İmametsiz Muhammedi Risalet Olmaz
67- Ey Elçi, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri (bu mesajı inkâr edenleri) amaçlarına ulaştırmaz.
AYETİN AÇIKLAMASI
Ayetin anlamı kendiliğinde (tek başına ele alındığında) gayet açıktır. Tehdit üslûbu ile Peygamberimize (s.a.a) aldığı mesajı tebliğ etmesini emrediyor ve yüce Allah'ın kendisini insanlardan koruyacağını vaat ediyor. Fakat bulunduğu yer bakımından incelendiğinde hayret verici bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Ehlikitab'ın durumuna değinen, Allah'ın haramlarını çeşitli şekillerde çiğnemeleri ve ayetlerini inkâr etmeleri gerekçesi ile onları kınayan ve azarlayan ayetler arasında yer alıyor. Zira öncesinde, "Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni yaşatsalardı, başları üzerinden ve ayakları altından kaynaklanan nimetler yerlerdi..." ayeti ve sonrasında, "Ey Ehlikitap, sizler Tevrat- 'ı, İncil'i ve Rabbiniz tarafından size indirilenleri ayakta tutmadıkça (yaşatmadıkça), bir şey (temel) üzerinde değilsiniz." Ayeti bulunuyor.
Ayrıca ayetin kendisi ve içindeki cümleler arasındaki bağlantı
üzerinde derin bir incelemeye girişilince insanın hayreti ve şaşkınlığı
kat kat artıyor.
Eğer ayet, Ehlikitap konusu ile ilgili olarak aynı söz bütünlüğü
bağ-lamında önündeki ve arkasındaki ayetlere bağlı olsaydı anlamı
şu olurdu: Yüce Allah, Peygamberimize Ehlikitap konusunda indirdiği
mesajı vurgulu bir dille tebliğ etmeyi emrediyor ve sözün akışı
hasebi ile Rab-binden kendisine gelen mesajdan maksat da, "Ey
Ehlikitap, sizler Tev-rat'ı, İncil'i ve Rabbiniz tarafından size indirilenleri ayakta tutmadıkça (yaşatmadıkça)..." ayetinde tebliğ edilmesi emredilen mesajdır.
Oysa ayetin akışı bu ihtimali reddeder. Çünkü "Allah seni insanlardan korur" cümlesi gösteriyor ki, Peygambere indirilen ve duyurulması emredilen konu önemli bir konudur ve Peygamberin şahsı veya tebliğinin başarısı açısından Allah'ın dini ile ilgili tehlike içermektedir. Öte yandan Yahudilerin ve Hıristiyanların Peygamberimize yönelik tehlikelerini, onun tebliği durdurmasına veya bir süre için ertelemesine yol açacak kadar büyük görmek ve bu gerekçe ile Allah'ın onu koruyacağını vaat etmesine ihtiyaç duyduğunu düşünmek de anlamsızdır. Çünkü Medine'ye göç ettiği ilk günlerde bile Peygamberimiz için böyle büyük bir tehlike söz konusu olmamıştır ki, o günlerde Yahudiler Hayber gibi çatışmalara yol açacak derecede şiddet ve saldırganlık gösteriyorlardı.
Üstelik bu ayet, Yahudilere yönelik şiddetli bir emir ve keskin
bir ifade de içermiyor. Oysa daha önce Yahudilere bundan daha
şiddetli, daha ağır ve daha sert emirleri tebliğ etmesi istenmiştir.
Genel tebliğinde Peygamberimiz bundan daha ağır mesajları tebliğ
etmekle görevlendirilmiştir. Kureyş kâfirlerine ve müşrik Araplara
tevhit ilkesini ve putperestlikten vazgeçmelerini tebliğ etmiştir.
Üstelik Kureyşli kâfirler ile müşrik Araplar Yahudilerden ve diğer
Ehlikitap'tan daha kaba, daha saldırgan, daha kan dökücü ve
daha cür'etli idiler. Buna rağmen yüce Allah onlara yönelik tebliğinde
Peygamberimizi ne tehdit etmiş, ne de kendisini onlardan
koruyacağını vaat etmişti.
