İmam Ali'nin Halifelik Dönemi’ne Kısa Bir Bakış (1)
Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Bize yol gösterici özelliği olan ve hatta iman ve inançlarımızın yeniden dizayn edilmesine sebep olabilecek tarihte yaşanmış bazı olayları ele almak, her aklı başında kişinin üstünde durması gereken bir hakikattir. Bizde abna.ir sitesi olarak tarihte yaşanmış bazı olaylara kısaca değinerek bu hakikatleri gün yüzüne çıkarmaya çalışacağız. İmam Ali'nin Halifelik Dönemi
Hz. Ali, Peygamber efendimizin ebedî âleme göçüşünden 25 yıl sonra, halifelik makamının başına geçmiştir. Hz. Ali’nin halîfelik dönemi 5 sürmüştür. (Hicret’in 35-40. yılı)
Üçüncü halife Osman’ın öldürülmesinden sonra, halifelik makamı yedi gün boş kaldı. Bunun üzerine Hz. Ali’ye başvuruldu; herkes Hz. Ali’ye biat etmek istiyordu; çünkü Hz. Ali, Muhammedî ahlâkın, doğruluğun, adaletin bir mümessiliydi. Din ve adalet; artık bir örtü, bir sığınak olmuştu. Boy gayreti, dünya serveti, yürekleri artıran gözleri ışıklandıran iki mihraktı. Dünya değişmemişti, fakat dünyadakiler değişmişti.
Hz. Ali:
“Size emir olmaya ihtiyacım yok, kimi isterseniz ona biat edin, ben de râzı olurum” ve “Bırakın beni, benden başka birini arayın, bulun; çünkü görüyorum ben; bu işin sonunda çok işler var; çok renklere boyanacak bu iş, öyle bir hale gelecek ki yürekler dayanamayacak, akıllar almayacak. Çevre süslendi, delil inkâr edilir oldu. Davetinize uyarsam, biliyorum neye uğrayacağım. Beni bırakırsanız, ben de içinizden biri gibi olurum; kimi emir yaparsanız onu dinlerim; benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır sizin için” diyordu.
Sahabe, Hz. Ali’ye biat etmekte ısrar ediyordu. Talha ile Zübeyr de aralarındaydı, diyorlardı ki;
“İnsanlara mutlaka bir imam lâzım; senden başkasına razı değiliz biz; İslâm’da en öndesin; Resûlullah’a yakınlıkta senden ileri yok; bu işte senden başka kimsenin hakkı olamaz.”
Evet, hak sahibine gelmişti; Hakkı kabûl edenler vardı; nitekim sonra, Hz. Ali’nin yolunda, Hak yolunda canlarını fedâ ettiler. Fakat Hz. Ali ileriyi görüyordu; ona çekilmek üzere bilenmiş kılıçlar, ona atılmak için hazırlanmış oklar, kınlarından çekilmek, yaylarında gerilmek üzereydi. Ancak başka çare yoktu; Müslümanları da dağınık bırakamazdı.
Hz. Ali’ye biat edildikten sonra, Malik Eşter ayağa kalkmış yüksek bir sesle;
“Ey insanlar” demişti; “Bu vasilerin vasisi, Peygamberlere ait bilgilerin vârisi, pek büyük şeylerle sınanmış, zahmet ve meşakkatlere katlanmış bir zattır. Tanrı kitabı, imanına şehâdet eder, Tanrı elçisi, râzılık cennetiyle onu müjdeler. Üstünlükler, onda olgunlaşmış, toplanmıştır. İlk Müslüman oluşunda ve bilgisinde, sonra gelenlerin de bir şüphesi yoktur, evvel gelenlerin de.”
Biat tamam olduktan sonra Hz. Ali, kalkıp Tanrı’yı övmüş ve şu hutbeyi okumuştur:
“Gerçekten ulu ve üstün Allah, doğru yolu gösteren bir kitap indirmiştir; o kitapta hayrı, şerri apaçık bildirmiştir. Hayrı yapan şerri bıraksın. Noksan sıfatlardan arı olan Allah’ın farzlarını yerine getirin de, cennete müstahak olun. Şüphe yok ki Allah, haram olan şeyleri, kötü olduğundan haram etmiş, bu sûretle bütün Müslümanlara, bir üstünlük vermiş, Müslümanların haklarını; doğru özlü, doğru sözlü olmak ve Allah’ı bir bilmekle kuvvetlendirmiştir. Bil ki Müslüman; elinden, dilinden diğer Müslümanların emin oldukları kişidir.”

