Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

    ALLAH için nefsim hususunda kulluğumu itiraf ediyorum ve O'nun Rab olduğuna tanıklık ediyorum. Bana vahyettiği her şeyi eda ediyorum; zira eğer onu eda etmezsem, bana azabının ineceğinden korkuyorum. Şüphesiz O'nun azabını, her ne kadar büyük hile yapsa-düzen kursa da ve dostluğu halis olsa da hiç kimse defedemez. ALLAH'tan başka ilah yoktur. ALLAH bana nazil buyurduğunu tebliğ etmediğim taktirde, risâletimi eda etmemiş olacağımı ilan etti. Beni insanların Şerrinden koruyacağını garantiledi. ALLAH kifâyet eden ve yücelik sahibidir.

    ALLAH bana şöyle vahyetmiştir:

    "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. ALLAH seni insanlardan korur. Doğrusu ALLAH kâfirlere yol göstermez." (Mâide: 67)

    Ey insanlar, ben ALLAH'ın bana nazil buyurduğu hiçbir şeyi ulaştırma hususunda kusur etmedim ve ben bu âyetin nüzul sebebini sizlere beyan ediyorum:

    Cebrâîl üç defa bana nazil oldu ve Selâm sahibi olan - ki o Selâm'dır- Rabb'im tarafından bu toplantı yerinde ayağa kalkarak, beyaz ve siyah (ırktan) herkese şunu ilan etmemi emretti: "Ali bin Ebî Tâlib, benim kardeşimdir, vasîmdir, halifemdir ve benden sonra imâmdır. Onun bana nispet makamı, Hârûn'un Musâ'ya olan makamı gibidir; şu farkla ki benden sonra peygamber gelmeyecektir. O, ALLAH ve Resulü'nden sonra sizlerin velisidir (velâyet ve tasarruf sahibidir)" diye ilan etmemi emretti. ALLAH, bu konuda kitabından bana bir de âyet nazil buyurdu:

    "Şüphesiz sizin veliniz, ALLAH, Resulü, iman edip namaz kılanlar ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir." [Mâide: 55]

    Namaz kılıp rükû hâlinde zekât veren ve her hâlinde Aziz ve Celil olan ALLAH'a yönelen kimse Ali bin Ebî Tâlib'dir.

    Ey insanlar, ben Cebrâîl'den benim için ALLAH'tan, beni bu önemli şeyi tebliğ etmekten mazur görmesini dilemesini istedim. Zira takva sahiplerinin azlığını, münafıkların çokluğunu, kınayanların fesadını, İslam'ı alaya alanların hilelerini biliyorum. Onlar ALLAH'ın, kitabında kendilerini şöyle nitelendirdiği kimselerdir:

    "Hani siz, onu dillerinizle birbirinize yetiştiriyor, ağızlarınızla hiçbir bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi söylüyor ve onu kolay sanıyordunuz. Halbuki o ALLAH katında büyük bir günahtır." [Nur: 15]

    Hakeza, münafıklar defalarca bana eziyette bulundular ve beni, "uzun" (her söze kulak asan kimse) olarak adlandırdılar. Onlar Ali'nin benden ayrılmaması, benim kendisine teveccüh etmem sebebiyle böyle olduğumu sandılar. Sonunda Aziz ve Celil olan ALLAH şu âyeti nazil buyurdu:

    "(Yine o münafıkların içinde 'O (Peygamber her söyleneni dinleyen) bir kulaktır', diyerek Peygamberi incitenler de vardır. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır." [Tevbe: 61]

    Eğer ben, bana bunu (her söze kulak veren kimse olmayı) isnat edenleri açığa vurmak istersem, edebilirim. Eğer onların şahsına işaret etmek istersem, işaret de edebilirim. Eğer onları alametleriyle tanıtmak istersem, tanıtabilirim. Ama ALLAH'a yemin olsun ki ben onların işi hususunda yücelik gösterdim.

    Bütün bunlardan sonra Ali hakkında bana nazil olan şeyi tebliğ etmediğim taktirde, ALLAH asla benden razı olmayacaktır."

    Peygamber (s.a.a) daha sonra şu âyeti tilavet buyurdu:

    "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. ALLAH seni insanlardan korur. Doğrusu ALLAH kâfirlere yol göstermez."

    Ey insanlar, biliniz ki ALLAH Muhacirlere, Ensâr'a ve onlara iyilikle tabi olanlara, köylüye ve şehirliye, Arab'a, ve Acem'e, özgüre ve köleye, büyüğe ve küçüğe, beyaza ve siyaha, ona (Ali'ye) itâat etmeyi farz bilmiş, onu imâm ve yetki sahibi kılmıştır. Her muvahhid için onun hükmünü icra etmesi, sözüyle amel etmesi, emrini kabullenmesi gerekir. Her kim ona muhalefet ederse, melundur. Her kim ona tabi olursa ve onu tasdik ederse, ALLAH'ın rahmetine mazhar olacaktır. ALLAH onu ve onu dinleyip kendisine itâat eden herkesi bağışlamıştır.

    Ey insanlar, bu, böylesine bir toplulukta ayağa kalktığım son defadır. O hâlde işitiniz, itâat ediniz; Rabbiniz olan ALLAH'ın emri karşısında teslim olunuz. Zira Aziz ve Celil olan ALLAH-u Teâlâ sizin mevlânız ve mabudunuzdur. ALLAH'tan sonra (şu anda) ayakta sizleri muhatap kılan, O'nun Resulü olan MUHAMMED sizin velinizdir. Benden sonra da Ali ALLAH'ın emriyle sizin veliniz ve imâmınızdır. İmâmet makamı ondan sonra da ALLAH ve Resulü'yle görüşeceğiniz güne (Kıyamete) kadar onun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır.

    ALLAH'ın helal kıldığı hususlar dışında bir helal yoktur. ALLAH'ın sizlere haram kıldığı şey dışında da bir haram yoktur. Aziz ve Celil olan ALLAH bana helal ve haramı tanıtmış ve Rabb'imin kitabından, helal ve haramından bana öğrettiği her şeyi de ben ona ifâze etmişim (öğretmişim).

    Ey insanlar, ALLAH var olan her ilmi bende bir araya toplamıştır. Ben de öğrendiğim her ilmi takva sahiplerinin İmâmı'nda (Ali'de bir araya) topladım. Var olan her ilmi mutlaka Ali'ye öğrettim. ALLAH'ın Yasin süresinde andığı “Biz her şeyi apaçık bir imamda saymışızdır”[4] ayetindeki "İmâm-i Mübin / Apaçık İmam ) odur.

    Ey insanlar, ondan (Ali'den) başkasına yönelerek sapıklığa düşmeyin. Ondan yüz çevirmeyin; onun velâyetinden ayrılmayın. O, hakka hidâyet eder ve hak ile amel eder. Batılı iptal eder ve batıldan sakındırır. ALLAH yolunda kınayıcıların kınaması ona engel olamaz.

    O (Ali), ALLAH'a ve Resulü'ne iman eden ilk kimsedir. Bana iman husussunda hiç kimse ondan öne geçmemiştir. O, canıyla ALLAH Resulü'nün yolunda her türlü fedakarlığa katlanmıştır. İnsanlardan hiç kimse onunla ALLAH'a ibâdet etmediği bir zamanda, o, ALLAH Resulü'yle birlikteydi. Namaz kılan ilk kimse odur. Benimle birlikte ALLAH'a ibâdet eden ilk kimse de odur. ALLAH tarafından yerime yatağıma yatmasını emrettim. O da canını bana feda ederek benim yerime yatağıma yattı.

    Ey insanlar, onu üstün bilin; hiç şüphesiz, ALLAH ona üstünlük vermiştir. Onu kabul edin; şüphesiz ALLAH onu tayin etmiştir.

    Ey insanlar, o, ALLAH tarafından tayin edilen imâmdır. Her kim onun velâyetini inkâr ederse, şüphesiz ALLAH tevbesini kabul etmez ve onu bağışlamaz. ALLAH'ın ona muhalefet eden kimseye böyle davranacağı kesindir. ALLAH ona böyle yapar ve onu ebediyete kadar, sonsuza dek şiddetli azapla azaplandırır. O hâlde ona muhalefet etmekten sakının. Aksi takdirde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanan ateşe duçar olursunuz.

    Ey insanlar, ALLAH'a yemin olsun ki önceki peygamberler ve elçiler bana müjde vermişlerdir ve ben ALLAH'a yemin olsun ki peygamber ve elçilerin sonuncusuyum, gök ve yerdeki bütün yaratıkların üzerinde hüccetim. Her kim bu konuda şek ederse cahiliye küfrü gibi kâfir olmuş olur. Her kim bu sözümden bir şeyde şek ederse bana nazil olmuş olan her şeyden şek etmiştir. Her kim İmâmların birinde şüphe ederse onların tümünde şüphe etmiştir ve kim bizim hakkımızda şüpheye kapılırsa, hiç şüphesiz ateştedir.

    Ey insanlar, ALLAH, bu üstünlüğü bana bağışta bulunmuştur; bu onun bana bir minneti ve ondan bana bir ihsandır. Ondan başka ilâh yoktur. Ebediyete kadar, sonsuza dek, her haliyle ona hamd ve senâda bulunuyorum.

    Ey insanlar, Ali'yi üstün biliniz. Zira o, ALLAH rızk indirdiği ve yaratıklar baki kaldığı müddetçe kadın ve erkek tüm insanların en üstünüdür. Bu sözü reddeden ve onunla uyumlu olmayan kimse melundur, melundur; gazaba uğramıştır, gazaba uğramıştır!

    Biliniz ki Cebrâîl, ALLAH tarafından bu haberi benim için nazil kıldı ve şöyle buyurdu: "Her kim Ali'ye düşmanlık eder ve velâyetini kabul etmezse, lanetim ve gazabım onun üzerine olsun."

    Herkes yarın için önceden ne göndereceğine baksın. Ali'ye muhalefet etmekten ve ayağının sabit olduktan sonra sürçmesinden dolayı ALLAH'tan korksun. ALLAH yaptıklarınızdan hiç şüphesiz haberdardır…

    Ey insanlar, Kur'ân hakkında tefekkür ediniz, âyetlerini anlamaya çalışınız; muhkem âyetlerine bakınız, müteşabih âyetlerinin ardından koşmayınız. ALLAH'a yemin olsun ki Kur'ân'ın bütününü sizlere beyan edebilecek ve tefsirini sizler için açıklayabilecek olan kimse, benim elinden tuttuğum, onu kendime doğru yükselttiğim, pazısından tuttuğum, iki elimle kaldırdığım ve sizlere, "Ben kimin mevlâsıysam bu Ali de onun mevlâsıdır" diye bellettiğim kimsedir ve o benim kardeşim ve vasîm (yerime geçecek olan) Ali b. Ebî Tâlib'dir. Onun velâyeti, bana nazil buyuran Aziz ve Celil olan ALLAH tarafındandır.

    Ey insanlar, Ali ve onun soyundan olan temiz çocuklarım, sıql-i asğar (daha küçük değerli emanet) ve Kur'ân ise sıkl-i ekber (daha büyük değerli emanet)dir. Bu ikisinden her biri diğerini haber vermekte ve onunla uyum içinde bulunmaktadır. Onlar Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar, asla birbirinden ayrılmazlar. Biliniz ki onlar, insanlar arasında ALLAH'ın emin kulları ve yeryüzündeki hakimleridir.

    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #17
      Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

      Biliniz ki ben eda ettim! Biliniz ki ben tebliğ ettim! Biliniz ki ben duyurdum! Biliniz ki ben açıkladım! Biliniz ki ALLAH buyurmuştur ve ben Aziz ve Celil olan ALLAH adına konuşuyorum. Biliniz ki "Müminlerin Emiri" sadece benim bu kardeşimdir. Biliniz ki "Müminlerin Emiri" olmak, benden sonra ondan başka hiç kimse için helal değildir.

      Daha sonra Peygamber (s.a.a) eliyle Ali'nin (a.s) pazısından tuttu ve yukarı kaldırdı. Müminlerin Emiri (a.s) ise Peygamber (s.a.a) minberin üstüne çıktığı zamandan beri, ondan bir basamak aşağıda bulunuyordu. Peygamber'in yüzüne (s.a.a) oranla sağ tarafa meyletmişti ve dolayısıyla da her ikisi de bir mekanda durmuş gibiydiler.

      Sonra Peygamber (s.a.a) elini kaldırdı. Her ikisi de elini göğe doğru açtı. Ali'yi (a.s) yerinden kaldırdı ve ayağı Peygamber'in (s.a.a) diziyle aynı hizaya geldi. Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

      "Ey insanlar, bu Ali'dir; o benim kardeşim, vasîm, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerinde halifemdir. Aziz ve Celil olan ALLAH'ın kitabını tefsir etmekte, ALLAH'a davet etmekte, ALLAH'ı razı eden şeylerle amel etmekte, ALLAH'ın düşmanlarıyla savaşmakta, ALLAH'a itâatle dostluk etmekte ve ALLAH'a isyan etmekten sakındırmakta benim yerime geçen kimsedir.

      ALLAH Resulü'nün halifesi odur; Müminlerin Emiri odur; ALLAH tarafından hidâyet imâmı odur. Nâkısîn (ahdini bozan Cemel ashabı), Kâsıtîn (Zulmeden Muaviye taraftarları) ve Mârikîn'i (dinden çıkan Hâriciler'i) ALLAH'ın emriyle öldüren odur.

      ALLAH şöyle buyurmuştur:

      "Nezdimde söz değişmez."

      Ey Rabbim, senin emrinle şöyle diyorum: "ALLAH'ım, Ali'yi seven kimseyi sev, Ali'ye düşman olan kimseye düşman ol; ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakan kimseyi sen de yalnız bırak. Ali'yi inkâr eden kimseye lanet et; Ali'nin hakkını inkâr eden kimseye gazap et."

      Ey Rabbim, sen, bu konu aydınlandıktan ve Ali'yi bugün tayin ettikten sonra şu âyeti bana nazil buyurdun:

      "Bugün, size dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim." [Mâide: 3]

      "Kim, İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir." [Âl-i İmrân, 85]

      Ey Rabbim, seni de şahit tutuyorum ki ben tebliğ ettim.

      Ey insanlar, ALLAH dininizi imâmetle kamil buyurmuştur. O hâlde Kıyâmet gününe ve Aziz ve Celil olan ALLAH'ın huzuruna varılacağı güne kadar, her kim ona ve benim çocuklarımdan ve onun soyundan gelecek vasîlere iktida etmezse, böyle kimselerin amelleri dünya ve ahirette yok olmuş olur ve sürekli azap içinde bulunurlar; azapları asla hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.

      Ey insanlar, bu Ali, sizlerden bana en çok yardım eden, bana en lâyık olan, bana en yakın bulunan ve nezdimde en değerli olan kimsedir. Aziz ve Celil olan ALLAH ve ben ondan razıyız. Kur'ân'da Ali dışında hiç kimse hakkında rızâyet âyeti (kendisinden razı olunduğunu bildiren bir âyet) inmemiştir. ALLAH, müminlere hitap ettiği her yerde önce ona hitap etmiştir. Kur'ân'da var olan övgü âyetleri onun hakkındadır ve ALLAH, İnsan suresinde sadece onun cennete gireceğine şahadette bulunmuştur. Bu sureyi ondan başkası hakkında nazil buyurmamış ve bu sureyle ondan başkasını övmemiştir.

      Ey insanlar, o (Ali), ALLAH'ın dininin yardımcısı, ALLAH Resulü'nün (s.a.a) savunucusudur. O, takvalı, temiz, hidâyet eden ve hidâyet olmuş kimsedir. Peygamberiniz en iyi Peygamber, vasîniz en iyi vasî, onun çocukları da en iyi vasîlerdir.

      Ey insanlar, her peygamberin soyu kendi sulbündendir. Ama benim neslim, Müminlerin Emiri Ali'nin (a.s) sulbündendir.

      Ey insanlar, Şeytan Adem'i hasetle cennetten dışarı çıkardı. Sakın Ali'ye haset etmeyiniz. Aksi taktirde amelleriniz boşuna gider, ayaklarınız sürçer. Adem bir sürçme sebebiyle yeryüzüne gönderildi. Oysa Adem Aziz ve Celil olan ALLAH'ın seçtiği kimseydi. O hâlde sizler, aranızda ALLAH'ın düşmanları olduğu hâlde nasıl bir halet içinde olacaksınız? Biliniz ki sadece şekavet sahibi kimse, Ali'ye düşmanlık eder ve sadece takva sahibi kimse, Ali'yle dost olur. Ali'ye sadece halis mümin olan kimse iman eder. ALLAH'a yemin olsun ki Asr suresi Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur:

      "Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın adıyla. Asra andolsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir."

      Asra andolsun ki iman eden, hak ve sabırdan hoşnut olan Ali dışında tüm insanlar hüsran içindedir.

      Ey insanlar, ben ALLAH'ı şahit tuttum, risâletimi sizlere tebliğ ettim. Peygamber'in sadece açıkça tebliğ etmeden başka bir sorumluluğu yoktur. Ey insanlar, ALLAH'tan hakkıyla korkun ve dünyadan sadece Müslüman olarak ayrılın.

      "Ey Kitap verilenler, bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut cumartesi ashabını (Yahûdileri) lânetlediğimiz gibi lânetlemeden önce, elinizdeki Kitab'ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur'ân'a iman edin." [Nisâ: 47]

      Ey insanlar, ALLAH'a yemin olsun ki bu âyette kendilerini isim ve soylarıyla bildiğim ashabımdan bir grup kastedilmiştir. Ama onları ifşa etmemekle görevlendirildim. O hâlde her kim amel ederse, kalbinde Ali'ye karşı taşıdığı sevgi veya kinle mutabık olan şeyi bulacaktır.

      Ey insanlar, Aziz ve Celil olan ALLAH tarafından bana bir nur verilmiş, benden sonra Ali b. Ebî Tâlib'e ve ondan sonra da Mehdi-i Kâim'e kadar, onun nesline verilmiştir. Mehdi de ALLAH'ın hakkını ve bize ait olan her hakkı geri alır. Zira Aziz ve Celil olan ALLAH bizleri kusur edenlere, düşmanlık gösterenlere, muhaliflere, hainlere, günahkarlara, zalimlere ve tüm alemlerden gasp edenlere karşı hüccet karar kılmıştır.

      Ey insanlar, sizleri ALLAH'tan korkutuyorum ve uyarıyorum ki ben ALLAH'ın Resulüyüm. Benden ünce de peygamberler var olmuştur. Ben ölür veya öldürülürsem, sizler gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, ALLAH'a hiçbir zarar veremez. ALLAH çok yakında şükredenlere ve sabredenlere mükafat verecektir. Biliniz ki sabır ve şükürle nitelendirilen Ali'dir. Ondan sonra da onun neslinden olan çocuklarım da aynen böyledir.
      Ey insanlar, Müslüman oluşunuz sebebiyle bana, hatta ALLAH'a minnet etmeye kalkışmayın. Aksi taktirde ALLAH amellerinizi ortadan kaldırır, size gazap eder ve ALLAH sizleri ateşten ve (erimiş) bâkırdan alevlere müptela kılar; şüphesiz Rabb'iniz pusudadır.

      Ey insanlar, benden sonra da ateşe davet edecek olan imâmlar olacaktır; onlar Kıyâmet günü yardım görmezler. Ey insanlar, ALLAH ve ben onlardan uzağız. Ey insanlar, onlar ve yardımcıları, onlara tabi olanlar, onları takip edenler, ateşin en alt derecesinde olacaklardır ve kibirli kimselerin yeri nede kötüdür! Biliniz ki onlar, Ashab-ı Sahife'dir. O hâlde sizden her biriniz kendi sahifesine baksın."

      Ravi şöyle diyor: "Peygamber (s.a.a), "Ashab-i Sahife" adını zikredince insanların çoğu Peygamber'in bu sözden neyi kastettiğini anlamadılar. Kendileri için bir soru teşkil etti. Oradakilerden çok azı Peygamber'in maksadını anlayabildi."

      "Ey insanlar, ben hilâfet emrini Kıyâmet gününe kadar imâmet veraseti olarak neslime emanet ediyorum. Ben tebliğ etmekle görevli olduğum şeyi tebliğ ettim ki, burada hazır olan ve olmayan, dünyaya gelen ve gelmeyen herkese hüccet olsun. O hâlde Kıyâmet gününe kadar, burada hazır olanlar hazır olmayanlara ve babalar çocuklarına ulaştırsınlar.

      Çok yakında benden sonra imâmeti padişahlık olarak zulüm ve zorbalıkla alacaklardır. ALLAH gasp edenlere ve (bu hakka) tecavüzde bulunanlara lanet etsin. Bu esnada ey insanlar ve cinler, sizlere dökülmesi gerekeni döker, sizlere ateş ve (erimiş) bâkırdan alevler gönderir ve siz onu asla defedemezsiniz.

      Ey insanlar, Aziz ve Celil olan ALLAH sizleri, kötüyü iyiden ayırt etmek için başı boş bırakmamıştır. ALLAH sizleri gaipten haberdar kılmamıştır.

      Ey insanlar, ALLAH, Kıyâmet kopmadan ünce yalanlamaları sebebiyle bayındır olan her bölgeyi helak edecektir ve onu Mehdi'nin hakimiyeti altına geçirecektir. ALLAH kendi vaat ettiği şeyi uygulayacaktır.

      Ey insanlar, sizden öncekilerin çoğu helak oldu. ALLAH onları helak etti ve gelecek nesilleri de helak edecek olan O'dur. ALLAH-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

      "Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız. Suçlulara böyle yaparız. O gün yalanlamış olanların vay haline!" [Mürselât: 16-19]

      Ey insanlar, ALLAH bana emretmiş ve beni sakındırmıştır. Ben de ALLAH'ın emriyle Ali'ye emrettim ve onu sakındırdım. Emir ve yasaklama ilmi onun nezdindedir. O hâlde onun emrini dinleyiniz ki esenlikte kalasınız. Ona itâat edin ki hidâyet bulasınız. Onun yasaklamalarını kabul edin ki doğru yolda olasınız ve onun maksat ve muradına doğru hareket edesiniz ve bilinmedik yollar sizleri onun yolundan alıkoymasın.

      Ey insanlar, ben ALLAH'ın uymayı emrettiği sırat-ı mustakimiyim (doğru yoluyum). Benden sonra da Ali ve sonra onun neslinden olan çocuklarım da hidâyet imâmlarıdır. Hakka hidâyet eder, hakkın yardımıyla adalet üzere davranırlar.

      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #18
        Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

        Daha sonra Peygamber (s.a.a) şu âyeti tilavet buyurdu:

        "Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın Adıyla. Hamd alemlerin Rabbi ALLAH'a mahsustur…"

        Hamd suresini sonuna kadar okudu ve daha sonra şöyle buyurdu:

        "Bu sure benim hakkımda nazil olmuştur. ALLAH'a yemin olsun ki onlar (İmâmlar) hakkında nazil olmuştur. Genel olarak onlara şamildir; özel olarak da onlar hakkındadır. Onlar ALLAH'ın dostlarıdır; onlara bir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. Biliniz ki ALLAH'ın hizbi galip gelecektir.

        Biliniz ki onların düşmanları, sefihler (beyinsizler), sapıklar ve şeytanın kardeşleridir. Onlar batıl şeyleri gurur yüzünden birbirine iletirler.

        Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları ise ALLAH'ın kitabında kendilerini zikrettiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

        "ALLAH'a ve ahiret gününe iman eden bir millettir, babaları veya oğulları veya kardeşleri yada akrabaları olsa bile ALLAH'a ve peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin. işte ALLAH, imanı bunların kalplerine yazmıştır…" [Mücâdele: 22]

        Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları Aziz ve Celil olan ALLAH'ın kendilerini nitelendirdiği ve haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

        "İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık karıştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." [En'âm: 82]

        Biliniz ki onların (Ehlibeyt'in) dostları iman edenler ve şüpheye düşmeyen kimselerdir.

        Biliniz ki onların (Ehlibeyt'in) dostları esenlikle ve güven içinde cennete girenlerdir. Melekler selâmla onları karşılamaya gelirler ve şöyle derler: "Selâm olsun size, tertemiz oldunuz. O hâlde ebedi olarak cennete giriniz."

        Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, cennetin kendilerinin olduğu ve içinde hesapsız rızıklanan kimselerdir.

        Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları ise ateşin alevleri içine girecek olan kimselerdir. Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları cehennemden kaynadığı hâlde korkunç bir ses duyan ve cehennemin alevlenmesini gözleriyle gören kimselerdir.

        Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları ALLAH'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

        "Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lânet eder." [A'râf: 38]

        Biliniz ki Ehlibeyt'in düşmanları ALLAH'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:

        "Oraya atıldıkları zaman, bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar. Onlar: "Evet; doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık ve ALLAH hiçbir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik" derler... Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar!" [Mülk: 8-11]

        Biliniz ki Ehlibeyt'in dostları, gizlide Rab'lerinden korkan ve kendileri için mağfiret ve büyük ecir bulunan kimselerdir.

        Ey insanlar, ateşin alevleri ve büyük ecir arasındaki fasıla ne de uzundur!

        Ey insanlar, bizim düşmanlarımız, ALLAH'ın kendilerini kınadığı ve lanet ettiği kimselerdir. Bizim dostlarımız da ALLAH'ın kendilerini methettiği ve sevdiği kimselerdir.

        Ey insanlar, biliniz ki ben uyarıcı ve korkutucuyum, ALİ de müjdeleyicidir.

        Ey insanlar, biliniz ki ben uyarıcıyım ve sakındırıcıyım. ALİ ise hidâyet edicidir.

        Ey insanlar, ben peygamberim, ALİ ise benim halifemdir.

        Ey insanlar, biliniz ki ben peygamberim ve ALİ de bundan sonra benim vasîm ve imâmdır. Ondan sonraki İmâmlar da onun evlatlarıdır. Biliniz ki ben onların babasıyım. Onlar da onun (ALİ'nin) sulbünden vücuda gelecektir.

        Biliniz ki imâmların sonuncusu, bizden kıyam edecek olan, Mehdi'dir. Dinlere galip gelecek olan, odur; zalimlerden intikam alacak olan, odur; kaleleri fetheden ve onları yok eden kimse de odur; şirk ehlinden her kabileye üstün gelen ve onları hidâyet eden, odur.

        Biliniz ki ALLAH'ın evliya kullarına ait her kanın intikamını alacak olan odur. ALLAH'ın dinine yardım edecek olan da odur.

        Biliniz ki derin denizden istifade eden odur; her fazilet sahibine fazileti miktarınca ve cehalet sahibine cehaleti miktarınca karşılık verecek olan odur. ALLAH'ın seçtiği ve seçkin kıldığı kimse odur. Her ilmin vârisi ve her anlayışı ihata eden odur.

        Biliniz ki Rabb'inden haber veren odur, ilahi âyetleri yukarı yükselten odur; hidâyete eren temeli sağlam kimse odur ve işlerin kendisine ısmarlandığı kimse de odur.

        Öncekilerin müjdelediği kimse odur. Hüccet olarak baki kalacak olan odur ve ondan sonra hiç bir hüccet yoktur. Var olan her hak onunladır ve var olan her nur onun nezdindedir.

        Biliniz ki o galibi olmayan kimsedir. Hiç kimseye onun aleyhine yardım edilmez. ALLAH'ın yeryüzündeki velisi, kulları arasında hükmedicisi, gizli ve açık eminidir.

        Ey insanlar, ben sizler için açıkladım ve sizlere anlattım. Benden sonra sizlere anlatacak olan da ALİ'dir.

        Biliniz ki ben, hutbemin sonunda sizleri biat etmek ve ona ikrarda bulunmak için elinizi uzatmaya davet ediyorum ve benden sonra da sizleri kendisiyle biatleşmeye davet ediyorum.

        Biliniz ki ben ALLAH'a biat ettim, ALİ de bana biat etti ve ben de ALLAH tarafından onun için sizlerden biat alıyorum. Nitekim ALLAH-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

        "Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler (biat edenler), ALLAH'a baş eğip el vermiş sayılırlar. ALLAH'ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dünmüş olur ve kim ALLAH'a verdiği sözde vefalı davranırsa, ALLAH ona büyük bir ödül verecektir." [Fetih: 10]
        __________

        Kaynaklar :
        1. İbn-i Cebir “Nehc’ül İman” S.91-112
        2. el-Meclisi “Bihar’ül Envar” C.37, S.201-217
        3. Eş-Şeyh Cafer en-Nakdi “Envarül Aleviyye” s.60-70
        4. Faris Husün Kerim “er-Revd’un Nadir” S.19-38
        5. Et-Tıbrisi “el-İhticac” C.1, S.68- 84
        6. Es-Seyyid bin Tavus el-Hasani “el-Yakîn Fi İmret Emir’ül Müminin” S.343-361
        7. El-Fettal en-Nisaburi “Ravdat’ül Vaizin” S.89-99
        8. MUHAMMED Bakır el-Ansari “Hutbet’ül Gadir” S.25-58
        9. Ravzatü'l-Muttakîn, c.13, s.247,
        10. ALİ Rızâ Sâbirî “1001 Hadis Işı ğında İmam ALİ (as) S.202-221 587. Hadis



        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #19
          Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

          Hz. Ali (a.s)'ın Lakapları ve Erdemleri


          Hz. Ali (a.s); bağışında, dâhili işlerinde, adaletinde, zühdünde ve cihadında bu ümmetin en yüce kahramanı idi. İslam dünyasında Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabından, Hz. Ali'nin bazı sıfatlarında ona benzer biri yoktu, nerde kaldı ki bütün sıfatlarında ona benzeyebilsin. O'nun sıfat ve eserleri, iftihar ve şerefle, Müslüman olan veya olmayan bütün insanların dillerinde dolaşıp durmaktadır. Herkes, doğu Arap tarihi ve gayrisinde, kardeşi ve amcası oğlu olan Hz. Peygamber hariç onun ikinci bir nüshası olmayışında ittifak etmişlerdir.

          Ka'be'de Doğuşu

          Bütün ravi ve tarihçiler Emir'ul-Müminin Ali'nin (a.s) (ALLAH'ın evi olan) kutsal Ka'be'de doğduğunda[1] ve O'ndan başka kimsenin orada dünyaya gelmediğinde ittifak etmişlerdir. Hz. Ali'nin o kutsal mekânda dünyaya gelmesi, O'nun yücelik nişanelerinden ve ALLAH katındaki makamının azametindendir. Abdulbakî Amrî şiirinde buna şöyle değinmektedir:

          Entel aliyyullezi fevkal ula rufia
          Bi batn-i Mekke'te indel beyt'i iz vuzia
          "Sen öyle bir Ali'sin ki, yüceler üzerine yükseltilmişsin,
          Mekke içerisinde, Beyt'in (Ka'be'nin) içinde doğmuşsun.


          Hz. Peygamber'in (s.a.a) kardeşi ve ilim şehrinin kapısı (olan Hz. Ali r11;a.s-), çevresini aydınlatmak, tevhid bayrağını orada yüceltmek ve onu putperestlik ve putların pisliğinden temizlemek için ALLAH Teala'nın en kutsal evinde dünyaya geldi. Garipler babası, fakirler kardeşi, mazlum ve mahrumların sığınağı olan Hz. Ali (a.s) bu azametli evde doğdu ki, emniyet, refah ve istikrar ruhunu onların hayatına yaysın; fakirlik ve yoksulluk gölgesini onların hayatından silip atsın.
          Bahta şeyhi ve Kureyş mümini olan babası Ebu Talip, onu "Ali" olarak adlandırdı. Bu isim, isimlerin en güzelidir. Şüphesiz imam Ali (a.s); bağış, üstünlük ve ALLAH Teala'nın kendisine bağışladığı güç, ilim, edep ve fazilette yüce bir mertebeye sahipti.
          Beyan emiri ve İslamî adalet öncüsü olan Hz. Ali (a.s), Fil Yılından 30 yıl sonra, Hz. Peygamber'in bisetinden ise 12 sene sonra Recep ayının 13'ünde Cuma günü dünyaya geldi.[2]

          Lakapları

          Hakk'ın emri Hz. Ali (a.s) birçok lakaplarla lakaplanmıştır. Bu lakaplar, O'nun güzel sıfatlara sahip olduğunu göstermektedir. O lakaplardan bazıları şunlardır:

          1- Sıddîk[3]

          Hz. Ali'nin (a.s) bu lakapla lakaplanmasının sebebi, O'nun Resulullah'ı (s.a.a) ilk tasdik eden kimse olduğundan ve ALLAH tarafından gelen bütün şeylere iman ettiğinden dolayıdır. Nitekim kendisi şöyle buyurmuştur:
          "Ben sıddîk-ı ekberim, Ebubekir iman etmeden önce ben iman ettim, o Müslüman olmadan önce ben İslam'a girdim." [4]

          2- Vasiyy

          Hz. Ali (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) vasisi olduğundan dolayı bu lakapla lakaplandı. Bu lakabı, bizzat Resulullah'ın kendisi O'na takmıştır. Nitekim şöyle buyurmuştur:
          "Şüphesiz benim vasim, sırrımın yeri, kendimden sonraya bıraktığım en hayırlı kimse, vaadimi yerine getiren ve borcumu ödeyen, Ali b. Ebî Talip'tir." [5]

          3- Faruk

          İmam Ali'nin (a.s) bu lakapla anılmasının sebebi, hakla batılı birbirinden ayırdığı içindir. Bu lakap Hz. Peygamber'in hadislerinden alınmıştır. Zira bizzat Hz. Peygamber'in kendisi onu bu lakapla anmıştır. Ebuzer ve Salman şöyle rivayet ederler: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'nin elinden tutarak şöyle buyurdular:
          "Bu, bana ilk iman edendir; bu, kıyamet günü benimle ilk musafaha edecek olandır; bu, en büyük sıddîktır; bu, bu ümmetin faruku ve hakla batılı birbirinden ayırandır." [6]

          4- Ya'sub'ud-Din

          Ya'sup, lügatte; arı beyine denir. Daha sonra bu sıfat, kendi kavminin ileri gelen değerli efendisine de ıtlak olmuştur. Bu lakap İmam Ali'nin, Hz. Peygamber'in kendisine taktığı lakaplardandır. Nitekim şöyle buyurmuştur:
          "Bu, -Hz. Ali'ye işaret ederek- müminlerin beyidir; mal da zalimlerin beyidir." [7]

          5- Emir'ul-Müminin

          İmam Ali'nin (a.s) meşhur lakaplarından biri de Emir'ul-Müminin'dir.
          Bu lakabı Hz. Peygamber (s.a.a) ona vermiştir. Ebu Nuaym kendi senediyle Enes'ten şöyle rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ya Enes! Abdest almam için su dök." Sonra kalkıp iki rekât namaz kıldı. Daha sonra buyurdular ki: "Ya Enes! Bu kapıdan sana gelecek ilk şahıs, müminlerin emiridir; Müslümanların efendisidir; meşhurların (veya alnı nurluların) komutanıdır; vasilerin sonuncusudur."

          Enes diyor ki: "Gizli bir şekilde; "ALLAH'ım, onu Ensar'dan olan bir kişi kıl" dedim. Bu esnada Hz. Ali geldi. Hz. Peygamber; "Bu gelen kimdir ya Enes?" diye sordu. Cevaben; "Ali'dir" dedim. Derken sevinçli bir şekilde kalkıp O'nunla muhabbetle kucaklaştı. Daha sonra O'nun yüzünün terini, yüzüyle silmeye başladı. Ali (a.s); "Ya Resulellah! Daha önce bana karşı yapmadığın bir hareketi yaptığını gördüm!" dedi. Hz. Peygamber cevabında; "(Bu) bana mani olamaz! Oysa sen benden taraf (borcumu) eda edeceksin, onlara sesimi duyuracaksın, benden sonra hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklayacaksın"[8] buyurdular.

          6- Hüccetullah

          Hz. Ali'nin (a.s) yüce lakaplarından biri de "Hüccetullah"tır. Şüphesiz Hz. Ali (a.s), ALLAH'ın, kullarına olan hüccetidir; onları sağlam ve doğru yola hidayet etmektedir. Bu lakabı Hz. Peygamber (s.a.a) ona vermiştir. Nitekim şöyle buyurmuşlardır: "Ben ve Ali, ALLAH'ın kullarına olan hüccetiyiz." [9]
          Bunlar, Hz. Ali'nin (a.s) değerli lakaplarından örneklerdi. İmam Emir'ul-Müminin Ansiklopedisinin 1. cildinde, Hz. Ali'nin, burada nakletmediğimiz lakaplarından altı tanesini de zikrettik ve orada O'nun künye ve sıfatlarına da geniş bir şekilde değindik.

          Yetişip Büyümesi

          Emir'ul-Muminin Ali (a.s), çocukluk dönemimi Betha şeyhi, Kureyş mümini ve her fazilet, şeref ve kerametin açık örneği olan babası Ebu Talib'in gözetim ve koruması altına geçirdi. O'nun eğitim ve terbiyesini, iffet, taharet ve zatî yücelikte asrının kadınlarının hanım efendisi olan annesi Fatıma üstlendi. O'nu, güzel ahlak, iyi adet ve değerli edeplerle eğitip yetiştirdi.

          Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Ali'yi (a.s) Himayesi Altına Alıp Terbiye Emesi

          Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'yi (a.s), bakımı için çocukluk şafağında himayesi altına aldı. O zaman amcası Ebu Talip ekonomi sıkıntı içerisinde idi. Derken Peygamber (s.a.a) amcaları Hazma ve Abbas'ın yanına gitti, amcası Ebu Talib'in durumunun çok kritik olduğunu onlara iletti ve onlardan amcasının yükünü omuzlanmalarını istedi. Onlar da Hz. Peygamber'e olumlu cevap verdiler. Bu istek üzerine Abbas, Talibi, Hazma, Cafer'i, Peygamber'in kendisi de Ali'yi himayeleri altına aldılar. Artık Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) kucağında, şefkat ve sevgisinin zirvesinde yer almıştı. Peygamber (s.a.a), bütün değer, usul ve sıfatlarını O'nun can ve ruhunun derinliklerine ekti.

          Hz. Ali (a.s), hayatının ilk aşamasında İslam'ı kabullendi ve ona iman etti. Herkesten daha çok Hz. Peygamber'e sarıldı, O'nun ahlakıyla ahlaklandı ve O'nun risaletini kavradı.

          Hz. Ali'nin (a.s) kendisi, Hz. Peygamber'in (s.a.a), kendisini ne kadar gözettiğini ve kendisine ne kadar alaka ve yakınlık gösterdiğini şöyle açıklamaktadır:
          "Resulullah'a (s.a.a) ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl özel bir makama ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni kucağına alır, bağrına basar, yatağında yer verir, vücudunu bana dokundurur ve güzel kokusunu bana koklatırdı. Lokmayı çiğnedikten sonra bana yedirirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne de işimde bir bozukluk bulmuştur... Ben, memeden kesilmiş yavru annesinin arkasından nasıl giderse, onu öylece takip ederdim. Her gün ahlakından birini bana gösterir ve ona uymamı emrederdi..." [10]

          Bu sözler, Hz. Peygamber'le Hz. Ali'nin aralarındaki irtibatının ne kadar derin olduğunu ve Hz. Peygamber'in şefkat, merhamet ve yüce eğitimiyle İmama nasıl da bağışta bulunduğunu çok güzel bir şekilde göstermektedir.

          Hz. Peygamber'i (s.a.a) Himaye Etmesi

          Peygamber-i Ekrem (s.a.a), cahiliye düşünce, taklit ve adetlerini sarsıp yok eden büyük kıyamını başlattığında, Kureyş Peygambere karşı koymak için harekete geçti ve O'nu susturmak için bütün vesilelere başvurdu; hatta çocuklarına, Peygamber'i taşlamalarını bile emrettiler. Genç yaşta olan İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında yer alarak onu savunuyor ve taş atan çocukların uhdesinden gelip onları cezalandırıyordu. Çocuklar O'nun Peygamber'in yanında olduğunu görünce, korkarak kaçıp babalarına sığınıyorlardı.

          İslam'a Sıbkatı (koşuşu)

          İmam Ali'nin (a.s), Resulullah'a (s.a.a) ilk iman etmesi ve davetine olumlu cevap vermesi hususunda tarihçiler ve raviler arasında ittifak vardır. Nitekim kendisi, bu ümmetten ALLAH'a ibadet eden ilk şahıs olduğunu şu sözüyle ilan etmiştir:
          "Andolsun ki, bu ümmetten bir kişi (bile) ALLAH'a ibadet etmeden ben O'na ibadet ettim."[11]

          Emir'ul-Müminin Ali (a.s), -ravilerin icmasına göre- cahiliyet putlarıyla kirletmedi onun karanlık elbisesini giyinmedi, başkalarının secde ettiği gibi kesinlikle puta secde etmedi.
          Makrizî şöyle diyor: "Hz. Ali b. Ebi Talib el-Haşimî, asla ALLAH'a şirk koşmadı. Bunun sebebi, ALLAH Teala'nın O'nun hayrını dilediğinden dolayıdır. Bundan dolayı O'nu, Peygamberlerin efendisi olan amcası oğlunun (yani Hz. Peygamber'in) kefaleti altına aldı."[12]

          Şuna da değinelim ki, müminlerin annesi olan Hatice de Hz. Ali'yle birlikte iman etti. İmam Ali'nin (a.s) kendisi, kendisiyle Hatice'nin İslam'a olan imanından şu şekilde söz etmiştir:
          "O gün İslam'da hiçbir ev, Resulullah'la Hatice'yi bir araya toplamadı, meğerki ben de onların üçüncüsü idim." [13]

          İbn-i Abbas şöyle demiştir: "Ali, ALLAH'a ve ALLAH'ın elçisi olan MUHAMMED'e (s.a.a) ilk iman eden kimsedir." [14]

          İmam Ali (a.s), İslam'a kucak açtığında yedi yaşında idi; dokuz yaşında[15] diyenler de olmuştur. İmam Ali'nin (a.s) herkesten önce İslam'a sıbkatı, Müslümanların ittifak ettiği şeylerdendir. Bu da O'nun için en üstün şeref ve onurdur.

          Hz. Peygamber'e (s.a.a) Sevgisi

          Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber'e duyulabilecek en yüce derecede sevgi duyur ve O'nu severdi. Bir adam İmam'a, Hz. Peygamberi ne derecede sevdiğini sorduğunda şöyle buyurdu: "ALLAH'a andolsun ki, Hz. Peygamber, bizim mallarımızdan, evlatlarımızdan, annelerimizden ve susamışa serin sudan daha sevimli idi..." [16]

          Hz. Peygamber'i ne kadar sevdiğinin göstergelerinden biri de şu ki, bir gün bir bahçenin yanına vardığında bahçe sahibi; "Bu bahçeyi, her kova suya bir hurma karşılığında sular mısın?" dediğinde İmam (a.s) onu sulamaya başladı. Bahçe sahibi her kova suya karşılık bir hurma hazrete verdi, öyle ki avucu hurmayla doldu. Derken bu hurmaları Hz. Peygamber'e götürüp O'na verdi. [17]

          Yevm'ud-Dar

          Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Rabbinin mesajını akrabalarına iletmekle görevlendiğinde, gençliğinin ilk çağlarında olan İmam Ali'yi (a.s) yanına çağırarak akrabalarını evine davet etmesini istedi. Peygamber'in (s.a.a) amcalarından Ebu Talip, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb de davetliler arasında idi. Davetliler geldiğinde onlar için sofra açıldı. Herkes yiyip doydu, ama yemekten bir şey eksilmedi.

