Karanlıktan Aydınlığa Doğru Yolculuk
Yanlışların doğru; doğruların ise yanlış bilindiği bir zamanda bir genç yaşardı. Bu delikanlı diğer gençlerden farklıydı. Onu farklı kılan şey isminin Hadi oluşu ve gözlerine sakladığı derin hasretti. Hasta annesi ile birlikte yıkık bir harabede yaşarlardı. Hadi içine kapanık biriydi. Çok az konuşuyordu. Tek dayanağı hasta annesi idi. Çünkü sahip olduğu bu imanı ona borçluydu. Ve ne yazık ki son günlerde annesinin durumu giderek ağırlaşmaktaydı. Sonunda dünya hayatına gözlerini kapattı. Mescidin yakınlarında ki mezarlıkta onu defnetti.
Hadi eve her girdiğinde annesinin yokluğunu derin bir şekilde hissediyordu. Kendi kendine yakınıyordu. Çünkü ona layık bir evlat olamadığını düşünüyordu... Oysa ki durum tam tersi idi. O annesine layık bir evlattı. Bu onun iyi niyetli ve Rabbine sadık biri olduğunu ispatlıyordu...
Bu iyi niyeti annesinden ona kalan bir mirasdı aslında. Zira annesi ona çok güzel bir ahlak verdi. Ona sevmeyi, acılara karşı göğüs germeyi, gülmeyi öğretti. Ve takvaya sarılarak, huzur ile kıldığı namaz sayesinde temiz bir yüreğe sahip oldu. İlahi huzurun olduğu tek yerin namaz olduğunu keşvetti sonunda...
Annesinin yokluğu ile birlikte Hadi’nin hayatında derin bir boşluk oluştu. Aslında bir boşluğun olmadığını oda biliyordu. Ancak onu dinleyen, yüreği acı çektiğinde başını dizleri üstüne koyup dertleşebileceğı bir “Annesi” yoktu artık...
Bundan sonra tek gayesi Şem’e ulaşabilmekti. Yani zulmeti aşıp ışığa ulaşmaktı.
Hadi artık pervane gibi üzgün bir yolcuydu. Ölümü her zamankinden daha çok arzular olmuştu. Bu onun için ölüm değil vuslattı adeta.
Günlerden yine Cuma idi, her Cuma olduğu gibi bu Cumada içinde bir elem hissediyordu Hadi. Namazdan sonra mescidden çıkıp mezarlığa doğru ilerledi. Elinde kırmızı bir gül vardı. Annesinin mezarı başında durmaktaydı. Elinde ki kırmızı gülü annesinin mezarına koydu. “Sen kırmızı gülleri çok seversin” . Ve şöyle devam etti; “Anne, hayat sensiz çok zor. Eskiden başımı dizlerinin üstüne koyabileceğim biri vardı. Şimdi başımı dizilerinin üstüne koyabileceğim biri yok. Mezarını gözyaşımla süslüyeceğim yine. Sen üzülme olur mu? Sen hep demezmiydin ağlamak bir nimettir. Eğer ağlıyabiliyorsan, kalbin katılaşmamıştır diye...”
Mezarlıktan ayrıldıktan sonra sokakta uzun uzun yürüdü. Hava kararmaya başladı. Sokak lambaları teker teker yanıp, karanlığa birer mum yakıyordu. Hadi’nin yavaşlayan adımları giderek hızlanıyordu. Soluğu mescidin girişinde aldı. Girişte masum bakışlı bir kızla karşılaştı. Karanlıkta tek başına oturan kızın yanına gitti ve “Neden ağlıyorsun?” dedi. Minik kız yaşlı gözlerle bakmakla yetindi sadece. Korkmuşmuydu acaba? Yoksa konuşmasını mı bilmiyordu? Hadi o kızın gözlerinde kendi çocukluğunu gördü adeta. Çünkü Hadi içine kapanık biriydi ve sadece geceleri dua yakarışlarında duyulurdu sesi... Çok geçmeden minik kızın annesi geldi. Annesinin korkmuş olduğu her halinden belliydi. Elinden tutup minik kızı götürürken annesi, minik kız gözleriyle Hadiye birşey fısıldadı. Sanki Hadi’nin yüreğinden geçenleri biliyormuşcasına. “O’na ulaşmanın yolu takva ve namazdan geçer.” dedi.. Hadi düşünceli bir halde eve gitti. Abdestini aldıktan sonra seccadesini sererek namaza başladı. Namazın ardından uzun uzun dua etti. “Allah’ım verdiğin tüm nimetlere şükürler olsun. Karşıma çıkardığın bela ve musibetlerin beni sınamak için olduğunu biliyorum ve senin rızan ve sabrımla bununda üstesinden geleceğim... Rabbim beni kalbimle sınama. Korkarım nefsime yenik düşmekten. Senin memnun olmayacağın bir işi yapmaktan. Rabbim sana çok muhtaçım. Aşk seninle anlam kazanıyor. Sensiz hiç birşeyin güzelliği önemi yoktur. Sen kullarını çok seversin. Bağışlayıcısın, o halde bu aciz kullunu affet...” Gözyaşları yanaklarından süzüyordu. O kadar çok ağlamıştı ki gözleri şişmişti ağlamaktan. Fakat o hala ağlamaya devam ediyordu. Göz pınarları kuruyuncaya dek ağlayacağına yemin etmişti sanki... Yakarışının ardından ayağa kalktı. Ve seccadesini vazoda kuruyan kır çiçeklerinin yanına koydu. Hadi’nin kır çiçekleri solalı çok oluyordu. Ancak onları masa’nın üzerinden kaldırmıyordu. Yüreğide o kır çiçekleri gibi solmuştu. Bir onlara baktı, birde kendine. Ve başını eğdi yere derin bir ah çekerek.