HZ. ALİ’YE KARŞI İLK FİTNE BAŞLIYOR
Hz. Ali, halife olur olmaz Muâviye’yi Şam Valiliğinden azletti. Sonra da diğer şehirlerin Valilerini değiştirdi. Hz. Ali’nin devlet hazinesini halka eşit olarak dağıttırması, bazılarının çok ağır geliyordu.
Bunlardan birisi; “Ey müminlerin emiri” dedi. “Bu, dün benim kölemdi, bugün onu azat ettim; ona ne verdiysen bana da onu verdin” demişti.
Hz. Ali; “Evet” buyurdu; “Sana ne kadar verdiysem, ona da o kadar verdim.”
Talha, Zübeyr, Abdullah ve Mervan’la Kureyş’ten bazı kimseler de buna razı olmadılar. Bunlardan birisi;“Önceki halifenin verdiği gibi vermezsen, seni bırakır, Şam’a gider, Muâviye’ye katılırız” dedi.
Talha, Zübeyr ve Abdullah da memurlara;“Bunu siz mi yapıyorsunuz, müminler emîri mi?” diye sordular. Memurlar; “Biz” dediler; “Onun emri olmadan bir şey yapamayız ki” cevabını aldılar. Bunun üzerine Hz. Ali’yi aradılar ve aralarında şu konuşma geçti.
Talha, Zübeyr, Abdullah üçü birlikte:
“Bizim, Hz. Resûlullah’a yakınlığımız var; İslâm’ı ilk kabul edenlerdeniz; savaşlarda bulunduk. Senden önceki iki halife böyle vermezdi, bizleri üstün tutardı; sen ise bizi herkesle bir tutuyorsun.”
Hz. Ali:
“-Benden önce mi Müslüman oldunuz?”
“-Hayır; sen ilk Müslümansın; ancak Resûlullah’ın boyundanız, ona yakınlığımız var.”
“-Benden daha mı yakınsınız?”
“-Hâşâ, Onun senden daha yakını yok. Fakat ona uyduk, müşriklerle savaştık.”
“-Benim kadar mı savaştınız?”
“-Hâşâ, senin gibi savaşan yoktur.”
“-Andolsun Allah’a, kendimle işçim arasında bile bir fark gözetmem ben” buyurdular.
Ertesi gün üçü birlikte, paylarına düşen parayı almadılar. Hz. Ali’yi kınamaya koyuldular.
Bu sırada Şam’da Vâli olarak bulunan Muâviye, üçüncü halifenin kanlı gömleğini mihraba astırmış onun altında oturuyor ve eşinin kesilmiş parmaklarını Şamlılara gösteriyor; gözlerinden yaş çıkmadan hıçkırıyor, işin aslını bilmeyen Şamlıları ağlatıyor, Hz. Ali’den öç almaya yeminler ettiriyordu. Böylece yeni bir “cehalet devri” başlıyordu.
HALİFELİK DÖNEMİNDE YAPILAN SAVAŞLAR
CEMEL SAVAŞI
Hicret’in 36. yılında Cemel savaşı yapıldı. Hz. Ali, bu savaşta bizzat savaşa girmiş, saflar yarmış, erler öldürmüştü. Savaştan sonra tellâllar çıkarmış;
“Kaçanların ardına düşülmemesini, evlere girilmemesini, kimsenin silâhına, elbisesine, malına dokunulmamasını, silahını bırakanın, evine kapananın amânda olduğunu” bildirmişti.
Bu savaşta onbin kişi ölmüştü. Hz. Ali savaştan sonra genel af ilân etti. Bu savaştan sonra Basralılar, kendisine biat ettiler.
