ALİ’Yİ (A.S) ANLAMAK GEREK
Ali’yi (a.s) anlatmak gerek, onu bilmeyenlere, onu yanlış tanıyanlara. Fakat önce anlamak gerek, sonra seher vaktini beklemek, sadakat şehrinden çıkıp ta Maşuk’un esir olduğu, hayâ ve vefanın olmadığı şehre gidip de aşka secde etmek gerek. Ardından varınca vefasızlıkları ile bilinen Kûfe şehrine, cami arkasına saklanıp da Ali’yi (a.s) beklemek gerek. Sabretmeli, Ali (a.s) şimdi yetim evlere erzak taşımaktadır. Son gecesini bile, yetimleri, garipleri unutmadan, onları ihmal etmeden geçirmektedir. Bekleyin, birazdan Ali(a.s) gelecektir mescide ve görünce sizi öyle çaresiz ve bitkin halde Ebu-Zer gelecektir aklına, gözleri yaşla dolacak ve tarih Ali’nin(a.s) yalnızlığını anlatacak sözler söyleyecektir o vakit. Ne gariptir o, ne de mazlum. Kimsenin anlamadığı, anlasalar da idrak edemediği Ali’dir(a.s) sadece o. Yıllar öncesine götürecek tarih sizleri. Malik-i Eşter’in vefat haberi İmam Ali’ye(a.s) gelecek ve Ali(a.s) yüzünü gökyüzüne çevirerek şöyle seslenecek. “Ey rüzgâr yoksa sende mi Ali’ye düşmansın.” Ali(a.s) mescide hareket ettiğinde aşkı sizi camiye sürükleyecek, her ne kadar Ali’yi(a.s) anmak ve görmek ibadetse yine de onunla namaz kılmak isteyeceksiniz. Fakat Ali(a.s) öyle sözler söylemektedir ki, aklınız başınızdan gidecek ve Ali’yi(a.s) kaybettikten sonra anlayacaksınız onu ya da anladığınızı zannedeceksiniz. Oysa şimdi “Ah-u Vaveyla” zamanıdır.
YALNIZLIĞA TANIK OLMAK:
Nerde kalmıştık? Camide Ali’yi(a.s) mi bekliyorduk, yoksa Ali’nin(a.s) neden mazlum ya da neden yalnız olduğunu mu merak ediyorduk? Ben Ali’nin(a.s) yalnızlığını anlatmak taraftarıyım nedense. İsterseniz şimdi âşıkların pervane olduğu, pirlerin her gece uğradığı eve yani Ali’nin(a.s) evine gidelim. Son geceye yani kimileri derd-i dil gecesi der kimisi ise hakikatlerin aşina olduğu an der. Gecenin ilerleyen saatleridir, İmam(a.s) gece namazında rabbi ile sohbet halindedir. Uzun secdelerdedir Ali(a.s). Bu gece çok farklıdır, bu gece çok düşünmektedir İmam(a.s). Yaşadıkları gelir gözleri önüne, bir de yalnızlığı, kimse anlamamaktadır onu. Cemel, Sıffin gelmektedir aklına, ona biat edenler biatlerinden dönmüş, Ayşe dostlarıyla onun üzerine yürümüştü. Kanlar akmıştı. Diğer yandan ise Muaviye, olmadık hileler olmadık ihanetler, cinayetlerle çıkıyordu karşısına. Ali’nin(a.s) yüreği kan ağlamaktaydı ümmetin elinden. Bunlar da yetmiyor bir de Hariciler düşman kesiliyordu İmam Ali’ye(a.s). Onlar da asi olmuşlardı onca dindarlıklarıyla, Ali’yi (a.s) tekfir edip onun dinden çıktığını öne sürerek Ali’nin canını istemekteydiler. İşte bu halde namaz üstündeydi İmam Ali (a.s). Bir de evinden çıkışı vardır onun. Âlemin vedaa hazırlandığı, meleklerin yeryüzü ile gökyüzü arasında Resul’e(s.a.a) başsağlığına hazırlandığı vakitti. Bir an sanki tüm varlıkların konuşmaya çalıştığı ancak bu anın korkusu ve şaşkınlığı ile sustuğu zamanda ördeklerin Ali’nin(a.s) önünü kesmeye çalışması sonucu o mübarek ağızdan çok anlamlı sözler çıkmaktadır. “Şimdi ördekler bağrışıp ağlamakta birazdan ise insanlar.” Kimimiz için bu sözler anlamsız gelebilir. Ancak şunu belirteyim ki, gerçekten idrak edebilseydik onu ve yaşantısını ne demek istediğini anlardık. Ali(a.s) konuşan Kuran’dır deriz bazen, ancak onun en çok mazlumluğu ve garipliğinden bahsederiz. Eğer konuşan Kuran, Ali(a.s) ise ve Kuran-ı Kerim’de evrensel ise demek ki Ali(a.s) de evrenseldir. Her sözü bir hikmet ve her hareketi birer örnektir. Elbet hepimiz bunu kabul ediyor ve destekliyoruz peki neden dillendirmiyoruz. Ne zaman anlama gayreti içerisinde olacağız?
