HUVE'L AZİZ
SELAM OLSUN ALLAH'IN HABİBİNE VE TEMİZ PAK KILDIĞI EHL-İ BEYTE
Ağlarsam Sel Götürür Yangınlarınızı
Muharremin on’uydu. Kan rengindeydi bulutsuz gökyüzü.
Kıvılcımlı vahşi gözler siperde. Susuzluktan çatlayan dudaklara -ki o dudaklardı nübüvvete değen- bir damla su mızrak yağmurları nezaretindeydi. Gözyaşları yetişemez olmuşken düşen bedenlere, heyhat minnezzilleh nidası gökyüzünün süsüydü.
Baktıkça bulanıklaşan bir yoldu. Engin ve cennet serencamı rengindeydi çöl. Her kum tanesinde dehşet ve her an yayılan ölüm kokusu. Bir yanda hakikate at sürmüş yiğitler, bir yanda azı dişlerine mezalim sirayet etmiş köleler. Arada ölüm çizgisinin müjdeci gülümsemesi. Kurtuluşsuz, kaskatı karar.
Oklar gölgeliyordu bedenlere düşen güneşi. Zeyneb’in keskin bir acıyla feryatları yükseliyordu semaya. Yüz adım ilerde, nehre bakan tarafta namaz için değil zulüm için saf tutanlar, beride cennet başlıyordu anahtarları Cebrail’in elinde sallanan. Bir adım sonrasıydı ölüm ve bir avuç kum, cenneti mesh ediyordu.
Daha da keskinleşen kan kokusu, ölümün susuzluğunu gideriyordu. Mızrakların ucu yüzlerdeki güzelliklere ayna, çadırların gölgelikleri zindan, şehadetin tebessüm eden güzelliği gözyaşlarına mukabelede bulunmakta.
Bir hamle kalmıştı eksik, bir tek dokunuş, bir kılıç yarası daha şerefli ölümün beklediği.
Gelip çatan an; mızraklara bayrak oluşu başların, Zülcenah’ın heybetli nefesinin meçhule karışmasının, hakikat girmemiş saraylarda çınlayacak hutbelerin vakti.
Gözleri gülerek bakıyordu ve sanki der gibiydi;
Asa-i Musa kar etmez duruşunuzun kıyısındayım işte. Aşk denizi ki gözlerimin suyudur. Susuzluğum sular çöllerinizi. Sonsuz azabınızın başlangıcı Rukayye’nin feryatlarında saklıdır. Kumdan yangınlar sarıp kül ediyorken bedenlerimizi, vefasızlığınızı hangi tövbe temizler. Zalimliğiniz yüce dağları kıskandırır. Ali Asgar’ın boğazından nefes alışı hangi suçun günahı.
Ağlarsam sel götürür yangınlarınızı, susarsam izzetiniz yağmalanır, konuşursam cehennem bekler gövdelerinizi, buğulanırsa gözlerim dayanamaz dedem…
Kadir-i mutlaklığa sığındı ölüm fermanına karşı. Kumlara serpilen kanlar kutlu ölümün şahidi oldu.
Anla ki gömülür çölün gürültüsü
Ölmüştür şehadet
Yezid’e bürünmüştür gecenin karanlığı
Daha önce hiç söylenmemişti
Boğazlarda da düğümlenmemişti oysa
Cennete kavuşma güzelliği değil
Ölümün aşk oluşu…
(İzzettin Kızılbulut )
SELAM OLSUN ALLAH'IN HABİBİNE VE TEMİZ PAK KILDIĞI EHL-İ BEYTE
Ağlarsam Sel Götürür Yangınlarınızı
Muharremin on’uydu. Kan rengindeydi bulutsuz gökyüzü.
Kıvılcımlı vahşi gözler siperde. Susuzluktan çatlayan dudaklara -ki o dudaklardı nübüvvete değen- bir damla su mızrak yağmurları nezaretindeydi. Gözyaşları yetişemez olmuşken düşen bedenlere, heyhat minnezzilleh nidası gökyüzünün süsüydü.
Baktıkça bulanıklaşan bir yoldu. Engin ve cennet serencamı rengindeydi çöl. Her kum tanesinde dehşet ve her an yayılan ölüm kokusu. Bir yanda hakikate at sürmüş yiğitler, bir yanda azı dişlerine mezalim sirayet etmiş köleler. Arada ölüm çizgisinin müjdeci gülümsemesi. Kurtuluşsuz, kaskatı karar.
Oklar gölgeliyordu bedenlere düşen güneşi. Zeyneb’in keskin bir acıyla feryatları yükseliyordu semaya. Yüz adım ilerde, nehre bakan tarafta namaz için değil zulüm için saf tutanlar, beride cennet başlıyordu anahtarları Cebrail’in elinde sallanan. Bir adım sonrasıydı ölüm ve bir avuç kum, cenneti mesh ediyordu.
Daha da keskinleşen kan kokusu, ölümün susuzluğunu gideriyordu. Mızrakların ucu yüzlerdeki güzelliklere ayna, çadırların gölgelikleri zindan, şehadetin tebessüm eden güzelliği gözyaşlarına mukabelede bulunmakta.
Bir hamle kalmıştı eksik, bir tek dokunuş, bir kılıç yarası daha şerefli ölümün beklediği.
Gelip çatan an; mızraklara bayrak oluşu başların, Zülcenah’ın heybetli nefesinin meçhule karışmasının, hakikat girmemiş saraylarda çınlayacak hutbelerin vakti.
Gözleri gülerek bakıyordu ve sanki der gibiydi;
Asa-i Musa kar etmez duruşunuzun kıyısındayım işte. Aşk denizi ki gözlerimin suyudur. Susuzluğum sular çöllerinizi. Sonsuz azabınızın başlangıcı Rukayye’nin feryatlarında saklıdır. Kumdan yangınlar sarıp kül ediyorken bedenlerimizi, vefasızlığınızı hangi tövbe temizler. Zalimliğiniz yüce dağları kıskandırır. Ali Asgar’ın boğazından nefes alışı hangi suçun günahı.
Ağlarsam sel götürür yangınlarınızı, susarsam izzetiniz yağmalanır, konuşursam cehennem bekler gövdelerinizi, buğulanırsa gözlerim dayanamaz dedem…
Kadir-i mutlaklığa sığındı ölüm fermanına karşı. Kumlara serpilen kanlar kutlu ölümün şahidi oldu.
Anla ki gömülür çölün gürültüsü
Ölmüştür şehadet
Yezid’e bürünmüştür gecenin karanlığı
Daha önce hiç söylenmemişti
Boğazlarda da düğümlenmemişti oysa
Cennete kavuşma güzelliği değil
Ölümün aşk oluşu…
(İzzettin Kızılbulut )
Yorum