Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

MEHDÎ DÜŞÜNCESİNİN İTİKADÎLEŞMESİ ÜZERİNE

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

    "12-) 12 imam şiası (yani taraftarı) olmak kurtuluşun reçetesidir. sadece 12 imamla sınırlıda değil benim için. resulullahın evlatlarının ehlibeytin izinden giderek hakiki snnete ulaşılır ve işte o noktadan sonra kuran ve sahih sünnet devreye girer.ama en baştada söylediğim gibi şianın özünden bahsediyorum şu an sizin anlattığınız ve 12 imam şiası olduğunu iddia ettiğiniz şeylerden değil. yani "madem 12 imamın yolundan gidiyosun imam cafer gaybı bildiğini söylüyo buna inanmalısın" gibi şeylerle gelmeyin bana. imam cafer bunları söylemekten münezzehtir, imamlara bunları siz söyletiyosunuz."

    işte şimdi kafam iyice karıştı. sn m mülkiye zeydi olduğunu söylüyor imamiye (12 imam) şiasını kabul etmediğini söylüyordu. tamam dedik biz de olabilir. tüm eleştirilerini de buna dayandırıyordu. ama burda 12 imamın hak olduğunu onların yolunda olduğunu söylüyor. zeydiler 12 imamı kabul ederler mi?

    Caferi sadık a.s.'ın gayb hakkında bilgi sahibi edildiği Kur'ana mı hadislere mi terstir? Bu konu daha önce zeydiyye ile uzunca tartışıldı. Allah'ın nebiler dışında vahy gönderdiği bir sürü insan ve varlık vardır. burda tekrarına lüzum görmüyoruz. Ancak her şeysi Kur'an ve akıl olan itirazcı bunları görmemiş midir?

    bu iddiaların temelinde, Kur'an'dan çıkardım denilen deliller var ve bu deliller hak olan kişilere onaylatılıyor, bunlara uymayan tüm rivayetler imamlardan gelmemiş onlara iftira edilmiştir deniyor... Bu mantık sürecinde hata yapıldığına da ihtimal verilmiyor. hata var dediğimizde ise Kur'an ve akıl dışı ilan edilip imamlara müfterilikle suçlanıyoruz. yani akıl etmemiş oluyoruz... oysa akıl bilgi ile çalışır..

    "13-) en baştada söyledim ehlisünnetle şiayı birbirinden öz olarak ayırmıyorum. birisi resulullahın sünnetinin yolu diğeri o sahih sünnete ulaşmanın reçetesi yani ehlibeyt. bunlar birbirini tamamlayan şeyler benim için. ikisinide inkar edemem. kimse diyebilirmiki ben ehli sünnet değilim? hepimiz ehlisünnetiz. ya da diyebilirmi ben ehlibeytin yolundan gitmem? hepimiz şiayız.herkes der bunu. ve demek zorunda da. emevi sünniliği ile safevi şialığı arasındak tercihten bahsediyosan ikisinden de uzağım. "

    Ehlibeyt a.s.'ın yolu olarak bize aktarılmış hadisleri, onların yönteminden bağımsız olarak atılması durumunda Ehlibeyt a.s.'ın vasıtasıyla sünnete ulaşmak sadece iddiada kalır. Oysa bu kendi nefsi çıkarımlarını ve başıboşluğunu aklına güvenip onunla gurur duymayı, Ehlibeyt kelimesiyle meşrulaştırmaya çalışmaktan başka bir şey değildir...

    Yorum


      Ynt: m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

      "15-) itikadı açılarda ikiside kendi çapında yaşadığını sanıyor. aslında bi taife kuleyninin inançlarını taklid ediyo diğer taife buharinin inançlarını taklid ediyo. Allah resulünün itikadının esasları kuranı kerimde. onu pek dikkate alan yok. ama fıkhi esaslarda şia daha tutarlı çünkü ehlibeyt kanalıyla gelen hadisler daha sağlam. ehlisünnette bidatlere, sahabelerin şahsi görüşlerine göre fıkhi esaslarda oynamalara çok daha fazla yer verilmiş. örneğin teravihin cemaatle kılınması, namazdan haydi amellerin en hayırlısına lafzının çıkarılması vs.
      "

      şükür ki burada sünni hadislerle şii hadislerin aynı olduğu doğrultusundaki kendi fikrine zıt düşmüş itirazcı... bu da biraz şiayı araştırması sayesinde olmuştur. eğer biraz daha şii kaynakları araştırsa aslında tüm hüküm ve inançların Kur'an'a ve dolayısıyla akla uygun olduğunu görecektir...

