Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

    [b] [FONT=Arial]
    [SIZE=3]Hz. Ali'nin Sevgisi Hakkındaki Hadislerin Devamı

    [b]48. Ammar bin Yasir ve Abdullah bin Abbas'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (Yâ Ali, tubâ limen ahabbeke ve saddaka fiyke, vel veylü limen ebğadeke ve kezzebe fiyke)
    Meali: "Ey Ali, seni sevip doğrulayana ne mutlu ve seni yalanlayıp sana buğzedenin vay haline"

    Kaynak:
    [1) el-Hakim'in "Müstedrek'us-Sahihayn" c.3, s.135 Hakim diyor ki: Bu hadisin isnadı sahihtir, ama tahric etmezler.
    2) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.4, s.101, Hadis No: 3783
    3) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.132
    4) İbn-i Sabbağ el-Maliki'nin "Füsul'ul-Mühimme" s.127
    5) İbn-i Hanbel'in "Fedail'us Sahabe" c.2, s.680, Hadis No: 1162
    6) İbn-i Kesir'in "el-Bidayetü ven-Nihayetü"c.7, s.355
    7) Müsned-i Ebi Yala c.2, s.259
    8 ) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.9, s.72, Hadis No: 4656
    9) ez-Zerendi el-Hanefi'nin "Nazmu Dürer'us-Simtayn" s.102
    10) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.211, Hadis No: 705,706
    11) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.92 ve "Riyad'un Nadira" c.2, s.285
    12) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.34
    13) eş-Şeblenci'nin "Nur'ül-Absar" s.74
    14) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.91, 213
    15) el-Münavi'nin "Künuz'ül-Hakaik" s.203
    16) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.129, 310, Hadis No: 248
    17) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.30, 66
    18) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.271


    Allah Teala, Hz. Ali'nin Gazabıyla Gazaplanır

    49. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (Yâ Ali, innallâhe yerza lirizak ve yağdub liğadabik)
    Meali: "Ey Ali, Allah (cc), senin rızanla razı, gazabınla da gazap gösterir."

    Kaynak:
    [1) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.1, s.61
    2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 179
    3) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.319


    50. Ebu Musa el-Hamidi'den naklen, Resulullah (s.a.a) bir gün Ebu Bekir, Osman ve İmam Ali ile beraber otururken şöyle buyurdular: (Yâ Ebu Bekir, hazellezi terâhu, vezirî fissemâ ve veziri filard, fein ahbebte en tülkiyallâhe ve huva anke râzin, fe-arzi Aliyyen, feinne rizâehu rizaullâh ve ğazabahu ğazaballâh)
    Meali: "Ey Ebu Bekir, bu gördüğün Ali, benim gökte ve yeryüzünde vezirimdir, senden razı olduğu halde Allah'a kavuşmak istiyorsan Ali'nin senden razı olmasına bak, zira Ali'nin rızası Allah'ın rızasıdır, Ali'nin gazabı da Allah'ın gazabıdır"

    Kaynak:
    [1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 251
    2) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.352


    Hz. Ali (a.s) İnsanların En Hayırlısıdır


    [B][[SIZE=3]51. Cabir bin Abdullah el-Ansari'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (Aliyyün hayr'ül-beşer, men şekke bihi kefer)
    Meali: "Ali, insanların en hayırlısıdır; bundan şüphe eden kafir (hakkı saklamış) olur."

    Kaynak:
    [1) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.625, Hadis no: 33045. c.6, s.159
    2) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" s.98 Bulak Mısır bas.
    3) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" Hadis No: 8972
    4) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.180, 247
    5) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.7, s.421, c.5, s.37
    6) el-Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.220
    7) İbn-i Hacer el-Askalani'nin "Tehzib'üt-Tehzib" c.9, s.419 Haydar Abad bas.
    8 ) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.3, s.62, Hadis No: 4175
    9) el-Hemedani eş-Şafii'nin "Meveddet'ül-Kurba" 3.Meveddette.
    10) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.450, Hadis No: 17
    11) Müntehabu Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.134
    12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.2, s.91
    13) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.322


    52. İmam Ali, Cabir bin Abdullah el-Ansari, İbn-i Mesut ve Hüzeyfe'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (Aliyyün hayr'ül-beşer, men ebâ fekad kefer)
    Meali: "Ali, insanların en hayırlısıdır; kim bunu kabul etmezse kafir olur."

    Kaynak:
    [1) Hanbeli mezhebinin imamı Ahmet bin Hanbel'in "el-Fadail" s.46, Hadis No: 72
    2) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.154 Hadis No: 116
    3) el-Askalani'nin "Tehzib'ut-Tehzib" c.9, s.419
    4) ed-Deylemi'nin "Firdevs" c.3, s.62
    5) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.444, Hadis No: 962
    6) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.159; c.12, s.221 Hadis No: 1286; c.11, s.625, Hadis No: 33045 ve "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.35
    7) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.3, s.192, c.7, s.421
    8 ) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" s.98 Bulak Mısır bas.
    9) el-Askalani'nin "el-İsabe fi Temyiz es-Sahabe" c.1, s.217
    10) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'ut-Talip" s.119
    11) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.180, 246
    12) el-Heysemi'nin "Mecme-üz Zevaid" C.9, S.116 ve 158
    13) el-Suyuti'nin "Leali" c.1, s.170
    14) el-Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.220 ve "Zehair'ul-Ukba" s.96
    15) eş-Şeblenci'nin "Nur'ul-Absar" s.70, 101
    16) Abdullah eş-Şafii "el-Menakib" s.30
    17) Emanüllah ed-Dehlevi'nin "Techiz'ül-Ceyş" s.308
    18) el-Bedhaşi "Miftah'ün Neca" s.49
    19) Tefsir'üt-Tabari c.30, s.171
    20) Ramuz'ül-Ahadis s.442
    21) el-Kaşifi el-Hanefi et-Termezi'nin "el-Menakib el-Murtadaviyye" s.106
    22) İbn-i Hacer el-Askalani'nin "Lisan'ul-Mizan" c.3, s.166
    23) el-Hamedani'nin "Meveddet'ül-Kurba" s.41, Lahur Bas.
    24) el-Hesnevi el-Musuli'nin "Dürr Bahr'ül-Menakib" s.65
    25) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.66
    26) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.1, s.235
    27) Menakib-i Seyyidina Ali s.38
    28) el-Arbain fi Usul'üd Din s.674
    29) ed-Dürr'üs Semin s.30
    30) el-Hazai'nin "Arbain" Hadis No: 23
    31) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.4, s.249-256
    32) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.605, Hadis No: 10
    33) Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.310
    34) el-Emini'nin "el-Gadir" c.3, s.22
    35) Şerafeddin el-Musevi'nin "el-Müracaat" s.136
    36) Siyer'usSahabe
    37) Fahrettin Razi' nin "Nihayet'il-Ukul"
    38) Menakib-i İbn-i Merdeveyh
    39) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.380


    53. Hz.Ali ve Abdullah bin Mesud'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (Femen lem yequl Aliyyün hayr'ün-nâs fekad kefer)
    Meali: "Her kim Ali insanların en hayırlısıdır demezse kafir olur."

    Kaynak:
    [1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.444 Hadis no: 954
    2) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talip" s.119
    3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.35 ve "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.625 Hadis no: 33046
    4) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.3, s.194 Hadis no: 1234
    5) el-Askalani'nin "Tehzip et-Tehzip" c.9, s.419 Hadis no: 687
    6) Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'el Beyt" s. 310
    7) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.380
    8 ) Müntehebu Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.134
    9) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.2, s.91
    10) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.145, Hadis no: 116


    - Ata dedi ki: Ayşe'ye Hz. Ali'yi sordum. Dedi ki: "O, insanların en hayırlısıdır, bundan ancak kafir olan şüphe eder."

    Kaynak:
    [1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.448 Beyrut Bas.
    2) el-Hemedani'nin "Meveddet'ül-Kurba" 3. Meveddet.
    3) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.246
    4) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.119
    5) Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.311


    Hz. Ali Resulullah'ın Hak Halifesidir

    54. Resulullah (s.a.a) amcalarına hitaben şöyle buyurdular:
    (Ali axiyyi ve vasiyyi ve halifeti fiyküm, fesmiu lehu ve atiyuhu)
    Meali: "Ali benim kardeşim, vasim ve içinizde halifemdir; onu dinleyin ve ona itaat edin."


    Kaynak:
    1) Müsned Ahmet bin Hanbel c.1, s.159
    2) el-Askalani'nin "el-İsabe fi Temyiz'is-Sahabe" c.1, cz.2, s.217
    3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.42 ve "Kenz'ul-Ummal" c.13, s.131 Hadis No: 36419
    4) Suyuti'nin "Cami'ül-Ahadis"c.16, s.251
    5) Tefsir'ül-Hazen c.3, s.371
    6) İbn-i Esir'in "el-Kamil fit-Tarih" c.1, s.487
    7) Tarih'üt-Tabari c.2, s.63
    8 ) İbn-i Kesir'in "el-Bidayetü ven-Nihaye" c.3, s.352
    9) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.13, s.211
    10) Siret'ül-Halebi c.1, s.311
    11) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.371
    12) el-Hafaci'nin "Nesim'ür-Riyad" c.3, s.35
    13) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.131

    55. Selman-ı Farisi'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Küntu ena ve Ali nuren beyne yedillâh qable en yuhleku Âdem bi elf amm, felemmâ halakallâhu Âdem, rekkebe zâlik en-nur fi sulbihi, felemma yezile şeyun vâhid, hattâ ifterika fi sulbi Abdülmüttalib, fe-fiyye en-nübüvvetu ve fi Aliyyin el-hilâfetu)
    Meali: "Ben ve Ali, Adem yaratılmadan bin yıl önce, ALLAH katında (onu tesbih ve takdis eden) bir nur idik. ALLAH Adem'i yarattıktan sonra o nuru Adem'in sulbüne yerleştirdi, böylece ayrılmadan sulplerden gele gele Abdülmüttalip'te ikiye ayrıldı. Bende peygamberlik, Ali'de ise halifelik karar kılındı."

    Kaynak:
    1) İbn-i Hacer el-Askalani'nin "Lisan'ül-Mizan" c.2, s.229; c.6, s.377
    2) Sıbt İbn-i Cevzi'nin "Tezkiret Havas'ül-Eimme" s.52
    3) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.1, s.235 Hadis No: 1904
    4) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talib" Bab: 87, s. 315
    5) Menakıb-ı Meğazeli s.88, Hadis No: 130
    6) Ahmet bin Hanbel'in "el-Fedail" kitabı Fedail Emir'ül-Müminin babı Hadis No: 252
    7) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktelil Hüseyn" c.1, s.5 ve "Menakıb" s.46
    8 ) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.2, s.450
    9) ed-Deylemi'nin "Firdevs'il Ahbar" c.3, s.283, Hadis No: 4851
    10) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, s.136, Hadis No: 180
    11) el-Hemedani eş-Şafii'nin "Meveddet'ül-Kurba"
    12) Müsned-i Ahmet bin Hanbel

    56. Abdullah bin Abbas dedi ki: Fitneler olacaktır, bu durumu yaşarsanız sizlere iki haslete tutunmanızı tavsiye ederim. Biri Kuran-ı Kerim, diğeri de Ali bin Ebi Talip'tir. Çünkü Resulullah (s.a.a)'ın İmam Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurduğunu kendim duydum:
    (Hâze evvelü men âmene bi ve evvelü men yüsafiheni yevmel kıyâme, ve huve fâriku hazihil ümme, yüferriku beynel hakki vel bâtili, ve huve ye'sûbül müminine velmâlü ye'sûb'üz zâlimin, ve huve halifeti min ba'di)
    Meali: "Ali bana ilk iman eden ve Kıyamet gününde benimle ilk tokalaşacak olandır, kendisi bu ümmetin farukudur, hak ile batılı ayırt edendir, o müminlerin önderidir, mal ise zalimlerin önderidir, o benden (hemen) sonra halifemdir."


    Kaynak:
    1) Şam'ın Muhaddisi İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Medinet-i Dimaşk" c.1, s.89 Hadis No: 122
    2) el-Künci'nin "Kifayet'üt-Talib" Bab: 44, s.187
    3) ez-Zehebi'nin "Mizan'ul-İtidal" c.1, s.316
    4) al-Askalani'nin "Lisan'ül-Mizan" c.2, s.414
    5) el-Kenhevi'nin "Vesilet'ün Necat" s.133
    6) el-Kamil fi Marifet'id Zuafa vel-Metrukin s.149

    57. Resulullah (s.a.a) Hz.Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, ente ahiyyi ve vezir, ve vasiyyi ve vârisi ve halifeti min ba'di)
    Meali: "Ey Ali, sen kardeşim, vezirim, vasim, varisim ve benden sonra halifemsin."

    [COLOR=#a0a0a0][FONT=Arial][SIZE=3]
    Kaynak:
    1) İbn-i Teymiyye'nin "Minhac'üs- Sünnet" c.4, s.80
    2) Siret'ül-Halebi c.1, s.304.
    3) Hafız İbn-i Ebil Hatim'in kitabı
    4) Hafız el-Beğavi'nin kitabı

    58. Enes bin Malik'ten naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (İnne ahi, ve veziri, ve halifeti fi ehli, ve xayre men etrükü ba'di, ve yakdi deyni, ve yuncizu mev'idi Aliyyi b. Ebi Tâlib)
    "Kardeşim, vezirim, ehlim içinde halifem, terkettiklerimin en hayırlısı, borcumu ödeyen ve vad ettiklerimi yerine getiren Ali bin Ebi Talib'dir."


    Kaynak:
    1) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.373, Hadis No: 515

    Hz. Ali Resulullah'ın Vasisi Ve Varisidir

    59. Ümmü Seleme'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (İnnallâhe ixtare min külli ümmetin nebiyyen ve ixtâre likülli nebiyyin vasiyyen, feena nebiyyü hâzihil ümme ve Aliyyin vasiyyi fi itreti ve Ehlibeyti ve ümmeti min ba'di)
    Meali: "ALLAH her ümmetten bir peygamber seçti ve her peygambere bir Vasi(5) seçti. Ben bu ümmetin peygamberiyim, Ali de soyumda, Ehli Beyt'imde ve ümmetim arasında benden sonra vasimdir."


    Kaynak:
    1) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.272, Hadis No: 211
    2) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.147, Hadis No: 171

    60. Selman-ı Farisi, Ebu Büreyde ve babasından naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Likülli nebiyyin vasiyyun ve vârisun, ve inne Aliyyen vasiyyi ve vârisi.)
    Meali: "Her Peygamberin bir vasisi ve varisi olur, benim vasim ve varisim de Ali'dir."


    Kaynak:
    1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.5 Hadis no: 1021
    2) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.71 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.178
    3) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.2, s.273
    4) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.2, s.69
    5) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'ut-Talip" s. 131
    6) İbn'ül-Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Huffaz" s.49
    7) es-Seyyid MUHAMMED Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.105
    8 ) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.156 ve "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.32
    9) el-Heysemi'nin "Mecma'üz-Zevaid" c.9, s.113
    10) el-El-Askalani' nin "Tehzib'ut-Tehzip" c.3, s.106
    11) el-Haskani'nin "Şevahid et-Tenzil" c.1, s.77
    12) MUHAMMED Mahmud el-Rafii'nin "Şerh'ül-Haşimiyat" s.29
    13) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.42
    14) Menakıb-ı Meğazeli s.200-201 Hadis no: 238
    15) el-Kunduzi "Yenabi'ül-Mevedde" s.79, 180 ,207, 232, 248
    16) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.1, s.175
    17) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.3, s.336, Hadis No: 5009
    18) el-Hilli'nin "Nehc'ül-Hak ve Keşf'üs-Sıdk" s.214
    19) Müntehab Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.199
    20) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.2, s.32
    21) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.435
    22) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.101, 109 Beyrut Bas.
    23) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.325
    24) Hafız Ebul Kasım el-Beğavi'nin "Mucem'us-Sahabe"
    25) el-İyni'nin "İmdat'ul-Kari"

    61. İmam Cafer es-Sadık (as)'tan naklen: "Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)'ın risaletinden önce onunla beraber nübüvvet nurunu görüyordu ve meleğin sesini işitiyordu. Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, lev lâ enni hâtim'ül-enbiyâi lekünte şeriken finnübüvveti, fein lem tekün nebiyyen feinneke vasiyyü nebiy ve vârisühü, bel ente seyyid'ül-evsiyâ ve imâm'ül-etkiyâ)
    Meali: "Ey Ali, ben peygamberlerin sonuncusu olmasaydım, sen peygamberliğime ortak olurdun. Sen peygamber değilsin, ama peygamberin vasisi ve varisisin. Sen vasilerin efendisi ve takva sahiplerinin imamısın."


    Kaynak:
    1) İbni Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.13, s.210 Mısır Bas. MUHAMMED Ebul Fadl Tahkiki.
    2) el-Hafız MUHAMMED bin Ebil Fevaris'in "el-Arbain" s.19 Selman'dan.
    3) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.80
    4) Şerafeddin el-Musevi'nin "el-Müracaat" s.506
    5) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.377; c.15, s.85, 128, 191; c.4, s.118; c.20, s.447
    6) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.342

    62. Selman-ı Farisi, Resulullah (s.a.a)'a: "Senin vasin kimdir?" diye sordu. Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: "Ey Selman, kardeşim Musa'nın vasisi kimdi?" Selman dedi ki: "Yuşa bin Nun idi." O zaman Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Feinne vasiyyi ve vârisi ve yakdi deyni ve yencizü mu'idi Aliyyin bin Ebi Tâlib)
    Meali: "Vasim, varisim, borcumu ödeyen ve vadettiklerimi yerine getiren Ali bin Ebi Talib'dir."


    Kaynak:
    1) Ahmet bin Hanbel'in "Fedail'us Sahabe" c.2, s.615, Hadis No: 1052
    2) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.71 ve "Riyad'un-Nadira" c.3, s.138
    3) Menkıb-ı Ahmet bin Hanbel c.1, Hadis no: 172
    4) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.32 ve "Kenz'ul-Ummal"c.6, s.156
    5) el-Askalani' nin "Tehzib'ut-Tehzip" c.3, s.106
    6) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'ut-Talip" s.293
    7) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.113
    8 ) el-Haskani'nin "Şevahid et-Tenzil" c.1, s.77
    9) İbn-i Teymiyye'nin "Minhac'üs Sünnet" c.3, s.6
    10) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.231
    11) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s. 323
    12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.2, s.29
    13) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.347-348

    63. Hz. Ali'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (İnnalâha te'âlâ ce'ala likülli nebiyyin vasiyyen, ce'ala Şis'e vasiyye Âdem, ve Yuşa vasiyye Musâ, ve Şem'un'e vasiyye İsâ ve Aliyyen vasiyyi, ve vasiyyi hayr'ül-evsiyâ, enad dâin ve hüvel mudiyun)
    Meali: "ALLAHu Teala her peygambere bir Vasi kıldı: Şit'i Adem'in vasisi kıldı, Yuşa'yı Musa'nın vasisi kıldı, Şem'un'u İsa'nın vasisi kıldı, benim vasim de Ali'dir. Benim vasim, vasilerin en hayırlısıdır, ben davet edici, Ali de aydınlatıcıdır."


    Kaynak:
    1) es-Seyyid MUHAMMED Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb üd-Dürri" s.118
    2) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.248
    3) es-Seyyid Ali eş-Şafii el-Hamadani "Meveddet'ül-Kurba"
    4) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.351
    5) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.101, Beyrut Bas.

    64. İmam Cafer'üs-Sadık babalarından, Ali bin Ebi Talib'ten naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, ente minni bi menzileti Şis min Âdem, ve bi menzileti Sâm min Nuh, ve bi menzileti İshâk min İbrâhim, kemâ qâle Teâlâ: Vassâ İbrâhimü beniyhi ve Ya'kub (el-âyet), ve bi-menzileti Hârun min Musâ, ve bi-menzileti Şem'un min İsâ, ve ente vasiyyi ve vârisi, ve ente akdemühüm silmen, ve ekserühüm ilmen, ve evferehüm hilmen, ve eşca'ühüm kalben ve eshâhüm keffen, ve ente imâmu ümmeti ve kasim'ül-cenneti ven nâr, bi muhabbetike yü'ref'ül-ebrâr minel füccâr, ve yemeyyiz beyn'el müminin vel münâfıkin vel küffâr)
    Meali: "Ey Ali, sen benden Şis'in Adem'e olan mertebesinde, Sam'ın Nuh'a olan mertebesinde, İshak'ın İbrahim'e olan mertebesinde ki ALLAH'ın buyurduğu gibi: 'İbrahim de bunu oğullarına vasiyyet etti ve Yakup da' (Bakara-132), Harun'un Musa'ya olan mertebesinde ve Şem'un'un İsa'ya olan mertebesindesin, sen de benim vasim ve varisimsin. Sen onlardan daha kıdemli, daha bilgili ve daha halimsin, kalbin onların kalplerinden daha şecaatlidir, sen onlardan daha cömertsin. Sen ümmetimin imamı ve Cennet ve Cehennemin taksimcisisin. Senin sevginle müminler, kafirler ve münafıklar ayırt edilir."


    Kaynak:
    l) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.86

    65. Resulullah (s.a.a)'a vasiyet emri gelince odasında bulunan ashabını dışarı çıkarıp vasisi olan Müminlerin Emiri Hz. Ali'yi yanında bıraktı. ALLAH'ın ahdettiği gibi vasiyyeti şartlarıyla Hz. Ali'ye sundu, o da şartları kabul edip vasiyeti üzerine aldı, Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdu:
    "Şartlardan bazıları şunlardır: ALLAH'ın düşmanlarına düşman, ALLAH'ın dostlarına da dost olmak, aynı zamanda ALLAH'ın düşmanlarından uzaklaşmak. Ey Ali, zalimlere karşı ve hakkının (hilafetin) elinden alınmasına da sabredeceksin. Senin haremine baskın edilecek, beşte bir olan hakkına el koyulacak ve alnından sakalına kanın akıtılacak, bütün bunları bilerek vasiyeti üstlenir misin?"
    Müminlerin Emiri cevaben şöyle dedi: "Evet, bütün bu olacaklara rağmen kabul ediyorum." Resulullah (s.a.a) vefat edeceği vakit de Hz. Ali'yi yanına aldı, örtüsü ile yüzünü örtüp geçmişte ve gelecekte tüm olanları ve olacakları hep anlattı ve böylece vefat etti.


    Kaynak:
    1) Ali bin Hüseyin el-Mes'udi'nin "İsbat'ül-Vasıyye li Ali bin Ebi Talib" s.93
    2) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.502
    - İbn-i Ebi'l- Hadid Nehc'ül- Belağa Şerhi (Mısır baskısı) c. 1 s. 26 'da şöyle diyor:
    "Bizim nezdimizde şüphesiz ki Ali Resulullah (s.a.a) 'in vasisidir. Sadece inat ehli kimseler bunu red etmekteler."

    Hz. Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)'in Veziridir

    66. İmam Ali, Abdullah bin Abbas, Ümmü Seleme, İbn-i Mesud, Zeyd bin Erkam, Enes bin Malik, Ebi Said el-Hudri, Esma bin Amis, Muaviye, Sad bin Ebi Vakkas, Ebu Eyyub, Ebu Büreyde, Ömer bin Hattab, Abdullah bin Ömer, Cabir, Habeşi bin Cünadeh, Cabir bin Semra, Ebu Hüreyre, Bera, Zeyd bin Ebi Ufi, İbn-i Ebi Leyla, Sad bin Malik, Fatima bint Hamza, Ali bin Zeyt, Said bin Müseyyeb, Amir bin Said ve başkalarından naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, ente minni bi menzileti Hârun'e min Musâ, elâ innehu lâ nebiyye ba'di)
    Meali: "Ey Ali, sen bana oranla Harun'un Musa'ya olan konumundasın, şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur."


    Kaynak:
    1) Sahih-i Buhari c.5, s.129 Dar'ül-Fikir bas.
    2) Sahih-i Müslim c.7, s.120 MUHAMMED Ali Sabih bas.
    3) Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808
    4) Sünen-i İbn-i Mace c.1, s.42, Hadis No: 115
    5) en-Nisai'nin "Hasais Emir'ül-Müminin" s.76, 77, 78
    6) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.3, s.50, Hadis No: 1490
    7) el-Hakim'in "Müstedrek alas Sahihayn" c.3, s.109
    8 ) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, Hadis No: 30
    9) İbn-i Esir el-Cezri'nin "Cami'ul-Usul" c.9, s.468, 469
    10) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.3, s.288
    11) ez-Zerendi'nin "Nazmu Dürer'us-Simtayn" s.95, 107
    12) Tarih'üt-Tabari c.3, s.104
    13) el-Belazuri'nin "Ensab'ül-Eşraf" c.2, s.106, Hadis No: 43
    14) İbn-i Hacer'in "el-İsabe" c.2, s.507, 509
    15) Suyuti'nin "Tarih'ül-Hulefa" s.168
    16) Ebu Naim'in "Hilyet'ül-Evliya" c.7, s.194
    17) Tabari'nin "Zehair'ül-Ukba" s.63, 64, 69 ,87 ve "Riyad'un Nadara" c.2, s.214, 215, 216
    18) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.2, s.8; c.4, s.26
    19) Tabarani'nin "Mucem es-Sağir" c.2, s.22, 45
    20) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.109
    21) İbn-i Abdu Rabbuh'un "İkd'ül-Ferid" c.4, s.311
    22) el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.15, s.139, Hadis No: 403 ve "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.31, 53
    23) el-Beğavi'nin "Misbah'üs Sünnet" c.2, s.275
    24) en-Nebehani'nin "Feth'ül-Kebir" c.1, s.277
    25) İbn-i Sabbağ'ın "Fusul'ül-Mühimme" s.21, 22
    26) el-Himvini'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.121, 122
    27) Menakıb-ı Meğazeli s.27, Hadis No: 40
    28) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.60, 74, 83, 84, 86, 130
    29) el-Kunduzi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.35, 44, 49, 50
    30) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktelil Hüseyn" c.1, s.48
    31) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.150
    32) el-Yafii'nin "Mirat'ül-Cinan" c.1, s.109
    33) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh'u Nehc'ül-Belağa" c.2, s.495
    34) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.281, 282
    35) İbn-i Sabban'ın "İsaf'ür-Rağibin" s.148, 149

    67. Esma bin Amis ve Nesim'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Allâhummâ inni equlü kemâ qâle axi Musâ, Allâhumme ic'al li veziren min ehli, Aliyyen exi, uşdud bihi ezri ve eşrikhu fi emri, key nüsebbiheke kesiren ve nezküreke kesiren, inneke kunte bina basiren.)
    Meali: "ALLAH'ım, ben de kardeşim Musa'nın söylediği gibi söylüyorum: 'ALLAH'ım, bana ehlimden bir vezir kıl, kardeşim Ali'yi, onunla arkamı kuvvetlendir, onu işime ortak kıl, seni bol bol tesbih edelim, seni çok analım, şüphesiz sen bizi görmektesin."


    Kaynak:
    1) Fahrettin Razi'nin "Tefsir-i Kebir" c.12, s.26
    2) el-Suyuti'nin "ed-Derr'ül-Mensur" c.5, s.566
    3) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.368
    4) İbn-i Sa'd'ın "Tabakat" c.1, s.124
    5) el-Müttaki el-Hin-di'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.155
    6) İbn-i Hacer'in "el-İsabe" c.1, s.217
    7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.87
    8 ) eş-Şeblenci'nin "Nur'ül-Absar" s.77
    9) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s. 63 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.163
    10) İbn-i Hanbel'in "Fedail us-Sahabe" c.2, s.678, Hadis No: 1158
    11) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.131
    12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.1, s.336

    Hz. Ali'nin İmanının Ağırlığı

    68. Ömer bin Hattab dedi ki: Resulullah (s.a.a)'ın şöyle buyurduğuna şahit oldum:
    (Lev enne es-semâvet'is-seb' vel ard'es-seb' lev vudi'at fi keffeti mizân, ve vudi'a imânü Aliy bin Ebi Tâlib fi keffeti mizân, le-receha imânü Aliyyin)
    Meali: "Eğer yedi gök tabakası ve yedi yeryüzü tabakası terazinin bir kefesine bırakılır, Ali'nin imanı da terazinin diğer kefesine bırakılırsa, şüphesiz Ali'nin imanı ağır basar."


    Kaynak:
    1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.365
    2) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.100 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.226
    3) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.78
    4) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.156
    5) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.129
    6) es-Safuri eş-Şafii'nin "Nezhet'ül-Mecalis" c.2, s.240 Mısır bas.1320
    7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.254
    8 ) el-Hemedani' nin "Meveddet'ül-Kurba" 7. Mevddet'te.
    9) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.613-618; c.16, s.406-410; c.21, s.580-585
    10) ed-Deylemi'nin "Firdevs'il-Ahbar"
    11) el-Cevheri'nin "Fedail Ali"
    12) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.331
    13) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.377

    69. Ömer bin Hattap ve oğlu Abdullah'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Lev enne imâne ehlis semâvâti vel ardi vudi'a fi keffetin ve vudi'a imânu Aliyyin fi keffeh, lerecaha imânu Aliyyin)
    Meali: "Eğer yer ve gök ehlinin imanı terazinin bir tarafına konsa, Ali'nin imanı da terazinin öbür tarafına konsa, şüphesiz Ali'nin imanı daha ağır basar."


    Kaynak:
    1) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.156
    2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.254
    3) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.354

    Hz. Ali Cennet Ve Cehennemin Taksimcisidir

    70. İmam Ali'yyür Rıda (a.s), babası ve dedelerinden naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, ente kasim'ül-Cenneti ve-n nâr, feyevmel Kıyâmeti tequlu linnâri hâze li ve hâze lek)
    Meali: "Ey Ali, sen cennet ve cehennemin taksimcisisin; kıyamet gününde cehenneme bu senin, bu da benim diyeceksin."


    Kaynak:
    1) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.124
    2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.285
    3) es-Semhudi'nin "Cevahir'ül-Ikdeyn"
    4) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.294
    5) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.297
    6) Hasan Ali el-Kassam'ın "Fedail'ül-İmam Ali ind'il Ferikayn" s. 331

    71. Hz. Ali şöyle buyurdu:
    (Enâ qasimun nâri yevm'el kıyâmeti equle linnâr hâze leki ve hâze li)
    Meali: "Ben Cehennemin taksimcisiyim; kıyamet gününde cehenneme bu senin, bu da benim diyeceğim."


    Kaynak:
    1) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.244
    2) İbn-i Kesir'in "el-Bidayetü ven-Nihaye" c.7, s.355 Mısır bas.
    3) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.71
    4) İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.2, s.260
    5) Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.162
    6) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.374

    72. Hasan el-Basri ve İbn-i Mesud'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (İzâ kâne yevm'ül-Kıyâmeti, yak'üdü Aliyyün alal Firdevsi ve huve cebelün kad alâ alal cenneti ve fevkahü arşü Rabbül âlemin, vemen sefhahü yetefeccer'ül-enhâr el-cenneti ve yeteferraku fil cinân, ve Ali câlis alâ kürsi min nur, yecri beyne yedeyhi et-tesnim, lâ yecüzü ahadün es-sırâte illâ ve me'ahü senedün bi-velâyeti Aliyyin ve velâyeti Ehlibeytihi, feyüdhilü muhibbihi el-cenneti ve mübğıdihi en-nâr)
    Meali: "Kıyamet Günü'nde Ali bin Ebi Talib, cennetin yüksekliklerinde olan Firdevs Dağı'nın üzerinde bulunacak, o dağın üstünde Alemlerin Rabbinin arşı ve altında cennetin içine akan nehirler vardır. Ali nurdan bir kürsüye oturup önünden tesnim (pınar) akacak, onun ve Ehl-i Beyt'inin velayetini kabul etmeyenler, sıratın üstünden geçemeyecek. Ali o gün, sevenlerini cennete, buğz edenlerini de Cehenneme sokacaktır."


    Kaynak:
    1) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.3, s.161
    2) Muhibuddin et-Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.173, 177, 244
    3) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.292 Hadis No: 230
    4) er-Rahmani el-Hemedani'nin "el-İmam Ali bin Ebi Talib" s.364, Hadis No: 4
    5) Hatip el-Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel-i Hüseyn" c.2, s.32
    6) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.86, 113
    7) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.31
    8 ) Emrutesri'nin "Ercah'ül-Metalib" s.550
    9) MUHAMMED Salih et-Tirmizi'nin "Menakib'ül-Murtadaviyye" s.105
    10) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.207 Hadis No: 12
    11) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.114-121 ve c.17, s.158-162
    12) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.294-295
    13) Ebu Bekir bin Şihabiddin eş-Şafii'nin "Reşfet'üs Sadi"
    14) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.460

    Hz. Ali'nin Müslümanlar Üzerindeki Hakkı

    73. Ebu Eyyub el-Ansari, Ammar bin Yasir ve Hz. Ali'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Hakku Aliyyin alal müslimin ke-hakk'ıl-vâlidi alal veled)
    Meali: "Ali'nin Müslümanlar üzerindeki hakkı, bir babanın oğlu üzerindeki hakkı gibidir."


    Kaynak:
    1) el-Zehebi' nin "Mizan'ül-İtidal" c.2, s.313
    2) el-Münavi'nin "Kunuz'ul-Hakaik" c.1, s.119
    3) İbni Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.271
    4) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.234
    5) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.219
    6) Menakıb-ı Meğazeli s.48
    7) Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.272
    8 ) İbn-i Hacer'in "Lisan'ül-Mizan" c.4, s.399
    9) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.2, s.313

    Hz. Ali'nin Resulullah'ın Katındaki Yeri

    74. İbn-i Abbas, Ebu Bekir, Bera, ve İbn-i Cüfa'dan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Aliyyun minni bi menzileti ruusi min bedeni)


    Meali: "Ali bana oranla, başımın bedenime olan menzilesi gibidir."

    Kaynak:
    1) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.2, s.140, Hadis No: 5596 Mustafa MUHAMMED Bas.
    2) Hatip el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.7, s.12
    3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.603 ve "Müntahab'ül-Kenz" c.5, s.30
    4) el-Münavi'nin "Kunuz'ul-Hakaik" c.2, s.17
    5) İbni Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.375, Hadis No: 870
    6) Menakıb-ı Meğazeli s.92, Hadis No: 135,136
    7) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.180, 185, 254, 284 İstanbul Bas.
    8 ) el-Münavi'nin "Fayd'ül-Kadir" c.4, s.357
    9) İbni Hacer el-Heytemi'nin "Sevaik'ul-Muhrika" s.123
    10) Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.214
    11) eş-Şeblenci'nin "Nur'ül-Absar" s.73, Saidiye Mısır Bas.
    12) es-Sabban'nın "İsaf'ür-Rağibin" s.158 (Nur'ül-Absar hamişinde basılan)
    13) ed-Deylemi'nin "Firdevs'il Ahbar" c.3, s.89, Hadis No: 3993
    14) el-Menakib el-Mürtadaviyye s.88
    15) el-Bedhaşi'nin "Miftah'ün Necat" s.28, 43
    16) el-Hamzavi'nin "Meşarik'ül-Envar" s.91
    17) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.87, 91 Haydariye Bas.
    18) Sebl'ül-Hüda ver-Rişad c.11, s.297
    19) İbn-i Dimaşki'nin "Cevahir'ül-Metalib" c.1, s.58
    20) İntiha'il Efham s.213
    21) Şerh'ul-Üzeyri c.2, s.417
    22) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.236; c.16, s.97; c.21, s.570
    23) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.122

    75. İbn-i Mesud'tan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Ali bin Ebi Talib minni ke-ruhi fi cesedi)
    Meali: "Ali bin Ebi Talib bana oranla, cesedimdeki ruhum gibidir."


    Kaynak:
    1) el-Bedahşi'nin "Miftah'ünNecat" s.43
    2) Tarih-i İbn-i Neccar

    76. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Aliyyun minni bi menzileti min rabbi)
    Meali: "Ali bana oranla, benim Rabbime oranla olan menzilem gibidir. "


    Kaynak:
    3) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s. 211
    4) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s. 106
    5) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.64 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.215
    6) Siret-i Halebiyye c.3, s.391
    7) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.217
    8 ) Şerafeddin el-Musevi'nin "el-Müracaat" s.275
    9) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.300
    10) es-Semman'ın "el-Mevafikat"

    Hz. Ali'nin Düşmanı ALLAH'ın Düşmanıdır

    77. Ayşe'nin kölesi Rafi'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: (Âdellâhu men âde Aliyyen)
    Meali: "Ali'ye düşmanlık edene ALLAH düşmanlık etsin."


    Kaynak:
    1) İbn'ül-Esir'in "Üsd'ül-Gabe" c.2, s.154 Hadis No:1589 Mısır bas.
    2) el-Askalani'nin "el-İsabe fi Temyiz'is-Sahabe" c.2, s.373, Hadis No: 2560
    3) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.152 ve "Müntahab'ul-Kenz" c.5, s.32
    4) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" c.2, s.10
    5) el-Suyuti'nin "Cami'us-Sağir" c.2, s.110
    6) en-Nebehani'nin "el-Feth'ül-Kebir" c.2, s.221, Mısır bas.
    7) Ramuz'ul-Ahadis s.314
    8 ) Emrutesri'nin "Erceh'ül-Metalib" s.11 Lahur bas.
    9) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.180

    Hz. Ali'nin Çeşitli Özellikleri

    78. Said bin Cübeyr'den, o da İbn-i Abbas'tan naklen, Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, ente sâhibu havzi, ve sâhibu livâi, ve habiybu kalbi, ve vasiyyi ve vârisü ilmi, ve ente müstevde'ü mevârisil enbiyâi min kabli, ve ente eminullâhi fi ardihi, ve hüccetullâhi alâ beriyyetihi, ve ente rüknül imân, ve amûd ül islâm, ve ente misbâh'üd dücâ, ve menâr ül hüdâ, vel alemül merfuu li ehlid dünyâ, yâ Ali men ettebeake necâ, vemen tehallefe anke helek, ve ente ett-tarik'ul-vâdih, vessırât'ul-müstakim, ve ente kâidül ğürrül muhaccilin, ve ya'sûb'ül-müminin, ve ente mevlâ men enâ mevlâh, ve enâ mevlâ küllü müminin ve müminetin, lâ yühibbüke illâ tâhir'ül-vilâdeh, velâ yübğiduke illâ habis'ül-vilâdeh, vemâ a'receni rabbi iles-semâi ve kellemeni rabbi illâ kâle: Yâ MUHAMMED, ikra Aliyyen minni esselâm ve arrifühü ennehü imâmü evliyâi ve nuru ehli tâati, ve heniyen leke hâzihil kerâmeh.)

    Meali: "Ey Ali, sen havuzumun ve sancağımın sahibi ve kalbimin sevgilisisin. Sen benim vasim, ilmimin varisi ve benden önceki peygamberlerin mirasının emanetçisisin. Sen ALLAH'ın yeryüzündeki güvendiği ve insanlar üzerinde O'nun hüccetisin. Sen imanın rüknü ve İslam'ın direğisin. Sen, zifri karanlığın meşalesi, hidayetin nuru ve dünya ehli için yükseltilmiş nişanesin. Ey Ali, her kim sana uyarsa kurtulur, her kim senden yüz çevirirse helak olur. Sen aşikar, belli olan yol ve dosdoğru olan sıratsın. Sen ak yüzlülerin önderi ve müminlerin önderisin. Ben kimin mevlası isem sen de onun mevlasısın. Ben ise her erkek ve kadın müminlerin mevlasıyım. Seni ancak temiz doğumlu bir kişi sever ve sana ancak kötü doğumlu olan kişi düşman olur. Rabbim beni miraca götürdüğüne şöyle buyurdu: Ey MUHAMMED, Ali'ye benden taraf selam söyle ve ona bildir ki o, evliyamın imamı ve bana itaat edenlerin nurudur ve bu keramet sana kutlu olsun."


    Kaynak:
    1) Hüsâmettin el-Mirdi el-Hanefi nin "Âli MUHAMMED" s.45
    2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.133
    3) et-Tüsteri'nin "İhkâk'ul-Hak" c.20 s.407
    4) Menakıb-ı Ahmet bin Hanbel

    Hz. Ali'nin Onüç Faziletini Anlatan Hadis

    79. Cabir bin Abdullah el-Ansari dedi ki:
    "Lekad semitü Resulallâh sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem yekulü fi Aliyyin hisâlün lev kanet vâhidetün minhu fi recülin yektefi bihâ fadlen ve şerefen.
    Qavluhu Sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem:
    "Men küntü mevlâh fealiyyün mevlâh"
    Ve qavluhu: "Aliyyun minni ke-Hârun'e min Musâ"
    Ve qavluhu: "Aliyyun minni ve enâ minhu"
    Ve qavluhu: "Aliyyun minni ke-nefsi, tâ'atühü tâati, ve ma'sıyatühü ma'siyeti"Ve qavluhu: "Harbü Aliyyin harbüllâh, ve silmü Aliyyin silmullâh"
    Ve qavluhu: "Veliyyu Aliyyin veliyyullâh, ve adüvvü Aliyyin adüvvullâh"
    Ve qavluhu: "Aliyyin hüccetüllâhi alâ ibâdihi"
    Ve qavluhu: "Hübbu Aliyyin imânun, ve buğduhu küfürun"
    Ve qavluhu: "Hizbu Aliyyin hizbullâh, ve hizbu a'dâihi hizbüşşeytân"
    Ve qavluhu: "Aliyyun meal hak velhaku me Aliyyin, lâ yefterikân"
    Ve qavluhu: "Aliyyin kasimul cenneti ven nâr"
    Ve qavluhu: "Men fâreka Aliyyen fekad fârekani, vemen fârekani fârekallâh"
    Ve qavluhu: "Şiatü Aliyyün hümül faizune yevmel kıyâme"

    Meali: Resulullah (s.a.a)'ın Hz. Ali hakkında buyurmuş olduğu bir takım hasletler duydum ki, onlardan biri bir şahısta olsaydı ona fazilet ve şeref olarak yeterliydi. (O hasletler) Resulullah (s.a.a)'ın bu buyruklarıdır:
    "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."
    "Ali bana oranla Harun'un Musa'ya olan konumundadır."
    "Ali benden, ben de ondanım."
    "Ali bana oranla, nefsim gibidir. Ona itaat bana itaattir, ona asi olmak bana asi olmaktır."
    "Ali'nin savaşı ALLAH'ın savaşıdır; Ali'nin barışı ALLAH'ın barışıdır."
    "Ali'nin dostu ALLAH'ın dostudur; Ali'nin düşmanı ALLAH'ın düşmanıdır."
    "Ali, ALLAH'ın yaratıklarına olan hüccetidir."
    "Ali'yi sevmek iman, ona buğz etmek ise küfürdür."
    "Ali'nin hizbi ALLAH'ın hizbidir; Ali'nin düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."
    "Ali hakladır, hak da Ali'yledir; İkisi birbirinden ayrılmazlar."
    "Ali Cennet ve Cehennemin bölüştürücüsüdür."
    "Ali'den ayrılan benden ayrılmıştır, benden ayrılan da ALLAH'tan ayrılmıştır."
    "Ali'nin şiası (yandaşları) Kıyamet Günü kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."


    Kaynak:
    1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.55-56
    2) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.43; c.4, s.287
    3) el-Behrani'nin "Gayet'ül-Meram"
    4) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.135, Beyrut Bas.

    Mescide Açılan Kapıların Kapatılması

    80. Zeyd bin Erkam, İbn-i Abbas, Cabir bin Abdullah ve Cabir bin Semra'dan naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Seddu ebvâb'el-mescidi külleha illâ bâbe Aliyyin)
    Meali: "Ali'nin kapısı müstesna, mescide açılan tüm kapıları kapatınız."


    Kaynak:
    5) Sahih-i Tirmizi c.2, s.301
    6) el-Hakim'in "Müstedrek'us-Sahihayn" c.3, s.125
    7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.88
    8 ) Ebu Naim el-İsbahani'nin "Hilyet'ül-Evliya" c.4, s.153
    9) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.12, s.205

    81. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Feinni umirtu bi-seddi hâzihil ebvâb illâ bâbe Aliyyin, fekâle fihi kâilukum, vallâhi mâ sededtü şey'en velâ fetehtehu, velâkinni umirtu li şey'in fettebe'tuh)
    Meali: "Ali'nin kapısından başka mescide açılan tüm kapıları kapatmaya emrolundum. Aranızda konuşanlar oldu, ALLAH'a yemin olsun ki ben kendimden ne birini açtım, ne de birini kapattım, ben ancak emrolunduğum şeyi yerine getirdim."


    Kaynak:
    1) Hasais en-Nisai s.13
    2) el-Hakim'in "Müstedrek'us-Sahihayn"c.3, s.125
    3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1,s.175
    4) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.598
    5) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.122
    6) el-Künci' nin "Kifayet'üt-Talib" s.203
    7) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.87
    8 ) el-Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.76
    9) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz " c.5, s.29
    10) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.5, s.540-586
    11) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.319

    ALLAH-u Teâla, Resulullah'a Hz. Ali'nin lLisanı İle Muhatab Oldu

    82. İbn-i Ömer dedi ki: "Resulullah (s.a.a)' a sordular ki: Mirac gecesinde ALLAH seninle kimin lisanı ile konuştu?" Resulullah buyurdu ki:
    "ALLAH (c.c), Ali bin Ebi Talib'in lisanı ile benimle konuştu ve bana ilham edip O'na sordum ki: Ey Rabbim, sen mi benimle konuşuyorsun yoksa yoksa Ali mi? ALLAH (c.c) buyurdu ki: Ey Ahmed, ben eşyalar gibi değilim, insanlar ile kıyas edilemem ve eşyalar ile vasıflanamam. Seni nurumdan yarattım ve senin nurundan Ali'yi yarattım. Kalbinin içine baktım, kalbinde Ali bin Ebi Talib'den daha sevgili olanı görmedim ve böylece kalbin mütmain olsun diye onun lisanı ile seninle konuştum."


    Kaynak:
    1) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.37
    2) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel'ul-Hüseyn" c.1, s.42
    3) Süleyman el-Kunduzi' nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.83
    4) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.451 Beyrut Bas.
    5) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.463

    Hz. Ali, Resulullah'ın Nefsi Gibidir

    83. Muttalib bin Abdullah bin Huntab'tan naklen, Resulullah (s.a.a) Sakif boyuna hitaben şöyle buyurdu:
    (Letoslemünne ev le-eb'esenne reculen misli nefsi felyedribenne a'nâkaküm bisseyf, veliyesbiyenne zerâriküm veliye'hüzenne emvâleküm)
    Meali: "Gerektiği gibi Müslüman olacak mısınız, yoksa üzerinize nefsim gibi birini göndereyim de boyunlarınızı vursun, soyunuzu esir etsin ve mallarınızı elinizden alsın."
    Ömer bin Hattab dedi ki: "Bu gün gibi hiçbir zaman amirliğe heves göstermemiştim, göğsümü gerip Resulullah (s.a.a)'ın bana işaret edip: O adam budur, demesini diledim, fakat Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'nin bulunduğu yere gelip, Hz. Ali'yi elinden tutarak şöyle buyurdu:
    (Hu hâze, hu hâze) "O adam budur, o adam budur"


    Kaynak:
    1) Siret-i Halebi c.2, s.734
    2) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 4
    3) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.81
    4) Tabari'nin "Zehair'ul-Ukba" s.64 ve "Riyad'un-Nadira" c.2, s.107
    5) Abdürrezzak'ın "el-Müsannaf " c.11, s.226, Hadis No: 20389

    Resullah (s.a.a)'in Yerine Hz. Ali'den Başka Kimse Eda Edemez

    84. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Aliyyun minni ve enâ min Aliy, ve lâ yüeddi anni illâ enâ ev Aliy)
    Meali: "Ali bendendir, ben de Ali'denim, kendi yerime ben veya Ali'den başka kimse eda edemez."


    Kaynak:
    1) Sahih-i Tirmizi c.2, s.299
    2) Sünen-i İbn-i Mace c.1, s.44
    3) Hasais en-Nisai s.19
    4) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.4, s.164-165
    5) Muhibuddin el-Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.174
    6) İbni Asakir' in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.378
    7) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ul-Muhrika" s.120
    8 ) el-Suyuti'nin "Cami'üs Sağir" c.2, s.56
    9) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenz" c.5, s.30
    10) Menakıb-ı Meğazeli s.222
    11) İbn-i Kesir'in "el-Bidaye ven-Nihaye" c.7, s.356
    12) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.54
    13) İbn-i Esir el-Cezri'nin "Cami'ul-Usul" c.9, s.471

    85. Beraat süresinin ilk ayetleri indiğinde Resulullah (s.a.a) onları, Mekke ehline okuması için Ebu Bekir'i gönderdi. Sonra Hz. Ali'yi arkasında göndererek onu Ebu Bekir'den almasını emretti. Hz. Ali, Ebu Bekir'e yetişip ayetleri ondan aldı ve Mekke ehline kendisi okudu. Bu durumdan üzülen Ebu Bekir, Medine'ye dönüp Resulullah (s.a.a)'a, benim hakkımda bir şey mi indi? diye sordu. Resulullah (s.a.a) da cevabında buyurdular:
    (Lâ, velâkin Cebrâil câeni ve qâl: Lâ yüeddi anke illâ ente ev recül minke)
    Meali: "Hayır, Cebrail bana gelerek şöyle dedi: Bu ayetleri ancak sen veya senden olan birinin tebliğ etmesi gerekir."


