Zuhuru Beklemenin Gerçeği
17/02/2011 - 15:40Ayetullah Cevadi Amuli
İmam-ı Asr’ın (a.f) mübarek vücudunun gaybetten kurtuluşu, Ehl-i beyt (a.s) mektebi mensuplarının en büyük arzularından biridir. Çünkü bu, İslam toplumunda geleceğe ümitle bakmaya, harekete ve zindeliğe neden olur. Bu bağlamda önemli olan zuhurun kesinliğine inanmak ve gerçekleşmesini gerçek anlamıyla beklemektir. Yüce Allah Resulü (s.a.a), ümmetin en üstün amelinin yüce Allah katından kurtuluşu (fereci) beklemek olduğunu şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin amellerinin en üstünü izzet ve celal sahibi Allah’tan kurtuluşu beklemektir”1
Ehl-i beyt (a.s) imamlarının bildirdiklerine göre bu genel ünvanın en belirgin ölçütü Veliyy-i Asr (a.f) hazretlerinin gaybetten kurtuluşunu beklemektir. Çünkü o Hazretin zuhuru mümin insanlar için gerçek kurtuluştur.
Hz. Abdül Azim Hasanî (kuddise sirruh) şöyle buyurmuştur:
“Kâim’in” Mehdi (a.f) mi, yoksa başkası mı olduğunu sormak için İmam Cevad’ın (a.s) huzuruna varmıştım. Ben daha söze başlamadan İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Eb’el Kasım! Bizim Kâim’imiz Mehdi’dir (a.f). Onun gaybet döneminde zuhurunu beklemek ve zuhur ettiğinde de ona itaat etmek gerekir. O, benim üçüncü oğlumdur. Muhammed’i (s.a.a) peygamber olarak seçen ve imameti bize özgü kılan Allah’a andolsun ki, eğer dünyanın ömründen sadece bir gün bile kalsa yüce Allah, Kâim’imiz zuhur edip haksızlık ve zulümle dolan yeryüzünü hak ve adaletle dolduruncaya kadar o günü uzatacaktır. Münezzeh Allah, onun işini bir gecede ıslah edecek ve durumları onun yararına döndürecektir; nasıl ki Musa’nın (a.s) işini bir gecede ıslah etmişti. Hani Musa (a.s), ailesinin faydalanması için gidip ateş getirmek istemişti de, peygamberlik şerefine nail olarak geri dönmüştü.”
Daha sonra İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdu:
“Şiilerimizin en üstün ameli, o hazretin eliyle işlerin düzelmesini, kurtuluşu beklemektir.” 2
Ehl-i Beyt (a.s) Mektebinde Zuhuru Beklemek
Ahir zaman kurtarıcısının zuhuru evrensel bir düşünce olup insanlığı bu düşünce ekseninde bir araya getirir. Her ne kadar başkaları bir başkasını kurtarıcı olarak görüp ona ümit beslemiş iseler de İslam ümmeti, yüce İslam Peygamberinin (s.a.a) öğretileri uyarınca, ahir zaman kurtarıcısının tek ölçütünün Hz. Mehdi (a.f) olduğunu görmüştür. Ancak bu ümmet içinden bir kesim, Mehdilik dersini yüce Peygamberin (s.a.a) Ehl-i beytinin (a.s) nuranî mektebinden almış; bir başka kesim ise, ehil olmayanlardan ilim öğrendiklerinden dolayı sonu kesik bir inanca yönelmişlerdir.
İntizar noktasında Ehl-i beyt (a.s) mensupları ile başkaları arasında çok derin ve büyük bir fark vardır. Kurtuluş ehli olan fırka, mevcut ama görünmeyen güneşin doğuşunu beklerken, başkaları mevcut olmayan yıldızı beklemektedir. Bizim inancımıza göre vaadedilen Mehdi (a.f) şu an mevcuttur, başkalarının sanısına göre ise mevcut değildir, sadece vaadedilmiştir. Sözü edilen iki kesim arasındaki intizar kavramının farkı, mevcut ile madum(olmayan) arasındaki fark gibidir; ki bunun sınırı asla belirlenemez. Çünkü biri ayın resmiyle gönlünü hoş ederken, diğeri gözünü gökyüzüne dikip ona bakarak gözünü doldurmuş, onu gökyüzünde bulmuş ve yücelişinin zirvesini beklemektedir.