          Yemekten geri çekildiklerinde Peygamber (s.a.a) ayağa kalkarak onları İslam'ı kabullenmeye ve putları terk etmeye davet etti. Bu esnada Ebu Leheb Peygamber'in (s.a.a) sözünü keserek orada bulunanlara şöyle dedi: "O size sihir yaptı." Bu toplantı hiçbir netice vermeden sona erdi. İkinci bir gün Peygamber (s.a.a) diğer bir toplantı daha düzenledi. Davetliler hazır olup yemeklerini yediklerinde Peygamber (s.a.a) ayağa kalkarak şöyle buyurdular: "Ey Abdulmuttalip oğulları! ALLAH'a andolsun ki, Araplar içerisinde, kendi kavmine, benim size getirdiğimden daha üstün bir şey getiren bir genç tanımıyorum. Ben, dünya ve ahiret hayrını size getirdim. Şüphesiz ALLAH Teala, sizi O'na davet etmekle beni görevlendirdi. Bu konuda hanginiz bana katkıda bulunursa, o benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifem olacaktır."

          Hz. Ali (a.s) hariç orada bulunan herkes, başlarının üzerinde (yırtıcı) bir kuş durmuşçasına cevap vermekten çekindiler. İlk genlik çağlarında olan İmam Ali (a.s), Peygamber'in (s.a.a) yanına yaklaşarak tam bir cesaretle; "Ey ALLAH'ın peygamberi! Bu konuda ben senin vezirin (yardımcın) olmak istiyorum" dedi.

          Derken Peygamber (s.a.a) elini onun boynuna atarak, orada bulunanlara şöyle buyurdu: "Şüphesiz bu; benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifemdir."

          Bu esnada mayası bozuk kötü insanlar ses koparmaya ve Ebu Talib'e alaycasına; "O (Peygamber) sana, oğlunu dinleyip ona itaat etmeni emretti!"demeye başladılar. [18]

          Üzerinde ittifak edilen bu hadis, Emir'ul-Müminin Ali'nin (a.s) imametine açıkça delalet etmektedir. Bu hadis, Hz. Ali'nin, Hz. Peygamber'in (s.a.a) veziri, vasisi ve halifesi olduğunu göstermektedir. Biz, "Mevsuat-u İmam Emir'il-Müminin (a.s)" kitabının 1. cildinde bu hadisin verilerine geniş bir şekilde değindik.

          Şi'b-i Ebî Talip'te

          Kureyiş'in ileri gelenleri, Hz. Peygamber'in (s.a.a), diğer insanlarla irtibat kurmaması, onların inançlarını değiştirememesi ve onların beyinlerini cahiliyet fikri pençesinden temizlememesi için O'nu Şi'b'i Ebî Talip'te hapsetmek ve zorunlu olarak orada yaşatmak hususunda görüş birliğine vardı ve Haşimî ailesine karşı şöyle bir karar aldılar:
          1- Haşimî olan bir kızla evlenmeyecekler.
          2- Haşimî olan bir erkeğe kız vermeyecekler.
          3- Haşimî olan biriyle alış-veriş yapmayacaklar.

          Bu konuda bir vesika yazıp onu Ka'be'nin içerisine astılar.

          Hz. Peygamber (s.a.a), kendisine iman eden Haşimiler ve onların öncüleri olan Emir'ul-Müminin Ali'yle (a.s) birlikte Şi'b'i Ebî Talip'te ikamet etmek zorunda kaldı. Hz. Peygamber'e iman edenler, düşmanın baskısından dolayı artık oradan dışarı çıkamıyorlardı, birçok çileler çekiyorlardı. Ümm'ül-Müminin Hatice (r.a) kendi malıyla onların ihtiyaçlarını karşılıyordu. Öyle ki artık sahip olduğu onca malı tükenmiş oldu. Hz. Peygamber (s.a.a), ailesiyle birlikte 2 yıl veya daha fazla Ebu Talip deresinde mahpus kaldı. Nihayet, ALLAH-u Teala, beyaz karıncayı, Kâbe'de asılan vesikaya musallat etti, onu yemeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.a) bu olayı amcası Ebu Talib'e haber verdi. Derken Ebu Talip süratle müşriklerin yanına giderek onları bu olaydan haberdar etti. Müşrikler de hemen kalkıp süratle mektubun olduğu yere gittiler ve mektubu Hz. Peygamber'in buyurduğu şekilde görünce şaşkınlığa uğradılar. Kureyişlerden bir grup kimse, kavimlerinin yanına giderek Peygamber'den (s.a.a) el çekmelerini istediler, onlar da bunların sözlerini kabul ettiler. Derken Peygamber (s.a.a) ailesiyle birlikte duçar oldukları zindandan dışarı çıktılar.

          Hz. Peygamber (s.a.a), Şi'bi Ebî Talip'ten dışarı çıkar çıkmaz, Kureyiş'in tehdidine ve cezalandırma ittifaklarına aldırış etmeksizin halkı tevhide ve cahiliyet adetlerini bırakmaya davet etmeye başladı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a), amcası Ebu Talip, İmam Ali ve diğer akrabalarının himayesi altında idi. Onlar vurucu güçlü bir gruptular (düşman kolay kolay onlara saldırmaya cesaret edemiyordu). Ebu Talip şu sözleriyle Hz. Peygamber'i risalet görevini yapmaya teşvik ediyordu:

          Git oğlum, sana kusur yoktur,
          Git, bu işinle gözleri aydınlat.

          ALLAH'a andolsun ki, onlar sana ulaşamayacak,
          Ben başımı toprağa koymadıkça.

          Beni davet ettin, hayrımı istediğini anladım,
          Andolsun ki doğru söyledin, önceden de emindin.

          Şüphesiz, anladım ki MUHAMMED'in dini,
          Bütün dinlerden daha hayırlı bir dindir.

          O halde kendi işini açıkla, sana bir zillet yok,
          Bununla müjdele ve gözleri aydınlat.


          Bu şiir, İslam'ın himayecisi ve Müslüman kahramanlarının ilk mücahidi olan Ebu Talib'in imanının ne derecede derin ve yüce olduğunu göstermektedir. Onun Müslüman olmadığını zanneden kimsenin eli ve fikri kurusun. Onun oğlunun (Hz. Ali'nin) cennetle cehennemi bölmesini bilmesine rağmen böyle düşünen bir kimse, cehennemin ortasındadır.
          Şüphesiz Ebu Talip, İslamî inancın rükünlerinden bir rükündür. Eğer onun takındığı yüce tavrı ve tutumu olmasaydı, İslam'ın adı-sanı kalmazdı ve Peygamber (s.a.a) ortaya çıkar çıkmaz Kureyiş onu yok ederdi.

          İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Yatağında Yatması

          İmam Ali'nin (a.s), çok değerli faziletlerinden biri de canıyla Peygamber'i (s.a.a) koruması ve onun yolunda ölüme göğüs germesidir. İmam Ali (a.s), İslam dünyasında ilk fedaidir (canını Peygambere feda edendir).

          Kureyiş, Hz. Peygamber'i (s.a.a) fiziki olarak ortadan kaldırmak için onu öldürmek üzere ittifak etti. Bundan dolayı, kılıçlarını çekerek her taraftan Hazretin evini sardılar. Derken Peygamber (s.a.a), amcası oğlu İmam Ali'yi (a.s) yanına çağırarak, düşmanların kendisini öldürmek için toplandıklarını ona bildirdi ve ona kendi yatağında yatmasını ve düşmanların, onun Peygamber olduğunu zannetmeleri için de yeşil abasını giyinmesini emretti. İmam Ali (a.s) büyük bir sevinç ve mutlulukla Peygamber'in emrini kabul etti ve canını O'na feda edeceğini rüyasında bile görmemişti.

          Peygamber (s.a.a), onlar farkına varmaksızın onların önünden geçip gitti ve bir avuç toprak onların kirli yüzlerine serperek; "Yüzler zilletten çirkin olsun" dedi ve şu ayeti okumaya başladı. "Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler." [19]

          İmam Ali'nin (a.s) Peygamber'in (s.a.a) yatağında yatması, onun cihadından parlak bir sayfadır ve eşi olmaya bir menkıbedir. ALLAH Teala bu hususta bir ayet nazil ederek şöyle buyurmuştur: "İnsanlardan öyleleri de var ki, ALLAH'ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder." [20]

          Bu şerefin, İslamî davette, Müslümanlardan hiç kimsenin ona erişemediği çok önemli bir rolü vardır.
          Şeyh Haşim-i Ka'bî, İmam'a (a.s) yönelik şöyle diyor:
          "İmam Ali (a.s), kardeşini (Peygamberi) bu çetin mihnetten kurtarmak ve O'nu düşmanların şerrinden korumak için o gecesi uyumayıp ALLAH'a yalvarıp yakarmakla meşgul oldu.

          Sabah ışığı söktüğünde azgın müşrikler yalın kılıçlarıyla Hz. Peygamber'in (s.a.a) divanına saldırdılar. Ama İmam Ali (a.s) bir aslan gibi onların karşısına dikildi. Hz. Ali'yi görünce, şaşkınlığa uğrayıp korktular ve "MUHAMMED nerdedir?" diye ona bağırdılar.

          İmam Ali (a.s) sert bir şekilde; "Beni ona koruyucu mu kılmıştınız?" diye cevaplarını verdi. Durumun böyle olduğunu görünce ümitsiz bir şekilde geri dönmek zorunda kaldılar. Onları bütün çirkinlikten kurtarmak ve onları yüceltmek için gelen Hz. Peygamber (s.a.a) artık onların elinden kurtulmuştu. Kureyş müşrikleri İmam'a kin duymaya ve öfkeyle O'na bakmaya başladılar. Ama İmam (a.s) onlara önem vermez, onları küçümser ve sabah akşam onların yanından gelip geçer ve onlarla alay ederdi.

          İmam Ali'nin Yesrib'e (Medine'ye) Hicreti

          Hz. Peygamber (s.a.a), Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde, İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a)'in yanındaki emanetleri sahiplerine verdi ve O'nun borçlarını ödedi. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) İmam'a bu işleri yapmasını vasiyet etmişti. Çok geçmeksizin, kardeşi ve amcası oğlu olan Hz. Peygamber'e ulaşmak için Medine'ye hicret etti. Fatımaları[21] da kendisiyle birlikte götürdü. Kureyiş'in azgınlarından yedi kişi, onlara yetişerek onları bu seferden alıkoymak istediler. Ama İmam (a.s) tam bir cesaretle onlara saldırarak onlardan bir kişiyi öldürdü, geri kalanlarsa ise kaçmak zorunda kaldılar.
          _____________
          1 - Müruc'uz- Zeheb, c. 2, s. 3; Fusul'ul- Muimme (İbn-i Sabbağ), s. 24; Metalib'us- Süul, s. 22; Tezkiret'ul- Havass, s. 7; Kifayet'ut-Talib, s. 37; Nur'ul- Ebsar, s. 76; Nozhet'ul- Mecalis, c. 2, s. 204; Şerh'uş-Şifa, c. 2, s. 15; Ğayet'ul- İhtiras, s. 97; Abkariyyat'ul- İmam (Akkad), s. 38; Müstedrek'ul- Hakim, c. 3, s. 483; bu kaynakta şöyle nakledilmiştir: "Esed kızı Fatıma'nın, Emirü'l-Mğminin Ali b. Ebî Talib'i Ka'be'de dünyaya getirdiğine dair hadisler mütevatirdir."
          2 -Hayat'ul-İmam Emir'ul-Muminin (a.s), c. 1, s. 32; Menakıb-ı Âl-i Ebî Talip'ten naklen, c. 3, s. 90
          3 -Tarih'ul-Hamis, c. 2, s. 275
          4 - el-Mearif, s. 73; ez-Zehâir, s. 58; er-Riyaz'un-Nezire, c. 2, s. 257
          5 - Kenz'ul- Ummal, c. 6, s. 154
          6 - Mecma'uz-Zevaid, c. 9, s. 102; Feyz'ul- Kadir, c. 4, s. 358; Kenz'ul- Ummal, c. 6, s. 156; Fezail'us- Sahabe, c. 1, s. 296
          7 - Mecma'uz- Zevâid, c. 9, s. 102
          8 - Hilyet'ul- Evliya, c. 1, s. 63
          9 - Kenz'ul- Hakaik, el-Menavî, s. 43
          10 - Nehc'ul- Belağa, hutbe: 192
          11- Sıfat'us- Safve, c. 1, s. 162
          12 - İmta'ul- Esmâ, c. 1, s. 16
          13 - Hayat'ul- İmam Emir'ul- Muminin (a.s), c. 1, s. 54
          14 - Şerh-i Nehc'ul- Belağa (İbn-i Ebî'l-Hadid), c. 4, s. 116
          15 - Sahih-i Termizî, c. 2, s. 301; Tabakat-i İbn-i Sa'd, c. 3, s. 21; Kenz'ul- Ummal, c. 6, s. 400; Tarih-i Taberî, c. 2, s. 55
          16 - Hazanet'ul- Edeb, c. 3, s. 213
          17 - Tarihu't-Taberî, c. 2, s. 63; Tarih-i İbn'i Esir, c. 2, s. 24; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 263; mezkur hadis onun rivayetine göre mücmaun aleyhtir.
          18 - Tarih-i Taberi, c. 2, s. 63; Tarih-i İbn-i Esir, c. 2, s. 24; Müsned-i Ahmed: 263
          19 - Yâsin/9
          20 - Bakara/207
          21 - Fatımalardan maksat: Resulullah'ın kızı Fatıma'tüz- Zehra, Hz. Ali'nin annesi Esed kızı Fatıma ve Zübeyr kızı Fatıma'dır
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #20
            Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

            Allah razı olsun ellerine sağlık..

            Yorum


              #21
              Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

              [quote author=Divane-i ABBAS link=topic=2088.msg10189#msg10189 date=1236544140]
              Allah razı olsun ellerine sağlık..
              [/quote]
              Amin cümlemizden inş.
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #22
                Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                Hz. Ali (a.s) Kur'an-ı Kerim Sahasında

                Kur'an-ı Kerim birçok açık ayetlerde, Emir'ul-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) faziletlerini vurgulamakta, Hz. Peygamber'den sonra en yüce şahsiyet olduğunu ortaya koymakta ve O'nun ALLAH katında çok saygın birisi olduğunu beyan etmektedir. Birçok kaynak kitaplar, Kur'an'dan üç yüz ayetin [1] O'nun hakkında nazil olduğunu bildirmekteler. Bu ayetler, O'nun fazilet ve imanını vurgulamakta ve O'nu övmekteler.
                Şuna da değinmemiz yerinde olur ki, bunca ayet, İslam şahsiyetlerinden hiç kimsenin hakkında nazil olmamıştır. Ayetlere gelince; ayetler birkaç kısımdır:

                Bazıları, sadece O'nun hakkında nazil olmuşlardır.
                Bazıları, O'nun ve Ehl-i Beyt'inden olan yüce şahsiyetler hakkında nazil olmuşlardır.
                Bazıları, O'nun hakkında ve bir grup seçkin sahabeler hakkında nazil olmuşlardır.
                Bazıları da, O'nun ve O'nun düşmanlarının zemmi hakkında nazil olmuştur.

                Hz. Ali (a.s) Hakkında Nazil olan Ayetler

                İmam Ali'nin fazileti, şanının yüceliği ve makamının büyüklüğü hakkında nazil olan ayetlerden bazıları şunlardır:


                1- ALLAH Teala buyurmuş ki: "Şüphesiz sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır." [2]
                Taberi kendi senediyle İbn-i Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: "Bu ayet nazil olduğunda Hz. Peygamber (s.a.a) elini Hz. Ali'nin göğsüne bırakarak şöyle buyurdu: "Ben uyarıcıyım ve her kavmin bir hidayetçisi vardır." Ve Ali'nin omzuna işaret ederek ederek de şöyle buyurdular: "Sen hadi (hidayet edici-rehber) sin, benden sonra hidayet olucular seninle hidayet olacaklar." [3]


                2- ALLAH Teala buyurmuştur ki: "Belleyici kulaklar onu bellesin." [4]
                İmam Ali (a.s) bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur:
                "Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki: "Ya Ali, Rabbimden istedim ki, onu senin kulağın kılsın." Bundan dolayı Resulullah'tan duyduğum hiçbir şeyi unutmadım." [5]


                3- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları ALLAH katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler."[6]

                Kitapların yazdığına göre İmam Ali'nin (a.s) yanında dört dirhem vardı; bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, bir dirhemini gizli, bir dirhemini de açıkta infak (hayra sarf) etti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); "Neden böyle yaptın?" diye sorunca şöyle dedi: "Bana vaatte bulunduğunu ALLAH'a gerekli sayıyorum." Derken Hz. Ali (a.s) hakkında bu söz konusu ayet nazil oldu. [7]


                4- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "İmam edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır."[8]
                İbn-i Asakir, kendi senediyle Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini nakletmektedir: "Biz Peygamber'in (s.a.a) yanında olduğumuz bir sırada Hz. Ali (a.s) yanımıza geldi. Derken Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: "Canım elinde olana andolsun ki, bu ve Şiileri, kıyamet günü kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." İşte mezkûr ayet, O'nun hakkında nazil

                5- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (bilenlere) sorun."[10]

                Taberi, kendi senediyle Cabir-i Co'fî'den şöyle naklediyor: Bu ayet nazil olduğunda Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Zikir ehli biziz." [11]

                6- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. ALLAH seni insanlardan koruyacaktır."[12]

                Bu ayet, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Haccet'ul-Veda'dan döndüğünde, "Gadir-i Hum" denen yerde O hazrete nazil oldu. ALLAH Teala bu ayeti Hz. Peygamber'e nazil ederek O'na, İmam Ali'yi kendi yerine halife tayin etmesini emretti. Bu nedenle Peygamber'i Ekrem (s.a.a) İmam Ali'yi kendisinden sonra ümmete halife ve lider tayin etti ve meşhur sözünde şöyle buyurdular: "Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. ALLAH'ım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardımda bulunana yardımda bulun, onu bırakıvereni bırakıver."

                Bu esnada Ömer ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey İbn-i Ebî Talip, afiyet (kutlu) olsun; sen benim ve her mümin erkek ve kadının mevlası oldun ."[13]


                7- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim."[14]
                Bu ayet, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), İmam Ali'yi kendi yerine halife atadıktan sonra Zilhicce'nin 18. günü nazil oldu.[15]

                Bu ayet nazil olduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: "ALLAH-u Ekber, din ikmal edildi, nimet tamamlandı, Rabbim elçiliğime ve Ali b. Ebî Talib'in velayetine razı oldu."[16]


                8- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Sizin veliniz ancak ALLAH'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki namaz kılar ve rükû ettikleri halde zekât verirler."[17]

                Yüce sahabelerden olan Ebuzer-i Gifarî şöyle diyor: "Resulullah'la (s.a.a) birlikte öğle namazını kıldık. Bu sırada bir fakir halktan yardım istedi, fakat kimse ona bağışta bulunmadı. Fakir bu durumu görünce, ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi: "ALLAH'ım, şahit ol ki, Peygamber'in camisinde halktan yardım istedim fakat kimse bana bir şey vermedi."

                O bu sözleri dediğinde Hz. Ali (a.s) rükû halinde idi, sağ elinin, yüzük bulunan küçük parmağıyla ona işaret etti, o da ona doğru gidip Hz. Peygamber'in huzurunda yüzüğü onun parmağından çıkardı. Bu duruma şahit olan Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: "ALLAH'ım, kardeşim Musa (a.s) senden istekte bulunarak şöyle dedi: "Rabbim, göğsümü genişlet, işimi bana kolaylaştır, dilimden (şu) bağı çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver, kardeşim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir ve onu işime ortak kıl."[18]

                Sen de cevabında şöyle buyurdun: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size bir kudret vereceğiz."[19] ALLAH'ım, ben senin Peygamberin ve halis kulun olan MUHAMMED'im. O halde göğsüme genişlik ver, işimi bana kolaylaştır, ailemden bana bir vezir (yardımcı) ver, (kardeşim) Ali'yi. Onunla arkamı kuvvetlendir."
                Ebuzer der ki: "ALLAH'a andolsun ki, Hz. Peygamber (s.a.a) sözlerini bitirmeden Cebrail nazil olarak şöyle dedi: "Ya MUHAMMED! Oku: "Sizin veliniz (önderiniz) ALLAH'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki namaz kılar ve rükû halinde zekât verirler."[20]

                Bu genel velayet ayeti, ALLAH-u Teala'da, Resulünde ve Emir'ul-Müminin Ali'de sınırlanmıştır. Hz. Ali'nin şan ve makamının azameti için fiiller cem kipiyle gelmiştir. Cümle, ismiyye olmasıyla birlikte "innema" (sadece) kelimesiyle de has kılınmış ve böylece genel velayeti O'nun için pekiştirmiştir. Hassan b. Sabit, ayetin İmam Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu şiire dökerek şöyle demiştir:
                Men za bihatemihi tesaddek rakia
                Ve eserreha fî nefsihi israra.

                Yüzüğünü rükû halinde sadaka veren bu şahsiyet kimdir ki onu kendi nefsinde bir çeşit gizledi?[21]

                Ehl-i Beyt (a.s) Hakkında Nazil olan Ayetler

                Kur'an-ı Kerim, Ehl-i Beyt (a.s) hakkında birçok ayetler içermekte ve bu ayetler onların efendisi olan Emir'ul-Müminin Ali'yi de kapsamına almaktadır. O ayetlerden bazıları şunlardır:

                1- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz ALLAH bağışlayan, şükrün karşılığını verendir."[22]

                Müfessir ve ravilerin çoğunun görüşü şudur ki, ALLAH'ın, sevgilerini kullara farz kıldığı akrabadan maksat; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhim'us-selam) dir. Ayetteki "iktiraf' ul-hasene" den maksat da, onların sevgisi ve dostluğudur. Bu ayet hakkında şöyle demişlerdir:
                İbn-i Abbas diyor ki: "Bu ayet nazil olduğunda ashap; "Ya Resulellah! Dostluk ve sevgileri bizlere farz kılınan akrabaların kimlerdir?" diye sorduklarında, Peygamber (s.a.a); "Ali, Fatıma ve onların iki oğludur"[23] buyurdular.

                Cabir b. Abdullah şöyle rivayet ediyor: Bir göçebe Arap Peygamber'in (s.a.a) yanına gelerek şöyle dedi: "İslam'ı bana sun." Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: "ALLAH'tan başka bir ilah olmadığına, O'nun tek olduğuna, ortağı bulunmadığına ve MUHAMMED'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmendir."

                - Göçebe Arap: "Buna karşı bir ücret istiyor musun?"
                - Peygamber (s.a.a): "Akrabaların sevgisi dışında bir şey istemiyorum."
                - Göçebe Arap: "Akrabaların mı yoksa yakınların mı?"
                - Peygamber (s.a.a): "Akrabalarım."
                - Göçebe Arap yaklaşarak şöyle demeye başladı: "Gel biat edeyim; seni ve akrabalarını sevmeyene ALLAH'ın laneti olsunr30; Peygamber (s.a.a) de hemen cevabında; "Âmin" [24] dedi.

                2- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dâhil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı, siz kendinizi, biz de kendimizi çağıralım sonra dua edelim de ALLAH'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim."[25]
                Bütün müfessir ve hadis ravileri, bu ayetin Ehl-i Beyt (a.s) hakkında nazil olduğuna dair ittifak etmişlerdir. Çocuklardan maksat; rahmet torunları ve hidayet imamları olan İmam Hasan ve İmam Hüseyin'dir. Kadınlardan maksat da, iki alemin kadınlarının hanım efendisi olan Hz. Peygamber'in kızı Fatimet'uz-Zehra'dır. Kendimiz (enfüsena) den maksat da, Ehl-i Beyt'in efendisi olan Emir'ul-Müminin Hz. Ali (a.s)'dır.[26]

                3- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Hel eta ale'l-insanir30;"[27]
                Müfessir ve ravilerin birçoğu bu surenin, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i hakkında nazil olduğu görüşündedirler.[28]


                4- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Ey Ehl-i Beyt! ALLAH ancak sizden, günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."[29]
                Müfessir ve raviler, bu mübarek ayetin Kisa Ehli olan beş kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[30] Onlar; kâinatın efendisi olan Hz. Peygamber (s.a.a) ve O'nun canı mesabesinde olan kardeşi Emir'ul-Müminin Ali (a.s) ve âlemlerin hanım efendisi olan, ALLAH'ın onun rızasıyla razı ve onun gazabıyla gazap eden ve Peygamber'in bedeninin bir parçası olan Hz. Fatıma (a.s) ve onların iki gülü ve cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin'dir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) ailesinden, ashabın ileri gelenlerinden vs. kimselerden hiç kimse bu fazilette onlarla ortak olmamıştır. Bu, Sihah hadislerinden parlak bir yıldızdır. Zira: Birinci olarak; müminlerin annesi Ümm-i Seleme şöyle demiştir: "Bu ayet benim evimde nazil oldu. Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Ali de orada idiler. Derken Resulullah (s.a.a) üzerindeki cübbeyle onların üzerini örttü ve sonra şöyle dedi: "ALLAH'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir; o halde ricsi (günah ve çirkinliği) onlardan gider ve onları tertemiz yap."

                Hz. Peygamber (s.a.a) bu sözü tekrarlayıp duruyordu, Ümmü Seleme de duyup görüyordu. Derken; "Ya Resulellah! Ben de sizinleyim" deyip, altına girmek için cübbeyi kaldırdı. Peygamber (s.a.a) cübbeyi onun elinden çekip alarak şöyle buyurdu: "Şüphesiz sen hayır üzeresin (ama Ehl-i Beyt'imden değilsin)[31]."

                İkinci olarak; İbn-i Abbas şöyle rivayet ediyor: "Resulullah'ın (s.a.a) yedi ay boyunca her gün namaz vakti Ali b.Ebî Talib'in kapısına gelerek şöyle buyurduğuna şahit oldum: "Ey Ehl-i Beyt! Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh. "ALLAH, ancak siz Ehl-i Beyt'ten ricsi (günah ve pisliği) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." Namaz! ALLAH size merhamet etsin." Her gün beş defa bunu söylüyordu.[32]

                Üçüncü olarak; Ebu Berze şöyle rivayet ediyor: Yedi ay boyunca Resulullah'la (s.a.a) namaz kıldım, evinden çıktığında Fatıma'nın (s.a) kapısına gelerek şöyle buyuruyordu: "Es-selamu aleykum. ALLAH, ancak siz Ehl-i Beyt'ten ricsi (günah ve çirkinliği) gidermek ve size tertemiz yapmak istiyor." [33]

                Resulullah'ın (s.a.a) böyle davranışı, ümmeti Ehl-i Beyt'e hidayet etmek ve onları Ehl-i Beyt'e uymaya yönlendirmek içindi. Öyle Ehl-i Beyt ki onlar, ümmetin dünyevi ve uhrevi hayatlarında ve ilerleme ve gelişmeye yönelik hareketlerinde onlara yararlı olacak olan her şeye delil ve kılavuzdurlar.

                İmam Ali ve İslam Şahsiyetleri Hakkında Nazil Olan Ayetler

                1- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve Araf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardırr30;"[34]

                İbn-i Abbas şöyle rivayet ediyor: "A'raf; Sırattan yüksek bir yerdir. Onun üzerinde Abbas, Hamza, Ali b. Ebî Talip (a.s) ve iki kanatlı Cafer olacaktır. Bunlar, kendi dostlarını yüzlerinin aklığı ve düşmanlarını ise yüzlerinin siyahlığıyla tanırlar.[35]


                2- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Müminler için de ALLAH'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir."[36]

                Hz. Ali (a.s), minberde olduğu sırada bu ayet hakkında kendisine sorulunca şöyle buyurdular: "ALLAH'ım, affet. Bu ayet benim, amcam Hamza'nın ve amcam oğlu Ubeydet b. Haris hakkında nazil olmuştur. Ubeyde'ye gelince; o, sözünü yerine getirip Bedir günü şehit oldu; Hamza da Uhud günü şehit oldu. Bana gelince; ben de onların en şakisini bekliyorum, bunu bundan kana boyayacaktır." Bunu deyince eliyle sakalına ve başına işaret etti.[37]

                Hz. Ali (a.s) ve Muhaliflerinin Zemmi Hakkıda Nazil Olan Ayetler

                Bu ayet, Kur'an ayetlerinden bir yıldızdır ki, Hz. Ali (a.s) ve O'nun fazilet ve erdemlerini görmezlikten gelen muhaliflerinin zemmi hakkında nazil olmuştur:


                1- ALLAH Teala buyurmuştur ki:
                "Acaba siz, hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, ALLAH'a ve ahiret gününe iman edip de ALLAH yolunda cihat edenin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Hâlbuki onlar ALLAH katında eşit değillerdirr30;"[38]

                Bu ayet, Emir'ul-Muminin Ali, Abbas ve Talha b. Şeybe yaptıkları işle övününce onların hakkında onların hakkında nazil oldu. Talha şöyle dedi: "Ben, Beyt'in (Ka'be'nin) sahibiyim, onun anahtarı benim elimdedir ve onu örtmek benimledir." Abbas da şöyle dedi: "Hacılara su vermek benim elimdedir, bu işi ben yapıyorum." İmam Ali de şöyle buyurdu: "Ne dediğinizi bilmiyorum, ama ben halktan altı ay önce kıbleye doğru namaz kıldım ve ben cihat adamıyım." Bu sözlerden sonra söz konusu ayet nazil oldu.[39]


                2- ALLAH Teala buyurmuş ki:
                "Acaba mümin olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar."[40]
                Bu ayet, Emir'ul-Muminin Ali ve Velid b. Ukbe b. Ebî Muit hakkında nazil olmuştur. Velid, İmam Ali'ye övünerek şöyle dedi: "Benim dilim senden daha akıcı, dişim senden daha keskin, ordum seninkinden daha kabarıktır." İmam (a.s), ona hitaben şöyle buyurdu: "Sus be! Şüphesiz sen fasıksın." Derken ALLAH Teala bu ayeti onların hakkında nazil etti.[41]

                __________________________
                1 - Tarih-i Bağdat, c.6, s.221; Savaik'ul- Muhrika, s.76; Mur'ul- Ebsar, s.76 vs.
                2 - Ra'd/7
                3 - Tefsir-i Taberi, c.13, s.72. Tefsir-i Razi'de de yaklaşık aynı sözler nakledilmiştir. Kenz'ul- Ummal, c.6, s.157; Tefsir'ul- Hakaik, s.42; Müstedrek-i Hakim,c. 3, s.129
                4 - Hâkka/12
                5 - Kenz'ul- Ummal, c.6, s.108; Esbab'un- Nuzul (el-Vahidî), s.329. Tefsir-i Taberi, c.29, s.35; Tefsir-i Keşşâf, c.4, s.600; Dürr'ül- Mensur,c. 8, s.267
                6 - Bakarara/274
                7 - Usd'ul- Ğabe, c.4, s.25; Savaik'ul- Muhrika, s.78; Esbab'un- Nuzul (el-Vahisî), s.64
                8 - Beyyine/7
                9 - Dürr'ül- Mensur, c.8, s.589 (bu ayetin tefsirinde); Tefsir-i Taberi, c.30, s.17; Savaik'ul- Muhrika, s.96
                10 - Nahl/43
                11 - Tefsir-i Taberî, c.8, s.145
                12 - Mâide/67
                13 - Esbab'un- Nüzul, s.150; Tarih-i Bağdat, c.8, s.290; Tefsir-i Razî, c.4, s.401; Dürr'ül- Mensur, c.6, s.117
                14 - Mâide/3
                15 - Tarih-i Bağdat, c.8, s.19; Dürr'ül- Mensur, c.6, s.19
                16 - Delail'us- Sıdk, c.2, s.152
                17 - Mâide/55
                18 - Tâ Hâ/ 25-32
                19 - Kasas/35
                20 - Tefsir-i Razî, c.12, s.26; Nur'ul- Ebsar, s.170; Tefsir-i Taberi, c.6, s.186
                21 - Dürr'ül Mensur, c.3, s.106 (aynı manada); Keşşaf, c.1, s.692; Zehair'ul- Ukba, s.102; Mecma'uz- Zevâid, c.7, s.17; Kenz'ul- Ummal, c.7, s.305
                22 - Şûrâ/23
                23 - Mecma'uz- Zevâid, c.7, s.103; Zehair'ul- Ukba, s.25; Nur'ul- Ebsar, s.101; Dürr'ül- Mensur, c.7, s.348
                24 - Hilyet'ul- Evliya, c.3, s.102
                25 - Âl-i İmran/61
                26 - Tefsir-i Razî, c.2, s.699; Tefsir-i Beyzavî, s.76; Tefsir-i Keşşaf, c.1, s.49; Tefsir-i Ruh'ul- Beyan, c.1, s.457; Celaleyn, c.1, s.35; Sahih-i Müslim, c.2, s.47; Sahih-i Termizî, c.2, s.166; Sünen-i Beyhakî, c.7, s.63; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.1, s.185; Mesabih'us- Sünne (el-Beğevî), c.2, s.201; Siyer-i A'lam'in- Nübela, c.3, s.193.
                27 - İnsan suresi.
                28 - Tefsir-i Razî, c.10, s.243; Esbab'un- Nüzul (el-Vahidî), s.133; Ruh'ul- Beyan, c.6, s.546; Yenabi'ul- Mevedde, c.1, s.93; Riyaz'un- Nazıra, c.2, s.227; Emta'ul- Esma, s.502.
                29 - Ahzâb/33
                30 - Tefsir-i Razî, c.6, s.783; Sahih-i Müslim, c.2, s.331; Hasais'ul- Kubra, c.2, s.264; Riyaz'un- Nazire, c.2, s.188; Tefsir-i İbn-i Cerir, c.22, s.5; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.107; Sünen-i Beyhakî, c.2, s.150; Müşkil'ul- Asar, c.1, s.334; Hasais'un- Nesaî, s.33. Şunu da söylemek yerinde olur ki, İbn-i Cerir, kendi tefsirinde, çeşitli senetlerle 15 rivayet nakletmekte ve ayetin Ehl-i Beyt hakkında olduğunu ispatlamaktadır.
                31- Müstedrek-i Hakim, c.2, s.416; Usd'ul- Ğabe, c.5, s.521
                32 - Dürr'ül- Mensur, c.5, s.199
                33 - Zehair'ul- Ukba, s.24
                34 - A'raf/ 46
                35 - Savaik'ul- Muhrika, s.101
                36 - Ahzâb/ 23
                37 - Savâik'ul- Muhrika, s.80; Nur'ul- Ebsar, s.80
                38 - Tevbe/ 19
                39 - Tefsir-i Taberî, c.10, s.68; Tefsir-i Razî, c.16, s.11; Dürr'ul- Mensur, c.4, s.146; Esbab'un- Nüzul (el-Vahidî), s.182
                40 - Sacde/18
                41- Tefsir-i Taberi, c.21, s.68; Esbab'un- Nüzul (el-Vahidî), s.263; Tarih-i Bağdat, c.13, s.321; Riyaz'un- Nazıra, c.2, s.206
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #23
                  Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                  [b] HZ. ALİ (A.S) SÜNNET IŞIĞINDA[FONT=Arial]

                  Sihah ve Sünen'den oluşan hadis kaynakları, birçok parlak nebevî hadisleri içermekteler. Bu hadisler, İslamî adaletin öncüsü olan İmam Ali'nin fazilet ve yüceliğini, İslamî toplumun zirvesine sunmaktadır.

                  Hadislerin çokluğu, meşhur oluşu ve raviler arasındaki yaygınlığı hakkında düşünen bir insan, Hz. Peygamber'in (s.a.a), ümmetini doğrultması, onların durumlarını düzelmesi ve İslam ümmetinin bütün ümmetlere öncülük yapabilmesi için, kendisinden sonra İmam Ali'yi (a.s) hilafete hazırladığını açıkça anlamakta ve görebilmektedir.

                  Her halükarda biz, Hz. Ali'nin fazileti hakkındaki nebevî hadislere baktığımızda, O'na has bir grup parlak hadisler görmekteyiz. Diğer bir grup parlak hadis de Ehl-i Beyt (a.s) hakkında görmekteyiz ki, bunlar da şüphesiz İmam Ali'ye şamil olmaktadır. Çünkü O, Ehl-i Beyt'in efendisi ve yüce şahsiyetidir. Aşağıdaki nakledeceğimiz parıltılar (kevkebler) da bunun göstergesidir:

                  BİRİNCİ PARILTI

                  Bu bölüm, çeşitli tazim ve tekrimleri içermekte ve İmam'ın (a.s) faziletlerine değinmektedir. Onlardan bazıları şunlardır:

                  Hz. Peygamber'in (s.a.a) Yanındaki Mevkisi

                  [/U]İmam Ali (a.s), herkesten daha çok Peygamber'e (s.a.a) yakın ve O'na bağlı idi. İki torununun babası ve ilim şehrinin kapısı idi. Hz. Peygamber (s.a.a) içtenlikle O'nu seviyordu. Peygamber'in, O'na derin sevgi ve dostluğunu gösteren bir takım hadisler İmam kendisinden naklolunmuştur. Onlardan bazıları şunlardır:

                  [b]
                  [b]İmam Ali (a.s) Peygamber'in (s.a.a) Nefsidir

                  [b]Mübahele ayeti, İmam Ali'nin Hz. Peygamber'in (s.a.a) nefsi (kendisi) olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Geçen konumuzda buna değindik. Şüphesiz Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) kendisi de bir takım hadislerde İmam Ali'nin, O'nun nefsi olduğunu ilan etmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
                  Osman'ın ana tarafından kardeşi Velid b. Ukbe, Hz. Peygamber'e; "Beni Velia, İslam'dan çıkmıştır" diye haber verdi. Peygamber (s.a.a) bunu duyunca öfkelenerek şöyle buyurdu: "Beni Velia mutlaka bundan vazgeçmeli veya nefsim mesabesinde olan birisini onlara doğru gönderirim; onların savaşçılarını öldürür, çocuklarını ise esir alır. O, işte bu şahıstır." Sonra elini İmam Ali'nin omzuna vurdu. [1]

                  Amr b. As şöyle diyor: "Zat'us-Selasil gazvesinden döndüğümde, Resulullah'a (s.a.a), benden daha sevimli biri olmadığını zannediyordum. Bundan dolayı; "Ya Resulellah! İnsanların hangisi sana daha sevimlidir?" diye sordum" Peygamber (s.a.a) bazı insanların adını getirince; "Ya Resulellah! Ali nerde kaldı?" diye sorduğumda Peygamber (s.a.a) ashabına dönerek; "Bu, nefsimden (canım mesabesinde olandan) soru soruyor!" buyurdular.[2]

                  [b]İmam Ali Hz. Peygamber'in Kardeşi

                  [b]Hz. Peygamber (s.a.a), ashabın karşısında İmam Ali'yi kendi kardeşi olarak ilan etti. Bu konuda birçok hadisle karşılaştım. Onlardan bazıları şunlardır:
                  Termizi kendi senediyle İbn-i Ömer'den şöyle dediğini naklediyor: "Peygamber (s.a.a) ashabı arasında kardeşlik akdi okudu. Bu sırada Hz. Ali (a.s) gözlerinden yaş aktığı halde gelerek şöyle dedi: "Ya Resulellah! Ashabın arasında kardeşlik akdi okudun ama benimle kimse arasında kardeşlik akdi okumadın." Resulullah (s.a.a) ona cevaben şöyle buyurdular: "Sen dünya ve ahrette benim kardeşimsin." [3]

                  İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'le (s.a.a) kardeşliği sadece bu dünyada geçerli değildir. Bu kardeşlik, nihayeti olmayan ahiret yurdunda da devam edecektir.
                  Enes b. Malik şöyle rivayet ediyor: "Peygamber (s.a.a) minbere çıktı, hitabesinin sonunda şöyle buyurdular: "Ali b. Ebî Talip nerdedir?" Ali dikilerek; "Ben buradayım ya Resulellah" dedi. Resulullah (s.a.a) onu göğsüne basarak gözlerinden öptü ve yüksek bir sesle şöyle buyurdular: "Ey Müslümanlar topluluğu! Bu (Ali), benim kardeşim, amcamın oğlu ve damadımdır; bu benim etim, kanım ve kılımdır; bu, cennet gençlerinin efendileri olan iki torunum Hasan ve Hüseyin'in babasıdır."[4]

                  İbn-i Ömer şöyle rivayet etmiştir:
                  "Hz. Peygamber'in (s.a.a), Veda haccında devesinin üzerinde olduğu halde Ali'nin omzuna vurarak şöyle buyurduğunu duydum: "ALLAH'ım! Şahit ol kir30; ALLAH'ım! Şüphesiz tebliğ ettim; bu benim kardeşimdir, amcamın oğludur, damadımdır, iki evladımın babasıdır. ALLAH'ım! Onunla düşmanlık yapanı yüzü üzere cehennem ateşine at."[5]

                  [b]Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmam Ali (a.s) Bir Şeceredendirler

                  [b]Peygamber-i Ekrem (s.a.a), kendisi ve İmam Ali'nin bir soydan olduğunu ilan etmiştir. Bu bir takım hadislerde Hz. Peygamber'den (s.a.a) nakl olunmuştur. Onlardan bazıları şunlardır:
                  Cabir b. Abdullah şöyle rivayet ediyor: "Duydum ki Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle buyuruyordu: "Ya Ali, insanlar çeşitli şeceredendirler, benimle sen de bir şeceredeniz." Daha sonra Resulullah (s.a.a) şu ayeti okudu: "Yeryüzünder30; birtakım üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır."[6]

                  Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: "Ben ve Ali bir şeceredeniz, halk ise çeşitli şeceredendirler." [7]
                  Bu şecere ne kadar büyük ve yücedir ki kâinatın efendisi ve insanlık medeniyet delili olan Peygamber (s.a.a) ve ilim şehrinin kapısı olan Emir'ul-Muminin Ali (a.s) o şecereden filizlenmişlerr30; O öyle bir mübarek şeceredir (ağaçtır) ki, aslı sabit, dalı ise göktedir ve bütün çağlarda halka yararlı olan meyvesini vermektedir.