    Kaynak:
    1) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.151
    2) Hasais en-Nisai s.91
    3) Tefsir-i İbn-i Kesir c.2, s.333
    4) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.545
    5) Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.147
    6) Tarih-i İbn-i Kesir c.5, s.38 / Feth'ül-Bari c.8, s.256

    Hayber Kalesi'nin Fatihi Hz. Ali'dir

    86. Büreyde'den naklen: Resulullah (s.a.a) Hayber ehlinin kalelerine indiğinde bayrağı Ebu Bekir'e verdi, Ebu Bekir onu fethetmeden geri döndü. Sonra Ömer aldı, Ömer de askerleriyle beraber Hayber'e hücum etti fakat sonunda askerleriyle beraber geri kaçtı. Askerler Resulullah (s.a.a)'ın huzurunda Ömer'i ayıpladılar. Ömer de onları ayıpladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (İnni dâfiu er-râyete ilâ reculin yuhibbellahe ve resulehu ve yehibbuhullahu ve resulühü, kerrârun ğayri ferrâr, lâ yerciu hattâ yeftehullaha lehu)
    Meali: "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, ALLAH ve resulünü sever, ALLAH ve resulü de onu severler. ALLAH kaleyi onun eliyle fethedecektir."
    Yarın sancağı Hz.Ali'ye verdi ve ve Hz. Ali de Hayber kalesini fethetti.


    Kaynak:
    1) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 27
    2) Siret-i İbn-i Hişam c.3, s.334
    3) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.5,s.33
    4) İbn-i Sa'd'ın "et-Tabakat" c.3, s.158
    5) Tarih'üt-Tabari c.2, s.93
    6) Tirmizi Hadis no: 3970
    7) Altı Parmak, "Peygamberler Tarihi" s.644

    Hz. Ali'nin Hendek Savaşı'ndaki Kahramanlığı

    87. Hz. Ali, Amr bin Abduved'le savaşmak için savaş alanına çıktığında ve bütün Müslümanlar ona karşı aciz kaldıklarında Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
    (Berez'el-imânü kulluh ile'ş-şirki kullih)
    Meali: "İman'ın tümü, şirkin tümüne karşı çıktı."
    (Burada imandan maksat Hz. Ali, şirkten maksat da Amr bin Abduved'dir)


    Kaynak:
    1) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.4, s.344
    2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.94
    3) ed-Demiri'nin "Hayat'ul-Hayvan" c.1, s.39
    4) "Nehc'ül-Hak ve Keşf es-Sıdk" s.217
    5) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.6, s.9
    6) "el-Arbain Fi Usul'id-Din" s.475
    7) "es-Siret el-Halebi" c.2, s.340

    88. Hz. Ali, Hendek gününde Amr bin Abduved (Onbin kişi kuvvetinde sayılan) ile savaşıp onu öldürdüğünde Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
    (Darbetu Aliyyin fi yevm'il Hendek afdalu min a'mâli ümmeti ilâ yevm'ül-Kıyâme)
    Meali: "Ali bin Ebi Talib'in Hendek gününde, Amr bin Abduved'e bir kılıç vuruşu, bütün ümmetimin Kıyamet Günü'ne yapacakları amellerinden daha üstündür."


    Kaynak:
    1) el-Hakim Nişaburi'nin "Müstedrek'us-Sahihayn" c.3, s.34 Hadis No: 4327
    2) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.13, s.18-19 Rakam: 6978
    3) Fahrettin Razi'nin "Tefsir-i Kebir" c.32, s.31
    4) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.11, s.623 Hadis No: 33035
    5) Harezmi el-Hanefi'nin "Maktel-i Hüseyn" c.1, s.45
    6) İbni Ebil Hadit' in "Şerhu Nehc'ül-Belağa" c.4, s.342
    7) "Şerh'ül-Mekasid" c.2, s.301
    8 ) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 26. Menâkıb
    9) el-Kunduzi "Yenabi'ül-Mevedde" s.137
    10) "Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi" s.229
    11) Es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.2, s.320-321

    Hz. Ali Ve Yandaşları Kurtuluşa Erenlerdir

    89. Ümmü Seleme ve Ebu Said el-Hudri'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
    (Ali ve Şiatehü, hümül fâizün yevm'el Kıyâme)
    Meali: "Ali ve şiası (yandaşları) Kıyamet Günü kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."


    Kaynak:
    1) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.328 Hadis No: 848
    2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.180, 237
    3) el-Münavi'nin "Künüz'ul-Hakaik" s.92
    4) ed-Deylemi'nin "Firdevs bi-Mesur el-Hitab" c.3, s.61 Hadis No: 4371
    5) Abdullah eş-Şafii'nin "el-Menakıb" s.204
    6) el-Bedhaşi'nin "Miftah'ün-Neca" s.61
    7) Sıbt İbn-i Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" s.59
    8 ) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.7, s.299 Ümmü Seleme'den ve c.7, s.301 Ebi Said el-Hudri'den.
    9) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 25. Menâkıb, 26. Hadis
    10) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.393-394
    11) "Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi" s.137
    12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül-Hamse min'es-Sıhah'is-Sitte" c.2, s.94

    90. Hz. Ali şöyle buyurdu:
    (Tefteriku hâzihil ümme alâ selâsete ve seb'ine firka, isnetâ ve seb'in finnâr ve vâhideh fil cennet, ve hiye ellezine kâle Allâhu azze ve celle fi hakkahim: "Ve mimmen halaknâ ümmeten yehdüna bilhakki ve bihi ya'dilün." Vehüm enâ ve muhibbi ve etbâ'i)
    Meali: "Bu ümmet yetmiş üç fırkaya bölünecektir, yetmiş ikisi ateştedir ve biri de cennettedir -ki ALLAH onların haklarında şöyle buyurmuştur: 'Yaratıklarımızdan hakka hidayet eden ve adaleti yerine getiren bir ümmet vardır' (Araf 181/Ayet) - onlar ben, benim muhiplerim ve bana uyanlardır."


    Kaynak:
    1) el-Suyuti'nin "ed-Derr'ül-Mensur" tefsiri c.3, s.617
    2) el-El-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 109
    3) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.331, Hadis No: 351
    4) Ercah'ül-Metalib s.83
    5) Tevdih ed-Delail s.158
    6) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul-Hak" c.3, s.413; c.14, s.344; c.20, s.206 bol isnatlar için.
    7) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil"

    91. Yasir bin Hammad, İmam Ali el-Rida'dan, babaları ve dedelerinden naklen, Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:
    (Yâ Ali, ente hüccetullâh, ve ente bâbullâh, vet-tarik ilellâh, ente en-nebe'ül-azim, ve entes-sırât'ül-müstakim ve entel mesel'ül-a'lâ. Ente imâm'ül-müslimin ve Emir'ül-Mü'minin, ente hayr'ül-vasiyyin ve seyyidus-sıddıkin. Yâ Ali, ente Fâruk'ul-a'zam ves-Sıddık'ul-Ekber. Hizbeke hizbi ve hizbi hizbullâh, ve hizbu a'dâei hizb'üş-Şeytân)
    Meali: "Ey Ali, sen ALLAH'ın hüccetisin, sen ALLAH'ın kapısısın, sen ALLAH'a götüren yolsun, sen Nebe'ül-Azimsin (büyük habersin), Sırat-ı Müstakimsin (Doğru yolsun) ve Mesel'ul-A'lasın (en yüce örneksin). Sen Müslümanların imamı ve Müminlerin Emiri'sin. Sen vasilerin en hayırlısı ve Sıddık (doğrulayıcı)' ların efendisisin. Ey Ali, sen en yüce faruk ve en büyük sıddıksın. Senin hizbin benim hizbimdir, benim hizbim de ALLAH'ın hizbidir, senin düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."


    Kaynak:
    1) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 495-496
    2) Hüsamuddin el-Hanef'nin "Âl-i MUHAMMED" s.625

    Dünyada Ve Ahirette Bayrağın Sahibi Hz. Ali'dir

    92. Resulullah (s.a.a)'a, "Kıyamet gününde senin bayrağını kim taşıyacak?" diye sorduklarında şöyle buyurdular:
    "Bayrağımı dünyada taşıyan Ali bin Ebi Talib taşıyacaktır."


    Kaynak:
    [B][COLOR=#c00000][SIZE=2]1) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul-Ummal" c.13, s.136
    2) İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis No: 26

    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #32
      Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

      Allah razi olsun hocam.

      Yorum


        #33
        Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

        [quote author=segaleyn link=topic=2088.msg10704#msg10704 date=1236799321]
        Allah razi olsun hocam.
        [/quote]

        Amin cümlemizden. Allah Teala Ehlibeyt mektebi için çalışanların hepisinden razı olsun inş
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #34
          Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

          [b] [COLOR=#a0a0a0][FONT=Arial][B][SIZE=3] Cennete İlk Girecek Olan Şahıs Hz. Ali'dir

          93. Resulullah (s.a.a), ashabı ile oturduğu bir anda şöyle buyurdular:
          (Evvelü men yedhul'ul-cennete minen nebiyyine ves-sıddikine Aliy bin Ebi Tâlib)
          Meali: "Peygamberler ve sıddıklardan cennete ilk girecek olan Ali bin Ebi Talib'tir."
          O anda ashaptan Dücane adlı bir şahıs ayağa kalkarak dedi ki: "Ey Resulullah, sen bizlere Allah'tan haber verdin ki, sen cennete girmeden bir peygamberin geçmesi haram ve ümmetlerden ise senin ümmetin geçmeden başka ümmetin geçmesi haramdır."
          Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
          (Belâ, velâkin emâ alimtüm enne hâmile Livâ'ül-hamd imâmehüm ve inne Aliy bin Ebi Tâlib, hamilü Livâ'ül-hamd yevm'el-kıyâmeh beyne yedi, yedhül bihil cennete ve enâ alâ eserihi)
          Meali: "Evet, öyle haber verdim, lâkin bilmiyor musunuz ki, Hamd bayrağını taşıyacak olan önde olacaktır, o da Kıyamet gününde Hamd bayrağını taşıyacak olan Ali bin Ebi Talip'tir, kendisi önümde olacak, ben ve tüm gelenler onun arkasından cennete gireceğiz."
          Bunun üzerine Hz. Ali'nin yüzüne sevinç doğdu, sonra ayağa kalkarak şöyle buyurdu: (Elhamdülillâhillezi şerrefenâ fiyke yâ Resulellâh)
          Meali: "Allaha hamd olsun ki, bizi seninle şereflendirdi ey Resulullah."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) Hatiplerin hatibi el-Harezmi el-Hanefi'nin "Menakıb-ı Harezmi" s.227
          2) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.679, Hadis No: 9
          3) el-Hilli'nin "Keşf'ül-Yakin" s.386, 387
          4) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.494

          [SIZE=3]Hz. Ali'nin Hiç Kimsede Olmayan Özellikleri

          94. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdular:
          (Yâ Ali, utiyte selâsen lem yü'tehünne ahadün, velâ enâ. Ütiyte sıhren misli velem uti enâ misli, ve utiyte zevceten sıddıkaten misle ibneti, lem uti mislehâ zevceten, ve utiyte el-Hasan vel-Hüseyn min sulbike velem uti min sulbi mislehumâ, velâkinneküm minni ve enâ minkum)
          Meali: "Ey Ali, sana üç özellik verildi ki, o özellikler hiç kimseye, hatta bana bile verilmemiştir: Sen benim gibi bir kayınpedere sahipsin, ama benim böyle bir kayınpederim yoktur. Kızım Fatıma sana eş olarak verildi,oysa bana onun gibi bir eş verilmedi. Sana senin soyundan Hasan ve Hüseyin verildi, benim ise onlar gibi çocuklarım yoktur, ama siz bendensiniz, ben de sizlerdenim."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) Muhibuddin el-Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.202
          2) Ebu Said' in "Şeref'ün-Nübüvve"
          3) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.394

          [SIZE=3]Gadir-i Hum İmamı Hz. Ali'dir

          95. Resulullah (s.a.a), hacı kafilesi ile veda haccından dönerken, Gadir-i Hum denen yere vardığında halka hitaben şöyle buyurdular:
          (Men kuntu Mevlâh, fehâze Aliyyun Mevlâh. Allâhummâ vâli men vâlâh, ve âdi men âdâh, vensur men nasarah, vehzul men hazeleh)
          Meali: "Ben kimin Mevlasıysam, Ali de onun Mevlasıdır; Allah'ım, ona dost olanın dostu ve ona düşman olanın düşmanı ol,(9) ona yardım edene yardım et ve onu (yardımını esirgeyerek) yalnız bırakanı yalnız bırak."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) İbn-i Asakir eş-Şafii'nin "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.13, Hadis No: 508, 513, 514, 515, 523, 544' Beyrut 1. Bas.
          2) el-Heysemi'nin "Mecma'üz-Zevaid" c.9, s.105
          3) eş-Şehrestani'nin "el-Milel ven-Nihel" c.1, s.163
          4) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh-u Nehc'ül-Belağa" c.1, s.209, 289, 1.Bas.Mısır
          5) el-Belazuri'nin "Ensab'ul-Eşraf" c.2, s.112
          6) ez-Zerendi el-Hanefi'nin "Nazmu Dürer'us-Simtayn" s.112
          7) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.80, 94, 130
          8 ) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ul-Mevedde" s.249
          9) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul-Kenzl" c.5, s.32 ve "Kenz'ul-Ummal" c.6, s.403 1. Bas.
          10) el-Haskani'nin "Şevahid'üt-Tenzil" c.1, s.157, Hadis No: 211
          11) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt-Talib" s.63, Haydariye bas.
          12) İbn-i Sabban eş-Şafii'nin "İs'af'ür-Rağibin" s.151 (Nur'ul-Absar hamişinde bas.)

          [SIZE=3]Hz. Ali'nin Misali Kabe'dir

          96. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Ali'nin misali Ka'be gibidir, ona bakmak ibadet, onu haccetmek (kasdetmek) ise farzdır."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.2, s.407
          2) "Menakıb-ı Meğazeli" s.107
          3) "Ercah'ül-Metalib" s.480

          [SIZE=3]Hz. Ali'den Cevazı Olmayanların Sırat'tan Geçememesi

          97. Ebu Bekir'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
          (Lâ yecüzü ahadün alassırâti illâ men ketebe lehü Aliyyün el-cevâze)
          "Ali'den izni olmayan hiç kimse Sırat'tan geçemeyecektir."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.10, s.157
          2) Tabari'nin "Riyad'un-Nadira" c.2, s.177
          3) İbn-i Hacer'in "Sevaik'ül-Muhrika" s.124
          4) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s. 207, 285
          5) el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.2, s.28, 44

          [SIZE=3]Hz. Ali'nin Hakkını Tanımayanlar

          98. Ebu Rafi'den, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
          (Men lem ya'rif hakka Aliyyin fehuve ahadun min'es-selâse, imma ümmühü zâniyeh, ev hamelethü ümmühü alâ ğayr-i tahir ev münâfıkun)
          Meali: "Ali'nin hakkını tanımayan, üç kişiden biridir: Ya zina kadının oğlu, veya temiz olmadığı halde hamile kalan annenin oğlu veyahut o kişi münafık bir kimsedir"

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) Muhammed Salih et-Tirmizi'nin "Menakib'ül-Murtadaviyye" s.203
          2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.252
          3) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.353

          [SIZE=3]Hz. Ali'nin Müminlerin Emiri Olduğu Gün

          99. Hüzeyfe'den, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
          (Lev ya'lem'ün-nâsü metâ sümmiye Aliyyun Emirelmüminin lemâ enkere fedâyilehu, sümmiye bizâlike ve Âdem beyn'er-ruhu vel cesed ve hiyne kâle: Âlestü birabbiküm, qâlu: Belâ. Feqâle Allahu Teâlâ: Enâ rabbüküm, ve Muhammed nebiyyukum, ve Ali Emirukum)
          Meali: "İnsanlar, Ali bin Ebi Talib'in ne zamandan beri 'Emir'ül-Müminin' (müminlerin emiri) olarak adlandırıldığını bilselerdi, onun faziletlerini inkar etmezlerdi: Adem, ruh ve ceset arasındayken, Allah Teala o zaman buyurdular ki: "Ben Rabbiniz değil miyim?" "Evet, Rabbimizsin" dediler. Sonra buyurdular ki: "Ben Rabbinizim, Muhammed peygamberiniz, Ali de Emir'inizdir."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) Seyyid Eyyub bin Sıddık'ın "Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn" 6. Bab, 25. Menâkıb, 30. Hadis
          2) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.238
          3) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.348

          [SIZE=3]Denizler Tükenir Hz. Ali'nin Faziletleri Tükenmez

          100. İbn-i Abbas, Mücahit, Ömer bin Hattab ve Said bin Cübeyr'den naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
          (Lev kânet'ül-eşcâru aklâm, vel bahru midâd, vel cinnu hussâb, vel insu kuttâb, mâ ehsa fedâile Aliy bin Ebi Tâlib)
          Meali: "Eğer ağaçlar kalem, deniz mürekkep, cinler hesap eden, insanlar da katip olsalar, Ali bin Ebi Talib'in faziletlerini sayamazlar."

          Kaynak:
          [SIZE=2]1) İbn-i Osman el-Zehebi'nin "Mizan'ül-İtidal" c.3, s.467
          2) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'ut-Talip" s.252
          3) İbn-i Hacer el-Askalani'nin "Lisan'ül-Mizan" c.5, s.62, Haydar Abad bas.
          4) el-Zehebi'nin "Tezkiret'ül-Huffaz" s.8
          5) Sıbt İbn-i Cevzi'nin "Tezkiret'ül-Havas" s.23 Müessetü Ehl'il Beyt. Beyrut bas.
          6) el-Himvini eş-Şafii'nin "Feraid'us-Simtayn" c.1, s.16 Beyrut Bas. Mukaddemesinde.
          7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül-Mevedde" s.121
          8 ) "Menakıb-ı Harezmi" el-Hanefi s.2
          9) Emrutesri'nin "Ercah'ul-Metalib" s.11, 98 Lahur bas.
          10) el-Hemedani'nin "Meveddet'ül-Kurba" s.55
          11) Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertu Mezhebe Ehl'il Beyt" s.309
          12) el-Bahrani'nin "Gayet'ül-Meram" s.493
          13) el-Hilli'nin "Nehc'ül-Hak ve Keşf'üs Sıdk" s.231
          14) el-Hilli'nin "Keşf'ül-Yakin" s.22
          15) İbn-i Şazan'ın "Miet Menkıbe" s.110, Hadis No: 99
          16) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt-Talib" s.423 Beyrut Bas.
          17) Enis Emir'in "Fazilet-u Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.454
          18) Menakıb-ı Ahmet bin Hanbel
          19) el-Tabarani'nin "Mucem"
          20) Nasır bin Ebil Mekarim el-Harezmi'nin "Şerh'ül-Mekamat"
          21) Cemaliddin Ataullah el-Herevi "el-Arbaine Hadisen"
          22) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs"

          [SIZE=3]Ve sallallâhu alâ Seyyidinâ Muhammed'in ve alâ âlihi-t Tâhirin.


          [COLOR=#c00000]


          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #35
            Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

            HZ. ALİ (A.S)'IN TEVHİTLE İLGİLİ HUTBESİ


            "Şüphesiz ALLAH'a ibadetin başı O'nu tanımaktır. O'nu tanımanın esâsı ise O'nu tek ve eşsiz bilmektir. O'nu tek ve eşsiz bilmenin ölçüsü ise O'ndan nitelikleri (diğer varlıklarda bulunan noksan sıfatları) nefyetmektir. Çünkü akıllar bütün niteliklerin ve nitelik sahiplerinin yaratık olduğuna tanıklık eder. Tüm yaratıklar da, nitelik ve nitelik sahibi olmayan bir yaratanın varlığına tanıklık eder. Çünkü her nitelik ve nitelik sahibi bir bileşimi gösterir. Bileşim hudûsa (sonradan meydana gelişe), hudûs ise ezeli olmanın muhal olduğuna tanıklık eder.


            ALLAH'ın zatını tanıdığını iddiâ eden O'nu tanımamıştır. O'na sınır koyan, O'nu tek bilmemiştir. O'na bir eş tasarlayan O'na inanmamıştır. O'nu (diğer bir varlığa) benzeten kimse, O'nun hakikatine varmamıştır.
            Her kim O'nun vehme sığdığını sanarsa, O'na yönelmemiştir. O'nun (zâtının) künhüne varmak isteyen, birliğini tasdik etmemiştir. O'na işaret eden, O'na yönelmemiştir. O'na sınır tanıyan O'nu kastetmemiştir. O'nu bölümlere ayıran O'na teslim olmamıştır. O'nun zatıyla ayakta duran her şey başkasına bağımlıdır ve başkasına bağımlı olan her şey bir sebep vasıtasıyla oluşmuştur.

            Yaratıkları O'nun varlığının nişanesi ve akıllar O'nu tanımanın vesilesidir. Fikirle hüccet kesinleşir. Nişanelerini yaratıklarına hüccet kılmış ve onları yaratarak kendisi ve onlar arasında bir perde oluşturmuştur. Varlığıyla yaratıklarından ayrılır.
            Onları araçlarla donatması, kendisinin araçsız olduğuna tanıktır; çünkü araçlar; araç sahiplerinin muhtaç olduklarına delildir. Yaratıklara bir başlangıç belirlemesi O'nun başlangıcının olmadığına tanıklık eder, çünkü bir başlangıcı olan, başkasını yoktan var edemez.

            İsimleri, gerçeğe ulaşmak için bir vesiledir ve işleri, gerçeği anlamak için vasıtadır; Zatı hakikatin özüdür. Zatı, O'nunla yaratıklarını ayırmaktadır. Her kim ALLAH'ı nitelendirirse O'nu tanımamıştır ve O'na bir benzer tasarlayan O'ndan uzaklaşmıştır. O'nun hakikatine vardığını sanan hata etmiştir.

            Her kim, nerededir derse O'na bir mekan tasarlamıştır; her kim, nededir derse O'na bir mekan isnat etmiştir; her kim, nereye yönelmiştir derse O'na bir sınır tayin etmiştir; her kim, neden derse O'na bir sebep belirlemiştir; her kim, nasıldır derse O'nu bir şeye benzetmiştir; her kim, ne zaman derse O'na bir zaman tanımıştır; her kim, şuraya kadar derse O'na bir son belirlemiştir; ve kim O'na bir son belirlerse O'nu bölmüştür; kim O'nu bölerse O'nu nitelendirmiştir ve kim de O'nu nitelendirirse O'nu inkar etmiştir; O'nu parçalara ayıran değişmeleri zevallarından O'ndan yüz çevirmiştir.

            ALLAH, mahluklarının değişmesiyle değişmez; sınırlı varlıkların sınırıyla sınırlanmaz; birdir ama birliği sayıya dayanmaz; O hiç bir ihtiyacı olmayan ihtiyaçsızdır; bir şeye girmeden batın ve hiç bir şeyden ayrılmaksızın zahirdir; görmekle kavranılmayandır; aşikardır; cisim olmayandır latiftir; harekete ihtiyacı olmayandır faildir; fikre ihtiyaç duymadan yaratıkların ölçüsünü belirleyendir, hareket etmeksizin onları düzene koyandır; araç ve organa ihtiyacı olmadan duyan ve görendir; yaklaşmaya ihtiyaç duymadan yakın ve mesafe söz konusu olmaksızın uzaktır; vardır; yokluktan sonra değil; zamanlar O'na eşlik etmez ve yerler O'nu kapsamaz; O'nu uyku tutmaz; vasıflar O'nu sınırlamaz; vasıtalar O'na engel olmaz; varlığıyla zamandan ve yokluktan öne geçmiş ve ezeli oluşuyla başlangıcı olma sınırını aşmıştır.
            Duygu ve hisleri verenin O, olması hasebiyle zatının his ve duygulardan uzak olduğu, cevherleri yaratan olduğu için de cevherinin olmadığı, yaratıkları yoktan vareden olmasıyla O'nun yaratıcısının olmadığı, eşyalar arasındaki çelişkileri icat eden olmasıyla da zıddının olmadığı bilinir. Varlıkları birbirine eş olarak yaratan olduğu için de O'nun bir eşi olmadığı anlaşılır.

            Karanlığı nura ve sıcağı soğuğa karşıt kılmış; değişik unsurları birleştirmiş zıt olanları birbirine yaklaştırmış; onları ayırmak ve birleştirmekle ayıran ve birleştireni göstermiş. Bütün bunları kendi rabbliğine delil; gaybına şahit ve hikmetinin açıklayıcısı kılmıştır. Çünkü bu varlıkların oluşumu sonradan var olduklarını gösterir; varlıkları, yokluklarını bildirir; değişmeleri zevallerini bildirir, ve yok olmaları yaratıcılarının zevalinin olmadığını gösterir; ALLAH Teâla buyuruyor ki; "Ve her şeyden iki eş yarattık ki belki, siz (ALLAH'ı) hatırlayasınız"(Zariyat/49)

            Önce ve sonrayı ortaya çıkararak kendisinin öncesi ve sonrası olmadığını göstermiştir. Yaratıklarını çeşitli içgüdülerle yaratarak içgüdüsünün olmadığını, yaratıkları birbirlerinden farklı kılarak kendisinde değişikliğinin olmadığını göstermiştir. Onları belirli bir süre ve zamana bağlı kılmakla kendisinin zamanla bir bağlantısının olmadığını ve yaratıklarını birbirinden ayırmakla ve birbirine gizli kılmakla O'nunla yaratıkları arasında bir örtünün olmadığını göstermiştir. Kullar varolmadan Rabliğin hakikati ve yaratık olmadan ilahlığın hakikati O'nda var idi.

            Duyulacak bir ses olmadan duyma gücüne, bilinen bir şey olmadan bilginin gerçeğine ve kudretini göstermeden hakiki güce sahip idi. Yaratıklar olmadan yaratıcı ismine ve mahlukat olmadan öncede halik vasfına layık idi.
            Yaratıkları bir şeye dayanmadan yaratmıştır ve bir şeyden yararlanmadan aralarında uyum sağlamıştır. Bir zorluğa düşmeden onlara ölçü vermiştir. Fikirler O'nun zatını kavrayamaz ve düşünceler O'nun hakikatini kuşatamaz.


            "Ne zaman" diyerek O sınırlanamaz; "şimdi" kelimesi O'nu yaklaştırmaz; "beraber" diyerek bir şeyle beraber kılınamaz; "şayet" diyerek de gizlenemez. "O" kelimesi O'nu kuşatamaz. Bu kelimeler ancak kendilerini sınırlarlar.
            Bu kelimelerin O'nun yarattığı eşya arasında geçerliliği vardır; çünkü bu bağlaçlar ihtiyacı bildiriler; tezat, zıddının varlığına benzeyen, benzerinin olduğunu ve olaylar zamanla birlikte olduklarını gösterirler.

            İsimleriyle sıfatları birbirinden farkedilir, o isimlerle, birlikte olanlar birbirinden ayrılır; olaylar o isimlerle vuku bulur. Yaratıkların başlangıcının olması kadim olmadıklarını, süreye bağlı olmaları ezeli olmadıklarını ve "eğer böyle olmasaydı" sözü cebre boyun eğmediklerini gösterir. Dağılmaları dağıtıcı olanı bildirmiş ve kopmaları koparanı göstermiştir.

            Yaratıkları vasıtasıyla akıllara tecelli ederek gözlerden gizli kalmış ve fikirler yaratıklarına yönelmiş bunlarla ibretler ortaya konmuş ve sabit olmuş ve bunlardan deliller açıklık kazanmıştır. Akıllarla ALLAH tasdik edilir ve ikrarla iman kamil olur.
            Marifet (ALLAH'ı tanımak) olmadan din olmaz, tasdik olmadan marifet mümkün olmaz ve ihlaslı bir inanç olmaksızın tasdik gerçekleşmez. İhlas olmaksızın tevhid olmaz; ALLAH bir şeye benzetilirse ihlas gerçekleşmez; nitelikler O'na atfedilirse eksiklikler O'ndan tam olarak nefy olmaz ve halis tevhit gerçekleşmez. Bazı yönlerden benzetmeği geçerli bilmek bütün yönlerinde benzetmenin geçerli olmasını gerekli kılar; bazı benzerliklerden O'nu münezzeh bilip bazısını kabul etmek tam tevhitten insanı uzak düşürür.

            İkrar etmek inkarı nefyetmektir; her türlü inkar, ihlasa ulaşmayı önler.
            Yaratıklarda olan özellik yaratıcıda olmaz; yaratılmış için mümkün olan bir şey yaratıcısında mümkün olmaz; O'nun için hareket cari olmaz; bölünme ve birleşme O'nda vuku bulmaz. O'nun uyguladığı şey kendisi hakkında nasıl uygulanabilir?

            O'nun başlattığı şey nasıl kendisine dönebilir? O'nun oluşturduğu oluşum nasıl kendisi hakkında geçerli olabilir? Yoksa O'nun zatı değişir, bölünür ve ezelden oluşu mümkün olmaz ve ezeli oluşunun bir manası kalmaz.
            Bu takdirde yaratıcı mahluka dönüşür; arkası olursa önü de olur; tamamlanmaya ihtiyaç duyarsa eksik olması gerekir. Değişebilirse ezeli diye vasıflanamaz. Zamanın geçmesi O'nu etkilerse nasıl sürekli olabilir? Eşyadan etkilenen nasıl onları yoktan var edebilir? Böyle olursa yaratıkların nişanesini taşır. Yaratıklar O'na nişane olacağına kendisi de diğer bir yaratıcının nişanesi olur ve sıfatı yaratıkların sıfatlarına benzer. Bu ise, batıl olduğunu ispatlamak için delile ihtiyacı olmayan bir sözdür; bu husustaki soruya cevap vermek bile yersizdir."

            (Tuhaf'ul-Ukul kitabından naklen)
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #36
              Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

              HZ. ALİ (A.S)'IN "VESİLE" ADIYLA MEŞHUR OLAN HUTBESİ


              "Vehimlerin, O'nun varlığını idrakten öteye ulaşmasına ruhsat vermeyen ve akılları zatını hayal etmekten engellemiş olan ALLAH'a hamd olsun. Çünkü O'nun zatının benzeri ve şekli olması muhaldir. O'nun (mukaddes) zatında bir değişiklik olmaz; kemal (nitelik-ler)inde sayı bölünmesi gibi bölünme bulunmaz. Her şeyden ayrılmıştır, ama mekân (mesafe) ayrılığıyla değil; her şeyde vardır, karışım olarak değil. Her şeyi bilir ama göz, kulak gibi bir organ vasıtasıyla değil. O'nunla bildiği şey arasında, bir başkasının ilmi vasıta değildir. Eğer, var idi, denirse bu varlığının ezeli olduğu manasınadır. Ebedidir, denirse, yokluğu O'ndan nefyetmek anlamınadır. O'ndan gayri bir mabut seçip ibadet eden kimsenin sözünden çok çok yüce ve münezzehtir O.

              O'na mahlukatından beğendiği ve kabulünü kendisine farz kıldığı şekilde hamt ediyoruz. ALLAH'tan başka bir ilahın olmadığı, O'nun tek ve şeriksiz olduğuna şehadet ederim ve Muham-med'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Bu iki şehadet, sözü yüceltir, ameli aşağı indirir (yani amel terazisinde ameli ağırlaştırır). Bu iki şehadet hangi teraziden kaldırılırsa, o terazi (amel bakımından) hafif kalır. Bu iki şehadet hangi teraziye konulursa, o terazi ağır olur. Bu iki şehadetle cennet elde edilir, cehennemden kurtulmak ve sırat köprüsünden geçmek mümkün olur. Bu iki şehadetle cennete girersiniz ve Peygamber'e salavat getirmekle rahmete nail olursunuz. Öyleyse Peygamber'inize çok salavat getirin; "Şüphe yok ki, ALLAH ve melekleri salavat getirir Peygamber'e, ey inananlar siz de ona salavat getirin, tam teslim olarak da selam verin."(Ahzab/56)

              Ey insanlar, İslam'dan daha üstün bir şeref, takvadan daha güzel bir keramet, şüpheli şeylerden çekinmekten daha sağlam bir kale, tövbeden daha üstün bir şefaat, afiyetten daha güzel bir elbise, sağlıktan daha önleyici bir korunma, hoşnutluk ve kanaat gibi fakirliği giderecek daha etkin bir servet yoktur. Yaşatacak kadar yiyecekle yetinen, rahatlığı sağlamış olur. Tamah, zorluğun anahtarıdır. İhtikâr (stokçuluk), meşakkat bineğidir. Haset, dinin afetidir. Aşırı istek, günaha düşmeye ve günaha düşmekse mahrumiyete sebep olur. Zulüm, helak olmaya sebep olur. Açgözlülük ve oburluk, bütün ayıpları içerir. Nice tamahlar vardır ki, boşa çıkar; nice arzular vardır ki, yalan olur; nice umutlar vardır ki, insanı mahrumiyete götürür ve nice ticaretler vardır ki, ziyanla son bulur. Akıbetini düşünmeden bir işe girişen kimse, felaketlerin rezaletine uğrar. Borç(1) Mümin için kötü bir gerdanlıktır.

              Ey insanlar, ilimden daha faydalı hazine, hilimden daha yararlı izzet, edepten daha yetkin soy, gazaptan daha dertli meşakkat, akıldan daha iyi güzellik, cehaletten daha kötü arkadaş, yalandan daha iğrenç kötü özellik, susmaktan daha koruyucu bekçi ve ölümden daha yakın bir gayp yoktur.

              Ey insanlar, kendi ayıbına bakan, başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz. ALLAH'ın verdiği rızka razı olan, halkın elinde olana (göz dikip) üzülmez. Zulüm kılıcını kınından sıyıran, onunla öldürülür. Kardeşine kuyu kazan, kazdığı kuyuya düşer. Başkalarının ayıbını açanın, ailesinin ayıbı açılır. Kendi sürçmesini unutan, başkalarının sürçmesini büyük görür. Kendi fikrinden hoşlanan, sapar. Kendi aklını yeterli gören sürçer. Halka karşı kibirli olan, zelil olur. Halka karşı akılsızlık eden, sövülür. Alimlerle oturup kalkan, saygı görür. Ayak takımından kimselerle oturup kalkan, küçümsenir. Gücünden fazla yük taşıyan, aciz kalır.

              Ey insanlar, akıldan daha faydalı mal, cehaletten daha çetin fakirlik, iyi niyetlilikten daha yetkin vaiz, ileri görüşlülük gibi akıl, tefekkür gibi ibadet, istişâre gibi güvenilir yardımcı, bencillikten daha korkunç yalnızlık, (günahtan) çekinmek gibi verâ, sabır ve susmak gibi de yumuşaklık yoktur.

              Ey insanlar, insanda dilinin izhar ettiği on haslet vardır. Dil, kalpten haber veren bir tanıktır, hüküm veren hakimdir, cevap veren sözcüdür, ihtiyacı karşılayan şefaatçi (vasıta)dir, eşyaları tarif eden vasıfcıdır, iyi şeylere emreden komutandır, çirkin işten alıkoyan vaizdir, üzüntüleri yatıştıran teselli vericidir, kinleri gideren övücüdür ve kulakları eğlendiren eğlendiricidir. Ey insanlar, hikmetli söz söylemeyip susmakta hayır olmadığı gibi, cahilane konuşmakta da bir hayır yoktur.

              Ey insanlar, bilin ki diline hakim olmayan, pişman olur. İlim öğrenmeyen, cahil kalır. Sabırlı olmayan, halim (yumuşak) olmaz. (Kötü işten) vazgeçmeyen, akıllı olmaz; akıllı olmayan zayıf ve gevşek olur; zayıf ve gevşek olan saygı görmez. Takvalı olan kurtuluş bulur. Haramdan mal kazanan, o malı mükâfatı olmayan bir işte harcar. Saygıyla (kötülükten) vazgeçmeyen, kınanarak vazgeçer.

              Rahatlığında ihsan etmeyen, zor durumda kaldığında mahrum bırakılır. Haksız yere izzet isteyen, zelil olur. Hakka karşı çıkan, zayıflığa düşer. Fıkıh öğrenen, saygı görür. Tekebbür eden, aşağılanır. İyilik yapmayan, methedilmez.

              Ey insanlar, zilletle yaşamaktansa ölüm, zilletle toprağa kapanmaktansa derinin soyulması ve azap görmektense (kendini) muhasebe etmek daha iyidir. Kabir, fakirlikten(2) ve körlük de bir çok bakıştan daha hayırlıdır. Zaman iki gündür; bir gün yararınadır, diğer bir gün ise zararına; öyleyse sabırlı ol; çünkü her ikisiyle de imtihan olunmaktasın.

              Ey insanlar, insanın vücudunda en şaşırtıcı şey kalptir; çünkü hem hikmetin ve hem de hikmete aykırı olan şeylerin kaynağıdır. (İnsan) ümitlendiği zaman, tamah onu zelil kılar; tamahı tahrik edildiğinde, aşırı istek onu helak eder. Ümitsizlik ona musallat olduğunda, üzüntü onu öldürür; gazaba maruz kaldığında, öfkesi artar. Hoşnut olduğunda kendisini (zararlı şeylerden) kollamayı unutur. Korkulu bir durumla karşılaştığında, keder her tarafını kuşatır.

              Kendisini emniyet ve güvencede bulduğunda, düşmandan gaflet eder. Yeni bir nimete ulaştığında, övünür. Bir mal elde ettiğinde, zenginlik onu isyana sürükler. Fakirliğe uğradığında, bela ve sıkıntı onu meşgul eder. Bir musibetle karşılaştığında, tahammülsüzlük onu rezil eder; sabırsızlık onu meşakkate düşürdüğünde, zaafa duçar olur. Yemekte aşırı gittiğinde, rahat nefes alamayacak derecede yer. Öyleyse her tefrit ona zararlı olduğu gibi, her ifrat (aşırı gitmek) da onu mahveder.

              Ey insanlar, cimri olan, zelil olur. Bağışta bulunan, yücelir. Malı çok olan, malıyla övünür. Hilmi çok olan, şerefli olur. ALLAH'ın künhü (zatı) hakkında düşünen, dinden çıkar. Bir şeyi çok yapan, onunla tanınır. Çok şaka yapan, küçülür. Çok gülen, heybetini kaybeder. Edebi olmayanın, soyu bozulur. En iyi iş malını harcayarak şahsiyetini korumaktır. Cahille düşüp kalkan, akıllı değildir. Cahil bir kimseyle oturup kalkan, dedikoduya maruz kalmaya hazır olmalıdır. Ne zengin, malıyla ölümden kurtulabilir, ne de fakir fakirliğiyle.

              Ey insanlar, şüphesiz, kalpleri kusur edenlerin tutumundan uzaklaştırmak için kalplerin tanıkları vardır. Öğütleri anlamak hususunda ferasetli (uyanık) olmak, nefsi hatadan çekinmeye sevkeder. Heva ve heves, bazen kalbe sızar; ama akıl, (heva ve hevesi) engelleyip alıkoyar. Tecrübelerde yeni ilimler vardır. İbret almak, (insanı) hidayete sevkeder. Başkalarında görüp de sevmediğin özellikler, öğüt alman için sana yeter. Mümin kardeşinin senin üzerinde olan hakkı, senin onun boynundaki hakkın gibidir. Kendi görüşü ile yetinen, kendisini tehlikeye atmış olur.

              Bir işe girişmeden tedbir almak, pişman olmayı önler. Çeşitli görüşleri araştıran, hataları tespit edebilir. Boş sözlerden çekinenin görüşü, bütün akıllara denk olur. Şehvetini sınırlayan, kadrini ve kıymetini korumuş olur. Kim dilini korursa, kavmi ona itimat eder ve isteğine ulaşır. Durum ve şartların değişmesiyle insanların gerçek mahiyeti ortaya çıkar. Zaman, gizli kalan gerçekleri senin için gün ışığına çıkarır. Karanlıklara dalan bir kimseye, çakan şimşeğin faydası olmaz. Hikmetle meşhur olan bir kimseye, vakar ve heybet gözüyle bakılır.

              En güzel zenginlik, arzuları terketmektir. Sabır, yoksulluğa karşı bir siperdir. Aşırı istek, fakirliğin alametidir. Cimrilik, miskinliğin elbisesidir. Dostluk, kazanılmış akrabalıktır. Cömert yoksul, katı yürekli zenginden daha iyidir. Öğüt, kabul eden kimse için bir sığınaktır. Gözünü serbest bırakanın, üzüntüsü çok olur. Ahlakı kötü olanın, ailesi ondan bıkıp-usanır. Hedefine (mal ve makama) ulaşan, böbürlenir. Arzun, sana çok az doğru söyler (arzular genellikle aldatıcı ve yalan olur). Tevazu sana heybet elbisesini giydirir.

              Güzel ahlak, rızkın hazineleridir. Hayâ elbisesini giyenin, ayıpları halka gizli kalır. Ölçülü konuşmaya çalış; çünkü ölçülü konuşanın, yükü hafifler. Nefsin olgunlaşması, ona muhalefet etmeğe bağlıdır. Zamanı tanıyan, (göçmek için) hazırlanmaktan gaflet etmez. Bilin ki, her yudum suda boğaza kaçıp boğulma ve her lokmada da boğaza tıkanıp kalma tehlikesi vardır. Bir nimet elden çıkmadıkça, başka bir nimet elde edilmez. Her canlının bir rızkı olduğu gibi, her tanenin de bir yiyeni vardır. Sen de ölümün yemeğisin.

              Ey insanlar, bilin ki, yeryüzünde yürüyen herkes, yerin altına gömülecektir. Geceyle gündüz ömürleri tüketmek için adeta yarışmaktadırlar.

              Ey insanlar, nankörlük alçaklıktır. Cahille arkadaş olmak, uğursuzluktur. Yumuşak konuşmak, büyüklüktendir. Hileden sakın; çünkü hile alçak kimselerin huyudur. Her arayan bulamaz; her yolculuğa çıkan, geri dönemez. Seninle soğuk olan (seni terkeden) kimseye, ilgi gösterme. Nice uzak vardır ki, yakından da yakındır. Yoldan önce yolculuk arkadaşını, evden önce de komşunu sor. Kendinde olanı bildiğin için, kardeşinin ayıbını ört. Düşmanın sana galip geleceği bir gün için, arkadaşının yanlışlıklarını görmezlikten gel.

              Zarar vermeye güç yetiremediği bir kimseye buğzeden kişinin üzüntüsü uzun, ruhu ise azap içerisinde olur. ALLAH'tan korkan, zulmetmekten çekinir. Hayrı şerden ayırt edemeyen, hayvan mesabesindedir. Azığı yok etmek, bozgunculuktandır. Dünya musibeti, yarının büyük yoksulluğu karşısında ne kadar da küçüktür?!

              Bütün anlaşmazlıklarınız kendi isyan ve günahlarınızdan kaynaklanır. Rahatlık zorluğa, sıkıntı da değişime ne kadar da yakındır.(3) Ardında cennet olan kötülük, kötülük değildir; ardında cehennem olan hayır da hayır değildir. Cennetten başka her nimet önemsizdir. Cehennem ateşinden başka her bela afiyettir. İnsan, batınını düzeltmek istediğinde, büyük günahlar aşikâr olur. Ameli halis kılmak, amelin kendisinden daha zordur. Amel edenlere, niyeti bozgunculuktan arındırmak, cihadın uzamasından daha çetindir.

              Heyhat, eğer ALLAH korkusu olmasaydı, Arapların en kurnazı olurdum. Gizlide ve açıkta ALLAH'tan sakınmaya, hoşnutlukta ve gazap halinde hakkı söylemeye, zenginlikte ve fakirlikte orta halli olmaya, dosta ve düşmana adaletle davranmaya, neşe ve yorgunluk halinde amel etmeye, darlıkta ve genişlikte ALLAH'tan hoşnut olmaya çalışın. Sözü çok olanın, hatası çok olur; hatası çok olanın, utancı az olur; utancı az olanın, vera'sı azalır; vera'sı azalanın, kalbi ölür; kalbi ölen ise cehenneme girer.

              Tefekkür eden ibret alır; ibret alan, inzivaya çekilir; inzivaya çekilen ise salim kalır. Heva ve hevesten vazgeçen hür olur. Kıskançlığı terkeden, halkın yanında sevimli olur. Müminin izzeti, halka el açmamasındadır. Kanaat, tükenmez bir maldır.(4) Ölümü fazla anan, dünyadan az bir miktara razı olur. Sözünün de amelinden olduğunu bilen kişinin, sözü azalır; ancak yararlı olan sözü söyler. Cezadan korkup günahtan sakınmayan, sevap dileyip tövbe etmeyen kimseye şaşarım doğrusu. Tefekkür nur, gaflet zulmet, cehalet ise sapıklık doğurur. Mutlu olan, başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep, en iyi mirastır. Güzel ahlak, en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte, bolluk ve bereket olmadığı gibi fısk-u fücurda da zenginlik olmaz.

              Afiyet on kısımdır; dokuz kısmı, ALLAH'ın zikri dışında susmaktadır; bir kısmı ise akılsız kimselerle düşüp kalkmamaktadır. İlmin başı, yumuşaklık ve iyi davranmaktır; afeti, kabalık ve sertliktir. Musibetlere sabretmek, iman hazinelerindendir. İffetlilik fakirliğin ziynetidir; şükürde bulunmak da zenginliğin ziynetidir. Çok görüşmek, usandırıcıdır. Birisini denemeden itimat etmek, ihtiyata (ileri görüşlülüğe) aykırıdır. İnsanın kendisini beğenmesi, aklının az olduğunu gösterir. Günahkârı (ALLAH'ın rahmetinden) ümitsiz etme; çünkü nice günahkâr kimseler vardır ki, akıbetleri hayırla son bulmuş ve nice iyi amel eden kimseler de vardır ki, sonunda bozgunculuğa başlayıp cehenneme yönelmişlerdir. Kulların hakkına tecavüz etmek, ahiret için ne de kötü bir azıktır. Amelini, ilmini, buğzunu, almasını, vazgeçmesini, susmasını, işini ve sözünü yalnız ALLAH rızası için halis yapan kimseye ne mutlu.

              Müslüman, (günahlardan ve şüpheli şeylerden) sakınmadıkça Müslüman olamaz; zahit olmadıkça da (günah ve şüpheli şeyleden) sakınan olamaz; ileri görüşlü olmadıkça da zahit olamaz; akıllı olmadıkça da ileri görüşlü olamaz; akıllı kimse ise, ancak ALLAH'ın emrini kavrayıp ahiret evi için amel eden kimsedir. ALLAH'ın salat ve selamı Peygamber'e ve onun pak Ehl-i Beyt'ine olsun.

              (Tuhaf'ul-Ukul kitabından naklen)
              ______________
              1- Vafi kitabının nakline göre: "Günah."
              2 -Fakirlik, yani insanın kendi geçimini sağlayacak mıktarda mal varlığına sahıp olmaması insanın fikrini meşgul edip ALLAH'a hakkınca ibadet etmesine engel olduğu için birçok hadiste kınanılmıştır. Bu yüzden mümin ihtiras ve dünya sevgisinden uzak durmakla birlikle, sürekli olarak helal yoldan kazanç elde etmeğe ve fakirlikten kurtulmaya çalışmalıdır.
              3 - Yani kafirlerin bu dünyadaki rahatlıkları çabuk zevale uğrar ve ahiretteki zorluğa dönüşür; ve müminlerin bu dünyadaki sıkıntıları ise çok geçmeden ahiretteki rahatlığa dönüşür.
              4- Başka bir rivayette: "tükenmez bir hazinedir".
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #37
                Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                [SIZE=5] ASHABI İÇİN BUYURDUĞU ÂDÂB[1]


                [FONT=Arial][COLOR=#953734][SIZE=3]Hacamet, bedeni salim kılar ve aklı güçlendirir. Bıyığı kısaltmak, temizliktendir; aynı zamanda (Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'in) sünnetidir. Bıyığa güzel koku sürmek, kâtipler (amelleri yazan melekler) için bir saygıdır; aynı zamanda sünnettir de. Yağ sürmek, deriyi yumuşatır; akıl ve beyin gücünü artırır; gusül ve abdest suyunun akışını kolaylaştırır; saçın karışıp keçelenmesini giderir ve rengi parlatır. Misvak kullanmak ALLAH'ın rızasına, ağzın güzel kokmasına sebep olur ve sünnettir. Hatmi bitkisi (hanım çiçeği) ile başı yıkamak, kiri temizlediği gibi pisliği de giderir. Abdest alırken, mazmaza ve istinşak etmek (ağıza ve buruna su almak), ağzı ve burunu temizler. Enfiye, baş için sıhhat, beden ve baştaki dertler için şifadır. Hamam otu, bedenin sağlamlığına ve temizliğine sebep olur.

                Tırnakları kesmek büyük dertleri önler, rızık getirir ve onu çoğaltır. Koltuk altının tüylerini almak, kötü kokuyu giderir, aynı zamanda temizlik ve sünnettir de. Elleri yemekten önce ve sonra yıkamak, rızkı artırır. Bayram gusülleri, ALLAH'tan bir şey dileyen ve sünnete uymak isteyen kimsenin temizliğidir.

                Geceleyin (sahur vakti) kalkmak, bedenin sıhhatine ve ALLAH'ın rızasına sebep olur; aynı zamanda rahmete yönelmek ve peygamberlerin ahlakına sarılmaktır.

                Elma yemek, mideye güzel koku verir. Günlük[2] çiğnemek, dişleri sağlamlaştırır, balgamı yok eder ve ağzın kokusunu giderir. Şafak söktükten sonra gün doğana kadar, camide oturmak, rızk elde etmek için, yeryüzünde koşup yolculuk yapmaktan daha tesirlidir.

                Ayva yemek, zayıf kalbi kuvvetlendirir, mideye güzel koku verir, zekâyı geliştirir, korkağa cesaret verir ve çocuğu güzelleştirir. Her gün aç karnına yirmi bir tane kuru üzüm yemek, ölümden başka her hastalığın önünü alır.

                Müslüman'ın, Ramazan ayının ilk gecesinde hanımıyla cinsel ilişkide bulunması müstehaptır. Çünkü ALLAH-u Teâla buyurmuştur ki: "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı."[3]

                Parmaklarınıza, gümüş olmayan yüzük takmayın. Çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "ALLAH-u Teâla, parmağında demir yüzük olan eli tahir kılmaz."