Gönül, sen kendini aynada eğri görürsün elbette
Ayna değil, sen eğrisin; kendini düzelt sen önce
Biri kuyuya gidiyordu, kuyuda ay’ı gördü birden
Ay semadan seslendi, “Ben burdayım.” acele etme sen
Bu aşağılarda ay’ı arama, yoklukta varlık olmaz
İnsan ebucehil karpuzu ekerse, asla şeker kamışı bitmez3
Zuhuru beklemenin ne anlama geldiğini açıklayan birçok hadisler vardır. Ebu Basir’in İmam Cafer Sadık’tan (a.s) rivayet ettiği bir hadis şöyledir:
“Kâim’in zuhuru için her biriniz, Allah için bir ok hazırlamakla olsa bile bunu hazırlasın.” 4
Bu hadisin anlatmak istediği şudur: İnsan, cihat ve mücadele eri olmadığı müddetçe kendisini Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleyenler safında görmemelidir. İşte bu, mübarek Ramazan ayının gecelerinin dualarında dikkat çekilen gerçeğin özüdür. Bu duaların birinde şöyle geçer:
“Allah’ım, senin yolunda senin velin ile öldürülme tevfikini bizlere inayet eyle!” 5
Kendisini, Hz. Veliyy-i Asr’ı (a.f) bekleyenlerden gören, işlerin o hazret tarafından ıslahına ümit besleyen, ancak cihat eri olmayan kimse gerçekte açık bir yanlıştadır. Böyle biri, Hz. Mehdi’yi (a.f) bekleyenlerden değil, bilakis o hazretten uzaklaşanlardandır. Zira bu düşüncede olan kişi, hiçbir zahmete katlanmadan ve hiçbir bedel ödemeden zorlukların İmam-ı Asr (a.f) eliyle aşılmasını beklemektedir. Oysaki gerçek anlamıyla zuhuru beklemek, askerî alan ve Allah yolunda cihat da dahil olmak üzere her alanda imkanları seferber etmektir. Kesinlikle o hazret zuhur ettikten sonra savaşla karşılaşacaktır. O halde bu meydanda hazırlığı olanlar, kendini bu alanda eğitenler ancak o hazrete yardım edebileceklerdir.
İlmî cihat alanında kalem ve söz silahını kuşanmak, amelî alanda savaş silahlarını ve yeni savaş tekniklerini öğrenmek gerçek anlamlı beklemenin gereklerindendir. Her iki alanda kendisini hazırlayan ve her iki alana uygun silahlarla kendini donatan kimse, her iki cihat türünün sevabına nail olacaktır. “Kutluluş da onlaradır, dönüp varılacak güzel yurt da.” 6
Şunu da hemen belirtelim ki, o hazretin zaferinin önemli yanı beşerî toplumun kültürel olgunluğuna bağlıdır.
Sonuç şu ki: Ehl-i beyt (a.s) mektebinde vaadedilen mevcut Mehdi’yi (a.f) beklemenin derin anlamı, bir yandan Hidayet İmamlarının (a.s) sünnetine uymak ve öte yandan da Allah yolunda cihat etmek için ilim ve iman silahını kuşanmaktır.
Bu yüce ibadetin farklı alanları vardır ve bunların her birinde intizar unsuru özel bir şekilde tecelli edip farklı bir yöntemle gündeme gelir. Mehdevi (a.f) güneşin doğuşuna zemin hazırlayan en etkili ve temel nitelikli alanlardan biri kültür alanıdır. Bunun içindir ki bu bağlamda intizarı doğru anlamak, intizar kültürünün tashihinde köklü rol aynayacaktır.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah rahmet etsin o kula ki, bizim uğrumuzda nefsini (günahlara karşı) hapseder! Allah rahmet etsin o kula ki, bizim işimizi ihya eder!” 7
Bu nur buyruk, kültür alanında gerçek anlamıyla zuhuru beklemenin açık bir örneğini sergilemektedir. Çünkü bu alanda zuhuru bekleyen insan, öncelikle kendisini ilahi buyruklar çerçevesi dahilinde tutmalı, Kur’an’ın ve İtretin (a.s) buyrukları sınırını aşmamalıdır.