SIFFIN SAVAŞI
Cemel savaşından sonra Hz. Ali, Hicret’in 36. yılında Kûfe’ye hareket ettiler. Oraya varınca bir eve konuk oldular. Biraz dinlendikten sonra mescide varıp, orada toplanan Küfe halkına minberde; “Allah’a hamd-ü senâ, Resûlullah’a ve soyuna salât-ü selâmdan” sonra şu hutbeyi okudular:
“Ey Küfeliler, gerçekten de Müslümanlıkta üstünlüğünüz var; onu değiştirmediniz, bozmadınız. Sizi gerçeğe çağırdım, geldiniz; kötü işleri bırakıp iyiliğe koştunuz. Ancak hevâ ve hevesinize kapılmanızdan, elde edilmesi güç isteklere kapılmanızdan korkuyorum. Hevâ ve hevese kapılmak, insanı gerçekten saptırır, olmayacak isteklere kapılmak adama âhireti unutturur. Bilin ki dünya, gittikçe elden çıkmaktadır; âhiret geldikçe yaklaşıp çatmaktadır. Her ikisinin de evlâdı var; siz âhiret evlâdı olun.
Bugün iyi işlerde bulunmaya fırsat var; sorgu-suâl yok. Yarın ise sorgu-suâl var; iyi işlerde bulunmaya fırsat yok. Hamdolsun Allah’a ki dostuna yardım etti; düşmanını alt etti. Gerçeğe yardım edenleri yüceltti, sözünden dönenleri alçalttı.
Allah’tan çekinin; Peygamberinizin «Ehl-i Beyt’in»den olup, Allah’a itaât edenlere itaât edin. Onlar Allah’a itaât ettikçe, itaât edilmeye herkesten fazla lâyıktır. Oysa ki halkın bir kısmı, şerefimizle şeref bulduğu halde emrimize karşı durdular, cezalarını da gördüler; daha da görecekler. İçinizden bana yardımdan çekinenlerin, sözlerini tutmayın; onlarla görüşmeyin, görüşürseniz gerçeğe çağırın onları da, Allah bölüğüne uysunlar.”
Hz. Ali, Kûfe’ye yerleşince Muâviye’ye mektuplar yazdı; elçiler gönderdi, biat etmesini, Müslümanlar arasına nifak sokmamasını istedi, elinden geleni yaptı.
Fakat Arap İmparatorluğu sevdasına düşmüş olan, gözünü saltanat hırsı bürümüş, gönlünü Hâşimilere düşmanlık kini kaplamış bulunan Muâviye’ye hiçbir tesiri olmadı.
VEYSEL KARANÎ’NİN HZ. ALİ’YE BİATİ VE ŞEHİT OLUŞU
İbn-i Abbâs diyor ki:
Hz. Ali, Sıffıyn savaşında;“Bana bugün, ölüm üzerine biat etmek üzere Kûfe tarafından şu kadar kişi gelecek” buyurdular. Onlar gelmeye, ben de saymaya başladım. Buyurdukları sayıdan bir kişi eksik çıktı. Ben düşünceye dalmıştım ki; aba giymiş, uzun boylu, güler yüzlü, elinde bir kılıç, başında keçeden bir külâh bulunan heybetli biri geldi.
Hz. Ali’ye selâm verip, “Elini uzat, biat edeyim” dedi. Hz. Ali; “Ne üzerine biat edeceksin” diye sordular. “Emrini dinlemek, sana itaat etmek, şehit oluncaya yahut Allah seni üst edinceye kadar savaşmak üzere” dedi.
“Adın ne?” dediler; “Üveys” dedi. “Üveys’ül-Karanî sen misin?” diye sordular.
“Evet”dedi.
Hz. Ali; “Allahu Ekber” buyurdular:
“Habibim Resûlullah’tan işittim; Ümmetinden Üveys’ül-Karanî adlı birine ulaşacağımı, onun Allah’ın ve Resûl’ünün bölüğünden olduğunu, benim önümde şehit olacağını, Rabîa Mudar boylarına mensûb olanlar kadar çok kişinin, onun şefaatiyle cennete gireceğini bana bildirdiler.”
Bu sıradaydı ki, Muâviye ordusundan deveye binmiş biri, Hz. Ali’nin ordusuna yaklaşıp; “Üveys sizin aranızda mı?” diye bağırdı. “Evet” dediler. “Resûlullah’tan duydum; «Üveys-i-Karanî, tâbilerin en hayırlısıdır» buyurmuştu” deyip geldi ve Hz. Ali’ye tâbi oldu.
Sonra Üveys’ül-Karanî bir ip istedi, verdiler; o iple sıkıca belini bağladı; meydana çıktı, savaştı, şehit olup Rabbine ulaştı…
Ondan sonra meydana çıkan Ammâr, doksan yaşını aşmış bir ihtiyardı. Ammâr, Hz.Peygamber’in vefâtından sonra, Hz. Ali’ye uyan dört kişiden biriydi. Ammâr, Bedir savaşında da bulunmuş ve sahabedendi.