      Allah resulünün inançları Kur'an'ı kerimde derken şiiler bundan ayrılar demek büyük bir yanlış iddiadır. O hz.in Kur'an'da olmayıp dinden olan bi sürü açıklamaları mevcuttur. hem usulü din hem furuu din alanında. şimdi tutup bu konuda akıla mı bağlanacağız. Allah'ın bir çok hükmü O hz 'e açıklanması sonra da sadece bunlar Kur'andadır demek gerçeklerle örtüşmez... Örneğin imamet ile ilgili Allah'ın tüm yeryüzüne salih kulları ve zayıfları mirasçı kılacağına, salih kulları mirasçı kılacağına dair açıklamaları yine nurunu tamamlayacağına dair vaadleri Resul s.a.a. in açıklayıp her iki ekolde de mütevatir olan hadisler yoluyla gelmiştir. ki Mehdi a.f. inancı bunun sonucudur. siz buna rağmen şimdi bu inanç siyasi bir inançtır dinden delilsizdir diyorsunuz. Kur'ana aykırı sayıyorsunuz. Kafi'nin uydurması olarak görüyor bir dünya insanı şiisi sünnisiyle dalaletle suçluyorsunuz. yerine koyduğunuz sadece kendi aklınız..

      kimse sizin aklınıza uymadığı için sapık olacak Kur'an dışı yaşayacak diye bir doğru olamaz... bu ço büyük ama desteksiz bir iddia.. hadi getirin delilinizi.. Mehdi a.f. anlayışı hangi ayete hadise ters... ki şiisiyle sünnisiyle bunlar Kur'an dışı oluyor. Ama siz bu konuda 1000 e yakın rivayet olmasına rağmen bunları kabul etmiyor ama diyorsunuz ki ben hem sünni hem şiiyim üstelik gerçeğiyim sahtesi değil...

      Yorum


        Ynt: m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

        "Birincisi ben dalaletten hidayete başlıklı yazımda zaten Sünnilikten şiayı benimseme nedenlerimi açıkladım. Okumuyosunuz görmüyosunuz araştırmıyosunuz buna rağmen bir de üste çıkıp karşı tarafı suçluyosunuz. Hele son yazdığınız cümle; “ama sen bunada cesaret edemezsin ve bir şekilde sıyrılırsın..”"

        sn f. altanın bu şahıs ikide bir düşünce değiştiriyor bir şiiliğe giriyor bir çıkıyor... şeklindeki tepkileri doğru idi. çünkü bakın burda sn m mülkiye sünnilikten şiaya geçtiğini söylerken yukarda eleştirdiğim alıntılarında ise sünnilikle şiayı birleştirdiğini söylüyordu. ben ikisinin de özünün bir olduğuna inanıyorum diyorsa bu durumda sünnilikten şiaya geçişi nasıl oluyor? bu neyi ifade ediyor geçtiyse bu hangi şiilik. kafasındaki hiç bırakmadığı Kur'an ve akıl yöntemli şiilik mi? benim kafam bir kere daha karıştı...

        artık iddiacının asıl iddialarına usulü kafi ile ilgili iddialarına cevaba geldi elhamdülillah bunlara da kaldığımız yerden cevap verelim. ama ilgili başlık kilitlenmediyse orada yoksa burada.. ancak Hudeyfe ile özel başlığa giremeyeceğimden onları da burda cevaplayacağım inşallah...

        Yorum


          m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

          Öncelikle burada Hudeyfe kardeşimizin konuya devam etmemesine rağmen benim bu konuyu cevaplamamdan dolayı rahatsız olduğumu ifade etmeliyim. Şurası kesindir ki Hudeyfe kardeşimiz, bu soruya elbette cevap verebilecekti. Çünkü onun çevresi bana nazaran daha fazla alim dolu. Bilmese bile alime sorar ki bu dinimizin hükmüdür.. cevabını verir. Nitekim kendisi de gerekçesini açıklamasa da bir alimin kendisine nasihatı nedeniyle tartışmadan çekildiğini söylemişti.

          Bir insanın tüm gözlerin kendine döndüğü bir anda tartışmadan çekilmesi gerçekten de bir büyüklük ve olgunluktur. Hele hele kendi isteğine rağmen alimlerin tavsiyesine uymak için bu çekilmenin olması bir çok hayırı getirir.

          Peki madem tartışmadan çekilmek hayırdı da benim ne işim var neden ben alimlerin tavsiyesine uymuyor tartışmayı üzerime vazife biliyorum?

          Bu konuda da Hudeyfe kardeşimiz için geçerli olan emir benim için söylenmemiş bizzat benim istişare içinde bulunduğum alim cevap vermemin faydalı olacağını belirtmiştir. Alimlerin görüş farklılığı tabi ki mümkündür. Çünkü bu konular ne usüli din ne furuu dindir. Günlük hayatın getirdiği işlerdir.
          Konuya girecek olursak:

          “İMAMLARIN NEREDE NE ZAMAN ÖLECEKLERİNİ BİLMELERİ VE ECELLERİNİ ERTELEME HAKLARI

          1-) "İmamlar ne zaman öleceklerini bilirler. Ve onlar kendi istekleri olmadıkça ölmezler" (Kafi, Sh : 258)