Hz. Bakiyyetullah’ı (a.f) öz manasıyla bu alanda bekleyenlerin gayreti, Kur’an’ın ve İtretin eğiti ve öğretilerini yaymaya ve yaşatmaya dönük olmalıdır. Hz. Bakiyyetullah’ı (a.f) inanarak ve arif olarak kültür alanında bekleyen insan, marifeti ve inancı uyarınca Itretin (a.s) işini ihya edecek ve onların buyrukları çizgisinden dışarı çıkmayacaktır. Böylece de derunundan kaynaklanan ilahi feyiz zahirine yansıyacaktır.
Zuhuru Bekleme Gerçeğinin Gerçekleşme Koşulları :
İnsan, ancak kurtarıcı ve çözümleyici olarak tanıdığı birini veya bir şeyi bekler. Çünkü tanınmayan bir şey öncelikle öz gerçeğinde gurbetle örtülüdür; haliyle ona ait olan şeyler daha katı bir gurbet içinde olacaktır. Daha doğru ve daha yüce bir bilgi ve marifetle tanınan şeyi beklemek de daha derin ve daha yüce olacaktır.
Veliyy-i Asr hazretlerinin (a.f) mübarek vücudunun gaybetinde yaşayan insanlar, ya o hazreti bekleyenler zümresinde yer alırlar veya bu zümrenin dışındadırlar. Bekleyenler safında olmayan insanlar, ister istemez dalalet ve cehalet vadisinde şaşkın ve yitikler safındadırlar.
Kuşkusuz ki yeryüzü, hidayet meşalesi olan masum bir imamın nuruyla daima aydınlanacak ve ilahi rahmet sofrasının başında her zaman bir feyiz vasıtası, bir kamil insan olacaktır. Birçok hadisler bu gerçeğe işaret etmektedir. İmam Cafer Sadık (a.s) bu bağlamda şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah, yeryüzünü adil bir imamdan mahrum bırakmaktan yüce ve münezzehtir.” 8
İmam Cafer Sadık (a.s), bir başka buyruğunda, masum imamın ve Allah halifesinin varlığının sürekliliğine vurgu yaparak şöyle buyurmuştur:
“Eğer yeryüzü imamsız kalırsa kesinlikle çöker/altüst olur.” 9
Yine o hazret (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın Adem’i (a.s) yarattığı günden itibaren yeryüzü, bilinen zahir veya örtülü gaip bir hüccetten boş kalmamış ve kıyamet gününe değin de boş kalmayacaktır; aksi taktirde Allah’a kulluk sunulamaz.” 10
Ehl-i beyt (a.s) mektebi mensupları, bu sağlam ve sarsılmaz inanç uyarınca, her dönem ve çağda Allah kulları arasında Allah’ın halifesi ve hücceti olan masum bir imamın var olduğuna inanmıştır. Bundan dolayı da gaip hüccetin ve vadedilen Mehdi’nin (a.f) doğduğuna ve var olduğuna dair köklü bir inanca sahiptir.
Ehl-i beyt (a.s) mektebi mensuplarını vadedilen kurtarıcının zuhuruna inanan diğer insanlardan ayıran özellik -önceden de belirttiğimiz gibi- vadedilenin var oluşudur.
Vadedilenin var olduğuna inandıktan sonra onu tanımalı, can ve ruhumuzu Allah’ın hüccetinin emrine sunmalı ve böylece de intizar gerçeğine derinlik katmalıyız. Çünkü yüce Allah Resulü (s.a.a), kendi zamanının imamını tanımayan kişinin hayat ve ölümünü cahilâne hayat ve ölüm olarak tanımlamış ve şöyle buyurmuştur:
“Zamanının imamını tanımadığı bir halde ölen kimse cahiliyet ölümüyle ölmüş olur.” 11
Ölüm hayatın usaresi olduğuna ve herkes yaşadığı şekilde öldüğüne göre, demek ki cahiliyet ölümüyle ölen kimse cahiliyet üzere de yaşamıştır. Çünkü akilâne yaşayan birinin cahilâne ölmesi mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, akilâne yaşamdan ibaret olan, cahilâne dirim ve ölümden sakınmaktan ibaret olan Müslüman halinde ölmeye önemle vurgu yapmıştır. Bütün peygamberler Müslüman halinde ölmek konusuna dikkat çekmiş ve tavsiyede bulunmuştur. Kur’an-ı Kerim, İbrahim-i Halil’in (a.s) ve Hz. Yakub’un (a.s) kendi çocuklarına şöyle tavsiye ettiklerini nakleder:
“İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: ‘Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün.’ dedi.” 12
Yüce Allah da müminlere bunu tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.” 13
Cahilâne ve çağının imamını tanımama gurbetinde yaşamayan ve sonuçta imamını tanıyan kimse, onun “Herkesin kazandığını görüp gözeten kimdir?”14 gerçeğinin mazharı olduğunu ve alemin bütün işlerinin yetkisinin Allah’ın iznine bağlı olarak onun elinde olduğunu anlar. İşte bu marifet ışığında da cahilâne hayat ve memattan kurtulup makul hayata ve Müslüman halinde ölüme ulaşır ve yaşamı boyunca o hazretin (a.f) gerçek bekleyenlerinden olur.