Ammâr; “Bugün, bu savaştan üstün bir ibadet bulsaydım onunla meşgul olurdum” diyordu.
Ammâr bu arada hem düşmana hücum etmekte, hem de;
“Rabbim uludur, gerçektir, gerçeği söylemiştir. Rabbim sen benim şehit olmamı yakınlaştır; şehit olarak ölmeyi çok isterim ben, çok severim ben” demekte ve “Nerde Rabbinin râzılığını dileyen? Nerde malından oğlundan geçip, Allah râzılığını isteyen? Cennete, cennete” diye halkı savaşa teşvik ediyordu.
Savaşırken Utbe oğlu Haşim’e rastladı; “Hadi Haşim, anam babam fedâ olsun sana; hadi, hücum et düşmana” dedi.
Sonunda Ammâr savaş meydanında savaşırken bir fırsatını bulup onu yaraladılar, yere düştü. İbn-i Cevn, mübarek başını kesip Muâviye’ye götürdü. Amr oradaydı, o bile dayanamadı, çünkü Hz. Peygamber’den; “Ammâr’ı öldüreni cehennemle müjdelerim” ve “Öldürenlere cehennemle müjde olsun” hadislerini duymuştu.
Muâviye:
Kurnazlık ve hilede Şeytan’ı bile geçebilecek Muaviye: “Onu biz öldürmedik ki” dedi; “Onu buraya getiren Ali öldürdü.”
Bu sözü duyan Hz. Ali;
“O halde” buyurmuştu; “Hz. Hamza’yı da Uhud savaşına götüren Hz. Muhammed, hâşâ öldürdü.”
Ammâr’ın şehâdeti gerçeği meydana çıkarmıştı; Muâviye ve kendisine uyanlar isyancılardı. Bu yaşanılan olaylar üzerine Hz. Ali taraftarlarının mânevî kuvveti arttı, karşısındakiler de şaşkına döndüler.
ABNA.İR
Üçüncü halife Osman’ın öldürülmesinden sonra, halifelik makamı yedi gün boş kaldı... Hz. Ali, halife olur olmaz ilk işi Muâviye’yi Şam Valiliğinden azletmek oldu. Sonra da diğer şehirlerin Valilerini değiştirdi… “Senden önceki iki halife böyle vermezdi, bizleri üstün tutardı; sen ise bizi herkesle bir tutuyorsun.”… “Bugün, bu savaştan üstün bir ibadet bulsaydım onunla meşgul olurdum”… “Ammâr’ı öldüreni cehennemle müjdelerim”… |
Hz. Ali, Peygamber efendimizin ebedî âleme göçüşünden 25 yıl sonra, halifelik makamının başına geçmiştir. Hz. Ali’nin halîfelik dönemi 5 sürmüştür. (Hicret’in 35-40. yılı)
Üçüncü halife Osman’ın öldürülmesinden sonra, halifelik makamı yedi gün boş kaldı. Bunun üzerine Hz. Ali’ye başvuruldu; herkes Hz. Ali’ye biat etmek istiyordu; çünkü Hz. Ali, Muhammedî ahlâkın, doğruluğun, adaletin bir mümessiliydi. Din ve adalet; artık bir örtü, bir sığınak olmuştu. Boy gayreti, dünya serveti, yürekleri artıran gözleri ışıklandıran iki mihraktı. Dünya değişmemişti, fakat dünyadakiler değişmişti.
Hz. Ali:
“Size emir olmaya ihtiyacım yok, kimi isterseniz ona biat edin, ben de râzı olurum” ve “Bırakın beni, benden başka birini arayın, bulun; çünkü görüyorum ben; bu işin sonunda çok işler var; çok renklere boyanacak bu iş, öyle bir hale gelecek ki yürekler dayanamayacak, akıllar almayacak. Çevre süslendi, delil inkâr edilir oldu. Davetinize uyarsam, biliyorum neye uğrayacağım. Beni bırakırsanız, ben de içinizden biri gibi olurum; kimi emir yaparsanız onu dinlerim; benim size vezir olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır sizin için” diyordu.