                  [b]İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Veziri

                  [b]Peygamber-i Ekrem (s.a.a) birçok hadiste, İmam Ali'nin (a.s) kendi veziri olduğunu vurgulamaktadır. Onlardan bazıları şunlardır:
                  Umeys kızı Esma şöyle rivayet ediyor: "Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "ALLAH'ım! Bana ailemden bir vezir (yardımcı) ver, kardeşim Ali'yi, O'nun sayesinde arkamı güçlendir ve O'nu işime ortak kıl. Böylece seni bol bol tesbih edelim ve çok çok analım seni. Şüphesiz sen bizi görmektesin." [8]

                  [b]İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Halifesi

                  [b]Peygamber-i Ekrem (s.a.a), İslamî davetinin başlangıcında İmam Ali'nin, kendisinden sonraki hilafetini, Kureyş ailesini İslam'ı kabullenmeye davet ettiğinde açıkladı ve davetinin sonunda da onlara hitaben şöyle buyurdular: "r30;Bu durumda Ali, benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifemdir. O halde onu dinleyin ve O'na itaat edin." [9]

                  Peygamber-i Ekrem (s.a.a), İmam Ali'nin hilafetini, İslam'a davetle birleştirdi ve onları aynı zamanda halka tebliğ etti. Bu konuyla ilgili birtakım hadisler vardır ki, Hz. Peygamber (s.a.a), İmam Ali'nin, kendisinden hemen sonraki hilafetini oradakilere ilan etmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
                  Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ya Ali! Sen, benim ümmetime halifemsin."[10] Resulullah buyurdular ki: "Ali b. Ebî Talip, onların (Müslümanların) İslam açısından en önde geleni ve ilmi en çok olanıdır. O, benden sonra İmam ve halifedir."[11]

                  [b]6- İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'e Olan Konumu Harun'un Musa'ya Konumu Gibidir

                  [b]Peygamber-i Ekrem'den (s.a.a) bu konuda aynı manayı ifade eden birkaç hadis nakledilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır: Hz. Peygamber, Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdular:
                  "Bana oranla Harun'un Musa'ya olan konumu mesabesinde olmak istemiyor musun; şu farkla ki benden sonra peygamber yoktur?"[12]

                  Said b. Müseyyib, Amir b. Sa'd b. Ebî Vakkas'tan, o da babası Sa'd'dan naklen şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) şöyle buyurdular: "Sen bana oranla Harun'un Musa'ya konumu mesabesindesin; şu farkla ki, benden sonra peygamber olmayacaktır." Said diyor ki: Onu şifahi olarak Sa'd'dan sormak istedim, bundan dolayı onunla görüştüm ve Amr'ın bana anlattığını ona anlattım. O cevaben; "Ben onu duydum" dedi. Sen onu duydun mu? dediğimde, parmaklarını iki kulağına bırakarak; "Evet, duydum; duymamışsam sağır olayım" dedi.[13]

                  [b]7- İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) İlim Şehrinin Kapısı

                  [b]Hz. Peygamber'in (s.a.a), İmam Ali'nin yücelik ve makamının azametini ilan ettiği şeylerden biri de O'nu ilim şehrinin kapısı yapmasıdır. Bu hadis çeşitli yollarla nakledilmiş ve senedi kat'iyyet devecesine varmıştır. Bu hadis, Hz. Peygamber'den (s.a.a) çeşitli münasebetlerde nakledilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
                  Cabir b. Abdullah şöyle rivayet ediyor:
                  Hz. Peygamber'in (s.a.a), Hudeybiyye günü, Hz. Ali'nin elinden tutarak şöyle buyurduğunu duydum: "Bu (Ali), iyilerin emiri, facirlerin katili, yardım edenin yardım edileni ve yalnız bırakanın yalnız bırakılanıdır." Sonra yüksek sesle şöyle buyurdular: "Ben ilim şehriyim, Ali ise onun kapısıdır. O halde kim evi irade ederse, kapıya gelmelidir." [14]

                  İbn-i Abbas da şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır; kim şehre girmek isterse, onun kapısına gelmelidir." [15]

                  Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Ali, ilmimin kapısıdır; kendisiyle gönderildiğim şeyi (Kur'an'ı) benden sonra ümmetime açıklayandır; onun sevgisi imandır, buğzu nifaktır, ona bakmak ise şefkattir." [16]

                  İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) ilim şehrinin kapısıdır. Dini nişaneler, şeriat ahkâmı, güzel ahlak ve adap hususunda O'ndan nakledilen her şey, Hz. Peygamber'den alınmıştırr30;
                  Hz. Peygamber (s.a.a) kendisinden sonra, hayatı hikmet ve nura boğacak ilim pınarı miras bırakmış ve ümmeti ondan doyasıya kanması için onu İmam Ali'nin yanında emanet bırakmıştır. Ama maalesef, Kureyş'ten İmam'a kin güden güç, o nurun pencerelerini kapattı, ümmeti ondan yararlanmaktan mahrum kıldı ve onu bu hayatın meçhulünde çiğnenmeğe terk etti.

                  [b]8- İmam Ali (a.s) Peygamberlerin Benzeri

                  [b]Hz. Peygamber (s.a.a) bir grup ashabı arasında onlara hitaben şöyle buyurdular: "Âdem'in ilmini, Nuh'un gamını, İbrahim'in ahlakını, Musa'nın münacatını (ALLAH'a yalvarıp yakarışını), İsa'nın yasını, MUHAMMED'in sîret ve hilmini görmek istiyorsanız, bu gelene bakın." Gözler o gelene dikildiğinde, onun Emir'ul-Muminin Ali (a.s) olduğunu gördüler.

                  Büyük şair Ebu Abdullah el-Mufecce İmamın fazilet ve menkıbelerini içeren "Asmâ'" adlı kasidesinde bunu şiire dökerek şöyle demiştir:

                  Ey Ali'nin sevgisi için beni kınayan
                  Kalk hor-hakir bir şekilde cehenneme git
                  İnsanların en değerlisini mi hiciv ediyorsun?
                  Her zaman sapık ve hidayetten uzak olasın
                  Çocukken ve gençken peygamberlere benzemekle
                  Sütten kesildiğinde, süt emdiğinde ve beslendiğinde
                  O ilminde (Hz.) Adem gibidir
                  İsimlerin şerhini ve saklı ilimleri öğrendiğinde
                  Hz. Nuh gibidir helak olmaktan kurtuluşunda
                  Ve Cudi dağına tırmandığında[17]


                  [b]Hz. Ali'nin Sevgisi İman, Buğzu İse Nifaktır

                  [b]Peygamber-i Ekrem (s.a.a) açıkça bildirmiştir ki, İmam Ali'nin sevgisi iman ve takvadır; buğzu ise nifak ve masiyettir. Bu konuda naklolunan hadislerden bazıları:
                  İmam Ali (a.s) buyurmuştur ki: "Taneyi yaran ve yaratıkları yaratana andolsun ki, Ümmi Peygamber'in bana vasiyetidir ki, müminden başkası beni sevmez, münafıktan başkası da bana buğz etmez." [18]

                  Misavir-i Himyerî, annesinden şöyle dediğini nakletmektedir: "Ümmü Seleme'nin yanına vardığımda şöyle dediğini duydum: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu: "Münafık bir kimse Ali'yi sevmez, mümin bir kimse de ona buğz etmez." [19]

                  İbn-i Abbas şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) bakarak şöyle buyurdular: "Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder. Kim seni severse beni sevmiştir, kim sana buğz ederse bana buğzetmiştir; benim sevgilim ALLAH'ın sevgilisidir ve benim buğzettiğim ALLAH'ın buğzettiğidir. Yazıklar olsun benden sonra sana buğz edene." [20]

                  Ebu Said-i Hudrî şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye buyurdular ki: "Senin sevgin imandır, buğzun ise nifaktır; cennete ilk girecek olan seni sevendir ve cehenneme ilk girecek olan da sana buğzedendir."[21]

                  Bu çeşit hadisler ashabın yanında yaygındı, onları İmam'ı sevene uyarlıyorlardı ve onu imanla niteliyorlardı; O'na buğzedeni ise nifakla vasıflandırıyorlardı. Büyük sahabelerden olan Ebuzer-i Gifarî şöyle diyor: "Biz münafıkları, ALLAH'ı ve Resulünü tekzip etmeleri, salâvattan sakınmaları ve Ali b. Ebî Talib'e buğz etmeleriyle tanıyorduk ancak."[22]

                  Yüce sahabi Cabir b. Abdullah'il-Ensarî şöyle diyor: "Biz Münafıkları ancak Ali b. Ebî Talib'e buğzetmekle tanıyorduk."[23]

                  [b]İKİNCİ PARILTI

                  [b]Şimdi İmam Ali'nin ALLAH katındaki makamı ve O'nun için hazırladığı kerametler hakkında Hz. Peygamber'den (s.a.a) naklolunan bazı hadisleri sunmak istiyoruz:

                  [b]İmam Ali'nin Ahiret Yurdundaki Makamı

                  [b]Hz. Peygamber'den (s.a.a) nakledilen bir takım parlak hadisler, ALLAH Teala'nın ahiret yurdunda İmam Ali içi hazırladığı kerametler (şeref ve izzetler) hakkında söz etmekteler. Onlardan bazıları şunlardır:

                  [b]İmam Ali (a.s) Hamd Bayrağının Taşıyıcısı

                  [b]Hz. Peygamber'den (s.a.a), İmam Ali'nin (a.s) kıyamet günü ALLAH Teala'nın, Hamd bayrağını taşımak şerefini Hz. Ali'ye bağışlayacağı hususunda birçok sahih hadisler nakledilmiştir. Bu, başkasına verilmeyen bir madalyadır. Biz bu konudaki hadislerden sadece bir tanesini aktarıyoruz:
                  Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'ye şöyle buyurdular: "Sen kıyamet günü benim önümdesin, Hamd bayrağı bana verilecek, ben de onu sana vereceğim ve sen halkı havuzumdan kovacaksın." [24]

                  [b]İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Havuzunun Sahibi

                  [b]Hz. Peygamber'den (s.a.a) nakledilen pek çok hadislere göre İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber'in havuzunun sahibidir. Hz. Peygamber'in havuzu, suyunun tatlılık ve hoşluğunda ve manzarasının güzelliğinde, cennet nehirlerinin en büyüğüdür. O havuzdan ancak İmam Ali'yi seven ve O'nun dostu olan bir kimse içebilir. Bu konuda naklolan bazı hadislere bir göz atalım:
                  Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Ali b. Ebî Talip kıyamet günü benim havuzumun sahibidir. O havuzda gökteki yıldızların sayısınca bardaklar vardır. Havuzumun genişliği, Haciye ve San'a arası kadardır."[25]

                  [b]İmam Ali Cennetle Cehennemi Taksim Edendir

                  [b]Hz. Peygamber (s.a.a), ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali'ye taktığı madalyalardan biri de O'nun cennetle cehennemi taksim etmesidir.
                  İbn-i Hacer şöyle rivayet etmektedir: İmam Ali, Ömer'in seçtiği şura azalarına şöyle buyurdu: "ALLAH aşkına doğru söyleyin; acaba sizin aranızda Resulullah'ın (s.a.a) kendisine şöyle buyurduğu bir kimse var mıdır?: "Ya Ali! Sen, kıyamet günü cennetle cehennemi bölensin." Onlar cevaben; "ALLAH şahittir ki hayır" dediler.

                  İbn-i Hacer bu hadise şöyle bir açıklama getiriyor: Bu hadisin manası, İmam Rıza'dan rivayet edilen sözün aynısıdır. O söz şudur: "Hz. Peygamber (s.a.a), İmam Ali'ye hitaben şöyle buyurdular: "Kıyamet günü cennetle cehennemi taksim edecek sensin; ateşe diyeceksin ki, bu benimdir, bu da senindir."[26]

                  Tekitle vurguluyoruz ki, İslam'dan önce ve sonra evliyaullahtan hiçbir kimse, İmam Ali'nin eriştiği sınırsız keramet ve şerefe erişememiştir. ALLAH Teala, O'nun İslam yolundaki cihat ve gayretini, nefsinden feragat etmesini ve hakkın hizmetindeki faniliğini takdir etmek için bu keramet ve şerefi O'na bağışlamıştır.
                  _______________
                  1 - Mecma'uz- Zevaid, c.7, s.110. Velid, Beni Velia'nın mürtet olduğuna dair yalan söylemişti. İşte bundan dolayı şu ayet nazil oldu: "Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz."
                  2 - Kenz'ul- Ummal, c.6, s.400
                  3 - Sahih-i Termizî, c.2, s.299; Müstedrek-i Hakim, c.3, s.14.
                  4 - Zahair'ul- Ukba, s.92
                  5 - Kenz'ul- Ummal, c.3, s.61
                  6 - Ra'd/ 2. Kenz'ul- Hakaik, s.155
                  7 - Kenz'ul- Ummal, c.6, s.154
                  8 - Riyaz'un- Nazıra, c.2, s.163
                  9 - Tarih-i Taberi, c.2, s.127; Tarih-i İbn-i Esir, c.2, s.22; Tarih-i Ebî'l-Fida, c.1, s.116; Müsned-i Ahmed, c. s.331; Kenz'ul- Ummal, c.6, s.399
                  10 - el-Müracaat, s.208
                  11 - a.g.e, s.209
                  12 - Müsned-i Ebî Davud, c.1, s.29; Hilyet'ul- Evliya, c.7, s.195; Müşkil'ul- Asar, c.2, s.309; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.1, s.182; Tarih-i Bağdat, c.11, s.432; Hasais'un- Nesa'i, s.16
                  13 - Usd'ul- Ğabe, c.4, s.26; Hasais'un- Nesaî, s.15; Sahih-i Müslim, Fazail-i Ashap kitabı, c.7, s.120.
                  14 - Tarih-i Bağdat, c.2, s.377
                  15 - Kenz'ul- Ummal, c.6, s.401
                  16 - a.g.e, c.6, s.156; Savaik'ul- Muhrika, s.73
                  17 - Mucem'ul-Udeba, c.17, s.200
                  18 - Sahih-i Termizî, c.2, s.301; Sahih-i İbn-i Mace, 12; Tarih-i Bağdat, c.2, s.255; Hilyet'ul- Evliya, c.4, s.185
                  19 - Sahih-i Termizî, c.2, s.299
                  20 - Mecma'uz- Zevaid, c.9, s.133
                  21 - Nur'ul- Ebsar (Şeblencî), s.72
                  22 - Müstedrek'ul- Hükm, c.3, s.129
                  23 - İstiyab, c.2, s.464
                  24 - Kenz'ul- Ummal, c.6, s.400
                  25 - Mecma'uz- Zevaid, c.1, s.367
                  26 - Savaik'ul- Muhrika, s.75
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                    EHL-İ BEYT'İN FAZİLETİ HAKKINDA NEBEVÎ HADİSLER


                    Tertemiz olan Ehl-i Beyt'in fazileti ve onları sevmenin ve onlara sarılmanın gerekliği hakkında Hz. Peygamber'den (s.a.a) pek çok hadisler nakledilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:

                    Sekaleyn Hadisi

                    Şüphesiz, sekaleyn hadisi, nebevî hadislerin en güzellerinden, senet açısından en sahihlerinden ve Müslümanlar arasında en yaygın olanlardandır. Kuşkusuz sihah ve sünen kitapları onu nakletmiş, âlimler ise onu güzel karşılamışlardır. Hz. Peygamber (s.a.a) birçok yerde bu hadisi vurgulamışlardır. O yerlerden bazıları şunlardır:

                    Zeyd b. Erkam, Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe benden sonra sapmazsınız. Onlardan biri diğerinden daha büyüktür; ALLAH'ın kitabı ki, gökten yeryüzüne uzanan bir iptir; ve Ehl-i Beyt'im olan itretim. Bunlar Kevser havuzunun başında bana gelinceye dek asla birbirlerinden ayrılmazlar. O halde onların hakkında nasıl halifem olacağınıza (davranacağınıza) bakın."[1]

                    Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu hadisi, hac seferinde Arefe günü halka duyurmuştur. Cabir b. Abdullah el-Ensarî de bu hadisi şöyle rivayet etmektedir: Resulullah'ı (s.a.a), hac sırasında Arefe günü Kavsa devesine binip halka hitapta bulunduğunu gördüm. Konuşmasında şöyle buyurdular: "Ey insanlar! Sizin aranızda öyle bir emanet bıraktım ki, onu alırsanız kesinlikle sapmazsınız. Onlar; ALLAH'ın kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'imdir." [2]

                    Hz. Peygamber (s.a.a) ölüm döşeğine düştüğünde ashabına hitaben şöyle buyurdular: "Ey insanlar! Çok yakın bir zamanda ruhum alınıp bu dünyadan ayrılacağım. Mazur olmak için şu sözü size söylüyorum: "Biliniz ki ben sizin aranızda, Rabbim Azze ve Celle'nin kitabını ve itretim olan Ehl-i beyt'imi (emanet olarak) bırakıyorum."

                    Daha sonra Hz. Ali'nin (a.s) elinden tuttu ve şöyle buyurdu: "Bu Ali, Kur'ân'ladır; Kur'ân da Ali iledir; bunlar havuzun başına gelene dek birbirlerinden ayrılmazlar." [3]

                    Safine Hadisi

                    Ebu Said-i Hudrî şöyle diyor: "Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Ehl-i Beytimin sizin aranızdaki misali, Nuh'un gemisinin misali gibidir; kim ona bindiyse kurtuldu ve kim de ondan geri kaldıysa gark oldu. Şüphesiz, Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki misali (konumu) Beniisrail'deki Hıtta kapısının misali (konumu) gibidir; kim o kapıdan geçtiyse, bağışlandı." [4]

                    Bu hadis-i şerif, tertemiz olan itrete (Ehl-i Beyt'e) sarılmanın gerekliğini göstermektedir. Şüphesiz onda ümmet için bir kurtuluş ve bu hayatın şaşırtıcı kargaşalıklarında helak olmaktan esenlik vardır. O halde Ehl-i Beyt, kurtuluş gemisi ve kulların emniyet vesilesidir.

                    İmam Seyyid Şerefuddin (ALLAH onun yerini hoş kılsın) şöyle diyor: "Siz de biliyorsunuz ki, Nuh gemisine benzetmekteki mana şudur: Onlara sığınıp, dinin fürû ve usûlünü, onların İmamlarından alan kimse, ateşin azabından kurtulur; sığınmayan ise, tufan günü bir dağa çıkıp ALLAH'ın emrinden kaçmak isteyene benzer. Tabi ki o suda bu da cehennemde gark olur. "Hıtta" kapısına benzetilmelerine gelince şöyle yorumlamak lazım: Cenabı ALLAH bu kapıdan, kendi celal ve azametine boyun eğerek tevazu ile girmeyi mağfiret sebebi kabul ettiği için, Peygamber (s.a.a) bu ümmetin Ehl-i Beyt'e itâat etmesini mağfiret sebebi saymış, dolayısıyla onlara itâati bu kapıya benzetmiştir.

                    İbn-i Hacer, bu hadisi ve benzerlerini naklettikten sonra şöyle demiştir: "Ehl-i Beyt'in sefineye (Nuh'un geminse) benzetimlisinin sebebi şudur ki, kim onları şereflerinin nimeti için sever ve ulularsa ve âlimlerinin sîret ve yolunu tutarsa, muhalefet karanlığından kurtulur ve kim onlardan geri kalırsa, küfran'ı nimet denizinde batar ve azgınlık çölünde helak olurr30; Onları Hıtta kapısına benzetmesine gelince; ALLAH Teala, Eriha veya Beyt'ul-Mukaddes kapısı olan o kapıdan tevazu ve mağfiret dilmekle girmeyi bağışlanma sebebi kılmıştır ve bu ümmet için de Ehl-i Beyt'in sevgisini bağışlanma sebebi kılmıştır."[5]

                    Ehl-i Beyt (a.s) Ümmet İçin Güvendir

                    Hz. Peygamber (s.a.a), Ehl-i Beyti'nin sevgisini ümmetine farz kılmıştır ve onlara temessük etmeyi, ümmet için helakten güvende olmak vesilesi kılmıştır. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Yıldızlar yeryüzü ehli için (denizde) gark olmaktan emniyet vesileleridir; Ehl-i Beytim de ümmetim için ihtilaftan amanda kalmak vesilesidir. Arap kabilelerinden birisi onlarla muhalefet ettiğinde ihtilafa düşer ve şeytan hizbinden olurlar." [6]

                    İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber'le (s.a.a) Birlikte Cihatta

                    Peygamber-i Ekrem (s.a.a) davetini barış ve insanı, savaş ve etkileri felaketlerinden kurtarmak üzere bina etti. Şüphesiz Hz. Peygamber'in aydınlatıcı daveti, cahiliye güçlerinin merkezi haline gelmiş olan Mekke şehrinde serbest oldu. Cahiliye güçleri Kureyişliler de odaklanmıştı. Kureyişlilerin fikir ve düşünceleri de cehalet, kibir ve bencillik üzere yoğrulmuştu. Bu daveti görünce öfkelendiler, büyüleri büyüdü, Hz. Peygamber'in peygamberliğine inananları ise işkenceye tabi tuttular. Öyle ki Hz. Peygamber'e iman edenler, Kureyişlilerin işkence ve zulümlerinden kurtulmak için Habeş'e hicret etmek zorunda kaldılar.

                    Hz. Peygamber'e (s.a.a) gelince; Hazret, Betha şeyhi olan amcası Ebu Talib ve onun oğlu Emir'ul-Muminin Ali'ye yaslandı. Amcası Ebu Talip vefat edince, artık kendisine sığınacak ve sağlam bir dayanak bulamadı. Bundan dolayı Kureyiş -daha önce anlattığımız gibi- toplanarak O'nu katletmek istedi. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.a) Yesrib'e (Medine'ye) hicret etti. O bölgede kendisine ve dinine yardımda bulunacak insanlar buldu. Derken Kureyiş oldukça korktu ve Hz. Peygamber'in aleyhine şiddetti bir saldırı düzenlemeyi ve O'nunla savaşmak için bütün iktisadî imkanlarını kullanmayı kararlaştırdı.

                    Emir'ul-Muminin Ali (a.s), vurucu bir güç gibi Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında yer aldı. Kureyiş'in Hz. Peygamber'in aleyhinde düzenlediği bütün savaşlarda Hazreti himaye edip savunuyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) de O'nu ordu komutanı yaptı. İmam Ali'nin katıldığı savaşlardan bazıları şunlardır:

                    1-Bedir Savaşı

                    Bedir vakıası, İslam için bir zafer, Müslümanlar için açık bir fetih ve şirk için kesici bir darbe olarak değerlendirilmiştir. ALLAH Teala bu savaşla, kulu ve elçisi olan Hz. MUHAMMED'i izzetlendirdi, düşman ve hasımlarını ise zelil ve kahretti. Bu savaşta belirgin kahraman Emir'ul-Müminin Ali (a.s) idi. Şüphesiz İmam Ali'nin kılıcı, müşriklerin ve azgın kafirlerin başlarını biçen ölüm tırpanı idi. Vasfedilmeyecek bir şekilde saldırı ve direnişte bulundu. Öyle ki Cebrail yüksek bir sesle şöyle dedi: "Ali gibi yiğit, zülfikar gibi de kılıç yoktur." [7]

                    "Mevsuat'ul-İmam Emir'ul-Muminin -a.s-" kitabının ikinci cildinde geniş bir şekilde bu olaya ve İmam Ali'nin rolüne değindik.

                    2-Uhud Savaşı

                    Kureyiş, Bedir Savaşındaki çirkin yenilgi haberini ve felâket hasarlarını üzüntü ve kederle öğrenmiş oldu. Muaviye'nin annesi Hind, en çok üzülen ve musibete uğrayanlardandı. Kureyiş'in erkek ve kadınlarına, hüznün kalplerine iyice oturması ve ölülerinin intikamını alabilmeleri için onlara ağlamalarını yasakladı.
                    Ebu Süfyan Uhud savaşında Kureyiş'in önde gelen ilk şahsiyeti ve önderi idi. Halkı Resulullah'la savaşmaya kışkırtıyor, savaş için mal topluyor, silah ve savaş malzemesi alıyordu. Kureyiş'in hepsi, Resulullah'a karşı savaşmak için ona olumlu cevap verdi; azıkları, demirleri ve yeminleştikleri topluluklarla birlikte yola çıktılar. Tam gönülden savaşmaları için kadınları da onlara eşlik ediyordu. Hint de kadınlara öncülük yapıyor ve onlar da teflerini çalarak şöyle diyorlardı:

                    Veyhen Beni Abdiddar,
                    Veyhen humat'el-edbar,
                    Zerben bikulli bettar.
                    Ey Abduddar'ın oğulları hadi bakalım (ayağa kalkın)
                    Ey diyar himayecileri hadi bakalım
                    Elinizdeki her kılıçla kılıç sallayın


                    Ama Hind'in özel bir şiiri vardır. Hin Kureyiş erkeklerine hitaben yüksek bir sesle şöyle diyordu:

                    İn tokbilu nuanık Ve nefriş'in-nemarık
                    Ev tedbiru nufarık Firaka gayri vamık
                    Eğer ilerleseniz, sizinle kucaklaşırız,
                    Ve yastıkları döşeriz.
                    Eğer sırt çevirip kaçarsanız,
                    Sizden sevilmeyecek bir şekilde ayrılırız.


                    Müşriklerin ordusu üç bin kişiydi, Müslümanların ordusu ise yedi yüz savaşçı idi. Müşriklerin ordusunun önünde Talha b. Ebî Talha yer alıyordu, sancak da onun elinde idi. O sesini yükselterek şöyle dedi: "Ey MUHAMMED'in ashabı! ALLAH Teala'nın, kılıçlarınızla bizi cehenneme ve kılıçlarımızla da sizi cennete götüreceğini mi zannediyorsunuz? O halde hanginiz karşıma çıkıyorsunuz?"

                    Onun karşısına İslam kahramanı Ali (a.s) çıktı ve bir darbeyle ayağını kalem etti. Derken yere düşerek kanına boyandı. İmam Ali'yi, kendisini öldürmemesi için ALLAH'a ve rahime (akrabalık bağına) yemin verdirdi. İmam (a.s) da onu o halde bıraktı ve artık ona dokunmadı. Bir süre sonra kan kaybederek helâk oldu. Müslümanlar, onun helakinden dolayı oldukça sevindiler; müşrikler de onun katlinden dolayı hor hakir olup zayıfladılar. Ondan sonra sancağı Kureyiş'in diğer kahramanları alıyordu, İmam Ali de onların karşısına çıkıp başlarını kılıcıyla biçiyordu. Muaviye'nin annesi Hint ise onların his ve duygularını körüklüyor ve onları Müslümanlarla savaşmaya tahrik ediyordu. Onlardan birisi kaçtığında ona göze sürme çekecek bir mil veriyor ve; "Sen kadınsın, bununla güzüne sürme çek" diyordu.[8]

                    Gerçekten üzülecek şeylerden biri de Müslümanların ezici hezimetle ve ağır hasarlarla imtihan edilmesi idi. Neredeyse İslam'ın bayrağı dürülecekti. Bunun sebebi ise İslam ordusundan bir grubun Hz. Peygamber'in emrine uymaması ve iyice kapatılması gereken gediği açık bırakmaları idi. Şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.a) dağın başına, Abdullah b. Cubeyr'in[9] komutanlığında Müslümanları arkadan koruyacak bir takım okçular bırakmıştı ve kendi mevzilerinden çıkmamalarını tekitle vurgulamıştı. Okçular, bulundukları yerden Kureyş ordusunu ok yağmuruna tuttular ve onlardan birçok kimseyi yere serdiler. Kureyş ordusu, erzak ve silahlarını bırakarak kaçmaya başladılar. Müslümanlar da onları bırakıp ganimet toplamaya başladılar. Dağın başındaki okçular da durumu böyle görünce, onlardan bazıları Hz. Peygamber'in emirlerine muhalefet ederek korunması gereken mevzilerinden çıkıp ganimet toplamaya koştular. Halid b. Velid onları böyle görünce dağın başındaki kalan okçulara saldırarak onları öldürdü ve arkadan Peygamber'in ashabına saldırdı, onları hezimete uğrattı ve bir grup kimseyi de öldürdü. Müşrüklerin ordusu bu saldırıda İslam ordusunun büyük komutanlarını şehit ettiler.

                    İmam Ali'nin (a.s) Hz. Peygamber'i (s.a.a) Savunması

                    Müslümanların ordusu çirkin bir hezimete uğradı, ne yapacaklarını bilmedikleri bir halde şaşkınca firar etmeye başladılar, ölüm korkusu onları kovuyordu, Hz. Peygamber'i, düşman O'nu sardığı halde terk ettiler. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de ağır bir şekilde yara aldı ve Ebu Amr'ın, Müslümanların içerisine düşmesi için kazdığı çukura düştü. Hz. Peygamber (s.a.a) hemen, yanında bulunan Hz. Ali'nin elinden tuttu ve Talha b. Abdullah da O'nu çekip çıkardı.[10] Bu esnada Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'ye bakarak; "Ya Ali! Bu insanlar ne yaptı?" diye buyurdu. Hz. Ali de üzüntüyle söyle cevap verdi: "Ahitlerini bozup sırt çevirdiler."

                    Derken Kureyiş'ten bir bölük Hz. Peygamber'e saldırdı. Peygamber (s.a.a) zor durunda kalınca Hz. Ali'ye; "Bunlara karşı bana yardım et" dedi. Hz. Ali de (bir aslan gibi) hemen onlara saldırdı. Süfyan b. Avf'ın oğullarından dört kişiyi ve bu bölükten de altı kişiyi cehenneme vasıl etti. İmam Ali (a.s) büyük bir çaba ve zorlukla onları uzaklaştırdı. Bu esnada içerisinde Hişam b. Ümeyye bulunan diğer bir bölük de Peygamber'e (s.a.a) saldırdı. İmam (a.s) Hişam b. Ümeyye'yi öldürünce bu bölük de firar etti. İçerisinde Busr b. Malik bulunan diğer bir bölük daha Hz. Peygamber'e saldırdı. İmam (a.s), Busr b. Malik'i öldürünce onun bölüğü de kaçmayı tercih etti. Cebrail İmam Ali'nin cihat ve şiddetinden hayrete düşerek şöyle dedi: "Şüphesiz yardım etmek işte budur; melekler bundan hayret ettiler." Peygamber (s.a.a) de ona şöyle buyurdu: "Ona ne engel olabilir; oysa o bendendir ve ben de ondanım!" Cebrail de şöyle dedi: "Ben de sizinleyim."[11]

                    İmam Ali (a.s), tam gücüyle Hz. Peygamber'i (s.a.a) savunuyordu. Bu savaşta 16 ağır darbe aldı ve her darbe onu yere yığıyordu, Cebrail ise onu kaldırıyordu.[12] İslam kahramanı ve muttakilerin İmamı Ali (a.s) İslam yolunda, ALLAH'ın rızası için bütün zorluk ve sıkıntılara katlanıyordu. Bu savaşta İslam kahramanı olan Peygamber'in amcası Hamza şehit düştü. (Muaviye'nin annesi) Hind, onun yerini öğrenince sevinçten neredeyse uçacaktı, gidip onun cenazesini aramaya koyuldu. Hind'in artık kalbi rahatlamıştı. Onun cenazesini görünce bir köpek gibi ona saldırdı ve onu kötü bir şekilde parçaladı. Sonra Hamza'nın kalbini çıkardı ve ağzına alarak çiğnedi ve attı. Daha sonra onun burun ve kulaklarını kesip kendisine gerdanlık yaptı. Onun bu ameli, onun ne kadar kinci, vahşi ve kötü bir unsur olduğunu göstermektedir. Onun eşi Ebu Süfyan'a gelince; o, Hamza'nın bedeninin bulunduğu yere koştu; kin ve şematetle ona hitaben yüksek bir sesle şöyle dedi:

                    Ey Eba İmare (İmare'nin babası), zaman döndü, durum değişti ve nefsim sizden şifa buldu.
                    Daha sonra mızrağını sallayarak şehit Hamza'nın bedenine sapladı ve şöyle dedi: "Tad, başbuğ; tad, başbuğ."[13] Bu ameliyle, şirk, rezalet ve şehit Hamza'ya karşı kinle dolu olan kirli kalbi serinledi.

                    Peygamber-i Ekrem'e gelince; Hazret, Hind tarafından musle edilmiş (burun, kulak vs.uzuvları kesilmiş) amcası Hamza'nın cisminin yanında durarak üzüntü ve kederle ona hitaben şöyle diyordu: "Kimse senin uğradığına uğramamıştır, bundan bana daha ağır gelen bir yerde asla durmamışım. Eğer Sefiyye üzülmeseydi ve benden sonra bir sünnet haline gelecek korkusu olmasaydı, yırtıcı hayvanların midesinde ve kuşların kursağında yer alması için onu bu halde bırakıverirdim. ALLAH Teala beni, herhangi bir yerde Kureyiş'e musallat kılarsa, onlardan otuz kişiyi bu şekilde cezalandıracağım."

                    Müslümanlar üzüntü ve tasayla, Hamza'nın kutsal cisminin yanına giderek şöyle dediler: "ALLAH'a and olsun ki, eğer ALLAH Teala bir gün bizi onlara muzaffer kılarsa, onları öyle musle edeceğiz ki, Araplardan hiç kimse öyle musle edilmemiştirr30; Derken Cebrail (a.s) Peygamber'e (s.a.a) bu ayeti nazil etti:

                    "Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. Sabret! Senin sabrın da ancak ALLAH'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!"[14]

                    Bu esnada Resulullah (s.a.a) aldığı karardan vazgeçip sabretti ve daha sonra musle etmeyi yasaklayarak şöyle buyurdu: "Musle etmek (burun, kulak vs.uzuvları intikam olarak kesmek), yırtıcı köpeğe yapılsa bile haramdır."

                    Şüphesiz Uhud Savaşı, Müslümanların kötü bir şekilde hezimete uğradıkları tek bir savaştı. İbn-i Abbas şöyle diyor: "Şüphesiz Uhud günü; bela, musibet ve imtihan günü idi. ALLAH Teala, onunla mümini imtihan etti ve diliyle imanını izhar eden ve kalbinde küfrünü gizleyen münafığı ise helâk etti. Yine Uhud günü, ALLAH Teala'nın dilediğine şahadetle keramette bulunduğu gün idi.[15]

                    Hz. Peygamber (s.a.a) Uhud Savaşı sona erdikten sonra İmam Ali'ye, müşriklerin Müslümanlara bir daha bu savaş gibi böyle darbe vuramayacaklarını ve nihayet ALLAH Teala'nın Müslümanlara fetihler nasip edeceğini bildirdi.[16]

                    3- Hendek Savaşı

                    Hendek Savaşına gelince; bu savaş "Ahzab Savaşı" diye de anılır. Bu isimle anılmasının sebebi, kabilelerin hizipler halinde Resulullah'a karşı savaş açtığı içindir. Müslümanlar, onlara güç yetiremeyeceklerinden dolayı korku ve dehşete kapıldılar. Çünkü müşriklerin ordusu oldukça güçlü idi, Yahudiler de onlara destek olmuştu. Onların savaşçılarının sayısı on bin, Müslümanların savaşçılarının sayısı ise üç bin kişi idi. Kur'an-ı Kerim, Müslümanların bu savaşta korkularının ne derecede olduğunu şöyle vurgulamaktadır:

                    "Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler münharif olduğu, yürekler gırtlağa geldiği ve siz ALLAH hakkında türlü türlü düşündüğünüz zaman."[17]

                    Şüphesiz ALLAH Teala, muttakilerim İmamı Emir'ul-Muminin Ali'nin (a.s) eliyle İslam'a zaferi nasip etti ve küfür ordusunu hezimete uğrattı.

                    Hendek Kazımı

                    Hz. Peygamber (s.a.a), Kureyişlilerin ve Ğatfan kabilelerinin kendisine karşı savaşa çıktıklarını öğrenince ashabını toplayıp durumu onlara bildirdi. Düşmanı onlardan alı koyma hususunda onların görüşlerini istedi. Yüce sahabi olan Selaman-i Farsî, Medine'nin çevresinde hendek (çukur) kazılmasını önerdi. Hz. Peygamber (s.a.a) de bu öneriyi kabul etti. Derken ashabıyla birlikte hendek kazmaya başladılar. Bu hikmetli plân, Müslümanları düşmanların şerrinden korudu. Kureyiş, durumu böyle görünce ne yapacağını şaşırıp kaldı. Bu hendeği aşarak Müslümanlarla savamaya kadir değildi. Bundan dolayı Müslümanlara ok atmaya başladılar, onlar da onlara karşılık veriyorlardı. İki grup arasında genel bir savaş çıkmadı, ama birbirlerine ok atıyor ve hakaret edici sözler söylüyorlardı.

                    İmam Ali'nin (a.s) Amr'la Savaşı

                    Kureyiş kabileleri, hiçbir zafer elde edemedikleri bu ok atışından yorulup sıkıldılar. Sadece onlar hendekten dar bir yer bulup atlarıyla oradan geçtiler. Onların arasında Kureyiş ve Kenane kahramanı olan Amr b. Abduved de vardı. Amr bir kale gibi silah ve zırhla kuşanmıştı. Atına binip bedeni gücüne güvenerek kibir ve gururla Müslümanların önünde dolaşıyordu. Müslümanlar onu görünce daha çok korku, ıstırap ve dehşete kapıldılar. Amr Müslümanların önünde at oynatıyor ve onları tahkir ederek yüksek sesle şöyle diyordu: "Ey MUHAMMED'in kişileri, içinizde benimle savaşacak biri var mı?"

                    Müslümanların kalpleri koptu, korku onların üzerine çullandı. Amr tekrar; "Hel min mübariz?" (Aranızda savaşacak biri var mı?) diye seslendi. Ama kimse onun cevabını vermedi. Ama İslam kahramanı Emir'ul-Muminin Ali (a.s) Hz. Peygamber'e; "Ya Resulellah! Ben onun hakkından gelirimr30;" dedi.

                    Resulullah (s.a.a), amcası oğlunun canından korkarak; "Sabret, o Amır'dır!" buyurdu. İmam (a.s) da Hz. Peygamber'in emrine uyarak oturdu. Amr tekrar Müslümanları alaya alarak şöyle dedi: "Ey MUHAMMED'in ashabı! Öldüğünüzde kendisine gideceğinizi sandığınız cennetiniz nerededir? Sizlerden biriniz oraya gitmek istemiyor mu?..."

                    Müslümanlar daha çok dehşete kapıldılar. İmam Ali (a.s) durumun böyle olduğunu görünce, Hz. Peygamber'in ona savaş izni vermesi için ısrar etmeye başladı. Peygamber (s.a.a) onun sözünü kabul etmekten başka bir çare bulamadı. Hz. Peygamber (s.a.a) buyurduğu bu sözle en büyük bir şeref madalyası ona taktı:
                    "İmanın tümü, şirkin tümüne karşı çıktı."

                    İmam Ali'nin bu kalıcı madalyası güneş gibi nur saçmaktadır. Onun şahsiyeti, iman ve İslam'ın tümüyle tanıtılmıştır. Şirk simgesi olan Amr'ın şahsiyeti de küfrün tümüyle belirlenmiştirr30; Daha sonra Resulullah (s.a.a) ellerini duaya kaldırarak, amcası oğlunu koruması için ALLAH'a şöyle yakardı: "ALLAH'ım, Uhud günü Hamza'yı ve Bedir günü de Ubeyde'yi benden aldın. O halde bugün Ali'yi korur30; Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın."

                    İmam (a.s) tam bir cesaret ve heybetle ve Amr b. Abduved'den hiçbir korku ve dehşete kapılmadan onun karşısına çıktı. Eşi görülmemiş sabit bir azim ve çelik bir iradeyle ona doğru hareket etti. Amr, savaşmak için karşısına çıkan ve onu küçümseyen bu gencin cesaretine şaşırdı.

                    -Amr: "Sen kimsin?"
                    -İmam (a.s), onu küçümseyecek bir tarzda: "Ben Ali b. Ebî Talib'im."
                    -Amr: İmam'a şefkat duyarak: "Senin baban benim dostumdu."
                    -İmam (a.s) bu dostluğa önem vermeyerek: "Ey Amr! Sen kavmine, Kureyiş'ten kim seni üç şeye davet ederse onu kabul edeceğine dair teahhüt etmişsin, öyle değil mi?"
                    -Amr: "Evet, bu benim ahdimdir."
                    -İmam (a.s): "Ben seni İslam'a davet ediyorum."
                    -Amr güldü ve alaycasına: "Babalarımın dinini terk mi edeyim? Bundan vazgeç."
                    -İmam (a.s): "Sana karşı elimi açmıyorum; o halde öldürülmeden geri dön."
                    -Amr, İmam'ın bu cür'et ve cesaretinden öfkelenerek: "Bu durumda Araplar benim kaçtığımı konuşacaklar."
                    -İmam (a.s): "O halde seni savaşa davet ediyorum."

                    Amr, bu gencin cesaretine, ona meydan okumasına ve onu küçümsemesine şaşırdı. Derken atından inerek İmam'ın başına kılıcıyla ağır bir darbe indirdi. Amr'ın kılıcı kalkanı keserek İmam'ın başına isabet edip onu yardı. Müslümanlar, İmam'ın ALLAH'a kavuşacağına yakin ettiler. Ama ALLAH Teala, yardımda bulunarak onu himaye etti. Bu esnada İmam (a.s) ona öyle bir darbe vurdu ki, Kureyiş'in kahramanı ve şirk simgesi olan Amr'ı yere serdi; öküz boğazlandığında böğürdüğü gibi kanlar içerisinde böğürüyordu.

                    İmam (a.s) tekbir getirdi, Müslümanlar da tekbir getirdiler. Gerçekten şirkin beli kırıldı, gücü yok oldu ve İslam, muttakilerin İmamının eliyle kesin zaferi kazanmış oldu ve Peygamber (s.a.a), tarih boyunca şeref olan madalyayı şu sözüyle İmam'a takmaya gitti ve: "Ali b. Ebi Talib'in, Hendek günü Amr b. Abduved'le savaşı, ümmetimin kıyamete kadar olan amellerinden daha üstündür"[18] buyurdular.

                    Yüce sahabeden olan Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: "Ali'nin Hendek günü Amr'ı öldürmesiyle kazandığı fazilet tüm Müslümanlar arasında bölünmüş olursa, hepsini kapsar."[19]

                    Bu ayet işte o zaman Hz. Peygamber'e (s.a.a) nazil oldu: "ALLAH savaşta müminlere yetti."[20]
                    İbn-i Abbas bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: "ALLAH Teala, Ali'nin savaşıyla müminlere yetti."[21]

                    İmam Ali (a.s), Kureyş'in diğer kahramanı olan Nevfil b. Abdullah'ı da öldürdü. İşte bundan dolayı Kureyiş çok kötü bir şekilde yenilgiye uğradı ve Peygamber (s.a.a) giderek şöyle buyuruyordu: "Şimdi biz onlara saldırıyoruz, onlar bize saldıramıyorlar."[22]

                    Kureyiş, ümidi kesildiği ve hüsrana uğradığı bir halde ve mahvedici bir yenilgiyle geri dönmek zorunda kaldı ve Müslümanlar bu savaşta hiçbir hasar ve zarara uğramadılar.