                ALLAH'ın isimlerinden birini yüzük taşına nakşeden kimse onu, istinca ettiği (necaset temizlediği) ele takmamalıdır. Herhangi biriniz, aynaya baktığında şöyle demelidir: "Elhamdulillah'illezi halekanî fe ahsene halkî ve savveranî fe ahsene sûretî ve zane minnî ma şane min ğayrî ve ekremenî bil İslam."[4]

                Yabancılara, en güzel şekilde görünebilmek için süslendiğiniz gibi, sizi görmek için yanınıza gelen kardeşleriniz için de süsleniniz.

                Her ayın üç gününde ve Şaban ayının tamamında oruç tutmak, göğüsün vesvesesini giderdiği gibi kalbin ıztırabını da yok eder. Soğuk suyla istinca etmek (tuvalette kendini temizlemek) basuru keser. Elbiseyi temizlemek, üzüntüyü giderir ve namaz için bir temizliktir. Sakaldan beyazlaşan tüyü koparmayın; çünkü o bir nurdur. Her kim İslam dininde iken ihtiyarlarsa, kıyamet günü onun bir nuru olacaktır. Müslüman kimse cünüplü olarak uyumaz, taharetli (abdestli) olarak uyur. Eğer su bulamazsa toprakla teyemmüm eder. Zira Müminin ruhu uyuduğu zaman ALLAH'a (c.c) yücelir; O da onu kabul edip mübarek kılar; eğer eceli gelmiş olursa, onu güzel bir surette karar verir; eğer eceli gelmezse, onu, ona emin olan meleklerle birlikte geri çevirir ve bedenine geri döndürür.

                Müslüman kimse kıbleye doğru tükürmez; eğer unutarak yaparsa, ALLAH'tan mağfiret diler. İnsan secde yerine, yemeğine, içtiği şeye ve dua yazılı pazubantına üflememelidir. Sizden hiç biriniz cadde üzerine gait yapmamalıdır. Damın üzerinden havaya ve akar suya idrar edilmemelidir. Kim öyle yapıp bir zarar görürse, sadece kendisini kınamalıdır. Çünkü suda ve havada yaşayan varlıklar vardır. İdrar ettiğinizde yukarıya ve rüzgara doğru idrar etmeyin. Sırt üstü uyumayın.[5] İnsan tembellik ederek ve göğsünü öne çıkararak namaz kılmamalıdır.[6] Kul, ALLAH'ın huzurunda durduğu vakit (dünya hakkında) az düşünmelidir. Çünkü onun namazdan olan hissesi, huzur-u kalple kıldığı miktarıncadır. ALLAH'ı zikretmeği hiç bir yerde ve hiç bir halde terketmeyin. Namazda sakın başka bir şeye teveccüh etmeyin; zira kul başka bir şeye teveccüh ettiğinde ALLAH-u Teâla ona şöyle buyurur: "Kulum bana teveccüh et, bana teveccüh etmen başkasına teveccüh etmenden daha hayırlıdır."

                Sofraya dökülen ekmek parçalarını toplayıp yiyin. Çünkü onları şifa niyetiyle yemek, ALLAH'ın izniyle her hastalık için şifadır. Pamuk elbise giyin; çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in elbisesidir; Resulullah hastalık dışında yün ve tüyden yapılan elbiseyi giymezdi. Sizlerden biriniz yemekten sonra, yemek yediği parmaklarını yaladığında ALLAH-u Teâla şöyle buyurur: "Barekellah fike" (ALLAH sana bereket verir).

                ALLAH Teâla cemali sever ve nimetinin eserini kulunda görmeyi de sever. Selam vermekle olsa bile, sıla-ı rahim (akrabalarla ilişki kurup onlara muhabbet) edin. Çünkü ALLAH Teâla şöyle buyurmuştur: "Sakının ALLAH'tan ki, onunla haklarınızı dile-mekesiniz ve akrabalardan ilişkiyi kesmekten de çekinin"[7]

                Günlerinizi maceralar anlatmak, "şöyle böyle yaptım" demekle geçirmeyiniz. Çünkü amellerinizi koruyan muhafızlar sizinle birliktedir. ALLAH'ı her yerde anın. Peygamber'e ve Ehl-i Beyt'ine -ALLAH'ın salat-ı Ona ve onların üzerine olsun- selavat getirin. Zira ALLAH-u Teâla, o Hazreti andığınızda ve saygıda bulunduğunuzda duanızı kabul eder. Sıcak yemeği bırakın soğusun ve yenilecek bir hale gelsin. Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih sıcak yemek getirdiklerinde şöyle buyurdu: "Bırakın soğusun ve yenilir bir hale gelsin. ALLAH-u Teâla sıcak yemeği bize yedirmez; bereket soğuk yemektedir; sıcak yemeğin bereketi olmaz."

                Çocuklarınıza ALLAH'ın onlara yarar vermesini sağlayacak ilimleri öğretin ki, "mürcie"ye[8] yenik düşmesinler.

                Ey insanlar! Dillerinizi koruyun. (Hak karşısında) kayıtsız şartsız teslim olun. Emanetleri, peygamberlerin katilleri bile olsalar sahiplerine iâde edin. Pazara girdiğinizde ve halkı ticaret işleriyle meşgul olarak gördüğünüzde, ALLAH'ı çok anın. Çünkü bu amel, günahların keffareti olduğu gibi hasenatın da artmasına sebep olur. Gafillerden olmayınız. Ramazan ayı ulaştığında kula yolculuğa çıkmak yakışmaz. Çünkü ALLAH-u Teâla buyurmuştur ki: "Sizden her kim Ramazan ayında hazır bulunursa o ayı oruç tutsun."[9]

                Şarap içmede ve ayakkabının üzerine mesh etmede takıyye yoktur (yani bu işler takıyye olarak bile yapılmaz). Sakın hakkımızda gulüv (ifrat) etmeyin. Bizi ALLAH'ın kulları bilin; sonra faziletimizden dilediğiniz şeyi söyleyin. Bizi seven, yaptığımız ameli yapmalıdır ve vera' (günahlardan ve şüpheli şeylerden kaçınıp çekinmek) ile bu makama ulaşmaya çalışmalıdır. Çünkü haramlardan çekinmek, dünya ve ahirette yardım dilenilecek en iyi vesiledir. Bize ayıp isnat eden kimselerle bir arada oturmayın. Düşmanımızın yanında bizi açıkça överek bize olan sevginizi aşikâr etmeyin ki kendinizi yöneticilerinizin yanında hakir düşürürsünüz. Doğruluğa sarılın. Çünkü o, kurtuluş vesilesidir. ALLAH'ın indinde olan şeye, rağbet edin. ALLAH'ın rızası ve itaatini talep edin; bu yol uğrunda sabırlı olun.

                Müminin ayıpları ortaya çıkıp horlanarak cennete girmesi ne de kötüdür. İşlediğiniz günahlarınızın affedilmesi için, kıyamet günü size şefaat dilemekten dolayı bizi zahmete düşürmeyin. Kıyamet günü kendinizi düşmanlarınızın yanında utandırmayın. ALLAH katındaki makamınızı bırakıp bu değersiz dünyaya kapılarak kendinizi tekzip etmeyin. ALLAH'ın size emrettiği şeye, sıkıca sarılın. Çünkü can verirken sizinle imrenilen cennet nimetlerini görmeniz arasındaki fasıla, ancak Resulullah'ın (can çekişme vakti yanınızda) hazır olması mıktarıncadır. (Siz ölür ölmez cennet nimetlerine kavuşacaksınız). ALLAH indinde olan şey daha hayırlı ve kalıcıdır. ALLAH'a andolsun ki (ölüm vakti) ona müjde verilir, gözü aydınlanır ve likaullah'a aşık olur.

                Maddi durumları zayıf olan kardeşlerinizi küçümsemeyin; kim bir Mümini küçümserse, ALLAH da onu küçümser ve kıyamet günü de o ikisini bir araya getirmez; ancak tövbe edip pişman olması hariç. Kardeşinin kendisine muhtaç olduğunu gören kimse, ihtiyacını karşılamak için, onu talepte bulunma zahmetine düşürmemelidir. (Yani istemeden ihtiyacını karşılamalıdır.) Birbirinizi ziyaret edin, birbirinize şefkatli davranın, birbirinize bağışta bulunun. Söyleyip amel etmeyen münafık gibi olmayın. Evlenin; zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Sünnetime uymayı seven mutlaka evlenmelidir. Çünkü evlenmek sünnetimdendir. Evlat sahibi olmaya çalışın, zira ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim."

                Evlatlarınızı zinakâr ve deli kadının sütünden koruyun. Çünkü süt bulaştırıcıdır. (Bazı ruhi ve cismi özellikleri çocuğa aktarır.) Taşlığı, mahmuzu ve kursağı olmayan kuşun etinden uzak olun. Azı dişi olan yırtıcı hayvanın ve pençesi olan kuşun etinden sakının. Dalak yemeyin; çünkü dalak bozuk kandan oluşur.[10] Siyah elbise giymeyin. Çünkü siyah elbise Firavun'un elbisesidir. Etin urundan sakının. Zira o cüzam damarını tahrik eder. Dinde kıyas etmeyin. Çünkü dinde kıyas yapılmaz. Pek yakında bazı kimseler gelir ki, dinde kıyas ederler; bunlar dinin düşmanlarıdır. İlk kıyas eden Şeytan'dı. Ucu sivri ayakkabı giymeyin. Çünkü o Firavun'un ayakkabısıdır. Bu Çeşit ayakkabıyı ilk icat eden şahıs odur.[11]

                Şarap içenlere karşı çıkın. Hurma yiyin. Çünkü hurma dertlere dermandır. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sözüne uyun; o şöyle buyurmuştur: "Kim kendi yüzüne dilencilikten (başkalarına ağız açmaktan) bir kapı açarsa ALLAH da fakirlikten onun yüzüne bir kapı açar."

                Çok mağfiret dileyin. Çünkü bu amel, rızkı çoğaltır. Gücünüz yettiği kadar ahiretiniz için iyi amel gönderin. Zira, onu yarın hazır bulursunuz. Cedelleşmek ve Tartışmaktan sakının. Çünkü tartışmak şüphe doğurur.[12]

                ALLAH'tan bir şey dileyen, onu şu üç saatte dilemelidir: 1- Cuma gününde. 2- Öğle vaktinde, ki rüzgar eser, göklerin kapıları açılır, rahmet iner ve kuşlar öter. 3- Gecenin son saatlerinde şafak söktüğü vakit. Bu vakitte iki melek şöyle çağrıda bulunurlar: Tövbe edecek var mı tövbesi kabul edilsin? İhtiyacı olan var mı karşılansın? Mağfiret isteyen var mı bağışlansın? Ve dileği olan var mı? Öyleyse ALLAH'ın davetçisine icabet edin.

                Şafağın sökmesinden güneşin doğuşuna kadar rızık talep edin. Çünkü bu, rızık kazanmak için yeryüzünde dolaşmaktan, daha faydalıdır. İşte bu vakit ALLAH-u Teâla'nın kulları arasında rızkı taksim ettiği vakittir. Fereci (kurtuluşu) bekleyin. ALLAH'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü ALLAH katında amellerin en sevimlisi fereci (kurtuluşu) beklemek ve Müminin sürekli olarak yaptığı (asla terk etmediği) amelidir. Sabah namazını kıldıktan sonra ALLAH'a tevekkül edin. İşte o zaman büyük bağış ve ihsanlar verilir. Kılıçla haremlere (Mescid-ül Haram ve Mescid-ün Nebi'ye) girmeyin. Kılıç önünüzde (olduğu halde) namaz kılmayın. Çünkü kıble emniyet yeridir.

                Hacca gittiğinizde, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in kabrini ziyaret edin. Bu ziyareti terketmek zulümdür ve siz buna emrolunmuşsunuz. Üzerinizde hakları olanların kabirlerinin ziyaretine gidin; bir müddet orada kalın, o kabirlerin kenarında ALLAH'tan rızık talep edin. Zira onlar sizin ziyaret etmenizle sevinirler. Kişi anne ve babasının kabrinin kenarında onların hakkında dua ettikten sonra (ALLAH'tan) kendi isteğini dilemelidir. Büyük günahları işlemeye gücünüz yetmediğinde, küçük günahlarınızı, az saymayın. Çünkü küçük günahlar toplanır büyük olur. Secdeleri uzatın. Kim secdeyi uzatırsa, ALLAH'a itaat etmiş ve kurtuluş bulmuş olur.

                Ölümü, kabirden çıkacağınız ve ALLAH'ın huzurunda duracağınız günü çok anın ki, karşılaştığınız musibetler size kolay gelsin. Göz ağrısına tutulan Ayet-el Kürsi'yi şifa niyetiyle okusun, inşaALLAH şifa bulur. Günahtan sakının. Çünkü bütün belalar ve rızkın azlığı, hatta derinin çizilmesi, ayağın taşa çarpması ve (bütün) musibetler günah sebebiyledir. ALLAH-u Teâla buyuruyor ki: "Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir. ALLAH ise günahların bir çoğunu bağışlıyor (bunlardan dolayı musibet vermiyor)."[13]

                Yemek yerken ALLAH'ı çok anın, konuşmayın. Çünkü yemek, ALLAH'ın nimet ve rızıklarından biridir; şükrü ve hamdı ise size farzdır. Nimet elinizden çıkmadan, ona iyi davranın (kadrini bilin, şükrünü yerine getirin); zira nimet (sahibinden) ayrılır ve sahibinin kendisine nasıl muamele ettiğine dair şehadet eder. Kim ALLAH'ın az rızkına razı olursa, ALLAH da onun az ameline razı olur. Tefritten (amel etmede gevşeklik yapmaktan) sakının; çünkü pişmanlığın yarar sağlamayacağı bir zamanda pişmanlığa sebep olur.

                Savaş alanında düşmanla karşılaştığınızda, az konuşun; ALLAH'ı çok anın; düşmana sırt çevirmeyin; zira (bu işinizle) ALLAH'ın gazabını haketmiş olursunuz. Savaş meydanında kardeşlerinizden birinin yaralandığını, felakete uğradığını veya düşmanın onun canına kıymak istediğini gördüğünüz zaman, canınızla onu güçlendirin.[14] Gücünüz yettiği kadar, hayır iş yapın. Çünkü hayır iş, insanı kötü ölümden korur.

                Kim ALLAH katında makamının nasıl olduğunu bilmek istiyorsa, günah işlediği zaman ALLAH'ın kendi yanındaki makamının nasıl olduğuna baksın.

                Evde beslenecek en iyi hayvan, koyundur. Kimin evinde bir koyun olursa melekler her gün bir defa onu takdis eder; her kimin iki koyunu olursa, melekler onu iki defa takdis eder; keza üç koyunu olanı da ve ALLAH-u Teâla şöyle buyurur: "Yaşantınız bereketli olsun." Bir Müslüman zayıf ve güçsüz olduğunda sütle et yemelidir. Çünkü ALLAH-u Teâla gücü bu ikisinde bırakmıştır. Hacca gitmek istediğinizde, gitmeden önce yolculuğun bazı ihtiyaçlarını alıp hazırlayın. Zira ALLAH-u Teâla (cihattan kaçmak isteyenler hakkında) şöyle buyuruyor: "Savaşa çıkmayı kasdetselerdi, elbette bir hazırlıkta bulunurlardı."[15]

                Güneşli havada oturduğunuzda güneş sırtınıza vuracak şekilde oturun. Çünkü güneş gizli hastalıkları aşikâr eder.

                Hacca gittiğinizde ALLAH'ın evine çok bakın. Çünkü ALLAH'ın, Beyt'ül Haram'ının nezdinde yüz yirmi (çeşit) rahmeti vardır. Altmış tanesi tavaf edenler, kırk tanesi namaz kılanlar, yirmi tanesi de bakanlar içindir. Beytullah-il Haram'ın kenarında, aklınızda olan günahları itiraf edin, aklınıza gelmeyen günahlar hususunda ise şöyle deyin: ALLAH'ım! Bizim unuttuğumuz, fakat senin unutmadığın günahlarımızı sen affeyle. Zira kim o mekânda günahlarına ikrar eder, onları sayar, onları hatırlar ve onlardan dolayı ALLAH'tan mağfiret dilerse, o günahları bağışlamak ALLAH'a hak olur. Bela inmeden önce dua etmeye koyulun. Altı vakitte göğün kapıları açılır: Yağmur yağdığı vakit, cihat vakti (saldırı zamanı), ezan vakti, Kur'an okunduğu vakit, öğlenin ilk vakti ve şafak söktüğü vakit.

                Kim ölünün cesedi soğuduktan sonra ona el sürerse, gusletmesi gerekir. Bir Mümine gusül ettirenin onu kefenledikten sonra, gusledip artık ölüye dokunmaması gerekir; dokunursa tekrar gusletmesi farz olur.[16] Kefenleri (güzel kokuyla) tütsülemeyin. Ölülerinize kâfur dışında koku sürmeyin. Çünkü ölü ihrama giren kimse gibidir (güzel koku kullanmak ihramda olan kimseye haramdır). Ailenize, ölünün yanında güzel konuşmayı emredin.

                Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in kızı Fatıma aleyha selam babası vefat ettiği zaman, Beni Haşim kızları kendisine matem elbisesi getirdiklerini bildirdiklerinde şöyle buyurdu: "Matem elbisesini (cahiliye âdetlerini) bir kenara bırakın, (onun yerine) dua edin."

                Müslüman, kardeşinin aynasıdır; kardeşinizde bir yanlışlık gördüğünüzde, ona yüklenmeyin; onu irşad edin; ona nasihatta bulunun ve onunla iyi geçinin. İhtilaftan sakının. Çünkü ihtilaf dinden çıkıp dinin hükümlerine uymamaya sebep olur. Orta halli olun (ifrat ve tefritten sakının). Birbirinize şefkatli ve merhametli davranın.

                Hayvanıyla yolculuğa çıkan (konaklayacağı yere ulaştığında) ilk önce onun otunu ve suyunu vermelidir. Hayvanın yüzüne vurmayın. Çünkü o da Rabbini tenzih ve tesbih ediyor.

                Kim yolculukta yolunu yitirir veya canından korkarsa; "Ey Salih yardımıma koş" diye çağrıda bulunsun. Zira cinden olan kardeşlerinizin arasında sesinize cevap verecek, yolunu şaşırana yol gösterecek ve hayvanını koruyacak kimseler vardır. Kim arslandan, canı, hayvanı (atı, devesi) veya koyunu için korkarsa, onların etrafına daire şeklinde bir çizgi çizip şöyle demelidir: "ALLAH'ım! Ey Danyal'ın,[17] kuyunun ve her yırtıcı arslanın Rabbi! Beni ve koyunumu koru."

                Boğulmaktan korkan şöyle demelidir. "Bismillahi mecraha ve mürsaha inne Rabbî leğafûrun rahim."[18] Vema kaderullahe hakke kadrihi ve'l erzu cemîan kabzetuhu yevmel kıyameti ve's semavatu metviyyatun biyemînihi Subhanehu ve Teâla amma yuşrikûn"[19] Akrepten korkan şu ayeti okumalıdır: "Selamun ala Nuh'in fil alemin. İnna kezalike neczil muhsinîn. İnnehu min ibadin'el mu'minîn."[20]

                Yeni doğan evladınız için yedinci gününde akike (kurban) kesin. Saçlarını tıraş ettiğinizde saçlarının ağırlığı kadar gümüş sadaka verin. Bu iş, her Müslüman için gereklidir. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de Hasan ve Hüseyin için böyle yaptı. Dilenciye bir şey verdiğinizde ondan hakkınızda dua etmesini isteyin; zira duası sizin hakkınızda kabul olur, ama kendi hakkında kabul olmaz. Çünkü (dilenciler genellikle) yalan konuşurlar.

                Kendisiyle sadaka verdiğiniz elinizi öpün; zira sadaka dilencinin eline geçmeden önce ALLAH onu alır. Nitekim ALLAH-u Teâla (Kur'an'da) buyurmuştur ki: ("Bilmezler mi bizzat ALLAH kullarından tövbeyi kabul eder) ve sadakaları alır."[21] Sadakayı gece (vakti) verin. Çünkü gece verilen sadaka ALLAH'ın gazabını yatıştırır.

                Sözlerinizi amellerinizden sayın ki, hayır işlerin dışında, konuşmalarınız azalsın. ALLAH'ın size verdiği rızıktan (fakirlere) infak edin; zira infak eden kimse, ALLAH yolunda cihat eden kimse gibidir. Mükâfata yakini olan, cömertçe infak eder.

                Bir şeye yakini olup da sonra şüpheye düşen, önceki yakini üzere amel etmelidir. Çünkü şüphe yakini gidermez ve onu bozmaz. Yalan yere şahitlik yapmayın. Şarap içilen sofrada oturmayın. Çünkü insan ne zaman alınıp götürüleceğini (öleceğini) bilmez.

                Yemeğe oturduğunuzda köleler gibi oturun, yerde (oturarak) yiyin; bacak bacak üzerine atmayın ve bağdaş kurup oturmayın; çünkü böyle oturmak ALLAH'ın sevmediği bir oturuştur ve böyle oturana ALLAH gazap eder. Peygamberlerin akşam yemeği yatsı (namazın)dan sonra idi. Akşam yemeğini terketmeyin. Çünkü onu terketmek bedeni çökertir.

                Bedenin ateşi, ölümün öncüsü ve ALLAH'ın yeryüzündeki zindanıdır. ALLAH-u Teâla kullarından istediği kimseyi onda mahpus eder. Ateş, devenin hörgücünden tüylerin dökülmesi gibi günahları döker. Yara ve ateşten başka bütün hastalıklar, bedenin dahilindedir, ama bunlar bedenin zahirinde olurlar. Bedendeki ateşi menekşe ve soğuk suyla düşürün. Çünkü bu ateşin sıcaklığı cehennemin sıcaklığındandır.

                Müslüman bir kimse, hastalığı sıhhatine galip olmadıkça ilaç kullanmamalıdır.

                Dua, kesinleşen kaza ve kaderi geri çevirir. Öyleyse onu hazırlayın ve okuyun. Temizlendikten sonra alınan abdestin on hasenesi vardır; öyleyse kendinizi temizleyin. Tembellikten kaçının. Çünkü tembellik eden kimse ALLAH'ın hakkını edâ edemez. Bedenin pis kokusunu, suyla temizleyin.

                Kendinizi kontrol edin; Temizliği riayet etmediği için birlikte oturduğu kimsenin rahatsızlığına sebep olan kulu, ALLAH sevmez. Namazda sakalınızla ve sizi oyalayan herhangi bir işle uğraşmayın.

                Başka bir işle meşgul olmadan önce, hayır iş yapmaya koşun. Müminin nefsi kendi tarafından meşakkattedir, (fakat) başkaları ondan rahattırlar. Sözlerinizin çoğu ALLAH'ın zikri olmalıdır.

                Günahtan sakının. Çünkü kul günah işler ve rızık ondan kesilir. Hastalarınızı sadakayla tedavi edin. Mallarınızı zekât vermekle koruyun. Namaz, her takvalının (ALLAH'a) yaklaşma vesilesidir. Hac her güçsüzün cihadıdır. Eşine iyi davranmak, kadının cihadıdır. Fakirlik en büyük ölümdür.[22] Aile azlığı, iki kolaylıktan biridir. Takdir (ölçülü davranmak), geçimin yarısıdır. Üzüntü, ihtiyarlığın yarısıdır. İktisatlı (orta halli) davranan kimse, fakir olmaz. İstişare eden, helak olmaz. Şerefli ve dindar kimselerden başkasına ihsan etmek uygun değildir. Her şeyin meyvesi vardır, hayır işin meyvesi ise onu çabuklaştırmaktır.

                Mükâfata yakini olan, cömertçe bağışta bulunur. Musibet vakti bacaklarına vuranın, mükâfatı hiç olup gider. Müminin en iyi ameli, fereci (kurtuluşu) beklemektir. Ana babayı üzen, onlara asilik yapmıştır. Rızkı sadakayla indirin.

                Çeşitli belaları, duayla defedin. Bela inmeden önce, duaya sarılın. Taneyi (tohumu) yaran ve insanları yaratan ALLAH'a andolsun ki, belanın Mümine saldırısı, selin tepenin yukarısından aşağıya dökülmesinden ve beygirin koşuşundan daha süratlidir.

                Belaların zorluğundan kurtulmayı ALLAH'tan dileyin. Çünkü belanın çetinliği dini yok eder. Mutlu kimse, başkalarının başına gelenlerden ibret alan kimsedir.

                Riyazetle, güzel ahlakı kendinize kabullendirin. Çünkü Mümin bir kul, güzel ahlakıyla, gündüzleri oruç tutan ve geceleri namaz kılan kimse derecesine erişir.

                Bilerek şarap içen kimse bağışlanmış olsa bile, ALLAH-u Teâla cehennem ehlinin bedenlerinden akan sarı suyu ona içirir. Günah işlemek için adanan adak geçersizdir. Akrabalık ilişkisini kesmek için edilen yemin geçersizdir. Amelsiz dua eden, yaysız ok atan kimseye benzer. Kadın, sadece kendi kocası için güzel koku sürmelidir. Malını savunma yolunda ölen, şehittir. Aldatılan, ne övülür ve ne de görüşü alınır.

                Evladın babasının, kadının da kocasının izni olmaksızın yemin etmeleri geçersizdir.

                ALLAH'ı zikir etmeden akşama dek konuşmayı terketmek, (samt orucu tutmak) doğru değildir. Hicretten sonra taarrub (küfür vatanına dönmek) caiz değildir. Mekke fethinden sonra hicret etmek, farz değildir.

                ALLAH katında olanı talep edin; çünkü ALLAH katında olan şey, sizi halkın elinde olan şeyden ihtiyaçsız kılar. ALLAH-u Teâla, mesleğinde güvenilir olan kimseyi sever. ALLAH indinde, namazdan daha sevimli bir iş yoktur. Sakın dünyevi işler, sizi namazı vaktinde eda etmekten alıkoymasın.

                ALLAH-u Teâla, namazı vaktinde edâ etmeye itina göstermeyenleri kınayıp şöyle buyurmuştur: "Vay o namaz kılanların haline ki, namazlarından gafildirler."[23]

                Biliniz ki, düşmanlarınızın salihleri riyakârdırlar; Çünkü ALLAH-u Teâla onları (ihlasla amel yapmaya) muvaffak kılmaz ve rızası için yapılmayan hiç bir ameli de kabul etmez.

                İyilik eskimediği gibi günah da (kötülük de) unutulmaz. "Şüphe yok ki, ALLAH-u Teâla sakınanlar ve iyilik edenlerle beraberdir."[24]

                Mümin, kardeşini ayıplamaz; ona hıyanet etmez; ona iftirada bulunmaz; (zorluklarda) yalnız bırakarak yardımını kesmez ve ondan teberri etmez (uzaklaşmaz). Kardeşinin mazeretini kabul et, mazereti olmadığı takdirde ona bir mazeret bul.[25]

                Dağları yerinden söküp atmak, süresi gelmemiş saltanatı yerinden söküp atmaktan daha kolaydır. "ALLAH'tan yardım isteyin; sabredin. Şüphe yok ki yeryüzü ALLAH'ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı kılar ve sonuç (zafer) sakınanlarındır."[26]

                Vakti gelmeden önce bir işe başlamakta acele etmeyin, sonunda pişman olursunuz. Vakit (ömür) uzun görünmesin size, yoksa kalbiniz sertleşir. Güçsüzlerinize rahmedin ve ALLAH-u Teâla'dan rahmet dileyin.

                Gıybetten sakının; müslüman, kardeşinin gıybetini etmez; ALLAH-u Teâla gıybet etmeyi nehyetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bazınız, bazınızın gıyabında kötülüğünü söylemesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz."[27]

                Mümin namazda elini bağlamamalıdır... Ayakta iken su içmeyin. Zira insanı çaresiz bir derde düşürür; ancak ALLAH şifa vermiş olması hariç. Namaz halinde üzerinizde bir böcek gördüğünüzde onu toprağa gömün veya namaz bitene kadar elbisenizde tutun. (Yani namazda onu öldürmeyin.)

                Haddinden fazla kıbleden yüzü çevirmek, namazı bozar; böyle yapan bir kimsenin ezan, ikaamet ve iftifah tekbiri ile yeniden namaza başlaması gerekir.

                Kim güneş doğmadan önce, on defa İhlâs ve Kadir surelerini, on defa da Ayet-el Kürsi'yi okursa, malını korktuğu şeyden korumuş olur. Ve kim İhlâs ve Kadir surelerini güneş doğmadan önce okursa, şeytan onu günaha düşürmek için çaba gösterse dahi günaha düşmez. Borcun sizi yenmesinden ALLAH'a sığının.

                Ehl-i Beyt, Nuh'un gemisine benzer; o gemiden geri kalan helak olur.

                Elbiseyi (yerlere sürünen kısmını) katlamak namaz için temizliktir. ALLAH-u Teâla buyurmuştur ki: "Elbiselerini temizle."[28] Yani (temiz kalması için) çemre. Bal yalamak şifadır. ALLAH-u Teâla buyurmuştur ki: "O arıların karınlarından çeşitli renkte ballar çıkar, onlarda insanlar için şifa vardır." [29]

                Yemeye tuzla başlayın, tuzla da bitirin. Eğer insanlar tuzda olan yararı bilselerdi, onu panzehirden daha çok değer verirlerdi. Kim yemeğe tuzla başlarsa, ALLAH-u Teâla kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği yetmiş belayı ondan uzaklaştırır.

                Her ayın üç günü, oruç tutun. Zira böyle bir amel, ömür boyu oruç tutmayla eşittir. Biz ayın ilk ve son perşembe günlerini ve bunların arasındaki çarşamba gününü oruç tutarız. ALLAH-u Teâla cehennemi çarşamba günü yaratmıştır; öyleyse ondan ALLAH'a sığının.

                Bir ihtiyacı olan, perşembe günü sabah erken onun peşine gitmelidir. Çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih şöyle dua etmiştir: "ALLAH'ım! Perşembe gününün sabahını ümmetim için mübarek kıl."

                Biriniz evinden çıktığında: "İnne fî halk'is semavati vel arzi vehtilafil leyli ven nehar" ayetinden "İnneke la tuhlif-ul mîad" ayetine kadar[30] ve Ayet-el Kürsi'yi, Kadir ve Hamd surelerini okumalıdır; çünkü bunları okuması ihtiyaçlarının karşılanmasına sebep olur.

                Kalın dokunmuş elbise giyin. Çünkü elbisesi ince olanın, imanı zayıf olur. (Bu tür elbise insanın vücudunu göstermesi gönünden iffete aykırıdır.) Namaza durduğunuzda bedeni gösteren elbise giymeyin.

                ALLAH'a tövbe edin. O'nun muhabbetine girin. Zira ALLAH-u Teâla tövbe eden ve temiz olan kimseleri sever. Mümin, ALLAH'a dönen ve çok tövbe eden kimsedir.

                Mümin kardeşine öf dediğinde, onların arasındaki (kardeşlik bağı) kesilir. Yine ona sen kâfirsin dediğinde, onlardan biri kâfir olur. (Elbette maksat zahiri küfür değildir.)

                Müminin kardeşine iftira etmesi, ona yakışmaz; iftira ederse tuzun suda erimesi gibi aralarındaki iman da erir. (Yani iftira edenin imanı erir.)

                Tövbe kapısı, tövbe etmek isteyen kimse için açıktır. Öyleyse, ALLAH'a Tövbe-i Nasuh (halis olarak günahı tekrarlamamak düşüncesiyle tövbe) edin; umulur ki Rabbiniz kötü amellerinizi bağışlar.

                Bir anlaşma yaptığınızda anlaşmanıza bağlı kalın. Çünkü hiç bir kavimden, hiç bir nimet ve bolluk günaha düşmedikçe alınmamıştır. ALLAH-u Teâla kulları hakkında zulmedici değildir. Eğer bela inmeden önce duada bulunurlarsa, nimetleri ellerinden çıkmaz. Eğer bela indikten veya nimet elden çıktıktan sonra samimi olarak ALLAH'a yönelirlerse, gevşeklik ve israfta da bulunmazlarsa, ALLAH-u Teâla onların bütün kötülüklerini ıslah eder ve elden çıkmış tüm nimetlerini de kendilerine geri çevirir.

                Müslüman sıkıntıya düştüğünde Rabbinden şikayet etmemelidir; ama (sıkıntılardan) dolayı O'na şikayet etmelidir. Çünkü bütün işlerin anahtarı, yerdeki ve gökteki ve bunların arasındaki bütün şeylerin tedbiri O'nun elindedir. O büyük arşın Rabbidir ve bütün hamdlar alemlerin Rabbi olan ALLAH'a mahsustur. İnsan uykudan kalkıp oturduğunda ayağa kalkmadan önce şöyle demelidir: "Hasbiye'r Rabbu minel ibad, Hasbî Huve hasbî ve ni'mel vekîl."[31]

                Herhangi biriniz, gece yarısı uykudan kalktığında göğün etrafına bakıp: "İnne fî halk'is semavati ve'l-arzi vehtilafil leyli venne-har" ayetinden "inneke la tuhlif'ul mîad" ayetine kadar okumalıdır.[32]

                Zemzem kuyusunun suyundan içmek, hastalığı giderir. Öyleyse Hacer-ül Esved taşının önünde o sudan için. Dört nehir (çok bereketli ve yararlı olduklarından dolayı sanki) cennet nehirlerindendir: Fırat, Nil, Seyhan ve Ceyhan.

                Müslüman bir kimse hükmüne güvenmediği ve toplumda ALLAH'ın emrini icra etmeyen bir kimsenin emri altında cihada gitmemelidir. Gidip ölürse, hakkımızı gasp ve kanımızı dökmekte düşmanımıza yardımda bulunmuştur; ölümü de cahiliye ölümüdür.

                Biz Ehl-i Beyt'i anmak, pisliğe, hastalıklara, şüphe ve günah vesvesesine şifadır ve bizim sevgimiz ALLAH'ın rızasıdır. Emirlerimizi dinleyen, yolumuza koyulan ve yolumuzu kabullenen kimseler, yarın Firdevs cennetinde bizimle beraber olacaklardır. Bizim hükümetimizi bekleyen, ALLAH yolunda kendi kanına boyanan kimse gibidir.

                Kim bizi bir savaşta görür ve yardım dileme feryadımızı duyar da yardımımıza koşmazsa, ALLAH-u Teâla onu yüzü üstü cehenneme atar. İnsanların yeniden dirilip yolların daraldığı zamanda (kıyamet günü), cennetin kapısı biziz. Biz Hıtta (mağfiret) kapısıyız; o kapı selamet ve kurtuluş kapısıdır; o kapıdan giren kurtuluşa erer; ondan geri kalan ise helak olur.[33]

                ALLAH-u Teâla bizimle (insanların yaratılışını) başlatmıştır; bizimle sona erdirecektir.[34] Bizimle istediği şeyi yok eder; bizimle zamanın zorluklarını uzaklaştırır ve bizim vesilemizle yağmur yağdırır. Sakın aldatıcı şeytan sizi aldatmasın. Eğer Kaim'imiz (Hz. Mehdi) kıyam ederse, gök yağmurunu yağdıracak; yeryüzü otlarını bitirecek; kulların kalbinden düşmanlık silinecek; evcil ve yırtıcı hayvanlar birbirleriyle uzlaşacaktır, kaynaşacaktır; öyle ki, bir kadın başında sepet, Irak ile Şam arasında gidip geldiğinde, ayağını yeşillikten başka bir şeyin üzerine basmayacaktır; hiç bir yırtıcı hayvan onu ürkütüp korkutmayacaktır. Eğer düşmanlar arasında kalmanın ve duyduğunuz incitici sözlere karşı sabretmenin mükâfatını bilseydiniz, gözleriniz ışıklanırdı.

                Eğer beni kaybederseniz, benden sonra karşılaşacağınız zulüm, tecavüz, ayrım, ilahi haklara itinasızlık ve can korkusu gibi (tatsız) olaylardan dolayı ölümü arzulayacaksınız. İşte böyle bir zamanda hep birlikte ALLAH'ın ipine (Kur'an'a) sarılın ve tefrikaya düşmeyin; sabra, namaza ve takıyeye sarılın. Bilin ki, ALLAH-u Teâla kullarının (söz ve amellerinde) çeşitli renklere girmelerini sevmez.

                Haktan ve hak ehlinden ayrılmayın. Başkasını bizim yerimize seçen kimse, helak olur, dünyasını kaybeder ve günahkâr olduğu halde bu dünyadan ayrılır.

                Evinize girdiğinizde evdekilere selam verin; evde kimse olmadığında ise "Esselamu aleyna min Rabbina" deyin.[35] Evinize girdiğinizde "Kul huvellahu ehad" suresini okuyun. Çünkü onu okumak fakirliği giderir.

                Çocuklarınıza namaz öğretin; sekiz yaşına girdiklerinde namaz kılmadıkları takdirde bu işten dolayı onları sorgulayın.

                Köpeklerden uzak durun; her kimin elbisesine kuru olarak köpek dokunursa elbisenin üzerine su serpsin; eğer yaş ise elbiseyi yıkasın.

                Bizden tefsirini anlamadığınız bir hadis duyduğunuzda onu bize bırakın ve durun (kendi görüşünüzü söylemeğe yeltenmeyin); hak aşikâr olduğunda da teslim olun; aceleci ve sırrı ifşa eden olmayın; aşırı gidenler (gulüv ehli), bize dönmelidirler; geri kalanlar (Ehl-i Beyt'in makamını olduğundan aşağı bilenler) da bize ulaşmalıdırlar.

                Bize sarılan, bize ulaşır; bizi terkeden de helak olur. Emrimize uyan, bizimle olur; yolumuzdan gitmeyen ise ezilir.

                Dostlarımız için ALLAH'ın indinden fevç fevç rahmet akınları vardır; düşmanlarımız için de ALLAH indinden fevç fevç gazap vardır. Yolumuz orta yoldur; emrimiz ise hidayettir.

                Beş şeyde şüphe caiz değildir (onlarda şüpheye düşülürse namaz bozulur): Vitir namazı (gece namazındaki son bir rekat), kıraatın (Fatiha ve surenin) farz olduğu her farz namazın birinci ve ikinci rekatları, sabah namazı, akşam namazı, seferi olsa bile bütün iki rekatlı farz namazlar.

                Akıllı adam, temiz olmadıkça Kur'an okumaz. Namazda okuduğunuz surenin, rüku ve secde hakkını verin. (Namazda sure okunduktan sonra rüku ve secdeye gitmek o surenin hakkıdır. Bir rekatta bir sureden fazla okunmamalıdır, ama nafile namazlarında bir rekatta iki sure okumak caizdir.)

                Erkek, namazda gömleğini (kılıç hamaili gibi) kendisine sarmamalıdır. Çünkü bu, Lut kavminin yaptığı bir ameldir. Erkek, iki tarafını boynuna düğümleyerek veya düğmeleri kapatılmış kalın bir elbiseyle namaz kılabilir.

                İnsan, resim ve resimli olan bir serginin üzerine secde etmemelidir. Ama resim ayağının altında kalır veya üzerine onu örtebilecek herhangi bir şey atarsa, caizdir. Kişi namaz halinde resimli olan parayı elbisesine bağlamamalı (ve onunla namaz kılmamalıdır). Ama para bir kesede veya dış elbisede olursa caizdir.[36]

                İnsan buğday ve arpa yığınının veya yiyilecek herhangi bir şeyin ve ekmeğin üzerine secde etmemelidir.

                Herhangi biriniz helaya gitmek istediğinde şöyle demelidir: "Bismillah ALLAHumme emit anni'l eza ve eiznî mineş-şeytanirracîm."[37] Oturduğunda da şöyle demelidir. "ALLAHumme kema et'amtenîhi tayyiben ve sevveğtenîhi fekfinîh."[38] Temizlendikten sonra da şöyle demelidir: "ALLAHumm'er-zukni'l helal ve cennibni'l haram."[39] Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: ALLAH-u Teâla her kulu için meleklerden bir vekil kılmıştır; kazay-ı hacet yaptığında bu melek onun kendi hadesine bakması için boynunu aşağı doğru eğer, bu anda kulun ALLAH'tan helal mal istemesi yerinde olur. Melek (o anda insana) şöyle der: "Ey insan oğlu, işte senin heveslenip arzu ettiğin şey budur, nereden aldığına ve şu anda ne hale geldiğine bir bak."

                İnsan, abdest alırken elini suya sokmadan (elini yıkamadan) önce şu duayı okumalıdır: "Bismillah, ALLAHummec'alnî minet tevvabîn vec'alnî minel mutatahhirîn."[40] Abdest aldıktan sonra da şöyle demelidir: "Eşhedu en la ilahe illALLAH vahdehu la şerike leh ve enne MUHAMMED'en abduhu ve Resûluh, salla'llahu aleyhi ve alihi ve sellem."[41] Bu durumda mağfirete müstahak olur. Kim namazın hakkını bilerek kılarsa, ALLAH-u Teâla onu bağışlar.

                Kişi nafileyi (müstahap namazı) farz namazın vaktinde kılmamalıdır; özrü olmaksızın da onu terketmemelidir. (Mazeretten dolayı kılmamışsa) mümkün olduğu zaman onu kaza etmelidir. Zira ALLAH-u Teâla (namaz kılanların vasfında) şöyle buyuruyor: "Öyle namaz kılanlar ki, namazlarını daima kılarlar."[42] Bunlar, gecenin kaza olan nafilelerini gündüz, gündüzün de kaza olan nafilelerini gece kılan kimselerdir. (yani nafileleri asla ihmal etmeyen kimselerdir)

                Farz namazın vaktinde nafilenin kazasını kılmayın. Önce farzı kılın, daha sonra dilediğiniz namazı.

                Mekke ve Medine hareminde kılınan namaz bin namaza eşittir. Hac yolunda harcanan bir dirhem (başka yerde harcanan) bin dirheme eşittir. İnsan namazında huşu içinde olmalıdır; huşu içinde olan kimse ise namazda bir şeyle oynamaz.

                İki rekatlı olan her namazın kunutu (cuma namazı hariç) ikinci rekatin rükuundan öncedir. Cuma namazında iki kunut vardır; biri ilk rekatin rükuundan öncedir; diğeri ise ikinci rekatın rükuundan sonradır.

                Cuma namazının ilk rekatında Fatiha'dan sonra Cuma suresi, ikinci rekatında ise Münafikun suresi okunmalıdır. Secdelerden sonra bedeniniz sakin olacak şekilde (birazcık) oturun; daha sonra ayağa kalkın; işte bizim amelimiz böyledir.

                Sizden biriniz Tekbiret-ul İhram dediğinde ellerini göğsünün hizasına kadar kaldırsın; ALLAH'ın huzurunda durduğunda en azından farz miktarına riayet etsin; düz dursun ve eğilmesin; namazdan sonra, dua ederken elini göğe doğru kaldırıp düz tutsun.[43]

                İbn-i Seba: "Ey Emir-el Müminin, ALLAH her yerde yok mu?" diye sorduğunda İmam Ali aleyhi'sselâm: "Evet ALLAH her yerde vardır." buyurdular. İbn-i Seba: "Öyleyse neden elimizi göğe doğru kaldıralım?" dedi. İmam Ali aleyhi'sselâm buyurdular ki: "Yazıklar olsun sana; bu ayeti hiç okumuyor musun? "Rızkınız ve size sözü verilen şey göktedir."[44] Öyleyse rızkı, ALLAH'ın Vaat ettiği üzere gökte olduğu halde, gökten talep etmeyip de nereden talep edelim?

                Hiç bir insanın, ALLAH'tan cenneti istemedikçe, cehennemden O'na sığınmadıkça ve Hur-ul ayn'la evlenmeyi O'ndan talep etmedikçe, namazı kabul olmaz.[45] Namaza durduğunuzda vedalaşanın namazı (son namaz) gibi kılın. Tebessüm, namazı bozmaz; ama kahkaha bozar.

                Uyku kalbe musallat olursa, abdestin yenilenmesi gerekir. Eğer namazda iken uykudan gözlerin açılmazsa, namazı boz ve uyu. Çünkü sen (artık ne söylediğini) bilmiyorsun; kendi zararına dua da edebilirsin.

                Kim, kalbiyle bizi sever, diliyle bize yardımda bulunur ve eliyle bizim yanımızda savaşırsa, cennette bizimle aynı derecede olur. Kim, bizi kalbiyle sever, ama diliyle bize yardım etmez ve eliyle bizim yanımızda savaşmazsa, o bir derece aşağıda olur. Kim, bizi kalbiyle sever, ama eli ve diliyle yardımda bulunmazsa, cennette bizimle beraber olur.[46]

                Kim, kalbinde bize düşmanlık besler, dili ve eliyle de aleyhimizde olursa, cehennem ateşinin en aşağı tabakasında olur. Kim, kalbinde bize karşı düşmanlık besler, diliyle muhalefet eder ama eliyle aleyhimizde bulunmazsa önceki tabakadan bir derece yüksekte olur. Kim, kalbinde bize düşmanlık besler, ama dili ve eliyle aleyhimizde olmazsa, o da ateşte olur. Cennet ehli, insanın gökte yıldızları seyrettiği gibi, cennette şiâmızın bulundukları makamları seyrederler.

                Tesbih (Yusebbihu veya Sebbehe) ile başlayan sureleri okuduğunuzda "Subhane Rabbiyel a'la"[47] deyiniz. "İnnellahe ve me-laiketehu yusellûne alen nebiy"[48] ayetini okuduğunuzda Pey-gamber'e çok salavat gönderin; (ister) namazda olsun, ister namazın dışında.

                Bedende gözden daha az şükreden bir uzuv yoktur; öyleyse isteklerini kabul etmeyin; zira sizi ALLAH'ın zikrinden alıkor.

                Tin suresini okuduğunuzda, sonunda "Ve nahnu ala zalike min'eş şahidin"[49] deyiniz. "Kûlû amenna billah"[50] ayetini okuduğunuzda "Amenna billah" (ALLAH'a iman ettik) deyin ve "Ve nahnu lehu muslimûn" ayetine kadar okuyun. İnsan farz namazın son teşehhüdünde "Eşhedu en la ilahe illALLAH vahdehu la şerike leh ve enne MUHAMMED'en abduhu ve rasûluhu ve enne's saate atiyetun la reybe fiha ve ennellahe yeb'asu men fil kubûr"[51] okuduktan sonra kendisinden abdesti batıl edecek bir şey çıkarsa, namazı tamamdır; yenilemesi gerekmez.[52]

                ALLAH'a, namaz için (camiye) yaya gitmek kadar daha ağır bir ibadet yapılmamıştır.[53]

                Hayrı, su yolunda gidip gelen develerin boynunda ve tırnaklarında arayın.[54] Nebiz'e (acılığını gidermek için içerisine hurma veya kuru üzüm dökülen su) nebiz-i sikaye (hacılara verilen su) denilmesinin sebebi şudur: Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'e Taif'ten kuru üzüm getirdiklerinde Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih zemzem suyunun acılığını gidermek için o üzümün, zemzem suyuna dökülmesini emretti.[55] Eğer bir müddet kalırsa onu içmeyin.

                Kişi çıplak olduğunda şeytan ona bakıp tamah eder; öyleyse kendinizi örtün. Kişinin elbisesini dizlerinden yukarıya toplayarak halkın önünde oturması doğru değildir. Kim kokusu diğerlerine eziyet eden bir şey yerse camiye yaklaşmamalıdır. İnsan namazın secdesinde sırtını yüksek tutmalıdır.

                Sizden birisi, gusül etmek istediğinde önce ellerini dirseğe kadar yıkasın. Yalnız olarak namaz kıldığında, kıraat, tekbir ve tesbihin sesini kendine işittir. Namaz kılıp bitirdiğinde yüzünü sağ tarafa çevir.

                Dünyadan takva azığı toplayın. Çünkü takva, dünyadan topladığınız en iyi azıktır. Kim, üç gün hastalığını halktan gizleyip ALLAH'a (o acıdan dolayı) yakarırsa ALLAH'ın, ona şifa vermesini hakeder. Kulun, ALLAH'tan en uzak olduğu hal, bütün kaygısının karnı ve tenasül organı olduğu zamanki halidir.

                İnsan, dininin tehlikeye düşeceğinden korktuğu bir yolculuğa çıkmamalıdır.

                Duada dört şeye dikkat et: Peygamber'e ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirmeye, cenneti ALLAH'tan istemeye, cehennemden O'na sığınmaya, hur-ul ayn'ı O'ndan dilemeye.

                Kişi namazını kılıp bitirdikten sonra, Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'e salavat getirmeli; cenneti ALLAH'tan dilemeli; ateşten O'na sığınmalı, hur-ul ayn'la (cennet kızıyla) evlenmeyi O'ndan istemelidir. Çünkü kim Peygamber'e salavat getirmezse, duası geri döner. Kim cenneti ALLAH'tan dilerse, cennet onu duyup şöyle der: ALLAH'ım, kulunun dilediği şeyi ona bağışla. Kim cehennemden ALLAH'a sığınırsa, cehennem şöyle der: ALLAH'ım, kulunun senden güvence istediği şeyde, ona güvence ver. Kim hur-ul ayn'ı ALLAH'tan dilerse, hur-ul ayn onu duyup şöyle der: ALLAH'ım kuluna istediği şeyi ver.

                Tağanni (şarkı), şeytanın cennete olan ağıtıdır. Sizden biri, uyumak istediğinde sağ elini, sağ yanağının altına koyup şöyle desin: "Bismillahi veza'tu cenbî lillahi ala milleti İbrahim'e ve dîni MUHAMMED'in ve vilayeti men-ifterazALLAHu tâa-tehu, ma şâellahu kane ve ma lem yeşe' lem yekun."[56]

                Kim, uyuduğu vakit bu duayı okursa, yağmacı hırsızdan ve enkaz altında kalmaktan korunur ve melekler uykudan kalkana dek ona mağfiret dilerler.

