepsi bundan ibaretti. İşin kötü tarafı ise bu kadar sığ ve kısa bilgi yetiyordu öyle ya bize anlatılanlarda din daha başkaydı. O dinde cennetle müjdelenen ler vardı, Allah’a ve peygambere yakınlıkları ve üstünlükleri sıraya göre dizilmiş 4 halife inancı vardı ve sadece 4 hak mezhep vardı. Ve her İslam büyüğünün o dönemlerde şehit olmuş birçok babaları, oğulları ve torunları vardı ve maalesef Hüseyin de sadece o şehitlerden , torunlardan biriymiş gibi anlatılıyordu.
Bir hadis vardı “Kuran ve sünnet” bunlara sıkı sıkı sarılınca sapılmaz hiçbir sorunda kalmazmış. Kuran Allah kelamı sünnet resulun yolu. Ne güzeldi benim dinim Allah kelamını ebu hureyrenin övdüğü kişilerden ve sünneti de ebu hureyrenin kendisinden öğrenince ne güzeldi, tabi etliye sütlüye dokunmadığın müddetçe!
Onların gösterdiği yola İslamiyet bunu yaşayanlara da Müslüman deniliyordu.
Ancak İslam diye peşine takıldığımız dinin Kur-an’i ve Muhammedi İslam değil, dedelerime dedelerinden zorla miras bırakılan, geleneksel anlayışın adına İslam denilerek bize sunulduğunu ancak birkaç sene evvel bir muharrem ayının aşurasında inananların sel olup akan gözyaşlarının içinde Hüseyin’i görünce anladım.
Anladım ki Hüseyin’in dedesine Allah tarafından ilahi vahiyle indirilen ve maide suresinde “….Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim. “ olarak bildirilen yüce İslam maalesef makam ve saltanat hırsıyla bir takım çapulcu sürüsünün eline adına hilafet denen makamla geçmiş ve kur-an’i mesajları bir kenara bırakarak , adına da din denilerek hak hukuk bir tarafa bırakılmış gariplerin hakları gasp edilir olmuş,yine kabile üstünlükleri hortlatılmış, devlet yönetimiyle ilgili önemli makam ve mevkiler baştaki halifelerin yakınlarına peşkeş çekilir hale gelmiş, toplum İslam öncesi alışkanlıklarına güçlü bir otoritenin zalimce baskılarıyla yeniden döndürülmüştür.
Ve vahiy kokan evin gülü Hüseyin’in tüm bu olup bitenlere kayıtsız kalması mümkünmüydü. “gerdanlık kızların boynuna yakıştığı gibi ölüm insanlara yakışır” diyerek ve zillet içinde yaşamaktansa izzetlice ölmeyi tercih ederek tarihte eşi benzeri görülmeyen kıyamını başlatmış ve hiçbir insanın tahammül etmesinin mümkün olamayacağı inanılmaz eza ve acıları yaşayarak en sevdiklerine kavuşmuştur.
Görünüşte Hüseyin yok edilmiştir. Rezil oğlu rezil yezit O’nun kesik başına bakarak “keşke bedirde öldürülen atalarım burada olsaydı da haşimoğullarından nasıl bir intikam aldığımı görselerdi demişti.
Ancak Hüseyn’in şanlı şehadeti ile kan kılıca galip gelmiş, kılıç kırılmış kan ise ebedileşmişti.
Ey Allah’ın resulu ne olur affet bu aciz ,zelil, düşünmekten bile bihaber olan ve ümmetin olduğunu zanneden bu zavallıyı. Bize anlatılan hiçbir hadisi şerifini Kuran ile doğrulamak aklımıza gelmedi, içinde senin adın var diye inandık,
Yüce yaradan en büyük şahit olarak seni gösteriyordu onun için hiçbir meali de sırf sana indirilen vahiy diye sorgulayamadık, gözümüzü açık tutamadık. Yüce Allah’ın “şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin” deyip te hemde seni kendi kitabında azarlayamayacağını düşünemedik yumuşattık sadece azar değil uyarı sadece dedik.
Bilemedik , bilemedik….
Henüz sen hayattayken bile sana nasıl karşı gelinildiğini o eşsiz kalbini defalarca bile bile nasıl kırdıklarını bilemedik…
Gadir-i Hum’da yaradanın emriyle açıkladığın halifeni o gün orda tebrik edip senden sonra sözlerinden nasıl döndüklerini bilemedik….
Sen buyurmuşken ilmin kapısı Ali’dir diye kapıya dahi yürümeyi bilemedik…
Babasının annesi dediğin canlar feda eşsiz kızın Zehra anamızın kalbini nasıl kırdıklarını, hakkını nasıl gasp ettiklerini, evinin kapısını nasıl kırdıklarını,kapı ile duvar arasına sıkışıp Muhsini’ni nasıl kaybettiğini bilemedik..
Bilemedik gencecik yaşında sana kavuşunca niçin gece ve bilinmeyen bir yere defnedildiğini,
Torunun Hasan’ın tabutunun nasıl oklandığını bilemedik…
Kerbeladan sonra evlatlarının hicaplarının nasıl açıldığını, nasıl çıplak develer üstünde zincirlenerek sürgüne gönderildiklerini,sürgünde morarmış vücutlarla aç sususz ve zulüm altında sana nasıl kavuştuklarını bilemedik…
Ve
Mızrağa takılan O şanlı başın ne canlı kuran olduğunu nede mızrakta kuran okuduğunu vallahi bilemedik….
Yaradanıma sonsuz şükürler olsun ki O ‘nu tanımak 40 yaşında nasip oldu.
O’nu tanıdıktan sonra anladık anlaşılmasını istemeyenlerin sakladıkları islamı ve O’nu çok ama çok sevdik. Değerli büyüğümün dediği gibi
Ben o susuz dudağını, ben o yanan ciğerini seviyorum
Binbir pare peykerini, hançer öpen hançereni seviyorum
Üç gün, o kanlı çölde, o yaslı çölde, o kızgın çölde kalan
Kızıl lalelerle süslü başsız bedenini seviyorum
Ben hasır kefenini seviyorum
Kesik başla okuduğun o Kur’an sesini
O İsevi nefesini seviyorum
Ben seni seviyorum ey Hüseyn!
Zalime zulme eğilmediği için mızraklara yükselen
O mukaddes, o nurlu başını seviyorum
Ben sana ağlayan gözü, ıslanan yüzü, akan gözyaşını seviyorum
Ben seni seviyorum ey Hüseyn
Seni seviyorum.
Ey gönüller sultanı şimdi anlıyorum ki seni anlayabilmenin yolu torunu anlamak ve sevmekten geçiyormuş, ve O’nu tanıyana kadar sadece müslümanım zannederken şimdi anlıyorum ki ben yeni Müslüman olmuşum…
Nuh’un gemisine yeni binmişim….
CENGİZ SEYFİ
Yorum