                    4- Hayber Fethi

                    ALLAH Teala, Peygamberini aziz ve Kureyşi zelil ve hakir kıldıktan sonra Hazret aydın fikri ve asil görüşüyle, İslam'ın eskiden beri katı düşmanı olan Yahudilerin güç ve kudreti olduğu müddetçe Müslümanların işinin doğrulmayacağını, devletinin salim kalmayacağını ve yeryüzünde sözlerinin geçerli ve üstün olmayacağını gördü. Onların güç ve kuvvetleri Hayber Kalesi'nde idi. Hayber Kalesi, o asırda gelişmiş silahlar fabrikası durumunda idi. İşte o kalede, yakıcı su ve eritilmiş kurşunlar fışkırtan tanklar yapılıyordu. İşte Yahudiler, İslam'la savaşan güçlere, kılıç, mızrak ve kalkan gibi savaş araçlarıyla yardımda bulunuyordu.

                    Hz. Peygamber (s.a.a), ordusuyla birlikte Hayber Kalesi'ni fethetmeye doğru hareket etti. Ordu komutanlığını Ebu Bekir'e verdi. Ebu Bekir, emrindeki savaşçılarla Hayber Kalesi'ne yaklaştıklarında atılan taş vb. şeylerle karşılaşınca, hiçbir şey elde etmeksizin korku ve dehşete kapıldığı halde yenilgiyle geri döndü. Peygamber (s.a.a) ertesi günü ordu komutanlığını, Ömer b. Hattab'a devretti. O da arkadaşı Ebu Bekir gibi bir şey yapmaksızın geri döndü. Hayber Kalesi öylece kapalı kaldı ve kimse ona dokunamadı.

                    Peygamber (s.a.a), ordunun kaleye girmekten acizliğini ve komutanların de gevşediğini görünce şöyle buyurdular: "Yarın bayrağı öyle birisinin eline vereceğim ki, ALLAH'ı ve resulünü sevir; ALLAH ve resulü de onu sevirler. ALLAH Teala o kapıyı onun eliyle açmadıkça geri dönmeyecektir." [23]

                    Ordu, ALLAH'ın onun eliyle Hayber Kalesi'ni fethedeceği bu komutanın kim olduğunu öğrenmek için sabırsızca beklemeye başladı. Onun, İmam Ali olacağını hiç tahmin etmemişlerdi. Zira İmam Ali (a.s) o zaman göz ağrısına yakalanmıştı. Sabah ışığı etrafa saçtığında Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'yi yanına çağırdı. İmam (a.s), Peygamber'in (s.a.a) yanına vardığında gözlerine bağlamış olduğu sarığı açıp bir kenara attı. Hz. Peygamber (s.a.a), tükürüğünü İmam'ın gözlerine sürünce İmam'ın gözleri iyileşti. Peygamber (s.a.a) İmam'a hitaben şöyle buyurdular: "Al bu bayrağı, ALLAH sana fetih verecektir."

                    Şair Ezrî, bu olayı şu şekilde vasfetmiştir:

                    Ali'nin Hayber günü saldırıları vardı
                    Bakana büyük bir manzara oluşturuyordu
                    Hayber günü Hz. Peygamber buyurdu ki
                    Bayrağımı savaş aslanına vereceğim
                    Derken her grubun boyunları uzadı
                    Hangi şahsiyete verileceğini görmeleri için
                    Bu esnada Hz. Peygamber buyurdu: "İlim ve hilmin varisi nerede?
                    Zamanın şiddetine uğrayan çaresizlerin sığınağı nerede?
                    Mazlumların imdatçısı nerede?"
                    Süreyya'da bile onu çağırırlarsa icabet eder.
                    Derken Hazretin vasisi gözü ağırdığı halde geldi
                    Peygamber mübarek tükürüğünü ona sürdü ve derken şifa buldu
                    Sonra küfür ordusunun saflarına saldırdı
                    Onlar da onun şecaatini bildiklerinden firar ettiler. [24]


                    İslam kahramanı Hz. Ali (a.s), azim, irade ve savaş gücüyle bayrağı Hz. Peygamber'den (s.a.a) alarak hazrete; "Bizim gibi (Müslüman) olana dek onlarla savaşayım mı?" diye arz etti. Hz. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdular: "Teenni ile hareket et, acele etme; onların yurtlarına vardığında, onları İslam'a davet et, ALLAH'ın onların üzerine farz olan hakkını onlara bildir. ALLAH'a and olsun ki, ALLAH bir kişiyi senin elinle hidayet ederse, senin için kırmızı develerden daha iyidir." [25]

                    İmam Ali (a.s) tam bir cesaretle ve hiçbir korkuya kapılmadan zafer bayrağıyla amansızca kaleye hücum ediyordu. Nihayet kalenin kapısını yerinden çıkarıp Yahudilerin attığı şeylere karşı kendisini onunla koruyordu.[26] Onlar bu durumu görünce korkudan yürekleri boğazlarına dayandı. Kalenin kapısını yerinden söküp çıkaran ve onu kendisine kalkan yapan bu kahraman kimdir acaba? O kapıyı ancak kırk kişi açabiliyordu.[27] O halde bir kişi nasıl onu yerinden söküp çıkardı? Şüphesiz bu, ilginçlerin ilgincidir!

                    İmam'ın (a.s) Merheb'le Savaşı

                    Yahudilerin kahraman ve yiğitlerinden olan Merheb, başında Yemanî miğfer olduğu ve bir bezi delip başına geçirdiği halde İmam'ın karşısına çıktı. O şöyle recez okuyordu:

                    Kat alimet Hayberu ennî Merheb
                    Şakis-silahi betelu mucerreb.
                    Hayber biliyor ki ben Merheb'im,
                    Keskin silahlı ve tecrübeli kahramanım.


                    İslam himayecisi İmam Ali de, üzerinde kırmızı bir cübbe olduğu halde ona doğru çıkarak şöyle recez okuyordu:

                    Enellezî semmetnî ümmî Haydereh
                    Zırğamu âcamin ve leysu kasvereh
                    Abl'uz-zıraayni şedidu kasvereh
                    Keleysi ğabatin keriyh'il-menzereh
                    Ezribu bi's-seyf rıkab'el-kefereh
                    Ekîluhum bi's-seyfi keyl'es-sendereh
                    Ben o kimseyim ki annem beni Haydar olarak adlandırmıştır,
                    Ormanın kükreyen arslanı ve gecenin güçlüsüyüm.
                    Ormanlar aslanı gibi kolları iri ve güçlü birisiyim,
                    Kâfirlerin boynunu kılıçla vuranım,
                    Ve ölçek ölçüsü gibi onları kılıçla ölçerim.


                    Raviler, bu şiirin İmam'a ait olduğunda ittifakları vardır.[28] Bu şiir İmam'ın (a.s) yiğitliğini, cesaretini, şecaatini, kâfirlere ve dinden çıkanlara karşı tavrının katılık ve sertliğini göstermektedir.
                    İmam (a.s), eşsiz şecaatiyle Merheb'e doğru gelerek ona öyle şaşırtıcı bir darbe vurdu ki, miğferi ve başı parçalanarak yere serildi. Sonra onun işini bitirip, vahşi hayvanlara ve kuşlara yem olması için cansız bedenini terk etti. İşte Hz. Ali'nin bu darbesiyle ALLAH Teala kesin zaferi İslam için yazdı, Hayber Kalesi fethedildi, ALLAH Yahudileri zelil bir duruma düşürdü ve İmam (a.s), tarih boyunca andıklarında üzülecekleri bir ders onlara verdi.[29]

                    5- Mekke Fethi

                    ALLAH Teala açık zaferi, kulu ve elçisi için yazdı, şirk ve azgınların gücünü zelil duruma düşürdü ve Peygamber'e düşman olan güçler hüsran ve ziyanla denendi. Şüphesiz İslam devleti, Arap adasının birçok bölgelerine uzandı ve tevhid bayrağı oralarda yükseldi. Peygamber (s.a.a), şirk ve küfür kalesi durumu haline gelen Mekk'e şehri fethedilmeksizin kesin zaferin gerçekleşmeyeceğini gördü. İşte o şehirde bulunduğunda ve oradan uzaklaştığında kendisine savaş ilan edildi. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) silahlı askeri on binleri aşan büyük bir orduyla Mekke'ye doğru hareket etti. Mekke'nin çevresi, sayısı bilinmeyen pek çok gizli askerle kuşatıldı. Kureyiş'in savaşa hazırlanmaması ve Mekke şehrinde kan dökülmemesi için ordu onlara yetişene dek bu iş gizli tutuldu.

                    İslam ordusu hiçbir şeye yönelmeksizin süratle hareket etti ve nihayet Mekke'nin yüksek mahallelerine ulaştılar, ama Mekke ehli onların geldiğinden habersizdi. Peygamber (s.a.a) ordusuna odun toplamayı emretti. Derken pek çok odun toplandı. Akşam olunca odunların yakılmasını emretti. Bu ateşin alevi Mekke'den gözüküyordu. Ebu Süfyan o ateşi görünce şiddetli bir şekilde korktu, ama onu açığa vurmamaya çalıştı. Yanında bulunan Bedil b. Verka'ya; "Bu gece gördüğüm bunca ateşi asla (diğer vakitlerde) görmemişim" dedi.

                    Bedil de hemen; "VALLAHi bu Hazaa'dır; savaş onu toplamıştır" dedi.
                    Ebu Süfyan onunla alay etti ve giderek şöyle dedi: "Huzaa, ateşi ve askeri bu miktarda olmaktan oldukça azdır."

                    Korku ve dehşet Ebu Süfyan'ı sarmıştı. İslam ordusunun Mekke'nin fethi için gelmesi hakkında bilgisi olan Abbas gecenin karanlığında ona doğru giderek; "Ya Eba Hanzele (Hanzele'nin babası)!" dedi. Ebu Süfyan onu tanıyınca ona doğru koşarak; "Ebu'l-Fazl (Fazl'ın babası)! Sen misin?" dedi.
                    - Abbas: "Evet, benim."
                    - Ebu Süfyan: "Anam, babam sana feda olsun."
                    - Abbas: "Vah olsun sana ey Ebu Süfyan! Bu, insanların arasında bulunan ve Kureyiş'in sabahı olan Resulullah'tır."

                    Ebu Süfyan bu sözü duyunca kanı dondu; kendine ve kavmine oldukça korktu. Istıraplı bir sesle; "Anam babam sana feda olsun, çare nedir?" diye sordu.

                    Abbas onu, canını koruyacak yola hidayet etmek için şöyle dedi: "VALLAHi, eğer Resulullah seni ele geçirirse, mutlaka boynunu vuracaktır. O halde bu katırın sırtına bin de seni Resulullah'a götüreyim ve senin için O'ndan güvence alayım."

                    Abbas onu arkasına bindirdi, oysa o, korku ve ıstırap içerisinde idi. Ebu Süfyan o gece yatamadı, başına ne geleceğini bilmiyordu. Bunun sebebi ise Müslümanların aleyhinde işledikleri büyük suçlarından dolayı idi. Peygamber'in (s.a.a) karşısında yer aldığında Hazret ona; "Vah olsun sana ey Ebu Süfyan! ALLAH'tan başka ilâh olmadığını bileceğin vakit sana gelip çatmadı mı?" dedi.

                    Peygamber (s.a.a) ondan gördüğü sıkıntı ve musibetlere değinmedi. Düşmandan intikam almayı tanımayan İslam'ın hakikatinin yayılması için onların üzerini örttü. Ebu Süfyan gidip Peygamber'e yalvararak af diledi ve ekledi: "Babam anam sana feda oldun! Ne kadar da halimsin, kerimsin ve bağışta bulunansın. ALLAH'a and olsun ki, eğer ALLAH'la beraber O'ndan başka bir tanrı olsaydı bana bir faydası olurdu diye düşündüm."
                    Peygamber (s.a.a) ona iltifat ederek şöyle buyurdu: "Vah olsun sana ey Ebu Süfyan! Benim ALLAH'ın elçisi olduğumu bilecek zaman sana gelip çatmadı mı?"

                    Ebu Süfyan, içinde saklı olan şirk ve küfrü gizleyemerek şöyle dedi: "Babam anam sana feda olsun, ne kadar da halimsin, kerimsin ve bağışta bulunansın! Bu konuda şimdiye kadar nefsimde bir şey (şüphe) vardır."
                    Abbas ona doğru giderek, Peygamber'in peygamberliğine şehadet etmediği takdirde tehlikeyle karşılaşacağını ikaz ederek şöyle dedi: "Vah olsun sana, boynun vurulmandan önce, ALLAH'tan başka bir tanrının olmadığına ve MUHAMMED'in O'nun elçisi olduğuna ikrar ve iman et."

                    Habis ve alçak adam bir çare bulamayınca istemeksizin diliyle ISLAMiyetini ilan etti; oysa küfür ve nifak kalbinde sabitti.

                    Peygamber (s.a.a) amcası Abbas'a, Ebu Süfyan'ı, İslam ordusunu görerek gidip Kureyş'i onlarla savaşmaktan korkutması için vadinin dar geçidinde tutmasını emretti. Abbas onu vadinin dar geçidine götürdü. İslam ordusundan bir bölük, silahla kuşanmış olduğu halde oradan geçerken; "Bu bölük kimdir?" diye sordu.

                    -Abbas: "Selim" dedi.
                    -Ebu Süfyan: "Benim Selim'le ne işim var?" dedi.
                    -Diğer bir bölük geçtiğinde Abbas'a; "Bu kimdir" diye sordu.
                    -Abbas: "Muzeyne" dedi.
                    -Ebu Süfyan: "Benim Muzeyne'yle ne işim var?" dedi.
                    -Hz. Peygamber (s.a.a) de, ashabının yiğit ve kahramanları onu kuşattığı halde sıyrılmış yalın kılıçlarla yeşil bir bölükte oradan geçerken Ebu Süfyan hayret ve şaşkınlığa uğrayarak; "Bu bölük kimdir?" diye sordu.
                    -Abbas: "Bu, muhacir ve ensar arasında olan Resulullah'tır" dedi.
                    -Ebu Süfyan: "And olsun ki, kardeşin oğlunun mülkü (saltanatı) büyümüştür" dedi.
                    -Abbas onun sözünün reddinde: "Ey Eba Süfyan! O, nübüvvettir" dedi.
                    -Ebu Süfyan, kokuşmuş başını sallayarak alaycasına; "Evet, öyledir" dedi.
                    -Bu cahil, İslam'a iman edecek birisi değildi, o ancak mülk ve saltanatı anlıyordu. Daha sonra Abbas onu serbest bıraktı. O da koşarak Mekke'ye döndü ve yüksek bir sesle şöyle dedi: "Ey Kureyiş topluluğu! Bu MUHAMMED'dir; sizin ona karşı koyamayacağınız bir güçle size gelmiştir. Kim Ebu Süfyan'ın evine girerse emniyettedir."

                    Kureyiş, şaşkınlığa uğradığı halde ona; "Senin evin bizi nasıl koruyabilir?" dedi.
                    Ebu Süfyan yine; "Kim evinin kapısını kapatıp evinde oturursa, güvendedir; kim camiye girerse güvendedir" dedi.

                    Derken Kureyişlilerin korkusu sakinleşti; evlerine ve camiye doğru koştular. Ama Hind durup Ebu Süfyan'a karşı çıktı. Gerçekten hüzün onun kalbini eritti ve kendi kavmini Ebu Süfyan'ın aleyhine kışkırtarak şöyle bağırdı: "Bu habis ve alçağı öldürün; o kavmin öncülerinden bir çirkindir."

                    Ebu Süfyan giderek Kureyş'i isyanın neticesinden sakındırıyor ve onları teslim olmaya davet ediyordu. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ordusuyla birlikte Mekke'ye girdi. ALLAH Teala onların vasıtasıyla Kureyş'i zelil ve Müslümanlardan zayıf olanları ise aziz ve mutlu kıldı. Peygamber (s.a.a) Kabe'ye doğru hareket etti ve Kureyş'in, ALLAH'ı bırakıp taptıkları putları kırmaya başladı. Kavsiyle Hubel adındaki putun gözüne vurarak şöyle buyuruyordu: "Hak geldi batıl yok oldu; şüphesiz batıl yok olucudur."

                    Daha sonra Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s), omzuna çıkarak putları kırmasını ve Beyt'ul-Haram'ı onlardan temizlemesini emretti. Hz. Ali de Peygamber'in (s.a.a) omzuna çıkarak putları yerinden çıkarıp yere atıyordu. İşte böylece putlar, İslam kahramanının eliyle kırıldı. Nitekim ceddi İbrahim Halilullah da onları kırmıştı.

                    6-Veda Haccı

                    Peygamber-i Ekrem (s.a.a), ALLAH'ın huzuruna göçeceğini yakin edince, Beytullah'il-Haram'ı haccetmeyi ve ümmetine salim ve doğru çizgiler belirlemeyi gerekli gördü. Buna binaen hicretin 10. yılında hac için Mekke'ye doğru hareket etti ve ümmetine, yakında bu dünyadan ahiret yurduna göçeceğini şu sözleriyle bildirdi: "Şüphesiz ben bilmiyorum, şayet bu yıldan sonra sizi bu durakta ebedi olarak göremeyeceğimr30;"
                    Derken hacılar korkuya kapılıp ne yapacaklarını bilemediler; üzüntü ve keder dalgaları onları sardı. Ashap; "Peygamber (s.a.a) kendi ölümünden haber veriyor" diyorlardı. Peygamber (s.a.a) de, onları fitnelerden koruyacak ve güzel bir hayatı onlara tazmin edecek doğru bir yolu onlara göstermesi için şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum; ALLAH'ın kitabını ve itretim olan Ehl-i Beyt'imi."

                    ALLAH Teala'nın kitabına sarılmak ve onda olan sözlere amel etmek ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini severek onlara uymak, bu dünya bataklığına sapmamak ve yanlış hareket etmemek için bir garantidir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a), hac merasimi sona erdikten sonra önemli bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında birçok önemli noktalara değindi ve İslam öğreti ve hükümlerinden parıltılar saçtı ve şu sözüyle konuşmasını noktaladı: "Benden sonra saptırıcı küfre dönerek, birbirinizin boynuna binmeye çalışmayın. Şüphesiz ben aranızda öyle bir emanet bıraktım ki, ona sarılırsanız kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz; o emanet ALLAH'ın kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'imdir. Ey millet tebliğ ettim mi?"
                    Ashap hep bir ağızdan; "Evet" dedi.

                    Peygamber (s.a.a) sonra şöyle buyurdular: "ALLAH'ım şahit olr30; Şüphesiz siz sorumlusunuz. O halde şahitler gaiplere bildirsin."[30] Hz. Peygamber'in (s.a.a) konuşmasının bütün bentlerini, İmam Emir'ul-Muminin (a.s) Ansiklopedisi adlı kitabın ikinci cildinde zikrettik.

                    Gadir-i Hum Kongresi

                    Hz. Peygamber (s.a.a), hac merasimini yerine getirdikten sonra hac kafileleriyle birlikte Medine'ye geri döndü. Peygamber (s.a.a) "Gadir-i Hum" denilen yere yetiştiğinde, Cebrail, ALLAH Teala tarafından çok önemli bir emirle Hazrete nazil oldu. O emir, kendisinden sonra Hz. Ali'yi ümmetine halife ve İmam olarak ataması için o yerde yükünü indirmesi idi. Bu konunun ertelenmesi hakkında Hazrete ruhsat verilmedi. Derken şu ayet nazil oldu: "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. ALLAH seni insanlardan koruyacaktır."[31]

                    Peygamber (s.a.a) bu emri çok önemli telakki etti. Derken sabit bir azim ve güçlü bir iradeyle giderek yolculuk yükünü, çok kızgın ve yakıcı bir yere indirdi. Kafilelere de yüklerini orada indirmelerini ve kendilerine yapılacak hitabeyi dinlemelerini emretti. Peygamber (s.a.a) öğle namazını kıldıktan sonra, deve mahfeleriyle kendisine minber yapılmasını emretti. Bu işi yaptıklarında onun üzerine çıkarak çok güzel bir hutbe okudu. O hutbesinde, İslam yolunda çektiği zorluk ve sıkıntılara, halkın sapıklıktan kurtuluşuna, tekâmül ve medeniyet yollarının yüzlerine açılışına değindi. Sonra onlara teveccüh ederek şöyle buyurdu: "İki ağır emanet hakkında bana nasıl halef olacağınıza bakın."

                    İnsanlar arasından bir şahıs yüksek bir sesle; "Ya Resulellah, iki ağır emanet nedir?" diye sordu. Peygamber (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular: "Büyük olan ağır emanet; bir tarafı ALLAH'ın elinde, diğer tarafı ise sizin elinizde olan ALLAH'ın kitabıdır. Küçük olan ağır emanet ise Ehl-i Beyt'imdir. Şüphesiz latif ve habir (haberdar) olan ALLAH Teala bunların, Kevser havuzunun başında bana gelinceye dek birbirlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını haber verdi. Derken ben bunu Rabbimden onlar için istedim. O halde onlardan öne geçmeyin helak olursunuz, onlardan geri kalmayın helak olursunuz."

                    Sonra Resulullah (s.a.a), vasisi ve ilim şehrinin kapısı olan İmam Emir'ul-Muminin Ali'nin (a.s) elinden tuttu ve onun velayetini Müslümanlara farz kıldı ve onu, ümmetini en doğru olana hidayet etmek için onlara alem (bayrak-nişane) dikti ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Müminlerden, kendilerine daha evla (velayet sahibi) olan kimdir?"

                    Ashap toplu bir şekilde; "ALLAH ve O'nun resulü daha iyi bilir" dedi.
                    Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: "Şüphesiz, ALLAH benim mevlamdır, ben de müminlerin mevlasıyım ve ben onların kendilerinden onlara daha evlayım (velayet ve yetki sahibiyim). O halde ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."

                    Hz. Peygamber (s.a.a) bu sözü üç defa tekrarladı ve ondan sonra İmam Ali (a.s) hakkından şu sözü de ekledi: "ALLAH'ım, onunla dost olanla dost ol, ona düşman olana düşman ol, onu seveni sev, ona buğz edene buğz et, ona yardımda bulunana yardımda bulun, yardımını esirgeyerek onu yalnız bırakanı yalnız bırak, o nereye döndüyse hakkı onunla döndür. Ey millet! Burada bulunanlar, burada bulunmayanlara bu sözü iletsin."

                    İşte bu sözlerle Resulullah'ın (s.a.a) değerli hutbesi sona erdi. Hazret bu hutbesinde, kendisinden sonra genel merciliği ve Müslümanların işlerinin sorumluluğunu üstlenecek lideri ümmete tayin etti. Müslümanlar, Peygamber'in (s.a.a) bu konuşmasından donra İmam Ali'ye biat etmeye yöneldiler ve Müslümanların emiri olduğundan dolayı O'nu kutlamaya başladılar. Peygamber (s.a.a) müminlerin annelerine (kendi ailesine), O'na biat etmelerini emretti.[32] Ömer b. Hattap da gelerek İmam Ali'yi kutladı, O'nunla musafa etti ve şöyle dedi: "Ey Ebu Talib'in oğlu, (bu makam sana) kutlu olsun. Sen benim ve her mümin erkek ve kadının mevlası oldun."[33]

                    Hassan b. Sabit (bu olaydan hemen sonra) ayağa kalkarak şu beyitleri okudu:

                    Peygamberleri Gadir günü onları Hum bölgesinde
                    Peygamberi dinleyin diye çağırıyordu
                    O buyurdu ki: "Sizin mevla ve peygamberiniz kimdir?"
                    Cevap verip cehaletlerini izhar etmediler:
                    "Senin ilahın bizim mevlamız ve sen de peygamberimizsin
                    Velayette bizden bir muhalefet görmeyeceksin"
                    Derken ona buyurdu ki, "Kalk ya Ali, şüphesiz ben,
                    Kendimden sonra senin imam ve hadi olmana razı oldum.
                    O halde ben kimin mevlası isem, bu da onun mevlasıdır.
                    Sadakatle ona uyun ve onu veli bilin."
                    Bu esnada şöyle dua etti: "ALLAH'ım, onu veli edineni sev
                    Ona düşman olana düşman ol."[34]


                    Kuşkusuz Gadir-i Hum'da İmam Ali'ye biat, İslam risaletinden bir parçadır. O halde kim onu inkâr ederse, İslam'ı inkâr etmiş olur. Nitekim Allame Hilli de böyle demiştir.

                    Ebedi Facia

                    Hz. Peygamber (s.a.a), Rabbinin mesajını halka ilettikten ve Emir'ul-Muminin Ali'yi ümmetine İmam ve merci tayin ettikten sonra günden güne sıhhati bozulmaya başladı ve şiddetli bir şekilde ateşi yükseldi. Üzerindeki kadifeyi hanımları kaldırıp ellerini ona dokundurduklarında onun ateşini hissediyorlardı.[35]

                    Müslümanlar perişan bir halde Hz. Peygamber'in ziyaretine geldi, Hazretin nefesi onlara ölüm haberini veriyordu. Peygamber (s.a.a) bu haliyle onlara kalıcı bir vasiyette bulunarak şöyle buyurdular: "Ey millet! Yakında ruhum alınıp götürülecektir; yanınızda mazur olmak için şu sözü size söyledim: Bilin ki ben sizin aranızda ALLAH'ın (c.c) kitabını ve itretim olan Ehl-i Beyt'imi (emanet olarak) bırakıyorum."

                    Ölüm, Hz. Peygamber'i (s.a.a) süratle kendine doğru çekiyordu. Peygamber (s.a.a), hilafeti Ehl-i Beyt'inden uzaklaştırmaya çalışan ashabı arasında hizip akımlarını açıkça görünce, kendisi için mümkün olan en iyi vesileyi yani Medine'yi onlardan boşaltmakta ve onları Rum savaşına göndermekte gördü. Bundan dolayı bir ordu teçhiz etti ve o ordunun genel komutanlığını da çok genç yaşta olan Usame b. Zeyd'e verdi. Ashabın yaşlılarından kimseyi o genel komutanlığa uygun görmedi. Onların hepsini, bir asker olarak Usame'nin emri altına soktu. Ama onlar Usame'nin ordusuna katılmakta ağır davrandılar. Bundan dolayı Peygamber (s.a.a) (o hasta haliyle) minbere çıkarak onlara hitaben şöyle buyurdular: "Usame'nin ordusuna katılınr30; ALLAH'ın laneti onun ordusuna katılmayanın üzerine olsun."

                    Hz. Peygamber'in bu şiddetli emirleri, onları harekete geçirmedi. Bu sözleri kulak ardı ettiler. Burada çok önemli bahisler vardır, biz "Hayet'ul-İmam Hasan r11;a.s-" kitabımızda onlara değindik.

                    Perşembe Gününün Musibeti

                    Hz. Peygamber (s.a.a), Gadir günü, vasisi ve ilim şehrinin kapısı olan İmam için aldığı biati güçlendirmek ve düzencilerin (veya meşveretçilerin) bahane yollarını kapatmak için şöyle buyurdular: "Bana kürek kemiğiyle hokka getirin de size öyle bir yazı yazayım ki benden sonra asla sapmayasınız."

                    Bu yazılacak yazı, Müslümanlara ne de büyük bir nimetti! Ümmetinin kendisinden sonra asla sapmaması ve virajsız olan tek bir yol üzere hareket etmesi konusunda bu, kâinatın efendisinden bir garanti idi. İslamî ümmeti hidayet ve salaha götürecek bu yazılması gereken yazı ne idi acaba? Şüphesiz o, Hz. Ali'nin vasiliği ve kendisinden sonra ümmete imameti hakkında yazılacak bir yazı idi.

                    Ashaptan bazısı, Hz. Peygamber'in, bu yazıyla İmam Ali'nin, kendisinden sonraki hilafet ve imametine açıkça değineceğini anladığından, Hazrete karşı çıkarak küstahlıkla şöyle dedi: "ALLAH'ın kitabı bize yeterr30;"
                    Bu söz üzerinde azcık düşünen birisi, bu sözü söyleyenin maksadının ne olduğunu anlayacaktır. Kuşkusuz bu sözü söyleyen kimse, Hz. Peygamber'in bu yazıyla, İmam Ali'yi kendisinden sonra (hiçbir özür yolu bırakmayacak bir şekilde) halife nasbedeceğini kesinlikle biliyordu. Eğer Hz. Peygamber'in, sınırda olanların himayesi veya dini şiarların korunmasıyla ilgili bir vasiyet yazacağına ihtimal verecek olsaydı, Hazretin onu yazmasına bu şekilde karşı çıkmazdı.

                    Velhasıl, bu konu üzerinde, orda bulunanlar arasında şiddetli bir şekilde tartışma ve kavga çıktı. Bir grup Hz. Peygamber'in emrinin yerine getirilmesini istiyordu, diğer bir grup ise Hazretin bu yazıyı yazmasına mani olmaya çalışıyordu. Müminlerin anneleri ve diğerlerinden bazı kadınlar, Hz. Peygamber'in ömrünün bu son saatlerinde, bazılarının O'na saygısızlık sayılan bu tavırlarına karşı çıkarak şöyle dediler: "Resulullah'ın ne buyurduğunu duymuyor musunuz? Resulullah'ın dileğini yerine getirmiyor musunuz?"

                    Meydan kahramanı ve muhalifler önderi olan Ömer, yerinden sıçrayıp kalkarak küstahlıkla kadınlara şöyle bağırdı: "Sizler Yusuf'un çığlık atanlarısınız! Hastalandığında gözlerinizi sıkarsınız, iyileştiğinde ise boynuna binersiniz!"

                    Hz. Peygamber (s.a.a) öfkeyle ona bakarak yüksek bir sesle şöyle buyurdular: "Onları bırakın; şüphesiz onlar sizden daha iyidirler."

                    Derken orada bulunanlar arasında sürtüşme ve çekişme başladı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) vasiyet yazmasını isteyen cephe neredeyse galip olacaktı. Ama muhaliflerden bazıları, oku Peygamber'in hedefine yönelterek şu sözüyle Hazretin plânını altüst etti: "Şüphesiz Peygamber sayıklıyor."[36]

                    Hz. Peygamber'e yapılan bu küstahlık ve nübüvvet merkezine yapılan bu tecavüz ne de çirkin ve kötü idi. O, "Peygamber sayıklıyor" diyor. Oysa ALLAH Teala Peygamber'in hakkında şöyle buyuruyor:
                    "Arkadaşınız (MUHAMMED) sapmadı ve batıla inanmadı; O arzusuna göre de konuşmaz. O (söyledikleri) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü-küvvetli biri (Cebrail) öğretti."[37]

                    Peygamber (s.a.a) sayıklıyor, diyor. Oysa ALLAH Teala O'nun hakkında şöyle buyuruyor:
                    "Şüphesiz o, değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi (ALLAH'ın) katında itibarlı bir elçinin sözüdür."[38]

                    Şüphesiz biz bu olaylara duyguyla değil akılla bakmamız gerekir. Çünkü bunlar dinî geçeklerimizle ilgilidir, olayların iç yüzünü bizlere açmakta ve İslam karşısındaki kurulan plan, hile ve düzenleri ortaya çıkarmaktadır.

                    Velhasıl, ümmetin hibri (âlimi) olan İbn-i Abbas, bu korkunç hadiseyi andığında, ah çeker ağlardı; öyle ki göz yaşları yanaklarına akardı. O, şöyle diyordu: "Perşembe günü! Perşembe günü nedir? Resulullah (s.a.a) o gün buyurdular ki: "Bana kürek kemiği ve hokka getirin de benden sonra ebedi olarak sapmayacağınız bir yazı yazayım size." Ashaptan bazıları; "Resulullah sayıklıyor" dediler.[39]

                    Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali (a.s) hakkında bir şey yazmış olaydı da, O'nun yazısı bir fayda vermezdi. Çünkü O'nu, sayıklamak ve aklı başında olmamakla suçladılar. Onların bu sözünde, nübüvvet kutsallığına açıkça bir hiciv ve saldırı vardır.

                    Yüce Firdevs'e Doğru

                    İlahî lütuf için göğe yükselmek ve âlemi aydınlatan nur için ALLAH'ın huzuruna varmak zamanı gelmişti. Ölüm meleği (Azrail) o yüce ruhu ziyaret etmek için Hz. Peygamber'e yaklaşınca Hazret vasisi ve ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali'ye şöyle buyurdular:
                    "Başımı eteğine bırak, şüphesiz ALLAH'ın emri gelmiştir. Canım çıktığında onu al ve yüzüne sür. Daha sonra beni kıbleye çevir, işlerimi üstlen, herkesten önce bana namaz kıl, beni kabre bırakıp üzerimi örtmedikçe benden ayrılma ve ALLAH Teala'dan yardım dile."

                    Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber'in vasiyeti gereği O'nu kucağına aldı ve sağ elini boğazının altına çekti. Çok geçmeksizin yüce ruhu bedeninden çıktı ve İmam (a.s) onu yüzüne sürdü.[40]

                    Andolsun ki, yer çalkalandı, adalet nuru söndü. Hüzünler dünyasında ne de ebedileşen bir gün idi! Öyle bir gün ki geçmiş günlerde onun misli yoktu.

                    Andolsun ki, Müslümanlar bayıldılar, Medine kadınları koşarak yüzlerini tırmalıyorlardı, onların feryat ve ağlama sesleri yükseldi. Müminlerin anneleri (Peygamber'in hanımları) de başlarından örtüleri ( çarşafları) kaldırdılar ve onlar göğüslerine vuruyorlardı. Ensar kadınları ise çok bağırarak ağladıklarından sesleri tutuldu.[41]

                    Ehl-i Beyt'ten, üzüntü ve yanıp yakılması en çok olan Peygamber'in bedeninin bir parçası ve gülü olan Hz. Fatıma (a.s), kendisini hazretin cenazesinin üzerine attı ve ruhu eriyerek şöyle diyordu:

                    "Vay babacığım!"
                    "Ey rahmet Peygamberi."
                    "Şimdi artık vahiy gelmiyor."
                    "Şimdi Cebrail bizden kopacak."
                    "ALLAH'ım, ruhumu O'nun (Peygamber'in) ruhuna kavuştur, O'nun yüzüne bakmakla bana yardımda bulun, kıyamet günü O'nun mükafak ve şefaatinden beni mahrum etme." [42]


                    Babasının cansız bedeninin etrafında dönüyor ve musibet onu dilsiz kılmıştı. Yine şöyle diyordu:
                    "Vay babacığım! Cebrail'e ölüm haberini veren babacığım."
                    "Vay babacığım! Frdevs cenneti yeri olan babacığım."
                    "Vay babacığım! Rabbinin davetini icabet eden babacığım."[43]


                    ALLAH'a andolsun ki, durum ve vaziyet onu dilsiz hale getirmişti, hayatını kaybetmiş bir cisim haline dönmüştü. Âh, Resulullah'ın zehrası ve gülüne!

                    Resulullah'ın Kutsal Cisminin Techizi

                    İmam Ali (a.s), kardeşi ve amcası oğlunun cisminin gusül ve kefenleme işlerine başladı. Gözyaşları aktığı halde Peygamber'in tertemiz bedenine gusül verdi ve hüzün bir sesle şöyle diyordu: "Babam ve anam sana feda olsun ya Resulellah! Andolsun ki, senin ölümünle, başkasının ölümüyle kesilmeyecek olan nübüvvet, vahiy ve gök haberleri kesildi. Senin vefatının bir özelliği vardır; senin musibetin diğer musibetliler için teselli veren oldu ve herkesi aynı şekilde senin musibetinde yasa bürüdü. Eğer sabrı emretmeseydin ve sabırsızlık göstermekten nehyetmeseydin, gözyaşlarım tükeninceye kadar ağlardım sana; dert kalır ve gam sürekli olurdu."[44]

                    İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber'e (s.a.a) gusül verdikten sonra onu kefenledi ve bir divanın üzerine bıraktı.

                    Cenaze Namazı

                    Hz. Peygamber'in mübarek naaşına ilk namaz kılan, arşının üzerinden kılan ALLAH Teala idi; sonra Cebrail, sonra İsrafil, sonra grup grup olarak melekler kıldılar ve daha sonra Müslümanlar peygamberlerinin bedenine namaz kılmaya koştular. İmam Ali (a.s) onlar için şöyle buyurdu: "Sizden herhangi biriniz Peygamber'e imam olarak durmasın; çünkü O, ister hayatta olsun, ister ölü olsun sizin imamınızdır."

                    Müslümanlar yavaş yavaş Hz. Peygamber'in cenazesinin yanına yaklaşıp bir saff halinde imamları olmaksızın O'na namaz kılıyorlardı. Onlar Peygamber'in cenazesine özel bir şekilde namaz kılıyorlardı. İmam Ali (a.s) okuyor, onlar da onu tekrarlıyorlardı. Bu namazın nassı şöyledir:
                    "Esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuh. ALLAHumme inna neşhedu ennehu kad belleğe mâ onzile ileyhi ve nesehe li ummetihi ve cahede fî sebilillahi hatta eazzellahe dînehu ve temmet kelimetuh. ALLAHumme fec'alna min men yettebia ma unzile ileyhi ve sebbitna ba'deh vecme' beynena ve beynehu."

                    "Selam olsun sana ey Peygamber; ALLAH'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. ALLAH'ım, biz şehadet ediyoruz ki, O (Peygamber) , kendisine nazil olanı tebliğ etti, ümmetine nasihatte bulundu, ALLAH yolunda cihat etti, tâ ki ALLAH dinini güçlendirdi ve sözü tamamlandı. ALLAH'ım, bizi, O'na nazil olan hükümlere uyanlardan kıl, O'ndan sonra bizi sabit eyle ve bizimle O'nun arasını birleştir."
                    Namaz kılanlar da âmin diyorlardı.[45]

                    Müslümanlar topluluğu, Peygamberlerinin yanından geçerek veda gözüyle O'na bakıyorlardı, O'nun korkusunda dehşete kapılıyorlardı, üzüntü ve kederden ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Şüphesiz kurtarıcı ve muallimlerini kaybetmişlerdi ve onlar için devlet, medeniyet ve yüce makam oluşturan artık vefat etmişti.

                    Kutsal Naaşın Gömülmesi

                    Müslümanlar, Hz. Peygamber'in naşına namaz kıldıktan sonra İmam Ali (a.s) O'nun için bir kabir kazdı ve sonra Hazreti oraya bıraktıktan sonra üzerini kapattı. Şüphesiz gücü tükenmişti ve kabrin yanında durarak gözyaşlarıyla onu suluyor ve şöyle diyordu: "Sabır güzeldir, ancak senin için değil; sabırsızlık kötüdür, fakat senin için olan müstesna. Senin musibetine uğrananın üzüntüsü oldukça büyüktür; (ama) senden önceki ve sonraki musibetler bunun yanında küçüktür."[46]

                    Hüzünler dünyasında, ebedileşen o günde, adalet bayrağı artık dürüldü, hak erkanları sarsıldı ve varlık semasını aydınlatan nur gayıp oldu. Resulullah (s.a.a), insanın, nurdan hiçbir ışık olmayan karanlık hayatının akışını, medeniyet ve adaletle aydınlanan güvenli bir hayata çevirdi. Bu güvenli ve huzurlu hayatta, mazlumların ahları ve mahrumların iniltileri yok oluyor ve ALLAH'ın hayrat ve bereketi kullara taksim ediliyordu; ALLAH'ın kullarından hiç kimse onları stok etmiyordu.
                    _________
                    [1] - Sahih-i Termizî, c.2, s.308
                    [2] - Sahih-i Termizî, c.2, s.308; Kenz'ul- Ummal, c.1, s.84
                    [3] - Savaik'ul- Muhrika, s.75
                    [4] - Mecma'uz- Zevaid, c.9, s.168; el-Müstedrek, c.2, s.43; Tarih-i Bağdat, c.2, s.120; el-Hilye, c.4, s.306 ez-Zehair, s.20
                    [5] - Müstedrek'ul- Hakim, c.3, s.149; Kenz'ul- Ummal, c.6, s.116; Feyz'ul- Kadir ve Mecma'uz- Zevaid (c.9, s.174) kitaplarında da şöyle geçmiştir: "Peygamber (s.a.a) buyurdular ki: "Yıldızlar, yeryüzü ehli için güven vesilesidir; Ehl-i Beytim de ümmetim için güven vesilesidir."
                    [6] - Riyaz'un- Nazıra, c.2, s.2; Sahih-i Termizî, c.2, s.319; Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.52
                    [7] - Kenz'ul- Ummal, c.3, s.154 vs.kaynaklar.
                    [8] - el-Mizan, c.4, s.12
                    [9] - Siret'un- Nebeviyye, c.2, s.68
                    [10] - a.g.e, s.74
                    [11] - Hayat'ul- İmam Emir'ul-Müminin, c.2, s.20
                    [12] - Usd'ul- Ğabe, c.4, s.93
                    [13] - el-İmam Ali b. Ebî Talib (a.s), c.1, s.82
                    [14] - Nahl / 126-127
                    [15] - Siret'un- Nebeviyye, c.2, s.105
                    [16] - Tarih-i İbn-i Kesir, c.4, s.47
                    [17] - Ahzab/10
                    [18] - Tarih-i Bağdat, c.13, s.19; Müstedrek'ül- Hakim, c.3, s.32
                    [19] - Resail'ul- Cahiz, s.60
                    [20] - Ahzab/25
                    [21] - Hayat'ul- İmam Emir'il-Müminin, c.2, s.27
                    [22] - A'yan'uş- Şia, c.3, s.113
                    [23] - Hilyetıul-evliya, c.1, s.62, S.fat'us- Safve, c.1, s.163; Müsned-i Ahmed: Hadis778
                    [24] - Şerh-Ezriyye, s.141-142
                    [25] - Sıfat'us- Safve, c.1, s.164; Sahih-i Buharî, c.7, s.121
                    [26] - Hayat'ul- İmam Emir'il-Müminin (a.s), c.2, s.30
                    [27] - Tarih-i Bağdat, c.1, s.324; Mizan'ul- İ'tidal, c.2, s,218; Kenz'ul- Ummal, c.6, s.368; Riyaz'un- Nazire, c.2, s.188. Bu kitapta şöyle geçiyor: "Yetmiş kişi toplanıp o kapıyı ancak yerine geri çevirebildiler."
                    [28] - Hazanet'ul- Edep, c.6, s.56
                    [29] - Hayat'ul- İmam Emir'il-Muminin, c.2, s.30
                    [30] - Hayat'ul- İmam Hüseyin, c.1, s.195; tarih-i Yakubîden naklen,c.2, s.90
                    [31] - Mâide/67
                    [32] - el-Ğadir, c.2, s.34
                    [33] - Müsned-i Ahmed, c.4, s.281
                    [34] - el-Gadir, c.1, s.271
                    [35] - el-Bidaye ve'n- Nihaye, c.5, s.226
                    [36] - Bu korkunç hadiseye bütün tarihçiler değinmişlerdir. Buhari, Sahih'inde defalarca, c.4, s.68-69'da ve c.6, s.8'de buna değinmiştir. Ama bu sözü söyleyenin ismini saklamıştır. Ama İbn-i Esir'in Nihaye'sinde ve İbn-i Ebî'l- Hadid'in Nehc'ul- Belağa Şerhi'nde (c.3, s.114) vs.kitaplarda o sözü söyleyenin ismine tasrih edilmiştir.
                    [37] - Necm / 2-5
                    [38] - Tekvir / 19-20
                    [39] - Müsned-i Ahmed, c.1, s.355
                    [40] - Menakıb, c.1, s.29. "Hz. Peygamber (s.a..a) vefat ederken, başı Hz. Ali'nin kucağında idi" diye birçok rivayetler naklolunmuştur. Bu rivayet şu kitaplarda yer almıştır: Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c.2, s.51, Mecma'uz- Zevaid, c.1, s.293; Kenz'ul- Ummal, c.4, s.55; Zehair'ul- Ukba, s.94; Riyaz'un- Nazıra, c.2, s.219
                    [41] - Ensab'ul- Eşraf, c.1, s.574
                    [42] - Tarih'ul- Hamis, c.2, s.192
                    [43] - Siyer-i A'lam'in- Nübela, c.2, s.88; Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.287-288. Bu kitapta Hammad b. Zeyd'den şöyle dediği nakledilmiştir: Hadisi rivayet edenin, onları anlattığında şiddetle ağladığını ve kaburga kemiklerinin titrediğini gördüm."
                    [44]- Nehc'ul- Belağa, hutbe: 235
                    [45] - Kenz'ul- Ummal, c.4, s.54
                    [46] - Nehc'ul- Belağa, Kısa sözler: 292
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                      Sakife Konferansı

                      İslam dünyasında Müslümanlar, Sakife olayı gibi şiddetli ve helak edici bir bela ve musibetle imtihana tabi tutulmamışlardır. Sakife olayı Müslümanlar arasında fitne ateşini alevlendirdi ve felâket pencerelerini onların yüzüne açtı.