                Kim yatağa girdiğinde "İhlas" suresini okursa, ALLAH-u Teâla elli bin meleği, gece onu korumak için görevlendirir.

                Sizden yatmak isteyen bir şahıs şu duayı okumadan yatağa uzanmasın: "Uizu nefsî ve ehlî ve dinî ve malî ve vuldî ve havatîme amelî ve [ma] havvelenî Rabbî ve razekanî bi izze-tillahi ve azametillahi ve ceberûtillahi ve sultanillahi ve rah-metillahi ve râ'fetillahi ve gufranillahi ve kuvvetillahi ve kud-retillahi vela ilahe illellahu ve erkanillahi ve sun'illahi ve cem'-illahi ve bi rasulillahi salla'llâhu aleyhi ve alih ve bi kudretihi ala ma yeşau min şerri-s sâmmeti vel hâmmeti ve min şerril cinni vel insi ve min şerri ma zeraa fil erzi vema yahrucu minha ve min şerri ma yenzilu mines semâi vema ya'rucu fîha ve min şerri kulli dabbetin ente ahizun bi nasiyetiha. İnne Rabbî ala siratin mustakîm ve huve ala kulli şey'in kadir vela havle vela kuvvete illa billah."[57]

                Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih Hasan ve Hüseyn'in korunması için bu duayı okurdu ve bize de bu duayı okumayı emretti.

                Biz, ALLAH'ın dininin hazinedarları ve ilim kandilleriyiz. Bizden bir kandil söndüğünde, diğer kandil yanar. Bize uyan sapmaz. Bizi inkâr eden, doğru yolu bulmaz. Bize karşı düşmanımıza yardımda bulunan da kurtuluşa eremez.

                Bizi yalnız bırakana yardım edilmez. Zevale uğrayacak olan dünya metaı (malı) tamahıyla, bizi bırakmayın. Kim, dünyayı bize tercih ederse, yarın üzüntüsü çok olur. İşte ALLAH-u Teâla'nın: "(Farkına varmadığınız bir sırada size ansızın azap gelmeden) ve nefsin: "ALLAH hakkında kusur edişimden dolayı vah bana. Hakikaten ben alay edenlerdendim" demesinden önce (Rab-binizden size indirilenin en güzeline uyun)."[58] buyruğunun anlamı budur.

                Çocuklarınızı yıkayarak tenin kötü kokusunu temizleyin. Çünkü şeytan ondaki kötü kokusunu alırken çocuk uykuda korkar; ameli yazan iki kâtip de ondan eziyet görürler.

                Kadınlara ilk bakış (farkında olmadan gözün çarpması), serbesttir. Ama o bakışı sürdürmeyin ve fitneden kaçının. Şaraba alışkın bir kimse, puta tapıyormuş gibi ALLAH azze ve celle'yi (ölüm vakti) mülakat eder. Hicr ibn-i Adiy: "Ya Emir-el Mü'-minin şaraba alışkın kimdir?" dediğinde, "Bulduğu vakit onu içen kimsedir." buyurdu.

                Kim, sarhoş edici bir şey içerse, kırk gece namazı kabul olmaz.

                Kim, bir Müslüman'a haysiyetini zedelemek kastıyla bir söz söylerse, dediği sözden kendisini kurtaracak bir delil (bir mazeret) gösterene dek ALLAH-u Teâla onu, cehennem ehlinin bedenlerinden çıkan irininin içerisinde hapseder.

                İki erkek veya iki kadın bir örtünün altında uyumamalıdırlar; uyurlarsa onlara tazir (hakimin uygun gördüğü şer'i ceza) uygulanmalıdır.

                Kabak yiyin; çünkü kabak insanın akıl gücünü çoğaltır; Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih de ondan hoşlanıyordu. Yemekten önce ve sonra turunç yiyin. Zira Âl-i MUHAMMED salla'llâhu aleyhi ve alih onu yiyorlardı.

                Armut kalbi aydınlatır ve ALLAH'ın izniyle onun ağrılarını durdurur.

                İnsan, namaza kalktığında, şeytan ALLAH'ın rahmetinin onu sardığını gördüğünden dolayı hasetle ona bakar.

                İşlerin en kötüsü, yeni çıkan bid'atlardır. İşlerin en hayırlısı ALLAH rızası için olanlardır. Dünyaya tapanın ve onu ahirete tercih edenin akıbeti vahim olur.

                Eğer namaz kılan insan, (baştan aşağıya) kendisini kuşatmış olan ALLAH'ın rahmetinden haberdar olsaydı, namazı bitirmez ve başını secdeden kaldırmak istemezdi.

                Hayır ameli ertelemekten sakının; mümkün olduğu kadar onu yapmakta acele edin. Mukadder olan rızk, güçsüz de olsanız, size ulaşacaktır. Mukadder olan ziyanı, tedbir almakla da geri çeviremezsiniz. İyiliği emredin, kötülükten sakındırın.

                İnsan ayağını üzengiye koyduğunda şu ayeti okumalıdır: "Subhanellezi sehhara lena haza vema kunna lehu mukrinin ve inna ila rabbina le munkalibûn."[59]

                Yolculuğa çıkmak istediğinizde şöyle deyin: "ALLAHumme ente's sahibu fis sefer vel hamilu ala'z zahri vel halifetu fil ehli vel mali vel veled."[60]

                Konakladığınızda şöyle deyin: "ALLAHumme enzilna munzelen mubareken ve ente hayr-ul munzilîn."[61]

                Bir iş için pazara gittiğinizde de şöyle deyin: "Eşhedu enla ilahe illellah, vahdehu la şerîke leh ve enne MUHAMMEDen abduhu ve rasûluh salla'llâhu aleyhi ve alih. ALLAHumme innî eûzu bike min safkatin hâsiretin ve yemînin fâciretin ve eûzu bike min bevâr-il eyyim."[62]

                İkindi namazını kıldıktan sonra (camide oturup) akşam namazının vaktini bekleyen kimse ALLAH'ın ziyaretçisidir; ALLAH ise ziyaretçisine ikramda bulunur ve istediği şeyi ona bağışlar.

                Hac veya Umre için ALLAH'ın evinin ziyaretine giden, ALLAH'ın misafiridir; ALLAH kendi misafirine ikramda bulunur ve mağfiretiyle ona ihsan eder.

                Kim iyiden kötüyü ayırt edemeyen bir çocuğa sarhoş edici bir şey içirirse, ALLAH-u Teâla onu, yaptığı işten kurtaracak bir mazeret getirene dek cehennem ehlinin bedenlerinden çıkan irin içerisinde hapseder.

                Sadaka, büyük bir siperdir; Mümin için cehennem ateşinden koruyan bir engel, kâfir için ise malının zayi olmasını önleyecek bir koruyucudur. Onun bedeli hemencecik kâfire verildiği gibi bedeni hastalıkları da giderilir, ama ahirette onun için hiç bir pay yoktur.

                Cehennem ehlini yüz üstü cehenneme düşüren dil olduğu gibi, kabir ehlini nura layık kılan da yine dildir. Öyleyse dilinizi koruyun ve onu ALLAH'ın zikriyle meşgul edin.

                Heykel yapan, kıyamet günü yaptığı işten sorumludur. Bir kimse çerçöp ve dikeni sizden uzaklaştırırsa (bulunduğunuz yeri temizlerse) şöyle deyin: "ALLAH-u Teâla sevmediğin şeyi senden uzaklaştırsın."

                Bir adam, hamamdan çıktığında (Müslüman) kardeşi ona: "Sıhhatler olsun" demelidir; onun da cevabında: "ALLAH sana huzur versin" demesi gerekir.

                Eğer bir kimse birine: "ALLAH'ın selamı sana olsun" derse, o da cevabında: "Sana da ALLAH'ın selamı olsun ve yerin cennet olsun" demelidir.

                Önce meth, sonra rica (olunur). İlk önce ALLAH'a hamd-u senâ edin; sonra ihtiyaçlarınızı isteyin. Talep etmeden önce meth-u senâda bulunun.

                Ey dua eden (şahıs), olmayacak ve haram olan bir şeyi (ALLAH'tan) isteme.

                Bir kimseye, yeni doğan erkek çocuğundan dolayı tebrikte bulunmak istediğinizde şöyle deyin: "ALLAH-u Teâla bu bağışı mübarek etsin. Onu kemale eriştirsin ve hayrını sana nasip etsin."

                Sizden biri, Mekke'den geldiğinde gözlerinden ve Resu-lullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in öpmüş olduğu Hacer-ül Esved taşını öptüğü ağzından, secde yerlerinden ve alnından öpün. Hacdan geleni tebrik ettiğinizde şöyle deyin: "ALLAH-u Teâla ibadetlerini kabul etsin; sa'yına (çabalarına) karşılık versin; yaptığın masrafın yerini doldursun; bunu en son haccın kılmasın."

                Alçak kimselerden korkun. Çünkü onlar ALLAH'tan korkmazlar.

                ALLAH-u Teâla (yeryüzüne) bakıp bizi seçti, bizim için de şiamızı seçti; onlar bize yardım ederler; sevincimizle sevinirler; üzüntümüzle üzülürler; mal ve canlarını bizim yolumuzda feda ederler; onlar bizdendir; dönüşleri de bizedir. Şiamızdan birisi yasakladığımız bir işi yaptığı takdirde kesinlikle ölmeden önce, günahlarının temizlenmesi ve günahsız olarak ALLAH'ın huzuruna çıkması için malında, evladında veya canında bir belaya duçar olur. Eğer günahlarından bir miktar kalırsa, ölüm anında ölüm ona zorlaştırılır ve böylece günahı tamamıyla temizlenmiş olur. Taraftarlarımızdan ölen (kendi eceliyle de ölse) sıddık ve şehittir. Çünkü o, ALLAH ve Resulüne iman etmiş olduğu halde ALLAH'ın rızası için, velayetimize inanmış, bizim için sevip bizim için nefret etmiştir.

                Her kim sırlarımızı ifşa ederse, ALLAH-u Teâla ona demirin şiddetli azabını tattırır (yani kılıçla katledilir).

                Yeni doğan çocuklarınızı yedinci günü sünnet edin; soğuk ve sıcak sizi bu işten alıkoymasın. Çünkü bu amel bedenin temizliğine sebep olur. Şüphesiz yeryüzü sünnet edilmemiş kimsenin idrarından ALLAH'a feryat eder.

                Sarhoşluk dört çeşittir: Gençlik sarhoşluğu, servet sarhoşluğu, uyku sarhoşluğu, saltanat sarhoşluğu.

                Müminin, on beş günde bir defa hamam otu kullanmasını severim.

                Balık yemeyi azaltın (az balık yeyin). Çünkü çok balık yemek bedeni eritir; balgamı çoğaltır; kanı katılaştırır. Süt aşı, ölüm hariç, her derdin devasıdır.

                Narı, içerisindeki perdesiyle yeyin. Zira mideyi sepiler; kalbi diriltir ve şeytanın vesvesesini giderir.

                Hindiba otu yiyin. Zira her sabah vakti cennet suyundan bir damla su onun yaprağının üzerinde toplanır.

                Yağmur suyu için. Çünkü yağmur suyu bedeni temizlediği gibi dertleri de giderir. Nitekim ALLAH-u Teâla şöyle buyurmuştur: "Sizi arıtmak, sizden şeytanın pisliğini gidermek için gökten bir yağmur yağdırdı."[63]

                Çöre otu, ölümden başka her derdin dermanıdır. Sığırın eti derttir; sütü, yağı ise şifadır.

                Hamile kadın için taze hurma yemeden daha iyi bir şey yoktur. Zira ALLAH-u Teâla (Hz. Meryem'e) şöyle vahyetti: "hurma ağacını silk, sana teru-taze hurmalar dökülecek."[64]

                Yeni doğan çocuğun damağına hurma sürün. Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih Hasan ve Hüseyn'e böyle yaptı.

                Biriniz hanımıyla cinsi münasebette bulunduğunda acele etmesin, zira kadının da erkek gibi isteği vardır. Bir kadına gözü çarpıp ondan hoşlanan kimse, kendi hanımıyla cima etsin.... Şeytana kendi kalbine musallat olacak bir yol bırakmasın. Gözünü namahremden çevirsin. Hanımı olmadığı takdirde, iki rekat namaz kılıp ALLAH'a çok hamd etsin.[65]

                Cima yaptığınız vakit az konuşun. O esnada konuşmak çocuğun dilsiz olmasına sebep olur. Hanımın fercinin içerisine bakmaktan sakının. Çünkü bu iş (çocuğun) abras olmasına sebep olur. Cima vakti şöyle deyin: "ALLAHumme innî istahleltu ferceha biemrike ve kabiltuha biemanike, fein kazeyte minha veleden fec'elhu zekeren seviyyen ve la tec'el lişşeytani fîhi şirken ve nasiba."[66]

                Tenkiye, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in tavsiye ettiği dört şeyden biridir. Tenkiye, kendinizi tedavi ettiğiniz şeylerin en iyisidir; karnı genişletir; batındaki dertleri giderir; bedeni de kuvvetlendirir.

                Menekşe çiçeğinden enfiye yapın. Zira Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Eğer insanlar menekşede olan özelliği tanısaydı (onun suyunu) yudum yudum içerlerdi."

                Ayın evvellerinde ve yarısında cima etmekten sakının. Çünkü şeytan bu iki vakitte çocuk ister (nütfede ortak olur). Çarşamba ve cuma günleri hacamat yapmaktan sakının. Zira çarşamba daima uğursuz bir gündür ve bu günde cehennem yaratılmıştır. Cuma gününde de öyle bir vakit vardır ki, o vakitte hacamat yapan bir kimse ölümle karşılaşır.
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #38
                  Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                  Kaynakça:

                  [1]- Bu bölüm çeşitli meselerle ilgili olarak yaklaşık dört yüz hükümü içermektedir.
                  [2]- Bir çeşit ağaç sakızı.
                  [3]- Bakara/187.
                  [4]- "Beni güzel olarak yaratan ve bana güzel bir şekil veren, başkalarında çirkin olan uzuvları bende güzel kılan ve beni İslam'la şereflendiren ALLAH'a hamd olsun."
                  [5] - Hisal ve Mevaiz-ül Adediye kitaplarında, "yüz üstü uyumayın" diye geçmiştir; bu nakil daha sahihtir.
                  [6] - Hisal ve Mevaiz-ül Adediye'nin naklettiğine göre: "Üşenerek ve uyuklayarak namaza durmayın."
                  [7]- Nisâ/1.
                  [8]- Mürcie, iman olduğunda artık hiç bir günah işlemenin sakıncası olmadığını ileri süren akım; bu akım özellikle Ümeyye Oğulları döneminde yaygınlaşmıştır.
                  [9]- Bakara/185.
                  [10] - Mevaiz kitabının nakline göre: "bozuk kan üretir." Hisal kitabının nakline göre de: "bozuk kan merkezidir."
                  [11]- Hisal ve Mevaiz kitabında "sivri ayakkabı" yerine "düz ayakkabı" nakledilmiştir. Giyim âdâbında şöyle bir hadis geçmiştir: "Tabanı ayak ayası gibi olan ayakkabı giymek müstehaptır."
                  [12] - Kendi nefsi isteklerini tatmin için yapılan cedel ve tartışmalar kastedilmiştir. Genelde cedel bu özelliğe sahip olduğu için mutlak olarak kınanmıştır.
                  [13]- Şura/35.
                  [14]- Mevaiz kitabında: "canınızı ona siper edin" diye geçmiştir.
                  [15]- Tevbe/46.
                  [16]- Bu cümlenin son bölümü Hisal ile Mevaiz kitaplarında geçmiyor. Ayrıca bu hüküm diğer hadislerde yer alan hükme de aykırıdır.
                  [17]- Nakledildiğine göre İsrail oğullarının büyük peygamberi olan Hz. Danyal'ı, Buht-un Nasr zamanında esir alıp Babil şehrine götürdüler ve içerisinde arslan bulunan bir çukura attılar. ALLAH-u Teâla Hz. Danyal'ı o yırtıcı hayvandan kurtardı ve ertesi günü onu salim gördüler.
                  [18]- "Onun akıp gitmesi de, durması da ALLAH'ın adıyladır. Şüphe yok, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir. " (Hud/41.)
                  [19]- "Onlar, ALLAH'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de, kudretiyle dürülüp-bükülmüştür. O, onların şirk koşmakta oldukları şeyden münezzeh ve yücedir." (Zümer/67.)
                  [20]- "Âlemler içinde selam olsun Nuh'a. Gerçekten biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, bizim Mümin olan kullarımızdandı." (Sâffat/79-81).
                  [21]- Tevbe/104.
                  [22]- Bkz. sayfa 94'de yer alan 7. numaralı dipnota.
                  [23]- Maun/5.
                  [24]- Nahl/128.
                  [25]- Yani insan, mümin kardeşiyle ilişkisini, devamlı hüsn-i zan üzerine kurmalıdır. Bu iş, ferdi pilanda insanın bazen zarar görmesine sebep olsa bile müminler arasındaki muhabbet bağının kopmasını önlediği için riayet edilmelidir.
                  [26]- A'raf/128.
                  [27]- Hucurat/12.
                  [28]- Muddessir/4.
                  [29]- Nahl/69.
                  [30]- Âl-i İmran/190-194.
                  [31]- Yani: "Kulların yerine ALLAH bana yeter. Yeter O bana, ve O ne güzel vekildir."
                  [32]- Al-i İmran/190-194.
                  [33]- Hıtta kapısı, Hz. Musa zamanında Beni İsrail'in o kapıdan geçmeye emrolunduğu bir kapı idi. O kapıdan geçen kurtuluşa erdi.
                  [34]- Çünkü yaratılış gayesiz olmaz; yaratılışın gayesi ise insan-i kâmildir. Ancak onunla insanlara ilahi hüccet tamamlanmış olur.
                  [35]- Rabbimizin selamı bize olsun.
                  [36]- Hisal ve Mevaiz kitabındaki tabir daha açıktır; o kitaplarda şöyle nakledilmiştir: "Hırsızdan korkarak parayı, kesenin içerisine bırakıp arkasına bağlar ve böylece onunla namaz kılarsa sakıncası olmaz."
                  [37]- ALLAH'ın adıyle. ALLAH'ım, zorluğu benden uzaklaştır ve taşlanan şeytandan bana sığınak ver.
                  [38]- Nimetini temiz ve helal rızk olarak verdiğin gibi bu konuda bana yardımcı ol.
                  [39]- ALLAH'ım, bana helal rızk ver ve haramdan uzaklaştır beni.
                  [40]- ALLAH'ın adıyle. ALLAH'ım, beni tövbe edenlerden ve temizlenenlerden kıl.
                  [41]- Şehadet ederim ki ALLAH'tan başka bir ilah yoktur, tektir, ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki şüphesiz MUHAMMED O'nun kulu ve elçisidir. ALLAH'ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun.
                  [42]- Maaric/23.
                  [43]- Hisal ve Mevaiz kitabında: "elinizi göğe doğru kaldırıp dua edin ve duada gayret gösterin" diye nakledilmiştir.
                  [44]- Zariyat/22.
                  [45]- Bunları namaz kılarken ALLAH Teala'dan istemenin önemi şundan kaynaklanıyor ki, Bunları ALLAH Teala'dan istemek insanın ahiret nimetlerine yöneldiğini gösterir. Bir kimse, dünya hayatına kalbı bağlılığı azalırsa, ALLAH'tan, onu ahiret azabından kurtarmasını ve cennet nimetlerine eriştirmesini isterse ALLAH'a yönelmesi kolaylaşır ve böyle birinin namazı kabul olur. Ama insan genelde dünya nimet ve zevklerine bağlılığı yüzünden gerçek anlamda ahiret nimetlerine önem vermemekte ve ALLAH'a yönelememektedir.
                  [46]- İkinci ve üçüncü kısım: Mevaiz-ül Adediyye kitabında şöyle nakledilmiştir: "Kim bizi kalbiyle sever, diliyle de yardımda bulunur, ama savaşta bizimle beraber düşmana karşı savaşmazsa, bir derece aşağıda olur. Kim bizi kalbiyle sever, ama eli ve diliyle yardımcı olmazsa, iki derece aşağıda olur." Bu rivayet daha doğrudur. Büyük bir ihtimalle yukarıdaki metinde bir yanlışlık vardır.
                  [47]- Yüce Rabbim pâk ve münezzehtir.
                  [48]- Ahzab/56.
                  [49]- Biz de buna şehadet edenlerdeniz.
                  [50]- Bakara/131.
                  [51]- Şehadet ediyorum ki, ALLAH'tan başka ilah yoktur. Tektir, ortağı yoktur. Gerçekten MUHAMMED O'nun kulu ve elçisidir ve şüphesiz kıyamet gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten ALLAH kabirlerde olanları diriltecektir.
                  [52]- Bu hadise, fıkıh ve fetva açısından amel edilmez. Zira diğer hadisleri de nazara alan müçtehidlerin görüşüne göre, selamdan önce çıkan hades namazı batıl eder.
                  [53]- Bu hadis Mevaiz ve Hisal kitablarında şöyle nakledilmiştir: "ALLAH'a, O'nun evine yaya gitmek kadar daha meşakkatli bir ibadet yapılmamıştır."
                  [54]- İnsanları deve beslemeye teşvik etmek için söylenmiştir. Çünkü o zamanlar deve, diğer hayvanlardan daha yararlı idi, insanlar onun etinden, sütünden, tüyünden, taşıma gücünden faydalanırlardı.
                  [55]- Zemzem suyu hacılara verildiği için ona nebiz-i sikaye denmiştir. Daha sonra acılığı bu şekilde giderilen her suya nebiz-i sikaye denildi. İçine üzüm konan bu tür su, çok kaldığında bir çeşit şaraba dönüşüp sarhoş edici olurdu. Bazı kimseler bunun önceki ve sonraki halini göz önünde bulundurmadan nebiz içmek helaldir, diyorlardı. Nitekim bu yanlışlık, Ehl-i sünnet fıkhının bazı kollarına sirayet etmiştir ve günümüzde de bunun helal olduğunu sanmaktadırlar.
                  [56]- ALLAH'ın adıyla. Hz. İbrahim'in ve Hz. MUHAMMED'in dini ve ALLAH'ın itaatını farz kıldığı kimsenin velayetiyle ALLAH için sağ yanım üzerine yatıyorum. ALLAH'ın dilediği her şey olur, dilemediği hiçbir şey de olmaz.
                  [57]- Ben, kendimi, ailemi, dinimi, malımı, çocuklarımı, amelimin akıbetini, Rabbimin bana lütufta bulunduğu ve beni kendisiyle rızıklandırdığı şeyleri; zehiri öldürücü olan ve olmayan haşarelerin, cin ve insanların, ALLAH'ın yeryüzünde üretip-bitirdiği, gökten inen ve göğe çıkan ve ALLAH'ın, perçeminden yakalayıp - denetlediği her canlı varlığın şerrinden koruması için; O'nun izzetine, azamatine, ceberutuna, saltanatına, rahmetine, ra'fetine, bağışına, kuvvetine, gücüne birlik ve tekliğine, erkânına, (kıyamet günü insanları bir araya) toplamasına, Resulullah'a ve dilediği her şeye olan gücüne havale ediyorum.
                  [58]- Zümer/56.
                  [59]- Bunu bizim için boyun eğdiren (ALLAH) ne yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık. Ve biz elbette, Rabbimize döneceğiz. (Zuhruf/12-14).
                  [60]- ALLAH'ım, yolculukta bizimle birlikte olan, bineğin sırtında bizi taşıyan, aile, mal ve evladımıza vekil olan sensin.
                  [61]- ALLAH'ım, bizi mübarek bir yerde yerleştir. Sen en hayırlı yer verensin.
                  [62]- Şehadet ediyorum ki Allah'tan başka bir ilah yoktur, tektir, ortağı yoktur. Ve şüphesiz Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ım, zararlı alış-verişten, yalan yere and içmekten ve günahın azabından sana sığınırım.
                  [63]- Enfal/11.
                  [64]- Meryem/25.
                  [65]- Mevaiz kitabında da şöyle geçiyor: "Peygember'e çok salavat getirin, sonra Allah'ın fazl ve ihsanından talep edin; elbette ki Allah kendi lütfundan ihtiyacınızı giderir."
                  [66] - Allah'ım, bu kadını senin emrinle kendime helal bildim ve senin emanetin olarak kabullendim. Bu kadından bana bir evlat verilmesini takdir etmişsen, onu noksansız bir erkek çocuğu kıl ve şeytanı o çocukta ortak ve pay sahibi kılma.

                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                    Hz. Ali'nin (a.s) Malik Eşter'i Mısır Ve Etrafına Vali Tayin Ettiği Zaman Ona Yazdıkları Emirnâme


                    Bismillahirrahmanirrahim
                    Bu, ALLAH'ın kulu Emir-ül Müminin Ali'nin, Mısır'ın vergisini toplamak, düşmanlarıyla savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Haris-i Eşter oğlu Malik'i bu beldeye vali tayin ettiği zaman ona verdiği emirnamedir.


                    Ona, ALLAH'tan çekinmesini, itaatini seçmesini, ALLAH'ın kitabındaki, farzlarına ve sünnetlerine dair emirlerine uymasını emrediyor. Çünkü saadete eren bir kimse, ancak bu farz ve sünnetlere uymakla mutlu olur ve onları inkâr edip zayi eden ise asla mutlu olamaz.

                    ALLAH'a eliyle, kalbiyle, diliyle yardım etmesini de emrediyor. Çünkü ALLAH, kendisine yardım edene yardım etmeyi üstlenmiştir. ALLAH, güçlü ve azizdir.

                    Yine istekler karşısında nefsiyle mücadele etmesini, onun serkeşliğini bastırmasını emrediyor. Çünkü "nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir."(1)
                    Şüpheli yerlerde ALLAH'ın kitabına itimat etmesini emrediyor. Zira her şeyin açıklaması, onda mevcuttur ve o, imanlı bir millet için rehber ve rahmettir. Yine ALLAH'ın rızası peşinde olmasını, gazabına sebep olan şeylerin etrafında dolaşmamasını, O'na karşı günah işlemekte ısrar etmemesini emrediyor. Zira ALLAH'tan kaçıp sığınabileceğin başka biri yok.


                    Sonra şunu bil ki, ey Malik, seni öyle bir yere göndermekteyim ki, senden önce orada, adalet veya zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen, kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan, halk da senin yaptığın işleri, öylece görüp, seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan, halk da senin hakkında aynı sözleri söyleyecek. Salih kişiler, ALLAH-u Teâla'nın kendi kullarının dilinde cari kıldığı meth-u senâlarla tanınır.

                    Gözünde en sevimli azık; salih amel, mal toplamada orta halli olmak ve halkın durumunun düzeltilmesi olmalıdır. Heva ve hevesine hakim ol; nefsini sana helal olmayan şeylerden alıkoy. Zira sevdiğin yahut nefret ettiğin şeylerde nefse hâkim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır.

                    Halka merhametle davranmayı âdet edin; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onları yemeği ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Zira halk iki sınıftır: Ya dinde seninle kardeştir veya yaratılışta seninle eşittir. Ayakları sürçebilir, kusur edebilirler, bilerek veyahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını, ALLAH'ın bağışlamasını nasıl seviyorsan, sen de onları bağışla, kusurlarından geç. ALLAH'ın ve Peygamber'inin sünneti hakkında sana verilen bilinçten dolayı, sen onların üstündesin; seni bu işe memur eden de senin üstündedir; ALLAH da, seni vali tayin eden kimsenin üstündedir. Bu emirnamede sana yazdığımız şeylere sarıl.


                    ALLAH'la savaşmaya kalkışmaktan sakın; zira ne O'nun azabını önleyecek güce sahipsin, ne de O'nun bağış ve rahmetinden umudunu kesebilirsin. Halkın kusurlarını bağışlayınca, pişman olma; onlara ceza verince de sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte acele etme. Ben bir buyruk verenin tayin ettiği görevliyim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma. Çünkü bu çeşit düşünce gönlü bozar; dini gevşetir ve (insanı) fitneye yaklaştırır.

                    Bedbahtlığa düşmekten ALLAH'a sığın. Eğer hükümdarlığın seni kendini beğenmeye ve büyüklük taslamaya sevkeder ve kendin için azamet ve büyüklük taslarsan, başının üzerindeki ALLAH'ın mülkünün azametine ve O'nun, senin yapamadığın şeylere olan gücüne bak. Bu, baş kaldıran (serkeşlik eden) nefsini yatıştırır; kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden aklını başına getirir. Sakın ALLAH'ın azametiyle boy ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini O'nun kudretine benzetmeye kalkışma! Çünkü ALLAH, her zorbayı zelil eder ve kibirlenip büyüklük taslayanı alçaltır.

                    Kendin, sırdaşların, ailen ve raiyyetinden sevdiğin kimseler hususunda ALLAH'ın ve insanların hakkını korumada insaflı ol; böyle yapmazsan, zulmetmiş olursun. ALLAH'ın kullarına zulmedenin düşmanıysa ALLAH'tır, kulları değil; ALLAH ise düşmanlık ettiği kimsenin delilini batıl kılar ve bu kimse, zulümden vazgeçip tövbe edinceye dek ALLAH'la savaş halinde olur. ALLAH'ın nimetlerini zail eden şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. ALLAH mazlumların dualarını duymaktadır ve zalimlere karşı ise pusuda beklemektedir. Böyle bir kimse, dünya ve ahirette helak olur.

                    Sen, hakka en yakın ve adaleti kapsamlı olan ve halkı (hoşnutlukta) daha çok bütünleştiren işleri daha fazla sevmelisin. Çünkü umumun öfkesi ve rahatsızlığı, eşrafın rızasını ve hoşnutluğunu yok eder ve hiçe çevirir; ama umumu razı etmekle yakınları ve ileri gelenleri öfkelendirmek affedilir. Raiyetten (halktan) hiç kimse, valiye yükü daha ağır olan, bela zamanı ona en az yardım eden, adaletten hoşlanmayan, isteklerinde çok ısrar eden, kendilerine iyilik yapıldığı zaman en az teşekkür eden, iyilikte bulunulmadığı zaman mazereti çok geç kabul eden, zamanın zorluklarına daha az dayanan valinin yakınları gibi değildir. Halbuki dinin direği olan, müslümanların genelini teşkil eden ve düşmanlar karşısında duran halk kitlesidir; öyleyse onlara yönelmeli ve onlara meyil etmelisin. Yararı daha genel ve akıbeti daha hayırlı olan işlere koyulmalısın. Kuvvet yalnızca ALLAH'tandır.

                    İnsanların ayıplarını gözetleyen, onları açıp söyleyen kişiler, sana en uzak, en menfur kişiler olsunlar. Tabii ki insanlarda ayıp olabilir; valiyse bunları örtmeye en layık olan kişidir. Öyleyse, halkın sana kapalı olan ve bilmediğin ayıplarını açmaya kalkışmayasın; ayıpları elinden geldikçe ört ki, ALLAH da senin, raiyyetinden gizlenmesini sevdiğin ayıplarını örtsün. Halka karşı her türlü kin bağını çöz. Halkın kalbinde sana karşı kin oluşturacak işlerden sakın; özür dileyenin özrünü kabul et; hadleri şüpheyle uzaklaştır (kesin olarak isbatlanmayan bir suça had uygulama); sence doğru olmayan şeyleri, bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü söyleyenlerin sözlerini, hemencecik tasdik etme. Çünkü, halkın kötülüğünü söyleyen, öğütçülere benzese bile garaz (kötü niyet) sahibidir.

                    Cimri kişiyle istişarede bulunma; zira seni faziletten alıkor, seni yoksullukla korkutur. Korkakla da istişare etme; zira seni işlerde zaafa düşürür. İhtiraslı (aşırı istek sahibi) kişiyle de istişare etme; sana zulümle mal yığmayı güzel gösterir. Cimrilik, korkaklık ve hırs ayrı ayrı huylardır; ama bunların hepsini bir araya toplayan şey, kötülerin tabiatında varolan ALLAH'a karşı kötü zanda bulunmaktır.

                    Yardımcılarından en kötüsü, senden önce kötü yöneticilere vezirlik eden, cinayetlerinde onlara ortak olan ve ALLAH'ın kullarının arasında, onların işlerini yürüten kimselerdir. Sakın böyle (sabıkası kötü olan) kimseleri kendine sırdaş edinip, geçmişlerin hükümetinde ortak oldukları gibi bunları sana verilen emanette (yetki ve makamda) ortak kılmayasın. Onlar geçmiş yöneticileri kötü uçurumlara sürüklemişlerdir. Onların gösteriş ve riyakârlıkları, seni aldatmasın. Çünkü onlar günahkârların yardımcısı, zalimlerin kardeşi ve her çeşit tamah ve sahtekârlıkların başlangıcıdırlar. Onların yerine, onlar kadar sözü geçerli olan, işlerde tecrübeli olan ve önceki tecrübeleri ile kötülük ve haksızlıkları tanıyan, seçkin kişiler bulabilirsin. Bunların sana masrafı az ve yararı çok olur. Sana besledikleri sevgi daha gerçektir; başkalarıyla ülfetleri daha azdır; zalime, zulmünde yardımcı olmadıkları gibi suçluya da suçunda ortak olmamışlar ve başkalarının hükümetinde Müslümanlara ve antlaşma yapan kimselere de zulmetmemişlerdir. İşte bunları gizli ve açık işlerin için kendine has kıl.

                    Sonra bu grup arasında, hakkı daha açıkça söyleyen (veya acı bile olsa sana gerçeği anlatan), zayıflar hakkında daha ihtiyatkâr ve insaflı olan, ister hoşuna gitsin ister gitmesin, ALLAH'ın dostlarında bulunmasını hoş görmediği şeylerde seninle az işbirliğinde bulunan, (senin öfkenden endişelenmeyen ve halkın maslahatını senin hoşnutluğuna tercih eden) kimseler senin yanında daha seçkin olsun. Çünkü onlar seni haktan haberdar ederler; sana yararı olan şeye seni basiretli kılarlar. Takva, doğruluk, akıl ve asalet sahiplerine yaklaş (onlarla dost ol). Onların seni fazla övmelerine, yapmadığın işleri yapmış göstererek övünmene sebep olmalarına müsaade etme. Zira fazla övgü, insanda bencillik ve kibir yaratır, gurura kaptırır ve bunu kabullenmek (böyle bir şeyi benimsemek) ise ALLAH'ın gazabına sebep olur.

                    Nezdinde iyilik edenle, kötülükte bulunanın yeri, aynı düzeyde olmasın; çünkü onları bir görmek, iyilik edenleri iyilikten vazgeçirir; kötülük edenleri de kötülüğe teşvik eder; bunlardan her birine karşı layık olduğu muameleyi yap. Bu senin için bir yöntem olsun; ALLAH bununla sana yarar ulaştırır, sen de onunla kendi yardımcılarına yarar ver.


                    Bil ki, halka iyilikte bulunmak, yükümlülüklerini kolaylaştırmak, yersiz istekleri onlara yüklememek gibi, valinin halka karşı iyimserliğini ispatlayacak hiç bir şey yoktur. Öyleyse halka karşı iyimserliğini ispatlayacak işleri yapmaya çalış. Zira iyimserlik, uzun süreli yorgunlukları ve sıkıntıları senden giderir. (Şunu da bil ki,) hakkında iyimser olabileceğin kimseler senin imtihanından hakkıyla çıkabilen, kötümser olacağın da imtihanından çıkamayan kimselerdir. Kıyamet gününde ALLAH'ın mükâfatına sebep olmasına ilaveten, halka iyi davranmakta da basiretinin çoğalması için lehine ve aleyhine olan bu durumu iyice kavra ki, halka karşı daha iyi davranabilesin.

                    Bu ümmetin ileri gelenlerinin (büyüklerinin), amel ettikleri ve raiyyetin (halkın) birliğine ve işlerinin düzelmesine sebep olan âdet ve gelenekleri bozup, o âdet ve geleneklerin yerine zararı olan birtakım yeni âdet ve gelenekleri koymaya kalkışma ki, o âdetleri koyanlar, onların sevabına ermiş olur ve sen ise bunları bozmakla günah kazanmış olursun.

                    Ülke halkının durumunun düzelmesine sebep olan yöntemlerin korunması ve toplumun hayatının sağlam bir tarza sahip olmasına sebep olacak ilkeleri yerleştirmek hususunda bilginlerle, düşünürlerle oturup müzakere yapmayı ve tartışmayı çoğalt (bu hususta onların düşüncelerinden yardım al). Bu üslup hakkı sabit kıldığı ve batılı yok ettiği gibi yeterli bir kılavuz ve örnektir de. Çünkü iyi yöntem ve gelenekler ALLAH'a itaat etmeyi sağlayan yollardan biridir.

                    Bil ki, halk çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Bunlardan hiç birinin durumu, diğer sınıfların yardımı olmaksızın doğrulmaz, düzene girmez (her sınıfın, diğer sınıfların asayiş ve huzur içerisinde olması için kendi işini yapması gerekir); hiç birinin diğerine muhtaç olmaması mümkün değildir.


                    Bu sınıflar şunlardan ibarettir:

                    1) ALLAH'ın askerleri ve ordusu.
                    2) Kamu ve özel işleri düzene sokan kâtipler.
                    3) Adaletle hükmeden yargıçlar.
                    4) İnsaf ve yumuşaklıkla hizmet eden görevliler.
                    5) Müslümanlar ve ehl-i kitaptan cizye ve haraç toplayan memurlar.(2)
                    6-) Tüccar ve zanaat sahipleri.
                    7) Toplumun en aşağı sınıflarından olan muhtaç ve yoksul kişiler.


                    ALLAH-u Teâla bu sınıfların her birisinin payını kendi kitabında, Peygamber'inin sünnetinde ve bizim yanımızda bir ahit olarak korunan ilimde ortaya koyarak ölçüsünü belirlemiştir.
                    Ordu, ALLAH'ın izniyle halkın kalesi, valilerin ziyneti, dinin izzeti ve güvenlik ile huzurun temel taşıdır. Halk ancak orduyla varlığını sürdürüp huzura kavuşabilir. Ordu da, düşmana karşı cihatta kendisine destek olmak, arkasında bir güvencesi bulunmak ve geçimini sağlamak için ALLAH'ın onlar için tayin ettiği vergilerle gücünü koruyup varlığını sürdürebilir.


                    Sonra bu iki sınıf, ancak kadılar, zekât ve vergi memurlarıyla kâtiplerden ibaret olan üçüncü sınıfla hayatlarını sürdürebilirler. Çünkü onlar işleri düzene sokarlar, insaf ve adaleti yayarlar, gelirleri (vergileri) toplarlar, onların sayesinde genel ve özel işlerde güvence sağlanır. Bütün bu sınıfların ayakta durmaları ise, tüccar ve zanaatçılarla mümkündür. Onlar halkın muhtaç olduğu şeyleri toplayıp, çarşı ve pazarlara dökerek, başka sınıfların yapamayacağı işleri yaparlar. Son olarak da gözetilmesi gereken toplumun yoksul ve güçsüz olan alt sınıfı gelir.

                    ALLAH'ın malı (İslam devletinin gelirinden bu sınıflar için ayrılmış bütçe) onların tümünü kapsamına alıp idare edebilir. Bunlardan her birisinin kendi ihtiyaçları miktarınca valinin üzerinde hakları vardır. Valinin ise bu doğrultuda, ALLAH'ın ona farz kıldığı görevleri gereği gibi yerine getirebilmesi, ancak konuya gerekli önemi verip ALLAH'tan yardım dilemesi ve nefsini hakka riayet etmeye boyun eğdirip küçük ve büyük işlerde doğru yoldan ayrılmamaya sabretmesiyle mümkün olur.


                    Ordunun başına ALLAH, Resulü ve İmam'ın için daha çok ihlaslı, emanet ve iffet bakımından en temiz, hilimde (olgunlukta) en üstün, ilim ve siyasette ise en seçkin kimseleri komutan olarak seç. Bu komutanları, öfkelendiği zaman öfkesini yenebilen, özrü kabul eden, zayıfları esirgeyen, güçlülere karşı gevşemeyen, ne zora başvuran, ne de zaafa düşen kimselerden seçip tayin et.

                    Sonra toplumun soylu ve aile bakımından şereflilerine, geçmişlerinde iyilik bulunanlarına, yiğit, cesur, cömert ve bağışlayıcı olanlarına sarıl. Çünkü bunlarda yüce ve temiz huylar bir araya gelmiştir. Bunlar halkı ALLAH'a karşı iyimser kılıp, kaza ve kaderine iman etmelerini sağlarlar. Daha sonra da şefkatli bir babanın evladını görüp gözetmesi, esirgemesi gibi, onların işini görgözet. Onların eğitimi ve güçlü kılınması için harcadığın bütçeyi, ne kadar olursa olsun, gözünde büyütme. Onlar hakkında yapacağın muhabbet ve lütuf az bile olsa, önemsiz görünmesin sana. Zira bu, onların senin hayrını istemelerine ve senin hakkında iyi düşünmelerine sebep olur. Onların büyük işlerini göreceğim diye küçük işlerini de ihmal etme. Az bir lütfün bile bir yerde işe yarar, ondan faydalanırlar; çoğunun da yeri var, ondan da ihtiyaçsız kalamazlar.

                    Askerlerine kardeşçe davranan ve düşmanla savaşmaktan başka bir kaygıları kalmaması için askerlerin kendilerini ve geride bıraktıkları ailelerini kapsayacak şekilde onlara bağışta bulunan komutanları diğer komutanlardan daha çok sevmelisin ve onlara daha fazla değer vermelisin; sürekli olarak onlara karşı beslediğin kalbi duyguları dile getir ki, senin yanında aziz, değerli olduklarını ve senin onların yaşamını daha da iyileştirmeyi düşündüğünü bilsinler. Güzel bir şekilde sevgi ve ikramda bulunarak, vaatlerinin doğruluğunu ispatla.


                    Valilerin gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü, memlekette adaleti yaymak, halkın dostluğunu ve sevgisini kazanmaktır. Halkın sevgisi ise ancak gönüllerinin sıhhatli olmasıyla mümkün olur. Onların hayır istemeleri de ancak valilerinin korunmasına ilgi duymaları, devletlerini kendilerine bir yük olarak görmemeleri ve onların hizmet süresinin bitmesini bir an önce istememeleriyle mümkün olur.

                    Sonra orduyu idare etmekte, yalnız onların arasında taksim ettiğin savaş ganimetleriyle yetinme; ganimetlerin yanısıra ALLAH'ın nasib ettiği beyt-ül maldan da, ALLAH'ın dinine yardıma koşmalarını sağlayabilmen için onların eksikliklerini gider. Askerlerin arasında cesur kişilerden beklediğin hayırseverliğin son derecesine ulaşabilmen için onlara daha fazla bağışta bulun, maddi imkan sağla, övgü ve teşekkürde bulun, tek tek herbirinin halini sor ve gönlünü al, gösterdikleri yiğitlikleri methet, öv. Çünkü onların hizmetlerini fazla dile getirmen, ALLAH'ın izniyle, yiğitleri teşvik eder ve geri kalanları da o yola yöneltir.

                    Fakat (onlara itimadın olmasıyla birlikte, onların durumlarını gözlemekten de gafil olma) halk arasında emaneti korumak ve hakkı söylemekte meşhur olan denetleyici kişileri, onların hizmetlerini sana bildirmeleri ve hizmet edenlerin, çektiği zahmetlerin sana gizli kalmadığını anlamaları için onlara gözlemci kıl. Sonra herkesin yaptığı hizmetin hakkını iyice bil; birinin çektiği zahmeti başkasına maletme; herkese noksansız olarak hakkını ver.

                    Birisinin büyük oluşu, yaptığı küçük işi büyük görmene, yine birinin küçük oluşu, yaptığı büyük işi küçük görmene sebep olmasın. Sakın geçmişi iyi olan bir asker, küçük bir yanlışlık ve küçük bir olay için gözünden düşmesin; zira yücelik ALLAH'a mahsustur; onu, dilediği kimseye verir, akıbet takva sahiplerinindir.

                    Ordudan düşmana darbe indirenlerden biri şehid olduğunda, şehid olanın ailesine şefkatli ve güvenilir bir vasi gibi vekil ve halef olmalısın; onun yok oluşu, ailesinin yaşantısını etkilememeli. Bu şekilde muamelede bulunman, senin dostlarının kalbinde sana karşı olan muhabbeti ve onlarda olan itaat duygusunu daha çok artırır ve senin emrinde her çetin ve şiddetli tehlikeye karşı koymak için hazır olurlar.

                    Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in müşriklerle muamelesinde sünnetleri vardır; bizim de ondan sonra sünnetlerimiz vardır. Bu sünnetler; zalimler, kıblemize yüz çevirenler ve Müslüman ismini kendilerine takanlar hakkında uygulanmıştır. Yüce ALLAH irşat etmeyi sevdiği topluma; "Ey inananlar, ALLAH'a, Peygamber'e ve kendinizden olan emir sahiplerine itaat edin. ALLAH'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta ALLAH'a ve Peygamber'e müracaat edin. Bu, (herkes için) hem hayırlı, hem de sonu pek güzeldir."(3) diye hitap etmiştir.

                    Diğer bir ayette de: "Eğer onu (aşikâr ettikleri sırrı) Pey-gamber'e ve içlerinden emre salahiyeti olanlara götürselerdi, elbette onlardan istinbat edenler, onu bilirlerdi. ALLAH'ın size ih-sanı ve acıması olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup gitmiştiniz."(4) diye buyurmuştur. ALLAH'a götürmek, O'nun kitabının apaçık emrine sarılmaktır. Resule götürmek de onun ihtilafa mucib olmayan apaçık sünnetine tabi olmaktır.


                    Biz Resulullah'ın Ehl-i Beyt'i, Kur'an'ın muhkem ayetlerinden istinbat ederiz; müteşabih, nasih ve mensuh ayetlerini de biliriz.
                    (Ey Malik,) düşmanlara karşı, onlar gibileri hakkında bizim yaptığımız muamele gibi muamele et. Bizden gelen emirleri alabilmen için, vuku bulan her olayı ve haberi ardarda bize bildir; ALLAH yardımcıdır.

                    Sonra halis bir niyetle halk arasındaki yargı meselesini göz önünde tut. Çünkü mazlumun hakkını zalimden, güçsüzün hakkını güçlüden almak ve ilahi haddi sünnet ve şeriat gereğince uygulamaktan ibaret olan yargı, ALLAH'ın kullarını ıslah eden ve ülkeyi bayındır hale getiren şeylerden biridir.

                    Sence halkın gözünde ilim, sabır, züht, takva ve cömertlik açısından daha üstün olan, işin çokluğundan dolayı nefesi kesilmeyen, dava taraflarının müracaatı kendisini inatçı ve bencil kılıp görüşü üzerinde ısrar etmesine sebep olmayan, bir yanlışlık yaptığında yanlışlığı üzerinde ısrar etmeyen, hakkı tanıdığında hakka dönmekten rahatsız olmayan, halkın malına göz dikmeyen, gerçekleri anlamakta ilkel ve yetersiz teşhislerle yetinmeyen, şüpheli konularda herkesten daha fazla ihtiyat eden, herkesten daha fazla delillere uyan, davacıların sürekli müracaatta bulunmasıyla dize gelmeyen, gerçeğin bilinmesinde diğerlerinden daha sabırlı olan, gerçek ortaya çıktığında ise diğerlerinden daha ciddi olan, övgü, takdir ve dalkavuklukla kendisini kaybetmeyen, mübalağa ve demagojiyle tahrik olmayan ve propagandaya kulak vermeyen kimseleri bu şerefli yargı makamına seç. Fakat bu özelliklere sahip yargıçlar çok azdır.

                    Sonra onların hükümlerinden de haberdar olmaya çalış, geçimlerini fazlasıyla temin et ki, bu yönden bir mazeretleri kalmasın; ondan aldığı destekle halka ihtiyaçları azalsın. Katında gafil avlanmaktan emin olmaları için onlara, senin yakınlarından hiçbirinin göz dikemeyeceği yüksek bir mevki sağla. Huzuruna geldiklerinde onlara tazim et; mecliste onlara kendi yanında yer ver. Verdikleri hükümleri imzala, icra et ve onlara destek ol. Yardımcılarını, onlar gibi beğendiğin fakihlerden, takva ehlinden, ALLAH ve kulları için hayır isteyen kimselerden seç ki, bir iş şüpheli olduğunda ve hak gizli kaldığında gerçeği bulmak için onları konuşsun ve onların bilgisinden kendisine gizli kalan şeyde yardım alabilsin; yine onlar, halkın arasında verdiği hükümlere şahit olsunlar, ALLAH'ın izniyle.


                    Daha sonra, etrafında bulunan hadis ravileri arasından ALLAH'ın hükmünde ve Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in sünnetinde birbirleriyle ihtilafa (çelişkiye) düşmeyen kimseleri kadı olarak seçmekte gayret göstermelisin. Zira hükümde ihtilafa düşmek adaleti yok eder, dinde gaflete dalmaya sebep olur ve halk arasında tefrikaya yol açar. ALLAH-u Teâla halkın birbiriyle geçinme ve mali işler konusundaki vazifelerini açıklamıştır. Bilmedikleri şeyleri, Kur'an'ın ilmini emanet ettiği ve ahkâmı korumayı uhdelerine bıraktığı kimselere (Ehl-i Beyt'e) havale etmeyi emretmiştir.

