Sonsuz Okyanus
Bütün bu çeşitli ve sınırsız araştırmalara rağmen açık söylemek gerekirse Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) şahsiyeti yine de meçhul kalmış, daha fazla düşünme ve araştırmayı gerektirmektedir. Peygamber-i Ekrem de (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) sonsuz faziletlerini ve sınırsız kemallerini övmüş; alimler ve bilginler de uzun araştırmalarıyla bu gerçekleri itiraf etmişlerdir. Nitekim Lübnanlı bir araştırmacı, “Ali Mecme’ul-Fezail” (Hz. Ali bütün faziletlerin sahibidir) başlığı altında şöyle yazmaktadır. Dünya, Resul-i Ekrem’den (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) sonra Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) gibi sonsuz faziletleri ve ahlaki üstünlükleri kendinde toplayabilmiş birine şahit olmamıştır. Hz. Ali herkesten öne geçmiş, sonradan gelenleri bu konuda aciz bırakmıştır. Faziletleri sayılamayacak kadar çok, üstünlükleri sınırlandırılamayacak kadar yücedir. Resul-i Ekrem’in (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun), Amr bin Abdud el-Amiri ile karşılaştığı gün, hakkında “Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) Hendek günü Amr’a vurduğu darbe insan ve cinlerin ibadetine denktir.” diye buyurduğu kimsenin faziletleri ve üstünlükleri nasıl sayılabilir ki?
İranlı bir araştırmacı da Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) hayatı hakkında şöyle demiştir: “Biz müminlerin emiri Ali Bin Ebi Talib (Allah’ın selamı üzerine olsun) hakkında fazla bir bilgiye sahip olduğumuzu iddia ediyoruz. Hatta Hz. Ali’yi (Allah’ın selamı üzerine olsun) diğer imamlardan daha çok tanıdığımızı sanıyoruz. Oysa Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) gerçek hayatı hakkında çok az bir bilgiye sahibiz. Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) hayatı o kadar çok boyutlu ve geniş bir anlama sahiptir ki sabit ve tümel bir betimlemede bulunmak çok zordur. Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) hakikati, teklik formatında çokluk ve çokluk formatında teklik hakikati olduğundan dağınık bilgilerde ortaya çıkışı, tecelli edişi mümkün değildir. Dolayısıyla oldukça geniş ve derin anlamda tüm hareketlerini, hasletlerini, sıfatlarını, hedeflerini, sözlerini ve davranışlarını etüt etmemiz gerekir. Neticede şimdiye kadar elde ettiğimiz bilgilerin Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) sadece şahsiyetinin bir bölümünü kapsadığını ve bunun da eksik bir şekilde olduğunu rahatlıkla anlayabilir ve ifade edebiliriz. Dolayısıyla onu tanıma noktasında henüz sadece bir kaç adım atabilmiş, bir kaç sokak yürüyebilmişiz demek daha doğrudur. [1]
Ayetullah Cafer Sübhani’de Furuğ-i Velayet adlı kitabında İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) hakkında şöyle demektedir: Söylemem gerekir ki bu kitapta Hz. Ali’nin (a.s.) nurlu yüzünü hakkıyla gösterebilmiş değilim. Ama her ne kadar bu az değer ile zamanının Yusuf’unun bir tek saç telini bile elde edememiş olsa da, Yusuf’u alıcılar safına katılmış olduğuna inanıyorum. Ama ne yazık ki:
“İnsan arzu ettiği her şeye ulaşamaz.