                      Ensar, konferanslarını, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefat ettiği gün Beni Saide Sakife'sinde kurdular. Konferansları iki cenahtan yani Evs ve Hazreç'ten oluşuyordu. Orada hilafet meselesi, onun kendi aralarından çıkmaması ve Kureyiş'ten olan Muhacirlerin otoritesine tabi olmayacakları hakkında konuşuyorlardı. Çünkü Kureyiş'ten olan Muhacirler, Hz. Peygamber'in hilafete seçtiği ve Gadir-i Hum'da ümmetine âlem (nişane) olarak atadığı İmam Ali'ye (a.s) olan biatlerini açık bir şekilde terk ettiler ve nübüvvetle hilafetin bir evde olmasını istemediler. Nitekim onların büyüklerinden bazılarının, Hz. Peygamber'le yazacağı vasiyeti arasındaki durumu da böyle idi. Hz. Peygamber'i sayıklamak iftirasıyla incittiler ve dilediği şeyi yerine getirmediler.

                      Velhasıl, Ensar, Hz. Peygamber'in ordusunda silahlı güçler için omurga kemiği hükmünde idi. Şüphesiz onlar, Hz. Peygamber'in savaşına süratle gelen Kureyişlilerin evlerine hüzün ve yas sokmuşlardı. Bundan dolayı Kurayişliler, Ensar'a şiddetle kin güdüyorlardı. İşte bundan dolayı Muhacirlerin korkusundan hemen bir konferans düzenlemeye koyuldular.
                      Habbab b. Munzir şöyle diyordu: "Fakat biz, sizden sonra bizi öldürecek oğullarının, babalarının ve kardeşlerinin onu (hilafeti) sahipleneceğinden korkuyoruz."[1]

                      Habbabın tahmini tahakkuk buldu. Zira hilafet çok kısa bir zamanda Emevilerin eline geçti. Onlar Medinelileri zelil kılmaya ve onları cezalandırmaya çalıştılar. Şüphesiz Muaviye, onlara aşırı derecede zulüm ve haksızlık yaptı, onları perişan ve zelil etti. Oğlu Yezid'i Müslümanların başına getirdiğinde O, Medinelilere elinden geldiği kadar zulüm yapmaya, saygınlıklarını yok etmeye ve onları elemli bir şekilde cezalandırmaya çalıştı. Sonra, çirkinliğinde tarihte eşi görülmemiş Hıra olayında onların mal, kan ve ırzlarını helal kıldı.

                      Velhasıl, Ensar'dan bir grup, Sa'd'ı hilafete ön gördü. Ancak Avs kabilesi lideri Huzeyr b. Uzeyd, Avs kabilesiyle Sad'ın kabilesi olan Hazreç kabilesi arasındaki var olan kin ve husumetten dolayı Sa'd'a biat etmekten hoşlanmadı. Eskilerde onların arasındaki husumet oldukça şiddetli idi. Derken Avim b. Saide ve Ensar'ın müttefiki Muin b. Adiy, Ebubekir'le Ömer'in yanına koşarak onları, Sakife'de cereyan eden olaydan haberdar ettiler. Ebu Bekir ve Ömer, korkuya kapılarak hemen Sakife'ye gittiler. Ensar yenilgiye uğradı, ellerinde olan düştü ve Sa'd'ın rengi kaçtı. Ebubekir'le Ensar arasındaki şiddetli tartışmadan sonra, Ebubekir'in hizbi kalkarak ona biat ettiler. Bu biatte Ömer, meydan kahramanı idi. Kırbaçı meydanda oynamaya başladı ve halkı arkadaşının (Ebubekr'in) biatine sevk ediyordu. Ebubekir Sakife'den çıkarak hizbini, tekbir ve tehlil (lâ ilâhe illellah demek) le Resulullah'ın mescidine götürüyordu. Şüphesiz bu biatte, Peygamber ailesi, Ammar b. Yasir, Ebuzer, Mikdad vb. gibi sahabenin büyüklerinin görüşleri alınmamıştır.

                      İmam Ali'nin (a.s) Ebubekr'in Biatine Karşı Tavrı

                      Tarihçiler ve raviler, İmam Ali'nin, Ebubekr'in biatine karşı tavrı hoşnutsuzluk ve rızayetsizlikti. İmam Ali (a.s) hilafete daha layıktı. Çünkü İmam Ali, Hz. Peygamber'e herkesten daha yakındı. Peygamber'e oranla Harun'un Musa'ya olan konumunda idi. İslam O'nun cihat ve çabasıyla ayakta durdu. O, İslam'a karşı güzel imtihan verdi. Peygamber (s.a.a) O'nu kardeş olarak çağırırdı ve Müslümanlara; "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyuruyordu. İşte bu özelliklerinden dolayı Ebubekr'e biat etmekten kaçındı. Ama Ebubekir ve Ömer, O'nu biate zorlamak istediler. Bundan dolayı Ömer b. Hattap bir grup adamlarıyla birlikte İmam'ın evini kuşattılar. Ömer, gürlüyor, parlıyor, tehdit ediyor ve korkutuyordu. Elindeki ateşle vahiy evini yakmak istiyordu. Derken Hz. Peygamber'in bedeninin bir parçası ve bütün kadınların hanım efendisi olan Hz. Fatıma (a.s) dışarı çıkarak yüksek bir sesle; "Ey Hattab'ın oğlu, getirdiğin bu şey (ateş) nedir?" dedi.
                      Ömer sert bir şekilde; "Getirdiğim şey, babanın getirdiği şeyden daha güçlüdür!" dedi.[2]

                      Her Müslüman'ın kalbini inciten çok üzücü olaylardan biri de bazılarının, ALLAH Teala'nın, onun rızasıyla razı olduğu ve gazabıyla da gazaplandığı Hz. Fatıma'ya (s.a) karşı takındıkları tavır idi. Bizim, inna lillah ve inna ileyhi raciun demekten başka bir çaremiz yoktur.

                      Her halükârda, İmam'ı (a.s) zorla evinden çıkardılar ve O'nu kılıcının bağıyla bağlayarak Ebubekir'in yanına götürdüler. Ebubekir'in adamları İmam'a; "Ebubekir'e biat et! Ebubekir'e biat et!" diye bağırdılar.

                      İmam (a.s) onlara, onların taşkınlık ve zorbalıklarına değinmeksizin keskin deliliyle şöyle cevap verdi: "Ben bu işe (hilafete) sizden daha layığım, size biat etmem, sizin bana biat etmeniz gerekir. Siz bunu (yöneticilik makamını) Ensar'ın elinden aldınız ve Hz. Peygamber'e yakınlıkla onlara ihticaçta bulundunuz, şimdi de gaspla biz Ehl-i Beyt'ten alıyorsunuz. Siz Peygamber'in (s.a.a), sizden olması hasebiyle bu makama Ensar'dan daha lâyık olduğunuzu zannederek oları alt ettiniz. Onlar da size boyun eğdi ve imareti (emirlik makamını) size teslim ettiler! Ben de sizin Ensar'a getirdiğiniz delilin aynısıyla size delil getiriyorum. Biz Resulullah'a, ister hayatında olsun ister öldüğünde, sizden daha yakınız. Eğer mümin iseniz, bizimle insafla konuşun; aksi takdirde, bildiğiniz halde zulümle (ALLAH'ın huzuruna) dönün."

                      Ne de ilginç bir hüccet ve delildir! Şüphesiz, Kureyiş'ten olan Muhacirler, bu delille yani Peygamber'e daha yakın olmalarıyla Ensar'a galip oldular. Çünkü Kureyiş'in çeşitli boyları olmasına rağmen onları Peygamber'le bir araya getiriyordu; yoksa onlar Hz. Peygamber'in ne amca ve ne de dayıoğulları idi. Ama Hz. Peygamber'le İmam Ali arasındaki akrabalık bağı en güzel şekillerde idi. İmam Ali, Hz. Peygamber'in amcası oğlu, iki torunlarının babası ve yegâne kızının kocası idi.

                      -Velhasıl, Ömer İmam'a taraf gelerek, sert bir şekilde; "Biat et" dedi.

                      -İmam (a.s): "Peki biat etmezsem?"

                      -Ömer: "Ondan başka tanrı olmayan ALLAH'a and olsun ki boynunu vururuz."

                      -İmam (a.s) biraz sustuktan sonra, oradakilere bir göz attı; -şüphesiz heva ve heves onları saptırmıştı, mülk ve saltanat sevgisi onları kör etmişti- onların arasında kendisine yardımda bulunacak, onların şerrinden kendisini himaye edecek birini göremeyince hüzünlü bir sesle; "Bu durumda ALLAH'ın kulunu ve Resulünün kardeşini öldürmüş olacaksınız" buyurdu.

                      -Ömer b. Hattap kötü huylulukla; "ALLAH'ın kulunu öldürmüş oluruz, evet doğrudur; ama Resulullah'ın kardeşini hayır."

                      Ömer, (herhalde) Hz. Peygamber'in, İmam Ali'yi kendisine kardeş olarak seçtiğini, ilim şehrinin kapısı ve onun İslam'da ilk mücahit olduğunu unuttu ve bunları bilmezlikten geldi! Ömer, Ebubekir'e dönerek; "Emrini onun hakkında açıklamıyor musun?" diyerek onu İmam'ı cezalandırmak için kışkırtıyordu. Ama Ebubekir, fitne ve olaylar çıkmasından korkarak şöyle dedi: "Fatıma O'nun yanında olduğu halde O'nu bir şeye zorlamam."

                      Nihayet İmam'ı serbest bıraktılar. İmam (a.s), kardeşi Resulullah'ın kabrinin bulunduğu eve giderek gördüğü mihnet ve zulümleri Peygamber'e şikâyet etti ve ağladığı halde Peygamber'e hitaben şu ayeti okudu: "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdir"[3]

                      Gerçekten söz konusu kimseler İmam'ı zayıf görerek onu ezmeye yeltendiler ve Hz. Peygamber'in O'nun hakkındaki vasiyetlerini görmezlikten geldiler ve onları inkar etmeye kalkıştılar. İmam (a.s), üzüntülü ve kederli bir şekilde evine döndü ve ALLAH Teala'nın, ümmetin peygamberlerini kaybettikten sonra gerisin geriye dönecekleriyle ilgili verdiği haberin tahakkuk ettiğini açıkça gördü. ALLAH Teala şöyle buyurmuştu: "MUHAMMED ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, ALLAH'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. ALLAH, şükredenleri mükâfatlandıracaktır."[4]

                      Bu, onların iman ve akıllarını mahveden helak edici bir inkılâp ve şiddetli bir depremdi. İnna lillah ve inna ileyhi raciun.
                      Her halükârda, burada bu üzücü musibetlere son veriyoruz ve Ebubekir hükümetinin, Fedek'i zorla alması ve humusu lağvetmesi gibi Ehl-i Beyt'in aleyhindeki şiddetli icraatlarına da "Mevsuat'ul-İmam Emir'il-Muminin a.s-" kitabında daha geniş bir şekilde değindik.

                      Hz. Fatıma (a.s) Ebedilik Civarında (Ölüm Eşiğinde)

                      Emir'ul-Muminin Ali'nin (a.s) imtihan edildiği üzücü facialardan diğer biri de eşi olan Resulullah'ın kızı Fatıma'yı elden vermesi idi. Şüphesiz hastalık onu iyice rencide etmişti, üzüntü ve keder onun yaralı ve ince kalbini incitmişti, elem ve çileler ona saldırmıştı, genç bir yaşta olduğu halde ölüm süratle ona doğru yönelmişti. Peygamber'in bedeninin bir parçası ve gülü olan Hz. Fatıma (a.s) babasının vefatından hemen sonra çeşitli mihnet, üzüntü, elem ve eziyetlere uğradı. İnsanlar O'nun babası yanındaki makam ve mevkisini görmezlikten geldiler, mirasını yağmaladılar ve evine hücum edip onu kuşattılar.

                      Hz. Fatıma (a.s) ölüm döşeğine düştüğünde amcası oğlu Ali'ye (a.s) (dikkat edilmesi gereken) çok önemli vasiyetlerde bulundu. Onlardan bazıları şunlardı: Hakkını gasp edenlerden hiç kimse onun cenazesine hazır olmamalı, gecenin zifir karanlığında defnedilmeli, insanlara ne kadar öfkeli olduğunu anlatmak için kabrinden hiçbir iz bırakılmamalıdır.
                      Hz. Ali (a.s), eşi Fatıma-i Sıddika'nın vasiyetlerini yerine getirdi, onu son menzili olan kabre bırakıp kabrin başucunda durarak gözyaşlarıyla toprağını suluyor ve şu sözleriyle Resulullah'a tesliyet ve taziyet arz ediyor ve şikâyette bulunuyordu:

                      "Ya Resulellah, benden ve sana çok çabuk kavuşan ve yanına gelen kızından taraf selam olsun sana. Ya Resulellah! Senin ölümünden dolayı sabrım azaldı ve onun ölümünden dolayı gücüm kalmadı. Ancak senin ayrılığının büyük acısını ve musibetinin felaketini gördükten sonra buna da sabretmeliyim. Şüphesiz seni ben kabrine bıraktım ve ruhun boğazımla göğsüm arasında kabzedildi. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (Biz ALLAH'a aitiz ve şüphesiz O'na dönücüleriz). Kuşkusuz (bana olan) emanetin geri döndürüldü ve rehin olan alındı (sahibine yetişti). Fakat ALLAH Teala, beni senin yanına seçip alıncaya kadar hüznüm devam edecek, gecelerim de uykusuz geçecek. Ümmetinin kızına yaptığı zulüm hakkında o sana haber verecek, kızından sor, durumu ondan öğren. Bütün bunlar, senden ayrılalı fazla olmadan ve anın unutulmadan oluverdi. İkinizi de dargının ve yorgunun selamıyla değil veda edenin selamıyla selamlarım. Eğer ayrılır gidersem, bu yorgunluk ve usanmadan değildir; kalırsam da ALLAH'ın sabredenlere vaat ettiği ecir hakkında su-i zanda bulunduğumdan değildir."[5]

                      Bu sözler İmam'ın (a.s), Hz. Peygamber'in (s.a.a) emanetini (Hz. Fatıma'yı) kaybetmesine ne kadar derinden üzüldüğünü göstermektedir. Nitekim bu sözler, İmam'ın (a.s), bu gruptan çektikleri üzüntü, keder ve dertleri de göstermektedir. İmam (a.s) Hz. Peygamber'den (s.a.a), bu kavmin elinden çektikleri elem ve çileleri, kızından ısrarla sormasını istemektedir.
                      Her halükârda, İmam (a.s) Hz. Peygamber'in kızını defnettikten sonra üzgün ve dertli bir şekilde evine geri döndü. Şiddet ve sıkıntılar, birbiri ardınca İmam'ı sarmaya başladı. İmam (a.s) o kavimden uzaklaştı, onlardan yüz çevirdi, onlar da İmam'dan yüz çevirdiler. İmam (a.s), siyasi işlerin hepsinden uzaklaşmaya ve siyasi hiçbir işe katılmamaya karar verdi.

                      Ömer'in Hükümeti

                      Ebubekir'in saltanatı çok uzun sürmedi. Hükümetinden iki yıl geçtikten sonra hastalıklar ona saldırdı. Hayatının son anlarına yaklaştığında hilafeti arkadaşı Ömer'e devredilmesini vasiyet etti. Ashaptan ileri gelenler, buna şiddetli bir şekilde karşı çıktılar. Ama Ebubekir, onlara teveccüh etmeyip kendi görüşünde ısrar etti.[6]

                      Ebubekir'in, Ömer'in hilafetiyle ilgili vasiyetini yazmayı Osman b. Affan üstlendi. Derken Osman, Ömer'i övmeye, halk arasında onun propagandasını yapmaya ve halkı onun biatine davet etmeye başladı.

                      Her halükârda Ömer çok rahat ve kolaylıkla ve hiçbir zorlukla karşılaşmaksızın hilafet makamını üstlendi. Ömer, demir bir pençeyle hükmü (hilafeti) zapt etti; şiddet ve zorbalığa dayanan bir siyasetle ümmete hâkim oldu. Öyle ki ashabın büyükleri bile ondan çekiniyorlardı. Tarihçilerin yazdığına göre, Ömer'in kırbaçı, Haccac'ın kılıcından daha korkunç ve daha şiddetli idi. Kendisine güvenen herkes, katılık ve şiddetle karşılaşıyordu. Bütün şehirlere tam bir şekilde hâkim oldu. Onun, hükümet işlerinde kendine has bir siyaseti vardı. Biz onun iç, dış ve ekonomi siyasetine, "Mevsuat'ul-İmam Emir'il-Muminin ;a.s-" kitabının ikinci cildinde detaylı bir şekilde değindik.

                      Ömer'in Öldürülmesi

                      Ömer'in Farslara karşı özel bir siyaseti vardı. O, Farsları sevmez, Farslar da onu sevmezlerdi. Ebu Loloe de Farslardandı, Ömer'e kin güdüyor ve ona dokunmayı planlamıştı. Ömer, onun yanından geçerken alaycasına şöyle dedi: "Bana ulaştığına göre sen şöyle diyorsunmuş: "Rüzgârla un öğüten bir değirmen yapmak istesem elbette yaparım!" Ömer'in bu alaylı sözü onu çok rahatsız etti. Ebu Loloe, sinirli bir şekilde giderek şöyle diyordu: "Sana öyle bir değirmen yapacağım ki, herkes onu konuşacaktırr;"

                      İkinci günü tehdidini ameli etmeye kalkışarak[7] ona üç kama sapladı. Onlardan biri onun göbeğinin altına isabet etti. Daha sonra Ebu Loloe, cami ehline saldırdı ve onlardan on bir kişiyi yaraladı ve sonra kendi canına kıyarak intihar etti. Daha sonra Ömer'i yaralarından kan aktığı halde evine götürdüler. Çevresinde olanlara; "Kim beni vurdu?" diye sordu.
                      Yanındakiler: "Müğayre'nin kölesi."

                      Ömer: "Ben size; yabani eşeklerden (veya (kâfirlerden) kimseyi bize getirmeyin demedim mi? Sonunda onları bize galip ettiniz."[8]

                      Ömer'in ailesi, onun için bir tabip getirdiler.
                      Tabip: "İçileceklerden daha çok neyi seviyorsun?"
                      Ömer: "Nebizi" (üzüm veya hurmadan yapılan şarabı!)"
                      Nebizden bir miktar ona içirdiler, içtiği şet aldığı yayaların bazısından dışarı çıktı. Oradakiler; "Sarı su çıktı" dediler. Daha sonra ona süt içirdiler. Yine bazı yaralarından dışarı çıktı. Artık tabip ümitsizliğe kapılarak; "Akşamlayacağını sanmıyorum."[9] dedi.

                      Şura Nizamı

                      Ömer, hastalığının şiddetlendiğini gördüğünde, ümmetin yularını kimin eline vereciği hakkında derin düşündü. Sonra, hilafeti nübüvvet ailesinden çıkarmakta kendisine yardımcı olan hizbinin ileri gelenlerini hatırladı. Ah çekip üzüntüsünü açığa vurarak şöyle dedi: "Eğer Ebu Ubeyde hayatta olsaydı, mutlaka onu kendi yerime atardım. Çünkü o, bu ümmetin emini idi. Veya Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim hayatta olsaydı, onu kendi yerime bırakırdım. Zira o, ALLAH'ı çok seviyordu."

                      Biz, İslam tarihini gözden geçirdiğimizde, Ebu Ubeyde'nin, cihat alanlarında her hangi bir katkısının veya İslam âlemi için her hangi bir hizmetinin olduğunu göremiyoruz.

                      Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim'e gelince; adı sanı ve yok düşük bir kimse idi. Evet, Hz. Ali'nin evine saldırmakta onun bir rolü vardır30; Bu olaylar, Müslümanların bilgilenmeleri için grupsal ve taklitsel çekişme ve kavgalardan uzak durarak dikkatle tedris edilmelidir.

                      Her halükârda Ömer, şura nizamını kurdu. Öyle bir şura nizamı ki, onun kurulmasından amaç, İmam Ali'yi (a.s) hilafetten uzaklaştırmaktı. Belli bir amaç üzere kurulan bu şura, hilafeti, Emir'ul-Muminin Ali'ye kin güden Kureyişlilerin duygularını rahatlatmak için Emevi ailesinin sütunu olan Osman b. Affan'a hibe etti.

                      Derken Osman b. Affan, Müslümanları daimi bir fitne, şer, sıkıntı ve zorluğa sokan şura nizamının kararıyla ümmetin yöneticiliğini ele aldı. Biz burada bu olaylara, onların tefsir ve tahliline geçmeden kısa bir şekilde değinmek istiyoruz. Biz bu konulara, "Mevsuat'ul-İmam Emr'il-Müminin; a.s-) kitabında geniş bir şekilde değindik.

                      Osman'ın Hükümeti

                      Müslümanların çoğu, Osman'ın hilafetini, ıstırap, üzüntü ve kederle karşıladılar. Onun hüküm ve hilafet hakkındaki zaferini, İslam'ın aleyhinde çalışabildiği kadar çalışan ve hilelere başvuran ailesi için bir zafer olarak değerlendirdiler. Devzî şöyle der: "Şüphesiz Emevilerin zaferi, kalplerinde İslam'a düşmanlık besleyen kimselerin zaferi idi."[10]

                      Her halükârda, Osman, devlet mal ve araçlarının tümünü Emevilere vermeyi kastetti. Derken genel iktisadı, kendi maslahatları için teshir ettiler. Şüphesiz Osman'ın şahsiyetinin zaafını ve onun kendilerini şiddetle sevmesini ganimet bilip, İmam'ın tabiriyle: "Devenin, baharın taze yeşil otunu yediği gibi ALLAH'ın malını yemeğe koyuldular."

                      Bu hareketleriyle halk arasında fakirlik ve yoksulluğu yaygınlaştırdılar. Öyle ki halk onun hükümetinden nefret etmeye ve ona karşı öfkelenmeye başladılar. Osman'ın hükümetinin yok olmasında çok etkili olan diğer bir şey de, İslam bölgelerinin velayetini Beni Ümeyye ve Âl-i Ebî Muit'e vermesi idi. Oysa onların, hükümet ve yöneticilik işlerinde hiçbir bilgi ve uzmanlıkları yoktu. Onlardan bazıları büyük makamları atandılar. Derken Velid b. Ukbe Kufe valisi oldu. Velid, gecelerini sabaha kadar sarhoş bir halde şarkıcılarla geçiriyordu. Sabah namazını cemaatle, sarhoş olduğu bir halde dört rekât olarak kıldı; secde ve rükularında şöyle diyordu: "İçiyorum, bana içirin." Sonra mihrapta kustu ve selam verip namazı tamamladı. Namaz kılanlara yönelerek; "Daha fazla kılayım mı?" dedi. İbn-i Mes'ud cevabında; "ALLAH sana ve seni bize gönderene hayır vermesin" diyip ayakkabısının derisini alarak onunla onun yüzüne vurdu ve halk da çakıl taşlarıyla onu taşlamaya başladı. Taşlar ona vurulduğu halde sarayına girdi. Oysa o, rezillik ve dinden çıkmasında sarhoştu.[11]

                      Hutia şöyle diyor:

                      Hutiya (şairin kendisi) Rabbine kavuştuğu gün şahadet edecek ki,
                      Velid hiyanete daha layıktır
                      Namazları tamamlandığında seslendi ki,
                      Daha fazla kılayım mı? Oysa sarhoştu ve ne dediğinin farkında değildi
                      Kabul ederlerse onlara daha fazla hayır artırsın diye
                      O, kesinlikle on rekât onların namazlarına artırırdı.
                      Ama ey Ebu Vehb (Velid'in künyesi) kabul etmediler,
                      Kabul etselerdi, şef' ve Vetr namazını birleştirirdin
                      Namazın rükûlarını artırdığında senin yularını sıkıca tuttular
                      Eğer yularını serbest bıraksalardı, sürekli bu işine devam ederdin"


                      Pervasız ve fasit olan Velid'e bu istihza ve alayı görüyor musunuz? Hatime yine onu şöyle hiciv ediyor:

                      Namazda konuştu, açıkça onun rekâtlarını artırdı,
                      O da nifakını aşikâr etti.
                      Şarabı kustu güya bu işi namaz kılanın sünnetlerindendi.
                      Bağırdı, namaz kılan halk da dağılıp gitti
                      Beni övmeniz için namazlarınızın rekâtlarını artıralım mı?
                      O halde ne bizim ve ne de sizin için (hayırdan) bir nasip olmaz.[12]


                      Kufelilerden bir grup kimse, Velid'i Osman'a şikâyet etmek için süratle Medine'ye doğru hareket ettiler. Velid'in sarhoş halinde parmağından çıkardıkları yüzüğü de kendileriyle birlikte götürüp Osman'a gösterdiler ve Velid'in şarap içtiğini ona bildirdiler. Ama Osman'dan bekledikleri cevabı alamadılar. Ancak onlara; "Onun şarap içtiğini nerden biliyorsunuz?" diye sert bir şekle cevap verdi.

                      Osman'ın yanına gidenler; "Onun içtiği şarap, bizim cahiliye döneminde içtiğimiz şarabın aynısı idi" dediler. Osman sinirlenerek sert bir şekilde onları azarladı. Şikâyet için Osman'ın yanına gidenler, öfkeyle onun yanından dışarı çıktılar. Sonra süratle İmam Ali'nin (a.s) yanına varıp Osman'la aralarındaki geçen sözleri İmam'a anlattılar. Derken İmam (a.s), Osman'ın yanına giderek ona; "Şahitleri def, hadleri ise iptal ettin" dedi.

                      Osman işin sonucundan korkarak İmam'a; "Senin görüşün nedir?" diye sordu.
                      İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Benim görüşüm şu ki, birisini arkadaşın Velid'in yanına gönder, eğer onun yanında, onun şarap içtiğine dair iki kişi tanıklık ederlerse, (ikna edici) bir delil ileri süremediği takdirde ona had uygular;"

                      Osman İmam'ın görüşünü kabul ederek Velid'in yanına gelmesi için peşice adam gönderdi. Velid, Osman'ın karşısına çıktığında, Osman, onun şarap içtiğine dair şahitler istedi. Şahitler Velid'in aleyhinde şahitlik ettiler. Velid de susarak, kendisini savunacak bir delil ileri sürmedi ve haddin kendisine uygulanması için ona boyun eğdi. Fakat kimse, Osman'ın korkusundan ona had uygulamaya cesaret edemedi. Derken İmam (a.s) ayağa kalktı. Velid İmam'a hakarette bulundu ve

                      İmam'a; "Ey haraç alan!" dedi. İmam'ın kardeşi Akil ona yaklaşarak hakaretinin cevabını verdi. İmam (a.s) Velid'i yakalayarak onu kırbaçla dövdü. Osman öfkesinden âdeta organları birbirinden kopacaktı. Hakkın uygulanmasına sabredemeyip İmam'a bağırarak; "Senin ona böyle davranmaya hakkın yoktur" dedi.

                      İmam (a.s) onun cevabında şöyle buyurdu: "Evet, hakkım vardır; fasıklık yaptığında ve ALLAH'ın hakkının kendisinden alınmasına mani olduğunda bundan daha kötüsü de yapılmalıdır."

                      Osman'ın bu acelecilik ve tutumu, onun, ALLAH'ın hadlerini uygulamakta ne kadar gevşek davrandığını ve ALLAH'tan korkmayan ailesine karşı ne kadar şefkatli ve duygusal olduğunu göstermektedir.


                      Müslümanların iyileri, salihleri, Osman'ı ve valilerini kınıyor ve her taraftan ona saldırıyor ve kahredici sözlerle onu tenkit ediyorlardı. Ona karşı olan cephe de, sağ ve sol arasında çeşitli yönlü bir gruptu. Talha, Zübeyr, Aişe ve Amr b. As, özel hedeflerine ulaşmak istiyorlardı. Diğer grup ise, Ammar b. Yasır (Tayyib b. Tayyib), büyük mücahit Ebuzer-i Ğifari, Kur'an karisi Abdullah b. Mes'ud ve ALLAH yolunda güzel imtihan veren İslam'ın büyük şahsiyetlerinden oluşuyordu. Şüphesiz bunlar, sünnetin öldürüldüğünü, bidatin diriltildiğini, doğru konuşanın tekzip edildiğini, haksız yere övünülmeyi ve bencilliği görüyorlardı. Derken bunlar, Osman'ın üzerine yüklendiler ve tutturduğu siyasetinden dolayı onu kınadılar. Tavrının değişmesini ve Emevileri hükümet sisteminden uzaklaştırmasını istediler. Onların Osman'ı tenkit etmede, İslam'a hizmetten başka hiçbir hedefleri yoktu. Ama Osman, onların nasihat ve sözlerini dinlemedi.

                      Osman'a Saldırı

                      Osman'a sunulan bütün öneriler tükendiğinde ve onlardan hiçbir şey netice elde edilmeyince, inkılâp ateşi onun üzerine alevlendi ve inkılâpçılar onun bulunduğu evi kuşatarak hilafetten istifa etmesini istediler. Fakat o, onların sözünü kabul etmedi. Mervan'ı ve Beni ümeyyeyi hükümetten uzaklaştırmasını istediler. Osman yine onların bu sözünü kabul etmeyerek onlardan yüz çevirdi. Derken Emeviler hezimete uğrayıp onu yalnız bıraktılar. Bu esnada Müslümanlardan bir grup, MUHAMMED b. Ebubekir de öncülerinden olmak üzere ona saldırdılar. MUHAMMED b. Ebubekir, Osman'ın sakalından tutarak; "Ey na'sel (ahmak ihtiyar veya sırtlan)! ALLAH seni hor-hakir etsin" dedi.

                      Osman cevabında; "Ben na'sel değilim; ben ALLAH'ın kulu ve müminlerin emiriyim" dedi.
                      MUHAMMED b. Ebubekir de; "Muaviye seni korumadır30;" dedi ve onu saran Ümeyyelileri saymaya başladı.
                      Osman, MUHAMMED b. Ebubekir'e yalvararak şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu! Sakalımı bırak; senin tuttuğundan baban (bile) tutmuyordu."

                      MUHAMMED cevabında; "Sakalını tutmaktan daha şiddetli sana davranmak istemiyorum" dedi. Sonra MUHAMMED elindeki okla onu dürttü. Derken inkılâpçıların kılıçları onun cismini kapıştılar ve cansız bir şekilde yere serilip helâk oldu.
                      Beni Ümeyye ve Âl-i Ebî Muit'ten kimse onun imdadına koşmadı. İnkılâpçılar ona ihanette aşırı gittiler. Öyle ki onun cenazesini kötü bir yere attılar. Onun üzerinin kapatılmasına izin bile vermediler. Nihayet İmam Ali (a.s), onun gömülmesiyle ilgili, inkılâpçılarla konuştu. Bu konuşma neticesinde onun gömülmesine izin verdiler. Böylece Osman'ın hayatı, korkunç bir şekilde sona erdi. Müslümanlar onun katliyle şiddetli bir mihnet ve sıkıntıya duçar oldular. Emeviler, onun katledilmesiyle kâr elde ettiler. Zira onun kanını istediler. Nitekim Talha, Zübeyr ve Aişe gibi güçlü menfaatçiler onun kanını talep etmeye başladılar. Onun öldürülmesini kendileri için değerli bir mal olarak ittihaz ettiler. Oysa onların kendileri Osman'a saldırmışlardı.

                      İmam Ali'nin (a.s) Hilafeti

                      İmam (a.s), Osman'ın katledilmesini ıstırap ve hoşnutsuzlukla karşıladı. Çünkü vuku bulacak olayları biliyordu. Emevi ve dünya malı peşinde olanların, hükümet işlerini üslendiğinde, isyancıların Osman'ın kanını şiar edineceklerini tahmin etmişti. İmam'ın ıstırabına yol açan diğer bir konu da, kendisinin ümmetin liderliğine aday oluşu ve hükümeti ele geçirdiğinde ümmeti, halis hak ve halis adalet üzere dayalı olan bir siyasetle yönettiğinden ve bir şey umanları ve hırsızları devlet makamından uzaklaştırdığından dolayı, onların kendisine karşı isyan edeceklerini çok iyi bildiği içindi. Doğal olarak hâkim olan güç, siyasi çizgileri karşısında bir engel dikecek ve isyancılara karşı da savaş ilan edecekti.

                      Her halükârda İmam (a.s), hilafeti kabul etmekten kaçındı. Ama halk İmam'ın etrafını sararak onu kabullenmesini istediler. İmam (a.s) onların isteği karşısında şöyle buyurdular: "Size emirlik yapmaya ihtiyacım yoktur. O halde kimi seçerseniz ona razı olacağımr" [13]

                      Halk, İmam'ın sözünü kabul etmeyerek yüksek sesle; "Bizim senden başka imamımız yokturr" demeye başladılar. Tekrar yüksek bir sesle; "Senden başka kimseyi seçmiyoruzr" diye slogan attılar.

                      İmam (a.s), onlara olumlu cevap vermekten ısrarla kaçıyordu. Çünkü karşılaşacağı sıkıntı ve belâlardan haberdar idi. İmam (a.s), hilafeti kabullenmekten ısrarla kaçındıktan sonra silahlı güç (devrimciler) bir kongre düzenlediler. O kongrede, Medineli ve otoriteli kişilerin ihzar edilmelerini kararlaştırdılar. Müslümanlara bir hakim atamadıkları takdirde İmam Ali'yi, Zübeyr'i ve Talha'yı öldüreceklerini ilan ettiler.[14]

                      Medineliler, perişan bir hal ve korku çerisinde İmam'ın yanına giderek yüksek bir sesle; "Biat, biattır; İslam'a inen belayı ve duçar olduğumuz bu musibeti görmüyor musun?" demeye başladılar.

                      İmam (a.s) yine onları reddederek öyle buyurdular: "Beni bırakın; benden başkasını bulun."
                      İmam (a.s) onları, karşılaşacakları olaylar hakkında bilgilendirekek şöyle buyurdular: "Ey millet! Biz öyle bir işle karşı karşıyayız ki, çeşitli yönleri ve renkleri vardır. Böyle bir işe kalpler duramaz, akıllar sabit kalamaz." [15]

                      Halk, İmam'ın sözünü kabul etmeyerek yüksek bir sesle şöyle dediler: "Emir'ul-Muminin sensin, Emir'ul-Muminin senin."
                      İmam (a.s), hükümetindeki takip edeceği programı onlara açıklayarak şöyle buyurdular: "Bilin ki, eğer kabul edersem, size bildiğim gibi davranırım. Söyleyenin söylemesine ve kınayanın kınamasına kulak asmam. Eğer benden vazgeçerseniz, o zaman içinizden biri gibiyim. Buyruk sahibi yapacağınız kişinin emrini, sizden daha fazla dinleyip itaat edeceğimi umuyordum. Benim size vezir (yardımcı) olmam, emir olmamdan daha hayırlıdır." [16]

                      İmam (a.s), kendisi üzere hareket edeceği yol ve programı onların önüne bıraktır; O yol, hak ve adalet yolu idi. Halk, İmam'ın sözünü kabullenerek şöyle dediler: "Biz sana biat etmedikçe senden ayrılmayacağız."

                      Bu esnada halk her taraftan İmam'a doğru üşüştüler. İmam'ın (a.s) kendisi, onların biate ısrarlarını şöyle vasfediyor: "Derken halk, sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan üzerime üşüştüler, Hasan ve Hüseyin bile ayaklar altında kaldılar. Elbisemin iki tarafı yırtıldı. Koyunun ağıldaki sürüsü gibi çevreme toplandılar." [17]

                      İmam'ın (a.s) Hilafeti Kabul Etmesi

                      İmam (a.s), hilafeti kabul etmekten başka bir çere bulamadı. Bunun sebebi de, Beni Ümeyye'den fasık birisinin hükmü (hilafet makamını) üstleneceği korkusu olduğundan dolayı idi. Bu konuda şöyle buyurmuştur: "ALLAH'a and olsun ki, Beni Ümeyye'den bir tekenin ümmete sıçraması ve ALLAH'ın (c.c) kitabıyla oynaması korkusu olamasaydı, hilafeti kabullenmezdim." [18]

                      Halk ulu camiye doğru hareket etti, İmam (a.s) da tekbir ve tehlil (lâ ilâhe illellâh) sloganlarıyla öne geçti. Derken Talha gelerek çolak eliyle İmam'a biat etti. Ne de çabuk bu eliyle ALLAH'ın ahdini bozdu. İmam (a.s) onun bu biatini uğursuz sayarak şöyle buyurdu: "Ahdi bozmaya ne kadar da münasip!"

                      Halk İmam'la biat etti; öyle bir biat ki, o biat, ALLAH ve peygamberiyle biat etmekti. Genel biat tamamlandı. Öyle genel bir biat ki, halifelerden hiçbirisi bunun gibi bir biat elde edememişti. Müslümanlar, bu biatle çok hoşnut olup sevindiler. İmam (a.s) bu konuyla ilgili şöyle buyuruyor: "Halkın bana biat etmekle sevinmesi, öyle bir düzeye vardı ki, küçükler ondan dolayı şenlik yaptı, yaşlılar titrek bir yürüyüşle, hastalar büyük bir meşakkatle ve kızlar açık bir yüzle (aceleyle) biate doğru geldiler." [19]

                      İşte ebedileşen bugünde, İslam dünyasında adalet ve hak bayrağı dalgalandı ve İslam tazeliğine ve aslına döndü.

                      Keskin Kararlar

                      İmam (a.s), hilafeti (yöneticilik makamını) üstlenir üstlenmez, aşağıdaki kararları çıkardı:

                      1- Osman'ın Beni Ümeyye'ye verdiği arazilerin alınması.
                      2- Osman'ın Beni Ümeyye ve Âl-i Ebî Muit'e bağışladığı büyük malların geri çevrilmesi.
                      3- Osman'ın mallarının, hatta kılıç ve kalkanının bile beyt'ul-mala döndürülmesi.
                      4- Bütün valilerin azledilmesi. Çünkü onlar, bulundukları bölgelerde zulüm ve bozgunculuk yapmışlardı.
                      5- Müslümanlarla, İslamî hüviyeti taşımayan hemşerileri arasında eşitlik.

                      Eşitlik şunları kapsamaktadır:
                      a) Bağışta eşitlik.
                      b) Kanun karşısında eşitlik.
                      c) Hukuk ve farzlarda eşitlik.

                      Bu icraatlardan dolayı Kureyşliler rahatsız oldular ve beyt'ul-maldan kapmış oldukları ellerindeki mallardan korktular. Bundan dolayı İmam'a muhalefet etmeye kalkıştılar ve İmam'ın halk arasında, toplumsal ve siyasi adaletin yayılması için bıraktığı siyasi çizgilerine mani olacak set ve barajlar koydular.

                      Velhasıl, menfaatçi güçler, İmam'ın hükümetini yıkmak için hazrete karşı savaş ateşini körüklemeye yeltendiler. İslam'da adalet önderi, beyan emiri ve mahrumlar dostu olan İmam Ali'ye (a.s) tahmil edilen savaşlara çok kısa bir şekilde değinmek istiyorum:

                      Cemel Savaşı

                      Cemel Savaşı, siyasi arzuların doğurduğu çocuk idi. Muaviye Zübeyr'le Talha'yı aldattı; onları, İmam'ın hükümetini yıktıktan sonra, hilafet ve kendilerine biatle ümitlendirdi. Aişe'ye gelince; İmam'a karşı, onun kalbi kin ve düşmanlıkla dolu idi. Mekke'de İmam'a karşı, bu üç kişiden muhalif bir cephe teşekkül etti. Dünya malına göz dikenler, onlarla aldananlar ve saf ve sade insanlar onların davetine olumlu cevap vererek bir ordu oluşturdular. Emevilerin silah ve savaş araçlarıyla onlara yardımda bulundular. Osman'ın zamanında vali olduklarında, Müslümanların beyt'ul-malından elde ettikleri malları onlara bağışladılar.

                      Aişe, Talha ve Zübeyr'in komutanlığındaki ordu, Basra'nın üzerine yürüdü. İki grup arasında çıkan şiddetli çatışmadan sonra Basra'ya girdiler. İmam (a.s) bu serkeş grubun zorla Basra'ya girdini öğrenince, onları yok etmek için ordusuyla onlara doğru hareket etti. Nihayet iki ordu arasında savaş çıktı. Derken Talha ve Zübeyr katledildi ve Aişe ordunun komutanlığını üstlendi. Onun devesini büyük bir güç sardı. Onu savunurken eller kesildi, insanlar öldü. Bir müddet vuruştuktan sonra Aişe'nin devesinin ayağını keserek yere serdiler. Derken onu saran ordu hezimete uğradı. Bu savaş büyük zarar ve ziyanlara yol açtı. Müslümanlar arasında büyük hasarlar meydana getirdi. Onların arasında, tefrika ve düşmanlık yaygınlaştırdı. Basra evleri, matem, hüzün ve yasa büründü.