Siyah gözlerinin gülme vakti gelmemışmiydi hâlâ? Artık yeşermeliydi solgun yüreği... Bir avuç umudu vardı. Oda gözyaşlarıyla süslediği dualarıydı. Daha sonra yine mezarlığa gitmek için çıktı dışarıya. Annesinin mezarına vardığında, merzarın başında biri vardı. Hadiye şöyle seslendi “Annen şanslı biri. Senin gibi bir evladı olduğu için. Sen karanlıkta aydınlığa çıkmayı başardın. Kalbin tamamen arındı. Onu hep böyle temiz tut. Ve şeytanın tuzaklarını sakın kanma. O seni ye’se düşürmek için fırsat kolamaktadır. Allah bizi şeytanın şerrinden korusun...”
Birden içi ferahladı. Huzurla dolmuştu yüreği. Yüzünü kıble’ye dönerek şükretti Allah’a. Karanlık hayatı aydınlanmıştı artık. Yüreğinde yanan meşale’nin hiç sönmemesini umud ediyordu. Zira aşkın zirvesini temsil ediyordu bu meşale. Nice gönüllere ışık tutmak için...
Artık herşey çok farklı olucaktı. Gerçek aşkı ve huzuru namazda keşvetmişti. Bunu onun siyah gözlerinden okumak münkündü...
Yanlışların doğru; doğruların ise yanlış bilindiği bir zamanda bir genç yaşardı. Bu delikanlı diğer gençlerden farklıydı. Onu farklı kılan şey isminin Hadi oluşu ve gözlerine sakladığı derin hasretti. Hasta annesi ile birlikte yıkık bir harabede yaşarlardı. Hadi içine kapanık biriydi. Çok az konuşuyordu. Tek dayanağı hasta annesi idi. Çünkü sahip olduğu bu imanı ona borçluydu. Ve ne yazık ki son günlerde annesinin durumu giderek ağırlaşmaktaydı. Sonunda dünya hayatına gözlerini kapattı. Mescidin yakınlarında ki mezarlıkta onu defnetti.
Hadi eve her girdiğinde annesinin yokluğunu derin bir şekilde hissediyordu. Kendi kendine yakınıyordu. Çünkü ona layık bir evlat olamadığını düşünüyordu... Oysa ki durum tam tersi idi. O annesine layık bir evlattı. Bu onun iyi niyetli ve Rabbine sadık biri olduğunu ispatlıyordu...
Bu iyi niyeti annesinden ona kalan bir mirasdı aslında. Zira annesi ona çok güzel bir ahlak verdi. Ona sevmeyi, acılara karşı göğüs germeyi, gülmeyi öğretti. Ve takvaya sarılarak, huzur ile kıldığı namaz sayesinde temiz bir yüreğe sahip oldu. İlahi huzurun olduğu tek yerin namaz olduğunu keşvetti sonunda...
Annesinin yokluğu ile birlikte Hadi’nin hayatında derin bir boşluk oluştu. Aslında bir boşluğun olmadığını oda biliyordu. Ancak onu dinleyen, yüreği acı çektiğinde başını dizleri üstüne koyup dertleşebileceğı bir “Annesi” yoktu artık...
Bundan sonra tek gayesi Şem’e ulaşabilmekti. Yani zulmeti aşıp ışığa ulaşmaktı.
Hadi artık pervane gibi üzgün bir yolcuydu. Ölümü her zamankinden daha çok arzular olmuştu. Bu onun için ölüm değil vuslattı adeta.