                    Yargıçların ihtilafa düşmesi, zulmün ve bencilliğin onların arasına girmesi, itaati farz kılınan kimselere müracaat etmeksizin kendi görüşleriyle yetinmelerinden dolayıdır. Bu tür hareketler ne dinin salahınadır, ne de Müslümanların yararına. Yargıcın vazifesi sünnet ve elinde bulunan rivayetlere uygun yargıda bulunmasıdır; aciz kaldığında ise yargı işini ehline bırakmalıdır. Ehlini bulamadığı takdirde diğer fakihlerle istişare etmelidir; bundan başka bir çözüm yolu aramaya hakkı yoktur. İki Müslüman yargıcın "veliyy-i emre" müracaat etmeksizin ihtilaflı bir mesele üzerinde durmaya hakları yoktur. Veliyy-i emir ALLAH'ın ona öğrettiği ilimle, onların arasında yargıda bulunduktan sonra her ikisinin de o hükmü kabul etmeleri lazımdır, ister onların görüşüne uygun olsun, ister olmasın. Bu vazifeye çok dikkat et. Çünkü bu din, kötü kişilerin ellerine tutsak düşmüştü. İslam nizamı nefsî istek ve arzularla yürütülüyordu; din, dünyanın adi ve basit amaçlarına ulaşmak için bir vesile kılınmıştı.

                    Şehirlerin yargıçlarına ihtilaf ettikleri her meseleyi sana bildirmelerini yaz. Sonra bu meselelere derince bir bak; ALLAH'ın kitabına, Peygamber'in sünnetine ve İmam'ının hadisine uygun gördüğünde imzalayıp onları bu işi yapmaya mecbur kıl. Hakkı teşhis edemediğin ve mesele şüpheli kaldığı takdirde, hükmün altında bulunanların etrafındaki fakihleri bir araya topla, meseleyi onlarla görüş, sonra onların ittifak ettikleri görüşü geçerli kıl. Zira halkın ihtilaf ettiği her mesele, imama havale edilmelidir; imam da ilahi hadleri uygulamakta ALLAH'tan yardım dilemeli, onu icra etmekte gayret göstermeli ve halkı kendi emrine itaat etmeye mecbur kılmalıdır. Ve güç ancak ALLAH'tandır.


                    Sonra memurlarına dikkat et. Onları sınadıktan sonra tayin et; onları şahsi eğilimlerinle ve rasgele tayin etme; çünkü bu iki iş (şahsi eğilim veya rasgele bir yetkiliyi tayin etme) zülüm ve hıyanetin çoğalmasına, halkın ise çaresizliğine sebep olur. İşler, ifsatla düzene girmez. Takvalı, bilgili, siyaset bilen şahısları işlerin başına getir. Bunları temiz ailelerden, İslam'a eskiden girmiş olanlardan, tecrübe ve hayâ sahibi kişilerden seç; çünkü onlar, ahlakça en üstün, namusça en doğru, kötü arzulardan kurtulmuş, tamahları en az, işlerin sonuçlarını en fazla dikkate alan kişilerdir. Bunlar, üzerine aldığın mesuliyette, sana yardımcı olmalıdırlar.

                    Böyle yardımcılar bulduğunda onların ücretlerini bol bol ver ki, kendilerini doğrultsun, güçlerini kazansın ve elleri altında bulunan Müslümanların mallarını yemekten uzak dursunlar. Aynı zamanda, emrine uymayıp emanetine hıyanette bulunurlarsa bu, onların aleyhine bir delil olur sana. Sonra, işleri teftiş et, onlara doğru ve vefalı müfettişler gönder (hallerini ve işlerini görüp, anlayıp sana bildirsinler). Çünkü onların haberleri olmadan senin onlardan haberdar olman, onların emin bir surette iş görmelerine, halka yumuşaklıkla muamelede bulunmalarına sebep olur. (Onların içinde) zalimlere yardım edenlerden korun.

                    Onlardan biri, vazifesinde hıyanet eder de müfettişlerin verdikleri rapor onun aleyhinde toplanırsa, bu tanık olarak yeter sana. Artık ona bedenî cezayı verebilir, yaptığına karşılık onu suçlu tutar, aşağılayarak onu hıyanet damgasıyla dağlar ve töhmet zincirini boynuna vurabilirsin.

                    Vergi işini de araştır, memurlarının işlerini düzene sok, çünkü haraç durumu ve vergi memurlarının işinin düzene girmesi, diğerlerinin işinin de düzene girmesi demektir. Onlardan başkaları, ancak onların işlerinin düzene girmesiyle düzene girebilir. Çünkü insanların hepsi verginin ve vergi memurlarının ehl-i ayalidir (onların topladığı vergiyle idare edilirler). Ancak, vergi toplamaktan ziyade memleketin kalkınmasına dikkat etmelisin; çünkü vergi memleket kalkınmadıkça toplanamaz. Memleketi kalkındırmadan, bayındır hale getirmeden vergi isteyen, şehirleri yıkıp mahveder ve ALLAH'ın kullarını helak eder; böyle bir buyruk sahibinin işi ve idaresi, pek az bir müddet sürer.


                    Sonra da bütün şehirlerin vergi memurlarını huzuruna çağırıp kendi şehirlerinin durumunu, ihtiyaçlarını ve vergi toplamak için kolay olan yollar hakkında açıklamada bulunmalarını onlardan iste. Daha sonra diğer uzmanlardan da meseleyi sor, öğren; vergi verenler verginin ağırlığından, veya vergi verecekleri şeylere bir afet gelmesinden, yahut içecekleri, sulayacakları suyun kesilmesinden veya bir bendin yıkılıp araziyi su basmasından, toprağın kaymasından, yahut da mahsulün mahvolmasından şikayet ederlerse, hallerini düzene sokacak bir derecede vergilerini azaltman gerekir. Eğer mali güçleri noksanlıklarını gidermek için zayıf olur da senden yardım dilerlerse, esirgeme, geçimlerini sağla. Zira böyle bir işin sonucu (ülkenin ve halkın) yararınadır. Bu sana güç gelmemeli. Çünkü bu bir yatırımdır; ülkenin mamur olması ve vilayetinin (memleketinin) bezenmesine sebep olacak, tekrar hazinene geri dönecektir.

                    Ayrıca (servet toplamak yerine halka iyi muamelede bulunmakla) halkın, sevgisini, saygısını, iyimserliğini kazanmış olursun ve hayrın çoğalmasına, halkın kolaylıkla sana cezbolmasına sebep olursun. Vergi zorla, baskıyla ve azarlamakla elde edilen bir şey değildir. Bu büyüklük ve fedakârlık (vergiyi bağışlaman), seninle halkın arasında olan bir ahittir. Bir olay vuku bulduğunda (ve yardımlarına ihtiyaç duyduğunda) kendilerine hizmet ettiğin, refah düzeyini yükselttiğin, iyi muamelede bulunduğun halka güvenebilirsin. Onları esirgeyişin, haklarında adaletle muamele edişin ve yumuşak davranışın da buna sebep olur. Bu olayda mazur olduğunu (onlara hıyanet etmediğini) bildikleri için dileğini seve seve kabul ederler; bunun meşakkatine katlanırlar, emrini yerine getirirler. Çünkü ülkede vücuda gelen bayındırlık ve servet, onlara yükleyeceğin yüke katlanmaları için onlara kuvvet verir.

                    Bir yerin harap olması, oradaki halkın yoksul düşmesiyle başlar; oradaki halkın yoksulluğuysa valilerin israf etmelerinden, valilikte kalacaklarına emin olmamalarından, ibret alınacak şeylerden az ibret almalarından kaynaklanır. Sen kendi hükümetinde, biriktirdiği şeyin halkın övgüsü, ALLAH'ın sevabı ve imamın sevgisi olmasını seven bir kimse gibi hareket et. Güç ve kuvvet yalnızca ALLAH'tandır.

                    Sonra kâtiplerini de teftiş et; her birisinin ihtiyacını öğren, onlara derece ve makam tayin et; onların en iyi olanlarını iş başına getir. (Düşmanlara karşı) kullanacağın düzenlerini, gizli tuttuğun sözleri içeren mektupları, edep ve ahlak açısından herkesten daha temiz ve iyi olan, büyük işlerde görüş alış verişine (daha fazla) salahiyeti olan, görüş sahibi, iyiliğini isteyen ve akıllı olan, herkesten daha fazla sırrı saklayan, izzet ve ihtiram kendisini mağrur etmeyen, azdırmayan, durum ve makamları yalnızlıkta veya topluluğun önünde kendilerini sana karşı durmaya cesaretlendirmeyen kişilere teslim et. Bu kâtiplerin, etraftan (memurlarından) gelen mektupları sana sunmakta gaflet etmemeleri, senden aldıkları emri aldıkları gibi bildirmeleri, senin lehine yapılan bir antlaşmada gevşek davranmamalı, aleyhine olan anlaşmayı bozmakta zaaf göstermemeleri ve işlerde sahip oldukları mevkilerini ve hadlerini bilmeleri gerekir; çünkü kendi haddini bilmeyen kişi başkasının haddini asla bilmez.

                    Normal mektupları, gelir defterleri ve ordunun divanı gibi daha küçük işleri de dikkat göstererek seçtiğin kimselerin yetkisine bırak. Zira bunlar da önemli işlerdir; senin için faydalı olduğu gibi, yönettiğin halkın da yararınadır. Sonra onları kendi anlayış ve ferasetine güvenerek ve kendilerine olan eğilimine ve hüsn-ü zannına dayanarak seçme; çünkü bazı insanlar, göstermelik hareketlerde bulunup, güzel hizmetler vererek kendilerini valiye iyi tanıtabilirler; oysaki bu göstermelik hareketlerin ötesinde ne öğüt vermek vardır, ne de emanete riayet etmek. Senden önceki temiz kişilerin seçtikleri kişilere bak; halka karşı en güzel muamelede bulunanları, emanete riayetle tanınmış onurlu kişileri iş başına getir. Bu, (önceki durumlarını nazara almak, onları seçmekte dikkat etmek) ALLAH'a ve işe atadığın kişilere karşı sorumluluk hissi taşıdığını gösterir. Daha sonra bu memurlarına, halkla iyi geçinmelerini ve onlarla güzel konuşmalarını emret.


                    Her işinin başına, işin büyüğü kendisine güç gelmeyecek, işlerin çokluğu, kendisini şaşırtmayacak bir başkan seç. Daha sonra kendin, onların gizli durumlarını ve hallerini araştır; muhtaç olanların ve mesajları sana ulaşan kimselerin işlerini incele. Onların (kâtiplerin) vali ve kendi imamları karşısındaki durumlarının ve tutumlarının ne şekilde olduğuna dikkat et. Çünkü kâtiplerden çoğunun huyu, çabuk usanmak, tekebbür ve bencilliktir; ama ALLAH bir kimseyi korursa o başka. Halk, ihtiyacını sunmaya ve onu istemeye mecburdur. Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de aldırmazsan, o ayıpla sen de ayıplanırsın; nitekim onlarda bir fazilet olursa, ALLAH katında sana olan sevaba ilave olarak, o fazilet, senin hesabına da kaydedilir.

                    Tacirlere, sanat ve zanaat sahiplerine gelince; onlara iyi davranmalısın. Onlarla ilgili tavsiyelerimi kabul et ve onlara karşı hayırlı ol. Kendin de elin altında bulunan memurlara, onlara karşı iyi davranmalarını tavsiye et. Onlardan bir kısmı, oturdukları yerlerde ticaretle uğraşır. Bir kısmıysa bir yerden bir yere gider, mal götürüp getirir. Bir başka grubu da halkın muhtaç olduğu şeyleri ellerinin emekleriyle hazırlarlar. (Bunlara iyi muamelede bulun çünkü bunlar, yarar kaynaklarıdırlar; uzun yollar aşarak, ülkendeki karalarda, denizlerde, düzlüklerde, dağlıklarda gezerek, başkalarının tabiatına uygun gelmeyen bölgelere ve halkın bir adım atmaya cesaret edemediği düşman ülkelerine giderek yarar sağlarlar. Bu sınıfın ihtiramını gözet, yollarının emniyetini temin et; haklarını al. Bunlar (işlerinin tabiatı gereği) başkalarına zararı olmayan, salim kimselerdir. Kötülüklerinden korkulmaz, barışçıdırlar (bunlar tarafından bir isyan ve kargaşanın baş göstermesinden endişelenmemek gerek). Onların nazarında en sevimli iş, emniyeti daha fazla koruyan ve hükümdara yararı daha çok olan işlerdir.

                    Bulunduğun yerde onların işlerini gör-gözet. Uzak ve yakın şehirlerde de hallerini izle. Ama şunu da bil ki, bütün bunlarla beraber, bunların çoğunda aşırı bir hırs, kötü bir cimrilik, faydalı şeyleri stok etme ve azalınca değerinden fazlaya satma çabası vardır; buysa halkın zararına sebep olduğu gibi valilere de (buna göz yummak) ayıptır, noksanlıktır.


                    Stokçuluğu yasakla; çünkü Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de yasaklamıştır. Alış veriş, güzel surette, adalet terazileriyle, satanın da alanın da zarar etmeyeceği bir fiyatla olmalıdır. Sen, stokçuluğu nehyettikten sonra onu yapmaya kalkışan olursa cezalandır; fakat cezada pek ileri gitme. Zira, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de böyle yaptı.

                    Sonra ALLAH için, ALLAH için aşağı tabakayı gör-gözet; onlar başvuracakları bir düzen (çare) bulamayan, oldukça yoksul, muhtaç, darlıkta bunalmış, dertlere tutulmuş, kazançtan aciz kalmış kişilerdir. Bu sınıfın içinde dilenenler olduğu gibi bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey istemeyenler de vardır. Öyleyse, ALLAH'ın senden korumanı istediği kimselerin hakkını koru. Onlara, memur olduğun beyt-ul maldan, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arazinin gelirinden, ekininden pay ayır. Onların yakın yerlerde olanlarıyla uzaklarda bulunanları aynı hakka sahiptir ve sen onlardan her birisinin hakkına riayet etmekten sorumlusun. Hiç bir düşünce seni, mahrumların durumuyla ilgilenmekten alıkoymasın.

                    Ehemmiyetli işleri sağlamlaştırman, küçük sayılan işlere bakmaman için bir mazeret sayılmaz. Onlara karşı dikkatsiz ve himmetsiz olma; yüzünü de kibirle onlardan çevirme. ALLAH rızası için alçak gönüllü ol ki, ALLAH seni yüceltsin. Güçsüzlerin karşısında tevazu kanadını ger. Onlara, kendini bu tavra muhtaçmışsın gibi göster. Onların, gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hallerini anlatmayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hallerini sorup anlamak için ALLAH'tan korkan, onlara karşı böbürlenmeyen, güvendiğin kişileri yolla ki, onların hallerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki, ALLAH'a ulaştığın gün, onlar hakkında mazeret göstermeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde başkalarından daha fazla insafa muhtaç kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermekte (olacak kusurdan dolayı) ALLAH'tan af dile.

                    Yetimlerden, kötürümlerden, ihtiyarlardan bilhassa çaresi olmayan ve kimseden bir şey dilemeyen kimselerin durumlarıyla ilgilen; onlara (beyt-ul maldan) azık tayin et. Çünkü bunların hepsi ALLAH'ın kullarıdır. Onları bu durumdan kurtarmak, azıklarını vermek, haklarını temin etmekle ALLAH'a yaklaş. Zira amellerin ihlası, niyetlerin doğruluğuna bağlıdır.


                    Ayrıca halktan bazıları, kendi ihtiyaçlarını hakimin huzurunda bizzat dile getirmedikleri takdirde, işlerinin kendilerinin gıyabında yürütüleceğinden emin olmazlar. Bu ise, valilere ağırdır. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak ALLAH, hayırlı bir sonuca varabilmek için sabredip de ALLAH'ın sabredenlere vaat ettiği sevabın gerçek olduğuna inananlara o yükü hafifletir. Sen de bu sınıftan ol, ALLAH'tan yardım dile.

                    Zamanının bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayır; bu süre içerisinde kendini onlara vakfet; bunların işlerine bakmak için, zihnini her türlü meşguliyetten temizle; onları huzuruna çağır, yanında oturt ve onlarla görüşüp dertlerini dinle; seni yücelten ve sana makam veren ALLAH için tevazu et. Askerlerinden, yardımcılarından, koruyucularından, güvenlik ekibinden hiç kimse onları korkutmasın, onlara mani olmasın, o mecliste (halkın huzurunda) alçak gönüllü ol; onlarla yüz yüze geldiğinde, konuştuğunda yumuşak davran ki, onlar seninle konuşmak istediklerinde korkmadan, çekinmeden konuşsunlar. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in birçok yerde: "Zayıfın korkup çekinmeden, dili dolaşmadan sözünü söyleyip kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne temizliğe ulaşır, ne kutluluğa kavuşur." buyurduğunu duymuşumdur.

                    Sonra onların sert konuşmalarına, söz söylerken ağır laflar edenlerine tahammül et; darılmayı, sinirlenmeyi, onlarla görüşmekten kibirlenerek kaçınmayı da bırak ki, ALLAH da bu yüzden sana her taraftan rahmetlerini açıp yaysın; O'na itaat edenlerin sevaplarını sana versin. İhsanda bulunduğun zaman, minnet yükleme ki, verdiğin ona sinsin; vermediğin zaman da güzellikle, özür dileyerek, tevazu ederek verme ki, hiç olmazsa isteyen kişi rahatsız olmasın. Şüphesiz, ALLAH-u Teâla tevazu eden kimseleri sever.

                    Yardımcılarından en aziz ve değerlisi, herkesten daha yumuşak davranan, müracaat edildiğinde daha güzel karşılayan, zayıf ve güçsüzlere daha çok lütufta bulunan kimseler olmalıdır, inşaALLAH.
                    Bazı işler de vardır ki, bizzat senin yapman gerekir. Bunlardan biri, kâtiplerinin cevap veremeyecekleri mektuplara cevap vermendir. Biri de halkın ihtiyacı sana arzedildiğinde, o ihtiyaçları gidermendir. Biri de kâtip ve hazinedarların yetkilerine bırakılan bütçeleri inceleyip öğrenmektir. Bu vazifede gevşeklik gösterme ve işi geciktirmeyi de ganimet bilme. Kalben ve fikren rahatlaman için bu işlerden her birisine ilgili amirlerle konuşup tartışacak bir memur tayin et. Herhangi bir işi, o işle ilgilenen yetkiliyle istişare ettikten ve üzerinde düşünüp taşındıktan sonra imzala. Her işin şefi, nezaretçisi, (doğru bildiği) hükmü vermede senden çekinmemeli, icra edilemeyecek görüşleri de dile getirmemelidir.


                    Her günün işini, o gün gör. Çünkü her gün yapılacak bir iş vardır. Temiz niyetle ve halkın esenliğe erişmesi için yapılan bütün işler ve sarfedilen bütün vakitler ALLAH için olsa da, sen vakitlerin en üstününü ve en büyük bölümünü kendinle ALLAH arasındaki kulluğa ayır.

                    ALLAH için dinini halis kılan ve yalnız ALLAH için olan farzlara, bilhassa dikkat et. Gecende, gündüzünde bedenî ibadetlerini, gerektiği gibi eda et. Ama müstehap namazlar yalnız Peygamber'e gerekli kılınmıştır. Zira ALLAH-u Teâla şöyle buyurmuştur: "Gece-nin bir kısmında uyanıp namaz kıl, senin için nafile olarak; (bu namaz, sana mahsustur ve farz namazlardan fazla bir namazdır umulur ki Rabbin seni beğenilmiş ve övülmüş bir makama ulaştırır."(5)

                    ALLAH, bu vazifeyi yalnız Peygamber'e mahsus kılmış, bu vesileyle de ona ikramda bulunmuştur; başkaları için bu, ihtiyarî ve müstehap bir ameldir. ALLAH-u Teâla buyuruyor ki: "Kim farz olmayan bir hayır işlerse, şüphe yok ki ALLAH, ona mükâfatta bulunur."(6) Öyleyse ALLAH'a ve O'nun keremine yaklaşmaya sebep olan her işi çok yap. Farizeleri, kusursuz ve noksansız bir şekilde, meşakkatli olsa bile yerine getir. Halka namaz kıldırdığın zaman, namazı uzatıp onları usandırmadan, çabuk, fakat erkânını yitirmeden kıldır; çünkü halk içinde hasta ve işi olan vardır. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih beni Yemen'e gönderdiği zaman Resulullah'a: "Onlara nasıl namaz kıldırayım?" diye sordum; "En zayıfının kıldığı namaz gibi kıldır, insanlara karşı merhametli davran." buyurdular.

                    Bütün bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında bulunanlardan uzun müddet gizli kalma; çünkü valilerin halka görünmemeleri sıkıcıdır (halkı sıkar); valilerin işler hakkında bilgisiz kalmasına yol açar. Onlardan gizlenmek, valilerin birçok şeyi bilmelerine engel olur. Dolayısıyla büyük şeyler onlara küçük görünür; küçük şeylerse gözlerinde büyür; güzel ve iyi, çirkin görünür; çirkinse güzelliğe bürünür; hakla batıl birbirine karışır gider.

                    Vali de bir insandır ancak; bir işi ondan gizlerlerse bilemez, gizli kalanları göremez. Sözün üzerinde doğruyu yalandan ayıracak bir alamet bulunmamaktadır. Öyleyse hakların karışmasını önlemek için perdeyi incelt. Sen iki kişiden birisin ancak: Ya hak yolunda eli açık, cömert birisin; o halde gereken hakkı verdikten sonra ve iyi iş gördükten sonra neden gizlenesin? Ya da cimri birisin; bağışından ümidini kestikten sonra artık halk senden bir şey istemez ki; o halde ne diye onlara görünmeyesin? Kaldı ki halkın sana müracaatlarının çoğunun sana bir ağırlığı yoktur; ya zulme uğradıklarından şikâyetçi olur; ya da adalet isterler. Anlattığım şeylerden yararlan; hidayetini, saadetini garantileyen şeyle yetin, inşaALLAH.


                    Sonra yöneticilerin kendi reyleriyle hareket eden, tekebbürde bulunan, muamelede insafları az olan bazı adamları olabilir; bunların sebeplerini gidererek onları kökten yok et. Yakınlarına, yanında bulunanlara özel bir arazi verme veya yüklerini başkalarına yükleyerek diğer insanlara zararı dokunacak şekilde su kullanmada ve ortak bir işe girişmede anlaşma yapmaları için destek olma; bunun yararı sana değil, onlara olur, ayıbı ise dünya ve ahirette sana kalır. İşler sana ulaştığında, adaletle hükmet. Yakın olsun, uzak olsun, kime gerekiyorsa hakkını ver; bu hususta sabırlı ol, mükâfatını ALLAH'tan iste, akraban ve yakınların hakkında bile haktan ayrılma; işin sonunu düşün; isterse ona ağır gelsin bu iş; hayır olduğu sence malumsa yapmaktan çekinme; hakkını yerine getir.

                    Her ne zaman (yanlış anlaşılma) sonucu halk zalim olduğun düşüncesine kapılırsa (işin gerçeğini dile getirip yaptığını yorumlayarak) mazeretini onlara açıkla ve sana olan kötümserliği gider. Bu (halkla yüzyüze gelip meseleyi onlarla ortaya koymak) nefsin için bir riyazet ve buyruğun altındakilere de yumuşaklıkla muamelede bulunmaktır. Bu vesileyle halkı güzel ve yumuşak ahlak vesilesiyle hak yola hidayet etmekten ibaret olan muradına da erersin.


                    (Dış siyaset ve düşmanla muamele konusuna gelince Düşmanın, seninle barışmak isterse reddetme. Barışta ALLAH'ın rızası, ordunun huzuru vardır; böylece sen de sıkıntılarından kurtulmuş olursun; şehirlerinse güvenliğe kavuşmuş olur. Ama barıştıktan sonra da düşmanından sakın; çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil olmanı bekler. Şu halde ihtiyatla hareket et, ihtimali olan her tehlikenin önüne sed çek, bütün işlerde de ALLAH'a güven. Bir sorun çıkıp da düşmanla barışmak veya düşmana güvence vermek zorunda kalırsan, verdiğin söz ve yaptığın antlaşmaya riayet ederek nefsini ona verdiğin söze (ahde) kalkan yap. Çünkü ALLAH'ın farzlarından hiç biri ahde (antlaşmaya) bağlı kalmak gibi değildir. Dilekleri birbirine aykırı, reyleri, akideleri, dinleri çeşit çeşit olduğu halde tüm milletler (verdikleri söz ve imzaladıkları) antlaşmalarına bağlıdırlar. Çünkü antlaşmayı bozmanın ve gaddarlığın vahim sonuçlarını, müşrikler dahi idrak etmiş ve bağlılığı gerekli saymışlardır. Durum böyle iken sen (ey Müslümanların emri) antlaşmanı bozma, antlaşmaya bağlılığı bir kenara itme, buna riayet et, hıyanette bulunarak düşmanını aldatma; çünkü bu hususta ALLAH'a karşı cürette bulunan, çok cahil bir kimsedir. ALLAH ahdini, güvencesini kulları arasında bir rahmet olarak yaymıştır, o herkesin rahat edeceği bir emniyet kalesidir ve herkesin sığınacağı bir haremdir. Herkes ona doğru koşar. Onu bozmak, ona hıyanet etmek, ona hile katmak olmaz.

                    Sakın karşılaştığın darlıktan dolayı ALLAH adına verdiğin ahdi bozmaya kalkışma. Zira senin, kurtuluş ümidi olan ve sonunda üstünlük umulan bir darlığa sabretmen, yarın kötü akıbetinden korkacağın bir hıyanetten, ALLAH'ın seni sorguya çekmesinden, dünya ve ahirette (özrünün) kabul olmamasından daha hayırlıdır.

                    Haksız olarak kan dökmekten sakın. Çünkü azaba sebep olmak, ağır belaya yol açmak ve nimetin ortadan kalkıp ömrün çürümesine sebep olmak bakımından hiç bir şey haksız olarak dökülen kan gibi etkili değildir. Kullar arasında döktükleri kanlar hakkında (kıyamet günü) bizzat ALLAH hükmedecektir. Öyleyse, haram olarak kan dökmekle makam ve kudretini korumaya kalkışma. Çünkü bu, makam ve kudretin yok olmasına, onların zevale uğramasına sebep olur. Kendini ALLAH'ın gazabına uğratmaktan sakın. ALLAH-u Teâla zulümle öldürülenin mirasçısına (intikam almakta) bir kudret vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Kim zulümle öldürülürse mirasçısına, öldürene karşı bir kudret ve salahiyet verdik, ancak öldürmede aşırı gitmemeli; şüphe yok ki yardıma da mazhar edilmiştir o."(7)

                    Bilerek kan dökme hususunda ne ALLAH katında bir özrün kabul edilir, ne benim yanımda; çünkü cezası kısastır bunun. Suçluya ceza verdiğinde yanlışlıkla kamçın, yahut elin onun ölümüne sebep olursa, kudretine güvenip ululanarak, öldürülen kişinin velilerine, onun diyetini ALLAH'ın rızası için vermekten kaçınma.
                    Kendini beğenmekten, seni kendini beğenmeğe sevkeden şeylere güvenmekten ve övülmeyi istemekten çekin; çünkü bunlar, ihsan sahiplerinin ihsanlarını yok etmek, mükâfatlarını mahvetmek için, şeytanın gözettiği en güvenilir fırsatlardandır.


                    İdarende bulunanlara ihsanda bulunduğunda, onları minnet altında bırakmaya (ihsanını başlarına kakmaya) kalkışmayasın. Yaptığını çok görmekten de çekin. Söz verdiğinde, sözünden dönme; onlarla acele olarak da (gelişi güzel) konuşma. Başa kakmak, ihsanı yok eder; sözden dönüş, ALLAH'ın gazabına ve halkın nefretine yol açar; Yüce ALLAH: "ALLAH katında en beğenilmeyen şey yapmayacağınız şeyi söylemenizdir." buyuruyor.(8)

                    İşleri, zamanı gelmeden önce alelacele yapmayasın; yapma zamanı geldiğinde de bir işi ihmal etmeyesin; doğruluğu sence belli olmayan işi yapmakta da ısrar etmeyesin, ama doğruluğu açıkça olan işi de baştan savma. Her işi zamanında ve yerinde yap.


                    Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını çoğaltmaya kalkışma; herkesin gözettiği şeylerde gaflete düşme; çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman sonra işleri örten perdeler açılır, ALLAH'ın azameti zuhur eder ve mazlumların hakkı zalimlerden alınır.

                    Öfkeni yen, kendine sahip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu hâllerde hemencecik cezâ vermekten çekin; cezâyı geriye at. Öfkelendiğinde, kızgınlığının yatışması ve ihtiyarını kullanabilmen için göğe taraf bak. Bunları, Rabbine ulaşacağına inanarak derdini ve üzüntünü çoğaltmadıkça uygulayamazsın.

                    Bil ki, bu ahitnâmede senin hidayet olman için gerekli her şey hazırlanmış ve yazılmıştır. ALLAH dilerse, seni hidayet eder ve bizden gördüğün bütün şeylerden öğüt alma tevfikini sana verir. Sonuçta yönetimin adalet, üstün kanunlar, Peygamber'inin sünneti ve ALLAH'ın kitabındaki farzlar üzere kurulu olur ve bizim nasıl hareket ettiğimizi, gördüğün miktarda örnek edinir ve ahitnâmede sana verdiğim buyruklara uymaya kendini zorlarsın. Nefsine uymak hususunda bir gevşeklik göstermemen için bu kadar delil getirdim sana. Ancak ALLAH (c.c.) insanı kötü şeylerden korur ve hayırlı işlere muvaffak eder. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in bana olan vasiyetlerinden bir kısmı da namaz, zekât ve kölelerin hakkına riayet etmeye teşvik konusuydu. Ben de bu ahitnâmeyi aynı tavsiyede bulunmakla sona erdiriyorum. Güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce ALLAH'tandır.

                    Ve, benim ve senin, kullar arasında mazeretleri keserek açık delilleri ikame etmemizi, kulların en güzel anışlarına, iyi ve yerinde övüşlerine mazhar olmamızı, şehirlerde iyi ve güzel eserler bırakmamızı, nimetin hakkımızda tam olgun olarak, lütuf ve ihsânın kat kat fazlasıyla verilmesini, benim de, senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehit olarak tamamlanmasını, ALLAH'ın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük kudretine, her dilenen şeyi lütfedip vermesine sığınarak, niyâz etmekteyim ve biz, gerçekten ALLAH'ın rızâsını istemekteyiz.
                    ALLAH'ın salâtı ve selâmı Resulullah'a ve tertemiz soyuna olsun.
                    (Tuhaf'ul-Ukul kitabından naklen)

                    ______________
                    1- Yusuf/53.
                    2- Cizye, İslam'ın güvencesinde yaşayan gayr-i müslim kitap ehlinden kişi başına alınan vergidir. Haraç ise gayri müslimlerden ve bazen de müslümanlardan alınan toprak vergisidir.
                    3- Nisâ/59-60.
                    4- Nisâ/83.
                    5- İsrâ/81.
                    6- Bakara/153.
                    7- İsrâ/33
                    8- Saff/3
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                      HZ. ALİ (A.S)'IN MUTTAKİLERİN VASIFLARINI AÇIKLAYAN SÖZLERİ


                      Onlar dünyada fazilet ehlidirler. Sözleri gerçektir. Orta halli giyinirler. Mütevazı bir şekilde yürürler. İtaatle ALLAH'a karşı huzu ve huşuda bulunurlar. ALLAH'ın onlara haram ettiği şeylerden gözlerini yumarlar. Kulaklarını yalnızca (onlara fayda verecek) bilgiye çevirirler. Nimete eren gönüller nasıl rahatlayıp huzur içinde oluyorsa, onların gönlü de ilahî kaza ve kadere razı olduklarından sıkıntı ve bela anında öylece rahat ve huzur içinde olur. ALLAH, kullarının ecellerini takdir etmeyip ölüm vakitlerini belirlemiş olmasaydı, ruhları sevaba olan iştiyak ve azap korkusundan dolayı göz açıp kapatıncaya kadar dahi bedenlerinde duramazdı.

                      Gözlerinde, Yaratan uludur ve O'ndan başkası ise küçüktür. Cennete karşı, sanki cenneti gözleriyle görüyor ve nimetlerinden yararlanıyorlarmış gibidirler. Cehenneme karşı ise sanki onu gözleriyle görüyor ve orada azaba uğruyorlarmış gibidirler. Kalpleri mahzundur, kimseye zararları dokunmaz. Beklentileri azdır, bedenleri zayıftır, nefisleri pek iffetlidir, İslam'a çokça yardım ederler. Çabucak geçip giden günlerde sabrederler, ardından Kerim olan Rabb'in onlar için hazırlayıp kolaylaştırdığı uzun ve kârlı rahatlığa ulaşırlar. Dünya onları diler, onlarsa dünyayı dilemezler. Dünya onların peşine takılır, fakat onlar onu âciz bırakırlar.

                      Gece oldu mu, ayağa kalkıp saflar kurarlar; ibadete koyulurlar; Kur'an ayetlerini (harfleri sayılacak kadar) ağır bir şekilde ve anlamını düşünerek okurlar, bununla hüzünlenip dertlerinin dermanını (şifasını) Kur'an'da bulurlar. Hüzünleri, günahlarına ve gönül yaralarına ağlamalarını şiddetlendirir. Kur'an'dan teşvike (mükâfata) dair bir ayet okuyunca onu elde etmek ümidiyle onun üzerinde dururlar; gönülleri şevkten dolup taşar, sanki ALLAH'ın Vaat ettiği mükâfat gözlerinin önüne serilmiştir. Korkutucu bir ayete vardıklarında da can kulağıyla onu dinlerler, sanki cehennem alevlerinin (yücelirken) çıkardığı ses ve gürültü kulaklarının dibindedir ve onu işitmektedirler. (Korkudan) iki kat bükülmüşler; alınlarını, ellerini, dizlerini, ayak parmaklarını yere sererek secdeye kapanmışlardır; yüce ALLAH'tan azap zincirlerine vurulmaktan kurtulmayı dilerler.

                      Gündüzlerine gelince, hekim, bilgin, salih ve muttakidirler. (ALLAH) korkusu onların bedenlerini yontulmuş ok gibi inceltmiştir, zayıflatmıştır; onları gören hasta sanır (oysaki hastalıkları yoktur). Onlara bakan akıllarını yitirdiklerini zanneder; oysaki onları, büyük bir iş meşgul etmektedir.

                      ALLAH-u Teâla'nın kudret ve azametini, ölümü, kıyametin ahvalini, dehşetini hatırladıklarında kalplerine korku düşer, akılları başlarından gider. Korku onları kapladığında, ALLAH için, temiz işlere koşarlar. Az ibadete razı olmazlar, çok amellerini gözlerinde büyütmezler. Sürekli kendilerini suçlu bilir ve amellerinden kaygılanırlar. Onlardan birisini övseler söylenen sözden korkar ve der ki: Ben kendimi başkalarından daha iyi tanırım, Rabbim ise beni benden daha iyi tanır. ALLAH'ım! Söyledikleri sözler yüzünden beni suçlama; onların zanlarından daha üstün kıl beni; onların bilmedikleri suçlarımı affet, çünkü sen gizlileri bilensin.



                      Muttakilerin her birinin özelliklerinden bazıları da şunlardır: Sen onu; dinde güçlü, yumuşaklıkta korkulu (ihtiyatlı), imanda şüphesiz, ilme haris, ılımlılıkta zeki, infakta şefkatli, dinde derin düşünceli, hilimde ilimli, zenginlikte orta halli, ibadette huşulu, yoklukta süslü, çetin zamanlarda direnişli, çilekeşlere karşı şefkatli, yerinde bağışta bulunan, kazançta yumuşak, helal rızk peşine giden, hidayette neşeli, tamahtan kurtulmuş, istikamette (doğru yolda) iyi iş yapan, şehvet karşısında kendisini koruyan, cahillerin onu medhetmesinden mağrur olmayan, kendi amelini muhasebe etmeyi terketmeyen, kendisini suçlu bilen, güzel ve temiz işlere koyulan, fakat ALLAH'tan korkup duran biri olarak görürsün.

                      Akşamları kaygısı şükürdür. Sabahları ise kaygısı zikirdir. Geceyi korkulu geçirir. Gündüzü neşeli başlatır. Korkusu sakındırıldığı gaflete düşme endişesinden dolayıdır. Neşesi ise, elde ettiği fazilet ve rahmetten dolayıdır. Eğer nefsi azıp sevmediği şeylerde kendisine teslim olmazsa, isteklerini ondan esirgeyerek onu cezalandırır.

                      Sevinci korktuğu şeyden kurtulmaktadır. Asıl sevinci ise, ebedi nimetlere kavuşmaktır. Yok olup bitecek şeylere meyilsizdir. Hilmi ilimle, ilmi de amelle birliktedir. Tembellik ve bitkinlikten uzaktır. Sürekli şen ve neşelidir, arzuları çabuk erişilebilecek şeylerdir; yoldan kayması azdır. Alçak gönüllüdür. Nefsi, elde ettiğini yeterli bulur (hırsa düşmez). Cehaleti gizlidir; işi kolaydır; dini korunmuştur; şehveti ölmüştür; öfkesini yutmuştur. Ahlakı tertemizdir; kendisine söylenilen sırları dostlarına açmaz; düşmanların şahitliğini gizlemez. (Düşmanları lehinde olsa bile hakka tanıklık yapmaktan çekinmez). Göstermelik bir iş yapmaz. Utançtan dolayı (hayırlı) bir işi terketmez. Ondan hayır umulur; şerrindense emin olunur. Gafillerin içinde olsa da zikredenlerden olur.

                      Kendisine zulmedeni bağışlar. Kendisinden esirgeyene esirgemez. Kendisiyle ilişkiyi kesenle ilişki kurar; hilim ondan uzaklaşmaz; onu bezeyen ahlâkı ve ameli elde etmekten aciz kalmaz. Kötü söz, (çirkin hareket) ondan uzaktır; sözü yumuşaktır; hilesi yoktur; iyi işleri çoktur; işi güzeldir; hayrı sürekli insanlara ulaşır ama şerri olmaz. Sarsıntılı durumlarda metindir ve hoş olmayan işlerde sabreder; bollukta ve refahta şükreder. Öfkelendiği kimseye zulmetmez. Sevdiği kimse için günah işlemez; haksızlıkla bir şeyi iddia etmez; üzerinde olan başkasının hakkını inkâr etmez. Şahit getirilmeden önce gerçeği itiraf eder; kendisine emanet olarak verileni zayi etmez; başkalarını yerici lakaplarla çağırmaz. Ne zulmeder, ne zulmetmek ister. Komşusuna zarar vermez; birisinin bir belaya, musibete düşmesinden dolayı sevinmez. Doğru işe koşar; emaneti sahibine verir; çirkin işlere ilgisizdir.

                      Marufu emreder, münkerden sakındırır. Dünya işlerine bilgisi olmadan girmez. Haktan ayrılmaz; susarsa, susması onu kaygıya düşürmez; gülerse sesini yükseltmez. Elinde olan miktara kanaat eder; öfke onu yenemez; heva ve heves onu aldatamaz; cimrilik ona galip gelmez; halkın malına göz dikmez; ilim öğrenmek için halka karışır; salim kalmak için susar; anlamak için sorar. Hayır sözü dinlemesi, öğrenip başkalarını aciz bırakmak için olmadığı gibi, güzel söz konuşması da diğerleri karşısında kibirlenmek için değildir. Ona zulüm edilirse ALLAH-u Teâla intikam alıncaya kadar sabreder.

                      Nefsi, onun elinden sürekli rahatsızdır; fakat insanlar ondan hayır umarlar. Nefsini ahireti için yorar; insanları nefsinden rahata ulaştırır, emin kılar. Birinden uzaklaşması, (kötü harekete) buğzetmesi, öfkelenmesi, nefsini korumasındandır. Birine yaklaşması, yumuşaklıktan, rahmetten (ve esenlikten)dir. Uzaklaşması kibirden, ululuktan olmaz; yaklaşması ise hileden ve tatlı dille aldatmak için değildir. Kendinden önceki hayır ehline uyar ve sonradan gelen iyi iş yapacaklara önder olur.(1)
                      (Tuhaf'ul-Ukul kitabından naklen)

                      ___________
                      1- Bu hutbenin metnini merhum Seyyid Razî farklı bir şekilde Nehc-ül Belağa'nın 191. hutbesinde şöyle nakletmiştir: Emir-ül Müminin Hz. Ali aleyhi's-selâm'ın ashabından Hemmam adlı birisi Hz. Ali aleyhi's-selâm'a şöyle dedi: Ey Emir-el Müminin, bana ALLAH'tan çekinen muttakilarin vasıflarını anlat, hem de öylesine anlat ki onları görür gibi olayım." Hz. Ali, onun bu sözüne fazla önem vermeyerek; "Ya Hemmam! ALLAH'tan çekin; iyi amelde bulun, çünkü ALLAH, çekinenler ve iyilikte bulunanlarla beraberdir." buyurdu. Hemmam bu sözü yeterli bulmadı; daha fazla açıklamada bulunması için Hz. Ali aleyhi's-selâm'ı yemin ettirdi. Hz. Ali, bunun üzerine ALLAH'a hamd-u senada bulunduktan sonra yukarıdaki hutbeyi okudu; Nehc-ül Belağa'nın nakline göre söz hutbenin bu noktasına gelince Hemmam feryad edip düştü ve can verdi. Hz. Ali aleyhi's-selâm buyurdular ki: "VALLAHi ben bundan korkuyordum."

                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                        HZ. ALİ (A.S)'IN KUMEYL B. ZİYAD'A ÖĞÜTLERİ(1)


                        Ey Kumeyl, bu gönüller birer kaptır; en iyi kap içindekini en iyi koruyan ve zarfiyeti geniş olandır. Benim şu sözümü asla unutma. İnsanlar üç kısımdır: Rabbâni âlim, kurtuluş yolu üzere (kurtuluş yolunu bulmak için) ilim taleb eden kişiler ve geri kalan (üçüncü grup ise), her sesin peşine takılan, her esintiye kapılıp giden ahmak ve düşük kimselerdir. Onlar ne yollarını bulmaları için ilim ışığıyla aydınlanmışlardır, ne de kendilerini kurtarabilecekleri güvenilir bir desteğe dayanmışlardır.

                        Ey Kumeyl, ilim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, malı ise sen korursun. Mal, vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır. İlim hâkimdir, mal mahkum. (İlimle mal hakkında karar verilir).

                        Ey Kumeyl, âlime sevgi beslemek, uyulması gereken ve mükâfatı gerektiren bir esastır. İnsan hayatta ilimle (ALLAH'a) itâat mertebesini kazanır; ölümünden sonra da bıraktığı iyi eserleriyle. Oysa ki malın menfaati, malın yok olmasıyla elden çıkar. Malları hazinelerde biriktirenler, hayatta iken bile ölüdürler (gerçek hayattan mahrumdurlar); âlimler ise, âlem var oldukça bâkidirler. Cisimleri kaybolup gitse de eserleri yüreklerde mevcuttur.


                        [SIZE=3]Sonra göğüslerine işaretle şöyle devam ettiler: Burada çok derin ve geniş bir bilgi vardır; fakat bunu taşıyabilecek ehil kimseleri bulamıyorum. Bulduklarım ise, ya sözü çabuk alan, ama güvenilmeyen, dini dünya isteğine âlet eden, ALLAH'ın delil ve burhanlarıyla ALLAH'ın dostlarına karşı üstünlük dâvâsına girişen, ALLAH'ın nimetleriyle O'na isyana kalkışan kimselerdir. Veya hakkı taşıyanlara boyun eğen, fakat hakkın inceliklerine basireti olmayan, kendine yönelen ilk şüpheyle tereddüte düşerek kalbinde şek yerleşen kimsedir. Oysa ne bu, (ilim öğrenmeye layıktır) ne de o. Ya da dünya lezzetine sarılan, şehvete uymaya yatkın olan veya mal, mülk toplamaya düşkün olan şahıslardır ki bunlardan hiç biri dini koruyabilecek, basiret ve yakin sahibi kişiler değillerdir; bunlar daha çok otlayan hayvanlara benzemektedirler.

                        Böylece ilim, ilim ehlinin ölümüyle ölüp gider. Fakat yeryüzü, ALLAH için delil ve hüccetiyle kaim (ayakta) bulunan birisinden boş (mahrum) kalmaz; ama ya meydanda olur, bilinir; yahut ALLAH'ın apaçık delillerinin bâtıl olmaması ve kitabını rivayet edecek (halka açıklayacak) kimselerin yok olmaması için korkar, gizlenir.
                        Nerededir onlar? Sayıları azdır onların, ama değerleri pek büyüktür. ALLAH, onlar gibi başka birilerine teslim edinceye, onların benzerlerinin gönüllerine yerleştirinceye dek delillerini onlarla korur.

                        İlim, onları iman gerçeklerine vardırmış, yakin ruhunu yakından idrâk etmişlerdir. Dünyaperest insanların zor ve ağır gördüğü şeyleri kolay karşılarlar; cahillerin kaçındıkları, hor gördükleri şeyler hoş görünür onlara; ruhları melekut alemine bağlı olan bedenlerle dünyada yaşarlar.


                        Ey Kumeyl, işte onlardır ALLAH'ın yaratıkları arasındaki eminleri (güvenilir kulları), yeryüzündeki halifeleri ve beldelerindeki ışıkları. Bunlardır, (halkı) ALLAH'ın dinine çağıranlar. Ah, ne de özlerim onları görmeyi! ALLAH'tan kendim ve senin için mağfiret diliyorum.

                        KUMEYL B. ZİYAD'A KISA TAVSİYELERİ

                        Ey Kumeyl, her gün ALLAH'ın ismini zikret; "La havle ve la kuvvete illa billah" (Bütün güç ve kuvvetler ancak ALLAH'tandır) de ve ALLAH'a tevekkül et (sığın). Bizi hatırla; ismimizi anarak bize salavât getir ve bunu kendin ve korunmasına önem verdiğin şeyler için tekrarla; o günün şerrinden amânda olursun, inşâALLAH.

                        Ey Kumeyl, Yüce ALLAH, Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'e edep öğretti; Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih de bana. Ben de Müminleri terbiye edenim ve bu edepleri erdemli insanlara mirâs olarak bırakanım.

                        Ey Kumeyl, her ilmi açan benim; bütün sırları sona vardıran da Kaim (Hz. Mehdi) aleyhi'sselâm'dır.

                        Ey Kumeyl, (Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'in Ehl-i Beyti) hep birbirinden olan (ve aynı kökten türeyen) bir soydur. ALLAH duyan ve bilendir.(2)


                        Ey Kumeyl, ilim ve âdâbı yalnızca bizden alırsan, işte o zaman bizden sayılırsın.
                        Ey Kumeyl, yapacağın her harekette marifete (bilgi ve şuura) muhtaçsın.

                        Ey Kumeyl, yemek yediğinde ALLAH'ın ismiyle başla ki, O'nun ismiyle hiç bir hastalık zarar veremez ve bütün dertlere de şifadır.

                        Ey Kumeyl, yemeğini başkalarıyla ye ve cimrilik yapma; sen kimseye rızık veremezsin (her kesin rızkını ALLAH verir); oysa ALLAH bunun karşılığında sana bol mükâfat verir. Sofra başında hoş davran; sofra arkadaşını sevindir ve hizmetçini suçlama.

                        Ey Kumeyl, yemek yerken (sofrada oturmanı) uzun sürdür ki arkadaşın da doysun, başkaları da rızkını alsın.

                        Ey Kumeyl, yemekten sonra, verdiği rızk karşısında ALLAH'a hamd et, sesli bir şekilde şükret ki, başkaları da sana uysun; o zaman daha çok sevap alırsın.


                        Ey Kumeyl, midenin tümünü yemekle doldurma, su ve havâya da yer bırak; henüz iştahlıyken el çek ki, yemeğin lezzetini alasın. Vücudun sağlığı, az yiyip, az içmededir.

                        Ey Kumeyl, ancak zekât veren, Müminlere kardeşçe davranan ve akrabalarıyla iyi ilişkisi olan kimselerin malında bereket olur. Ey Kumeyl, Mümin akrabalarına, diğer Müminlerden daha çok pay ayır; onlara daha çok rauf ve şefkatli davran ve yoksullara sadaka ver.


                        Ya Kumeyl, sana el açan kimseyi, eli boş çevirme, sadece bir üzüm veya hurma tanesi verebilecek durumda olsan bile. Muhakkak sadaka, ALLAH katında büyür.
                        Ey Kumeyl, Müminin süsü, alçak gönüllülükdür; güzelliği iffetdir; şerefi, dini araştırıp anlamaktır; izzeti, boş konuşmaları ve dedikoduları terketmektir.


                        Ey Kumeyl, halkın her sınıfında bir grup diğerinden daha üstün olur; sakın düşük seviyeli olanlarıyla tartışma; bana yönelik yakışmaz bir söz söyleseler bile tahammül et ve ALLAH'ın: "...Cahiller onlara söz söyleyince, selam olsun, diye cevap verirler."(3) diye vasıflandırdığı kimselerden ol.

                        Ey Kumeyl, bütün hallerde hakkı söyle. Takvalı insanlarla dost ol; fâsıkları terket; münafıklardan uzak dur ve hâin insanlarla arkadaş olma.


                        Ey Kumeyl, ilişki kurmak veya alışveriş yapmak için zalimlerin kapısını çalma. Sakın onlara tâzim etme. Toplantılarında ALLAH'ın gazabına uğramana vesile olacak şekilde hazır bulunma. Eğer mecburiyet gereği yanlarında bulunursan, sürekli ALLAH'ı zikret; O'na tevekkül eyle ve şerlerinden ALLAH'a sığın; başını aşağı sal; kalbinle yaptıklarını inkâr et; ALLAH'ı onların duyacağı kadar sesli bir şekilde tâzim et. Böylece, ALLAH da seni teyid eder ve onların şerrinden korur.