                      Siffîn Savaşı

                      İmam Ali (a.s), Cemel Savaşından henüz rahatlamamışken bütün insanî değerlerden yoksun olan hilekâr bir düşmanla zor bir imtihana tabi tutuldu. Bu düşman, nifak, hile ve aldatmayla silahlanmıştı. Kuskusuz bu sıfatlarda mahir olmuştu. Bu düşman "Arap Kesrası" diye lakap alan Muaviye b. Ebî Süfyan'dı. Şam vilayetini ona bağışlamışlardı ve onun yaptığı işlere hiç bakılmamıştı. O, Kur'an'da geçen lanetli ağaçtandır. Acaba Ebu Süfyan ve Beni Ümeyye'nin Hz. Peygamber'in aleyhinde düzenledikleri mahvedici savaşlar Müslümanlara saklı mı kalmıştı? Oysa bunların üzerinden uzun bir zaman geçmemişti. Bu cahiliye kurdunun, İslam bölgelerinin en önemlisi olan Şam'a hâkim olmasında Müslümanlar için ne gibi bir maslahat vardı? Neden bu önemli makamı, Hz. Peygamber (s.a.a) ailesinin oğullarından birine veya İslam binasını dikmede güzel bir imtihan veren Evs ve Hazreç çocuklarından birisine vermediler?

                      Her halükârda, Muaviye ordusuyla birlikte, Resulullah'ın kardeşi ve ilminin şehrinin kapısı olan Hz. Ali'yle savaşmak için Sıffîn'e doğru hareket etti. Muaviye'nin ordusu, İmam'ın ordusunun su almasına mani olmak için Fırat nehrini kuşattı. Bu işi, zafer fatihi olarak değerlendirdi. İmam (a.s), hilekâr ve fitneci bu düşmanın bu tutumuyla ordusunun susuzluktan helâk olacağından korktu. İmam'ın ordusu, kendi işlerinde bir güven ve basiret üzereydi. ALLAH ve Resulüyle düşmanlık yapan birisiyle savaşacaklarını çok iyi biliyorlardı. İmam'ın ordusu Sıffîn'e varınca, Fırat'tan su alınacak yolların hepsinin Muaviye'nin ordusuyla kuşatıldığını gördüler. İmam'ın ordusu, Fırat'tan su alacak bir yol bulamadılar. Muaviye'nin ordusu ise onları sudan mahrum bırakmakta ısrarlıydı. İmam'ın ordusundaki bölük komutanları, onlara saldırmayı ve böylece hisarı parçalamayı kararlaştırdılar. Derken İmam'ın ordusu, Muaviye'nin ordusuna saldırarak onları Fırat'tan uzaklaştırarak onlara büyük darbe vurdular. İmam'ın ordusundaki bölük komutanlarından bazıları, Muaviye'nin ordusuna karşı aynı muameleyi yapmayı ve onları sudan menetmeyi önerdiler. Ama İmam (a.s), onların bu önerisini kabul etmedi. Çünkü ALLAH'ın şeraiti, buna müsaade etmiyordu. Şüphesiz su, köpek ve domuzlara bile mubahtır.

                      İmam (a.s), Muaviye'ye barış elçileri gönderdi. Bunlar Muaviye'yi sulha ve kan dökmemeye teşvik ediyorlardı. Ama Muaviye onların sözünü kabul etmedi; azgınlık ve zulme ısrar etti. Nihayet, iki fırka arasında savaş ateşi alevlendi. Bu savaş hemen hemen iki yıl sürdü. Korkunçluk açısından onun en şiddetli ve katısı, Herir gecesi idi. Zira bu gecede iki taraftan, yaklaşık 70 bin asker ve komutan katledildi. Muaviye'nin ordusunda bozgunluk ortaya çıktı, bütün sütunları gevşedi ve kendisi de kaçmak istedi. Fakat İbn-i İtnabe'nin şiirini hatırlayınca bu karardan vazgeçti.

                      Kur'an'ları Yükseltme Komedisi (Hilesi)

                      İmam'ın (a.s) ordusu, Malik Eşter'in komutanlığında harekete geçti, zaferi kazanmak üzereydi ve onunla Muaviye'ye istilâ etmek arasında koyun kuyruğu kadar bir mesafe kalmamıştı. Hilekâr Amr b. As, İmam'ın ordusunu bozguna uğratmak ve hükümet düzenini değiştirmek için İmam'ın ordusundan bazılarıyla müzakere etmeyi planladı. Bu karar üzere, Eş'as b. Kays ve İmam'ın ordu komutanlarının bazılarıyla gizli görüşmeler yaptı. Bu görüşmede onları aldattı, ümitlendirdi ve onlara rüşvet verdi. İhtilaf ettikleri şey hususunda, onlarla, Kur'an'ları kaldıracakları ve onun hükmüne davet edecekleri üzere onlarla ittifak etti. Şimdilik Kur'an (mızraklara vurularak) kaldırıldı ve Muaviye ordusundan, Kur'ân'ın hükmedeceğine dair sesler yükseldi.

                      Amr b. As'ın bu aldatma ve hilesi, İmam'ın ordusuna bir yıldırım gibi çarptı. Yirmi bin civarında olan bir topluluk, İmam'ın etrafını sarıp onu, Kur'an'ın hükmünü kabul etmeye davet ettiler. İmam (a.s) onları (bu işten) sakındırdı ve onlara nasihatte bulundu ve bunun Muaviye tarafından bir düzen ve hile olduğunu anlattı. Ama onlar, ordunun çökmesi ve direnmeye bir gücünün kalmaması için sözlerinde ısrar etmeye başladılar. Kabul etmediği takdirde İmam'la savaşmaya karar verdiler. İmam (a.s) durumu böyle görünce, onların sözünü kabul etmek zorunda kaldı. İşte bu korkunç saatlerde İmam'ın hükümeti sona erdi ve yıldızı üful etti.

                      Eş'arî'nin Seçimi

                      Bu savaştan sonra İmam'a çok büyük olaylar tahmil edildi. Onlardan biri, Eş'arî'nin Iraklılardan taraf temsilci gösterilmesi idi. İmam (a.s) onu temsilci olarak kabul etmedi. Ama onlar İmam'ı, onu kendilerinden taraf temsilci olarak seçmeye zorladılar. Şam halkı da Amr b. As'ı temsilci olarak seçti. Amr b. As, Musa Eş'arî'yi tuzağa düşürdü; şöyle ki, Hz. Ali'yi ve Muaviye'yi yöneticilik makamından azletmek ve Abdullah b. Ömer'i de Müslümanlara hâkim kılmakla onu aldattı. Eş'arî, aldıkları bu karardan dolayı sevinmişti. İki ordu arasında hükmetme zamanı gelince, Eş'ârî, İmam Ali'yi kendi makamından azletti, ama Amr b. As, Muaviye'yi, yöneticilik makamına atayarak onu o makamda sabitleştirdi.

                      Havariç (İmam'ın biatinden çıkıp O'na baş kaldıranlar)

                      Bu olaydan sonra İmam'ın (a.s) ordusunda fitne çıktı, onlardan bir grup silahlı bir şekilde isyan etmeye başladı, İmam'ı, onların hakemlik olayını kabul ettiğinden dolayı küfürle yargıladılar. İlginç olan şu ki, onların kendileri İmam'ı buna mecbur etmişlerdi. "Lâ hükme illa lillah (hüküm ancak ALLAH'ındır)" diyerek slogan atmaya başlamışlardı.

                      Bu slogan ne de çabuk kesmeye ve kılıca döndü. İmam (a.s) onlara istidlalde bulundu, yanıldıklarını hatırlattı, düşündüklerini yalanladı. Onlardan bazıları İmam'ın sözlerini kabul etti, bazıları da yanlışlık ve cehaletlerine ısrar etti, yeryüzünde fesat çıkarmaya başladı, suçsuz insanları öldürdü ve halk arasında korku ve dehşet yarattılar.

                      İmam (a.s) onlarla savaşmak zorunda kaldı. Böylece Nehre'van Savaşı vuku buldu. Onların çoğu şu savaşta helâk oldu. Bu savaş daha sona ermemişken İmam'ın ordusunda, daha değişik ve büyük bir şekilde İmam'a karşı çıkmak ve emirlerine uymamak kendini gösterdi. İmam (a.s) onları Muaviye'yle savaşmak için çağırıyordu, ama İmam'ın bu çağrısına kimse olumlu cevap vermiyordu. Muaviye'nin güçleri, siyaset sahnesine daha güçlü bir şekilde galip oldular.

                      İslamî bölgeleri işgal edip, İmam'ın hükmüne boyun emiş olan mıntıkalara saldırıyor ve Ali onları savunacak güçte değildir, diyorlardı. İmam'ın ışığı sönmeye başladı, mihnetler onunla birbirini takip etti. Muaviye'nin şeytanı, kendini daha güçlü gördü. İmam'ın umut yaprakları (günleri) sona ermeye başladı, artık hakkı sabit kılacak ve batılı yok edecek bir gücü kalmamıştı.

                      İmam'ın (a.s) Şahadeti

                      İmam Ali (a.s), ALLAH'a yalvarıp yakarmaya başladı. ALLAH'tan, huzu ve huşuyla, bu sapık toplumun elinden kendisini kurtarmasını ve çektiği üzüntü ve kederleri amcası oğluna (Peygamber'e) şikâyet etmesi için Dar'ul-Hakk'a (hak yurduna) götürmesini istiyordu. ALLAH Teala İmam Ali'nin duasını kabul etti. İmam Ali (a.s), ibadet evlerinin birinde mihrapta namaz kılmakla meşgul olduğu bir sırada, azgın ve günahkâr birisi olan Abdurrahman, b. Mulcem'in darbesiyle, kılıcın acılık ve yakıcılığını hisseder etmez şöyle dedi: "Fuztu ve Rabb'il-Ka'be." (Ka'be'nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim.)

                      Şüphesiz muttakilerin İmam'ı kurtuluşa erdi. Kuşkusuz, İmam'ın hayatı, ALLAH yolunda cihat etmek ve Hak kelimesini yüceltmek uğrunda sona erdi. ALLAH'ın selamı, Ka'be'de doğduğu gün ve ALLAH Teala'nın evinde şahadete erdiği gün O'nun üzerine olsun. İşte İmam'ın (a.s) şahadetiyle, artık hak ve adalet bayrağı dürülmüş oldu, hidayet kandilleri ve İslam dünyasına nur saçan meşaleleri sönmüş oldu.
                      ______
                      Kaynakça:
                      [1] - Hayat'ul- İmam'il- Hüseyin (a.s), c.1, s.235
                      [2] - Ensab'ul- Eşraf, Belazurî. Tarihçiler, Ömer'in İmam'ı, evini yakmak tehdit ettiğini ittifakla kabul etmişlerdir. Bkz. Tarih-i Taberi, c.3, 202; Tarih'ul- Ebî'l- Fida, c.1, s.156; Tarih-i Yakubî, c.2, s.105; Müruc'uz- Zeheb, c.1, s.414; el-İmamet'u ve's- Siyase, c.1, s.12; Şerh-i Nehc'ul- Belağa (İbn-i Ebî'l- Hadid), c.1, s.34; el-Emval (Ebu Ubeyde), s.131; A'lam'un- Nisa, c.3, s.205; el-İmam Ali (Abd'ul- Fettah Maksud), c.1, s.213. Hafız İbrahim bu olayı şiire dökerek şöyle demiştir:
                      Ömer Ali'ye bir söz söyledi,
                      Onu dinleyene ikram et, onu söyleyeni ulula!
                      Evini yakarım, onu sana bırakmam ,
                      Biat etmezsen, Mustafa'nın kızı orada olsa bile.
                      Ebu Hafs (Ömer)'dan başka kimse bu sözü söyleyemez,
                      Adnan kahramanı ve himayecileri karşısında.
                      [3] - El-İmamet'u ve's- Siyase, s.28-31
                      [4] - Âl-i İmran/144
                      [5] - Nehc'ul- Belağa, hutbe: 202
                      [6] - Ebubekir'in, Ömer'i hilafet makamına getirmesini tenkit edenlerden biri de Talha idi. Bkz. Şerh-i Nehc'ul- Belağa, İbn-i Ebî'l-Hdid, c.9, s.343
                      [7] - Müruc'uz- Zeheb, c.2, s.212
                      [8] - Şerh-i Nehc'ul- Belağa, İbn-i Ebî'l-Hadid, c.2, s.185
                      [9] - İsabe'nin heşiyesinde basılan el-İstîab, c.2, s.461; el-İmametu ve's- Siyase, c.1, s.21
                      [10] - Tarih'uş- Şi'r-i Arabî, s.26
                      [11] - Siret'ul- Halebiye, c.2, s.314
                      [12] - el-Eğanî, c.4, s.178
                      [13] - Hayat'ul- İmam Emir'il-Müminin (a.s), c.2, s.215
                      [14] - Tarih-i İbn-i Esir, c.3, s.80
                      [15] - Nehc'ul- Belağa, hutbe: 92
                      [16] - a.g.e
                      [17] - Nehc'ul- Belağa, Hutbe: 3
                      [18] - İkd'ul- Ferid, c.2, s.92
                      [19] - Nehc'ul- Belağa, hutbe: 229 (Bazı Nehc'ul- Belağa'lara göre: 220)
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                        HZ. ALİ'NİN HALİFELERE ÜSTÜNLÜĞÜ

                        1- Büreyde'den naklen: Resulullah (saa) Hayber ehlinin kalelerine indiğinde bayrağı Ebu Bekir'e verdi, fethetmeden geri döndü. Sonra Ömer aldı, Ömer de askerleriyle beraber Hayber'e hücum etti. Fakat sonunda askerleriyle beraber geri kaçtı. Askerler Resulullah (saa)'ın huzurunda Ömer'i ayıpladılar. Ömer de onları ayıpladı. Bunun üzerine Resulullah (saa) şöyle buyurdu: "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, ALLAH ve resulünü sever, ALLAH ve resulü de onu severler. ALLAH kaleyi onun eliyle fethedecektir"
                        Ertesi gün sancağı Hz.Ali'ye verdi ve ve Hz. Ali Hayber kalesini fethetti.


                        Kaynak:
                        1) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 27
                        2) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.334
                        3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.5,s.33
                        4) İbn-i Sa'd'ın "Tabakat" c.3, s.158
                        5) Tarih'üt Tabari c.2, s.93
                        6) Tirmizi Hadis no: 3970
                        7) Altı Parmak, Peygamberler Tarihi s.644


                        2- Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğu geçmektedir: "Ey Kureyş topluluğu! Siz ALLAH'ın kalbini imanla imtihan ettiği bir kişiyi üzerinize göndererek boynunuzu vurmadıkça çekinecek değilsiniz. Siz koyunun dağılıp kaçıştığı gibi, onun etrafından dağılıp kaçışacaksınız."
                        Bu arada Ebu Bekir: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.
                        Hz. Resulullah: "Hayır" buyurur.
                        Ömer: "Ey Resulullah! O kişi ben miyim?" der.
                        Hz. Resulullah: "Hayır, o pabucu yamayandır" buyurur.
                        Hz. Ali'nin bu sırada Hz. Resulullah'ın pabucunu yamamakla meşguldü.
                        Kaynak:
                        El-Müttaki El-Hindi'nin "Kenz'ul Ummal" C.6 S.393 Hadis No: 610

                        3- Yine Hz. Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Sizden bir kişi insanlarla Kur'an'ın te'vili üzerine savaşacaktır. Nitekim sizinle Kur'an'ın tenzili üzere savaşıldı."
                        Bu arada Ebu Bekir: "O kişi ben miyim?" der.
                        Hazret: "Hayır" buyurur.
                        Sonra Ömer: "O kişi ben miyim?" der.
                        Hazret: "Hayır, o kişi odada pabucu yamayandır" buyurur ve bu sırada Hz. Ali (a.s) odadan elinde Hz. Resulullah'ın pabucu olduğu halde çıkıp gelir."
                        Kaynak:
                        1) Müsned-i Ahmet Hadis No: 10859, 11348
                        2) El-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek alas-Sahihayn" adlı kitabında.

                        Resulullah'ın Ömer'i Red Etmesi

                        4- Muttalib bin Abdullah bin Huntab'tan naklen, Resulullah (saa) Sakif boyuna hitaben şöyle buyurdu: "Gerektiği gibi müslüman olacak mısınız, yoksa üzerinize nefsim gibi birini gönderirim ki boyunlarınızı vurur, soyunuzu esir eder ve mallarınızı elinizden alır."
                        Ömer bin Hattab dedi ki: Bugün gibi hiçbir zaman amirliğe heves göstermemiştim, göğsümü gerip Resulullah (saa)'ın bana işaret edip: O adam budur, demesini diledim, fakat Resulullah (saa) Hz. Ali'nin bulunduğu yere gelip, Hz. Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu: "O adam budur, o adam budur."
                        Kaynak:
                        1) Siret-i Halebi c.2, s.734
                        2) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 4
                        3) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.81
                        4) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.64 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.107
                        5) Abdürrezzak'ın "el-Müsannaf " c.11, s.226, Hadis No: 20389

                        Resulullah'ın Ebu Bekir'i Red etmesi

                        5- Beraat süresinin ilk ayetleri indiğinde Resulullah (saa) onları, Mekke ehline okuması için Ebu Bekir'i gönderdi. Sonra İmam Ali'yi arkasında gönderip Ebu Bekir'den almasını emretti. İmam Ali, Ebu Bekir'e yetişip ayetleri ondan aldı ve Mekke ehline kendisi okudu. Bu durumdan etkilenen Ebu Bekir, Medine'ye dönüp Resulullah (saa)'a, benim hakkımda bir şey mi indi, diye sordu. Resulullah (saa) da şöyle cevap buyurdu:
                        "Hayır, lakin bu ayetleri ancak ben veya benden olan birinin tebliğ etmesi için emrolundum"
                        Kaynak:
                        1) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.151
                        2) Hasais en-Nisai s.91
                        3) Tefsir-i İbn-i Kesir c.2, s.333
                        4) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.545
                        5) Tabari'nin "Riyad'ul Nadira" c.2, s.147
                        6) Tarih-i İbn-i Kesir c.5, s.38 / Feth'ül Bari c.8, s.256

                        Peygamber'in (s.a.a) Terk Ettiklerinin En Hayırlısı Ve Vasisi Kimdir?

                        6- Abdullah bin Ömer dedi ki: Selman-ı Farisî yanımızdan geçiyordu. Aramızdan biri ona dedi ki: Şu gelene sorsanız, peygamberden sonra aramızda olan Ebu Bekir ve Ömer'den daha faziletli olan adamın kim olduğunu sizlere bildirirdi. Hazır olanlar Selman'a sordular. Selman bize dedi ki: İsteseydim, sizlere peygamberden sonra ümmetin ve aranızda oturan Ebu Bekir ve Ömer'den daha faziletli olan adamın kim olduğunu bildirirdim.

                        Selman yoluna devam edince arkasından gelip ona dediler ki: Ey Ebu Abdullah, o adamın kim olduğunu bize söyleseydin. Bunun üzerine Selman şöyle buyurdu:
                        Resulullah (saa)'a hastalığı şiddetli olduğu vakitte yanına geçip ona sordum ki: Ey Resulullah, vasiyet ettin mi? Resulullah bana buyurdu ki: "Ey Selman, vasi olanların kim olduklarını biliyor musun? Ben dedim ki: ALLAH ve Resulü daha iyi bilirler. Bunun üzerine Resulullah bana şöyle buyurdu: Adem'in vasisi Şit (as) idi, nitekim kendisi Adem'den sonra en faziletli olanı idi. Nuh (as)'un vasisi Sam idi, çünkü Nuh'tan sonra geri kalanların içinde en faziletlisi kendisi idi. Musa'nın vasisi Yuşa (as) idi. Yuşa Musa'nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi. İsa'nın vasisi Şemun bin Ferhiya idi. Şemun İsa'nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi. Ben de Ali'yi vasi kıldım, kendisi terk ettiklerimin en faziletlisidir."
                        Kaynak:
                        1) El-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.253
                        2) Tirmizi el-Hanefi'nin "Menakıb-ı Murdaviyye" s.128
                        3) MUHAMMED bin Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.133
                        4) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.353-354
                        5) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertü Mezhebe Ehlilbeyt" s. 306-307
                        6) Et-Tüsteri'nin "İhkak'ul Hak" c.4, s.327
                        7) Ali vel-Vasiyyah s.366
                        8 ) El-Hemedani eş-Şafii'nin "Meveddet'ül Kurba."


                        Sıddık'ul-Ekber Ve Ümmetin Faruk'u Hakikatta Kimdir?

                        7- Selman el-Farisi, Ebu Zer ve Hüzeyfe'den naklen, Resulullah (saa) Hz.Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
                        (İnne hâze, evvelü men âmene bi, ve hâze evvelü men yusâfiheni yevm el-Kıyâmeh. Ve hâze es-Sıddıyk'ul Ekber ve Fâruk hâzihil ümmet, hâze ya'sübüddin, vel mâl ya'süb'ül münâfıkin)
                        Meali: "Bu, bana ilk iman eden ve Kıyamet Günü'nde benimle ilk tokalaşacak olandır. Kendisi en büyük sıddık ve bu ümmetin farukudur, bu, dinin önderidir, mal ise münafıkların önderidir."
                        Kaynak:
                        1) Tabarani'nin "Mucem el-Kebir" c.6, s.269
                        2) el-Müttaki'nin "Kenz' ul Ummal" c.6, s.156
                        3) el-Heysemi'nin "Mecma üz-Zevaid" c.9, s. 102
                        4) İbn-i Udey'in "el-Kamil fi Düefa ir-Rical"c.4, s.229
                        5) el-Künci'nin "Kifayet üt-Talip"s.187
                        6) el-Akili'nin "Düefa'il Kebir" c.2, s.47

                        8- Hz. Ali şöyle buyurdu:
                        (Ena es-Sıddık'ul ekber, âmentü kable en âmene Ebu Bekr'in ve eslemte kable en yüslime Ebu Bekr'in)
                        Meali: "En büyük Sıddık benim, Ebu Bekir iman etmeden önce iman ettim, o müslüman olmadan önce ben İslamı kabul ettim."
                        Kaynak:
                        1) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül Belağa" c.3, s.251
                        2) İbn-i Kuteybe'nin "el-Maarif " s.73
                        3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.53
                        4) el-Müttaki el Hindi'nin "Kenz'ul Ummal"c.6, s.405
                        5) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.58 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.155
                        6) el-Belazuri'nin "Ensab'ül Eşraf" c.2, s.146
                        7) ez-Zehebi'nin "Mizan'ül İtidal" c.1, s.417, Hadis no: 3484
                        8 ) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi' ul Mevedde" s.202
                        9) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.116
                        10) el-Suyuti'nin "el-Cem" tertibinde c.6, s.405
                        11) el-Emini'nin "el-Gadir" c.2, s.314
                        12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.88-89

                        Hz. Ali Hakkıyla Dördüncü Halifedir....

                        9- Hüseyn bin Zeyd, Cafer bin MUHAMMED'ten, babasından, Ali bin Hüseyin' den, o da babası Hüseyin'den, dedi ki: Emir'ül Müminin Hz.Ali şöyle buyurdu: "Her kim benim halifelerin dördüncüsü olduğumu söylemezse ona ALLAH'ın laneti olsun."
                        Hüseyin bin Zeyd dedi ki : Cafer bin MUHAMMED (as)'e dedim ki: "Siz bundan başka mana da rivayet ettiniz mi, çünkü siz bunu yalanlamıyorsunuz."
                        Dedi ki: "Evet, ALLAHu Teala kitabının muhkeminde buyuruyor ki: ALLAH meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti (Bakara Süresi 30. Ayet) , Adem ALLAH'ın ilk halifesiydi. Ve buyuruyor ki: "Ey Davud, seni yeryüzünde halife kıldık."(Sad Süresi 26. Ayet ) Davud (as) ikinci halifeydi. Harun (as) da üçüncü halifedir. ALLAHu Teala buyuruyor ki: "Musa kardeşi Harun'a, Milletim içinde halifem ol ve onları ıslah et, dedi." (Araf Süresi 142. Ayet). Ali de Hz. MUHAMMED (saa)'in halifesidir. Ve buyuruyor ki: Her kim benim halifelerin dördüncüsü olduğumu söylemezse ona ALLAH'ın laneti olsun."
                        Kaynak:
                        1) Bahrani' nin "Tefsir-i Burhan" c.1, s.13
                        2) Gayet'ül Meram s.19
                        3) Menakıb-ı İbn-i Şehraşub c.3, s.63

                        Hz. Ali'nin Velayeti Altına Girmeyenler Cenneti Koklayamazlar...

                        10- İmam Ali'den naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: "Ey Ali, bir kul ALLAH'a karşı Nuh'un kavmi içinde kaldığı gibi ibadet etse, Uhud dağı kadar altını olup onu ALLAH'ın yolunda harcasa, ömrü uzun olup bin kere yayan hac etmeğe ömrü yetse ve sonra Safa ve Merve arasında mazlum olarak öldürülse ve bütün bunlara rağmen senin velayetin altında değilse o kişi hiçbir zaman ne cennete girecek, ne de cennetin kokusunu koklayacaktır."
                        Kaynak:
                        1) Menakıb-ı Harezmi s.28
                        2) Maktel'il Hüseyn s.37
                        3) Lisan'ul Mizan c.5, s.219, Rakam: 766
                        4) İhkak'ul Hak c.7, s.177
                        5) Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi' ul Mevedde" s.252
                        6) Ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.3, s.364, Hadis No: 5103
                        7) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.458
                        8 ) El-Hilli'nin "Keşf'ül Yakin" s.262
                        9) Buğyet'üt Talib s.118 , 143-144
                        10) Keşf ül Gumme 1-112

                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                          HZ. ALİ'NİN ÖNCEKİ PEYGAMBERLER'DEN ÜSTÜNLÜĞÜ

                          1- Hz. Ali (a.s)'ın Sekiz Peygamber'den Üstün Olduğu Haber


                          Hurre bint-i Halime es-Sa'diyye Haccac bin Yusuf es-Sakfi'nin yanına gelip onun huzuruna vardığında Haccac ona dedi ki: "Senin, İmam Ali'yi Ebu Bekir, Ömer ve Osman'dan daha üstün tuttuğun haberi geldi."
                          Hurre dedi ki: "Onu sadece yalnız bu üçüne üstün tuttuğumu söyleyen yalan söylemiştir."
                          Haccac sordu: "Başka kimlere üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: "Adem'e, Nuh'a, Lut'a, İbrahim'e, Musa'ya, Davut'a, Süleyman'a ve İsa bin Meryem'e (ALLAHın selamı onlara olsun) üstün tutuyorum."
                          Haccac dedi ki: "Vay haline! Sen onu hem sahabelere üstün tutuyorsun, hem de onlara ek olarak Ulul Azm (şanı büyük) peygamberlerden 8 peygamberi kattın, eğer bana dediklerinin açıklamasını yapmazsan senin boynunu vururum."
                          Hurre dedi ki: Onu peygamberlere üstün tutan ben değilim. ALLAH (c.c) Kuran'da onu o peygamberlere üstün kılmıştır: ALLAHu Azze ve Celle Adem hakkında buyuruyor ki: "Adem Rabbine karşı asi oldu"(Ta Ha/121)
                          İmam Ali hakkında ise buyurdu ki: "İşte bu, sizin bir mükafatınızdı, çalışmanız mükafat ile karşılandı."(İnsan/22)
                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın, Peki onu Nuh ve Lut'a karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: ALLAH Teala onu onlara üstün kılmıştır: ALLAH buyuruyor ki: "ALLAH, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altında idiler, onlara hıyanet ettiler. (Kocaları,) ALLAH'tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara): "Haydi girenlerle birlikte siz de ateşe girin!" denildi."(Tahrim/10)
                          Ali bin Ebi Talib'in eşi ise, Muhmammed (s.a.a)'in kızı Fatıma'tüz Zehrâ'dır ki, ALLAH onun rızasına rıza ve onun gazabına gazap gösterir.
                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu peygamberlerin babası ve ALLAH'ın dostu İbrahim'e ne ile üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: ALLAHu Teala onu, şu buyruğu: "Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: ‘Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster?' ‘İnanmadın mı?' diye sordu. ‘İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için'"(Bakara/260) ile üstün kılmıştır. Mevlam Emir'ül-Müminin Hz. Ali de öyle bir söz söyledi ki, müslümanlardan hiçkimse onda ihtilaf etmemiştir: "Gözlerimin önünden perde kalksa da benim bilincimde bir artış olmaz."(1) Bu sözü de ondan başka ne öncekilerden ne sonrakilerden hiç kimse söylememiştir.


                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu Kelimullah Musa ile ne ile üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: "ALLAHu Teala Musa hakkında buyuruyor ki: "Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı."(Kasas/18) Ali bin Ebi Talib ise hiç korkmadan Resulullah (saa)'ın yatağına yattı, hatta bunun üzerine ALLAH da onun hakkında şu ayeti indirdi: "İnsanlardan öyleleri var ki, ALLAH'ın rızası için kendi nefsini satarlar."(Bakara/207)
                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu Davut'a ve Süleyman'a karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: ALLAHu Teala onu o ikisine üstün kıldı. ALLAHu Teala buyuruyor ki: "Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni ALLAH yolundan saptırmasın."(Sad/26)
                          Haccac sordu: "Onun hükmü ne üzere idi?"
                          Hurre dedi ki: "İki şahıs hakkında idi. Birisinin üzüm bağı vardı, ötekinin de koyunları vardı. Koyunlar üzüm bağını otladı. Bu iki şahıs Davut'a gelip onlar hakkında hüküm vermesini istediler. Davut onlar hakkında hüküm verince oğlu Süleyman onun hükmünü düzeltti. ALLAHu Teala da buyurdu ki: "Onu Süleyman'a kavrattık"(Enbiya/79)
                          Mevlamız Emir'ül-Müminin Ali (as) de buyurdu ki: "Bana Arş'ın üstünden, arşın altından sorunuz."(2) "Beni kaybetmeden bana sorunuz."(3) O Hayber'in fethedildiği günde Resulullah'ın yanına geldiğinde Resulullah (saa) hazır olanlara buyurdu ki: "Sizin en üstününüz, en bilgininiz ve en iyi hüküm vereniniz Ali'dir."(4)
                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu Süleyman'a karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: ALLAHu Teala onu kendi buyruğu ile ona karşı üstün tuttu: "Süleyman: ‘Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın."(Sad/35)
                          Mevlamız Emir'ül-Müminin Ali (as) de buyurdu ki: "Ey dünya seni üç kere boşadım. Benim sana ihtiyacım yoktur." (5) Bunun üzerine ALLAHu Teala şu ayeti indirdi: "İşte âhiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde üstünlük taslamayanlarla bozgunculuk peşinde koşmayanlara veririz."(Kasas/83)
                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın. Peki onu İsa bin Meryem'e karşı ne ile üstün tutuyorsun?"
                          Hurre dedi ki: ALLAHu Teala onu bu buyruğu ile ona karşı üstün tuttu: "ALLAH şunu söyledi:
                          "Ey Meryem oğlu İsa! ALLAH'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Seni tespih ederim. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!"
                          "Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim: 'Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan ALLAH'a kulluk edin."
                          (Maide/116-117)
                          Hz. İsa, onların hükmünü Kıyamet gününe kadar geciktirdi. Hz. Ali bin Ebi Talib (as) ise Hururiler olan Nehrivan ehli (Hariciler) onda iddia ettikleri şey hakkında iddia ettikleri zaman onlarla savaştı ve onların hükümlerini geciktirmedi. Bunlar onun faziletleridir ki, başka kimsenin faziletleri ile sayılmaz.
                          Haccac dedi ki: "Ey Hurre, iyi açıkladın, cevabından iyi çıktın. Açıklamayı cevaplayamasaydın, olan olacaktı."
                          Sonra onu ödüllendirdi ve ona güzel ikram yaptı. ALLAH Hurre'ye rahmet etsin.
                          _________
                          Dipnotlar:
                          1) Menakıb-ı Harezmi S.375, H.395 / el-Kunduzi "Yenabi'ül Mevedde" S.65 / İbni Ebil Hadit "Şerh-i Nehc'ül Belağa" C.7, S.253...
                          2) el-Müttaki el-Hindi "Kenz ul Ummal" C.13, S.165
                          3) Nehc'ül Belağa S.280, Hutbe: 189 / Ebu Naim "Hilyet'ül Evliya" C.1, S.65 / el-Müttaki el-Hindi "Kenz ul Ummal" C.13, S.165
                          4) et-Tüsteri "Şerh-i İhkak'ul Hak C.5, S.48 / İbn-i Şazan "el-Fedail" S.138 / Avalim'ul Ulum C.18, S.189
                          5) Nehc'ül Belağa Subhi es-Salih S.480, Hutbe 77 / İbni Ebil Hadit "Şerhi Nehc'ül Belağa" C.18, S.224 / eş-Şerif er-Radıy "Hasais el-Eimme" S.70 / el-Behrani "Hilyet'ül Ebrar" C.2, S.212...
                          ____________________
                          Kaynaklar:
                          1- Şazan bin Cibril el-Kummi "el-Fedâil" S.136-138
                          2- el-Meclisi "Bihar'ül Envar" C.46, S.134-137, H.25
                          3- Ahmet er-Rehmâni el-Hemedâni "el-İmâm Ali" S.326-330
                          4- Nimetullah el-Cezairi "El-Envâr en-Numaniyye" C.1, S.25
                          5- el-Hâc Hüseyn eş-Şâkiri "Min Siret el-İmam Ali Aleyhisselam" S.96-100 H.1420 1. Bas.
                          6- el-Meraşi "Şerh-i İhkâk'ul Hak" C.5, S.47-49
                          7- el-Ahmedi el-Meyânici "Mevâkıf eş-Şia" C.1, S.88-90 H.1416 1.Baskı.
                          8- eş-Şeyh Abdullah el-Hasan "el-Munazarat fil İmâme" S.125-129
                          9- Yunus Ramadan "Buğyet'üt Talib fi Marifeti Aliyyibni Ebi Talib" s.475-477 Beyrut Bas.
                          10- et-Tebrizi el-Ansari "el-Lemat'ül Beyda Fi Şerh-i Hutbet'üz Zehra" S.220-218 H.1418 1. Bas. Kum Bas.
                          11- Reyâhin eş-Şerîa C.4, S.144
                          12- Kâmus er-Ricâl C.10, S.415
                          13- "Er-Revda fil-Mucizât vel-Fedâil" S.161-162
                          14- Eş-Şeyh Cemalettin MUHAMMED bin Ahmet El-Hanefi el-Mûsuli "Dürr Bahr'ül Menakıb" (Ö.680)
                          15- Merkez el-Mustafa "Nimazic Min Kerâmet'ül Eimme ve Mucizâtihim" S.1892
                          16- Merkez el-Mustafa "Nusus Uhra Minen Nebi Ala Hilafet Ali" S.338

                          2. Sasa bin Suhan (ra)'ın Haberi

                          Sa'saa Hz. Ali (a.s)'a şöyle arz etti: "Siz mi üstünsünüz, Adem mi?"
                          Hz. Ali (a.s): "İnsan kendisini tarif ve tezkiye etmesi çirkin bir şeydir; ama ALLAH: "Rabbinin nimetinden haber et"(Duha/11) buyurmasaydı cevap vermezdim. Ben Adem'den daha üstünüm. Çünkü, Adem (a.s) için buğday hariç, cennette bütün rahmet, rahatlık ve nimetler hazırlanmıştı; O nehy edilmesine rağmen o buğdaydan yiyerek cennet ve Hakkın rahmetinin dışına çıktı. Ama ALLAH Teala beni, buğdayı yemeden men etmemesine rağmen kendi istek ve irademle dünyayı önemli bilmediğimden dolayı, buğdaydan yemedim."
                          Sa'saa: "Siz mi daha faziletlisiniz, yoksa Nuh peygamber mi?"
                          Hz. Ali (a.s): "Ben Nuh'tan daha faziletliyim. Çünkü Hz. Nuh kendi kavmini ALLAH'a davet ettiğinde onlar itaat etmediler; üstelik, O Hazrete çok eziyet ve zulüm ettiler. Sonunda onların eziyetine sabredemeyip onlara beddua edip şöyle dedi: "ALLAH'ım, yeryüzünde kafirlere bir diyar dahi bırakma (yani onların hepsini helak et.)"(Nuh/26) Ama ben habibim ona ve ailesine salat ve selam olsun Resulullah (saa)'tan sonra, bu ümmetin bana yaptıkları onca zulüm, eziyet ve gösterdikleri inatlarına karşı tahammül edip sabrettim, kesinlikle onların hakkında beddua etmedim."
                          (Nitekim meşhur "Şıkşıkıyye" hutbesinde şöyle buyuruyor: "Gözümde diken ve boğazımda kemik olduğu halde sabrettim…)
                          Sa'saa: "Siz mi daha üstünsünüz, yoksa İbrahim mi?"
                          Hz. Ali (a.s): "Ben İbrahim'den daha üstünüm. Çünkü "İbrahim (as) ALLAH Teala'ya; "Rabbim, ölüyü nasıl diriltirsin?" diye sordu. ALLAH Teala; "İnanmıyor musun?" diye buyurdu. İbrahim; "Evet inanıyorum, ama (onu görmekle) kalbimin mutmain olmasını istiyorum."(Bakara/260) dedi. Ama demişim ve her zaman derim ki: Eğer hicaplar kaldırılırsa zerre kadar yakinimde artış olmaz."
                          Sa'saa: "Siz mi daha üstünsünüz, yoksa Musa mı?"
                          Hz. Ali (a.s): "Ben Musa'dan daha faziletliyim. Çünkü ALLAH Teâla, Hz. Musa'yı Firavun'u davet etmek için Mısır'a gönderdiğinde Musa Rabbine şöyle dedi: "Rabbim, ben onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldüreceklerinden korkuyorum."(Kasas/33)
                          Ama ben, habibim Resulullah (s.a.a) ALLAH tarafından beni "Tevbe" süresini Mekke müşriklerinin ehline tebliğ etmek için görevlendirdiğinde, ben onların erkeklerinin ve ayanlarının çoğunu öldürdüğüm halde, onlardan asla korkmayıp yalnız başıma hızlı bir şekilde gidip Tevbe süresinden (birkaç ayeti) yüksek sesle onların duyacağı şekilde açıkladıktan sonra geri döndüm."
                          Sa'saa: "Siz mi mi daha üstünsünüz, yoksa İsa mı?"
                          Hz. Ali (a.s): "Ben İsa'dan daha üstünüm. Çünkü İmran'ın kızı Meryem İsa'yı doğuracağı sırada Beyt'ül Mukaddes'teydi. Sonra ona şöyle bir nida geldi: Ey Meryem! Evden dışarı çık! Bu ev ibadet evidir, doğum evi değildir. (Sancı onu bir hurma dalına götürdü)(Meryem/23)



                          Ama benim annem Esed kızı Fatıma'ya viladet yaklaştığında Mesdcid'ül- Haram'a gelip, Kabe'ye iltica ederek Rabb'ine doğumunun kolaylaştırması için dua edip yalvarmıştı. Bunun üzerine Beyt'ül Haram'ın duvarı yarılıp: "Ey Fatma, eve gir!" diye gaybi bir nida geldi. Bunun üzerine Fatıma duvardan içeri girdi ve beni ALLAH'ın hareminde ve evinde dünyaya getirdi. Bu fazilet benden önceki ve sonrakilerin hiçbirine nasip olmamıştır."
                          __________________________

                          Kaynaklar :
                          1
                          - Ahmet er-Rahmani el-Hemedâni "el-İmâm Ali" S.370-371
                          2- et-Tebrizi el-Ansari "el-Lematül Beyda Fi Şerh-i Hutbet'üz Zehra" S.220-221 H.1418 1. Bas. Kum Bas.
                          3- Nimetullah el-Cezairi "El-Envâr en-Numaniyye" C.1, S.27
                          4- el-Hâc Hüseyn eş-Şâkiri "Min Siyret el-İmam Ali" S.130-132 H.1420 1.Bas.
                          5- Haşim Âli Katit "Veminel Havâr Ekteşeft el-Hakika" S.111-113 H.1421 Dâr'ül Muntazar Beyrut Bas.
                          6- Ebul Kasım el-Hav'i "el-İmam Ali Minel Mehd ilel Lehd" S. 549
                          7- Süleyman Yıldız "Hakikat Yolu" S.38-39-40
                          8- es-Seyyid MUHAMMED Musevi eş-Şirazi "Leyali Peşaver" 7. Oturum.



                          Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetimin alimleri Beni İsrail peygamberleri gibidir." (Bihar, c.2, s.22)

                          Yine Hz. Paygamber (s.a.a) diğer bir hadisinde şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetimin alimleri Beni İsrail peygamberlerinden daha üstündür." (Buradaki alimlerden kasıt büyük ihtimalle Ehlibeyt İmamlarıdır, normal alimler değildir.)

                          Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Adem'in, kendisiyle hubut ettiği (yeryüzüne indiği) ilim ve peygamberlerin Hatem'ul-Enbiya'ya kadar kendisiyle üstün kılındıkları bütün özellikler Hz. Peygamber'in Ehlibeytinde vardır." (Bihar, c.2, s.100, Nehculbelağa, İrşad-i Mufid..

                          ALLAH Teala şöyle buyuruyor: "De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar.
                          "Bilenler"den kasıt Ehlibeyt İmamlarıdır. "Bilmeyenler"den kasıt ise onların düşmanlarıdır. "Temiz akıl sahibi olanlar anlar" sözünden kasıt da onların Şialarıdır. (Bihar, c.24,
                          Ehlibeyt İmamlarının bilgileri, Hz. Peygamber (s.a.a) hariç diğer bütün peygamberlerden fazladır. Bu konuda birçok hadis nakledilmiştir. (Bkz. Bihar, c.26, s.194. Bihar'ın gemisi mesabesinde olan Sefinet'ul-Bihara da müracaat edebilirsiniz.

