Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

„… yeryüzü şüphesiz Allah’ındır, kullarından dilediğini ona mirascı kılar..“

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    „… yeryüzü şüphesiz Allah’ındır, kullarından dilediğini ona mirascı kılar..“

    Bismillahirrahmanirrahim



    Allah, insanı yeryüzünde halife olsun diye yaratmış. Kur’an-ı Kerim’de de onu halifem diye tanıtmıştır.



    Hidayetten nasibini almamış, sırat-ı mustakimde hareket etmeyen insan, Allah’ın halifesi olma liyakatına sahip olmayacaktır. Allah’ın emrine itaat ederek sırat-ı mustakimde yer alan insan, halife olma liyakatını gösterdiği gibi bunun sayesinde kendisine „veliyyullah“ ve „ism-i azamın“ tecellisi ve „mazharı“ olacak makama ulaşma yolunu da açmış olacaktır.



    Hz. Mehdi (a.f) inancı, bütün insanların, fıtratında varolan ve gerçekleşmesini büyük bir arzu ile beklediği bir hakikattir; henüz meyvesinin tam olarak ulaşmadığı ve insanlığın tamamının yararlanamadığı „şecereyi tayyibe“, hilkat ve hikmet ağacının meyvesinden istifade etmenin intizarını çekmektedir.



    „Likaullaha“ ulaşmak için yaratılan insandan sosyolojik açıdan beklenen, en azından ilahi dini, medeni toplumunun temeline yerleştirerek medeniyetinin özünün din olması için çaba harcamasıdır. Bireysel olarak da kendisinden beklenen adil, alim kimse olmasıdır.

    Kur’an’da peygamberlerin hedefinin adaleti yaymak olarak belirtilmesi, yaratılışın asıl ve nihayi hedefi değildir, sadece nihayi hedefe ulaşmak için bir merhaledir; iyi insan olmak, zülm etmemek, adil olmak, alim olmak, insanların haklarını gözetmek gibi sıfatlar insanın ulaşması istenen en son nokta değildir. Bunların herbirisi nihayi hedefe ulaşmanın durakları, etabları ve aşamalarıdır.



    Yaratılışın hikmeti, Allah’ı bulmak ve O’na varmaktır, nihayi hedef „likaullahtır.“ Peygamberler insanları bu hedefe ulaştırmak için gelmişlerdir, gördükleri ilahi celal ve cemal sıfatların nurunu insanlara göstermek için çaba harcamışlardır. İnsan, enbiyanın getirdiği maarifete yönelip ilahi sıfatların nurundan biraz yararlanmış olsa, Hz. Ali’nin (a.s) söylediği şu cümleyi anlayacak ve kendisi de söyleme cesaretini gösterecektir: “Bu dünyanızın, bütün azamet ve şahşahasıyla benim yanımda, ansırdığı zaman keçinin burnundan gelen su kadar değeri yoktur.” Haşerat ve böceklerin bütün telaşı keçinin burnundan gelen o suyun etrafında toplanmaktır, çünkü ne onun pis oluşundan haberdardırlar, ne de o suyun onlara vereceğı zararı ve doğuracağı hastalıkları bilirler. Hz. Ali (a.s), insanları kendisinin gördüğü ilahi nuru görmeye ve ona ulaşmaya davet ediyor, en azından, adil ve alim insan olup sırat-ı mustakimde hareket ederek gaflete düşmeden hedefe doğru ilerlemelerini istemektedir.

    Hz. Mehdi’nin (a.f) en bariz ve önemli hedeflerinden biri, bütün insanların fıtratında, batınında var olan, insanların beraberce kardeşce yaşayabileceği, kimsenin kimseye zülüm etmeyeceği, adaletin hakim olacağı bir dünya özlemini gerçekleştirecek olmasıdır. Hz.Mehdi(a.f), yaratılışın hikmeti olan enbiyanın ve evliyanın hedefini yeryüzüne hakim kılmak için gelecektir.