Sahabe, Hz. Ali’ye biat etmekte ısrar ediyordu. Talha ile Zübeyr de aralarındaydı, diyorlardı ki;
“İnsanlara mutlaka bir imam lâzım; senden başkasına razı değiliz biz; İslâm’da en öndesin; Resûlullah’a yakınlıkta senden ileri yok; bu işte senden başka kimsenin hakkı olamaz.”
Evet, hak sahibine gelmişti; Hakkı kabûl edenler vardı; nitekim sonra, Hz. Ali’nin yolunda, Hak yolunda canlarını fedâ ettiler. Fakat Hz. Ali ileriyi görüyordu; ona çekilmek üzere bilenmiş kılıçlar, ona atılmak için hazırlanmış oklar, kınlarından çekilmek, yaylarında gerilmek üzereydi. Ancak başka çare yoktu; Müslümanları da dağınık bırakamazdı.
Hz. Ali’ye biat edildikten sonra, Malik Eşter ayağa kalkmış yüksek bir sesle;
“Ey insanlar” demişti; “Bu vasilerin vasisi, Peygamberlere ait bilgilerin vârisi, pek büyük şeylerle sınanmış, zahmet ve meşakkatlere katlanmış bir zattır. Tanrı kitabı, imanına şehâdet eder, Tanrı elçisi, râzılık cennetiyle onu müjdeler. Üstünlükler, onda olgunlaşmış, toplanmıştır. İlk Müslüman oluşunda ve bilgisinde, sonra gelenlerin de bir şüphesi yoktur, evvel gelenlerin de.”
Biat tamam olduktan sonra Hz. Ali, kalkıp Tanrı’yı övmüş ve şu hutbeyi okumuştur:
“Gerçekten ulu ve üstün Allah, doğru yolu gösteren bir kitap indirmiştir; o kitapta hayrı, şerri apaçık bildirmiştir. Hayrı yapan şerri bıraksın. Noksan sıfatlardan arı olan Allah’ın farzlarını yerine getirin de, cennete müstahak olun. Şüphe yok ki Allah, haram olan şeyleri, kötü olduğundan haram etmiş, bu sûretle bütün Müslümanlara, bir üstünlük vermiş, Müslümanların haklarını; doğru özlü, doğru sözlü olmak ve Allah’ı bir bilmekle kuvvetlendirmiştir. Bil ki Müslüman; elinden, dilinden diğer Müslümanların emin oldukları kişidir.”

HZ. ALİ’YE KARŞI İLK FİTNE BAŞLIYOR
Hz. Ali, halife olur olmaz Muâviye’yi Şam Valiliğinden azletti. Sonra da diğer şehirlerin Valilerini değiştirdi. Hz. Ali’nin devlet hazinesini halka eşit olarak dağıttırması, bazılarının çok ağır geliyordu.
Bunlardan birisi; “Ey müminlerin emiri” dedi. “Bu, dün benim kölemdi, bugün onu azat ettim; ona ne verdiysen bana da onu verdin” demişti.
Hz. Ali; “Evet” buyurdu; “Sana ne kadar verdiysem, ona da o kadar verdim.”
Talha, Zübeyr, Abdullah ve Mervan’la Kureyş’ten bazı kimseler de buna razı olmadılar. Bunlardan birisi;“Önceki halifenin verdiği gibi vermezsen, seni bırakır, Şam’a gider, Muâviye’ye katılırız” dedi.
Talha, Zübeyr ve Abdullah da memurlara;“Bunu siz mi yapıyorsunuz, müminler emîri mi?” diye sordular. Memurlar; “Biz” dediler; “Onun emri olmadan bir şey yapamayız ki” cevabını aldılar. Bunun üzerine Hz. Ali’yi aradılar ve aralarında şu konuşma geçti.
Talha, Zübeyr, Abdullah üçü birlikte:
“Bizim, Hz. Resûlullah’a yakınlığımız var; İslâm’ı ilk kabul edenlerdeniz; savaşlarda bulunduk. Senden önceki iki halife böyle vermezdi, bizleri üstün tutardı; sen ise bizi herkesle bir tutuyorsun.”
Hz. Ali:
“-Benden önce mi Müslüman oldunuz?”
“-Hayır; sen ilk Müslümansın; ancak Resûlullah’ın boyundanız, ona yakınlığımız var.”
“-Benden daha mı yakınsınız?”