                          İmam Cafer Sadık (a.s) da buyurmuşlar ki: "ALLAH Teala peygamberlerden ulu'l-azm olanları yarattı, onları ilimle (diğerlerinden) üstün kıldı. Biz Ehlibeyt İmamlarını onların ilmine varis kıldı ve bizi onların ilimleri hususunda onlardan üstün etti. ALLAH Resulüne de onların bilmedikleri ilimleri öğretti. ALLAH Teala hem ALLAH Resulünün ve hem de onların illimlerini bize bildirdi-öğretti." (Bihar, c.26, s.194; Besar'ud-Derecat, s.62)

                          Yaktiyni MUHAMMED b. Ömer'den, o da Abdullah'dan, o da Velid Seman'dan şöyle nakleder: Ebu Cafer (İmam Bakır a-s) bana, "Ya Abdullah! Şia; Hz. Ali, Hz. Musa ve Hz. İsa hakkında ne diyor?"diye sordu
                          -Arzettim ki: Fedan olayım, hangi açıdan soruyorsunuz?"
                          - Buyurdu ki: "İlim açısından soruyorum.
                          - Arzettim ki: "Fedan olayım! Onların hakkında ne diyebilirim ki?"
                          - Buyurdular ki: "ALLAH'a and olsun ki o (Hz. Ali) onlardan daha alimdi..."
                          (Bihar, c.26, s.194)

                          İsmail b. Şuayb Ali b. İsmail'den o da bazı büyüklerinden naklen şöyle diyor:
                          Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık a-s) bir adama şöyle buyurdu: "Toplanan suları içiyor ve büyük nehirler istiyorsunuz!"
                          Ey Resulullah'ın oğlu, bununla neyi kasdediyorsunuz? dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Hz. Peygamber'in ilmi bütün peygamberlerin ilmidir. ALLAH Teala Hz. Peygamber'e o ilmi Hz. Ali'nin yanına bırakmasını vahyetti, Resulullah da o ilmi Ali'nin yanına bıraktı."
                          Adam, "Ali mi daha alimdi yoksa bazı peygamberler mi?" diye sorunca, İmam (a.s) ashabına dönerek, "Şüphesiz ALLAH Teala, dilediğinin kulaklarını açıyor. Ben, "ALLAH Resulü bütün ilimleri Ali'nin yanına bıraktı diyorum, o; "Ali mi daha alimdi yoksa bazı peygamberler mi?" diye soruyor."
                          (Bihar, c.26,s.195; Besar'ud-Derecat, s.62. Hadis farklı kanallarla ve daha geniş bir şekilde nakledilmiştir.)

                          İbrahim b. İshak Abdullah b. Hammad'dan, o da Seyfi Temmar'dan şöyle naklediyor:
                          Bir grup cemaatle İmam Cafer Sadık'ın yanındaydık. İmam (a.s) buyurdular ki: "Bu bina ve bu Kabe'nin Rabbine and olsun ki -bu sözü üç kez tekrarladı- Eğer ben Musa'yla Hızır'ın yanında olsaydım, onlara bildirirdim. Şüphesiz ben onlardan daha alimim. Onların bilmediklerini onlara haber verirdim."
                          (Bihar, c.26, s.196; Besair'ud-Derecat, s.63.)

                          Bu konuyla ilgili pek çok hadis nakledilmiştir. İsteyenler bu adreslere bakabilirler: Bihar, c.40, s.208; c.17, s.131; c.26, s.159

                          Şu hadislere bakmakta da yarar vardır:

                          Selman-ı Farisi'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

                          "Ben ve Ali, Adem yaratılmadan bin yıl önce, ALLAH katında (onu tesbih ve takdis eden) bir nur idik. ALLAH Adem'i yarattıktan sonra o nuru Adem'in sulbüne yerleştirdi, böylece ayrılmadan sulplerden gele gele Abdülmüttalip'te ikiye ayrıldı. Bende peygamberlik, Ali'de ise halifelik karar kılındı.
                          Kaynak:

                          1) İbn-i Hacer el-Askalani'nin "Lisan'ül-Mizan" c.2, s.229; c.6, s.377
                          2) Sıbt İbn-i Cevzi'nin "Tezkiret Havas'ül-Eimme" s.52
                          3) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.1, s.235 Hadis No: 1904
                          4) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talib" Bab: 87, s. 315
                          5) Menakıb-ı Meğazeli s.88, Hadis No: 130
                          6) Ahmet bin Hanbel'in "el-Fedail" kitabı Fedail Emir'ül-Müminin babı Hadis No: 252
                          7) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktelil Hüseyn" c.1, s.5 ve "Menakıb" s.46
                          8 ) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.2, s.450
                          9) ed-Deylemi'nin "Firdevs'il Ahbar" c.3, s.283, Hadis No: 4851
                          10) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.136, Hadis No: 180
                          11) el-Hemedani eş-Şafii'nin "Meveddet'ül-Kurba"
                          12) Müsned-i Ahmet bin Hanbel

                          Hüzeyfe'den, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

                          "İnsanlar, Ali bin Ebi Talib'in ne zamandan beri 'Emir'ül-Müminin' (müminlerin emiri) olarak adlandırıldığını bilselerdi, onun faziletlerini inkar etmezlerdi: Adem, ruh ve ceset arasındayken, ALLAH Teala o zaman buyurdular ki: "Ben Rabbiniz değil miyim?" "Evet, Rabbimizsin" dediler. Sonra buyurdular ki: "Ben Rabbinizim, MUHAMMED peygamberiniz, Ali de Emir'inizdir."
                          Kaynak:
                          1) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 25. Menâkıb, 30. Hadis
                          2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.238
                          3) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.348

                          Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

                          "Her kim Adem'e ve ilmine, Şis'e ve hilmine, İdris'e ve şefkatine, Nuh'a ve davetine, İbrahim'e ve cömertliğine, Musa'ya ve salabetine, Davud'a ve hilafetine, İsa'ya ve ibadetine, Zekeriya'ya ve şahadetine, Yahya'ya ve ismetine bakmayı istiyorsa Ali'ye baksın. Çünkü Ali bir ayna gibi onları aksettirmiştir."
                          Kaynak:
                          Ahmet Bican'ın "Envar'ül-Aşıkin" c.1, s.458-459

                          Abdullah bin Abbas' tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                          "Her kim hilminden dolayı İbrahim'e, hikmetinden dolayı Nuh'a ve cemalinden dolayı Yusuf'a bakmayı istiyorsa Ali bin Ebi Talib'e baksın."
                          Kaynak:
                          1) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.94 ve "Riyad'un-Nadira" c.2,s.218
                          2) el-Müttaki el-Hindi' nin "Kenz' ul Ummal" c.3, s.336
                          3) eş-Şeblenci' nin "Nur'ül-Absar" s.94
                          4) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.147
                          5) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.111



                          Hz. Ali, Cabir bin Abdullah el-Ansari ve Mücahit'ten naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:




                          (Ene medinet'ül-ilm ve Aliyyün bâbuha, femen erâd'el ilm felye'ti ilel bâb.)
                          "Ben ilmin Şehriyim, Ali de kapısıdır, her kim ilim isterse kapıya gelsin."



                          Kaynak:
                          1) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.127.
                          Hakim Nişaburi diyor ki: Bunun isnadı sahihtir.
                          2) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.600
                          3) Tabarani'nin "Mucem'ul-Kebir" c.11, s.55, Hadis No: 11061
                          4) el-Münavi'nin "Fayd'ül-Kadir" c.3, s.46, No: 2705
                          5) İbn-i Hacer'in "Lisan'ül-Mizan" c.1, s.191
                          6) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.1, s.108
                          7) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.4, s.348, No: 2186
                          [SIZE=1][COLOR=#4f6128]8 )9) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.120
                          10) İbn-i Kesir'in "el-Bidaye ven-Nihaye" c.7, s.358
                          11) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.40
                          12) el-Tabari' nin "Zehair' ul Ukba" s.77
                          13) el-Mes'udi'nin "Müruc el-Zeheb" c.2, s.437
                          14) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.4, s.100 No: 3783
                          15) el-Haskani' nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.334
                          16) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz " c.5, s.30
                          17) İbn-i Hacer'in "Tehzib'ut-Tehzib" c.6, s.320
                          18) el-Heysemi' nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.114
                          19) Menakıb-ı Meğazeli s.81
                          20) el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 2
                          21) el-Suyuti'nin "Tarih'ül-Hulefa" s.170
                          22) İbn-i Abdülbirr'in "el-İstiab fi Marifet'il Ashab" c.3, s.1102
                          23) el-Tabari'nin "Riyad'un Nadıra" c.3, s.140
                          24) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.7, s.219
                          25) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi' ul Mevedde" s.82
                          26) el-Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel'ul-Hüseyn" c.1, s.43
                          27) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.1, s.415, No: 1525
                          28) en-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.1, s.176
                          29) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.221
                          30) Feth'ül-Müluk el-Ula s.15
                          31) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.209


                          Hz. Ali'nin Onüç Faziletini Anlatan Hadis

                          Cabir bin Abdullah el-Ansari dedi ki:
                          Resulullah (s.a.a)'ın Hz. Ali hakkında buyurmuş olduğu bir takım hasletler duydum ki, onlardan biri bir şahısta olsaydı ona fazilet ve şeref olarak yeterliydi. (O hasletler) Resulullah (s.a.a)'ın bu buyruklarıdır:
                          "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."
                          "Ali bana oranla Harun'un Musa'ya olan konumundadır."
                          "Ali benden, ben de ondanım."
                          "Ali bana oranla, nefsim gibidir. Ona itaat bana itaattir, ona asi olmak bana asi olmaktır."
                          "Ali'nin savaşı ALLAH'ın savaşıdır; Ali'nin barışı ALLAH'ın barışıdır."
                          "Ali'nin dostu ALLAH'ın dostudur; Ali'nin düşmanı ALLAH'ın düşmanıdır."
                          "Ali, ALLAH'ın yaratıklarına olan hüccetidir."
                          "Ali'yi sevmek iman, ona buğz etmek ise küfürdür."
                          "Ali'nin hizbi ALLAH'ın hizbidir; Ali'nin düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."
                          "Ali hakladır, hak da Ali'yledir; İkisi birbirinden ayrılmazlar."
                          "Ali Cennet ve Cehennemin bölüştürücüsüdür."
                          "Ali'den ayrılan benden ayrılmıştır, benden ayrılan da ALLAH'tan ayrılmıştır."
                          "Ali'nin şiası (yandaşları) Kıyamet Günü kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."
                          Kaynak:
                          1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.55-56
                          2) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.43; c.4, s.287
                          3) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram"
                          4) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.135, Beyrut Bas.


                          İbn-i Abbas, Mücahit, Ömer bin Hattab ve Said bin Cübeyr'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

                          "Eğer ağaçlar kalem, deniz mürekkep, cinler hesap eden, insanlar da katip olsalar, Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini sayamazlar."
                          Kaynak:
                          1) İbn-i Osman ez-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.3, s.467
                          2) el-Kunci eş-Şafii'nin "Kifayet'ut-Talip" s.252
                          3) İbn-i Hacer el-Askalani'nin "Lisan'ül-Mizan" c.5, s.62, Haydar Abad bas.
                          4) el-Zehebi'nin "Tezkiret'ül-Huffaz" s.8
                          5) Sıbt b. Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" s.23 Müessetü Ehl'il Beyt. Beyrut bas.
                          6) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.16 Beyrut Bas. Mukaddemesinde.
                          7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.121
                          8 ) "Menakıb-ı Harezmi" el-Hanefi s.2
                          9) Emrutesri'nin "Ercah'ul-Metalib" s.11, 98 Lahur bas.
                          10) el-Hemedani'nin "Meveddet'ül-Kurba" s.55
                          11) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.309
                          12) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.493
                          13) el-Hilli'nin "Nehc'ül-Hak ve Keşf'üs Sıdk" s.231
                          14) el-Hilli'nin "Keşf'ül-Yakin" s.22
                          15) İbn-i Şazan'ın "Miet Menkıbe" s.110, Hadis No: 99
                          16) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.423 Beyrut Bas.
                          17) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.454
                          18) Menakıb-ı Ahmet bin Hanbel
                          19) el-Tabarani'nin "Mucem"
                          20) Nasır bin Ebil Mekarim el-Harezmi'nin "Şerh'ül-Mekamat"
                          21) Cemaliddin Ataullah el-Herevi "el-Arbaine Hadisen"
                          22) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs"
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                            [b] EMİR'UL-MUMİNİN HZ. ALİ (A.S)'IN İLMİ

                            Hz. Ali (a.s)'ın yüksek ilmî bir makama sahip oluşu ve Hz. Peygamber (s.a.a)'in tüm ashabı içinde herkesten daha bilgin olduğu ispatlanması zor olan öylesine belirsiz bir konu değildir. Aksine oldukça açık ve bilinen bir husustur. Ama buna rağmen bu husustaki vesvese ve şüpheleri yok etmek için aşağıdaki üç metottan biri izlenebilir:

                            1. METOT

                            İlk etapta Ali (a.s)'ın Hz. Peygamber (s.a.a)'e eşsiz yakınlığına ve özel konumuna işaret etmek gerekir. Ayrıca Hz. Ali (a.s)'ın büyük ilmi şahsiyetinin Peygamber (s.a.a)'in tarafından aracısız ve direkt öğretimleri vasıtasıyla oluştuğu gerçeğini de beyan etmek gerekir. Hz. Ali (a.s) daha çocuk iken risalet beşiğinde terbiye oldu. Nitekim bizzat kendisi KASIA adlı hutbesinde bu gerçeği şöyle beyan etmektedir: "Resulullah'a ne kadar yakın olduğumu, yanında nasıl bir yere ulaştığımı bilirsiniz. Çocukluğumda beni bağrına basar, yatağına alır... Lokmayı çiğnedikten sonra bana verirdi. Ne söylediğimde bir yalan, ne yaptığımda bir kötülük bulmuştur. ALLAH, sütten kesildiği andan itibaren meleklerin büyüklerinden birini ona arkadaş etmişti; O melek, ona gece gündüz yüceliklerin yolunu, alemin güzel ahlakını öğretirdi. Ben de yavrusu devenin ardından nasıl giderse onu öylece takip ederdim; her gün huylarından birini öğretir, ona uymamı isterdi. Her yıl Hira dağına çekilirdi, onu ben görürdüm, benden başkası da görmezdi. O gün İslam, Resulullah ve Hatice'nin evinden başka hiçbir evde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetinin kokusunu duyardım.
                            O'na vahiy geldiği zaman, şeytanın feryadını duydum da "Ya Resulullah! Bu feryat nedir?" dedim. "Bu kendisine kulluk edilmesinden ümidi kesen şeytandır. Benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve hayır üzeresin" dedi"[1]

                            Evet böylece bu mektebe layık öğrencinin yüce şahsiyeti şekillendi ve o hayatının bütün aşamalarında Peygamberle omuz omuza ve onun yanında yer aldı. Peygamber (s.a.a)'in ilim ve sırlarının büyük hazinesinden istifade etti. Bu seçkin öğrenci, öğrenmek için her fırsatı değerlendirmekte idi. Hz. Peygamber'in de ona öğretmeye olan özel ilgisini yine Hz. Ali'nin şu sözlerinden anlamak mümkündür:
                            "Ben Peygamber'e bir şey sorunca beni bilgilendiriyordu. Ben sessiz kalınca da O konuşmaya başlıyordu."[2]

                            "Her gün iki defa, sabah ve akşam olmak üzere -özel olarak- Peygamber'in huzuruna varıyordum."[3]
                            "ALLAH'a yemin olsun ki inen bütün ayetlerin ne hakkında, nerede ve kimin hakkında nazil olduğunu biliyorum. ALLAH bana düşünen, sorgulayan bir kalp ve açık bir dil vermiştir."[4]

                            "Ashab Resulullah'dan her şeyi soran ve açıklama isteyen bir konumda değildi. Öyle ki oradan geçmekte olan bir Arap Bedevi'nin gelip Peygamber'e sormasını ve bu vesileyle ilgili konunun açıklamasını, duymalarını istiyorlardı. Ama ben öyle değildim. Aklıma gelen her şeyi Peygamber'e soruyordum ve duyduğum her şeyi de ezberliyordum.[5]

                            Necva hadisleri de Hz. Ali (a.s)'ın Hz. Peygamber (s.a.a) ile yaptığı uzun raz-u niyazları beyan etmektedir. Tirmizi Menakıb-ı Ali babında şöyle rivayet etmektedir: "Resulullah (s.a.a) Taif günü Ali (a.s)'ı yanına çağırdı ve kulağına eğilip uzun süre bir şeyler söyledi. Bazıları, "bu gizli konuşmanız ne kadar da uzun sürdü?" diye sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bunu kendi başıma yapmış değilim; ALLAH böyle istediği için yaptım."[6]

                            Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)'den ilim öğrenme hususunda bir an olsun boş durmuyordu. Necva ayeti[7] nazil olduğunda Hz. Ali (a.s)'ın bir dinarı vardı. Bu dinarı on dirheme çevirdi ve Peygamber'den on ilmi mesele sordu. Her defasında bir dirhemini sadaka olarak verdi. Sonunda da bu ayet nesh oldu. Bu ayet nesh olmadığı müddetçe Hz. Ali dışında hiç kimse bu ayete amel etmemiştir. Hz. Ali sürekli öğrenme aşkı ile yanıyor ve şöyle buyuruyordu: "ALLAH'ın Resulu bana her birisinden bin kapı açılan tam bin ilim kapısı öğretti."[8]

                            Peygamber (s.a.a) ömrünün son anlarında da Ali'yi yanına çağırarak başını kucağına koydu ve hayata veda edinceye kadar da kendisiyle gizlice konuşmalarını sürdürdü.[9]

                            Bütün bu beyan ettiğimiz hususlar Ali (a.s) dışında sahabeden hiç kimse için mümkün olmamıştır ve bunlar ebedi olarak da sadece Hz. Ali (a.s)'a özgü olarak kalmıştır.

                            2. METOT

                            Hadis kaynaklarında Hz. Ali (a.s)'ın ilmi üstünlüğünü beyan eden sayısız nas ve hadislerle karşılaşmaktayız.
                            Hz. Peygamber (s.a.a) onu ilim şehrinin kapısı; insanların en bilgini; ahkam ilminin en alimi ve ümmete sünneti açıklayan kimse olarak tanıtmaktadır. Aşağıda bu konuyu açıklığa kavuşturan bazı hadislere işaret edelim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

                            -"Ben ilim şehriyim Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir."[10]
                            -"Ben hikmet eviyim Ali ise kapısıdır."[11]
                            -"Ali benim ilmimin kapısıdır ve benden sonra uğruna gönderildiğim şeyi beyan eden kimsedir."[12]
                            -"Ey Ali, sen benden sonra ümmetin ihtilafa düşeceği hususları beyan edecek kimsesin."[13]
                            -Peygamber (s.a.a), Fatıma (a.s)'a şöyle hitap etmiştir: "Eşin (Hz. Ali), ümmetin en hayırlısı, ilim açısından en bilgini, hilim ve sabır açısından en üstünü ve İslam'ı kabul açısından insanların ilkidir."[14]
                            -"Ali ilmimin kapısıdır."[15]
                            -"En iyi hüküm vereniniz Ali'dir."[16]

                            Bütün bu hadisler bize ümmetin en bilgininin Ali (a.s) olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.

                            3. METOT

                            Hz. Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra gelişen olaylar içinde fırsatçı bir teşebbüs neticesinde vesayet ve hilafet hakkı Ali (a.s) ve hanedanından alınmış, ama ümmetin onun bitmeyen ilim sermayesine olan ihtiyacı devam etmiştir. Bu ışık saçan güneş hiçbir zaman parıldamaktan ve ışık saçmaktan geri kalmamıştır. Tarihin de tanıklık ettiği gibi ilk üç halife hüküm, siyaset ve savaş stratejileri hususunda ona ihtiyaç duymuşlardır. Özellikle ikinci halife sürekli "içinde Ali'nin olmadığı bir sorunla karşılaşmaktan ALLAH'a sığınırım"[17]

                            "Eğer Ali olmasaydı şüphesiz ki rezil rüsva olurdum"
                            "Eğer Ali olmasaydı helak olmuştum" sözlerini tekrarlamıştır.
                            Ashabın birçok bilginleri kendilerini Hz. Ali (a.s)'ın sonsuz ilminin öğrencisi kabul ediyorlardı. İbn-i Abbas şöyle diyordu: "Benim ve ashabın ilminin, Ali (a.s)'ın ilmi karşısındaki konumu bir damlanın yedi deniz karşısındaki konumu gibidir.[18]

                            Ayrıca şöyle diyordu: "ALLAH'a and olsun ki ilmin onda dokuzu Ali'ye verilmiştir. Geri kalan onda biri hususunda da Ali insanlarla ortaktır.[19]
                            Abdullah bin Mesut şöyle diyordu: "Şüphesiz ki Kur'an yedi harf üzere nazil olmuştur. Her harfin bir zahiri ve bir de batını vardır. Kur'an'ın zahir ve batın ilmi ise Ali'nin yanındadır.[20]

                            Yine şöyle diyordu: "Ali Peygamber (s.a.a)'den sonra insanların en bilginidir. Onu sürekli akan bir deniz gibi gördüm.[21]
                            Said bin Museyyib ise şöyle diyordu: "Ali'den başka insanlardan hiç kimse "istediğinizi bana sorun" diyememiştir.
                            Ebu Tufeyl ise şöyle demiştir: "Ali (a.s)'ın halka şöyle hitap ettiğine ben de şahidim: "Bana istediğinizi sorunuz, ALLAH'a and olsun ki kıyamete kadar olacak her neyi sorarsanız cevaplarım. Bana ALLAH'ın kitabını sorunuz, ALLAH'a and olsun ki bütün ayetlerin tek tek gece mi veya gündüz mü, çölde mi ya da dağda mı nazil olduğunu bilirim."[22]
                            ___________
                            Kaynakça:
                            [1] Nehc'ül-Belağa 190. Hutbe (Kasıa Hutbesi)
                            [2] Tabakat-i İbn-i Sa'd
                            [3] Sünen-i Nesai c.1,s.178
                            [4] Tabakat İbn-i Sa'd
                            [5] Nehc'ül-Belağa 210
                            [6] Tirmizi, Menakib-i Ali babı; Tarih-i Bağdat c.7, s.402
                            [7] "Peygamber (s.a.a) ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz." (Mücadele: 12)
                            [8] Tefsir-i Razı ve Kenz'ul-Ummal, c.6, s.392-405
                            [9]- Müstedrek-i Hakim, c.3, s.138 Hesais'un-Nesai s.40 ve Müsned-i Ahmed, c.6, s.300
                            [10]-el-Cam'us-Sağir, c.1, s.415, Sevaik'ul Muhrika s. 73; Tehzib'ut-Tehzib c.6, s.320 ve Müstedrek-i Hakim, c.3, s.126
                            [11] el-Cami'us-Sağir, c.1, s.415 "İlim şehri" hadisi Sıhah, Sünen ve Müsned kitap yazarlarının mütevatir olarak rivayet ettikleri hadislerden biridir. Allame Emini (r.a) el-Gadir kitabının altıncı cildinde bu hadisi nakleden 143 Ehli Sünnet muhaddisinin adını zikretmektedir. Bu cümleden Hakim, Müstedrek'de; Abdurrezzak, Musennef'de; Ahmed bin Hanbel, Menakib'de; Tirmizi, Sahih'de; İbn-i Cerir, Tehzib'ul Asar'da; Taberani, Mu'cem'ul Kebir'de; Hatib, Tarih-i Bağdat'da; İbn-i Abdulbir İsti'ab'da; Hatip Harezmi, Menakib'da; İbn-i Esir, Cami'ul-Usul'da; Cezeri, Usd'ul-Gabe'de; Suyuti, Cami'us-Sağir'de; Muttaki Hindi, Kenz'ul-Ummal'da; İbn-i Esakir, Tarih-i Dimeşk'ter30;burada adını zikretmediğimiz daha birçok muhaddis de bu hadisi kitaplarında beyan etmiş sahih veya hasen olarak kabul etmişlerdir.
                            [12] -Kenz'ul-Ummal, c.11, s.614.
                            [13]- Müstedrek-i Hakim, c.3, s.122.
                            [14]- Kenz'ul-Ummal, c.11, s.605; Cem'ul-Cevami'I, Suyuti, c.6, s.398; İstiab c.3, s.1099; Mecme'ul Zevaid c.9, s.101 ve 114; Siyer-i Halebiyye c.1, s.285.
                            [15]- Cami'us-Sagir, c.2, s.177.
                            [16]- İstiab c.3, s.38.
                            [17]- Ensab'ul-Eşraf s.100
                            [18]- İstiab c.3, s.1104
                            [19]- a.g.e
                            [20]- Ust'ul-Ğabe c. 4, s.22
                            [21]- Ensab'ul Eşraf
                            [22]-Tefsir-i Taberi c.26, s.16; Tabakat: 338 ve Feth'ul-Bari c.10, s.221
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                              YAHUDİLERİN HZ. ALİ'YE (A.S) SORULARI

                              Yahudi hahamları Hz. Ali'ye dediler ki:

                              Bize şunlardan heber ver:
                              "Göklerden büyük olan, yeryüzünden geniş olan, ateşten daha yakıcı olan, rüzgardan daha süratli olan, deniz ve ondan daha zengin olan, taştan daha katı olan, bizim görüp ALLAH'ın görmek istemediği, yanlız ALLAH için olan, bizim ile ALLAH arasında olan şey nedir?
                              Beygir kişnediğinde, deve ve sığır bağırdığında, merkep anırdığında, koyun melediğinde, köpek havladığında, tilki bağırdığında, kedi miyavladığında, aslan kükrediğinde, kartalın ve karganın bağırmalarında, güvercinin ötmesinde, kurbağanın bağırmasında, diğer kuşların ötmelerinde, horozun ötmesinde, tavuğun bağırmasında, ateşin kıvılcımlaşıp parlamasında, rüzgarın esmesinde, suyun akmasında, yerin yeşermesinde, göğün bulutlanmasında, denizin dalgalanmasında, güneşin ışık vermesinde ve ayın parlak olmasında sebep nedir?
                              Bunlardan ve Hz. MUHAMMED (saa)'in kaç ismi olduğunu, Kur'an'a niçin kur'an dendiğini, insan kıyafetlerinden çıkanların kaç tane olduklarını, niçin insan şeklinden hayvan şekline çevrildiklerini bize söyle.
                              Eğer bunlara cevap verebilirsen, senin hak din üzere olduğunu ikrar ve itiraf ederiz. Eğer cevap veremezsen senin batıl üzere bulunduğuna karar veririz."

                              Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

                              "Bende ilimden altmış kapı vardır. O kapıların her biri bin denk kapıya muhtaçtır. Bana isteklerinizi sorun, cevabını alırsınız. Çünkü sizin sorularınıza cevep vermek benim için kolaydır. Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim (Güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan ALLAH'tandır.)"

                              Sonra şöyle devam ttiler:
                              "Gökten büyük olan, ALLAH Teala'ya karşı yalan söyleyip iftira etmektir.
                              Yeryüzünden geniş olan, hak olandır.
                              Ateşten daha fazla yakıcı olan, bütün dünya malını toplamaya haris olan kalptir.
                              Rüzgardan daha süratli olan, mazlumun bedduasıdır.
                              Denizden daha zengin olan kanaatkar olan kalptir.
                              Taştan daha katı olan, facir ve fasık olan kalptir.
                              Bizim görüp ALLAH'ın görmek istemediği, kafirin yüzü ve amelidir.
                              Yalnız ALLAH için olan, ruhtur.
                              Yalnız bizim için olan şey de kendi amelimizdir.
                              Bizimle ALLAH arasında olan ise, bizden dua, ALLAH'tan da kabul etmektir.

                              Atlar: ''Ey ALLAH'ımız, müslümanları aziz, kafirleri zelil kıl'' der.
                              Deve: 'Yiyeceği olmayıp suküt eden, nasıl suküt eder diye hayret ediyorum'' der.
                              Sığır: "Gafil, meşgul olman için sana ölüm yeter. Ey gafil, az bir zaman sonra gidicisin. Ey gafil, ahiret'e gönderdiğin her şey meydana konacaktır. Ey gafil, yapmış olduğun her şeyle yarın karşılaşacaksın'' der.
                              Merkep (eşek): ''Ey ALLAH'ım, noksan tartana ve onun kazancına lanet et'' der.
                              Koyun: ''Ey ölüm, ne kadar acı, ne kadar korkunç, ne kadar istenmez bir şeysin, ey adem oğlu, ne kadar gaflet içindesin, seni böyle gaflete düşüren nedir'' der.
                              Köpek: ''Ey ALLAH'ım, ben her şeyden mahrumum; bana merhamet edene sen merhamet et'' der.
                              Tilki: ''Ey rızıkları taksim eden, taksimde bana verdiğine beni kanaatkar kıl'' der.
                              Kedi ise tevrattan on ayet okur.
                              Arslan: ''Ey katı kayaların kendisine boyun eğdiği yüce ALLAH'ım, beni gece gündüz sana isyan edenlere musallat kıl'' der.
                              Kartal: ''Dilediğin kadar yaşa, çünkü sen muhakkak öleceksin, dilediğin kadar
                              mal topla, çünkü onu mutlaka terk edeceksin, dilediğini sev, çünkü sen ondan mutlaka ayrılacaksın'' der.
                              Karga: ''Ey ümmetler topluluğu, nimetlerin zail olmasından sakının. Ey ümmetler topluluğu, azabın gelmesinden korunun'' der.
                              Hid'e adındaki kuş: ''İnsanlardan uzak kalmak akıllı olan kimse için ünsiyettir.'' der.
                              Güvercin: ''Sizi ziyaret etmeyenleri ziyaret ediniz, size zulmedenleri af ediniz, size bir şey vermeyene veriniz. Sizinle dargın olanla konuşun ki cennet sizin meskeniniz olsun'' der.
                              Kurbağa: ''Denizde olanların kendisini tesbih ettiği ALLAH noksan sıfatlardan münezzehtir. Dağ başında bulunanların kendisini tesbih ettiği ALLAH'ı tesbih ederim. Sahralarda bulunanların, dudak ve dil sahipleri olanların tesbih ettikleri ALLAH'ı tesbih
                              ederim'' der.
                              Hüdhüd: ''Ey Rabbim! Kendime zulmettim, beni bağışla. Çünkü günahları bağışlayan ancak sensin'' der.
                              Diğer kuşlardan bazıları: ''RAHMAN olan ALLAH arşın üstünün sahibidir. Bütün mülk onundur'' der.
                              Bazısı ise: ''Ey ALLAH'ım, Hz. MUHAMMED'e (s.a.a) buğz edene lanet et'' der.
                              Serçe: ''Ey gizli konuşulanları bilen, hastalık ve belaların kaşifi olan ALLAH'ım, beni zekatını vermeyenlerin ekinlerine musallat kıl'' der.
                              Bülbül: ''ALLAH'ın nimetine şükrettim. Çünkü o bana dünyada bir hurmayı yeterli kıldı'' der.
                              Horoz: ''Subbuhun, Kuddusun, Rabbul-melaiket-i ve'r-ruh. / Ey gafiller, ALLAH'ı zikrediniz ediniz'' der.
                              Tavuk: ''Ey ALLAH'ım, sen haksın, senin va'din de haktır'' der.
                              Ateş: ''Ey ALLAH'ım, cehennem ateşinden sana sığınırım'' diye ALLAH'a niyazda bulunur
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                                [b] HADİSLER IŞIĞINDA HZ. ALİ'NİN (A.S) FAZİLETLERİ


                                [COLOR=#4f6128]Peygamber Efendimiz (s.a.a)'in Hz. Ali hakkında buyurmuş olduğu 100 Hadis-i Şerif takdim ediyorum. Hadisler, Ehli Sünnet alimlerinin sağlam kaynaklarından seçilmiştir. Her hadisin nakledildiği kaynaklar maddeler halinde sıralanmış, kaynaklarını incelemek isteyen için bir kolaylık olsun diye cilt ve sayfa numaraları da verilmiştir. Gerekli görülmediği takdirde hadisler hakkında herhangi bir açıklama yapmamış, hadisin yorumu okuyucuya bırakılmıştır. Hadisler, Hz. Ali'nin yüce makamını, Hz. Peygamber'den sonra insanların en hayırlısı olduğunu, vasiyet edilen, halifelik için tayin edilen kimsenin sadece o olduğunu ve onun yüce erdemini içermektedir.

                                [COLOR=#4f6128][color=red]Neden Hz. Ali'yi (as) seçtik?

                                [b]
                                Peygamber efendimize erkeklerden ilk iman eden, onun terbiyesi altında yetişip ahlakına haiz olan, İslam'ın gelişmesinde en fazla katkıda bulunan, Peygamberin bütün savaşlarında koruyucusu ve hüzünlerini gideren tek şahıs olduğundan ve Peygamberimizin hayatında ve ölümünde ona en yakın şahsın yine kendisi olduğundan dolayı onu seçtik. Yine o 40 yaşlarına kadar hayatını puta tapmakla geçirmemiş, savaşlarda korkup kaçanlardan olmamış ve peygamberin ölümünde peygamberin cenazesini ortada bırakıp hilafete koşmamıştır.
                                Hz. Ali, Peygamber efendimizin ashabı içinde en fazla faziletlere sahip olan şahıstır. Bu konuda Peygamber efendimiz şöyle buyurduğu kaydedilmiştir:

                                "ALLAH-u Teala, kardeşim Ali'ye sayılmayacak kadar çok faziletler vermiştir. Kim onun faziletlerinden birini, ona ikrar ettiği halde zikrederse, ALLAH-u Teala onun geçmişte ve son zamanda işlediği günahlarını affeder. Kim onun faziletlerinden birini yazarsa, melekler sürekli olarak o yazıdan bir eser kaldıkça ona mağfiret dilerler. Kim onun faziletlerinden birini dinlerse, ALLAH Teala, onun işitmek yoluyla işlediği günahlarını bağışlar. Kim onun faziletlerinden olan bir yazıya bakarsa, ALLAH Teala, onun bakmak yoluyla işlediği günahlarını affeder. Ali bin Ebi Talib'e bakmak ibadet ve onu zikretmek ibadettir, bir kulun imanı ancak onun velayetini kabul edip onun düşmanlarından uzaklaşırsa kabul olur"

                                İsa bin Abdullah, babası ve dedesinden: Adamın biri Abdullah bin Abbas'a dedi ki:
                                "SübhanALLAH, İmam Ali'nin (nakledilen) özellikleri ve faziletleri ne kadar çoktur ki, onların üçbin olduğunu hesap ediyorum. Abdullah bin Abbas dedi ki: "Eğer onların otuzbin olduğunu söylersen daha doğru olur"

                                Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet bin Hanbel de şöyle demiştir: "Resulullah'ın ashabı içinde Ali'ye gelen faziletler kadar hiç kimse hakkında gelmemiştir."

                                Hz. Ali, Hz. MUHAMMED (s.a.a)'in vasisi, varisi, sırrının yeri, terkettiklerinin en hayırlısı, vad ettiğini yerine getiren ve borcunu ödeyendir. Müminlerin velisi, kafirlerin ise korkulu rüyasıydı. Hz. MUHAMMED Vahyin sahibi, kendisi de İlhamın sahibidir, Hz.MUHAMMED, peygamberlerin efendisi, kendisi de Vasi'lerin efendisidir. Hz.MUHAMMED, insanların uyarıcısı, kendisi de hidayetçisidir. Hz. MUHAMMED, peygamberlerin sonuncusu, kendisi de vasilerin sonuncusudur. Hz. MUHAMMED, kainatın Efendisi, kendisi de Müminlerin Emiridir...

                                Hz. Ali Ve Hz. Resulullah ALLAH'ın Nurundan Yaratılmışlardır

                                1. Abdullah bin Abbas dedi ki: Resulullah (s.a.a)'nın İmam Ali'ye hitaben şöyle buyurduğunu duydum:
                                (Huliktu enâ ve ente min nurullâhi teâla)
                                "Ben ve sen ALLAH'ın nurundan yaratıldık


                                Kaynak:

                                1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Medinet-i Dimaşk" c.1, s.131, Beyrut 1. Bas.
                                2) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.40, Hadis No: 4

                                Peygamber'in Zürriyeti Hz. Ali'nin Sulbündendir


                                2. Cabir bin Abdullah el-Ansari'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (İnnallâha azze ve celle ce'ala zürriyete külli nebiyyin fi sulbihi ve ce'ala zürriyeti fi sulbi Ali bin Ebi Tâlib)
                                "ALLAH, her peygamberin zürriyetini kendi sulbünden kıldı, benim zürriyetimi ise Ali'nin sulbünden kıldı."


                                Kaynak:
                                1) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" Kısım 3, s.398
                                2) el-Tabarani'nin "Mucem el-Kebir" c.3, s.43
                                3) el-El-Bağdadi' nin "Tarih-i Bağdat" c.1, s.316
                                4) İbn-i Hacer'in "es-Sevaik'ul-Muhrika" s.124
                                5) el-Münavi'nin "Fayd'ul-Kadir" c.2, s.223

                                Hz. Ali İlk İman Eden Şahıstır

                                3. Resulullah (s.a.a) Ayşe'ye hitaben şöyle buyurdu:
                                (Hâze Aliyyün, evvelü men âmene bi)
                                "Bu Ali, bana iman edenlerin ilkidir."


                                Kaynak:
                                1) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.7, s.259

                                4. Hz. Ali şöyle buyurdu:


                                (Bü'isa Resulullâh yevm el-İsneyn, ve eslemtü yevm es-Selâset)
                                "Resulullah (s.a.a), pazartesi günü (peygamberliğe) gönderildi. Ben ise Salı günü Müslüman oldum."


                                Kaynak :
                                1) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.40

                                - Enes bin Malik de şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a), pazartesi günü (peygamberliğe) gönderildi. İmam Ali de Salı günü namaz kıldı."


                                Kaynak:
                                1) Sünen-i Tirmizi c.5, s.598 Hadis No: 3728
                                2) Tarih-i Tabari c.2, s.310
                                3) el-Tabari'nin "Riyad' un-Nadira" c.3, s.100

                                5. Hz. Ali şöyle buyurdu:
                                (Ena es-Sıddık'ul-ekber, âmentü qable en âmene Ebu Bekr'in ve eslemtü qable en yüslime Ebu Bekr'in)
                                "En büyük Sıddık benim, Ebu Bekir iman etmeden ve müslüman olmadan önce ben iman edip müslüman oldum."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.3, s.251
                                2) İbn-i Kuteybe'nin "el-Maarif " s.73
                                3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.53
                                4) el-Müttaki el Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal"c.6, s.405
                                5) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.58 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.155
                                6) el-Belazuri'nin "Ensab'ül-Eşraf" c.2, s.146
                                7) ez-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.1, s.417, Hadis no: 3484
                                8 ) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi' ul Mevedde" s.202
                                9) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.116
                                10) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.88-89

                                Hz. Ali en büyük Sıddık ve ümmetin Farukudur

                                6. Selman el-Farisi, Ebu Zer ve Hüzeyfe'den naklen, Resulullah (s.a.a) Hz.Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
                                (İnne hâze, evvelü men âmene bi, ve hâze evvelü men yusâfiheni yevm el-Kıyâmeh. Ve hâze es-Sıddıyk'ul-Ekber ve Fâruk hâzihil ümmet, hâze ya'sübüddin, vel mâl ya'süb'ül-münâfıkin)
                                "Bu, bana ilk iman eden ve Kıyamet Günü'nde benimle ilk tokalaşacak olandır. Kendisi en büyük sıddık ve bu ümmetin farukudur, bu, dinin önderidir, mal ise zalimlerin önderidir."


                                Kaynak:
                                1) Tabarani'nin "Mucem el-Kebir" c.6, s.269, Hadis No: 6184
                                2) el-Müttaki'nin "Kenz' ul Ummal" c.6, s.156
                                3) el-Heysemi'nin "Mecma üz-Zevaid" c.9, s. 102
                                4) İbn-i Udey'in "el-Kamil fi Düefa ir-Rical"c.4, s.229
                                5) el-Künci'nin "Kifayet üt-Talip"s.187
                                6) el-Akili'nin "Düefa'il Kebir" c.2, s.47
                                7) el-Beyhaki'nin "Sünen el-Kübra"

                                7. Hz. Ali şöyle buyurdu:
                                (Enâ abdullâh ve exu Resulillâh, ve enâ es-Sıddık'ul-ekber, lâ yequlehâ ba'di illâ kezzâb, sallaytü qablen nâs seb'a sinin)
                                "Ben, ALLAH'ın kulu ve Resulü'nün kardeşiyim. En büyük Sıddık benim, bunu benden sonra kim söylerse yalancıdır, ben insanlardan yedi yıl önce namaz kıldım."


                                Kaynak:
                                1) Sünen İbn-i Mace c.1, s.57
                                2) el-Hasais en-Nisai s.3
                                3) el-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.112
                                4) Menakıb-ı Ahmet bin Hanbel No:17
                                5) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.61
                                6) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.3, s.257
                                7) Tarih-i Tabari c.2, s.56
                                8 ) İbn-i Kesir'in "el-Kamil fit-Tarih" c.2, s.22
                                9) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.60 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.155
                                10) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn c.1, s.248

                                Hz. Ali Resulullah'ın Kardeşidir

                                8. Resulullah (s.a.a), ashabı arasında kardeşlik kurduğunda Hz. Ali gözü yaşlı olarak gelir ve der ki: "Ey Resulullah, ashabın arasında kardeşlik ilan ettin, beni kimseyle kardeş yapmadın" Resulullah (s.a.a) bunun üzerine şöyle buyurdu:
                                (Ente axi fiddünyâ vel âhireh)
                                "Ey Ali, sen dünyada ve ahirette kardeşimsin."


                                Kaynak:
                                1) Sahih-i Tirmizi c.2, s.299
                                2) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.14
                                3) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.194
                                4) Menakıb-ı Meğazeli s.37

                                Hz. Ali Resulullah (s.a.a)'in Veli'sidir

                                9. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:
                                (Yâ Ali, ente Veliyyi fid dünyâ vel âhiret)
                                " Ya Ali, sen dünyada ve ahirette benim velimsin."


                                Kaynak:
                                1) Sahih-i Müslim c.2, s.24-Hz.Ali'nin faziletleri babında
                                2) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s. 109
                                3) Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.203
                                4) Tirmizi "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.152'den tahric etti.
                                5) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s. 107
                                6) ez-Zehebi'nin "Talhis el-Müstedrek" s.26
                                7) Müsned el-Bezzar
                                8 ) Müsned-i Ahmet bin Hanbel

                                Hz. Ali (a.s) Müminlerin Veli'sidir

                                10. İmran bin Husayn'dan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Aliyyun minni ve enâ min Aliy, Ali veliyyü kulli müminin)
                                "Ali benden, ben de Ali'denim, Ali tüm müminlerin Veli'sidir."


                                Kaynak:
                                1) Sünen et-Tirmizi c.5, s.296
                                2) Müsnet Ahmet bin Hanbel c.4, s.165
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.2, s.607
                                4) el-Münavi' nin "Künüz'ul-Hakaik" c.1, s.71
                                5) el-Kunduzi el-Hanefi'nin Yenabi'ül-Mevedde" s.179
                                6) Şerh'ül-Ercüzat s.293
                                7) İbn-i Sabban'ın "İs'af er-Rağıbin" s. 177,178
                                8 ) el-Zehebi'nin "Talhis el-Müstedrek"
                                9) İlam'ül-Vera s.164

                                11. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:
                                (Yâ Ali ente veliyyül müminin)
                                "Ey Ali, sen müminlerin Veli'sisin."


