Sus!
Susmak ; hafif meşrep bir kadın gibi olan dilin elinden mikrofonu alıp , gönle vermek…
Susmak ; dilin susup gönlün konuşması…
Özlemini duyduğumuz , uzlete olan ihtiyacın sembolü olan kimi için mağara , kimi için çölde bir çadır , kimi için dağ başında bir kulübeye , ama her hâl-u kârda , kaçış yerimize , gönlümüze , kendimize dönmek…
Kendimizi dinlememiz.. Kendimizle konuşmamız…
Soru soran da , cevap veren de aynı kişidir sukûtta… Aklın nezaretinde bir hesaplaşmadır susmak… Davacı ve davalı aynı kişidir… Nezareti nefse bırakırsa insan , hesaplaşmaya verilecek hüküm de nefsî olacaktır..
Susmak erdemdir , yeter ki nezaret eden akıl olsun…
Susmak diğer seslere kulağını kapamaktır.. Ve ses çıkarmamak… Konuşmanın ikinci boyutu… Reklâmsız , riyâsız bir yöneliş … Ciddiyetle yapılması gerekene odaklanmak… Hiçbir dikkat isteyen iş yoktur ki yapan susmasın…
Yöneliş “misak”a ise , bilinen bilinmeze doğru keyifli heyecanlı bir yolculuk… Taşların yerine oturması , değerlere ve değmezlere layık olduklarını teslim etmektir… Farkına varmaktır gözden kaçanların… Kaçacak olanı yakalamak , hayıflanmalara tedbir almaktır…
Hak olan sözün tesir edebilmesi için vakarla susabilmeli insan .. Zira , hafif meşrep kadınların (çok konuşan dilin) şahitliğine itibar edilmez …
İdrâkin (mânâ verebilme kabiliyeti , hakikati biliş , şuur) dirilmesi , tefekkür için susmalı… Eğer idrâk ile dil bir arada iş yapabilseydi , pişman olacaklarımızı söyler ; idrâk diri olsaydı , pişman olacaklarımızı yapar mıydık hiç?
Biraz sukût… Özlemini duyduğumuz dağ başındaki kulübeye -kalabalıkların içinde olsak bile- dili ağza hapsetmekle ulaşabiliriz belki …
Elif..
Susmak ; hafif meşrep bir kadın gibi olan dilin elinden mikrofonu alıp , gönle vermek…
Susmak ; dilin susup gönlün konuşması…
Özlemini duyduğumuz , uzlete olan ihtiyacın sembolü olan kimi için mağara , kimi için çölde bir çadır , kimi için dağ başında bir kulübeye , ama her hâl-u kârda , kaçış yerimize , gönlümüze , kendimize dönmek…
Kendimizi dinlememiz.. Kendimizle konuşmamız…
Soru soran da , cevap veren de aynı kişidir sukûtta… Aklın nezaretinde bir hesaplaşmadır susmak… Davacı ve davalı aynı kişidir… Nezareti nefse bırakırsa insan , hesaplaşmaya verilecek hüküm de nefsî olacaktır..
Susmak erdemdir , yeter ki nezaret eden akıl olsun…
Susmak diğer seslere kulağını kapamaktır.. Ve ses çıkarmamak… Konuşmanın ikinci boyutu… Reklâmsız , riyâsız bir yöneliş … Ciddiyetle yapılması gerekene odaklanmak… Hiçbir dikkat isteyen iş yoktur ki yapan susmasın…
Yöneliş “misak”a ise , bilinen bilinmeze doğru keyifli heyecanlı bir yolculuk… Taşların yerine oturması , değerlere ve değmezlere layık olduklarını teslim etmektir… Farkına varmaktır gözden kaçanların… Kaçacak olanı yakalamak , hayıflanmalara tedbir almaktır…
Hak olan sözün tesir edebilmesi için vakarla susabilmeli insan .. Zira , hafif meşrep kadınların (çok konuşan dilin) şahitliğine itibar edilmez …
İdrâkin (mânâ verebilme kabiliyeti , hakikati biliş , şuur) dirilmesi , tefekkür için susmalı… Eğer idrâk ile dil bir arada iş yapabilseydi , pişman olacaklarımızı söyler ; idrâk diri olsaydı , pişman olacaklarımızı yapar mıydık hiç?
Biraz sukût… Özlemini duyduğumuz dağ başındaki kulübeye -kalabalıkların içinde olsak bile- dili ağza hapsetmekle ulaşabiliriz belki …
Elif..
Yorum