“-Hâşâ, Onun senden daha yakını yok. Fakat ona uyduk, müşriklerle savaştık.”
“-Benim kadar mı savaştınız?”
“-Hâşâ, senin gibi savaşan yoktur.”
“-Andolsun Allah’a, kendimle işçim arasında bile bir fark gözetmem ben” buyurdular.
Ertesi gün üçü birlikte, paylarına düşen parayı almadılar. Hz. Ali’yi kınamaya koyuldular.
Bu sırada Şam’da Vâli olarak bulunan Muâviye, üçüncü halifenin kanlı gömleğini mihraba astırmış onun altında oturuyor ve eşinin kesilmiş parmaklarını Şamlılara gösteriyor; gözlerinden yaş çıkmadan hıçkırıyor, işin aslını bilmeyen Şamlıları ağlatıyor, Hz. Ali’den öç almaya yeminler ettiriyordu. Böylece yeni bir “cehalet devri” başlıyordu.
HALİFELİK DÖNEMİNDE YAPILAN SAVAŞLAR
CEMEL SAVAŞI
Hicret’in 36. yılında Cemel savaşı yapıldı. Hz. Ali, bu savaşta bizzat savaşa girmiş, saflar yarmış, erler öldürmüştü. Savaştan sonra tellâllar çıkarmış;
“Kaçanların ardına düşülmemesini, evlere girilmemesini, kimsenin silâhına, elbisesine, malına dokunulmamasını, silahını bırakanın, evine kapananın amânda olduğunu” bildirmişti.
Bu savaşta onbin kişi ölmüştü. Hz. Ali savaştan sonra genel af ilân etti. Bu savaştan sonra Basralılar, kendisine biat ettiler.
SIFFIN SAVAŞI
Cemel savaşından sonra Hz. Ali, Hicret’in 36. yılında Kûfe’ye hareket ettiler. Oraya varınca bir eve konuk oldular. Biraz dinlendikten sonra mescide varıp, orada toplanan Küfe halkına minberde; “Allah’a hamd-ü senâ, Resûlullah’a ve soyuna salât-ü selâmdan” sonra şu hutbeyi okudular:
“Ey Küfeliler, gerçekten de Müslümanlıkta üstünlüğünüz var; onu değiştirmediniz, bozmadınız. Sizi gerçeğe çağırdım, geldiniz; kötü işleri bırakıp iyiliğe koştunuz. Ancak hevâ ve hevesinize kapılmanızdan, elde edilmesi güç isteklere kapılmanızdan korkuyorum. Hevâ ve hevese kapılmak, insanı gerçekten saptırır, olmayacak isteklere kapılmak adama âhireti unutturur. Bilin ki dünya, gittikçe elden çıkmaktadır; âhiret geldikçe yaklaşıp çatmaktadır. Her ikisinin de evlâdı var; siz âhiret evlâdı olun.
Bugün iyi işlerde bulunmaya fırsat var; sorgu-suâl yok. Yarın ise sorgu-suâl var; iyi işlerde bulunmaya fırsat yok. Hamdolsun Allah’a ki dostuna yardım etti; düşmanını alt etti. Gerçeğe yardım edenleri yüceltti, sözünden dönenleri alçalttı.
Allah’tan çekinin; Peygamberinizin «Ehl-i Beyt’in»den olup, Allah’a itaât edenlere itaât edin. Onlar Allah’a itaât ettikçe, itaât edilmeye herkesten fazla lâyıktır. Oysa ki halkın bir kısmı, şerefimizle şeref bulduğu halde emrimize karşı durdular, cezalarını da gördüler; daha da görecekler. İçinizden bana yardımdan çekinenlerin, sözlerini tutmayın; onlarla görüşmeyin, görüşürseniz gerçeğe çağırın onları da, Allah bölüğüne uysunlar.”
Hz. Ali, Kûfe’ye yerleşince Muâviye’ye mektuplar yazdı; elçiler gönderdi, biat etmesini, Müslümanlar arasına nifak sokmamasını istedi, elinden geleni yaptı.
Fakat Arap İmparatorluğu sevdasına düşmüş olan, gözünü saltanat hırsı bürümüş, gönlünü Hâşimilere düşmanlık kini kaplamış bulunan Muâviye’ye hiçbir tesiri olmadı.