MESCİT’E VARIŞ:
Evet, caminin arkasında saklanıp Ali’yi bekliyordunuz. Sadece siz değilsiniz bekleyen ve sadece siz değilsiniz Maşuk’u görmeye gelen. Bir ravi ya da bir âşık Ali’nin gelişini anlatıyor size, “Bir ayak sesi duyuyor musunuz? Sanki Ali’nin(a.s) ayak sesleri geliyor, ben bilirim hiç kimseye benzemez onun hiçbir şeyi, öyle bir aşk ki, onu tanıyana ilham veriyor.”
Ali’nin son anlarına tanık olmak nasıl bir duygudur acaba? Ali’nin(a.s) son namazına gidişini görmek. O zamanlar camide uyuyan miskinler ve yetimler vardı. Ve her gece imam bunları sabah namazına gelince uyandırırdı. O gece bu uyuyanlar arasında birisi vardı ki, insanlığın en kötüsü ve İnsan-ı Kamil’in katili. Ve uyandırıyor uykusundan İmam(a.s) katilini, kalk diyor bu yatış şekli şeytana aittir. Ve minbere çıkıyor Ali(a.s) ezan için. Ezandan sonra son bir kez insanlığa haykırıyor, beni anlamadınız bana sormadınız ve beni dinlemediniz dercesine…
“Bilin ki Ali bu gece gidiyor, isteğiniz kabul oldu sevinin, adalet ruhu bu gece ölüyor” Ve namaza duruyor İmam(a.s) biraz buruk, biraz da sevinçli Rabbine dönüyor diye. Ne vakit diye bekliyordu Ali(a.s). Şahadetin vakti yakın değil mi diye? Hüccetin tamamlamasını Ali(a.s) sabırsızlıkla bekliyordu. Ve bir zalim kılıcı kınından sıyırmış hücceti tamamlamaya koyuluyordu. Âlem titriyordu. İnsanlar değil, melekler feryat figan ediyorlardı. Asuman gece ile birlikte mateme bürünüyordu. Kılıç darbesi indikten sonra mihrap kana boyanıyordu. Dünya yıkılmak istiyordu, çünkü hidayet rükünleri sarsılmıştı, Kureyş’te kahraman ve savaş meydanlarında yiğit olduğunu iddia edenler ağlıyordu, çünkü takva sancakları düşüyordu. Allah’ın sağlam ipi kopuyordu ve âlem sessizlikten çıkıp feryada bürünüyordu. Mustafa’nın amcası oğlu öldürüldü, Aliyyi Murtaza öldürüldü, kötülerin en kötüsü öldürdü. Ve Ali’nin (a.s) dediği gibi adalet ruhu ölüyordu.