    Kur’an’ın beyanlarında böyle bir hedefin, rehberiyet, önderlik ve hükümet olmadan gerçekleşmeyeceği beyan edilmektedir; nasihat, öğüt ve irşad ile ilahi hadlerin uygulanamayacağı, sınırların korunamayacağı inkar edilemez bir hakikattir.

    Kur’an, insan-ı kamil hakkında „biz ona mülk vereceğiz“, „hakim kılacağız“ diye buyurmuyor; mülk verilme, hakim kılınma evsiyalar için geçerli değildir. Diğer insanlar için buyuruyor: „Deki: Mülk sahibi olan Allah’ımdır! Mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılarsin, dilediğini alçaltırsın.“ Al-i İmran / 26

    Varlık aleminde mülk sahibi sadece Allah’dır, dilediğine verir, dilediğinden alır. Bu sünnetullah bütün insanlar için geçerlidir ve İsarailoğullarına gönderdiği peygamberler de, Allah’ın mülk verdiği peygamberlerdendir. Hz.Davut (a.s) ve Hz.Süleyman (a.s) hakkında şöyle buyuruyor: „… onlara büyük hükümranlık bahşettik.“ Nisa / 54



    Kur’an’da,“ i’ta“, „bahşetme“, „hibe“ ve „temlik“ kelimeleri çok kullanılmıştır, ama „tevris“ yani „irs“(miras) bırakma çok az kullanılmıştır. Mirasçı karar kılmak, i’ta, hibe ve malik kılmaktan farklıdır. „Temlik“ bir nevi muameledir, insan bir şey satın alırken para verir ve karşılığında bir mal alır ve neticede onun sahibi olur, bu özünde iki mal arasında bir muamele ve alış- veriş sayılır. Ama „irsde“ böyle değildir; bir mal diğer bir malın karşısında verilmez, mal diğer bir malın yerine geçmez. Mirasda, mirasçı, mal sahibinin yerine geçer ve malın sahibi olur, mal olduğu gibi yerinde kalır bir değişikliğe uğramaz. Herşeyin asıl sahibi, maliki Allah’tır; mirascı muverrisin(miras bırakanın) yerine geçer ve o malda tasarruf hakkı kazanır.



    Kur’an’da, evliya ve evsiyanın hükümet ve hakimiyetlerini beyan eden en güzel kelime, „irs“ olarak geçer. Varlık aleminin sahibi Allah’tır; bazen „biz bunu istediğimize veririz“ buyuruyor, bazen ise: „… yeryüzü şüphesiz Allah’ındır, kullarından dilediğini ona mirascı kılar..“ A’raf / 128. Yeryüzünün sahibi Allah’tır, miras bırakan O’dur, veliyyullah ise varisdir, mirascıdır, yeryüzü miras olarak ona kalmıştır. Bu mirası birşey karşılığında almamıştır, sahibi tarafından kendisine bırakılmıştır. Miras, ancak mirascı, muverrisin ( miras bırakanın) yerinde oturur ve onun yetkisine sahip olursa tahakkuk bulur. Bu da hilafetsiz olmaz; bir kimse Allah’ın halifesi olursa, Allah’ın isim ve sıfatlarının mazhari olursa, Allah’ın varlık alenminde en büyük ayeti, nişanesi olursa o zaman yeryüzünün varisi ve mirasçısı olabilir.