Şu da var: Ehlikitab'ın durumunu ele alan ayetler, Mâide suresinin
büyük bölümünü oluşturur. Bu surenin Ehlikitap hakkında indiği kesindir. Bu surenin indiği sırada Yahudilerin gücü kırılmış, ateşleri sön-müştü. Başlarına ilâhî gazap ve lânet çökmüştü. "Ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü."
Bu yüzden Peygamberimizin (s.a.a) Allah'ın dini hakkında onlardan korkmasının anlamı yoktur. Çünkü o sırada İslâm'ın egemenlik
alanı içinde barış ortamına girmişler ve Hıristiyanlarla birlikte
cizye vermeyi kabul etmişlerdi. Bu yüzden Allah'ın, Peygamberimize
onlardan korktuğunu ve aldığı emri onlara tebliğ etme konusunda sıkıntıya düştüğünü söylemesi de anlamsızdır. Üstelik Peygamber (s.a.a), onlara bundan daha önemli emirler
tebliğ etmiş, bundan önce daha tehlikeli ve korkutucu durumların
ortasında kalmıştır.
Dolayısıyla bu ayetin anlam bütünlüğü bakımından önceki ve
sonraki ayetlerle ortak bir nitelik taşımadığı, onlarla bağlantılı olmadığı,
tek başına inmiş, ayrı bir ayet olduğu hususunda şüphe
etmemek gerekir.
Bu ayet yüce Allah'ın Peygambere indirdiği bir emrin söz konusu
olduğunu ortaya koyuyor. Bu emir ya dinin bütünü veya bazı
bölümleri ile ilgilidir. Peygamberimiz bu emri insanlara duyurmaktan
korktuğu için onu uygun bir zamana erteliyordu. Eğer Peygamberimizin
korku sebebi ile o emri duyurmaktan kaçınması söz konusu olmasaydı, "Eğer yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun." ifadesiyle tehdit edilmesine ihtiyaç duyulmazdı.
Nitekim peygamberliğinin ilk döneminde bu tür vurgulayıcı
emirler almıştı, ama bu emirler tehdit içermiyordu. Şu ayetlerde
olduğu gibi: "Oku yaratan Rabbinin adıyla...." diye başlayan Alak
suresinin bütünü, "Ey elbiselerine bürünen kişi, kalk ve uyar."
(Müddessir, 1-2) "O'na doğru yönelin, O'ndan af dileyin. O'na ortak
koşanların vay hâline!" (Fussilet, 6) Kur'ân'da bunlar gibi başka ayetler
de vardır.
O hâlde Peygamberimiz insanlardan korkuyordu. Fakat bu
korku yüce Allah karşısında kendi canı ile ilgili değildi. O Allah yolunda
canını feda etmekten çekinmez, Allah'ın dini uğruna kanının
akıtılmasında cimrilik yapmazdı. O, böyle olmaktan çok daha
yüce idi. Onun hayat hikâyesi ve çizdiği görüntü böyle bir ihtimali
tekzip eder.
Üstelik yüce Allah, bütün peygamberleri hakkında bunun tersine
şahitlik eder. Nitekim O şöyle buyuruyor: "Allah'ın kendisi ayırdığı
şeyde Peygambere herhangi bir sıkıntı yoktur. Bu, Allah'ın
önceden geçip giden peygamberler hakkında da geçerli olan bir
yasasıdır. Allah'ın işi ölçülüp biçilmiş bir iştir. O peygamberler Allah'ın
emirlerini tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Allah yeterli hesap görücüdür." (Ahzâb, 38-39)
Allah bu tür farzlarla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Eğer gerçekten mümin iseniz, onlardan değil, benden korkun." (Âl-i İmrân,
175) Yüce Allah bir bölüm kulunu, insanlar kendilerini korkuttukları
hâlde onlardan korkmadıkları için şöyle övmektedir: "O kimseler
ki, insanlar kendilerine, 'İnsanlar size saldırmak için yığınak
yaptılar, onlardan korkun.' dediler de bu söz daha da onların imanını
artırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.' dediler." (Âl-i İmrân, 173)
Şöyle demek de doğru değildir: Peygamber öldürülmekten ve bunun sonucunda yaptığı çağrının boşa gitmesinden ve arkasının kesilmesinden korktuğu için kendisine gelen emrin açıklanmasını böyle bir sakıncanın söz konusu olmayacağı bir zamana erteliyordu. Bu da doğru değildir. Çünkü yüce
67- Ey Elçi, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri (bu mesajı inkâr edenleri) amaçlarına ulaştırmaz.