ŞEHADET:
Yaşantısı gibi şahadeti de örnek ve ibret almamız gerektiğini anlatır. Ama bizler ne yazık ki, onu anlamaya çalışmıyoruz. Rivayet edilir ki, Ali’nin(a.s) vefat haberi Şam’a varır ve Şam halkı bu haber karşısında sevince boğulur. Önde gelen kabile reisleri Muaviye’ye göz aydınlığı verip bunun karşılığında ziyafet hazırlıklarını başlatmasını arzu ederler. Ancak durum çok farklıdır. Çünkü Ali’nin(a.s) ölüm haberi saraya çoktan ulaşmış olmalı, eğer ulaşmışsa Muaviye neden zafer naraları söyletmez, yok eğer haberi yoksa demek ki bu haber yalandır. Eğer böyle bir haber gerçek olsa, Muaviye’nin yağlı yemeğinden yararlanmak için birçok kişi bu güzel haberi saraya ulaştırmaya çalışacaktır. Ve şüphelerin ortadan kalkması için aralarında bir haberci ayarlayıp Kufe’ye gönderirler. Merak içinde bu haberin doğruluğu için dua eden Şam halkı habercinin getireceği haber karşısında şaşkınlıklarını gizleyemeyecekler ve adeta sevinç gösterilerinin yerini büyük bir hüzün ve pişmanlık alacaktır. Habercinin getirdiği haber doğrudur. Ali(a.s) öldürülmüştür. Sevinç naraları atan Şamlılar habercinin halini görünce merak edip sorarlar, “neden sen de bizler gibi sevinmiyorsun?” Ne oldu da bize katılıp da saraya kadar gelmiyorsun?” Tıpkı Kerbela’nın özeti gibidir bu sözler. Hür bin Yezit’e dedikleri gibi “Ey Hür bize bu şehrin en cesaretli savaşçısı kimdir diye sorsalardı şüphesiz seni söylerdik”
Ancak, habercinin ağzından çıkan sözler vardır ki, hem Ali’nin(a.s) yalnızlığını, anlaşılmadığını anlatır, hem de onun ”Sorun beni kaybetmeden” sözlerini hatırlatarak Ali’nin(a.s) konuşan Kuran olarak evrensel olduğunu bir kez daha bizlere gösterir.
Beyinlerinde farklı bir Ali(a.s) vardı onların, tanıdıklarını zannedip de ancak tanımadıkları, tanımakta gayret göstermedikleri gibi onu dinlemeyip, binlerce yalan ile Ali’yi(a.s) andıkları ve hatırladıkları. Farklı bir Ali (a.s) biliyordu onlar, savaş meydanlarında kahraman Ali(a.s) ancak Nebi’den(s.a.a) sonra dinden çıkmış, onun vefatında bile evinden çıkmayan bir insan. Mızrak ucuna Kuran takıldığında, savaş emri veren Ali(a.s). Kimse anlamadı onu, kimse anlamaya çalışmadı, kimisi yalnız bıraktı onu kimisi ise aşkından sürgüne gönderildi ama yine de kimse onu anlamadı. Onun yalnızlığını görmemezlikten gelip de mazlum sıfatı yakıştıran bizler gibi.
Haberci âlemlere haykırıyordu onu tanımışçasına
“MEĞER ALİ NAMAZ KILIYORMUŞ”
Ali’yi (a.s) anlatmak gerek, onu bilmeyenlere, onu yanlış tanıyanlara. Fakat önce anlamak gerek, sonra seher vaktini beklemek, sadakat şehrinden çıkıp ta Maşuk’un esir olduğu, hayâ ve vefanın olmadığı şehre gidip de aşka secde etmek gerek. Ardından varınca vefasızlıkları ile bilinen Kûfe şehrine, cami arkasına saklanıp da Ali’yi (a.s) beklemek gerek. Sabretmeli, Ali (a.s) şimdi yetim evlere erzak taşımaktadır. Son gecesini bile, yetimleri, garipleri unutmadan, onları ihmal etmeden geçirmektedir. Bekleyin, birazdan Ali(a.s) gelecektir mescide ve görünce sizi öyle çaresiz ve bitkin halde Ebu-Zer gelecektir aklına, gözleri yaşla dolacak ve tarih Ali’nin(a.s) yalnızlığını anlatacak sözler söyleyecektir o vakit. Ne gariptir o, ne de mazlum. Kimsenin anlamadığı, anlasalar da idrak edemediği Ali’dir(a.s) sadece o. Yıllar öncesine götürecek tarih sizleri. Malik-i Eşter’in vefat haberi İmam Ali’ye(a.s) gelecek ve Ali(a.s) yüzünü gökyüzüne çevirerek şöyle seslenecek. “Ey rüzgâr yoksa sende mi Ali’ye düşmansın.” Ali(a.s) mescide hareket ettiğinde aşkı sizi camiye sürükleyecek, her ne kadar Ali’yi(a.s) anmak ve görmek ibadetse yine de onunla namaz kılmak isteyeceksiniz. Fakat Ali(a.s) öyle sözler söylemektedir ki, aklınız başınızdan gidecek ve Ali’yi(a.s) kaybettikten sonra anlayacaksınız onu ya da anladığınızı zannedeceksiniz. Oysa şimdi “Ah-u Vaveyla” zamanıdır.