Günlerden yine Cuma idi, her Cuma olduğu gibi bu Cumada içinde bir elem hissediyordu Hadi. Namazdan sonra mescidden çıkıp mezarlığa doğru ilerledi. Elinde kırmızı bir gül vardı. Annesinin mezarı başında durmaktaydı. Elinde ki kırmızı gülü annesinin mezarına koydu. “Sen kırmızı gülleri çok seversin” . Ve şöyle devam etti; “Anne, hayat sensiz çok zor. Eskiden başımı dizlerinin üstüne koyabileceğim biri vardı. Şimdi başımı dizilerinin üstüne koyabileceğim biri yok. Mezarını gözyaşımla süslüyeceğim yine. Sen üzülme olur mu? Sen hep demezmiydin ağlamak bir nimettir. Eğer ağlıyabiliyorsan, kalbin katılaşmamıştır diye...”
Mezarlıktan ayrıldıktan sonra sokakta uzun uzun yürüdü. Hava kararmaya başladı. Sokak lambaları teker teker yanıp, karanlığa birer mum yakıyordu. Hadi’nin yavaşlayan adımları giderek hızlanıyordu. Soluğu mescidin girişinde aldı. Girişte masum bakışlı bir kızla karşılaştı. Karanlıkta tek başına oturan kızın yanına gitti ve “Neden ağlıyorsun?” dedi. Minik kız yaşlı gözlerle bakmakla yetindi sadece. Korkmuşmuydu acaba? Yoksa konuşmasını mı bilmiyordu? Hadi o kızın gözlerinde kendi çocukluğunu gördü adeta. Çünkü Hadi içine kapanık biriydi ve sadece geceleri dua yakarışlarında duyulurdu sesi... Çok geçmeden minik kızın annesi geldi. Annesinin korkmuş olduğu her halinden belliydi. Elinden tutup minik kızı götürürken annesi, minik kız gözleriyle Hadiye birşey fısıldadı. Sanki Hadi’nin yüreğinden geçenleri biliyormuşcasına. “O’na ulaşmanın yolu takva ve namazdan geçer.” dedi.. Hadi düşünceli bir halde eve gitti. Abdestini aldıktan sonra seccadesini sererek namaza başladı. Namazın ardından uzun uzun dua etti. “Allah’ım verdiğin tüm nimetlere şükürler olsun. Karşıma çıkardığın bela ve musibetlerin beni sınamak için olduğunu biliyorum ve senin rızan ve sabrımla bununda üstesinden geleceğim... Rabbim beni kalbimle sınama. Korkarım nefsime yenik düşmekten. Senin memnun olmayacağın bir işi yapmaktan. Rabbim sana çok muhtaçım. Aşk seninle anlam kazanıyor. Sensiz hiç birşeyin güzelliği önemi yoktur. Sen kullarını çok seversin. Bağışlayıcısın, o halde bu aciz kullunu affet...” Gözyaşları yanaklarından süzüyordu. O kadar çok ağlamıştı ki gözleri şişmişti ağlamaktan. Fakat o hala ağlamaya devam ediyordu. Göz pınarları kuruyuncaya dek ağlayacağına yemin etmişti sanki... Yakarışının ardından ayağa kalktı. Ve seccadesini vazoda kuruyan kır çiçeklerinin yanına koydu. Hadi’nin kır çiçekleri solalı çok oluyordu. Ancak onları masa’nın üzerinden kaldırmıyordu. Yüreğide o kır çiçekleri gibi solmuştu. Bir onlara baktı, birde kendine. Ve başını eğdi yere derin bir ah çekerek.
Siyah gözlerinin gülme vakti gelmemışmiydi hâlâ? Artık yeşermeliydi solgun yüreği... Bir avuç umudu vardı. Oda gözyaşlarıyla süslediği dualarıydı. Daha sonra yine mezarlığa gitmek için çıktı dışarıya. Annesinin mezarına vardığında, merzarın başında biri vardı. Hadiye şöyle seslendi “Annen şanslı biri. Senin gibi bir evladı olduğu için. Sen karanlıkta aydınlığa çıkmayı başardın. Kalbin tamamen arındı. Onu hep böyle temiz tut. Ve şeytanın tuzaklarını sakın kanma. O seni ye’se düşürmek için fırsat kolamaktadır. Allah bizi şeytanın şerrinden korusun...”
Birden içi ferahladı. Huzurla dolmuştu yüreği. Yüzünü kıble’ye dönerek şükretti Allah’a. Karanlık hayatı aydınlanmıştı artık. Yüreğinde yanan meşale’nin hiç sönmemesini umud ediyordu. Zira aşkın zirvesini temsil ediyordu bu meşale. Nice gönüllere ışık tutmak için...
Artık herşey çok farklı olucaktı. Gerçek aşkı ve huzuru namazda keşvetmişti. Bunu onun siyah gözlerinden okumak münkündü...
Yorum