AYETİN AÇIKLAMASI
Ayetin anlamı kendiliğinde (tek başına ele alındığında) gayet açıktır. Tehdit üslûbu ile Peygamberimize (s.a.a) aldığı mesajı tebliğ etmesini emrediyor ve yüce Allah'ın kendisini insanlardan koruyacağını vaat ediyor. Fakat bulunduğu yer bakımından incelendiğinde hayret verici bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Ehlikitab'ın durumuna değinen, Allah'ın haramlarını çeşitli şekillerde çiğnemeleri ve ayetlerini inkâr etmeleri gerekçesi ile onları kınayan ve azarlayan ayetler arasında yer alıyor. Zira öncesinde, "Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni yaşatsalardı, başları üzerinden ve ayakları altından kaynaklanan nimetler yerlerdi..." ayeti ve sonrasında, "Ey Ehlikitap, sizler Tevrat- 'ı, İncil'i ve Rabbiniz tarafından size indirilenleri ayakta tutmadıkça (yaşatmadıkça), bir şey (temel) üzerinde değilsiniz." Ayeti bulunuyor.
Ayrıca ayetin kendisi ve içindeki cümleler arasındaki bağlantı
üzerinde derin bir incelemeye girişilince insanın hayreti ve şaşkınlığı
kat kat artıyor.
Eğer ayet, Ehlikitap konusu ile ilgili olarak aynı söz bütünlüğü
bağ-lamında önündeki ve arkasındaki ayetlere bağlı olsaydı anlamı
şu olurdu: Yüce Allah, Peygamberimize Ehlikitap konusunda indirdiği
mesajı vurgulu bir dille tebliğ etmeyi emrediyor ve sözün akışı
hasebi ile Rab-binden kendisine gelen mesajdan maksat da, "Ey
Ehlikitap, sizler Tev-rat'ı, İncil'i ve Rabbiniz tarafından size indirilenleri ayakta tutmadıkça (yaşatmadıkça)..." ayetinde tebliğ edilmesi emredilen mesajdır.
Oysa ayetin akışı bu ihtimali reddeder. Çünkü "Allah seni insanlardan korur" cümlesi gösteriyor ki, Peygambere indirilen ve duyurulması emredilen konu önemli bir konudur ve Peygamberin şahsı veya tebliğinin başarısı açısından Allah'ın dini ile ilgili tehlike içermektedir. Öte yandan Yahudilerin ve Hıristiyanların Peygamberimize yönelik tehlikelerini, onun tebliği durdurmasına veya bir süre için ertelemesine yol açacak kadar büyük görmek ve bu gerekçe ile Allah'ın onu koruyacağını vaat etmesine ihtiyaç duyduğunu düşünmek de anlamsızdır. Çünkü Medine'ye göç ettiği ilk günlerde bile Peygamberimiz için böyle büyük bir tehlike söz konusu olmamıştır ki, o günlerde Yahudiler Hayber gibi çatışmalara yol açacak derecede şiddet ve saldırganlık gösteriyorlardı.
Üstelik bu ayet, Yahudilere yönelik şiddetli bir emir ve keskin
bir ifade de içermiyor. Oysa daha önce Yahudilere bundan daha
şiddetli, daha ağır ve daha sert emirleri tebliğ etmesi istenmiştir.
Genel tebliğinde Peygamberimiz bundan daha ağır mesajları tebliğ
etmekle görevlendirilmiştir. Kureyş kâfirlerine ve müşrik Araplara
tevhit ilkesini ve putperestlikten vazgeçmelerini tebliğ etmiştir.
Üstelik Kureyşli kâfirler ile müşrik Araplar Yahudilerden ve diğer
Ehlikitap'tan daha kaba, daha saldırgan, daha kan dökücü ve
daha cür'etli idiler. Buna rağmen yüce Allah onlara yönelik tebliğinde
Peygamberimizi ne tehdit etmiş, ne de kendisini onlardan
koruyacağını vaat etmişti.
Şu da var: Ehlikitab'ın durumunu ele alan ayetler, Mâide suresinin
büyük bölümünü oluşturur. Bu surenin Ehlikitap hakkında indiği kesindir. Bu surenin indiği sırada Yahudilerin gücü kırılmış, ateşleri sön-müştü. Başlarına ilâhî gazap ve lânet çökmüştü. "Ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü."