YALNIZLIĞA TANIK OLMAK:
Nerde kalmıştık? Camide Ali’yi(a.s) mi bekliyorduk, yoksa Ali’nin(a.s) neden mazlum ya da neden yalnız olduğunu mu merak ediyorduk? Ben Ali’nin(a.s) yalnızlığını anlatmak taraftarıyım nedense. İsterseniz şimdi âşıkların pervane olduğu, pirlerin her gece uğradığı eve yani Ali’nin(a.s) evine gidelim. Son geceye yani kimileri derd-i dil gecesi der kimisi ise hakikatlerin aşina olduğu an der. Gecenin ilerleyen saatleridir, İmam(a.s) gece namazında rabbi ile sohbet halindedir. Uzun secdelerdedir Ali(a.s). Bu gece çok farklıdır, bu gece çok düşünmektedir İmam(a.s). Yaşadıkları gelir gözleri önüne, bir de yalnızlığı, kimse anlamamaktadır onu. Cemel, Sıffin gelmektedir aklına, ona biat edenler biatlerinden dönmüş, Ayşe dostlarıyla onun üzerine yürümüştü. Kanlar akmıştı. Diğer yandan ise Muaviye, olmadık hileler olmadık ihanetler, cinayetlerle çıkıyordu karşısına. Ali’nin(a.s) yüreği kan ağlamaktaydı ümmetin elinden. Bunlar da yetmiyor bir de Hariciler düşman kesiliyordu İmam Ali’ye(a.s). Onlar da asi olmuşlardı onca dindarlıklarıyla, Ali’yi (a.s) tekfir edip onun dinden çıktığını öne sürerek Ali’nin canını istemekteydiler. İşte bu halde namaz üstündeydi İmam Ali (a.s). Bir de evinden çıkışı vardır onun. Âlemin vedaa hazırlandığı, meleklerin yeryüzü ile gökyüzü arasında Resul’e(s.a.a) başsağlığına hazırlandığı vakitti. Bir an sanki tüm varlıkların konuşmaya çalıştığı ancak bu anın korkusu ve şaşkınlığı ile sustuğu zamanda ördeklerin Ali’nin(a.s) önünü kesmeye çalışması sonucu o mübarek ağızdan çok anlamlı sözler çıkmaktadır. “Şimdi ördekler bağrışıp ağlamakta birazdan ise insanlar.” Kimimiz için bu sözler anlamsız gelebilir. Ancak şunu belirteyim ki, gerçekten idrak edebilseydik onu ve yaşantısını ne demek istediğini anlardık. Ali(a.s) konuşan Kuran’dır deriz bazen, ancak onun en çok mazlumluğu ve garipliğinden bahsederiz. Eğer konuşan Kuran, Ali(a.s) ise ve Kuran-ı Kerim’de evrensel ise demek ki Ali(a.s) de evrenseldir. Her sözü bir hikmet ve her hareketi birer örnektir. Elbet hepimiz bunu kabul ediyor ve destekliyoruz peki neden dillendirmiyoruz. Ne zaman anlama gayreti içerisinde olacağız?
MESCİT’E VARIŞ:
Evet, caminin arkasında saklanıp Ali’yi bekliyordunuz. Sadece siz değilsiniz bekleyen ve sadece siz değilsiniz Maşuk’u görmeye gelen. Bir ravi ya da bir âşık Ali’nin gelişini anlatıyor size, “Bir ayak sesi duyuyor musunuz? Sanki Ali’nin(a.s) ayak sesleri geliyor, ben bilirim hiç kimseye benzemez onun hiçbir şeyi, öyle bir aşk ki, onu tanıyana ilham veriyor.”