Önceden de açıkladığımız gerçeği bir kez daha hatırlatmakta fayda var: İnsanlar, her dönemde yaşayan Allah’ın halifesini ve asrın imamını tanımak zorundadırlar. Ancak sözü edilen tanıma ile kastedilen şey, sadece kim olduğunu, kimin soyundan olduğunu ve de yaşam tarihini bilmek ve tanımak değildir. İmamın ismini, ailesini ve hayat tarihini bilen kimse, hayat bahşeden “imam marifeti” gerçeğine ulaştığını, cahilâne dirim ve ölümden kurtulduğunu zannetmesin. Ancak imamı tanımak, velayetine inanmak, imamın gerçek şahsiyetini anlamak ve imama itaat etmek makul hayatı temin eder. Yoksa Sakifeden doğan hakimler, Şam tağutları, Kerbela’da insanlığı katledenler, eli kanlı Mervanî ve Abbasî yöneticileri... dönemlerinin imamlarının yüzeysel boyutlarını başkalarına nisbetle daha iyi ve daha çok tanıyorlardı.
İbadetlerin en yücesi ve en üstünü olan gerçek anlamıyla intizar ümit ile uyumlu ve boş arzudan ise uzaktır. Kur’an-ı Kerim ümidi teyit ederken boş arzuyu/kuruntuyu hurafe görmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir.” 15
Ayetin özgün halinde kullanılan “emani” ifadesi, olgunlaşmamış ve dayanaklarından kopuk ham arzu anlamınadır. Ümit ise derilmesi kabil olgun bir meyvedir. Bir annenin kendi bebeğinin büyümesini ve gelişmesini beklemesi gibidir. İşte böyle bir kimse, bu ümidine dayalı olarak bebeğin emzirilmesinde, bakımında ve gerekli kontrollerinin yapılmasında asla ihmal etmez. Bağcının durumu da buna benzer. Fidanlarının büyüyüp gelişeceğine ümitvar olan bir bağcı, dikktiği fidanların sulanmasında ve bakımının yapılması hususunda ihmal etmeyecektir. Yüce Allah Resulü (s.a.a) bir buyruğunda bu iki örneğe temas ederek şöyle buyurmuştur:
“Arzu ümmetim için bir rahmettir. Eğer arzu olmasaydı, hiçbir anne bebeğini emzirmez ve hiçbir bağcı bir fidan dikmezdi.”
[1] Kemal’ud Din c: 2, s: 357
[2] Kemal’ud Din c: 2, s: 49
[3] Şems-i Tebrizi Divanı, s: 501
[4] El-Gaybet’un Numani, s: 320; Bihar’ul Envar, c: 52, s: 366
[5] İkbal’ul A’mal, s: 381; Bihar’ul Envar, c: 95, s: 117
[6] Ra‘d, 29
[7] El-Mahasin, c: 1, s: 278; Kemal’ud Din, c: 2, s: 644; Bihar’ul Envar, c: 52, s: 126
[8] Usul-u Kafî, c: 1, s: 178
[9] Usul-u Kafî, c: 1, s: 179
[10] Kemal’ud Din c: 1, s: 314
[11] Usul-u Kafî, c: 2, s: 21
[12] Bakara, 132
[13] Âl-i İmran, 102
[14] Ra’d, 33
[15] Nisâ, 123
Tercüme : Seyh cafer Bayar