    Kur’an’da şöyle buyuruyor : „Biz, yeryüzünde mustazaf olanlara minnette bulunarak, onları önderler yapmak ve mirascılar kılmayı irade etmekteyiz.“ Kasas / 5



    Adalet hükümetinin gerçekleşmesi, enbiyanın hedefinin tahakkut bulması ve beşeri toplumların ihtiyaçlarının giderilmesi, sorunların halledilmesi için bir hükümetin var olması gerekir. Bu hükümet ancak Allah’ın miras bırakmasıyla, iradesiyle gerçekleşmelidir; zorla değil, halkın ayaklanması ve halkın oyu ve iradesiyle değil, çünkü halkın görüşü devamlı değişebilir. Halkın iradesiyle kurulmuş hükümet başka bir zamanda yine halkın oyu ve iradesiyle yok edilebilir, ama ilahi iredeyle gerçekleşmiş evrensel adalet hükümeti yıkılamaz, çünkü insanların elinde değildir. Allah-u teala hükümeti miras olarak onlara bırakmıştır. Miras, herkesin birbirinden miras alacağı bir konu değildir, mirasda bir bağın olması gerekir; mirasçıların miras bırakanla bir bağlarının olması gerekmektedir.



    İmam Sadık (a.s) kendi asrının alimlerinden bazılarıyla sohbetlerinde birine sorar: „Sen Irak alimlerinden misin?

    O şahıs arz ediyor: „ Evet“.

    İmam (a.s): “Neye dayanarak halka fetva veriyorsun?“, diye sorduğunda,

    o alim : „ Allah’ın kitabi ve resulünün sünneti üzerine“, dediğinde ,

    İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:” Kur’an’a göre nasıl fetva veriyorsun, halbuki Allah, Kur’an’dan sana bir harf dahi miras bırakmamıştır.“ Bihar-ul Envar, cilt 2/ 292-293

    İmam Sadık (a.s) o fakihe öğretmek istiyor ki, sen yıllarca İslami ilimleri okumuşsun, müfessir olmuşsun, ama veraset ilmine sahip değilsin. Veraset ilmine sahip olmak, bir bağ ile gerçekleşir, okumayla değil; bu bağ insanın canının, yaradanla murtebit olmasıyla gerçekleşir, yaradanla murtebit olmak, insanın canını yaradana feda etmesiyle gerçekleşir. O alim, yıllarca Kufe’de ilim öğrenip ders vermesine rağmen İmam (a.s) ona „Kur’an’a göre nasıl fetva veriyorsun , halbuki Allah, Kur’an’dan sana bir harf dahi miras bırakmamıştır“ buyuruyor.

    Bir kimse gösteremezsiniz ki, bir kitap yazsın ve isminin kitabın üzerine yazılıp yazılmaması onun için fark etmemiş olsun. Kitap yazan herkes isminin onun üzerine yazılmasını ister, bu gibi insanlar „diraset ilmi“ vadisindedirler, çünkü insan kendisini sözkonusu ettiği yerde, „veraset ilmi“ vadisine giremez. Malik, malikin, mutasarrıf , mutasarrıfın yerinde oturmak isterse onunla bir bağının olması gerekiyor, bu da ancak onun halifesi olursa mumkündür. Halife olup, velayette pay sahibi oldu mu, onun varisi ve mirascısı olur.



    Allah-u teala şöyle buyuruyor: „… yeryüzü şüphesiz Allah’ındır, kullarından dilediğini ona mirascı kılar..“ A’raf / 128. „kullarından dilediğini“ tabirindeki kulları da belirlemiştir; „yeryüzünde mustazaf olanlar“ ama onlar melekut aleminde azizdirler. Allah, mustazafları yeryüzünün varisi kılmayı irade etmiş, yani kendi yerine onları varis kılmayı irade etmiştir. Allah‘ın varisi olmanın, Allah‘ın halifesi olmanın özel bir manası vardır; insan, Allah‘ın hailfesi oldu mu, Allah onun bütün şuununu, işlerini koruyup muhafaza ederek bütün hayır işleri onun eli, dili, aklı ve hareketleriyle gerçekleştirir. Böylece Allah‘ın fiili sıfatları halifede tecelli ve zuhur eder. Allah-u teala bu gerçeği Kur‘an’da müminler için bayan ederken şöyle buyuruyor:



    „ Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları”. Enfal / 17 Ama fiili sıfatların, halifetullah olan Resulullah’ta (s.a.a) tecelli ve zuhurunu beyan ederken daha farklı bir tabir kullanıyor: “ Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı”. Müminlerde “ onları öldürdüğünüz zaman siz öldürmediniz” demiyor. “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü” buyuruyor. Ama Resulullah’ta (s.a.a), “sen attığın zaman” tabirinde bu atma eyleminde Resulullah’ın (s.a.a) fonksiyonunu ve Allah’ın kudret elinin Resulullah’ta (s.a.a) tecelli ettiğini beyan ediyor.