                                Kaynak:
                                1) Sünen-i Tirmizi c.6, s.267
                                2) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.4, s.468

                                Hz. Ali Resulullah (s.a.a)'ın Kardeşi, Sahibi ve Arkadaşıdır

                                12. İmam MUHAMMED Bâkır (a.s) babası ve dedesinden, İmam Ali'den naklen, Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:
                                (Yâ Ali, ente axî ve sâhibi ve rafiki fil cenneh.)
                                "Ya Ali, sen kardeşim, sahibim ve Cennet'te arkadaşımsın."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.122
                                2) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.12, s.268, Hadis No: 6712
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.402

                                Hz. Ali Resulullah (s.a.a)'ın Sırrının Sahibidir

                                14. Selman el-Farisi'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Sâhibu sirrî Aliyy ibni Ebi Tâlib)
                                "Sırrımın sahibi, Ali bin Ebi Talib'tir."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.311
                                2) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.1, s.155
                                3) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.180
                                4) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.2, s.403, Hadis No: 3793
                                5) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 25. Menâkıb, 24. Hadis
                                6) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.321

                                Hz. Resulullah'ın Hz. Ali Hakkındaki Tavsiyeleri

                                15. Resulullah (s.a.a), Ansar halkına hitaben şöyle buyurdu:
                                (Yâ ma'şer'ül-Ansâr, elâ edillukum alâ mâ in temessektüm bihi len tedullu ba'di ebeden, qâlu belâ yâ Resulellâh. Qâle hâza Aliyyun, feehibbuhu bihubbî ve ekrimuhu bikerâmetî, feinne Cebrâile emerenî billezi qultu lekum anillâhi azze ve celle)
                                "Ey Ansar halkı, kendisine tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapmayacağınız bir şeyi sizlere tavsiye edeyim mi? "
                                Dediler ki: "Evet, ey Resulullah." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onlara hitaben şöyle buyurdu:
                                "Bu, Ali'dir, beni sevdiğiniz gibi onu seviniz ve bana ikramda bulunduğunuz gibi ona ikramda bulununuz. Size söylediklerimi Cebrail vasıtasıyla ALLAH bana emretti."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.9, s.170
                                2) Ebu Naim'in "Hilyet'ül-Evliya" c.1, s.63
                                3) el-Heysemi'nin Mecma'üz Zevaid" c.9, s.132
                                4) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talip" s.210
                                5) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.313
                                6) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.15, s.126, Hadis No: 363
                                7) el-Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.233
                                8 ) el-Himvini'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.197, Hadis No: 154
                                9) İbn-i Ebi Talha eş-Şafii'nin "Metalib üs-Süül" c.1, s.60
                                10) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sihah es-Sitte" c.2, s.98

                                16. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Men yüriydu en yahyâ hayâti ve yemute mevti ve yeskone cennet'el huldi elleti ve'adani rabbi, felyetevella Aliy bin Ebi Tâlib, feinnehu len yuhricekum min hudâ velen yudhilekum fi dalâleh)
                                "Her kim hayatım gibi yaşamayı, ölümüm gibi ölmeyi ve ALLAH'ın bana vadettiği ebedi cennette olmayı isterse, Ali bin Ebi Talib'in velayetini kabul etsin, çünkü o, sizleri hidayetten çıkarmaz ve sapıklığa sürüklemez."


                                Kaynak:
                                1) el-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.139, Hadis no: 4642. Hakim diyor ki: İsnadı Sahihtir, ama tahric etmezler (Buhari ve Müslim)
                                2) Ebu Naim'in "Hilyet'ül-Evliya" c.4, s.350
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.611 Hadis No: 32959 ve "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.32
                                4) Tabarani'nin "Mucem el-Kebir" c.5, s.194 Hadis No:5067
                                5) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.108
                                6) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.99, Hadis No: 602
                                7) el-Himvini'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.55
                                8 ) MUHAMMED bin Akil'in "en-Nesaih'ül-Kafiyeh" s.215
                                9) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sihah es-Sitte" c.2, s.313
                                10) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.108
                                11) Şerafeddin Musevi'nin "el-Müracaat" s.45
                                12) Ebu Naim'in "Fedail'üs Sahabe"

                                17. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Usiy men âmene bi ve saddakani bi-velâyeti Aliy bin Ebi Tâlib, femen tevellâhu fekad tevellâni, vemen tevellâni fekad tevellallâh, vemen ahabbehu fekad ahabbeni vemen ahabbeni fekad ahabballâh, vemen ebğadahu fekad ebğadani vemen ebğadani fekad ebğadallâh azze ve celle)
                                "Bana iman edip beni doğrulayana Ali bin Ebi Talib'in velayetini tavsiye ederim. Kim onu veli edinirse, beni veli edinmiş olur, beni veli edinen de ALLAH'ı veli edinmiş olur, onu seven beni sevmiştir, beni seven de ALLAH'ı sevmiştir, ona buğzeden bana buğzetmiştir, bana buğzeden de ALLAH'a buğzetmiştir."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.93
                                2) Menakıb-ı Meğazeli s.230
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.32
                                4) el-Himvini'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.291
                                5) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c. 9, s.108
                                6) el-Müttaki el-Hindi' nin "Kenz' ul Ummal" c.6, s.154
                                7) el-Kunduzi'nin "Yenabi'ül-Meveddet" s. 237
                                8 ) İbn-i Hasnevi'nin "Der Bahr'ül-Menakib" s.59
                                9) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.6, s.434
                                10) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.313
                                11) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sihah es-Sitte" c.2, s.202
                                12) el-Tabarani'nin "Mucem el-Kebir"

                                18. Ashabın büyüklerinden Selman-ı Farisi'ye Hz.Ali ve Hz. Fatıma'yı sordular, kendisi dedi ki: Resulullah (s.a.a)'ın şöyle buyurduğunu kendim duydum:
                                (Aleyküm bi Aliy bin Ebi Tâlib, fe-innehü mevlâküm fe-ehibbuh ve kebîrukum fet-tebiuh ve âlimukum fe-ekrimuh ve kâidukum ilel cenneti fe-izzuh ve izâ deâkum fe-ecibuh ve izâ emarekum fe-atiuh ve ahibbuh ke-hubbî ve ekrimuh bi-kerâmeti, mâ qultu lekum fi Aliyyin illâ mâ umireni rabbi cellet azametuh)
                                "Sizlere Ali bin Ebi Talib'i tavsiye ederim, kendisi sizin mevlanızdır ki onu seviniz, sizin büyüğünüzdür ki ona tabi olunuz, sizin bilgininizdir ki ona ikramda bulununuz, kendisi sizleri cennete götürendir ki ona saygılı olunuz, Ali, sizleri davet ederse icabet ediniz, sizlere emir verirse ona uyun, beni sevdiğiniz gibi onu seviniz, bana ikramda bulunduğunuz gibi ona ikramda bulununuz. Ben sizlere Ali hakkında ancak ALLAH'ın bana emretmiş olduğunu söyledim."


                                Kaynak:
                                1) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.226
                                2) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel-il Hüseyn" c.1, s.41
                                3) el-Himvini' nin "Feraid'us-Simtayn c.1, s.78 Hadis No: 45
                                4) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.586, Hadis No: 81
                                5) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.493

                                19. Hz.Ali'nin ashabından Zeyd bin Suhân, Cemel Savaşında vurulup düştüğünde onun yanına Hz. Ali gelip onu övdü. Bunun üzerine Zeyd başını kaldırıp şöyle dedi: "Sen de benim mevlamsın. ALLAH'ın rahmeti üzerine olsun, ALLAHa yemin olsun ki seni her zaman ALLAH'ın yolunda bilgili ve onun ayetlerinden haberdar biliriz. Ben senin safında düşmanlarına karşı cehaletimden dolayı savaşmadım. Ben Hüzeyfet'ul-Yemani'den duydum, o da Resulullah'tan şöyle buyurduğunu duydu:

                                (Ali Emir'ül-berarah ve kâtil'ul-fecereh, mensuron men nasarah, mahzulun men hazeleh, elâ ve innel hakka me'ahu ve yettebiuhu, elâ femiylü me'ahu)
                                "Ali, iyi ve temiz insanların emiri ve kötü insanları öldürendir, her kim Ali'ye yardım ederse yardım görecektir ve her kim onu hor görürse horlanacaktır. Hak Ali'yle beraberdir, bundan dolayı her zaman onunla beraber olun."


                                Kaynak:
                                1) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s. 111
                                2) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.21-22, Hadis No: 42
                                3) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resululah" s.483

                                Peygamberlerin Sıfatları Hz. Ali'dedir

                                20. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                "Her kim Adem'e ve ilmine, Şis'e ve hilmine, İdris'e ve şefkatine, Nuh'a ve davetine, İbrahim'e ve cömertliğine, Musa'ya ve salabetine, Davud'a ve hilafetine, İsa'ya ve ibadetine, Zekeriya'ya ve şahadetine, Yahya'ya ve ismetine bakmayı istiyorsa Ali'ye baksın. Çünkü Ali bir ayna gibi onları aksettirmiştir."


                                Kaynak:
                                Ahmet Bican'ın "Envar'ül-Aşıkin" c.1, s.458-459

                                21. Abdullah bin Abbas' tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                "Her kim hilminden dolayı İbrahim'e, hikmetinden dolayı Nuh'a ve cemalinden dolayı Yusuf'a bakmayı istiyorsa Ali bin Ebi Talip'e baksın."


                                Kaynak:
                                1) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.94 ve "Riyad'un-Nadira" c.2,s.218
                                2) el-Müttaki el-Hindi' nin "Kenz' ul Ummal" c.3, s.336
                                3) eş-Şeblenci' nin "Nur'ül-Absar" s.94
                                4) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.147
                                5) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.111

                                Hz. Ali'yi Zikretmek İbadettir

                                22. İmam Ali, Ayşe, İbn-i Abbas, Ebi Said, Sehl bin Sa'd, Ebu Hüreyra ve Esma bint-i Umeys'ten naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Zikru Aliyyin ibâdeh)
                                "Ali'yi zikretmek ibadettir."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Kesir'in "el-Bidaye ven-Nihaye" c.7, s.357
                                2) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.408
                                3) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.1, s.665, Hadis No: 4332
                                4) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.1, s.134
                                5) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
                                6) el-Zehebi'nin "Mizan'ul-İtidal" c.1 s. 496
                                7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.180, 231, 237, 262
                                8 ) el-Münavi'nin "Fayd'ül-Kadir" c.3, s.565
                                9) Kenz'ul-İrfan s.27
                                10) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.601, Hadis No: 32894
                                11) el-Hemedani'nin "Meveddet'ül-Kurba" c.7, s.111
                                12) Şeyh Yusuf el-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.2, s.120
                                13) Menakıb-ı Meğazeli s.206, Hadis No: 243
                                14) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.261
                                15) Ercah'ul-Metalib s.428,
                                16) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talip" s.24
                                17) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.2, s.244, Hadis No: 3151
                                18) et-Teysir'in "Şerhu Cami'üs Sağir" c.2, s.20
                                19) el-Haydari el-Ebadi'nin "Menakıb-ı Ali" s.34
                                20) Kitab'ül-Mecruhin c.1, s.239
                                21) es-Senderusi'nin "Keşf'ül-İlahi" c.1, s.358
                                22) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.111
                                23) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.116
                                24) el-Kaşifi el-Hanefi et-Termezi'nin "el-Menakib el-Murtadaviyye"
                                21) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.435
                                22) el-Hilli'nin "Keşf'ül-Yakin" s.436
                                23) et-Tabarani "Mucem"
                                24) Bahr'ül-Mearif
                                25) İbn-i Merdeveyh ve ed-Dulabi'nin kitaplarında

                                Hz. Ali'nin Yüzüne Bakmak İbadettir

                                23. Cabir bin Abdullah el-Ansari, Ayşe, İmran bin Husayn, Muaz bin Cebel ve Abdullah bin Mesut'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Ennazaru ila vechi Aliyyin ibâdeh)
                                "Ali'nin yüzüne bakmak ibadettir."


                                Kaynak:
                                1) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.142
                                2) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.394
                                3) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.2, s.51
                                4) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.3, s.483
                                5) Ebu Naim'in "Hilyet'ül-Evliya" c.2, s.182
                                6) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab' ul Kenz" c.5, s.30 ve "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.601
                                7) İbn-i Kesir'in "el-Bidaye ven-Nihaye" c.7, s.357
                                8 ) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.175
                                9) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talip" s. 34
                                10) Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.219 ve "Zehair' ul Ukba" s.95
                                11) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 90
                                12) el-Suyuti'nin "Tarih'ül-Hulefa" s.66
                                13) el-Askalani' nin "Lisan'ül-Mizan" c.1, s.242
                                14) el-Münavi' nin "Kunuz'ul-Hakaik" c.2, s.34
                                15) Menakıb-ı Meğazeli s.207
                                16) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.260
                                17) Tabarani'nin "Mucem'ül-Kebir" c.1, s.76
                                18) el-Heysemi' nin "Mecma' üz Zevaid" c.9, s.119
                                19) el-Münavi'nin "Fayd'ül-Kadir" c.6, s.299
                                20) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.145
                                21) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.93

                                Hz. Ali Hitta (Mağfiret) kapısıdır

                                24. İbn-i Abbas ve İbn-i Ömer'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Ali bâbü hıttah, men dexele fihi kâne müminen vemen xerece minhü kâne kâfiren)
                                "Ali, mağfiret kapısıdır, her kim içine geçerse mümin, her kim içinden çıkarsa kafirdir."


                                Kaynak:
                                1) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.2, s.177, Hadis No: 5592
                                2) el-Müttaki el-Hindi' nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.153, Hadis No: 2528 ve "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
                                3) el-Münavi'nin "Fayd'ul-Kadir" c.4, s.469
                                4) el-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.2, s.242
                                5) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.75
                                6) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.185, 247, 284
                                7) el-Künci el-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.184
                                8 ) es-Sehavi'nin "el-Mekasid'ül-Haseneh" s.80
                                9) el-Asami'nin "Semt'ün Nücüm'ül-Avali" s.822, Hadis No: 134
                                10) el-İcluni'nin "Keşf'ül-Hafa" c.1, s.204
                                11) el-Heysemi'nin "Mizan'ul-İtidal" c.1, s.532
                                12) Seblül Hüda ver-Rişad c.11, s.279
                                13) MUHAMMED bin Akil'in "en-Nesaih'ül-Kafiyeh" s.95
                                14) Esn'el Metalip s.37
                                15) ed-Deylemi'nin "Firdevs'il Ahbar" c.3, s.64, Hadis No: 4179
                                16) ed-Derakutni'nin "el-Afrad"
                                17) Şerafeddin el-Musevi'nin "el-Müracaat" s.275
                                18) el-Bedhaşi'nin "Miftah'ün Neca fi Menakıb al Aba"

                                Hz. Ali'ye Söven ALLAH Ve Resülü'ne Sövmüştür

                                25. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Men sebbe Aliyyen sebbenî)
                                "Ali'ye söven bana sövmüştür."


                                Kaynak:
                                1) el-Hasais en-Nisai s.24 - Mısır Bas.

                                2) Müsnet Ahmet bin Hanbel c.6, s.323
                                3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.184, Hadis No: 660
                                4) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.130
                                5) İsaf'ür-Rağibin s.141 (Nur'ül-Absar hamişinde)
                                6) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
                                7) el-Suyuti'nin "Tarih'el Hulefa" s.73
                                8 ) eş-Şeblenci eş-Şafii'nin "Nur'ül-Absar" s.73
                                9) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.74
                                10) el-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.3, s.196
                                11) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.66 ve "Riyad'ün Nadara" c.2, s.220
                                12) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.302, Hadis No: 240
                                13) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.48, 187, 246, 282
                                14) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.82
                                15) Mişkat'ül-Mesabih c.3, s.245

                                26. İbn-i Abbas dedi ki: ALLAH'a ant olsun ki, Resulullah (s.a.a)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
                                (Men sebbe Aliyyen fekad sebbenî, ve men sebbeni fekad sebbalâh, ve men sebballâh azze ve celle ekebbehullâh alâ minherihi finnâr)
                                "Ali'ye söven bana sövmüştür, bana söven de ALLAH'a sövmüştür, ALLAH'ı söven kişiyi, ALLAH burnu üzere ateşe atacaktır."(4)


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Sabbağ el-Maliki'nin "Füsul'ül-Mühimme" s.111
                                2) Tabari' nin "Zehair'ul-Ukba" s.66 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.219
                                3) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.81-82
                                4) Menakıb-ı Meğazeli s.83, 394, Hadis No: 447
                                5) el-Mirizbani'nin "Ahbar Şuara üş-Şia" s.30- Hayderiye bas.
                                6) Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi' ul Mevedde" s.205
                                7) eş-Şeblenci' nin "Nur'ül-Absar" s.110
                                8 ) el-Künci' nin "Kifayet'üt-Talib" s.82
                                9) el-Himvini eş-Şafii' nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.302, Hadis No: 241
                                10) ez-Zerendi'nin "Nazım Dürer es-Simtayn" s.105
                                11) el-Murkat fi Şerh'ül-Müşkat c.10, s.474
                                12) Şerafeddin el-Musevi'nin "el-Müracaat" s.280
                                13) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.169-170

                                Hz. Ali ALLAH'ın Zatına Sürülmüştür

                                27. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Lâ tesübbü Aliyyen, feinnehu memsûsün fi zatillâhi teâlâ)
                                "Ali'ye sövmeyiniz, zira Ali, ALLAHın zatına sürülmüştür."


                                Kaynak:
                                1) et-Tabarani'nin "el-Mucem el-Kebir" c.19, s.148, Hadis No: 324
                                2) Ebu Naim el-Asbahani'nin "Hilyet'ül-Evliya" c.1, s.68
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.12, fasıl.2, Hadis no: 1257
                                4) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.2, s.258
                                5) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 181
                                6) el-Heysemi' nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.130, Hadis No: 14743
                                7) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.3, s.24
                                8 ) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.310
                                9) el-Tabarani'nin "Mucem'ül-Avsat"

                                Hz. Ali Ve Kuran Birbirinden Ayrılmazlar

                                28. Resulullahın hanımı Ümmü Seleme dedi ki: Nefsim onun elinde olana (ALLAH'a) yemin olsun ki, Resulullah (s.a.a)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
                                (Aliyyun meal Kurân, vel Kurânu mea Aliyyin, lâ yefterikân, hattâ yerida aleyyel havd)
                                "Ali Kur'an'ladır, Kur'an da Ali iledir; ikisi havuz başında bana varıncaya dek birbirinden ayrılmazlar."


                                Kaynak:
                                1) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.124
                                2) Tabarani'nin "Mucem el-Sağir" c.1, s.55; c.2, s.177, Hadis No: 5594
                                3) Tabarani'nin "Mucem el-Evsat" c.5, s.135, Hadis No: 4880
                                4) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.399, Haydariye Bas.
                                5) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.76
                                6) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.153; c.11, s.603, Hadis No: 32912
                                7) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenzl" c.5, s.31
                                8 ) el-Münavi'nin "Fayd'ül-Kadir" c.4, s.358
                                9) eş-Şeblenci'nin "Nur'ül-Absar" s.73, Saidiyye bas.
                                10) el-Suyuti'nin "Tarih'ül-Hulefa" s.173
                                11) es-Salihi eş-Şami'nin "Sebl'ül-Hüda ver-Rişad" c.11, s.297
                                12) ez-Zehebi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.134
                                13) el-Alani'nin "İcmal'il İsabe fi Akval es-Sahabe" s.55
                                14) Ubeydullah el-Hanefi'nin "Ercah'ül-Metalib" s.597, 598 Lahur Bas.
                                15) Menakib-i Seyyidina Ali s.38
                                16) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.2, s.177, Hadis No: 5594
                                17) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.40, 90, 185, 237, 283, 285
                                18) İs'af er-Rağıbin s.157 (Nur'ül-Absar hamişinde bas.)
                                19) İbkat'ül-Envar c.1, s.277, Hadis'üs Sıkleyn kısmı.
                                20) el-Menakib-i Harezmi el-Hanefi s. 110, Haydariye Bas.
                                21) el-Himvini'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.177, Hadis No: 140
                                22) el-Bedhaşi'nin "Miftah'ün Neca" s.66
                                23) MUHAMMED bin Akil'in "en-Nesaih'ül-Kafiyeh" s.215
                                24) el-Asami'nin "Semt'ün Nücum'ül-Avali" s.823, 1400
                                25) en-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.2, s.242 Mısır bas.
                                26) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.640
                                27) el-Zehebi'nin "Talhis'ül-Müstedrek " c.3, s.124
                                28) Esnel Metalib s.136
                                29) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram" Bab: 45, s.540
                                30) el-Emini'nin "el-Gadir" c.3, s.180
                                31) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s. 319-320
                                32) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.144
                                33) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.112
                                34) Menakib İbn-i Merdeveyh.
                                35) Abdullah eş-Şafii'nin "el-Menakib"

                                29. Hz. Fatma (sa) buyurdu ki: Resulullah (s.a.a) vefat ettiği hastalığı esnasında yanında bulunanlara şöyle buyurdu:
                                (Eyyühen nâsü, yüvşek en ukbada kabden seri'an vekad kaddemtü ileyküm el-kavl ma'zireten ileyküm. Elâ inni muhâllif fiyküm Kitâbu rabbi azze ve celle ve itreti Ehli beyti. Sümme ahez bi yedi Aliyyin fekâl: Hâze Ali me'al Kur'ân vel-Kur'ân me Ali, lâ yefterikân hattâ yeride aleyyel havd, fees'elüküm mâ tehallifüni fihimâ)
                                "Ey insanlar, ani bir şekilde ruhumu teslim eder, aranızdan ayrılırım, maziretiniz olmasın diye size bir daha hatırlatıyorum: Aranızda iki halife bırakıyorum. Biri Rabbimin kitabı, öbürü de Ehlibeytimdir."
                                Daha sonra Ali'nin elinden tutarak şöyle buyurdu:
                                "Ali Kur'an'ladır, Kur'an da Ali'yledir, ikisi Kevser havuzunun başında bana varıncaya dek birbirinden asla ayrılmazlar, bunlara karşı nasıl davranacağınızı sizlere soracağım."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Hacer el-Heytemi'nin "Sevaik'ül-Muhrika" s.124
                                2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.40
                                3) İbkat'ül-Envar c.1, s.277
                                4) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, Bab: 37
                                5) Şerafeddin el-Musevi "el-Müracaat" s.31-32
                                6) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.113
                                7) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s. 319
                                8 ) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.297
                                9) Zamahşeri'nin "Rabi'ül-Ebrar"
                                10) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.288 Beyrut Bas.

                                Hz. Ali Ve Hak Birbirinden Ayrılmazlar

                                30. Ümmü Seleme ve MUHAMMED bin Ebi Bekir'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Aliyyun meal hak, vel-hakku mea Aliyyin, ve len yefterikâ hattâ yerida aleyyel havde yevmel Kıyâmet)
                                "Ali hakladır, hak da Ali'yledir, ikisi Kıyamet Gününde havuz başında bana varana dek birbirinden asla ayrılmazlar."


                                Kaynak:
                                1) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.14, s.321
                                2) İbn-i Kuteybe'nin "el-İmametü ves-Siyasetü" c.1, s.73 Mısır Bas.
                                3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.119 Hadis no: 1162
                                4) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.177
                                5) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.134
                                6) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
                                7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 55
                                8 ) ed-Dulabi'nin "el-Künye vel-Esma" c.2, s.89
                                9) Ubeydullah el-Hanefi'nin "Ercah'ül-Metalib" s.598, Lahur Bas.
                                10) İbn-i Dimaşki'nin "Cevahir'ül-Metalib" c.1, s.343
                                11) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.1, s.173
                                12) Menakib Seyyidina Ali s.19
                                13) Zamahşeri'nin "Rabi'ül-Ebrar" c.1, s.828
                                14) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram" Bab: 45, s.539
                                15) el-Emini'nin "el-Gadir" c.3, s.177
                                16) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.624
                                17) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.142
                                18) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.109
                                19) Tabarani'nin "Mucem es-Sağir" ve "Mucem el-Avsat"
                                20) Menakib İbn-i Merdeveyh
                                21) es-Sem'ani'nin "Fedail'üs Sahabe"

                                31. Hz. Ali'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Râhimallâhu Aliyyen, Allâhumme edir'il- hakka meahu haysü dâre
                                "ALLAH, Ali'ye rahmet etsin. ALLAH'ım, o hangi tarafa yönelirse yönelsin hakkı beraberinde kıl."


                                Kaynak:
                                1) Sahih-i Tirmizi c.5, s.633, Hadis No: 3714
                                2) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.124 Hakim dedi ki: Bu hadis Müslim'in şartlarına göre sahihtir.
                                3) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.117, Hadis No: 1159-1160
                                4) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.5, s.62 ve "Müntehab'ul-Kenz" c.5, s.62, Meymeniye Mısır Bas.
                                5) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.10, s.270, MUHAMMED Ebul Fadl Tahkiki Mısır Bas.
                                6) En-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.2, s.131
                                7) İbn-i Esir'in "Cami'ül-Usul" c.9, s.420
                                8 ) el-Himvini'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.176
                                9) el-Bakilani'nin "el-İnsaf" s.58 -Kahire Bas.
                                10) ez-Zehebi'nin "Tarih'ül-İslam" c.2, s.198- Mısır bas.
                                11) el-Mübidi'nin "Şerh Divan Emirül Müminin" s.180
                                12) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.104
                                13) el-Beyhaki'nin "el-Mehasin vel-Müsavi" s.41- Beyrut Bas.
                                14) Ubeydullah el-Hanefi'nin "Ercah'ül-Metalib" s.599- Lahur Bas.
                                15) Abdullah eş-Şafii'nin "el-Menakib" s.28
                                16) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.626
                                17) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" Bab: 45, s.539
                                18) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.142
                                19) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.108
                                20) el-Bedhaşi'nin "Miftah'ün Neca"

                                Hz. Ali İlim Şehrinin Kapısıdır

                                32. Hz. Ali, Cabir bin Abdullah el-Ansari ve Mücahit'ten naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Ene medinet'ül-ilm ve Aliyyün bâbuha, femen erâd'el ilm felye'ti ilel bâb)
                                "Ben ilmin Şehriyim, Ali de kapısıdır, her kim ilim isterse kapıya gelsin."


                                Kaynak:
                                1) el-Hakim'in "Müstedrek es-Sahihayn" c.3, s.127.
                                Hakim Nişaburi diyor ki: Bunun isnadı sahihtir.
                                2) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.600
                                3) Tabarani'nin "Mucem'ul-Kebir" c.11, s.55, Hadis No: 11061
                                4) el-Münavi'nin "Fayd'ül-Kadir" c.3, s.46, No: 2705
                                5) İbn-i Hacer'in "Lisan'ül-Mizan" c.1, s.191
                                6) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.1, s.108
                                7) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.4, s.348, No: 2186
                                8 ) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.459
                                9) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.120
                                10) İbn-i Kesir'in "el-Bidaye ven-Nihaye" c.7, s.358
                                11) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.40
                                12) el-Tabari' nin "Zehair' ul Ukba" s.77
                                13) el-Mes'udi'nin "Müruc el-Zeheb" c.2, s.437
                                14) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.4, s.100 No: 3783
                                15) el-Haskani' nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.334
                                16) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz " c.5, s.30
                                17) İbn-i Hacer'in "Tehzib'ut-Tehzib" c.6, s.320
                                18) el-Heysemi' nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.114
                                19) Menakıb-ı Meğazeli s.81
                                20) el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 2
                                21) el-Suyuti'nin "Tarih'ül-Hulefa" s.170
                                22) İbn-i Abdülbirr'in "el-İstiab fi Marifet'il Ashab" c.3, s.1102
                                23) el-Tabari'nin "Riyad'un Nadıra" c.3, s.140
                                24) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.7, s.219
                                25) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi' ul Mevedde" s.82
                                26) el-Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel'ul-Hüseyn" c.1, s.43
                                27) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.1, s.415, No: 1525
                                28) en-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.1, s.176
                                29) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.221
                                30) Feth'ül-Müluk el-Ula s.15
                                31) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.209

                                33. Hz.Ali'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Ene medinet'ül-ilm ve Aliyyun bâbuhâ, velâ tutiy'el büyütâ illâ min ebvâbihâ)
                                "Ben ilmin kentiyim, Ali de kapısıdır, evlere ancak kapılarından geçilir."


                                Kaynak:
                                1) Menakıb-ı Meğazeli s.82
                                2) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.220
                                3) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.417

                                34. Ali bin Musa el-Rida (as)'dan, babası ve dedelerinden, Hz. Ali 'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Yâ Ali, ene medinet'ül-ilm ve ente bâbühâ, kezzeba men ze'ame ennehü yasıl ilel medineti illâ min kıbelil bâb)
                                "Ey Ali, ben ilmin kentiyim, sen de kapısısın, her kim kente, dervazesi değil de başka yerden ulaştığını söylerse yalan söyulemiştir."


                                Kaynak:
                                1) Menakıb-ı Meğazeli s.85
                                2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.72
                                3) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.417

                                Sorun Benden Beni Yitirmeden

                                35. Hz. Ali şöyle buyurdu:
                                (Seluni, fevallâhi lâ tes'elüni an şey'in yekunu ilâ yevm'il Kıyâmeh illâ haddestükum anhu, seluni an kitâballâh, fevallâh mâ min âyetin illâ ene a'lamu e-bileylin nezelet, em bi nehârin, em fi sehelin em fi cebelin.)
                                "Bana sorunuz, vALLAHi kıyamete kadar neden sorarsanız size haber veririm. Bana ALLAH'ın kitabından sorunuz, her ayetin gece mi, gündüz mü, dağlıkta mı, düzlükte mi indiğini bilirim."


                                Kaynak:
                                1) Tabari'nin "Cami'ül-Beyan" Tefsiri c.1, s.114
                                2) el-Suyuti'nin "Tarih'ül-Hulefa" s.214
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.2, s.565, Hadis No: 4740
                                4) İbn-i Abdülbirr'in "el-İstiab" c.3, s.208, Hadis No: 1875
                                5) Tarih'ül-Kebir c.8, s.165, Hadis No: 2570
                                6) Belazuri'nin "Ensab'ul-Eşraf" c.2, s.351
                                7) el-Askalani'nin "Tehzib'ut-Tehzib" c.7, s.338
                                8 ) Tabakat'ül-Kübra c.2, s.338
                                9) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.151 ve "Riyad'un Nadara" c.2, s.198
                                10) Ebu Naim'in "Hilyet'ül-Evliya" c.1, s.67-68
                                11) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.42, Hadis No: 31
                                12) Menakib-i Harezmi el-Hanefi s.94
                                13) İbn-i Hacer'in "es-Sevaik'ul-Muhrika" s.128
                                14) Hz. Ali'nin "Gurer'ul-Hikem" Hadis No: 5637
                                15) Miftah'üs Seadet c.1, s. 400
                                16) Feth'ül-Bari c.8, s.485

                                36. Hz. Ali şöyle buyurdu:
                                "Sorun benden beni yitirmeden, bana gök yollarını sorunuz, onları yeryüzü yollarından daha iyi tanırım."


                                Kaynak:
                                1) İbn-i Ebi Talha'nın "Metalib'üs Süül" s.26
                                2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.66
                                3) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.4, s.22
                                4) el-Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.83
                                5) İbn-i Abdül Birr'in "el-İstiab fi Marifet'il Ashab" c.3, s.40
                                6) Tefsir'ül-Fatiha (el-Ezher Meydanı Mısır bas.) s.52
                                7) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.13, s.101
                                8 ) Sıbt İbn-i Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" Bab: 2, s.34
                                9) el-Hilli'nin "Nehc'ül-Hak ve Keşf'üs Sıdk" s.240
                                10) el-Hilli'nin "Keşf'ül-Yakin" s.63, 64
                                11) Müsned Ahmet bin Hanbel

                                37. Hz. Ali şöyle buyurdu:
                                "Gayb sırlarından bana sorunuz, mürsel peygamberlerin tüm ilimlerine varisim ben."


                                Kaynak:
                                1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.69
                                2) Kemaleddin el-Halebi eş-Şafii'nin "ed-Darr'ül-Manzum"
                                3) İbn-i Ebi Talha eş-Şafii'nin "Metalib'üs Süül"
                                4) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.340

                                38. Hz. Ali (a.s):
                                "İsteseydim yalnız Fatiha'nın tefsirinden yetmiş deve yükü kitap yazardım."


                                Kaynak:
                                1) İmam Gazzali'nin "İhya-u Ulumiddin" c.1, s.803
                                2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.64, 407
                                3) Tefsir'ül-Fatiha (el-Ezher Meydanı Mısır bas.) s.57
                                4) et-Teratib'ül-İdariyye c.3, s.183
                                5) Kemaleddin el-Halebi eş-Şafii'nin "ed-Darr'ül-Manzum"
                                6) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.404 Beyrut Bas.

                                39. Dürr'ül-Manzum adlı eserde Hz. Ali'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
                                "Bil ki tüm semavi kitapların esrarı Kur'an'da toplanmıştır, Kur'an'ın tüm esrarı Fatiha'dadır, Fatiha'nın tüm esrarı Besmelededir, Besmelenin tüm esrarı 'B' harfindedir, 'B' harfinin tüm esrarı da onun altındaki noktadadır."
                                Emir'ül-Müminin Hz. Ali şöyle buyurdu: "'B' harfinin altındaki nokta benim."


                                Kaynak:
                                1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.69
                                2) Kemaled-din el-Halebi eş-Şafii'nin "ed-Darr'ül-Manzum"
                                3) Enis Emir'in "İlim Kapısı İmam Ali" ve "Fazilet-i Ehli Beyt'i Resulullah"
                                4) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.294 Beyrut Bas.

                                Hz. Ali'nin Sevgisi Hakkında

                                40. Hz.Ali, Ümmü Seleme, Ömer bin Hasin'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Yâ Ali, lâ yohibbuke illâ muminun, velâ yübğiduke illâ münâfık)
                                "Ey Ali, seni müminden başkası sevmez ve münafıktan başkası da sana buğz etmez."


                                Kaynak:
                                1) Sahih-i Tirmizi c.5, s.306, Hadis No: 3819
                                2) Sünen-i Nisai c.8, s.117
                                3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.95
                                4) Ebu Naim el-Asbahani'nin "Hilyet'ül-Evliya" c.4, s.185
                                5) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.2, s.598 ve Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
                                6) İbn'ül-Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" s.35
                                7) İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc' ül Belağa" c.8, s.119
                                8 ) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.47
                                9) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.133
                                10) el-Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.91
                                11) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.209
                                12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.211

                                41. İbn-i Abbas'tan naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Hubbu Aliyyin imânun, ve buğduhu nifâkun)
                                "Ali'yi sevmek iman, ona buğzetmek ise nifaktır."


                                Kaynak:
                                1) Sahih-i Müslim c.1, s.61
                                2) Sünen-i Tirmizi c.8, s.306
                                3) Sünen-i Nisai c.6, s.117
                                4) el-Hamzavi'nin "Meşarik'ul-Envar" s.122 Mısır bas.
                                5) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.55
                                6) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.209

                                42. Ayşe'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Hubbu Aliyyin ibadeh)
                                "Ali'yi sevmek ibadettir."


                                Kaynak:
                                1) Tefrih'ul-Ehbab fi Menakib el-Âl vel Ashab s. 340
                                2) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.17, s.234

                                -İmam Cafer-i Sadık da şöyle buyurdu:
                                (Hubbu Aliyyin ibadeh ve efdalül ibadeh.)
                                "Ali'yi sevmek ibadet ve ibadetlerin en faziletlisidir."


                                Kaynak:
                                1) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.12, s.301

                                43. Ebu Rafi ve Enes bin Malik'ten naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Ünvânü sahifet'ül-mümin, hubbu Aliyyin)
                                "Müminin sahifesinin (amel defterinin) ünvanı, Ali sevgisidir."

                                [FONT=Arial][SIZE=3][FONT=Arial][COLOR=#4f6128][B]
                                Kaynak:
                                1) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30 "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.601 Hadis No: 32900
                                2) İbn-i Hacer'in "es-Sevaik'ul-Muhrika" s.125, Hadis No: 32
                                3) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.2, s.45 Mısır bas.
                                4) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.4, s.410 Mısır bas.
                                5) MUHAMMED Ali el-Ensi'nin "ed-Dürr vel Âl" s.96, Beyrut bas.
                                6) İbn-i İbn-i Hacer'in "Lisan'ül-Mizan" c.4, s.471
                                7) el-Kunduzi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.91, s.125
                                8 ) el-Emrutesri'nin "Ercah'ül-Metalib" s.522, Lahur bas.
                                9) es-Safuri'nin "Nezhet'ül-Mecalis" c.2, s.208
                                10) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" Hadis No: 1262
                                11) Menakıb-ı Meğazeli s.243 Hadis No: 290
                                12) ed-Dehlan'ın "el-Feth'ül-Mubin" s.155
                                13) es-Safuri'nin "el-Mehasin el-Müctemia" s.160
                                14) Şah Veliyyullah'ın "Kurret'ül-Ayn" s.234
                                15) en-Nebehani'nin "el-Feth'ül-Kebir" c.2, s.245
                                16) el-Hemadani'nin "Meveddet'ül-Kurba" s.62, Lahur bas.
                                17) el-Hesnevi el-Musuli'nin "Derr Bahr'ül-Menakıb" s.36
                                18) el-Münavi'nin "Künuz'ul-Hakaik" s.99
                                19) el-Hamzavi'nin "Meşarik'ul-Envar fi fevz Ehlil İtibar" s.91
                                20) MUHAMMED Salih et-Tirmizi'nin "Menakıb-ı Murtadaviyye" s.21
                                21) el-Bedhaşi'nin "Miftah'ün Neca" s.61
                                22) es-Suyuti'nin "Zeyl'ül-Âli" s.63
                                23) Behçet Efendi'nin "Tarih-i Âli MUHAMMED" s.121
                                24) Vesilet'ün Necat s.49
                                25) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.218
                                26) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.247-251; c.17, s.145, 225


                                44. Ümmü Seleme'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Men ahabbe Aliyyen fekad ahabbeni, ve men ahabbeni fekad ahabballâh, men bağada Aliyyen fekad ebğadani ve men ebğadani fekad ebğadallâh)
                                "Ali'yi seven beni sevmiştir, beni seven de ALLAHı sevmiştir; Ali'ye buğzeden bana buğzetmiştir, bana buğzeden de ALLAH'a buğzetmiştir. "

                                Kaynak:
                                1) et-Tabarani'nin "Mucem'ul-Kebir" c.23, s.380, Hadis No: 901
                                2) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.42, s.271, Hadis No: 8801
                                3) eş-Şeblenci'nin "Nur'ül-Absar" s.72
                                4) Muhibbuddin et-Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s. 65
                                5) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.12, Hadis No: 1264
                                6) İbn'ül-Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" s.28

                                45. Bir adam Selman-ı Farisi'ye sordu ki: "Ali'yi neden aşırı derecede seversin?" Selman dedi ki: "Resulullah (s.a.a)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
                                (Men ahabbe Aliyyen fekad ehabbeni vemen ebğada Aliyyen fekad ebğadani.)
                                "Kim Ali'yi severse beni sevmiştir ve kim Ali'ye buğzederse bana buğzetmiştir."
                                Kaynak:
                                1) el-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek'us-Sahihayn" c.3, s.130
                                2) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.30
                                3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.157-158
                                4) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" s.188
                                5) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.132
                                6) Tabari'nin "Riyad'ul-Nadira" c.2, s.2, s.166
                                7) el-Suyuti' nin "Cami'üs Sağir" s.160
                                8 ) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.16, s.608
                                9) Vesilet'ün Necat s.48

                                46. Abdullah bin Abbas'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Hubbu Aliyyin ye'kul'üz-zünüb, kemâ te'kül'un-nâr el-hatab.)
                                "Ali'nin sevgisi, günahları, ateşin odunu yediği gibi yer yok eder."

                                Kaynak:
                                1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.103 Hadis no: 610
                                2) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talip" s. 184
                                3) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.4, s.194
                                4) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.91-92 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.215
                                5) İbn-i Hacer'in "Lisan'ül-Mizan" c.1, s.185
                                6) es-Safuri'nin "Nezhet'ül-Mecalis" c.2, s.207
                                7) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.1, s.17
                                8 ) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.621 Hadis No: 33021 ve "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.34
                                9) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.2, s.142, Hadis No: 2722
                                10) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 180, 236
                                11) el-Hemedani eş-Şafii'nin "Meveddet'ül-Kurba" 6. Meveddet.
                                12) Ramuz' ul Ahadis s.394 Hadis No: 3405
                                13) es-Seb'in fi Menakıb Emir'ül-Müminin Hadis No: 33
                                14) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.169
                                15) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min
                                es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.219
                                16) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 25. Menâkıb, 23. Hadis



                                47. Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Mesud ve Ömer bin Hattab'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
                                (Lev ictemea'n nâsü alâ hubbi Aliy bin Ebi Tâlib, lemâ xalakAllâh'un-nâre)
                                "İnsanlar, Ali b. Ebi Tâlib'in sevgisi üzerine toplansalardı, ALLAH Cehennemi yaratmazdı."


                                Kaynak:
                                1) el-Müttaki el-Hindi' nin "Kenz' ul Ummal" c.11, s.611
                                2) es-Suyuti eş-Şafii'nin "Zeyl'ul-Âli" s.62
                                3) ed-Dehlevi'nin "Kurret'il Aynayn fi Tefdil eş-Şeyheyn" s.234 Peyşaver bas.
                                4) MUHAMMED bin Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.122
                                5) el-İyni el-Haydar el-Abadi'nin "Menakib Ali" s.45
                                6) el-Askeri'nin "Makam Emir'ül-Müminin İnd'el Hulefa" s.45
                                7) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.28
                                8 ) el-Hemedani'nin "Meveddet'ül-Kurba" s.61-Lahur baskısı
                                9) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel-ul Hüseyn" s.37
                                10) "Ercah'ül-Metalib" s.522 - Lahur baskısı
                                11) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs bi Masur'ul-Hitab" c.3, s.88
                                12) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 91, 125, 237, 251
                                13) el-Musuli el-Hasneviyye'nin "Dürru Bahr'il Menakib" s.58 aynı mealde.
                                14) ed-Deylemi'nin "Münahic el-Fadiliyn" s.377
                                15) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 25. Menâkıb, 32. Hadis
                                16) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s. 296, 297
                                17) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.149-151; c.17, s.240-241
                                18) el-Hilli'nin "Keşf'ül-Yakin" s.262
                                19) Nehc'ül-Hak ve Keşf'üs Sıdk s.259
                                20) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.458


                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X