Ali’nin son anlarına tanık olmak nasıl bir duygudur acaba? Ali’nin(a.s) son namazına gidişini görmek. O zamanlar camide uyuyan miskinler ve yetimler vardı. Ve her gece imam bunları sabah namazına gelince uyandırırdı. O gece bu uyuyanlar arasında birisi vardı ki, insanlığın en kötüsü ve İnsan-ı Kamil’in katili. Ve uyandırıyor uykusundan İmam(a.s) katilini, kalk diyor bu yatış şekli şeytana aittir. Ve minbere çıkıyor Ali(a.s) ezan için. Ezandan sonra son bir kez insanlığa haykırıyor, beni anlamadınız bana sormadınız ve beni dinlemediniz dercesine…
“Bilin ki Ali bu gece gidiyor, isteğiniz kabul oldu sevinin, adalet ruhu bu gece ölüyor” Ve namaza duruyor İmam(a.s) biraz buruk, biraz da sevinçli Rabbine dönüyor diye. Ne vakit diye bekliyordu Ali(a.s). Şahadetin vakti yakın değil mi diye? Hüccetin tamamlamasını Ali(a.s) sabırsızlıkla bekliyordu. Ve bir zalim kılıcı kınından sıyırmış hücceti tamamlamaya koyuluyordu. Âlem titriyordu. İnsanlar değil, melekler feryat figan ediyorlardı. Asuman gece ile birlikte mateme bürünüyordu. Kılıç darbesi indikten sonra mihrap kana boyanıyordu. Dünya yıkılmak istiyordu, çünkü hidayet rükünleri sarsılmıştı, Kureyş’te kahraman ve savaş meydanlarında yiğit olduğunu iddia edenler ağlıyordu, çünkü takva sancakları düşüyordu. Allah’ın sağlam ipi kopuyordu ve âlem sessizlikten çıkıp feryada bürünüyordu. Mustafa’nın amcası oğlu öldürüldü, Aliyyi Murtaza öldürüldü, kötülerin en kötüsü öldürdü. Ve Ali’nin (a.s) dediği gibi adalet ruhu ölüyordu.
ŞEHADET:
Yaşantısı gibi şahadeti de örnek ve ibret almamız gerektiğini anlatır. Ama bizler ne yazık ki, onu anlamaya çalışmıyoruz. Rivayet edilir ki, Ali’nin(a.s) vefat haberi Şam’a varır ve Şam halkı bu haber karşısında sevince boğulur. Önde gelen kabile reisleri Muaviye’ye göz aydınlığı verip bunun karşılığında ziyafet hazırlıklarını başlatmasını arzu ederler. Ancak durum çok farklıdır. Çünkü Ali’nin(a.s) ölüm haberi saraya çoktan ulaşmış olmalı, eğer ulaşmışsa Muaviye neden zafer naraları söyletmez, yok eğer haberi yoksa demek ki bu haber yalandır. Eğer böyle bir haber gerçek olsa, Muaviye’nin yağlı yemeğinden yararlanmak için birçok kişi bu güzel haberi saraya ulaştırmaya çalışacaktır. Ve şüphelerin ortadan kalkması için aralarında bir haberci ayarlayıp Kufe’ye gönderirler. Merak içinde bu haberin doğruluğu için dua eden Şam halkı habercinin getireceği haber karşısında şaşkınlıklarını gizleyemeyecekler ve adeta sevinç gösterilerinin yerini büyük bir hüzün ve pişmanlık alacaktır. Habercinin getirdiği haber doğrudur. Ali(a.s) öldürülmüştür. Sevinç naraları atan Şamlılar habercinin halini görünce merak edip sorarlar, “neden sen de bizler gibi sevinmiyorsun?” Ne oldu da bize katılıp da saraya kadar gelmiyorsun?” Tıpkı Kerbela’nın özeti gibidir bu sözler. Hür bin Yezit’e dedikleri gibi “Ey Hür bize bu şehrin en cesaretli savaşçısı kimdir diye sorsalardı şüphesiz seni söylerdik”
Ancak, habercinin ağzından çıkan sözler vardır ki, hem Ali’nin(a.s) yalnızlığını, anlaşılmadığını anlatır, hem de onun ”Sorun beni kaybetmeden” sözlerini hatırlatarak Ali’nin(a.s) konuşan Kuran olarak evrensel olduğunu bir kez daha bizlere gösterir.
Beyinlerinde farklı bir Ali(a.s) vardı onların, tanıdıklarını zannedip de ancak tanımadıkları, tanımakta gayret göstermedikleri gibi onu dinlemeyip, binlerce yalan ile Ali’yi(a.s) andıkları ve hatırladıkları. Farklı bir Ali (a.s) biliyordu onlar, savaş meydanlarında kahraman Ali(a.s) ancak Nebi’den(s.a.a) sonra dinden çıkmış, onun vefatında bile evinden çıkmayan bir insan. Mızrak ucuna Kuran takıldığında, savaş emri veren Ali(a.s). Kimse anlamadı onu, kimse anlamaya çalışmadı, kimisi yalnız bıraktı onu kimisi ise aşkından sürgüne gönderildi ama yine de kimse onu anlamadı. Onun yalnızlığını görmemezlikten gelip de mazlum sıfatı yakıştıran bizler gibi.
Haberci âlemlere haykırıyordu onu tanımışçasına
“MEĞER ALİ NAMAZ KILIYORMUŞ”
Yorum