Rüzgarlar bazen gemiyi istemedikleri yöne sürükler.” durur.”[2]
Hakeza Hıristiyan yazar Süleyman Kettani de bu dalda ödül alan ünlü “İmam Ali” adlı eserinde Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) azameti karşısında şöyle demektedir: “Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) büyük adı karşısında tevazu ile eğiliyorum, onun hakkında yaptığım yanlış değerlendirmeler için kendisinden özür diliyorum, çünkü onu bundan daha fazla yazmaya gücüm yetmedi. Zira dünyanın eşsiz dahisi olan bu büyük insanın ruhu sürekli uçmakta, ele geçmemektedir. Ben sadece onun sonsuz gülistanından sadece bir demet gül toplamaya çalıştım. Böylece o büyük insanın dergahından bağışlanmayı ve temiz niyetimin kabulünü ümit ediyorum. [3]
Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden ve Nehc’ul Belağa’nın şarihi olan (şerhini yazan) İbni-i Ebil Hadid Mutezili söz konusu eserinde İmam Ali’yi (Allah’ın selamı üzerine olsun) bütün “faziletlerin sahibi” ve “asrın yegane insanı” saymakta ve Nehc’ul Belağa’yı “kitapların efendisi” kabul etmektedir. Ardından bir çok Ehl-i Sünnet alimlerinin de İmam Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) de diğer halifelerden üstün bildiğini nakletmektedir. [4]
Okyanustan bir Damla
Bizim Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) hakkındaki bilgimiz her ne kadar sınırlı da olsa; hayatı, şahsiyeti, mücadelesi, düşünceleri ve inançları hakkında yazılan sayısız eserler okyanustan bir damla da olsa netice de o büyük insanın hayatından bizlere dersler sunmakta, faydalı bir kesit sunmaktadır. Bu yüzden bu konuda uzman olanlar sahip oldukları ilmi uzmanlıkları esasınca Hz. Ali’nin hayatının boyutlarından sadece birini ele almış ve incelemeye çalışmıştır.
Beşeri ilimler ve ilim tarihi hakkında araştırma yapan bilginler Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) Arabistan yarımadasında o günkü koşullarda sahip olduğu derin ilmi karşısında şaşkınlığa düşmekteler.
Feodal ve diktatör düzenlerin, özellikle de toplumsal adalet hususunda toplumda yarattığı zarar ve ziyanları detaylıca etüt eden araştırmacılar, Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) çok çeşitli boyutlarda, toplumsal adaletin hakimiyeti için verdiği mücadele karşısında adeta parmak ısırmakta, şaşırıp kalmaktalar. Ayrıca sadece bu değil; Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) takvası, hutbeleri, idareciliği, terbiyesi, mustaz’af insanları himayesi, insan severliği, övülen cesareti, ilginç hükümleri, erişilmez imanı, sonsuz aşkı, hak ve hakikat savunuculuğu, tahammülü, sabrı, genişliği… de bilgin ve araştırmacıların dikkatini çekmiş, incelemelerine konu teşkil etmiştir. Şimdi de bazı uzmanların konu ile ilgili görüşlerini aktarmak istiyoruz.
Hz. Ali’nin (a.s) Adaleti
Şehid Murtaza Mutahhari adaletin tanımını yaptıktan sonra şöyle demektedir: “Gerçekten de Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) adalet abidesi; rahmet, muhabbet ve ihsan örneği bir şahsiyet idi.”
“Hıristiyan Corc Cardak’ın da dediği gibi imam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) adaletin kurbanı olmuş, adalet yolunda şehit olmuştur. Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) adalet hususundaki tavizsizliği ve uzlaşmazlığı, adaletten zarar görenlerin fitne ve fesat çıkarmasına neden olmuştur. Bu adalet nasıl bir adaletti? Sadece ahlaki bir adalet miydi? Sıradan bir cemaat imamı veya hakimin sahip olduğu adalet miydi bu adalet? Öyle olsaydı bu tür bir adalet, insanın öldürülmesine neden olmazdı Hatta insanın daha fazla meşhur olmasına, sevilmesine ve saygın bir konuma gelmesine neden olmaktadır.
O halde bu adalet, toplumsal bir felsefe ve düşünce tarzıydı; İslami toplumsal adaletin bizzat kendisiydi. Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) sürekli islami toplumsal adaletin ve felsefenin de bunu gerektirdiğini söylüyordu. O sadece adil bir insan olmakla kalmamış, adaletin yılmaz bir savunucusu da olmuştu. O adaleti seven biriydi. Adil bir insan ile adaleti seven ve savunan bir insan arasında büyük bir fark vardır. Özgür insan ile özgürlükçü insan arasında da bu fark söz konusudur. Birisi özgürdür; yani şahsen özgür bir insandır. Diğeri ise özgürlükçü, yani toplumsal özgürlüğün savunucusudur. Özgürlük onun bir hedefi ve toplumsal idealidir. Hakeza adalet de böyledir. Birisi şahsen adil bir insandır, ama diğeri adalet taraftarıdır. Toplumsal adaletin savunucusudur. Hakeza salih ile ıslahatçı arasındaki fark da böyledir.”[5]
Şehid Murtaza Mutahhari daha sonra Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) adalete verdiği önem hakkında ise şöyle demektedir: “Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) toplumsal adalet hususunda uzlaşmaz ve tutucu bir yapıya sahipti. Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun); hilafeti de toplumsal adalet bozulduğu ve insanların açlar ve toklar diye iki sınıfa ayrıldığı için kabullendiğini beyan etmiştir.”