                        Ey Kumeyl, ALLAH'a ve O'nun dostlarının velayetine ikrardan sonra kulların en iyi itaati, iffetli, tahammüllü ve sabırlı olmalarıdır.

                        Ey Kumeyl, maddî sıkıntını açığa vurma; izzet-i nefsini koruyarak onu gizli tut ve ALLAH için sabret.

                        Ey Kumeyl, kardeşine sırrını açmanın mahzuru yoktur; fakat kardeşin kimdir (biliyor musun)? Seni zorluklarda yalnız bırakmayan, boynuna diyet yahut kan parası geldiğinde kendini kenara çekmeyen, (muhtaç olduğunda) ağız açmadan ihtiyacını gideren, seni, durumunu izhar etmeye mecbur edecek derecede kendi haline bırakmayan (sürekli durumundan haber alan) kimsedir. Eğer kardeşin, seni hak yoldan ayırmak istiyorsa, ıslahına çalış.

                        Ey Kumeyl, Mümin, Müminin aynasıdır; ihtiyacını giderir ve durumunu güzelleştirir. Ey Kumeyl, Müminler kardeştirler, kardeş hiç bir şeyi kardeşine tercih etmez.


                        Ey Kumeyl, kardeşini sevmiyorsan, kardeşi değilsin. (Gerçek) Mümin, bizim söylediğimizi söyleyendir; bizim sözümüze hilaf eden, bizden geri kalır; bizden geri kalan, , bize varamaz; bizimle olmayan cehennem ateşinin en alt tabakasında yer alır.

                        Ey Kumeyl, sinesinde derdi olan, balgam çıkarır (yüreğinde sırrı olan diline döker). O halde birisi sana bizden (sır olarak) bir şey söyler ve senden kimseye açmamanı isterse, sakın onu açığa vurma. Aksini yaparsan, tövben kabul olmaz; öyle olunca da, son durağın cehennem ateşi olur.

                        Ey Kumeyl, Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'in Ehl-i Beyt'inin sırrını başkalarına açmak, tahammül edilecek şey değildir; açan kimsenin tövbesi kabul olmaz; sana söylediklerimi yakin ehli Müminden başkasına açma.

                        Ey Kumeyl, her zorlukla karşılaştığında: "La havle ve la kuvvete illa billah" (Bütün güç ve kuvvetler ancak ALLAH'tandır) dersen, zorlukta (sana) yeter. Her nimete ulaştığında: "Elhamdulillah" de, rızkın daha da artar. Rızkın gecikirse, ALLAH'tan mağfiret dile ki bolluğa çıkasın.


                        Ey Kumeyl, bizim velayetimizle mal ve evladını Şeytan'ın ortaklığından kurtar.

                        Ey Kumeyl, (iman vardır, gönüllerde) yerleşmiştir; (iman da vardır, gönüllere) eğreti konar. Sakın (imanı) eğreti olanlardan olma. (İmanı) yerleşmişlerden olmak istersen, buna ancak, seni saptırmayacak ve yoldan çıkarmayacak ana caddeden (Ehl-i Beyt'in velayetinden) ayrılmadığın takdirde ulaşırsın.


                        Ey Kumeyl, hiç bir farzın ruhsatı olmadığı gibi, hiç bir sünnetin de şiddeti yoktur. (Yapılması sıkı tutulmamıştır.)

                        Ey Kumeyl, (şunu bil ki her zaman) günahların iyiliklerinden, gafletin zikrinden ve ALLAH'ın sana verdiği nimetler, yaptığın amellerden daha çoktur. Ey Kumeyl, sürekli olarak ALLAH'ın verdiği nimet ve afiyetten yararlanmaktasın; o halde sen de sürekli O'nun hamd-ü senâsı, tesbih ve takdisi, şükrü ve zikriyle meşgul ol.


                        Ey Kumeyl, ALLAH'ın: "... ALLAH'ı unutmuşlar da O da, kendilerini unutturmuştur onlara" deyip "İşte onlar fasıkların ta kendileridir."(4) diye fasık olarak nitelediği kimselerden olma sakın.

                        Ey Kumeyl, (sırf) namaz kılman, oruç tutman ve sadaka vermen önemli değildir; (asıl) önemli olan, namazını (ve diğer amellerini) temiz bir kalple ALLAH'ın râzı olduğu bir şekilde ve tam bir huşu içinde yerine getirmendir. Nerede ve neyin üzerinde namaz kıldığına dikkat et; bunları doğru ve helâl yoldan elde etmiş olmazsan, kabul olmayacaktır.


                        Ey Kumeyl, kalpte olan dile dökülür; kalp de aldığı gıdayla hayat kazanır; kalbine ve bedenine verdiğin yiyeceğe dikkat et; helâl olmazsa ALLAH, tesbih ve şükrünü kabul etmez.

                        Ey Kumeyl, şunu bil ve anla ki, biz, halkın emanetini vermemek hususunda kimseye izin vermemişiz; kim böyle bir izni benden nakletmişse, bâtıl ve yalan söylemiştir ve yalanının cezâsı, cehennem ateşidir. Andolsun ki Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih vefâtından az önce bana üç kere şöyle buyurdu: "Ya Ebe'l Hasan, emaneti sahibine teslim et, ister iyi adam olsun, ister fâcir; emanet ister büyük olsun, ister küçük, hatta iplik ve iğne bile olsa.


                        Ey Kumeyl, cihat ancak âdil imâmla câizdir ve ganimet ancak faziletli imâmla helâl olur.

                        Ey Kumeyl, eğer (ALLAH tarafından) peygamber gönderilmeseydi, fakat yeryüzünde takvâlı bir Mümin bulunup da (peygamberlerin vazifesini yüklenerek halkı) ALLAH'a dâvet etseydi, sence bu işinde haklı mıydı, yoksa haksız mı? VALLAHi, ALLAH onu bu işe tayin edip ve onu lâyık kılmadıkça haksızdır.(5)

                        Ey Kumeyl, din ALLAH'ındır; onun başına resul, nebi yahut vâsiden (ALLAH'ın tayin ettiği halifeden) başka kimsenin geçmesine izin vermez.


                        Ey Kumeyl, (rehberlik makâmı) sadece, nübüvvet, risâlet ve imâmetle sınırlıdır; geriye kalan ya tâbi olup izleyenlerdir, yahut da sapık ve bid'at ehli olanlardır. "ALLAH ancak takvalılardan (iyi amellerini) kabul eder."(6)

                        Ey Kumeyl, ALLAH; Kerim, Halim (cezâ vermede acele etmeyen), Azim ve Rahim'dir. O, ahlâkını bize tanıtmış, onlarla sıfatlanmayı ve halkı da aynı yöne sevketmeyi emretmiştir bize. Biz de bu vazifeyi hiç karşı gelmeksizin yerine getirdik, hiç bir nifâk göstermeden icra ettik, yalanlamadan tasdik ettik ve şüphe etmeden kabullendik.

                        Ey Kumeyl, ne itâat edilmek için dalkavukluk yaparım, ne sözümden çıkmasınlar diye (boş) vaadlerde bulunurum, ne de bana Emir-ül Müminin desinler diye göçebelerin vereceği yemeğe rağbet ederim.

                        Ey Kumeyl, (mal, makâm vb.) bir şeyi elde eden, fâni bir dünyayı elde etmiştir. Biz ise, ebedî ve bâki bir âhireti elde ettik.


                        Ya Kumeyl, herkes âhirete doğru hareket etmekte; bizim âhirette rağbet ettiğimiz şey, ALLAH'ın rızası ve muttakilere vereceği cennetin yüksek dereceleridir.

                        Ey Kumeyl, yeri cennet olmayan kimseyi, elemli bir azâp ve sürekli bir zilletle müjdele!

                        Ey Kumeyl, ben her durumda ALLAH'a, verdiği tevfik ten dolayı hamd ediyorum. Şimdi istersen, kalk (git) artık.

                        (Tuhaf'ul-Ukul'dan naklen)
                        _________

                        1 - Kumeyl b. Ziyâd en-Nehaî şöyle naklediyor: Emir-ül Müminin Ali aleyhi's-selâm elimden tutarak beni Kufe'nin kenarında yer alan mezarlığa doğru götürdüler. Şehrin dışarısına varınca bir âh çekerek şu sözleri buyurdular:
                        2 - Bu cümle Kur'an'dan iktibastır. Al-i İmran/34.
                        3 - Furkan/63
                        4 - Haşr/19
                        5 - Yani rehberlik ve tebliğ gibi ilâhî görevleri, ancak ALLAH'ın tayin ettiği kimseler üstlenebilir.
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                          [b]
                          KAASİA HUTBESİ



                          [b]
                          [b]Kasia, birini horlamak anlamına gelir; Hz. Emir (a.s), bu hutbede İblis'i ve ona uyup ululananları kınadıklarından hutbeye bu ad verilmiştir.
                          "Hamd ALLAH'a ki kendisine, üstünlükle ululuğu hicâp etti; halkına bu iki sıfatı vermeyip kendisine seçti; kendisinden başkasına bunları harâm eyledi. Kendisinin haremi ve harimi olan bu iki sıfat hakkında, kullarından kim onunla dâvâya kalkışırsa onu lânetledi.


                          [b]Sakının ey ALLAH kulları, İblis sizi, kendi hastalığına uğratmasın; atlı yaya askerleriyle sizi kendisine çekmesin; andolsun ömrüne ki o, sizi azâba düşürme okunu yayına koymuş, yayını kurmuştur; sizi yakın bir yerden oklamaya koyulmuştur. Demiştir ki Rabbim; sen beni azgınlığa attın; ben de yeryüzünde Âdemoğullarına dünya nimetlerini bezeyeceğim, onların hepsini azdıracağım.[1] O, bu sözü bilmeden, doğru olmayan bir zanna kapılarak söylemiştir; fakat soy-boy gayreti güden oğullar, taassup kardeşleri, ululuk ve bilgisizlik meydanında at koşturanlar, onun bu sözünü gerçeklemişlerdir. Bâzınız itâatten baş çekip ona uydukça onun da size karşı tamahı artmaya, hırsı coşmaya başlar; gizli olan iş, meydana çıkar; size karşı kuvveti artar; ordusunu size sürer; sizi alçaklık ve helâk vâdilerine sürükler, sizi candan eden yaralarınızın üstüne ayak basar. Gözlerinizi mızraklarla oyar; bıçaklarla yaralar; boğazlarınızı keser, burunlarınızı ezer; can alacak yerlerinizde yaralar açar; burunlarınıza yularını takar; sizi, sizin için hazırlanmış ateşe sürüyüp geçer.

                          Onun dîninizde açtığı yara, düşman saydığınız, ona karşı birbirinizden yardım dilediğiniz, düşmanın açtığı yaradan çetindir; onun alevlediği ateş, düşmanın tutuşturduğu ateşten üstündür. Asıl bu düşmana saldırın; asıl bunu defetmeye uğraşın. Andolsun ki o, atanıza karşı övünmüştür; sizi, soyunuzu yermiştir; atlılarını size karşı sürmüştür; yayalarını, sizi yoldan alıkoymak için yürütmüştür. Ordusu, her yandan size saldırmadadır; her yerde parmaklarınızın uçlarına vurmadadır; hiç bir düzenle karşı gelemezsiniz onlara; hiç bir direnmeyle defedemezsiniz onları.[2]


                          [b]Horluk denizinin en derin yerindesiniz; daracık bir halkaya kıstırılmışsınız; ölüm alanındasınız; belâ uğrağındası-nız. Artık gönüllerinizdeki şu gizli taassup ateşini, bilgisizlik kinlerini söndürün; çünkü Müslüman'ın gönlündeki bu ululanma, ancak şeytanın iğvâsındandır, onun ululanmasındandır, vesvesesindendir. Başlarınızı gönül alçaklığıyla eğin; başlarınızdaki ululuk duygusunu ayaklarınızın altlarına alın; büyüklük bağlarını çözün. Gönül alçaklığını düşmanlarınız olan İblis'le onun ordusu arasında sınır koruyucusu dikin; çünkü her ümmette, şeytanın orduları vardır, yardımcıları vardır, yayaları vardır, atlıları vardır.


                          [b]ALLAH, kendisine bir üstünlük vermediği halde hasetten doğan düşmanlık yüzünden, kalbindeki öfkeyle yanıp tutuşan ululanma ateşine düşüp, şeytanın burnuna üfürdüğü ululuk yeliyle savrulup anasının oğluna karşı kibirlenen kişiye dönmeyin. ALLAH, o iş yüzünden onu pişmanlığa düşürdü; kıyamete dek adam öldürenlerin suçlarını, kendilerinden eksiltmemek üzere ona da yükledi.[3]


                          [b]Bilin ki siz, ALLAH'a karşı durmakla, inananlarla savaşmakla azgınlıkta pek ileri gittiniz; yeryüzünde bozgunculuk ettiniz. ALLAH için olsun, ALLAH için, ululanmaktan, cehâlet devrindeki övünmenizden kaçının;[4] çünkü her ikisi de buğzun, kinin, düşmanlığın mayasıdır; onlardan nefret doğar, düşmanlık meydana gelir; her ikisi de şeytanın üfürdüğünü üfürdüğü, tuzağını kavurduğu şeydir ki, o, bunlarla geçmiş ümmetleri aldatmıştır, eserleri bile kalmamış toplumları tuzağına düşürmüştür de onlar, şeytanın bilgisizlik karanlıklarından sapıklık dağlarında, bellerinde yelip yortmuşlar, boyunlarını uzatmışlar; derken onları ıhlıyan deve gibi yere çökertmiş gitmiştir.

                          Bu, öylesine bir iştir ki gönüller, o işe düştü mü, hep birbirine benzer, gelen toplumlar da geçip gidenlere uyar; bir ululanmadır bu ki, gönüller, ona düştü mü daralır, sıkıntıya düşer. Amanın, sakının, sakının soylarıyla ululanan, sülâlelerini öne süren, büyüklük satan, kendilerini büyük bilen, yoksulları aşağı gören, ALLAH'ın takdirine karşı inada girişen, onun nimetleriyle yok-yoksul kişileri horlayan ulularınıza, büyüklerinize itâat etmekten. Çünkü onlar, kendilerini büyük görüş sapıklığının ulularıdır; fitne ve sapıklık yapısının temelleridir, direkleridir; cahiliye devrinin kılıçlarıdır onlar.

                          ALLAH'tan çekinin, sakının size verdiği nimetlere karşı küfrana düşmekten, size ihsan ettiği üstünlüğe güvenip hasede yapışmaktan. Arı-duru suyunuzu bulanık sularına kattığınız, katıp da içtiğiniz, sıhhatinizi, onların hastalıklarına buladığınız, batıl inançlarını, gerçek inançlarınıza karıştırdığınız kişilerin, sonradan içinize dalanların, sizden görünenlerin sapıklıklarına uymayın. Onlar kötülüklerin esaslarıdır; isyanların ayrılmaz parçaları. İblis, onları sapıklık develeri edinmiştir; onun ordularıdır onlar. Onlarla insanlara saldırır; onlar, İblis'in tercemanlarıdır, onlarla söz söyler; böylece de akıllarını çelip aşırmak, gözlerinize girmek, kulaklarınıza üfürmek, ok atacağı yere sizi amaç olarak dikmek, sizi, ayak bastığı yer haline getirmek, elinin tuttuğu yer, yapıştığı eser yapmak ister.


                          [b]Sizden önce ALLAH'ın azâbının, gelip çattığı, belâlara, dertlere uğrattığı ümmetlerden, kendilerini büyük görenle-rin başlarına gelenlerden ibret alın; onların yüzlerinin yerlere sürtündüğü, yanlarının topraklara döşendiği yerleri görün de akıllarınızı başlarınıza devşirin. Zamanın ansızın gelen belâlarından ALLAH'a sığındığınız gibi nefsi, benliklere düşüren ululanmadan da ALLAH'a sığının. ALLAH kullarından birisinin ululanmasına müsâade etseydi, peygamberlerine müsâade ederdi; oysa ki noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, onların ululanmalarını hoş görmedi; alçak gönüllü olmalarından razı oldu; onlar da yüzlerini yerlere koydular, topraklara sürdüler; inananlara karşı esirgeme kanatları gerdiler. Onlar zayıf bir topluluktu; düşmanları onları öyle görüyorlardı; ALLAH onların çetin belâlarla, korkulu olaylarla sınanmalarını diledi, onları cefâlarla, dertlerle arıttı.

                          Fitne ve sınanma vakitlerinde bilgisizliğe kapılıp mal, evlât sahibi olmanızı Tanrı'nın rızasına, zengin olmanızı onun lütfuna, yoksulluğa düşmenizi kahrına vermeyin. Çünkü noksan sıfatlardan münezzeh yüce ALLAH, "Sanıyorlar mı ki onlara mal ve evlât vererek mükâfatlandırmadayız, yardım etmedeyiz onlara, hayırlara ulaşıvermelerini sağlamadayız? Hayır, anlamıyorlar" buyurmuştur (Mü'minûn, 55-56). Noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, ululanan kullarına, dostlarını küçük, zayıf göstererek onları sınamaktadır.

                          İmran oğlu Mûsâ, kardeşi Hârun'la, ikisinde de selâm olsun, Firavun'un yanına gitmişti. Eğinlerinde yünden abalar, ellerinde sopalar vardı, Hakk'a teslim olursa saltanatının süreceğini, üstünlüğünün yürüyeceğini söylediler, Firavun'a bunları şart koştular. Firavun'sa, dedi ki : Şaşmaz mısınız şu yok-yoksul, hor hakir kişilere; bir bakın hallerine, sonra da bana, üstünlüğümün sürüp gideceğini, saltanatımın devam edeceğini söylüyorlar; bunun için de onlara uymayı şart koşuyorlar. O, altını, altın sahibi olmayı üstünlük, yünü yünden eğrilen elbise giymeyi alçaklık sandı da onlara, neden altınlarınız, altın kolçalarınız yok, hele bir bakın şunlara dedi. ALLAH dileseydi, Peygamberlerini gönderdiği zaman, onlara altın defînelerini, altın mâdenlerini açar, ihsan eder, bağlar, bahçeler verir, onların çevrelerine gökten uçan kuşları, yeryüzünün vahşi hayvanlarını derler-toplardı; buna da gücü-kuvveti yeterdi. Fakat böyle yapsaydı belâ ortadan kalkar, yapılan işlere verilecek karşılıklar hiçe gider, haberler yok olur, yiterdi; o zaman, zahmete düşenlere ecirler verilmez, inananlar, ihsanda bulunanların sevabını elde etmezler, adlar da anlamlarına uygun düşmezdi.[5]

                          Noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, peygamberlerini, azimlerinde kuvvetli kıldı; halleriniyse görenlere karşı zayıf gösterdi; oysa onlarda öyle bir kanaat vardı ki gözler, gönüller, onunla dolardı; öyle bir yokluk-yoksulluk verdi onlara ki gözler görünce şaşırır, kulaklar duyunca hoşlanmazdı. Peygamberler, karşı durulamayacak bir kuvvete, kendilerine cefâ etmek mümkün olamayacak bir üstünlüğe, görenlerin başlarını uzatıp, boyunlarını çevirip dalacakları bir saltanata, develere, bineklere yüklenecek mala, mülke sahip olsalardı, elbette halk, onlara karşı eğilir, bu şevkete kapılır, onlara karşı büyüklük satmaz, onlara karşı durmaya kalkmazdı. Onlardaki kudretinden korkarak, onların yüceliklerine kapılarak îman etseydi insanlar, niyetlerinde bir birlik olur, iyiliklerinde hem dünyaya meyil, hem âhirete rağbet bulunurdu; inançlar da hâlis olmazdı. Ama ALLAH, peygamberlerine uymayı, kitaplarını gerçeklemeyi, kendisine karşı eğilmeyi, emrini kabûl etmeyi, tâatine teslim olmayı, başka işlerle karıştırmamak, ona bir riyâ, bir başka istek bulaştırmamak şartıyla takdir buyurdu; belâ ve sınanış ne kadar büyük olursa sevap ve mükâfat da o kadar çok olur.

                          Görmez misiniz ki ALLAH, ALLAH'ın salavâtı O'na olsun Âdemden Son Peygamber'e dek bütün gelip geçenleri, bu âlemde, ne kimseye zararı dokunan, ne de faydası olan, görmeyen duymayan taşlarla denedi; o taş yığınını hürmeti vâcib evi kıldı; halkı orada topladı.[6] O beyti de yeryüzünün taşlık, toprağı az; bitki bitmez, susuz, dar bir vâdisine koydu; sarp dağlar arasında, uçup savrulan kumlar içinde birbirinden uzak köylerin, suyu az kaynakların bulunduğu bölgede kurdu; orada ne deve yayılır, ne başka bir hayvan barınır, havası da buna uygun değildir.[7]


                          [b]Sonra Âdem'e ve evlâdına, oraya yönelmelerini buyurdu; seferlerinin konağı, yüklerinin durağı kıldı orayı. Gönüller oraya meyleder, gönül ehli olanlar orada birbirlerini bulurlar, faydalanırlar; çöllerden, ovalardan kalkarak, yurtlarından ayrılıp engin çöller, derin denizler aşarak, yücelerden inerek, geniş yolları bırakarak, yurtlarından ayrılıp, adaları bırakıp oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, horluğa, dileyerek düşerler, koşarlar, yelerler, tozlara bulanmış yüzlerle Tanrı rızasını elde etmek isterler. Elbiselerinden soyunurlar, ihramlara bürünürler; güzelim saçlarını kestirirler; bütün bunlar büyük bir sınanmadır; çetin bir denenmedir; apaçık bir imtihandır; mânâsı yerinde bir temizliğe burhandır.

                          ALLAH o evi rahmetine sebep, cennete ulaşmaya bir vesîle kılmıştır. Noksanlardan münezzeh ALLAH dileseydi, hürmeti vacip evini, kadri yüce ibadet yerlerini, bağlar, bahçeler, nehirler, ırmaklar arasında yeğin ve düz bir yerde, ağaçları çok, meyveleri bol, yapıları yakın, köyleri birbirine bitişmiş bir yerde kurardı; kızıla çalar buğdayların bittiği, yemyeşil çayırlıkların yeşerdiği, sulak bir yerde, taze bitkilerin bulunduğu, güzelim suların aktığı mâmur yolların bulunduğu bir yerde binâ ederdi. Ama böyle yapsaydı, mihnetin azlığına karşılık mükâfat ve sevabın da azalması gerekirdi.

                          O yapı, yapıldığı gibi olmasaydı da yeşil zümrütle kızıl yakut taşlarla bezenip ışıklar saçarak, parıltılarla parıl-parıl parlar bir halde yapılsaydı, elbette gönüllerdeki şüphe azalır. İblis'in azdırma savaşı söner, insanların şüphelerinin gelip gitmesi de giderilmiş olurdu. Fakat ALLAH, kullarını çeşitli çetinliklerle sınamakta, türlü güçlüklerle kullukta bulunmalarını buyurmakta, onlara güç gelen şeylerle onları denemektedir; böylece de kalplerinden ululanmayı çıkarma-yı; gönüllerine alçalma duygusunu yerleştirmeyi takdir etmektedir; buna da kendi lütfüne kapılar açmak, bunları da bağışlamasına sebep etmek murâdındadır.


                          [b]ALLAH için, ALLAH için ey ALLAH kulları, şu tez geçip gitmekte olan dünyada zulümden, azgınlıktan, bir müddet sonra gelip çatacak olan âhiret âleminde zulmün kötü âkıbetinden, ululanmanın fena sonucundan sakının; çünkü ululuk İblis'in pek büyük bir av yeridir, pek büyük bir düzen yeridir; bu haller insanların gönüllerine yapışır; öldürücü zehirler gibi gönüllerine girer, onları zehirleyip yok eder; buna da gücü yeter; bu savaşta herkese karşı gücü-kuvveti kesilmez; açtığı yara tam yerindedir; hata etmez; ne bilgi sahibi, bilgisiyle ondan kurtulur; ne yoksul olan, bir şeyi bulunmayan, yıpranmış elbisesiyle ondan kurtulacak bir yer bulur.

                          ALLAH, kullarını; bu ululanmadan, namazlarla, zekâtlarla, farz günlerdeki oruç tutup mücâhede etmeleriyle, onların âzâsını sâkinleştirerek, gözlerini haramdan çekindirerek, nefislerini alçaltarak, gönüllerine dincelme ihsan ederek, kendilerini büyük görmeyi onlardan gidererek korur. Çünkü namazda gönül alçaklığıyla en yüce yeri, alınları toprağa koymak, yüzleri toprağa indirip âzânın en değerlilerini yeryüzüne koyup küçülmek, oruçta da karınları açlıkla sırta yapıştırarak kibirden kurtulmak, insanları alçalmaya alıştırmak gibi hikmetler vardır. Zekâtta da yeryüzünden biten şeyleri, bunlardan başka varlıkları, yok-yoksul kişilere vermek, onlara yaklaşmak vesîleleri mevcuttur. Bunlarda bulunan, insanda görünen, övünmeye ait şeyleri yok eden, ululanmaya dair beliren sıfatlardan insanı men eden şeylere bakın.[8]


                          [b]Ben, âlemlerde herhangi bir şey yüzünden ululanan kişilerden bir tanesini bile görmedim ki o, bilgisizliğe düşüp yalanı doğru sanacak bir sebebe yapışmasın; yahut aklı kıt kişilerin akıllarına uyup kendisini, bir delille ulu görmesin. Siz bir iş için ululanmadasınız ki onun ne bir sebebi tanınmaktadır, ne de nasıl ve neden olduğu bilinmektedir. Ama İblis, Âdem'e karşı yaratılışı bakımından kendini ulu gördü; onun yaratılışını kınadı, ben ateşe mensubum, sen topraktansın dedi. Ümmetlerin hâli yerinde olan zenginleriyse elde ettikleri nimetler yüzünden ululandılar; kendilerini büyük gördüler de "Bizim mallarımız, evlâdımız daha çok, biz azâba uğramayız" dediler (34, Seb', 35).


                          [b]Ululanmak mutlaka gerekse güzel huylarla, övülecek, beğenilecek işlerle ululanın, övünün; nitekim Arap boylarının ileri gidenleri, erleri, yiğitleri, kabilelerin başbuğları, güzel huylarla, yüce akıllarla, üstün işlerle, övülmesi gereken eserlerle övünürlerdi; bunlarla birbirlerine üstünlük dâvâsına girişirlerdi. Siz de, insanların haklarını korumak, ahde riâyet etmek, ululanmayı bırakmak, üstün huylarla huylanmak, isyandan , zulümden el çekmek, kan dökmeyi büyük suç tanımak, halka insafla muamelede bulunmak, öfkeyi yenmek, yeryüzünde bozgunculuktan kaçınmak gibi övülmesi gerekli huylarla övünün.


                          [b]Sizden önce ümmetlerin, kötü işlerde bulunmaları, fena amellere düşmeleri yüzünden uğradıkları belâlardan kaçının. Hayırda, şerde, onların hallerini anın, onlara benzemekten çekinin. Onların uğradıkları kötülükle elde ettikleri hayır arasındaki ayrılığı aykırılığı düşündünüz, bu iki hali kıyasladınız mı, onların üstünlüklerini sağlayan, bu yüzden düşmanlarını kendilerinden uzlaklaştıran, esenlik çağlarını sürdüren, onları nimetlere kavuşturan, sarıldıkları ıştıkları iş yüzünden yüceliğe ulaştıran hallerine özenin de o hallerle bezenin; ayrılıktan çekinmek, uzlaşmayı gerekli bilmek, birbirinizi ona teşvik etmek, ona sevk etmek gibi hani. Gönüllerinde birbirlerine kin gütmeleri, düşmanlık duymaları, emellerinin bir olmayışı, birbirlerine yardımda bulunmayışları gibi onların belkemiklerini kıran, güçlerini zayıflatan huylardan kaçının.


                          [b]Sizden önce geçip gitmiş olan inananların hallerini düşünün; onlar belâya uğradıkları, sınanmaya düştükleri zaman neler yaptılar? Onların yükleri, en ağır yük mü değildi; kulların içinde en çetin belâya mı uğramadılar; dünya halkı içinde en sıkıntılı hale mi düşmediler? Firavunlar, onları kul etmişlerdi; evlâtlarını öldürerek azâp ediyorlardı; onlara azâbın tadını tattırıyorlardı. Helâk olmak aşağılığından, düşmanların üstün olarak kahretmelerinden bir türlü kurtulamıyorlardı; halleri hep buydu; ne onların cefâlarından kurtulacak bir düzen buluyorlardı; ne o zulmü giderecek bir yol elde ediyorlardı.


                          [b]Sonunda ALLAH, kendisine olan sevgileri yüzünden düşmanların cefâlarına dayandıklarını, ondan korktukları için kendilerine yapılan kötülüklere tahammül ettiklerini gördü de belâ darlıklarından bir kurtuluş yolu açtı onlara; halâs etti, kurtardı onları. Alçalış yerine onlara üstünlük, korku yerine eminlik verdi. Padişah oldular; buyruk verdiler, alemlere muktedâ kesildiler; ALLAH onlara ummadıkları yücelikler verdi. Onlar birlikken, dilekleri birken, gönülleri birbirlerine uygunken, elleri, yardımda birbirlerine uzanırken, kılıçları birbirlerine yardım ederken, can gözleri görürken, azimleri tek iken ne haldeydiler; bir bakın, görün. Yeryüzünün bölgelerinde buyruk yürütmediler mi; âlemdekilere padişahlık etmediler mi?


                          [b]Bir de işlerinin sonuna bakın; birbirlerinden ayrıldıkları, uzlaşmaları bozulduğu, dilekleri, gönülleri birbirine aykırı bir hale düştüğü, bölük-bölük oldukları, ayrılıp birbirleriyle savaşa giriştikleri zaman ne hale düştüler? ALLAH onlardan yücelik elbisesini soydu; nimetlerinin güzelliğini ellerinden aldı; onlardan yalnız ibret almanız gereken hikâyeler kaldı.[9]


                          [b]Esenlik onlara, İsmâil'in evlâdından, İshak oğullarından, İsrail oğullarından ibret alın. İnsanların halleri ne kadar da birbirlerine benzer; benzerlikte birbirlerine ne kadar da yakın düşer. Araplar da dağıldıkları, ayrıldıkları zaman Kisralar, Kayserler, nasıl onlara hüküm yürüttüler, bir düşünün. Kisralar, Kayserler, onları dolaylardan, mâmur yerlerden, Irak'taki ırmaklardan, dünyanın yemyeşil, taptaze otlarla dolu yerlerinden çıkardılar, yalnız çalılar çırpılar biten, yaşanması güç çöllere sürdüler; onlar, sırtı yaralı develeri, otlayan hayvanları haydamak üzere yok-yoksul bir halde, toplumların en hor-hakiri, bir bakımdan en perişan ve fakiri olarak çöllere sığındılar; ne el atacakları, kanatlarının altına sığınacakları bir kimse vardı; ne üstünlüğüne güvenip dayanacakları bir düzenlik gölgesi. Halleri perişandı; dilekleri darmadağın. Çokluklardı, fakat dağınık; ezelî bir belâya tutulmuşlardı, bosbulanık. Çetin ve kat-kat belâlarla bilgisizlik onları kavramıştı; zulüm ve kötülük çevrelerini kaplamıştı; kızlarını yoksulluk yüzünden diri-diri görmüyorlardı; putlara tapıyorlardı; yakınlığı inkâr ediyorlardı; yağmalar, onları birbirinden ayırıp gidiyordu.[10]


                          [b]Bir de ALLAH'ın onlara verdiği nimet çağına, onlara peygamber yolladığı çağa bakın: Dinle itâatlerini pekiştirdi; dâvetiyle uzlaşmalarını mümkün kıldı; bu birlik, bu topluluk yüzünden yücelik kanatlarını nasıl gerdi onlara, çeşit-çeşit faydalarını, bereketlerini nasıl akıttı onlara.


                          [b]Bu toplum, ALLAH nimetlerine daldı, o nimetlerine daldı, o nimetlerle yaşayışın zevkine ulaştı; güçlü bir kuvvetin gölgesinde işleri düzene girdi; üstün bir güçle halleri yüceldi; işleri, oturamaklı, sağlam bir kudretle düzeldi. Âlemlere hükmeder oldu, yeryüzü dolaylarında padişah kesildiler; önceden kendilerine hükmedenlere hükmettiler; başkalarının buyruğuna uyarlarken onlara buyruk yürüttüler. Kimse onların mızraklarını kınayamaz, kimse onların taşını kıramaz, kimse onlara ok ve taş atamaz bir hale geldiler.

                          Fakat şunu da bilin ki siz, ellerinizi itâat bağından kurtardınız; sizin için kurulmuş olan ALLAH kalesini, cahiliyet hükümleriyle deldiniz, yıktınız. Noksanlardan münezzeh olan ALLAH, bu toplumun arasını düzenlik ipiyle bağlamış, onlara birlik, düzenlik vermişti, gölgesinde gölgelendirmişti; kendisine sığınmalarını sağlamıştı; yaratılanlardan hiç birinin değer biçemeyeceği, bütün değerlerden üstün, bütün kıymetlerden yüce bir nimet ihsan etmişti; böylece de onlara lütufta bulunmuştu.

                          Bilin ki hicretten sonra sizler, çöl Arapları haline geldiniz; uzlaşıp birbirinizi sevdikten sonra bölük-bölük dağıldınız; Müslümanlıktan ancak bir ad kaldı sizde; îmandan ancak bir lâf tanımaktasınız siz; utanca düşmektense cehenneme gitmek yeğdir dediniz siz. Sanki hürmetini gidererek, hiçe sayarak İslâm kâsesini başaşağı çevirmek, ALLAH'ın, yeryüzünde size esenlik vermek, halkı arasında da emniyeti sağlamak üzere sizden aldığı ahdi bozmak istiyorsunuz. Müslümanlıktan vazgeçer, başka bir yol tutarsanız, kâfirler savaşa girişir sizinle; sonra ne Cebrâil yardım eder size, ne Mikâil: ne muhâcirler imdadınıza koşar, ne ensar; ancak ALLAH aranızda hükmedinceye kadar kılıçla savaşılır sizinle.

                          Bir de şu var ki ALLAH'ın azâbına uğrattığı, dertlere, belâlara, çetin olaylara düşürdüğü kullara ait birçok örnekler var; bunu bilirsiniz; bilgisizlikle ALLAH'ın azâbının gecikmesi sizi aldatmasın; azâbından ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH sizin de bildiğiniz geçmiş toplumları, ancak gerçeği ve doğruyu buyurmayı, kötülükleri nehyetmeyi bıraktıklarından lânetlemiştir; kötülere, suç işledikleri, içlerindeki bilgili, anlayışlı olanlara da, kötülüğü nehyetmedikleri için lânet etmiştir.

                          [COLOR=#632423][SIZE=3]
                          Bilin ki siz, İslâm bağını kestiniz; Müslümanlık sınırlarını elden çıkardınız; hükümlerini de öldürdünüz. Bilin ki ALLAH bana, isyan edip itâatinden çıkanlarla, biat edip biatinden dönenlerle, yeryüzünde bozgunculuk edenlerle savaşmayı emretmiştir. Biatten dönenlerle savaştım, gerçekten sapanlarla mücahede ettim; dinden çıkanları kahrettim, Redhe şeytanının belâsını da, onu bayılmış bulup, yüreğinin çarptığını duyup, göğsünün titrediğini görüp İslâm'dan giderdim. Âsîlerden, ardımda kalanlar kaldılar. ALLAH izin verirse onları da bu sefer kahrederim; onlardan, yeryüzünde ancak çevreye dağılanlar, kalırlarsa kalırlar.[11]

                          Ben daha çocukken Arab'ın baş kaldıranlarını yere serdim, Rabia ve Mudar boylarının boynuzlarını kırdım. ALLAH'ın salât'ı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'a ne kadar yakın olduğumu onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum henüz o beni bağrına basardı; yatağına alırdı; vücudunu bana sürer, beni koklardı. Lokmayı çiğner, ağzıma verir, yedirirdi. Ne bir yalan söylediğimi duymuştur, ne bir kötülük ettiğimi görmüştür. O, sütten kesildiği andan itibaren ALLAH, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti; o melek gece-gündüz, ona yücelikler yolunu gösterirdi; âlem ehlinin en güzel huylarını belletirdi. Ben de her an, devenin yavrusu, nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim; o, her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu. Her yıl Hırâ dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi.

                          O gün İslâm, ALLAH'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'la Hadice'den başkasının evinde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve peygamberlik nûrunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım. O'na vahiy gelirken Şeytanın feryadını duydum da yâ RasûlALLAH dedim, bu feryat nedir? Buyurdu ki: Bu feryat eden Şeytandır; kendisine halkın kulluk etmesinden ümîdini kesti artık. Sen benim duyduğumu duymadasın, gördüğümü görmedesin; ancak sen peygamber değilsin; fakat vezirsin ve hayra karşısın, ona ulaşmışsın.[12]

                          Gerçekten de ben o toplumdanım ki ALLAH yolunda onlar, kınayanın kınayışına aldırış etmezler; yüzleri gerçeklerin yüzleridir; sözleri hayırlı kişilerin sözleri. Geceyi kullukla geçirip mâmur ederler; gündüzü hidâyetle geçirip uyanlara alem kesilirler. Onlar, Kur'an ipine yapışmışlardır; ALLAH'ın buyruklarını Rasûlünün sünnetlerini diriltirler. Ne ululanırlar, ne yüce görürler kendilerini; hıyânette bulunmazlar, bozgunculuk etmezler. Kalpleri cennetlerdedir, bedenleri kullukta."
                          (Nehc'ul-Belağa'nın Hutbeler Bölümünden naklen)

                          _____
                          Dipnotlar:
                          [1] - 7 sûrenin (A'raf) 11-18. âyetlerinde, Şeytan'ın emre uymadığı, ben, Âdem'den daha hayırlıyım; onu topraktan yarattın, beni ateşten dediği, ululandığı, lânete uğradığı, onun da, insanları doğru yoldan çıkarmak için pusu kuracağını insanların çevrelerinden çıkıp çoğunu azdıracağını söylediği anlatılmaktadır; 38. sûrenin (Sâd). 71-85. âyetleri de aynı meâldedir. 26. sûrenin (Şuarâ) 94-95. âyetlerinde de İblisin ordusundan bahsedilmektedir. 18. sûrenin 50. âyetinde İblis'in cin tâifesinden olduğu tasrîh edilmiştir.

                          [2] - 7. sûrenin 27. âyetinde, Şeytan'la ona mensup olanların, insanları görmeyecekleri yerlerden gözleyip gördükleri ve onların, ancak inanmayanlara dost oldukları beyan buyurulmaktadır.

                          [3] - Kardeşi Hâbil'i, kıskançlık yüzünden öldüren Kaabil'e işaret edilmektedir (5, 27-32).

                          [4] - Cehâlet devri Hz. MUHAMMED'den (s.a.a) önceki devirdir; bu çağ da Arapların halleri evvelce anlatılmıştır, tarih kitaplarında da tafsilâtı vardır.

                          [5] - Adların anlamlarına uygun düşmemesi, meselâ, refah halinde itâatte bulunana tam mânâsıyla itâat eden, zahmete düşüp zoraki sabredene,sabırlı denmeyeceğine işarettir.

                          [6] - Kur'an-ı Mecid'in 5. sûresinin (Mâide) 95. âyetinde "Kâbe" diye anılan ve 3. sûrenin (Âl-i-İmrân) 96. âyetinde, ALLAH'a ibadet için ilk kurulan "beyt" olduğu bildirilen mabed, birçok âyetlerde "Beyt" diye geçer. "ALLAH evi" denmekten maksat, ALLAH'a inananların toplandıkları, ALLAH'a ibâdette, yâni namazda, oraya yöneldikleri cihetle izafî ve hürmet için söylenen bir sözdür; nitekim Recep ayına da ALLAH ayı denmiştir. Yoksa haddi zâtında ALLAH, bütün bunlardan münezzehtir, yücedir. Kâbe-i Muazzama, hicretten on altı ay sonra bir öğle namazında, 2. sûrenin (Bakara) 144. âyeti Hz. MUHAMMED'e (s.a.a) vahyedilerek kıble olmuştur. Aynı sûrenin 149. âyetinde de bu emir, tekit edilmektedir. Aynı sûrenin 191, 196, 217, 5. sûrenin (Mâide). 2., 8. sûrenin (Enfâl) 34. 9. sûrenin (Tevbe) 7, 19, 28., 17. sûrenin (İsrâ) 1. âyetlerinde. Kâbe'ye "Mescid'ül-Harâm" denmektedir. 5. sûrenin (Mâide). 1. âyetinde Kâbe'nin hareminde avlanmanın haram olduğu bildirilir, 95. âyetinde, ihramdayken avlanmanın haram olduğu beyan buyrulur.

                          9. sûrenin (Tevbe) 3. ve 36. âyetlerinde Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarının, hürmeti vacip aylar olduğu, bu aylarda, zarûret olmadıkça, câhiliye devrinde olduğu gibi savaşın yapılmaması, fakat zarûret halinde savaşılabileceği bildirilir. 29. sûrenin (Ankebût) 67. âyetinde, haremin emin bir yer kılındığı anlatılır. 9. sûrenin (Tövbe) 28. âyetinde müşriklerin pis oldukları, Kâbe'nin haremine yaklaştırılmamaları emir buyurulmaktadır ki bu sûre, Medine'de, Veda'haccından sonra nazil olmuş, Hz. MUHAMMED, önce, Mekkelilere bildirmek üzere Ebubekir'i yolladığı halde sonra Hz. Âli'yi (a.s) göndermiş, Hz. Ali (a.s) Rasûlullah'ın (s.a.a) devesine bindiği halde, bu yıldan sonra müşriklerin hac etmemelerini, çıplak tavaf edilmemesini, Kâbe'ye, mümin olanlardan başkasının girmemesini, muâhedesi olanlara, bitinceye dek dokunulmayacağını, fakat dört ay sonra bildirilen şartlara riâyet lüzûmunu tebliğ etmiştir. Kâbe'ye, harem dâhiline müşriklerin girmeleri harâm olduğundan, hac esnasında, helâl olan bâzı şeylerin haram olmasından, ihramsız hareme girilemeyeceğinden, hürmeti vacip olan bir beyt bulunduğundan "Mescid'ül-Harâm" denmiştir.

                          [7] - 14. sûrenin (İbrâhim) 37. âyet-i kerîmesinde İbrâhim Peygamber'in, Alâ nebiyyinâ ve âlihî ve aleyhisselâm, "Rabbimiz, soyumun bir kısmını ekin bitmez bir yere, hürmete vacip olan evinin yanına yerleştirdim; Rabbimiz, namaz kılsınlar diye. Artık insanların bir kısmı da onlara gönül versin, sevsinler onları ve şükretmeleri için de meyvelerle rızıklandır onları" diye dua ettiği bildirilmektedir. Bu sözlerle, bu âyete işaret edilmektedir.

                          [8] - Hac töreninde, gerçekten de insan, irâdesini ALLAH'a verir; helâl olan şeyleri kendisine haram eden Tanrı irâdesine teslim olur; baş açık, yalın ayak, âdeta bir kefen olan ihrama bürünüp hac ve umre menâsikini edâ eder; sanki ölmeden önce ölmüştür; elsizdir, dilsizdir, belsizdir. Oruçta da büyük bir irâde imtihanı vardır. Namaz ve bilhassa namazdaki secde de, tam bir alçalış, bir yok oluştur. Zekâttaki iktisadî hikmetse, anlatılmaya bile hacet olmayacak kadar çoktur ve Kur'an-ı Mecid'de daima namazla anılan zekât, sınıf farkını kaldırmak için teşrî' edilmiş bir farîzadır. ALLAH sırrını takdis etsin.

                          Saduk, "Fakıyh"de, Sekizinci İmam Aliyy'ur-Rıza'nın (a.s) MUHAMMED b. Sinân'ın sorduğu sorulara cevap verirken namaz hakkında, "Namazın farz edilmesindeki sebepler yüce ALLAH'ın rubûbiyetini, ortağı, eşi, benzeri olmadığını tasdik etmek, alçalarak onun huzurunda durmak, geçen suçlarını itiraf etmek, bağışlanmayı dilemek, her gün, onun ululuğuna, üstünlüğüne karşı yüzünü toprağa koymak, din ve dünyada lütfunu dileyip ona yönelmek, bütün bunlarla beraber gece-gündüz onu anmaktır; çünkü kul, sahibini, yaratıcısını, tasarruf ve tedbir ıssını unutursa azar, doğru yoldan sapar, rabbini anması, onun huzurunda bulunması da kulu, isyanlardan, suçlardan alıkor, bozgunculuk etmesine engel olur" buyurduğunu bildirir. Zekât hakkında da, "Zekât yoksulları rızıklandırmak zenginlerin mallarını korumak içindir.

                          Nitekim ALLAH Tebâreke ve Teâlâ, "Andolsun ki mallarınızla, canlarınızla sınanacaksınız" buyurmuştur (3, Âl-i İmran, 186). Mallarınızla sınanacaksınız; yâni mallarınızın zekâtını ayırıp vererek; canlarınızla sınanacaksınız; yâni buna sabrederek. Bununla beraber bunda, ALLAH'ın şükrünü eda etmek, ziyâde vermesini ummak, yoksullara, zayıflara acımak, onları görüp gözeterek kuvvetlendirmek, onlara dînen yardımda bulunmak, istekleri azaltmak, tez göçüp giden dünyaya aldanmamak, dünyada da, âhirette de yok-yoksul kişilerin çektiklerini bilip âhiret için onlara delil olmak da var" sözlerini söylemiştir (Hâc Molla Sâlih-i Kazvinî şerhi, 2. 1380 Hicrî, s. 330-332, 1 not.).

                          [9] - Bu kısımda İsrail oğullarının sonlarını beyan buyurmaktadırlar.

                          [10] - Arapların, cahiliyye devrindeki halleri anlatılmaktadır; aynı zamanda 81. sûrenin (Tekvîr) 8-9. âyetlerine işaret edilmektedir. İlk çocuğu kız olan, gelenek olarak Araplarda haysiyetsiz sayılırdı; babası onu diri-diri gömmek zorundaydı. Köpek, yılan, kertenkele yerlerdi. Asma'î der ki: Çölde giderken bâzı çadırlar gördüm; oraya gittim. Beni konukladılar; bir kap içinde süt sundular. Sütü içtikten sonra ne de temiz kap dedim. Evet dediler, gündüzleri, içinde yemek yeriz; geceleri ona işeriz; sabahleyin köpeklerin önüne koruz, onlar kabı yalarlar; temizlerler; onun için böyle tertemizdir. Bu sözleri duyunca, ALLAH lânet etsin sana da, senin bu temizliğine de dedim (Molla Sâlih-i Kazvinî şerhi; 2. s. 341-342, not).

                          [11] - Biatten dönerler. Cemel savaşına sebep olanlardır; gerçekten sapanlar ve itâatten çıkanlar, Muâviye'ye uyanlardır. Dinden çıkanlarsa Hâricîlerdir. Emir'ül-Mü'minin (a.s) Zübeyr'e, savaştan önce, "Biz ansardan bir bölüğün sofasındaydık, sen de vardın, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve âlihi ve sellem beni işaret ederek sana, onu sever misin buyurdu; sen, ne mâni var deyince, ama buyurdu, sen onun aleyhine kıyâm edecek, onunla savaşa girişeceksin ve bu takdirde de sen zâlim olacaksın; hatırlar mısın bunu?" demişti (Müstedrek'üs-Sahîhayn'den; c.3, s.366; Üsd'ül-Gaabe; 2, s.199; El-İsâbe'den; 3, s.6; Kenz'ül-Ummâl'den; 6, s.82-85; İstîâb'dan; 1, s. 207; Mecma'dan; 7, s.27, İbn-i Kutayba'nın El-İmâmetü ve's-Sitâse'sinden, s. 63, naklen "Fedâil'ül-Hamseti min'es-Sihâh'ıs-Sitte; Necef-1384 H. 2, s.364-369).

                          Ümm'ül-Mü'minin'i de Hz. Rasûl (s.a.a), Ali'ye karşı çıkmaktan men buyurmuştu (Müstedrek, Kenz'ül-Ummâl, Müsned, İsâbe, Mecma', El-İmâmeti ve's-Siyâse, Nûr'ül-Absâr, Hiylet'ül-Evliyâ, Tabakkaat-u İbn-i Sa'd, Târihu Bağdâd v.s.den naklen aynı; s. 369-374). Hz. Rasûl-i Ekrem sallâllahu aleyhi ve âlihi vesellem, Emir'ül-Mü'minin'e, biatinden dönenlerle, isyan edenlerle, dinden çıkanlarla savaşacağını bildirmişler, savaşmasını emir buyurmuşlardı (Müstedrek, Târih-u Bağdâd, Üsd'ül-Gaabe,ed-Dürr'ül-Mensûr, Kenz'ül-Ummâl ve Mecma'dan naklen aynı; s.358-363). Redhe, dağ başlarında bulunan ve içine su dolan çukura denir. Redhe Şeytanı, Hâricîlerden Zü'l-Huvaysarat'üt-Temîmî Harkus b. Züheyr'dir.