Bu yüzden Peygamberimizin (s.a.a) Allah'ın dini hakkında onlardan korkmasının anlamı yoktur. Çünkü o sırada İslâm'ın egemenlik
alanı içinde barış ortamına girmişler ve Hıristiyanlarla birlikte
cizye vermeyi kabul etmişlerdi. Bu yüzden Allah'ın, Peygamberimize
onlardan korktuğunu ve aldığı emri onlara tebliğ etme konusunda sıkıntıya düştüğünü söylemesi de anlamsızdır. Üstelik Peygamber (s.a.a), onlara bundan daha önemli emirler
tebliğ etmiş, bundan önce daha tehlikeli ve korkutucu durumların
ortasında kalmıştır.
Dolayısıyla bu ayetin anlam bütünlüğü bakımından önceki ve
sonraki ayetlerle ortak bir nitelik taşımadığı, onlarla bağlantılı olmadığı,
tek başına inmiş, ayrı bir ayet olduğu hususunda şüphe
etmemek gerekir.
Bu ayet yüce Allah'ın Peygambere indirdiği bir emrin söz konusu
olduğunu ortaya koyuyor. Bu emir ya dinin bütünü veya bazı
bölümleri ile ilgilidir. Peygamberimiz bu emri insanlara duyurmaktan
korktuğu için onu uygun bir zamana erteliyordu. Eğer Peygamberimizin
korku sebebi ile o emri duyurmaktan kaçınması söz konusu olmasaydı, "Eğer yapmazsan, O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun." ifadesiyle tehdit edilmesine ihtiyaç duyulmazdı.
Nitekim peygamberliğinin ilk döneminde bu tür vurgulayıcı
emirler almıştı, ama bu emirler tehdit içermiyordu. Şu ayetlerde
olduğu gibi: "Oku yaratan Rabbinin adıyla...." diye başlayan Alak
suresinin bütünü, "Ey elbiselerine bürünen kişi, kalk ve uyar."
(Müddessir, 1-2) "O'na doğru yönelin, O'ndan af dileyin. O'na ortak
koşanların vay hâline!" (Fussilet, 6) Kur'ân'da bunlar gibi başka ayetler
de vardır.
O hâlde Peygamberimiz insanlardan korkuyordu. Fakat bu
korku yüce Allah karşısında kendi canı ile ilgili değildi. O Allah yolunda
canını feda etmekten çekinmez, Allah'ın dini uğruna kanının
akıtılmasında cimrilik yapmazdı. O, böyle olmaktan çok daha
yüce idi. Onun hayat hikâyesi ve çizdiği görüntü böyle bir ihtimali
tekzip eder.
Üstelik yüce Allah, bütün peygamberleri hakkında bunun tersine
şahitlik eder. Nitekim O şöyle buyuruyor: "Allah'ın kendisi ayırdığı
şeyde Peygambere herhangi bir sıkıntı yoktur. Bu, Allah'ın
önceden geçip giden peygamberler hakkında da geçerli olan bir
yasasıdır. Allah'ın işi ölçülüp biçilmiş bir iştir. O peygamberler Allah'ın
emirlerini tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Allah yeterli hesap görücüdür." (Ahzâb, 38-39)
Allah bu tür farzlarla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Eğer gerçekten mümin iseniz, onlardan değil, benden korkun." (Âl-i İmrân,
175) Yüce Allah bir bölüm kulunu, insanlar kendilerini korkuttukları
hâlde onlardan korkmadıkları için şöyle övmektedir: "O kimseler
ki, insanlar kendilerine, 'İnsanlar size saldırmak için yığınak
yaptılar, onlardan korkun.' dediler de bu söz daha da onların imanını
artırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.' dediler." (Âl-i İmrân, 173)
Şöyle demek de doğru değildir: Peygamber öldürülmekten ve bunun sonucunda yaptığı çağrının boşa gitmesinden ve arkasının kesilmesinden korktuğu için kendisine gelen emrin açıklanmasını böyle bir sakıncanın söz konusu olmayacağı bir zamana erteliyordu. Bu da doğru değildir. Çünkü yüce
Yorum