Ehl-i Sünnet alimlerinden Abdulfettah Abdulmaksud da “ İmam Ali” adlı değerli eserinde Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) hilafeti sadece adaleti uygulamak için kabullendiğini söylemektedir. Bu adalet Osman’ın hilafeti döneminde büyük bir zarar görmüş ve bu yüzden de İslam toplumu çok çeşitli açılardan sayısız bozukluk ve kötülüklere düçar olmuştu. Ona göre Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) kendinden önceki bozuklukları ıslah etmek için hilafetin başına geçmiştir. Sadece adaleti ve hakkı sevdiği için idareciliği kabullenmek zorunda kalmıştır.”[6]
Corc Cardak adlı Hıristiyan yazar da İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) hakkında kaleme aldığı “el-İmam Ali, Savt’ul-Adalet’il insaniyye” adlı ünlü eserinde Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) tüm amel ve sıfatlarının insanlık camiasını yüceltmek ve toplumda adaleti hakim kılmak yolunda karar kıldığını dile getirmekte ve onun adalet şehidi olduğunu ifade etmektedir. Hakeza Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) adalet abidesi bir insan olduğunu beyan ettikten sonra bizzat Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Vallahi, karıncanın ağzındaki arpanın kabuğunu alarak Allah’a isyan etmem için bana yedi iklim ve bunun altındakiler verilse gene de kabul etmem. Benim nazarımda dünya, bir çekirgenin ağzıyla ısırdığı yapraktan daha değersizdir. Yok olacak nimetlere kanmak, baki olmayan lezzetlere aldanmak Ali’ye çok uzaktır.”
Corc Cardak adlı Hıristiyan yazar ardından da şöyle demektedir:
“Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) diğer insanlar gibi önce söyleyen, sonra amel eden birisi değildi. Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) sözleri, her zaman bizzat onun amellerinden ve tabiatından dışarı sızan, kaynaklanan sözlerdi. Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) her zaman için hayatını mazlumlar ve mustaz’aflar yolunda savaşarak geçirdi. Dolayısıyla Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) insanların en adili oluşunun şaşılacak bir tarafı yoktur. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) adalet severliği, insanlık ruhunu yücelten ve şereflendiren bir hazine olarak kendisine miras kalmıştı. Hz. Ali dost ve düşman, yakın ve uzak, akraba ve yabancı, özetle herkes hakkında adalet üzere davranıyor ve bizzat şöyle diyordu: “Dost ve düşman herkese adaletle davranın.”[7]
Hz. Ali’nin (a.s) İslam Peygamberi ile eşsiz bağı
Tarihçilerin de kaydettiği üzere Hulefa-i Raşidin’den hiç birisi Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) kadar İslam Peygamberine (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) bu kadar yakın değildi. Nitekim Ehl-iSünnet tarihçilerinden birisi şöyle diyor: Dört halife ve diğer ashab arasında hiç kimse Peygamber’e (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) soy açısından Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) kadar yakın olmamıştır.”[8]
Başka bir Ehl-i Sünnet alimi de Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) fazileti hususunda şöyle demektedir: Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) İslam Peygamberine (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) soy açısından insanların en yakını idi ve Resulullah’ın mevlası olduğu herkesin mevlası idi.”
Ardından da Peygamber-i Ekrem’in (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Ey Ali sen bana oranla Harun’un Musa’ya oranı gibisin, ancak benden sonra Peygamber yoktur.”[9]
Hıristiyan yazar Süleyman Ketani bu konuda şöyle diyor: “Ey Ebu Talib’in oğlu senden özür dilemek gerekir. Zira senin İslam hareketindeki yerin, değirmen milinin değirmendeki taşındaki yeri gibidir.
Resulullah (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) ile birlikte kat ettiğin yollar da senin salih amellerini, metanetini ve yol dostluğunu göstermektedir.
Sen her zaman Peygamber’in (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) yanında oldun, ondan hiç ayrılmadın ve onu asla yalnız bırakmadın. Düşüncelerine, duygularına, hayatına, mücadelesine, kaderine ortak oldun. O inişli ve çıkışlı, tehlikeli ve sorumluluk dolu yolda bile onunla birlikte yürüdün.