                          Bu adam, Hevâzin ganimetlerini bölerken Hz. Resûl'e (s.a.a), adalete riâyet et demek cür'etinde bulunmuş, Hazret "Vay sana, ben adalete riâyet etmezsem kim eder" buyurunca Ömer, izin ver yâ RasûlALLAH, şunun boynunu vurayım demiş, Hz. Rasûl (s.a.a), bırak onu; onun öyle arkadaşları olacak ki biriniz, onların namazını, orucunu görünce kendi namazını, orucunu, ona nispetle ehemmiyetsiz bulacak; Kur'an okuyacaklar, fakat boğazlarından aşağıya geçmeyecek (mânasını anlamayacaklar, hükmüne riâyet etmeyecekler), yaydan ok çıkar gibi dinden çıkacaklar; kara yüzlü, kolunun birinde kadın memesine benzer bir ur bulunan kişi de onların başı olacak; insanların en hayırlı bölüğüne karşı çıkacaklar buyurmuştu. Ebû Saîd'il-Hudrî (r.a), ben bu hadisi Rasûlullah'tan duydum, tanıklık ederim ki Ebû-Tâlib oğlu Ali, onlarla savaştı; ben de onunlaydım; öldürülenler arasında bu adamı bulmamı istedi; buldum ve Rasûlullâh'ın buyurduğu alâmeti de onda gördüm demiştir (Buhârî'nin Kitâb-u Bed'il-Halk'ından naklen Fadâil'ül-Hamse; 2, s.400).

                          Nese'î'nin "Hasâis"inde, Zehebî'- nin Mîzan'ül-İ'tidâl'inde, Sahihu Müslim'in Kitâb'üz-Zekat'-ında, Müstedrek'te, Ebû-Dâvud'da, Müsned'de, Tabakaat'ta, Hilyet'ül-Evliyâda, Târih-u Bağdâd'da, Mecma' ve Kenz'ül-Ummâl'de bu husustaki hadisler için aynı kitabın 400-410. s.e, Hâriciler hakkındaki âyetler için de 410-412 s. e. bk.). Zü's-Sedye denen bu adamı görünce Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), Bu, ümmetimin içinde beliren şeytan boynuzlarının ilkidir buyurduğu rivayet edilmiştir. Nehrevan savaşında bu herif, Hazreti Emir aleyhisselâmın nârasını duyunca kendisini, içinde su bulunan bir çukura atmıştı; orada ölü olarak bulundu.

                          [12] - İbn-i Ebi'l-Hadîd Fazl b. Abbas'tan rivayet eder; demiştir ki: Babama, Hazreti Rasûl (s.a.a) erkeklerden en fazla hangisini severdi diye sordum; Ebu-Tâlib oğlu Ali'yi hepsinden fazla severdi dedi. Ben, oğulları sordum deyince dedi ki: Ebu-Tâlib oğlu Ali'yi herkesten çok severdi; oğullarından daha fazla ona muhabbeti vardı. Biz, Hazreti Rasûl'ün Ali'ye olan muhabbeti derecesinde oğlunu seven bir baba görmediğimiz gibi Ali'nin Hazreti Rasül'e itâatinden daha fazla itâat eden bir oğul da görmedik. Huseyn oğlu Ali Zeyn'ül-Âbidin'in oğlu Zeyd'in oğlu Huseyn demiştir ki: Babam Zeyd'den duydum ; derdi ki: Hazreti Rasûl (s.a.a) eti, hurmayı çiğner, sonra, henüz küçük olan ve kucağında bulunan Ali'nin ağzına verirdi (Hâcı Molla Sâlih-i Kazvîni şerhi, 2, s.356, 1 ve 2. notlar).

                          İbn-i Eb'il-Hadid'in Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden, Hz. Ali'nin (a.s) "Ben Hz. Peygamber'in (s.a.a) mîraç edeceği gecenin sabahında onun hücresindeydim; namaz kılıyordu, namazını bitirdi, ben de bitirdim; o sırada bir feryat duydum. Yâ Resûlullah dedim, bu feryat nedir? Buyurdular ki: Bilmiyorum musun, bu, Şeytanın feryadı; anladı ki geceleyin ben göğe ağacağım; artık yeryüzünde onun peşinden gidecek kimse kalmadığını, ona kulluk edecek kimsenin bulunmaya-cağını idrâk ederek ye'se düştü (Şarih Hoyî'den naklen Hâc Molla Sâlih Kazvinî'nin şerhi, 2, s.357, not). Emir'ül-Mü'minin (a.s), Hazreti Peygamber'in (s.a.a) risâlete meb'us oluşun-dan önce kendisiyle beraber, aydınlığı görür, meleğin sesini duyardı. Hazreti Rasûl (s.a.a), Ben Peygamberlerin sonuncusu olmasaydım sen de Peygamberlikte şerîk olurdun; fakat sen Peygamber değilsin ama Peygamber'in vasîsi ve vârisisin; hattâ sen, vasîlerin seyyidisin buyurmuştur (İbn-i Ebi'l-Hadid ve Şârih Hoyî'den naklen, Aynı, s.358, not).

                          Hz. Rasûl (s.a.a) 26. sûrenin (Şuarâ) 214. âyeti olan ve "En yakın hısımlarını korkut" meâlindeki âyet-i kerime nâzil olunca Hz. Ali'ye (a.s) bir ziyafet tertip etmesini ve Abdül-Muttalib oğullarını çağırmasını emir buyurmuş, içlerinde Ebu-Tâlib, Hamza, Abbas ve Ebû-Leheb olduğu halde kırk kişi toplanmıştı. Yemek yedikten sonra Hz. Rasûl (s.a.a) söze başlayacakken Ebû-Leheb lafa koyulmuş, bunun üzerine ertesi günü ziyafet gene tekrarlanmış, yemekten sonra Hz. Rasûl Rasûl (s.a.a) Ey Abdül-Muttalib oğulları, Arap kavmi içinde, benim size geldiğim, gönderildiğim şeyden daha üstün bir şeyle kimse gelmemiş, gönderilmemiştir.

                          Ben size dünyanın da, âhiretin de en hayırlı şeyiyle geldim; yüce ALLAH, sizi ona inanmaya çağırmamı buyurdu; bu işte kim bana zahîr olursa o, kardeşim, vasîm ve halîfem olacaktır sizin içinizde buyurdu. Hiç kimse bir şey söylemedi; Ali, Ey ALLAH'ın Peygamberi dedi, ben senin vezîrin olurum; Hz. Rasûl (s.a.a) onun omuzunu tutarak bu, benim kardeşimdir, vasîmdir, içinizde halifemdir, duyun ve ona itâat edin buyurdu. Ziyâfettekiler, oğlunun sözünü dinlemeni, ona itâat etmeni emretti sana diye Ebû-Talib'le alay ettiler (Kenz'ül-Ummâl'den, İbn-i İshas, İbn-i Cerir-i Tabarî, İbn-i Ebi-Hâtem, Ebu-Nuaym ve Beyhakıy'den naklen Fazâil'ül-Hamse Min'es Sıhâh'ıs-Sitte, 2, s.19-21).

                          Hz. Emir'in (a.s), Hz. Hadice (r.a) müstesnâ, İslâm'ını ilk izhâr eden, ilk imân eden zat olduğu, yedi yıl, Hz. MUHAMMED (s.a.a), Ali (a.s) ve Hadîce'den (r.a) başka hiçbir kimsenin ALLAH'a ibâdet etmediği hakkındaki hadisler ve bu hadislerin bulunduğu kitaplar için "Fedâil'ül-Hamse"ye bk. (c.1, Necef-1383 H.Ş. 178-200
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                            [FONT=Arial] Hz. Ali (a.s)'ın Şıkşıkıyye İsmiyle Meşhur Olan Hutbesi

                            "Andolsun ALLAH'a ki filân, onu bir gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.[1]

                            Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum. Birincisi, ona falâna verip gitti[2] (sonra A'şâ'nın şu beytini okudular
                            Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm;
                            Câbir'in kardeşi Hayyanla bulunduğum günle bu günüm kıyaslanır mı hiç?[3]

                            Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi; ölümünden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı.[4] Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar. O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu. Onunla konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı. ALLAH'ın bekasına andolsun, halk, onun zamanında ne edeceğini şaşırdı; yoldan çıktı; renkten renge boyandı; oradan oraya yeldi-durdu.[5] Uzun bir zaman, çetin mihnetlere düştüm; sabrettim; derken o da yoluna düzüldü; halîfeliği bir topluluğa bıraktı ki ben de bunların biriyim sanıldı.

                            ALLAH'ım, sana sığınırım; ne de danışma topluluğuydu bu. Onlardan benim hakkımda, birincisiyle ne vakit bir şüpheye düşen oldu ki bu çeşit kişilere katıldım ben? Fakat inerlerken onlarla indim; uçarlarken onlarla uçtum; inişte, yokuşta onlarla beraber oldum. İçlerinden biri, hasedinden gerçekten saptı; öbürü, damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi; öbürleri de öyle işler ettiler ki anmak bile çirkin.[6]

                            Derken kavmin üçüncüsü kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; ALLAH malını ilk baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu onu bu hale getirdi; işini tamamladı gitti.[7]

                            Derken, halkın benim etrâfıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı; her yıldan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler; bir derecede ki kalabalıktan Hasan'la Hüseyn, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandı-lar; bu hengamede elbisem bile yırtılmıştı.[8]

                            Ama işi elimle aldıktan sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti; öbürleri de itâatten çıktı; sanki onlar, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh ALLAH'ın "İşte âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç, çekinenleridir" buyurduğunu duymamışlardı (Kasas/83). Evet, andolsun ALLAH'a, elbette duydular da, ezberlediler de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü, onun bezentisi hoş geldi onlara.[9]

                            Ama şunu da bilin ki andolsun tohumu yarana, insanı yaratana, bu topluluk, biat için toplanmasaydı, ALLAH'ın, zâlimin doyup zulmetmemesi, mazlûmun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahd-ü peyman olmasaydı hilâfet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kâsesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki şu dünyânızın değeri, bir dişi keçinin aksırığından da değersizdir bence."

                            (Demişlerdir ki: hutbelerinde söz, buraya gelince, Irak ili halkından biri kalktı, Hazrete bir kâğıt sundu. Hazret kâğıdı okumaya daldılar. Okuyup bitince İbn-i Abbas, Ey Müminler Emiri dedi, sözüne, bıraktığın yerden başlasan; Emir'ül-Müminin aleyhisselâm buyurdular ki

                            "Heyhât ey Abbas oğlu, bu, erkek devenin, esridiği zaman ağzına gelen bir köpüktü; geldi, gene geriye gitti."[10]

                            _________________
                            Açıklamalar:
                            [1] - Hutbenin baş tarafında geçen "filân"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir.

                            [2] - Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir.

                            [3] - A'şâ, Ebu-Basir Meymûn b. Kays'tır. Cahiliyye şâir-lerinden olan, sesi de gayet güzel bulunan bu zat, İmri'ül-Kays ve Nâbıga gibi ünlü şâirlerden sayılmıştır. Vakt-i Saâdete erişmiş, Hz. Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) methiyeler yazmış; onları, huzurunda okumaya giderken Ebu-Süyfan mâni' olmuş, avdetinde, Menfuha denen yerde deveden düşüp ölmüştür. Heyyan, boyunun ulusu olan bir zattı; İran şâhıyla dostluğu vardı, A'şâ ile de dosttu; sohbet arkadaşıydı. Bâzı sebeplerle ondan uzaklaşmıştı; o münasebetle söylediği kasîdede bu beyit geçer.
                            Emir'ül-Mümi'nin (a.s), bu beyti inşad ederek Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.a) zamanındaki haliyle ondan sonraki haline işaret buyurmaktadır.

                            [4] - Ebubekir'in biatten sonra "Bırakın beni, ben sizin en hayırlınız değilim" dediği rivayet edilmiştir. Bu sözü, "Sizin en hayırlınız olmadığım halde beni, başınıza getirdiniz; siz beni veliyy-i emr ettiniz" tarzında söylediği de rivayetler arasında-dır (MUHAMMED Abduh Şerhi, s.32, 3. not). Hz. Emir'i, Ebubekir'e götürdükleri zaman, Ömer, biat etmedikçe senden el çekmeyiz deyince Ömer'e, "İyi sağ bu sütü, yarısı senin olacak; bugün onun faydası için düzüp koştuğun bir iş yarın sana dönecek" dediği rivayet edilmiştir.

                            [5] - Ömer'in, zâtı içtihatlarına işarettir. Meselâ, 9. sûrenin (Tevbe) 60. âyet-i kerîmesinde zekâtın, yoksullara, hiçbir varlığı olmayanlara, zekât toplayan memurlara, müellefet'ül-kulûb'a (gönülleri Müslümanlığa malla, servetle ısındırılmak istenenlere), kölelere, tutsaklara, borçlulara, yolda kalmışlara, ALLAH yolunda savaşanlara verilmesi buyrulmuşken, Ebubekir'in zamanında Ömer, artık müellefet'ül-kulûba vermeye lüzum kalmadı demiş, onlara zekât verdirmemişti. 8. sûrenin (Enfâl) 41. âyet-i kerimesinde ganimetin beşte biri ALLAH yolunda sarfedilecek, Peygamber'e ve yakınlarına, yetimlerine, hiçbir şeyi olmayanlarına ve bu yolda savaşanlarına verilecekken bu payı kaldırmış, Mâlik b. Nüveyre'yi, Müslüman olduğu halde öldürten ve şer'i süresini beklemeden zevcesini alan Halid b. Velid'i, evvelce onun şiddetle aleyhinde bulunduğu halde, kendi zamanında bağışlamış, hac töreninden umreyi, törenden nisâ tavafını kaldırmış, Müslim'in rivâyetine göre kendi zamanında bile yapıla gelen muvakkat nikâhı yasak etmişti.

                            Ezandan, "Hayye alâ hayr'il-amel-haydin en hayırlı işe" sözünü, halk ibâdete koyulur da savaşı boşlar diye okutmamış, bir kerede üç talak vermeyi, kadın boşamaktan halkı çekindirmek için câiz görmüş, sünnet ve nâfile namazlarda cemâat olmadığı halde terâvih namazını cemaatla kıldırmış, su bulunmadığı vakit teyemmümle namaz kılınmamasını emretmiş, miras ve iddet meselelerinde içtihatlarda bulunmuştu. Daha bu çeşit birçok içtihatları olmuş, sabah ezanına "namaz uykudan hayırlıdır" sözünü katmıştı (Ali kuşçı'nın "Şerh-u Tecrid"inde, "imâmet" bahsinîn sonlarında; "En-Nass-u ve'l-İçtihâd"a da bakınız, 1383-1943, s. 199-220). Mâlik'in "El-Muvatta"ı ve Zerkaanî'nin Şerhi, cüz' 1, s.25.Abdül-Huseyn Ahmed'il-Emini'nin "El-Gadir-u fi'l-Kitâbı ve's-Sünneti ve'l-Edeb"inin 7. cüz'üne de bakınız; 2. basım, Tehran-1372, s.63-64).

                            [6] - Ömer yaralanınca vefat edeceğini anlayıp yanında-kilere Ebu-Ubeyde sağ olsaydı onu halife yapardım; Huzeyfe'nin kölesi Sâlim sağ olsaydı bu işi ona verirdim demiş, sonra yedi kişinin adını söylemiş, bunlardan Sâid b. Zeyd'i kendi soyundan olması dolayısıyla öbürlerine katmamış, Sa'd b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali'den meydana gelen bir şûrâ kurulma-sını, şûrâya Abdurrahman'ın riyâset etmesini söylemişti. Ancak bunlardan Sa'd'i serttir, Abdurrahman b. Avf'ı, bu ümmetin Karûn'udur diye yerdi. Talha'nın kibirli, Zübeyr'in nekes olduğunu, Osman'ın boyunu sevdiğini, Ali'nin de halifeliğe haris bulunduğunu söyledi. Sonra Suheyb'e, üç gün halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu-Talha'yı, elli kişiyle, şûrâ erkânının topladığı evi kuşatmaya memur edip bunların beşi birleşir, birisi ayrılırsa onun öldürülmesini, üçü birini üçü de başka birini tutarsa Abdurrahman'ın bulunduğu tarafın kabûl edilmesini söyledi. Abdurrahman kendisini ve Sa'd'i bu işten ayırdı. Sa'd ise ona; Osman sana biat ederse üçüncü biat eden ben olurum; fakat Osman'ı tayin edersen Ali tarafını tutarım dedi. Nihayet Abdurrahman, Ali'ye, Ebubekir ve Ömer'in yolunu tutup tutmayacağını sordu. Ali, ben ALLAH'ın kitabı, Peygamber'in sünneti üzere ve kendi içtihadımla hareket ederim cevabını verdi. Aynı suali üç kere Osman'a sordu; Osman her üçüne de müspet cevap verince ona biat etti.

                            Bir de şu var: Şûrâda riyaset eden Abdurrahman'ın zevcesi ana tarafından Osman'ın kız kardeşiydi. Sa'd b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman'ın amca oğullarındandı, ikisi de Zühre oğulları boyundandı; ayrıca Hazreti Emir'le de arası açıktı. Sa'd'in anası, Süfyan b. Ümeyye b. Abdüşşem'in kızıydı; Ali, bu boydan bir çoğunu savaşlarda öldürmüştü. Talha Teyim boyundandı; bu boyun Hâşim oğullarıyla arası açıktı. Nitekim sonradan, Osman'ın kanını almak bahanesiyle isyanı da, gizlediği fikri açığa vurdu. Zübeyr, Ebubekir'in hilâfetinden beri Ali'ye taraftar görünmekteydi, fakat halifeliğe özendiği sonraki isyanıyla meydana çıktı.

                            Şûrâdan sonra Mikdâd b. Esved'in, Abdurrahman'a, "andolsun ALLAH'a ki Ali'yi terk ettin ama o, hak üzere hüküm veren ve gerçek olarak adalete riayet edenlerdendi" demiş, "Kureyş'e bakıyorum, en doğru söyleyen, en gerçek olarak hükmeden kişiyi bırakıyor" sözlerini de sözüne eklemişti. Abdurrahman, korkuyorum fitneye kapılmandan, ALLAH'tan çekin sözüyle Mikdâd'a cevap vermişti. Sonra Osman'ın zamanındaki ayaklanma sırasında Abdurrahman'a, bu, ellerinle hazırladığın şey demiş, o da, ben böyle sanmıyordum, fakat ALLAH'a and olsun, onunla konuşmayacağım artık demiş, sözünü de tutmuş, ölüm hastalığında kendisini dolaşmaya gelen Osman'dan yüzünü duvara çevirmiş, ona bir söz bile söylememişti (MUHAMMED Abduh Şerhi, s.34-35, 1. not).

                            [7] - Osman, Abdüşşems oğlu Ümeyye oğlu Ebi'l-Âs'ın oğlu Affan'ın oğludur. Yetmiş beş, yetmiş altı, diğer rivayette seksen, yahut seksen sekiz yıl yaşamış, hicretin yirmi dördüncü yılında halifelik makamına gelmiş, on iki yıldan on iki, yahut sekiz gün eksik bir müddet hilafet makamında kalmış, hicretin otuz beşinci yılı zilhiccesinin on sekizinci günü öldürülmüştü. Hazreti Rasûl'ün (s.a.a), Rukayye, sonra da Ümmü Külsûm adlı iki kızını aldığından Zü'n-Nûreyn, yâni iki nur sâhibi diye anılmıştır. Kavmin üçüncüsünden maksatları Osman'dır.

                            Osman, ana tarafından kardeşi Velîd b. Ukbe'yi Kûfe'ye tayin etmiş, beytülmâli, sıla-i rahimde bulunuyorum diye Ümeyye oğullarına pay etmiş, Hazreti Rasûl'ün (s.a.a) Medîne'den sürdüğü Hakem'i ve oğlu Mervan'ı Medine'ye getirtmiş, kızını Mervan'a vermiş beytülmâlden ona yüz bin dirhem verdiğinden başka Fedek'i de demlik etmiş, Hakem'e yüz bin, Abdullah b. Hâlid b. Üseyyid'e dört yüz bin dirhem ihsanda bulunmuş, diğer kızını Hâris b. Hakem'e verip ona da beytülmâlden yüz bin dirhem bağışlamıştır. Ebu-Süfyân'a iki yüz bin dirhem vermiş, Medine yaylaklarını Ümeyye oğullarının hayvanlarına tahsîs edip Trablus'tan Tanca'ya dek bütün Afrika gelirini Abdullah b. Sa'd b. Ebi-Serh'a bağışlamıştır.

                            Bütün bunlar, Velid b. Ukbe'nin, Kûfe'de beytülmâli istediği gibi harcaması, şarap içtiği sabit olduğu halde kendisine had vurulmaması, Abdullah b. Mes'ud'un, Ammâr'ın dövülmesi, bunlarla beraber Ebû-Zer'in ve diğer birçok sahâbinin sürülmesi, ehliyle buluşana, kendisinden inzâl olmadıkça gusûl icâb etmediği hakkındaki fetvâsı, 46. sûrenin (Ahkaaf) 15. âyetinde haml müddetiyle çocuğun sütten kesilmesinin otuz ay, 2. sûrenin (Bakara) 233. âyetinde süt verme müddetinin tamamının iki yıl olduğu bildirilmesine göre haml müddetinin en azının altı ay olduğu anlaşıldığı halde evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadını recmettirmesi, bayram namazını dört rek'at kıldırması, seferde namazları kasretmemesi, umreyi men etmesi, bayram hutbelerinin namazdan önce okunması gibi şeyler de ashabın, Osman aleyhine dönmesine sebep oldu. Başta Âişe, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr olmak üzere bir çok kimseler, şiddetle aleyhinde bulunmaya başladılar. Sonunda isyan başladı ve Osman öldürüldü (Osman'ın icrââtı ve içtihatları için Şeyh Zebihullâh'ı Mahallâti'nin, ana kaynaklara dayanarak meydana getirdiği "Keşf'ül-bunyân der zindegânî-î Cenâb-ı Osmân b. Affân" adlı kitabına bakınız, Tehran 1382, 430 sahife).

                            [8] - Osman'ın öldürülmesinden sonra kendilerine biat etmek hususunda halkın tehaccümünü anlatıyorlar. (9) Biatten dönenler anlamında "Nâkisin" denmiştir. Bu sözde, 48. sûrenin (Feth), "Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak ALLAH'la biatleşmişlerdir; ALLAH'ın (kudret) eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim ALLAH'la ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir ecir vardır" meâlindeki 10. âyetine işaret vardır. "Ok yaydan fırlar gibi fırlayanlar" "Mârıkun" diye anılırlar; bunlara ait 4. bölüm olan "İçtimâî-İktisadi hutbeleri"nde, 26. hutbenin şerhindeki 11. notta gereken izâhât verilmiştir. "İtâatten çıkanlar", "Kaasitûn" diye anılmıştır. Kur'ân-ı Mecid'-in 72. sûresinin (Cinn), "Ve gerçekten de bizden, Müslüman olanlar da var, doğruluk yoluna itâatten sapıp zulmedenler de; artık kimler Müslüman olurlarsa onlardır doğruluk yolunu arayıp bulanlar. Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince,onlar da cehenneme odun olurlar" meâlindeki 14-15. âyet-i kerimelerinde "İtâatten çıkanlar, sapıp zulmedenler", "Kaasitûn" diye anılmışlardır. "Müstedrek'üs-Sahihayn"de, Ömer'in zamanında, Ebû-Eyyüb'ül Ansâri'nin (r.a), Rasûlullah (s.a.a) Ali b. Ebû-Tâlib'e Nâkisin Kaasitûn ve Mârikin ile savaşmasını buyurdu" dediği rivâyet edilmiştir. Buna dair "Müstedrek"te, "Tarihu Bağdad"-da, "Üsd'ül Gaabe"de, Suyûti'nin "Dürr'ül-Mensûr'unda, Kenz'ül-Ummâl'de Mecma'uz-Zevâid'de, bundan başka daha on sekiz hadis vardır. "Kaasıtûn" Muâviye ve ona uyanlardır (Fedâil'ül-Hamse, 2, s.358-363).

                            Bu bahse son verirken şunu da söylememiz gerekir:
                            Emir'ül-Müminin Ali (a.s), hilâfeti kendi hakkı olarak görü-yordu; fakat bu görüş Hz. Peygamber'in (s.a.a), tebliğine dayanıyordu; Peygamber'in tebliğiyse vahye istinâd etmekteydi; çünkü o, kendi dileğine göre söz söylemezdi (53, Necm, 3-4). Rasûlullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) kendilerine, Mûsâ'ya Hârun ne menziledeyse o menzilede olduğunu bildirmişler, ancak kendilerinden sonra peygamber gelme-yeceğini beyan buyurmuşlardı; onu kendilerine kardeş edinmişlerdi; zürriyetinin ondan geleceğini bildirmişlerdi; daha ilk tebliğlerinde onu kendilerinin veziri olarak tanıtmışlardı, halifemdir demişlerdi; kendileriyle aynı yaratılışta olduklarını, kendilerinden sonra her inananın velisi bulunduklarını söylemişlerdi; ona sövenin, kendilerine sövmüş olacağını bildirerek ileride olacakları anlatmışlardı; bütün bunlara ilâveten, Veda haccından avdet ederlerken, 5. sûre-i celilenin (Mâide) 67. âyet-i kerimesine ittibaen Cuhfe denen yerdeki Gadiru Humm'da ashabı toplayıp 33. sûrenin (Ahzâ 6. âyet-i kerîmesini hatırlatarak, Müminler üzerindeki mutlak vilâyetini tasdik ettirdikten sonra Ali'yi Müminlere veliyy-i emr tayin buyurmuşlardı ve ashab, onu kutlamış, ona biat etmişti (Bütün medrekleriyle bu hadisler için "Fedâil'ül-Hamse'ye 1, s.299-406, merhum Âyetullah Abdül-Huseyn Şerefüddin'in "El Murâcaât"ına, Necef 1383, s.202-222, Âyetullah Ahmed Emini'nin "El-Gadir" adlı muhalled kitabına ve "Hz. MUHAMMED ve İslâm" adlı eserimize bk. (Milliyet kültür kulübü yayınları, İst. 1969 s.168-174).

                            Bu hutbenin Şerif Radi tarafından uydurulduğunu söyle-yenlerde olmuştur. Ancak, Seyyid Radi, hicri 359 da (969-970) doğmuş, 406 Muharreminde (1015) Bağdad'da ebediyete intikal etmiştir. Halbuki ondan 176 yıl önce vefât eden Hafız Yahyâ b. Abdülhamid-i Himmânî, 246 da (860) vefat eden Ebu Câ'fer Ahmed b. Mehmed'ül-Barkî, 303'te vefât eden (915) Ebu-Aliyy'ül-Cubbâî, 312 de vefât eden (924) Ebü'l-Hasan Ali b. Furât, 317 de vefât eden (929) Ebü'l-Kaasım'ül-Belhî, 332 de vefât eden (943) Ebû-Ahmed Abdül'aziz'ül-Celûdiyy'il-Bışrî, 360 da vefât eden (970) Hâfız Süeyman b. Almed'üt-Taberânî, 381 de vefât eden (991) Ebû-Ca'fer İbn-i Bâbıveyh'il Kummî, 382 de vefât eden (992) Ebû-Ahmed Hasan b. Abdullâ'il-Askerî, 412 de vefât eden (1021) Ebû-Abdullah Mufid, 415'te vefat eden (1024) Kaadi Abdülcebbâr'ül-Mu'tezili, çeşitli yollarla kitaplarında bu hutbeyi anmışlar, yazmışlar, kendisinden sonra da "Lisân'ül-Arab" sahibi Ebü'l-Fadl Cemalüddin (711 H. 1311) ve Kaamûs sâhibi Firûzâbadi'ye kadar (816-817 H. 1413-1414) on beş bilgin bu hutbeden bahsetmiştir (El-Gadîr, 7, ikinci basım, s.82-85). Kaldı ki söz, üslûptan anlaşılır ve hutbenin uslûbu tamamıyla Emir'ül-Müminin'in (a.s) üslûbudur.

                            [9] - 3, 14.

                            [10] - İbn-i Abbas, VALLAHi demiştir, bu sözün yarım kalmasına eseflendiğim gibi hiçbir söze eseflenmedim; Emir'ül-Müminin (a.s) ne olurdu, dilediği gibi söyleseydi.
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                              [b]
                              HZ. ALİ (A.S)'IN KUR'AN-I MECİD'İ VASFEDEN BİR HUTBELERİ

                              [b] "ALLAH'ın beyanıyla faydalanın; ALLAH'ın öğüdüyle öğüt-lenin; O'nun öğüdünü kabûl edin, tutun. Çünkü ALLAH, sizin özürler getirmenize karşı açık deliller serdetti; sevdiği işleri size bildirdi; hoşlanmadığı şeyleri anlattı; bütün bunları da buyruklarına uymanız, nehyettiği şeylerden kaçınmanız için izhâr etti.

                              Gerçekten de ALLAH'ın Rasûlü, ALLAH'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, şüphe yok ki cennet hoşa gitmeyen şeylerle kaplanmıştır, cehennem de isteklerle kaplanmıştır buyur-muştur.[1] Bilin ki hiç bir tâat yoktur, ancak tabiatın hoşlan-madığı şeye dayanır ve hiç bir isyân ve suç yoktur, ancak nefsin isteğine, dileğine bağlanır. ALLAH rahmet etsin şehvetinden kaçınan, nefsinin dileğini söküp atan kişiye; çünkü şu nefis, insanı olmayacak şeylere sürükler, götürür; insan, onun dileklerini söküp atmadıkça boyuna onun dileğine uyar, suça, isyâna düşer gider. Bilin ki ALLAH kulları, inanan, nefsinden zanlara düşerek, onun düzeninden emin olmadan sabahlar, akşamlar; boyuna nefsini ayıplar, onu kınar durur.

                              Sizden öncekiler gibi olun; sizden önce gidenlere uyun; onlar, dünyada, göçecek kişiler gibi çadır kurdular, konaklardan göçen kişiler gibi konakları bırakıp göçtüler.

                              Bilin ki şu Kur'ân, öğüdünde aldatmayan, yol gösterme-de insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur'ân'la oturup kalkan, doğrulukta, fazla bir şeye ulaşmayan, körlükte noksana erişmeden oturup kalkar. Bilin ki hiç kimseye Kur'ân'dan sonra bir ihtiyaç, bir yoksulluk gelip çatmaz; hiç kimseye ona uyduktan sonra bir zenginlik ulaşmaz. Dertlerinize O'ndan şifâ dileyin; güçlüklerinize O'ndan yardım isteyin; çünkü O en büyük derde bile devâdır ki o da küfürdür, nifâktır, azgınlıktır, sapıklıktır. ALLAH'tan Kur'ân'la dileğinizi dileyin; O'nunla ALLAH'a yönelin; O'nu vesile ederek halktan bir şey istemeyin; çünkü kullar, ALLAH'a, O'na benzer, O'nun değerine denk değerli başka bir şeyle yönelemezler.

                              Bilin ki O şefaatçidir, şefaati kabûl edilir; öylesine bir söz söyleyendir ki sözü tasdik olunur; Kur'ân kıyâmet gününde kime şefâat ederse şefâati kabûl olur ve Kur'ân, kıyâmet gününde kimin aleyhinde söz söylerse sözü makbûl sayılır.[2]

                              Çünkü kıyâmet günü bir nidâ eden nidâ eder de der ki: Bilin, Kur'ân'dan başka bir şey eken, ektiğini biçerken belâlara uğrar. Artık siz de O'nu ekin, O'na uyun; Rabbinize O'nu delil eden; nefislerinize O'nu öğütçü yapın; kendi reyleriniz O'na uymazsa reylerinizi töhmetleyin; dilekleriniz O'na aykırıysa dileklerinize hıyânette bulunun.

                              İyi işe koyulun, iyi işe; sonra da sona dek çalışın, sona dek. Doğru olun, doğru; sonra da dayanın da dayanın; sakının da sakının. Bilin ki size bir son vardır, sonunuza yönelin. Bilin ki size alâmetler dikilmiştir, onlara uyun da yol alın; bilin ki İslâm için bir son durak vardır; o durağa yürüyün.
                              ALLAH'a, size hakkından vâcip ettiği şeyleri edâ ederek, bildirdiği vazifeleri yaparak ulaşın. Ben tanıkım size, kıyâmet gününde de hüccet getiren, delil azhâr edenim size.

                              Bilin ki kader, olup biter, kazâ gelir çatar. Ben ALLAH'ın vaadiyle, deliliyle konuşuyorum sizinle. Yüce ALLAH buyurmuştur ki: "Rabbimiz ALLAH'tır diyen, sonra da doğru yürüyen kişilere melekler inerler de korkmayın, mahzûn olmayın, muştuluk size, size vaadedilen cennetle derler."[3] Siz de Rabbimiz ALLAH'tır dediniz ya, o halde kitabına uyun da doğru olun; emrine uyup kulluğunda doğru yola gidin de doğrulukta bulunun. Sonra da o doğru yoldan ayrılmayın; o yolda bidatler meydana getirmeyin; o yola aykırı harekette bulunmayın. Çünkü ayrılanlar, gerçekten ayrılırlar; kıyâmet gününde, ALLAH katında, rahmetine ulaşamazlar.

                              Bundan sonra da halkı ayırmaktan sakının, dilinizi uz tutun; gönlünüz başka düşüncede, diliniz başka sözde olmasın. Herkesin dilini zaptetmesi gerektir. Çünkü bu dil, serkeştir; sâhibini eğri yola götürür, saptırır. Andolsun ALLAH'a ki ben, çekinen kulun, dilini zaptetmedikçe çekinmesinden faydalandığını görmedim. Çünkü inananın dili, gönlünün ardındadır; münafığın gönlüyse dilinin ardında. İnanan, bir söz söylemek istedi mi, önce gönlünden geçirir o sözü, bir düşünür, hayırsa söyler, şerse vazgeçer. Münâfıksa diline gelini söyler; hangi söz kendisine fayda verir, hangi söz zarar, düşünmez bile. ALLAH'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah, "Bir kulun îmânı, gönlü doğru olmadıkça doğru olmaz; gönlü de, dili doğru olmadıkça doğrulmaz" buyurmuştur.[4]

                              Kim yüce ALLAH'a, avucu Müslümanların kanlarından, mallarından tertemiz olarak ulaşmak isterse, dilini onların ayıplarından korusun, bunu yapsın.
                              Bilin ey ALLAH kulları, gerçekten de inanan bu yıl helâl bildiğini geçen yıl da helâl bilir; geçen yıl hâram saydığını bu yıl da hâram sayar. Harâm olan şeylerden, insanların helâl saydıkları, size helâl olmaz; helâl, ALLAH'ın helâl ettiği şeydir, harâm da ALLAH'ın harâm ettiği şey.

                              İşlerde tecrübeniz var, onlarda tedbirde bulundunuz; öğütler verildi sizden öncekilerin halleriyle, örnekler gösterildi size; apaçık işe çağrıldınız; bunu ancak sağır duymadı, kör görmedi.
                              ALLAH'ın belâlarla sınadığı, tecrübelerle denediği kişiye hiç bir öğüt fayda veremez, tanımadığı, inkâr ettiği kusûr, önüne çıkagelir; tanıdığı şey, önünde belirir; o vakit inkâr ettiğini anlar, ikrâr ettiğini tanır, bilir.

                              İnsanlar iki bölüktür: Bir bölüğü şeriata uyar; öbür bölüğü bidate sapar. Bu ikinci bölüğün, noksan sıfatlardan münezzeh ALLAH'tan ne bir delili vardır, ne bir ışığı. Noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, hiç bir kimseye Kur'an'a benzer başka bir şeyle öğüt vermez; çünkü Kur'ân, ALLAH'ın sağlam ipidir, emin sebebidir; gönüllerin bahârı ondadır; bilgilerin kaynakları onda; gönüle ondan başka bir şeyle cilâ olamaz; ondan başka bir şey gönlü parlatamaz. Böyle olmakla beraber gene de ondan öğüt alanlar, ona uyup yol almışlardır; unutanlar, unutmaya kapılanlar, yolda kalakalmışlardır.[5]

                              Bir hayır gördünüz mü, ona yardım edin, bir şer gördünüz mü, bırakın onu, gidin. Çünkü ALLAH'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rahsûlullâh: "Ey Âdemoğlu, hayır işle, şerri bırak; o vakit cömert olur, orta yolu bulursun" buyurmuştur.[6]

                              Bilin ki zulüm üç kısımdır: Bir zulüm var, bağışlanmaz, bir zulüm var, terk edilmez; cezâsı verilir; bir zulüm var, bağışlanır, cezası aranmaz. Bağışlanmayan zulüm. ALLAH'a şirk koşmaktır. Yüce ALLAH, "Gerçekten de ALLAH kendisine şirk koşanı bağışlamaz" buyurmuştur.[7] Bağışlanan zulüm, kulun bâzı küçük şeylerde, hoş olmayan işlerde kendisine zulmetmesidir.[8]

                              Terk edilmeyen zulümse, kulların birbirlerine zulmüdür. Burada kısâs pek çetindir; o da bıçakla yaralamak, kamçıyla vurmak değildir; bunlar, onun yanında pek küçük kalır, pek ehemmiyetsiz sayılır.[9]

                              Sakının ALLAH dininde renkten renge girmekten. Çünkü gerçeğe ait olup hoşlanmadığınız, fakat birleşerek yaptığı-nız şey, batıla dâir severek, fakat birbirinizden ayrılarak yaptığınız şeyden hayırlıdır. Gerçekten de, noksan sıfatlar-dan münezzeh olan ALLAH, ayrılıkla ne geçmiş kavimlerden birine hayır vermiştir, ne şimdiki topluluklardan birine hayır verir.

                              Ey insanlar, ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbı, onu insanların ayıplarını görmekten alıkor; ne mutlu o kişiye ki evinde oturur, rızkını yer, Rabbinin kulluğuyla meşgul olur, kendi hatâlarına ağlar, kendisiyle uğraşır; halk ondan rahattır, esendir."

                              Hz. Ali (a.s)'ın İslam Ve Kur'an'a Ait Bir Hutbelerinden

                              [b] "Sonra bilin ki bu İslâm dini, ALLAH'ın seçtiği, kendi inâyetiyle lütfettiği, tebliği için halkının en hayırlısını seçip gönderdiği, direklerini, sevgiyle yücelttiği ALLAH dinidir. (Eski ve hurâfelerle karışmış) dinleri, onun yüceliğiyle alçaltmıştır; şerîatları, onu yücelterek neshetmiştir. Ona olan lütfüyle düşmanlarını hor, hakir kılmıştır; karşı duran-ları, o dine yardım ederek aşağılık bir hâle getirmiştir; onun sağlam temeliyle, kuvvetli direğiyle sapıklık ve azgınlık direklerini yıkmıştır; o dinin havuzlarından susuzları suya kandırmıştır; o suyu içenler tüketememişlerdir; onların içtikleri kadar da o havuzu tekrar doldurmuştur.

                              Sonra da onu, öylesine pekiştirmiştir ki kulpunun kop-masına, halkasının koparılmasına imkân yoktur;[10] mümkün değil harâb olmaz yapısı; yıkılmaz direkleri, çökmez yapısı. Meyveler veren ağacı çürümez; zamanı dolmaz; hükmü eskimez; dalları, budakları kopmaz. O dinin yolları daralmaz; o dümdüz yolu ne sarplık sarar; ne aydınlığı karanlık kaplar; ne sehil gidişini aykırılık kavrar. Ne o yolda çerçöp vardır, ne bir aykırılık görünür; ne açık yoluna bir kumluk çıkar, ayakları batırır, ne ışıkları söner o yolun, ne de tatlılığını bir acılık bozar.

                              İslâm, öyle bir dindir ki direklerini ALLAH, gerçek üzerine kurmuş, o direklere sağlam dayanaklar yapmıştır. Sularla dolu kaynakları var, coşup köpürerek akar; ışıkları var, yalımyalım parlar. Dikilmiş işaretleri, alâmetleri var, dileyene yol gösterir; gidenler yol bulur, oraya varır; sağrakları var, gidenlere sunulur, içenleri kandırır. ALLAH razılığının en üstününü, direklerinin en yücesini, itâatinin en kabûl edilenini o dine bağışlamıştır. Müslümanlık, ALLAH katında direkleri sağlam, yapısı yüce, nûru aydınlatıcı, kudreti üstündür; nişâneleri uzaktan da görülür; yol bulmak, oraya varmak isteyenler görür, bulur. Yerinden oynatılamaz; kınanmasına imkân bulunmaz. O dini yüce tanıyın, ona uyun; o dinin hakkını verin, lâyık olduğu mevkiye koyun.

                              Sonra, noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, gerçekten de MUHAMMED'i, ALLAH'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, dünyanın geçip gitmek, âhiretin doğup ışımak üzere bulunduğu bir çağda, gerçek üzere gönderdi. Dünya aydınlandıktan sonra karanlıklara bürünmüştü; mihnet, diz boyu yücelmiş, görünmüştü. Dünyanın yumuşak döşeği sertleşmişti; ömrü sona ermişti; müddeti bitmişti; kıyâmet alâmetleri belirmişti. Dünyadakiler ümit kesmişlerdi, ondan yüz çevirmişlerdi; halkası kopmak, düğümü çözülmek üzereydi. Nimetleri bozulup gitmiş, ayıpları ortaya çıkmış, uzun sürecek sanılan zamanı kısalmıştı. Böyle bir çağda ALLAH, haberlerini ulaştırmak, uyanlara lütfetmek, çağını ilkbahara çevirmek, yardımcılarını yüceltmek, yardım edenlere şeref vermek üzere MUHAMMED'i gönderdi.[11]

                              Sonra da ona bir kitap indirdi ki o, bir nurdur, ışığı sönmez; bir ışıktır, yalımı tükenmez; bir denizdir, dibine inilmez; bir yoldur, tutan sapmaz, yol yitirmez; bir yalımdır, alevi kararmaz. Hakkı, batılı ayırır; delili reddedilemez. Bir yapıdır, direkleri yıkılamaz. Bir şifâdır, hastalananların, onunla iyileşmeyeceklerinden korkulmaz. Bir üstünlüktür, yardımcıları bozguna uğramaz. Bir gerçektir, ona uyanlar, horluğa düşmez.[12]

                              O, îmânın mâdenidir, orta yoludur. İlmin kaynaklarıdır, denizleridir. Adaletin bağları, bahçeleridir, kaynakları, sularıdır. İslâm'ın esâsıdır, yapısıdır. Gerçeğin vadîleridir, dümdüz ovasıdır. Bir denizdir, ne kadar su alan olursa olsun, tükenmez. Kaynaklardır ki su alanlar, dibine varamaz-lar; sağraklardır, dolduruldukça doldurulur, gelenlere sunulur, suyu bitmez. Konaklardır, yolcular, yol yitirmezler. Dikilmiş alâmetler, yakılmış, yandırılmış ateşler, yol alanlar, onları görmezlikten gelemezler. Uyulacak kudrettir, ona uyanlar, ondan dönmezler.[13]

                              ALLAH, onu bilginlerin susuzluklarını gidermek, din hükümlerini bilenlerin gönüllerine ilkbahar güzelliğini vermek, temiz kişilerin yollarını göstermek için sebep kılmıştır. Bir ilâçtır ki onu kullanana artık hastalık gelmez; bir ışıktır ki onunla beraber karanlık hüküm sürmez. Yapışılacak düğümü sağlam bir iptir; yücesi sarp bir kaledir; ona dost olana üstünlüktür; oraya girene eminliktir; ona uyana yol gösterendir; ona mensûp olana makbûl özürdür; onunla konuşana burhandır; ona uyup düşmanıyla savaşana tanıktır, furkandır; onu yükleneni yüklenir; onunla amel edeni taşır. Kim onu kendisine bir alâmet, bir nişan olarak alırsa delil olur ona; kim onu taşırsa kalkan kesilir ona, dinleyip belleyene bilgi olur; O'ndan rivâyet edene sözdür o, onunla gerçek üzere hüküm verene hükümdür o."[414]

                              * * *

                              "Şehâdet ederim ki ALLAH tam adalet sahibidir; adaletle muamele eder; tam hikmetle hükmedendir, hakla batılı tefrik eyler ve şehâdet ederim ki MUHAMMED, O'nun kuludur; kullarının ulusudur. ALLAH kullarını değiştirdikçe, geçenler geçip, gelenler geldikçe onları iki bölüğe ayırmıştır; O'nun vücudunu o iki bölüğün hayırlı kısmına vermiştir. Soyunda ne zinâ eden vardır, ne kötülük yoluna giden.

                              Bilin ki ALLAH, hayır işlemeye ehil olanları, emrine uyup hayra yönelenleri seçmiştir; Hakk'ın direkleridir onlar, itâati, kulluğu koruyanlardır onlar. Sizin için de her kullukta, ALLAH'tan bir yardım var, onu dillerden söyler, gönüllere ilhâm eder; yeter bulanlara bunda yeterlik vardır; şifâ arayanlara şifâ vardır.

                              Bilin ki ALLAH'ın ilmini koruyan kullar vardır ki onu siyânet ederler; kaynaklarını akıtıp dururlar. Birbirleriyle uzlaşarak buluşurlar, birbirlerine sevişerek kavuşurlar. Birbirlerine ilim ve hikmet sağrağını sunarlar; onu içip vefâ ve nasihatle kanarlar. Onları şüphe bulandırmaz; gaybet onlara yol bulmaz. Yaratılışları, huyları böyledir; bu huylarla sevişirler; bu huylarla, birbirleriyle uzlaşırlar. Onlar, ekin için ayrılmış en güzel tohumlardır; kötüleri ayıklanmış, atılmıştır; iyileri seçilmiş, alınmıştır. Öz doğruluğu onları seçmiştir; sınanmalar, onları denemiştir.[15]

                              Şu halde insanın, ALLAH emirlerini yüce bilerek kabûl etmesi; her şeyi kırıp geçiren, yıkıp döken kıyâmet gelip çatmadan ondan çekinmesi gerek. İnsanın müddeti az günlerde, duruluşu, konaklanışı, kısa yerde, göçüp bırakacağı, varıp konacağı yer için hazırlıkta bulunması gerek. Ne mutlu o kişiye ki selîm bir kalbe sâhiptir, gıll-u gışı yoktur da kendisine doğru yolu gösterene uyar; onu kötülüğe sevk etmek isteyenden, kaçar; ona yol gösterene uyup, onu hidâyete sevk edene itâat edip esenlik yolunu bulur, o yolu tutar; kapıları kapanmadan, sebepleri yitip gitmeden hidâyete koşar; tövbe kapısını açmak ister; kendisinden suçları atmak ister. Elbette bu kişi hidâyet yoluna sevkedilmiştir, doğru ve aydın yola yönelmiştir."[16]

                              (Nehc'ul-Belağa'nın Hutbeler Bölümünden naklen)
                              ___________
                              Dipnotlar:
                              [1] - Câmi'us-Sagıyr, 1, s.124, yâni Cennet, insanı dünyadaki zevkten, şehvetten alıkoyan, disiplin altına alan, dileklerini kısan kişiye verilir; Cehennemse dünyada zevkine, şehvetine uyanların yeridir.
                              [2] - Kur'ân, ilâçtır, dermandır (Ayni, 2, s.74), Kur'ân şefâat edicidir, şefâati kabûl edilendir, ona uyanı gerçekleyicidir; O'nu izleyeni cennete götürür; O'nu ardına atanı cehenneme sevkeder (Aynı, 2, s.74).
                              [3] - Kur'ân-ı Mecîd, 41, Fussilet, 30.
                              [4] - "Câmi'us-Sagıyr" deki "Diline sâhip olmayan kul, imânın hakıykatine ulaşamaz" meâlindeki hadise uyar (2, s.74).
                              [5] - Kur'ân-ı Mecid, 3, 103.
                              [6] - Hazret-i Emir aleyhisselam'ın rivayet buyurdukları hadis. Bu meâlde birçok hadisler mevcuttur.
                              [7] - Kur'ân-ı Mecid, 4, 48, 116.
                              [8] - 4. 123, 6, 54, 9 102.
                              [9] - Şer'an kısas, dünyadaki cezadır; dünyada kısas icra edilmediği takdirde âhiretteki cezanın, dünyada çekilecek cezaya nispetle çetinliği bildirilmektedir.

                              [10] - "Dinde zor yok. Gerçekten de doğru yolla azgın-lık, apaçık meydana çıkmıştır. Kim putları inkâr edip ALLAH'a inanırsa, şüphe yok, öyle sağlam bir kulpa yapışmıştır ki hiç kopmaz o ve ALLAH her şeyi duyar, bilir" (2, Bakara, 256).

                              [11] - Ben, kıyâmetle şunun gibi yollandım (bu hadisi irâd buyururlarken şehâdet parmaklarıyla orta parmaklarını düz olarak birleştirip göstermişler, kendilerinin son peygamber olup artık peygamber gelmeyeceğini ve kıyâmetin yakınlığını işaret etmişlerdir; Câmi'üs-Sagıyr, 1, s.105). Bu sözlerde 9 sûrenin (Tevbe) 33. ve 48. sûrenin (Feth) 28. âyetlerine de işaret vardır.

                              [12] - "ALLAH'tan bir nur ve apaçık, hükümleri belli bir kitap gelmiştir size" (5, Mâide, 15); "Onlar, öyle kişilerdir ki ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de yazılmış olarak bulacakları şerîat sâhibi Ümmî Peygamber'e uyarlar ve O, onlara iyiliği emreder, kötülükten nehyeyler onları ve temiz şey-leri onlara helâl etmededir, pis ve kötü şeyleri harâm etmede. Sırtlarındaki ağır yükleri indirmededir, bağlandık-ları zincirleri kırmada. Artık O'na inananlar, O'nu ululayanlar, O'na yardım edenler ve O'na indirilen nûra uyanlardır kurtulanlar, muratlarına erenler" (7, A'raf, 157); Kur'ân-ı Mecid, 4. sûrenin (Nisâ&#039 ve 64. sûrenin (Tegaabün) 8. âyetlerinde de "Nûr" adıyla anılmakta, 10. sûrenin (Yûnus) 57; âyetinde, Kur'ân'ın gönüllere şifâ olduğu bildirilmekte, 41. sûrenin (Fussilet) 44. âyetinde Kur'ân-ı Mecid, hüdâ ve şifâ diye vasfolunmakta, 17. sûrenin (İsrâ) 82, âyet-i kerimesinde de Kur'ân-ı Kerim'in, inananlara şifâ ve rahmet olduğu beyan buyurulmaktadır.