    Binanaleyh, insan kendini feda etmediği müddetce halifetullah makamına ulaşamaz. Ama varlık aleminde kendini görmez sadece yaradanı görür, halifelik makamına ulaşırsa Allah, onun bütün hayır ve selah hareketlerinin, amellerinin hepisinin kaynağı ve mecrası olur. Çünkü bu insan ne yaparsa Allah’ın izni ile yapar, “gurb-u nevafil” makamına ulaştığı için yaptığı bütün ameller, Allah’ın fiili sıfatının aynası ve nişanesidir. Böyle bir insan, muverrisin yerinde oturmuş halife ve mirascıdır.



    Allah-u teala cennet hakkında da “irs” kelimesini kullanıyor: “...onlar Firdevsi (cennetini) miras alırlar.” İnsan cenneti amelleriyle kazanmaz, Kur’an’da insanı teşvik etmek için bir çok tabirler kullanılmıştır; şu ameli yaparsanız, Allah size karşılık olarak, ücret olarak şunu verecektir gibi ama bu “karşılık ve ücret verme” tabiri, teşvikten başka birşey değildir. Çünkü karşılık ve ücretin hakikati burda asla geçerli değildir; ücret ve karşılık, işverenin ve iş sahibinin işini yapıp ondan birşey alınmasına denir ama insan kendisi için iş yapar fakat bunun karşılığında başkasından birşey alırsa buna ücret denmez. Allah-u teala, insanlara, “adil olun, alim olun, kamil olun size ilahi feyzimi göndereyim” diyorsa, bunun manası: “siz bana birşey verin, benim şu işimi yapın, ben de size karşılığını vereceğim”, değildir. Burda hem yapılması istenilen iş, hem de karşılığı insan içindir. Allah’ın bizim amellerimize ihtiyacı yoktur. Bundan dolayı Allah-u teala, “ Cenneti, cennetliklere miras bıraktım”buyuruyor, çünkü onlar benimle mürtebittirler, cennet onların mirasıdır, yaptıklarının karşılığı ve ücreti değil.



    Birçok insan dünyada yaşadığı sürece iyi ameller yapıp karşılığını almayı düşünür, ama inşallah cennete girdiği zaman şöyle derler: “Allah’a hamd olsun ki, bize verdiği vaad gerçekleşti ve cenneti bizlere miras verdi” . Cennettekilerin duası, “Allah’a şükürler olsun ki, yaptıklarımızın karşılığını verdi”, değildir. Kur’an’daki vaadların hepsi kulun, Allah ile mürtebit olmasına, yaradanıyla bir bağ kurmasına teşvik içindir.



    Hz. Mehdi’nin (a.f) kuracağı evrensel adalet devleti, cennetin miras bırakılması gibidir. Birgün Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve varisine miras bırakılan yeryüzü O’nun eliyle cennet olacak ve ilahi din medeniyeti tamamen hakim olacaktır. Böyle bir devlette yaşayan insanların kemalinin bir merhalesi ancak “adil” olmaktır. Öyleki herkes zülüm ve sitemden nefret edecek ve adaleti uygulayacaklar, ama bu kemalin son merhalesi değildir. Kemalin son merhalesi meleklerin dahi sahip olmadığı “ism-i azamın” mazharı ve tecellisi olma derecesine ulaşarak “ “halifetullah” makamına ulaşmaktır.

YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X