Peygamber-i Ekrem (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) için ne güzel bir dost oldun! Peygamber-i Ekrem’in (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) sevincine ve dertlerine hep ortak oldun, kalpten sevdin, iki bedende tek ruh gibiydin. Onun yatağına yattığında aynı ruhu taşıyordun. Peygamber (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) can verdiğinde de senin kucağında can verdi. Senin kucağından Allah’ın rahmet kucağına geçti. Sen Peygamber’in (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) bir parçası olan kızının da eşiydin. Senin onunla var olan bağın, kalbin beden ile var olan bağı gibidir. [10]
Hz. Ali’nin (a.s) Fedakarlığı ve Cesareti
Savaşların büyük bir rol oynadığı Arabistan yarımadasında cesaret ve korkusuzluk, büyük bir üstünlük sebebi sayılan niteliklerdi. İnsanların geneli de bu sıfatlara sahip idi.
Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) sayısız fazilet ve üstünlüklerinin yanı sıra büyük bir cesarete de sahipti. Cesaret ve kahramanlık adeta etine ve kanına sızmıştı onun. Bu gerçeği hayatının bir çok diliminde görmek mümkündür. Düşmanları bile elinde olmadan onu övmüş ve “Allah’ın aslanı” diye adlandırmıştır.
Süleyman Ketani burada bakınız ne diyor: “Peygamber-i Ekrem’in (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) aldığı her kararı uygulamayı bir görev bildin. Çektiğin her kılıç ile düşmanların kanını döktün.”[11]
Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) bu uzlaşmazlığı ve fedakarlığı sadece hakkı elde etmek, zulmü ortadan kaldırmak ve “kelimetullah” adını yüceltmek içindi. Hz. Ali bu konuda da şöyle buyurmaktadır: “Zelil ve aşağılık bir hale düşen kimse benim nezdimde hakkını (zalimden) alıncaya dek aziz ve üstündür. Güçlü-kuvvetli olan kimse benim nezdimde (mazluma ait bir) hakkı ondan alıncaya dek güçsüz ve zayıftı.”
Hakeza şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki ölüme gitmeme veya ölümün bana gelip çatmasına aldırış bile etmem.”[12]
Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) savaş meydanlarında da eşsiz bir kahraman, şahadet aşığı bir er ve cesur bir savaşçı olduğu herkesin bildiği bir gerçektir. Bunu bizzat düşmanları da itiraf etmişlerdir.
Birbiriyle görünürde çelişkili niteliklere sahip olan bu kahraman ve cesur insan, bütün bu niteliklerinde de herkesten önde ve hepsine de örnek konumda bulunmaktadır.
Lübnanlı Mesihi yazar bu konuda şöyle diyor: Hz. Ali sadece savaş meydanlarında değil, tüm meydanların kahramanıydı. Gönül sefası, vicdan temizliği, büyüleyici ve çekici beyan tarzı, gerçek insanlığı, iman heyecanı, derin huzuru, mazlumların yardımına koşuşu, her yerde ve her zaman hakka teslim oluşu ve daha bir çok insani yücelikleri tek kelimeyle eşsizdi. Bütün bu meydanların hepsinde de o rakipsiz bir kahramandı.”[13]
Meşhur materyalist Dr. Şibli Şemil ise İslam peygamberinden (Allah’ın selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun) sonra Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı üzerine olsun) eşsiz bir insan olduğunu beyan ederek şöyle demiştir: “Ali dünya büyüklerinin en büyüğüdür. Ne geçmişte, ne şimdi, ne doğuda ve ne de batıda hiç kimse onun bir benzerini asla görmemiştir.”[14]
Fransız düşünürlerinden Baron Karadifu ise Hz. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) hakkında şöyle demektedir: “Ali toplumsal olayların bir ürünü değildir. Aksine o toplumsal olayları yaratan bir insandır. Amelleri onun fikir, duygu ve hayallerinin ürünüdür. Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) kahraman olmakla birlikte çok merhametli bir insandı. Ali elindeki bütün imkanlara rağmen asla dünyaya itina etmemiş, hakikat yolunda canını vermekten çekinmemiştir. Oldukça derin ve kökleri bilinmez bir ruha sahipti. Her yerde ilahi korku içinde yaşıyordu.”[15]