                              [13] - 2. Sûrenin 13. âyet-i kerimesinde MUHAMMED Sallâllahu Aleyhi ve Âlihî ve Sellem'in ümmetinin "orta ümmet" olduğu, inanç bakımından ifrât ve tefrite sapmadığı, tam tenzih ve teşbîhe gitmeyip tevhid inancına sâhip bulunduğu bildirilmektedir.

                              [14] - 3. sûrenin (Âl-i İmrân) 103. âyet-i kerimesinde, ALLAH ipine sımsıkı yapışılması, ayrılığa düşülmemesi emir buyrulmaktadır ki ALLAH ipi Kur'ân-ı Mecid ve Kur'ân ile teşrî edilen, sünnetle tevsik olunan şerîattır. Hutbenin bu son kısmı, bilhassa Kur'ân-ı Mecid'in vasıflarını ihtivâ ediyor.

                              [15] - ALLAH için sevmek, ALLAH için buğzetmek, ALLAH için mümini sevindirmek, ALLAH için müminlerin birbirlerini sevmeleri hakkında bir çok hadisler vardır. "ALLAH için birbirlerini sevenler, arşın gölgesi altında bulunurlar; ALLAH'a manen yakın olan her melek, her peygamber onların derecesine gıpta eder; onlar cennete sorusuz girerler; onlara kıyâmette ALLAH komşuları denir" hadisi bunlardandır. Hattâ İmâm Ca'fer-üs Sâdık Aleyhisselâm'ın imânın, ALLAH için sevmek ve ALLAH için buğzetmek olduğunu buyurdukları rivâyet edilmiştir (Hâce Abbas-ı Kummî; Sefînet'ül-Bıhâr ve Medînet'ül-Hikemi ve'l-Âsâr, 1, s.201). "Amellerin efdali, îmandan sonra, insanları sevmektir" hadisi de bu cümledendir (Câmi', 1, s.40)

                              [16] - "O gün ne mal fayda verir, ne evlât; ancak ALLAH'a şirkten ve şüpheden arınmış selîm bir gönülle gelen faydalanır" (26, Şuarâ', 88-89)
                              [COLOR=#a0a0a0][FONT=Arial][COLOR=#c00000][HR]
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: İmam Hz. Ali'nin (a.s) Hayatı, Fazileti, Siresi Ve Sözleri

                                [b] [table][tr][td] HZ. ALİ'NİN ALLAH (C.C) VE HZ. PEYGAMBER HAKKINDAKİ SÖZLERİ [COLOR=#a0a0a0]


                                [b]Hamd, ALLAH'a ki övenler onu lâyıkıyla övemezler; nimetlerini sayıp dökenler, onları söyleyip bitiremezler; çalışıp çabalayanlar, hakkını edâ edemezler. Öyle bir ma'buddur ki derin düşünceler onu idrâk edemez; akıl-fikir, denizine dalanlar, zâtının künhüne eremez. Bir sınır yoktur ki sıfatını sınırlayabilsin; bir vasıf yaratılmamıştır ki zatına lâyık bulunsun. Yoktur ona sayılı bir an; yoktur onun için ertelenmiş bir zaman. Yaratılanları, kudretiyle o yaratmıştır; rüzgarları, rahmetiyle o estirmiştir; yarattığı yer yüzünü, kayalarla perçinlemiş, pekiştirmiştir.[1]

                                Dinin evveli onu tanımaktır. Tanıyışın kemâli, onu tasdik etmektir. Tasdik edişin kemâli, onu bir bilmektir. Bir bilişin kemâli, ona karşı öz doğruluğuna ermektir. Öz doğruluğunun kemâli onu noksan sıfatlardan tenzîh etmektir. Çünkü bilmek gerekir ki ne sıfat söylenirse söylensin, o sıfatla vasfedilemez; her sıfat, vasfedilenden gayridir; onunla bilinemez.[2]

                                Onu vasfetmeye kalkışan, onu bir başkasına eşit etmiş sayılır. Başkasını ona eşit sayan, ikiliğe düşmüş olur. İkiliğe düşen, tecezzîsini kaail olur; tecezzîsini kaail olan, onu tanımamış olur. Onu tanımayan, ona cihet isnat eder, ona işaret eyler. Ona işaret eden, onu sınırlar. Sınırlayan, sayıya sokar. Her nerde derse, onu bir yerde sanır, ona mekân isnat eder; bir yerde diyense, başka yeri ondan hâlî sanır.[3]

                                Vardır, yaratılmaksızın. Mevcuttur, yokluktan var olmaksızın. Her şeyle biledir, beraber değil. Her şeyden gayrıdır, ayrı değil. İşler yapar; harekete, âlete muhtaç olmadan. Görendir, görülen yokken. Birdir, bir varlığa muhtaç bulunmadan, hiç bir varın yokluğunu garipsemeden. Halkı yarattı, yaratmaya koyuldu, düşünüp kurmadan, işe deneyişten faydalanmadan, bir harekete, âlete muhtaç olmadan işe koyulmadan, koyulup yorulmadan. Her şeyi vaktinde yarattı, birbirlerine aykırı olan şeyleri birleştirdi, uzlaştırdı. Her şeyde bir istîdat, bir tabiat yarattı; her şeyin maddesini ona göre düzdü-koştu. Her şeyi olmadan bilendir O; sınırlarını, sonlarını kavrayıp kapsayandır O; her şeyin gizli, açık, her yanını bilendir O.[4]

                                Tenzîh ederim O'nu noksan sıfatlardan, dâima, yarattık-larına, şerîat sahibi bir peygamber göndermiştir; yahut bir kitap indirmiştir; yahut gerekli bir huccet tanıtmıştır; yahut da doğru yolu bildirmiştir. Öylesine peygamberlerdir onlar ki ne sayılarının azlığı yüzünden buyrukları bildirmede bir kusurda bulunmuşlardır, ne yalanlayanların çokluğu yüzünden bir taksîre düşmüşlerdir. Kimisi gelip geçmiştir; kendisinden sonra geleceğin adını bildirmiştir; kimisi çıkıp gelmiştir; ondan önceki onu tanıtmıştır.[5]

                                Bu yol-yordam üzere çağlar geçmiştir, zamanlar aşmış-tır; atalar geçip gitmişlerdir, oğullar, yerlerine geçip yetmişlerdir. Sonunda, noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH, va'dini yerine yetirmek, elçiliğini tamamlamak için Rasulullah MUHAMMED'i göndermiştir; ALLAH'ın sâlatı ona ve soyuna. Onu tanımak, tanıtmak için peygamberlerden söz almıştır; sıfatları tanınmıştır; doğumu ve doğduğu yer ve zaman yüceltilmiştir.[6]

                                O gün yeryüzündekiler, ayrı-ayrı yollara sapmışlardı; darmadağın dileklere sarılmışlardı; dağınık yollara sapıtmışlardı. Kimisi, ALLAH'ı, onun yarattığı şeylere benzetmedeydi; kimisi adını anarken batıl yola gitmedeydi; kimisi de ona şirk koşup sapıklık etmedeydi.[7]

                                Derken onunla sapıklıktan kurtardı onları, vücudunun bereketiyle bilgisizlikten halâs etti onları; sonra da, ALLAH'ın sâlâtı ona ve soyuna olsun, MUHAMMED'e noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH kendisine kavuşmayı seçti; katında ihsanda bulunmayı diledi; dünya yurdundan almakla ikrâm etti ona; belâlara eş olmayı reva görmedi ona. Kerem sahibi onu kendi katına aldı; ALLAH'ın sâlâtı ona ve soyuna olsun. O, sizin aranızda, peygamberlerin ümmetleri içinde bıraktığını bıraktı. Çünkü peygamberler, ümmetlerini başıboş bırakmadılar; apaçık bir yol bırakma-dan gitmediler; bir bayrak dikmeden onları terketmediler.[8]

                                Rabbinizin kitâbı sizdedir, yanınızdadır; helâlini de apaçık göstermededir, harâmını da. Farzlarını da apaçık bildirmededir, üstün işlerini de. Bir hükmü kaldıran âyeti de açıklamıştır, hükmü kaldırılan âyeti de. Ruhsatlarını da bildirmiştir, azimetlerini de. Anlamı husûsî olan da apaçıktır, umûmî olan da. İbretleri de meydandadır, örnekleri de. Mutlak olanı da bildirilmiştir, mukayyet olanı da. Anlamı herkesçe anlaşılanı da beyan edilmiştir, anlaşılmayanı da. Kısaca anlatılanları tefsir edilmiştir, müşkül anlaşılanları açıklanmış, bildirilmiştir, öyle hükümleri vardır ki, o kitabın, mutlaka bilinmesi için ahit alınmıştır, öyle hükümleri de vardır ki kulların, onları bilmemesi de câiz sayılmıştır.

                                Öyle âyetleri vardır ki kitapta farzdır da neshedilişi, sünnetle bildirilmiştir. Öyle âyetleri de vardır ki sünnetle vâcip olmuştur, kitaptaysa terk edilmesine ruhsat verilmiştir. Bazı hükümleri vaktinde vacîptir, ileri zamanlarda hükmü geçer. Haramlarının da hükümleri çeşit çeşittir; öyle büyük haramlar vardır ki onları yapana cehennem vardır; öyle küçükleri de vardır ki onları yapanların suçlarını örter, bağışlar. Öyle hükümleri vardır ki en azı da makbûldür, en çoğu da yapılabilir."[9]

                                Aynı Hutbeden

                                "Hürmeti vacip olan evini (Kâbe'yi) ziyaret edip haccetmenizi de size farzetti; o evi halka kıble kıldı; halk susamış yaratıkların yanıp kavrularak koşuştukları gibi oraya varırlar; sürü-sürü güvercinler gibi oraya sığınırlar. Noksan sıfatlardan münezzeh olan ma'bud, kendi ululuğuna karşı gönül alçaklığını sağlamak, yüceliğini onlara anlatmak için o evi bir sebep olarak icâd etti. Halkın bir kısmını seçti ki onlar, onun çağrısını duydular da icâbet ettiler; onun sözünü gerçeklediler. Peygamberlerinin durdukları yerlerde durdular; arşın çevresinde dolanan meleklere benzediler; ona kulluk etme ticaret yurdunda kârlar elde ettiler, suçları örteceğini vaadettiği yere koşuşup gittiler. Noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce ma'bud, o evi, İslâm için bir alem kıldı; sığınanlara orasını bir harem kıldı. Orayı ziyaret etmeyi farzetti; hakkını tanıyıp korumayı gerekli saydı. Oraya varmanızı farzetti de o noksan sıfatlardan münezzeh olan ma'bud buyurdu ki: "İnsanlardan oraya gitmeye gücü yetene, ALLAH için o evî ziyaret ederek haccetmesi farzdır; inkâr eden eder; ALLAH, şüphe yok ki bütün âlemlerden müstağnîdir." (Kur'an-ı Mecid, 3, 97).[10]
                                [FONT=Arial][COLOR=#7030a0][SIZE=3]

                                [b]Sıffîn'den Döndükten Sonra Okudukları Hutbe

                                "Hamdederim ALLAH'a, nimetini tamamlamak için; yüceliğine uymak için: O'na isyân etmekten kurtulmak için; O'ndan yardım dilerim yokluktan, yoksulluktan kurtulmak için. Gerçekten de O, doğru yola sevkettiğini saptırmaz, ona karşı düşmanlıkta bulunanı da kurtarmaz, ihtiyaçtan kurtardığı kişi yoksul olmaz. O'na hamdetmek, tartılıp ağır gelen her şeyden daha ağırdır gerçekten; üstündür saklanıp korunan değerli şeylerden.

                                Bilirim, bildiririm ki ALLAH'tan başka yoktur tapacak; ortağı yoktur, birdir ancak. Bu biliş, bildiriş, sınanmış olarak candandır, gönülden; inancı hâlistir, özden. Sağ kaldıkça ona yapışır, sarılırız; uğradığımız korkulardan onunla aman buluruz. Bu inançtır îmân için gerekli olan, lütfe, ihsana başlangıç bulunan; Rahmân'ın razılığını sağlayan; şeytanı sürüp kovan.[11]

                                Ve bilirim bildiririm ki MUHAMMED kuludur, rasûlüdür. Onu tanınmış bir dinle gönderdi; üstünde yalım-yalım ateş yakılan, yol yitirenlere yol bulduran dağ gibi belirli âlâmetle, hükmü kesin kılınmış kitapla, parıl parıl parlayan, ışıkla, alev alev balkıyan aydınlıkla, bozulması mümkün olmayan emirle yolladı şüpheleri gidermek, apaçık gerçekleri kesinleştirmek, delillerle halkı kötülüklerden çekindirmek, belâlardan korkutmak için yolladı.

                                İnsanlar sınanma içindeydiler; öylesine ki din ipi, o yüzden üzülürdü, kopardı; gerçek inanç direkleri yıkılırdı, yatardı. Dinin aslına karışıklıklar düşmüştü; iş darmadağın olmuştu; çıkılıp kurtulunacak yer daraldıkça daralmıştı; vehimlerden sıyrılmak için görecek gözler köreldikçe körelmişti. Doğru yolun adı sanı kalmamıştı; Körlük her yanı kaplamıştı. Rahmân'a isyân ediliyordu; şeytana yardımda bulunuluyordu.

                                İman hor-hakir olmuştu; dayanakları yıkılmış-gitmişti; nişâneleri tanınmaz hale gelmişti; yolları görünmez olmuştu; geçitleri silinip gitmişti. Şeytana itâat etmişti insanlar; onun yollarını tutmuştu canlar; onun kaynaklarından içiyorlardı susayanlar. Şeytanın bayrakları onlarla yürüyordu; sancağı dikilmişti, dalgalanıyordu. İnsanlar öylesine sınanmalar içindeydiler ki o fitneler, tabanlarıyla eziyordu onları; tırnakları altında kırıp geçiyordu onları. Neşesinden tırnaklarının ucuna basmış, kalkınmıştı fitneler; insanlarsa o fitneler arasında yollarını yitirmişler, şaşırıp kalmışlar, bilgisiz bir hale gelmişler, fitnelerin içine düşmüşlerdi.

                                En hayırlı yerde, en şerr komşular arasından gönderdi O'nu, bir haldeydiler ki uykuları uykusuzluktu; sürmeleri göz yaşlarıydı; bilginin ağzına gem vurulmuştu, bir söz söyleyemezdi; bilgisizi ağırlanırdı, sayılırdı, bir sözü iki edilemezdi."[12]

                                Bu hutbeden

                                "O'nun soyu, sırrına sahiptir. O'nun, buyruğu onlardan öğrenilir. Bilgisinin heybesidir onlar; kitaplarının konduğu, korunduğu yerdir onlar; dinin dağlarıdır onlar; dinin beli bükülürse onlarla doğrulur; eli ayağı titrerse onlarla dincelir, dertten kurtulur."

                                Aynı hutbeden: Onların Düşmanlarıysa

                                "Kötülük tohumlarını ektiler; yalanlar, aldanışla suladılar; helâk olup gitmeyi biçtiler, azâba uğramayı derdiler, devşirdiler. Bu ümmetten hiç kimse MUHAMMED sallALLAHu aleyhi ve âlihi ve sellem'in soyuyla kıyaslana-maz; boyuna onların nimetlerine ulaşan kişiyle hiç bir zaman onlar eşit olamaz. Onlar dînin temelidirler, tam inancın direği; ileri giden döner, onlara katılır da yola girer; geri kalan gelir, onlara uyar da murâda erer. Onlarındır vilâyet hakkının özellikleri elbet, onlardadır vasiyet ve verâset. Şimdi hak ehline döndü; yerine geldi; sâhibini buldu."[13]

                                49

                                "Hamd ALLAH'a ki işlerin gizliliklerini örttü, gizledi; fakat ona bütün gizlilikler âşikâr, her şeyden kudretini, sanatını bildiren bir delil eder izhâr; her yanda delilleri berkarar. Gören O'nu göremez; ama görmeyen göz de inkâr edemez; nitekim O'nun varlığını ispat eden gönül de onu göremez. Yücelikte en üstündür; O'ndan üstün bir varlık olamaz; yakınlıkta en yakındır; O'ndan yakın bir var bulunamaz. Ne yüceliği, yarattığı bir şeyden uzaklaştırır O'nu; ne yakınlığı yarattıklarıyla eşit eder O'nu. Akıllara sıfatlarını sınırlamayı bildirmemiştir; ama O'nun varlığını, birliğini tanımaktan da onları perdelememiştir. Öyle bir vardır, birdir ki varlık nişaneleri, O'na şehâdet eder, inâdına inkâr edenin gönlü bile varlığını ikrâr eyler. ALLAH, O'nu yaratıklara benzetenleri, yahut inat edip inkâr edenlerin söyledikleri sözlerden yüce mi, yücedir."[14]

                                65

                                "Hamd ALLAH'a; sonradan O'na bir hâl târî olmaz ki âhır olmadan önce evvel olsun, bâtın olmadan önce zâhir bulunsun; O, zevâli olmamak üzere her şeyden evveldir, her şeyden âhır, O'ndan başka birlikle vasfedilen her şey azdır, kimsesizdir; üstün denen her varlık zebundur, âcizdir; kuvvetli denen, zayıftır, kuvvetsizdir; bir şeye sâhip denen, köledir, kuldur. O'ndan başka her bilgi sahibi, bilgisini başkasından elde etmiştir; O'ndan başka her gücü yetenin, gücü yeter de, yetmez de. O'ndan başka her duyan, hafif sesleri duymaz da; çok yüce seslerse kendisini sağır eder, uzaktan söylenenleriyse işitmez de. O'ndan başka her gören, gizli renklere, latîf cisimlere karşı kör olur, görmez de. O'ndan başka her görünen görünmemeyi beceremez de; her görünmeyen, görünmeyi başaramaz da. yarattığını, kudretini sağlamak yüzünden, zamanın sonundan korkmak yönünden, bir benzerinin yardımını dileyerek, bir eşinin emeğini isteyerek, yahut yaptığını istemeyen bir zıdda üstünlük göstererek yaratmamıştır. Fakat bütün yaratıklar, O'nun yarattıklarıdır; O'nun lütfüyle gelişip yetişmededirler; kullardır; O'na karşı alçalmadadırlar.[15]

                                Eşyaya hulûl etmez[16] ki ordadır densin; eşyâdan ayrı değildir ki aykırıdır, ayrıdır denebilsin. yaratmak ağır gelmez O'na; yarattığını tedbîr ve tasarruf, yormaz O'nu. Hüküm ve takdirinde şüpheye düşmez; takdiri yerindedir, bilgisi tamdır, muhkemdir, emri mutlaka yerine gelir. Azâb eder, kahreder; ama gene de bağışlaması, lütfü umulur. Nimetler verir, lütuflar eder; ama gene de azâbından korkulur."

                                [b]72

                                Hz. Peygamber'e (s.a.a) Salavat Getirmeyi Bildiren Hutbeleri

                                "Ey yayılacak şeyleri yayan, ey yüceltilecek şeyleri yücelten, ey gönülleri, yaratılışına, istîdadına göre kötü, yahut iyi kabiliyette halkeden, kulun ve Rasûlün MUHAMMED'e en yüce rahmetlerinle rahmet et; en fazla bereketlerinle bereketler ver. O'dur kendinden önce gelip geçen peygamberlerin sonuncusu olan; kapanmış şeyleri açan; hakkı hak üzere ilân edip yayan, ortaya koyan. O'dur batılların coşup köpürüşlerini gideren; sapıklıkların saldırışlarını kırıp geçiren. Peygamberliği yüklenmiştir de senin emrini yerine getirmiştir; tez davranmıştır da razılıkların neredeyse, ne ise onlarda acele etmiştir. İleri gitmekten geri kalmamıştır; azminde gevşek davranmamıştır. Vahyine mazhar olmuş, bildirmiş, ahdini yerine getirmiştir; emrin ne ise o yola gitmiştir. Sonunda din ateşini yalım yalım alevlendirmiş, ana yoldan itmeyenlere yol göstermiştir de gönüller, sınanmalara, suça batmalara uğradıktan sonra hidâyete ermiştir. Apaçık bayrakları dikmiştir, apaydın hükümleri bildirmiştir.
                                O'dur emniyete eriştirilmiş, amana kavuşturulmuş eminin, O'dur senin gizlenmiş, saklanmış bilginin hazînedârı. O'dur herkese yaptığını karşılığı verilecek günde tanığın; O'dur hak üzere gönderdiğin; O'dur halka Rasûlün.

                                ALLAH'ım, manevî gölgende geniş mi geniş bir yer ver ona, ihsanından olasıya hayırlar üstüne hayırlar ihsan et O'na. ALLAH'ım, kurduğu yapıyı yapı yapanların yapıların-dan daha yücelt; derecesini katında yükselttikçe yükselt; ışığını ışıttıkça ışıt; onu elçi olarak gönderdiğinde karşılık tanıklığını kabûl et; sözünü razılığınla makbûl et. Sözü adalete tam uygun olsun; gerçeği batıldan ayırsın, bölsün. ALLAH'ın, güzel yaşayış, nimetler elde ediş yurdunda, dilenen zevklere, istenen lezzetlere nâil olarak, tam inanca, yücelikler bağışlarına kavuşarak O'nunla bizi buluştur, bizi O'na kavuştur."

                                90

                                "Hamd ALLAH'a ki görülmeksizin bilinmiştir; düşünmek-sizin yaratıcıdır. Öylesine bir yaratıcıdır ki her an yaratmaktadır, tedbîr ve tasarruf etmektedir; her an vardır, kaaimdir, dâimdir. Burçları bulunan gökler yaratılmamıştı; büyük kapıları örten perdeler gerilmemişti; kapkaranlık gece kararmamıştı; durgun denizse serilmemişti; geniş yolları olan dağlar dikilmemişti; küçük ve eğri büğrü, şahrem şahrem yollar açılmamıştı; döşenmiş yer yüzü yoktu; güvenç, dayanç sâhibi yaratılmış yoktu; gene de O kaaimdi, dâimdi. İşte budur, böyledir eşsiz-örneksiz olarak halkı yaratan ve onlardan sonra da bâkıy olan; yarattık-larının mâbudu olan ve rızıklarını veren. Güneş ve Ay O'nun rızasını dileyerek yürür giderler, her yeniyi yıpratırlar, köhne kılarlar; her uzağı yaklaştırırlar, yakın ederler.

                                Yaratan, yarattıklarının rızıklarını pay etmiştir; eserlerini amellerini soluklarının sayısını, hâince bakışlarını, kendilerinden bile gizledikleri gönüllerinden geçen şeyleri, analarının rahimlerinde konaklayacaklarını, babalarının bel-lerinden zuhûr edeceklerini, zamanların sonuna, çağların nihayetine dek saymıştır, bilmiştir. Öylesine bir mâbuddur ki rahmetinin genişliği içinde düşmanlarına olan kahrı, azâbı daralmıştır, çetinleşmiştir; kahrının, azâbının darlığı, çetinliği içinde dostlarının rahmeti genişlemiştir.

                                Kendisine karşı üstünlük güdeni kahredicidir; O'nunla savaşa girişeni helâk edicidir; O'nunla düşmanlık edeni, O'ndan uzaklaşanı hor hakir bir hâle kor. O'nunla düşman-lığa girişene üstün olur. Kim O'na dayanırsa O, yeter ona; kim O'ndan dilerse O verir ona; kim O'nun yolunda borç verirse O, öder onu, kim O'na şükrederse O karşılığını verir onun.

                                ALLAH'ın kulları, yaptıklarınız tartılmadan siz tartın kendinizi; hesâbınız görülmeden siz görün hesâbınızı. Boğazınız sıkılmadan önce soluk alın; zorla sürülüp götürülmeden önce râm olun ve bilin ki kim kendisine yardım etmez, öğüt vermezse, kim kendisini korkutmazsa, korkmazsa, başka bir korkutucu ona fayda vermez; başka bir öğütçünün öğüdü ona tesir etmez."

                                91

                                (Mes'ade b. Sadka, İmâm Câ'fer b. MUHAMMED'is-Sâdık Aleyhimesselâm'dan rivâyet etmiştir: Bir gün birisi gelmiş, Yâ Emir'el-Mü'minin; bize Rabbimizi anlat da O'na sevgimiz çoğalsın, O'nu daha iyi tanıyalım demişti. Hazret bu söze hiddet etmiş, halkı namâza çağırtmış, Kûfe Mescidinde halkı toplamış, mescid dolunca, hiddetleri benizlerinden anlaşılır bir hâlde minbere çıkıp ALLAH'a hamd ü senâ, Rasûlullah'a salât ü selâmdan sonra bu hutbeyi okumuşlardır. Bu hutbeye "Hutbet'ül-Eşbâh" yâni cisimleri, yaratıkları anlatan hutbe derler ve en beliğ hutbelerinden biridir.)

                                "Hamd ALLAH'a ki kısmak, vermemek, nimetini çoğaltmaz; vermek ve cömertlikte bulunmak, hayrını lütfünü azaltmaz. Çünkü O'ndan başka her verenin nimeti azalır ve O'ndan başka her vermeyen kötülükte kalır. O'dur nimetlerle kullara bağışta bulunan; O'dur nimetlerin faydalarıyla onları faydalandıran. O'dur ihtiyaçlarından fazla veren, haketmediklerini lütfeden, halk ayâli sayılır O'nun, O'dur rızıklarını vermeyi vaadeden; O'dur rızıklarını takdir eyleyen. Kendisine yönelenlerin yollarını, O'nun nimetlerini dileyenlerin hareketlerini apaçık bildirmiştir; belli-beyan anlatmıştır. Kendisinden isteyene karşı ne kadar cömertse o kadar cömertlikte bulunur.

                                Öyle bir evveldir ki O'ndan önce hiçbir var yoktur; öyle bir âhırdır ki O'ndan sonra hiçbir var yoktur. Gözbebek-lerini, zâtını görmekten, künhünü anlamaktan âciz kılmıştır. Zâtına nisbetle bir çağ yoktur ki halden hale dönsün, bir mekânı yoktur ki ordan ayrılıp bir başka yere gitmesi mümkün görünsün. Dağlardaki madenler, ne kadar soluk alıp veriyorlarsa, denizlerdeki sedefler, ne kadar ağız açıp gülüyorlarsa, onların sayısınca gümüş ve altın bağışlasa, inciler saçsa, mercanlar devşirip verse, gene de bu bağış, cömertliğine tesir etmez, katındaki hazîneler bitmez; katındaki bütün halkın dileklerine yetecek nimetler öylesine mevcuttur ki tükenmez de tükenmez. Çünkü O öyle bir cömerttir, öyle bir vericidir ki, isteyenlerin istekleri nimetini azaltmaz; ısrarla dileyenlerin dilekleri O'nu nekes kılmaz. Bir bak da gör, Kur'an, O'nun sıfatlarından sana ne bildiriyorsa ona uy ey soru soran, O'nun doğru yolu gösteren ışığı ile ışıklan.

                                Şeytanın, sana bilmeni teklif ettiği bilgi, kitapta sana farz edilmemiştir; Peygamber sallALLAHu aleyhi ve âlihî ve sellem'in, ve hidâyete götüren imâmların sünnetinde de eseri belirmemiştir. O'nu bilmeyi, noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH'a bırak; gerçekten de budur ALLAH'ın sana yüklediği hak. Bil ki bilgide ileri olanlar, o kişilerdir onlar, örtülüp gizlenmiş şeyleri tefsîr etmekteki bütün bilgisizliklerini ikrâr onları gizlenmiş şeylerin yüzüne çekilen perdeleri açmak, o perdelerin ardında neler olduğunu bilmek hevesinden alıkor. Yüce ALLAH da bilgi bakımından kavrayamadıkları, anlayamadıkları şeylerdeki acizlerini söylemeleri yüzünden onları över ve künhünden bahsetmeleri emrolunmayan şeylerde derine gitmemelerine, bilgide ileri gidiş adını takar. Artık bu kadarını yeter say; noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH'ın büyüklüğünü aklınla ölçmeye kalkışma; yoksa helâk olanlara katılırsın; sen de onlardan biri olur, kalırsın.

                                Öyle bir kudret sâhibidir ki vehimler, kudretinin sonunu bilmeye atılıp koşsa, vesveselerden arınmış düşünceler, O'nun kudret âlemindeki gizliliklere dalıp gitmeye kalkışsa, gönüller, aşka kapılıp sıfatlarının niteliğine ermeye uğraşsa, akıllar, sıfatların da varamayacağı zâtını bilmeye özenip inceden inceye kavramaya çalışsa bile, onları geri çevirir; noksan sıfatlardan münezzeh olun ALLAH, onları gizliliklerinin kapkaranlık derinliklerine baş aşağı düşmekten kurtarır; onlar da anayoldan çıkıp başka yollara-bellere sapmakla onun zâtını bilmenin, düşüncelere dalmakla üstünlüğündeki ululuğu ölçmenin imkânı bulunmadığını anlarlar; bunu da söylerler, anlatırlar.[17]

                                Öyle bir yaratıcıdır ki kendinden önce bir yaratıcı mâbud yoktu ki onun örneğine uysun da yaratsın, onun takdirini örnek alsın. Yaratan O'dur ancak, O'ndan başka yaratıcı yoktur mutlak. Bizlere kudretinin tedbîr ve tasarrufunu göstermiştir; hikmetinin eserleri, şaşılacak şeyleri söylemiştir, yaratılmışların O'na muhtâç olduklarını söylemeleri ancak O'nun kudretiyle var olabileceklerini bildirmiştir; aczimiz O'nun kudretini, noksanımız O'nun kemâlini bize tanıtmıştır; O'nu ikrâr etmekten başka bir şey yapamayacağımızı izhâr etmiştir; eşsiz-örneksiz yarattığı, yoktan var ettiği şeylerde, sanatının eserleri, hikmetinin delilleri belirmiştir; her yarattığını, varlığına bir tanık, birliğine bir delil kılmıştır. Yarattığı, sussa da yaratıcısının onu tedbir ve tassarrufu bir delildir ki söyler, durur; eşsiz-örneksiz yaratıcısına delâleti de öylece durur, kalır.

                                Tanıklık ederim, bilirim, bildiririm ki seni, yarattık-larının, birbirinden ayrı uzuvları gibi uzuvlara sahip sanıp onlara benzeten, hikmetinle ete, deriye bürüdüğün kemiklere benzer şeylere sâhip sanan, sana cisim isnad eden, seni tanımaya dâir içinden geçen düşünceleri bir şeye bağlaya-mamış, gönlü, eşin, örneğin olmadığına dâir tam bir inanca ulaşamamıştır. Böyle kişi, sanki bu düşüncelere uyanların, O'na eşit tuttuklarına söylediklerini duymamıştır bir an: "And olsun ki gerçekten de biz, apaçık bir sapıklık içindeydik; sizi Âlemlerin Rabbiyle bir tuttuğumuz zaman."[18] yalan söylerler seni putlarına benzetenler, vehimleriyle sana, yaratılmışların sıfatlarını verenler; zanlarıyla seni, cisme sâhip sananlar, onlar gibi seni cüzü'lere bölenler; akıllarıyla kuvvetleri ayrı ve aykırı cisim isnâd edenler. Tanıklık ederim, bilirim, bildiririm ki, seni yaratıklarından bir şeye denk tutan, seni onunla bir sayar; seni bir şeyle denk sayan, hükmü yerinde ve apaçık olarak indirdiğin âyetlerine kâfir olur gider; apaçık deliller olan ve sana şehadet eden sözlerini yalanlar, inkâr eder. Gerçekten de sen, öyle bir ALLAH'sın ki, akıllara sığmazsın; hatırlara gelen düşüncelere girmezsin; bu yüzden de sınırlanmazsın, bir hâlden bir hâle dönmezsin."

                                [b]Bu da aynı hutbeden

                                "Yarattığını takdir etti; takdirini tahkim etti; hikmetiyle tedbîr etti; tedbîrini lütfüyle tedvîr etti; yönelmesi mukadder yere yöneltti onu; o da durağını aşmadı; varacağı yere dek de vardı; taksirde bulunup şaşmadı. Buyruğu neredeyse vardı, gitti; direnmedi. Gerçekten de bütün işler, onun dileğiyle oldu; irâdesi yerini buldu. Eşyanın bütün sınıflarını, onlara dâir bir düşünceye dalmaksızın halketti; bir tasarlamaya girişmeksizin yarattı; yaratışta, çağların meydana getirdiği olaylardan doğan, bir tecrübeden faydalanmadı; şaşılacak şeyleri yoktan ver ederken bir ortağın yardımına dayanmadı. Yarattıklarının yaratılışlarını iradedesiyle tamamladı; onlar da itâatte bulundular ona; dâvetine uydular O'nun; bu hususta ne bir geri kalan oldu, ne bir ağır davranan. Herşeyi düzene soktu; sınırını belirtti; kudretiyle aykırı olanları uzlaştırdı; birbirleriyle bağdaşma sebeplerini ulaştırdı; miktarları, hadleri, tabiatları, durumları bakımından çeşit-çeşit, birbirlerinden ayrı cinslere ayırdı. Yaratıklar meydana getirdi; sanatlarını pekiştirdi; dilediği gibi yoktan var etti onları, icad etti."

                                [b]Bu hutbede gökyüzü ve yıldızları anlatırken buyurmuşlardır ki:

                                "Gökleri, bir yere tutturmaksızın yarattı, yollarını tanzim, gediklerini termim etti; buyruğuyla gökten inenlere, yarattıklarına amelleriyle göğe ağanlara, onları râm etti. Bir duman yığınıyken çağırdı onları, bir araya geldiler; sesleri duyulmayan kapılarını açtı; yollarına parıl-parıl parlayan şihaplardan gözcüler dikti; boşlukta titrememeleri için onları kudretiyle kavradı; buyruğuyla durmalarını sağladı. Güneşini, gündüzü için her şeyi gösteren, ayını, gecesi için parlaklığı giderilen bir delil kıldı; ikisini de akıp gidecekleri yerlerde yürüttü; yürüyecekleri yerlerde konaklarını takdir etti de onlarla geceyle gündüzün ayrılmasına, onların yürüyüp gitmesiyle yılların sayısını, sayıların sayılmasını bildirmeyi diledi; dileği de yerine geldi. Sonra bulundukları boşlukta hareket ettikleri medârı tayin etti; göğü yıldızlarla bezedi; öylesine yıldızlar var ki uzaklıkları yüzünden gözlere görülmezler; öyleleri var ki ışıklarıyla göğü bezerler; bazılarını durdukları yerde döndürdü; bazılarını sürdü, yürüttü; kimisini iner, kimisini çıkar bir hale getirdi; kimisini kutlu kıldı, kimisini kutsuz kıldı; hepsi de emir ve irâdesine uydu."[19]

                                [b]Sonra Melekleri anlatmışlardır; bu beyanlarındandır bu sözler:

                                "Onlar ancak, ALLAH'ın kadirlerini yücelttiği kulladır; O'ndan izinsiz bir söz etmezler; emrine uyarlar da iş görür-ler, kendiliklerinden bir işe girişmezler.
                                Onları vahyine emin etmiştir, emrine, nehyine dâir emanetleri onlara yüklemiştir de peygamberlere göndermiş-tir. On'ları şüphelerden korumuştur, arıtmıştır; onların içinde onun razılık yolundan sapan bulunmaz; rızasına aykırı iş gören olmaz."[20]

                                94

                                "Uludur, kutludur O ALLAH ki yüce himmetler bile onu idrâk edemez; en doğru ve temiz anlayışlar bile onun künhüne eremez. Bir evveldir ki evveline bir ön olamaz; bir ahirdir ki sonuna bir son bulunamaz."

                                Bu hutbelerinde Hz. Ali (a.s) peygamberleri şöyle anlatmaktadırlar

                                "Onları en üstün kişilere emanet olarak vermiştir; en hayırlı rahimlerde karar ettirmiştir. Onları en yüce bellerden en temiz rahimlere aktarmıştır; onlardan geçenler geçtikçe ALLAH dinini kurmak ve korumak için yerlerine gelecekleri getirmiştir. Böylece de noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH'ın lütfü, ALLAH'ın rahmeti ona ve soyuna olsun, peygamberlik, MUHAMMED'e erişmiştir. Onu yetişmek bakımından en üstün yerden yetiştirmiş, dikip boy atmak bakımından en yüce yerden izhâr etmiştir.

                                Bir ağaçtan yetiştirmiştir ki peygamberlerini o ağaçtan meydana getirmiştir; emin kişilerini o kökten seçmiştir. Onun boyu, boyların hayırlısıdır; onun soyu, soyların hayırlısıdır. Ağacı, ağaçların en iyisidir; haremde bitmiştir; kerem alanında boy atmıştır. O ağacın upuzun dalları, budakları vardır; meyvesine herkesin elinin uzanmasına imkân yoktur. O, ALLAH'tan çekinenin, imâmıdır; doğru yolu bulanın can gözüdür. Bir ışıktır ki parıl parıl parlar; bir yıldızdır ki ışığı balkır durur; bir ışık verir ki parıltısı nurlar saçar. Yolu dosdoğrudur; orta bir yoldur; yordamı gerçektir; sözü hakla batılı ayırır, hükmü adaletin ta kendisidir. Onu, peygamberlerin gönderilmesinin arası kesildiği, halkın iyi işlerden ayakları kaydığı, ümmetlerin bilgisizliğe düştüğü bir çağda göndermiştir.[21]

                                ALLAH size acısın, apaçık delillere uyun; yol aydınlıktır, doğrudur, sizi esenlik yurduna çağırmada. Fırsat ve mühlet elinizdeyken uyun o doğru yola. Amel defterleri açık, kalemler yazıp duruyor. Vücutlar sağ-esen, diller tutulmamış. Tövbe kabûl edilmede, ameller makbûl olmada."

                                179

                                (Dı'lib-i Yemâni, yâ Emir'el-Mü'minin, rabbini gördün mü diye sorunca, görmediğime kulluk mu ederim buyurdular. Nasıl gördün onu sorusuna karşılık da buyurdular ki: )

                                "Onu gözler, apaçık görüşle göremez; fakat gönüller, İman gerçekleriyle görür. O, her şeye yakındır, fakat onlarla birleşerek değil. Her şeyden ayrıdır, fakat onlara zıt olarak değil. Söyleyicidir, fakat düşünerek, dille, damakla değil. İrâde edicidir, kasıtla, azimle değil. Eşyâyı yapandır, yaratandır, âletle değil. Latîftir, gizlilikle vasfedilemez. Büyüktür, irilikle değil. Görücüdür; duyguyla tavsife imkân yok. Acıyıcıdır, gönül yumuşaklığıyla tarifine imkân yok. Yüzler, onun ululuğuna karşı eğilmiştir, alçalmıştır; gönüller, onun korkusuyla dolmuştur, titrer-durur."[22]

                                95

                                HZ. MUHAMMED (s.a.a) Hakkında

                                "ALLAH onu öyle bir çağda yolladı ki, insanlar sapmış-lardı, şaşırmışlardı. Fitne yoluna ayak atmadaydılar; olmayacak şeyler, onları doğru yoldan alıkoymuştu. Büyükler (büyük sandıkları kişiler), onları gerçek yoldan saptırmış-lardı; bilgisizler, bilgisizlikle onları aşağılatmışlardı. İşlerinde şaşkına dönmüşlerdi; cehil yüzünden belâya düşmüşlerdi.
                                Onlara öğüt vermede direndi; doğru yola yürüdü; onları hikmete, güzel öğüte çağırdı."

                                96

                                "Hamd ALLAH'a ki evveldir, ondan evvel bir var yok; âhırdır, ondan sonra kalan yok. Zâhirdir, fevkinde bir varlık bulunamaz; bâtındır, ondan başka bâtına erişen olamaz.
                                Hz. MUHAMMED'in, (s.a.a) Karar ettiği yer, karar edilecek yerlerin en hayırlısıdır; yetiştiği yer, yetişilen yerin en yücesidir. Kerâmet mâdenlerinde yetişmiş, selâmet yaygısının yayıldığı yerlerde gelişmiştir. İyi kişilerin gönülleri ona yönelmiştir; inananların gözleri, ona meylet-miştir. ALLAH, eski kinleri onunla gömmüştür; gönüllerdeki düşmanlıkları, onunla söndürmüştür. Onunla, inananları uzlaştırmıştır, kardeş etmiştir. O'nunla şirki îmandan ayırmıştır. O'nunla, alçalışı yüceltmiştir; onunla yüceliği alçaltmıştır. Sözü anlatıştır. O'nun; susması, söz söyleyişidir."[23]

                                160

                                Bir Hutbesinden HZ. Rasûl-i Ekrem (s.a.a) Anlatan Sözleri

                                "Sen de tertemiz olan Peygamberinin huylarıyla huylan; çünkü O'nda uyulacak huylar, yaslanacak kişiye yaslanacak şeyler vardır. Kulların ALLAH'a en sevgilisi, Peygamberine benzemeye çalışan, O'nun izini izleyen kişidir.

                                O, dünyada ağız dolusu bir lokma yemedi, dünyaya gözünün ucuyla bile bakmadı. Dünya ehlinin en zayıfıydı bedence; karnı en açıydı yemek bakımından. Dünya ona arzedildi, O kabûl etmedi bile. Noksan sıfatlardan münezzeh olan ALLAH'ın buğzettiği şeyi bildi, ona buğzetti; horladığı şeyi bildi, horladı; küçük gördüğü şeyi küçük gördü, küçülttü. Bizde hiç bir ayıp olmasa da yalnız ALLAH'ın Rasûlünün buğzettiğini sevsek, ALLAH'ın ve Râsûlünün küçülttüğünü büyültsek, ALLAH'a karşı durmak, ALLAH'ın emrinden çıkmak için bu yeter bize.

                                Yeryüzünde yemek yerdi; kul gibi otururdu; ayakka-bısını kendi tâmir ederdi; elbisesini kendi yamardı; eğersiz merkebe binerdi; biri daha varsa ardına bindirirdi. Evinin kapısına, üstünde resimler bulunan bir perde asılmıştı; zevcelerinden birine, şunu kaldır buyurmuştu; baktıkça dünya ziynetlerini hatırlıyorum. Dünyayı gönlünden çıkarmıştı; onu anmayı hatırından geçirmezdi; ziynetini gönlünden yitirmişti; dünyayı o kadar gözden çıkarmıştı ki ne gönül bağlayacağı güzel bir elbisesi vardı, ne üstünde oturacağı beğenilecek bir yaygısı.

                                Dünyayı gönlünden sürüp atmış, gözünden yitirip gitmişti. Bir şeyi sevmeyen kişi böyledir; ne onu görmek ister, ne adının anılmasını diler. ALLAH'ın salâtı ona ve soyuna olsun, ALLAH katında bu kadar yüce mertebesi varken, dünya ve dünyadakiler, onun yüzü suyu hürmetine yaratılmışken; Rasûlullah, dostlarıyla beraber dünyada aç yaşardı; bu da dünyanın kötülüklerine, ayıplarına delâlet eder sence.

                                Bakıp görenin, aklıyla düşünmesi, can gözüyle görmesi gerek: ALLAH MUHAMMED'e (s.a.a) bu çekinmeyi vermekle onun kadrini mi yüceltti, yoksa onu alçalttı mı? Alçalttı diyen, andolsun ulular ulusu ALLAH'a; iftira eder, yalan söyler. Kadrini yüceltti denirse bilinmesi gerektir ki dünyayı O'nun için yayıp döşediği halde O'na ve O'na en yakın olanlara, dünyayı hor hakir göstermiştir. Şu halde Peygamberin yolunu tutan kişinin de O'nun izini izlemesi, O'nun konduğu yere konması gerekir, yoksa helâk olmaktan kurtulamaz.

                                Gerçekten de ALLAH, MUHAMMED'i, ALLAH'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, kıyâmete bir delil, cennete müjdeci, azaptan korkutucu olarak gönderdi; O'ysa dünyadan karnı boş olarak çıkıp gitti; âhirete ayıplardan, suçlardan esen olarak vardı; bir taşı bir taş üstüne koymadan yolunu tuttu, Rabbinin dâvetine icâbet etti. ALLAH bize ne büyük bir lütufta bulunmuştur ki Onu bize muktedâ olarak gönder-miştir; O'nun izini izlemekteyiz; yolunda gitmekteyiz.

                                Andolsun ALLAH'a ki şu yünden dokunmuş abamı kendim yamadım; yamattığım kişiden utandım artık; çünkü bana bu kadar yamadan sonra hâlâ mı giyeceksin, atmayacak mısın artık bunu dedi. Ben de, uzaklaş benden dedim ona; sabah olup gün ışıyınca halk, gece yol alanları över."[24]

                                161

                                Hz. Peygamber'i (s.a.a) Öven Hutbelerinden

                                "Onu apaydın ışıkla, görünüp duran, şüpheleri gideren, delille apaçık yolda, insanları sapıklıktan kurtaran, doğru yola sevkeden kitapla gönderdi. Mensûp olduğu boy, en hayırlı boy; ağacı en hayırlı ağaç, dalları, budakları güzel ve doğru; dileyenler meyvelerinden kolayca yiyebilirler. Doğduğu yer Mekke, göçtüğü yer, tertemiz şehir, Medîne. Anlayışı orada yüceldi; ünü ordan duyuldu.

                                O'nu, yeter bir delille, şifa veren öğütle, halkı düzene sokacak bir dâvetle gönderdi; bilmeyen ilâhî hükümleri O'nunla belirtti, bildirdi; noksan ve ayıplanacak bid'atları, âdaletleri, onunla söktü, attı; uyulması gereken şeyleri O'nunla tebliğ etti.
                                İslâm'dan başka bir din arayanın kötülüğü meydandadır; onun kutluluk bağları kopar; baş aşağı düşer gider, uzun bir hüzne daldıktan, çetin bir azâba uğradıktan sonra belki döner gelir."[25]

                                163

                                "Hamd kulları yaratana, yeryüzünü döşeyene, suları yeryüzünde akıtana, yerleri sellere düzleyene. Evveline bir başlangıç, ezelî oluşuna bir son yok. Evveldir, zevâli olmaz; bâkidir, sonu olmaz. Alınlar ona secde eder; dudaklar birliğini söyler. Yarattığı şeyleri sınırladı, benzerlerinden ayırdı. Vehimler, düşünceler, sınırlarla, hünerlerle O'nu takdir edemez; akıllar, uzuvlara âletlere benzeterek O'nu bilemez; O'na bir zaman vardı denemez; zaman isnâd edilemez; hakkında ne vakte dek diye de soru sorulamaz. Görünendir, eserleriyle; neden ve nereden diye bir suâle imkân yok. Görünmeyendir zâtiyle, nerede gizlidir diye de sorulsa buna da bir beyân yok. Ne cismi vardır, görünür; ne bir hicâp altına girer; bilinir. Ne zâtiyle eşyâya yakındır ki bir şey densin; ne kudretiyle eşyadan ayrıdır ki ayrılmıştır densin.

                                Kullarının bakışları, geceleyin adım atışları, karanlıkta dinlenişleri, karanlıklara dalışları, gizli değildir O'ndan. Aydınlatıcı Ay, O'nun bilgisiyle, irâdesiyle doğar, âlemi aydınlatır. Ardından aydın güneş doğar, âlemi ışıtır, batar. Zamanlar döner; günler, geceler geçip gider. Gece yüz gösterir, gelir; gündüz olur, biter; O hepsini bilir, hepsini görür. Bilgisi, her şeyin, her işin sonunu ve müddetini, zamanını ve sayısını kaplar, kavrar. O, sıfat takdir edenlerin, mekân tayin eyleyenlerin takdirinden münezzehtir; tayininden yücedir. Sınır, O'nun yarattıklarına aittir. O'ndan başkalarına mensuptur. Eşyâyı, ezelî olan, ebedî maddelerden yaratmamıştır; yaratılanı O yaratmıştır, O sınırlamıştır; şekil ve sûret sahibi olanların şekillerini, sûretlerini o tasvîr etmiştir; ne de güzel şekil vermiştir, ne de güzel sûretle bürümüştür. Hiç bir şey O'ndan çekinemez; hiç bir şeyin baş eğmesi O'na fayda vermez. Ölüp gidenleri bilmesi, diri kalanları bilmesi gibidir; yüce göklerde olanları bilmesi, aşağılık yerlerde olanları bilmesi gibidir."

                                Aynı Hutbeden

                                "Ey doğru, düzen yaratılmış mahluk, ey rahimlerin karanlıklarında yetiştirilen çocuk, toprağın özünden yaratılmaya başladın, kuvvetli bir karar yerine kondun, bilinen bir zaman, orada durdun; takdir edilmiş bir müddet içinde de dünyada kaldın. Ana karnında bir yavrucaktın, oynar dururdun; ama ne çağırana seslenebilirdin, ne söyleneni duyardın. Sonra o karar ettiğin yerden, hiç görmediğin âleme çıkarıldın; oranın faydalanılacak şeylerinden de haberin yoktu senin. Ananın memesinden gıdalanmayı kim öğretti sana? Arama, isteme yerlerinden ihtiyacını gidermeyi kim belletti sana?[26]

                                Bir sûrete, bir şekle, bir heyete bürünmüş, âzâya sâhip olmuş bir yaratığın sıfatlarını bile bilmekten âciz olanın, yaratıcısının sıfatlarını bilmesi ne kadar da uzak; elbette yaratılan, bu hususta daha da âciz olacak. Yaratılmışların hadlerini anlamak imkânı yokken yaratan hakkında söz söylemek; ne de boş; bu, öyle bir şey ki mümkün değil, olmayacak."
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X