VEYSEL KARANÎ’NİN HZ. ALİ’YE BİATİ VE ŞEHİT OLUŞU
İbn-i Abbâs diyor ki:
Hz. Ali, Sıffıyn savaşında;“Bana bugün, ölüm üzerine biat etmek üzere Kûfe tarafından şu kadar kişi gelecek” buyurdular. Onlar gelmeye, ben de saymaya başladım. Buyurdukları sayıdan bir kişi eksik çıktı. Ben düşünceye dalmıştım ki; aba giymiş, uzun boylu, güler yüzlü, elinde bir kılıç, başında keçeden bir külâh bulunan heybetli biri geldi.
Hz. Ali’ye selâm verip, “Elini uzat, biat edeyim” dedi. Hz. Ali; “Ne üzerine biat edeceksin” diye sordular. “Emrini dinlemek, sana itaat etmek, şehit oluncaya yahut Allah seni üst edinceye kadar savaşmak üzere” dedi.
“Adın ne?” dediler; “Üveys” dedi. “Üveys’ül-Karanî sen misin?” diye sordular.
“Evet”dedi.
Hz. Ali; “Allahu Ekber” buyurdular:
“Habibim Resûlullah’tan işittim; Ümmetinden Üveys’ül-Karanî adlı birine ulaşacağımı, onun Allah’ın ve Resûl’ünün bölüğünden olduğunu, benim önümde şehit olacağını, Rabîa Mudar boylarına mensûb olanlar kadar çok kişinin, onun şefaatiyle cennete gireceğini bana bildirdiler.”
Bu sıradaydı ki, Muâviye ordusundan deveye binmiş biri, Hz. Ali’nin ordusuna yaklaşıp; “Üveys sizin aranızda mı?” diye bağırdı. “Evet” dediler. “Resûlullah’tan duydum; «Üveys-i-Karanî, tâbilerin en hayırlısıdır» buyurmuştu” deyip geldi ve Hz. Ali’ye tâbi oldu.
Sonra Üveys’ül-Karanî bir ip istedi, verdiler; o iple sıkıca belini bağladı; meydana çıktı, savaştı, şehit olup Rabbine ulaştı…
Ondan sonra meydana çıkan Ammâr, doksan yaşını aşmış bir ihtiyardı. Ammâr, Hz.Peygamber’in vefâtından sonra, Hz. Ali’ye uyan dört kişiden biriydi. Ammâr, Bedir savaşında da bulunmuş ve sahabedendi.
Ammâr; “Bugün, bu savaştan üstün bir ibadet bulsaydım onunla meşgul olurdum” diyordu.
Ammâr bu arada hem düşmana hücum etmekte, hem de;
“Rabbim uludur, gerçektir, gerçeği söylemiştir. Rabbim sen benim şehit olmamı yakınlaştır; şehit olarak ölmeyi çok isterim ben, çok severim ben” demekte ve “Nerde Rabbinin râzılığını dileyen? Nerde malından oğlundan geçip, Allah râzılığını isteyen? Cennete, cennete” diye halkı savaşa teşvik ediyordu.
Savaşırken Utbe oğlu Haşim’e rastladı; “Hadi Haşim, anam babam fedâ olsun sana; hadi, hücum et düşmana” dedi.
Sonunda Ammâr savaş meydanında savaşırken bir fırsatını bulup onu yaraladılar, yere düştü. İbn-i Cevn, mübarek başını kesip Muâviye’ye götürdü. Amr oradaydı, o bile dayanamadı, çünkü Hz. Peygamber’den; “Ammâr’ı öldüreni cehennemle müjdelerim” ve “Öldürenlere cehennemle müjde olsun” hadislerini duymuştu.
Muâviye:
Kurnazlık ve hilede Şeytan’ı bile geçebilecek Muaviye: “Onu biz öldürmedik ki” dedi; “Onu buraya getiren Ali öldürdü.”
Bu sözü duyan Hz. Ali;
“O halde” buyurmuştu; “Hz. Hamza’yı da Uhud savaşına götüren Hz. Muhammed, hâşâ öldürdü.”
Ammâr’ın şehâdeti gerçeği meydana çıkarmıştı; Muâviye ve kendisine uyanlar isyancılardı. Bu yaşanılan olaylar üzerine Hz. Ali taraftarlarının mânevî kuvveti arttı, karşısındakiler de şaşkına döndüler.
ABNA.İR