          2-) “... Hasan b. Cehm şöyle rivâyet etmiştir: İmam (Ali b. Musa aleyhisselâm)’a dedim ki: “Emir’ül-mü’minin (aleyhisselâm), kim tarafından ve hangi gece ve nerede öldürüleceğini biliyordu. Ayrıca evde kazların evde öttüklerini duyunca: << Bu ötmeleri, matem inlemeleri izleyecek...>> demişti. Sonra Ümmü Gülsüm: “Bu gece namazı evde kılsan ve başkasına, insanlara namaz kaldırmasını emretsen olmaz mı?” demişti; ama bunu reddetmiş ve gece boyunca sık sık silahsız olarak dışarı çıkıp gitmişti. Oysa o, İbni Mülcem’in - Allah’ın lâneti üzerine olsun- kendisini kılıçla öldüreceğini de biliyordu. Acaba bu davranış, işlenmesi caiz olmayan hareketler kapsamına girmez mi?” Buyurdu ki: << Dediğin doğrudur; ancak o, o gece yaşamak ile Allah’a kavuşmak arasında muhayyer bırakıldı. Ali (aleyhisselâm)’da Allah, Azze ve Celle’nin kendisiyle ilgili takdirinin cereyan etmesini tercih etti.>> (Usul-u Kâfi sh 362 H.668.)


          Önce ilk rivayete bakalım.iki iddia var burada

          birincisi; imamların ne zaman öleceklerini bilmeleri
          ikincisi; ölüm zamanlarını (ecellerini) kendileri belirlemeleri, yani kendi istekleri dışında ölmelerinin mümkün olmaması

          Rivayete göre İmam Alinin ne zaman öleceğini önceden bildiğini düşünelim.İmam Ali nerede nasıl öldü? camide namaz kılarken.Allah cc bi ayetinde şöyle buyurur; "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." İmam Alinin bile bile ölüme gitmesi, kendisini savunmak için önlem almaması, öldürüleceğini bildiği halde oraya gitmesi nasıl iddia edilebilir? Bunun intihar ile arasındaki fark nedir? imam Aliye intihar etmek yakışır mı?”


          Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın

          ayetinin bu konuyla ilintilenmesi korkunç bir yanlışlıktır. Tıpkı münafıkların, savaşa gitmemek için bu ayeti delil getirmeleri kadar. Oysa bu ayet tam zıt yönde bir anlam ifade etmektedir, şöyle ki:

          münafıklar ölümden sonra bir ödüle inanmadıkları için ölümden dolayısıyla savaştan korkarlar. Ve savaşa gitmeyip dünyada daha çok yaşamak isterler. Dünyanın çekiciliği buradaki hayatı cennet haline getirmeleri onlara dünyayı vazgeçilmez kılmıştır.

          Onların bu hayatına imrenen imanı henüz oluşmamış ya da kalbinden hastalık bulunan kişiler de savaşı kerih görmesinler ve münafıkların bu ayeti delil gösterip zihinlerini bulandırmasınlar diye durum açıklanır: Sakın savaşa gitmeyerek, dünyaya dalarak, ölümsüzlüğe ulaşacağınızı ve tehlikeden kurtulacağınızı sanmayın işte asıl tehlike budur. Ebedi hayatı kaybedip sonsuz cehennemlik olmak. Savaşa gitmeyerek dünyaya tapmak…

          Bu durumda İmam Ali a.s. ya da başka canını Allah yolunda bilerek satan en önde savaşanlar kendilerini tehlikeye atmamışlar bizzat bu durumlarıyla kendilerini dünyaya ve onun geçiciliğine aldanmak gibi bir tehlikeden kurtarmışlardır..Buna intihar da denilebilir ama bu diyenler mü’minler değil hayatı bu dünyadan ibaret sayan Yahudiler münafıklar, büyük şeytan abd ve onun işbirlikçileridir. Çünkü bu ideal onlara dünyayı dar edecektir…

          Oysa İmam Ali’ye de İmam Hüseyne a.s. de ölüme gitmek, genç kıza gerdanlığın yakıştığı kadar yakışır… Tıpkı İmam Musa Rıza a.s.’ın zehirli şerbeti bilerek içtiği gibi… şianın tüm imamları için bu geçerlidir.


          Sonra imamlar ne zaman öleceklerini kimden haber alıyolar? ayette açık şekilde Allah gaybı kimsenin bilmediğini ancak dilediği kadarını peygamberlere bildireceğini söylüyor. imamların gaybı bilmeleri için ya Allah ile irtibatlarının olması lazım (yani vahy almaları) ya da bunu resulullahtan duymaları lazım (ki bu da mümkün değil çünkü biçok imam resulullah ile görüşmemiştir)

          Yine Kur’andan çıkarım denmiş ama Kur’ana müracaat edilmemiş. Vahy alan Peygamberlerin dışında başkalarına gayb bilgisinin verilmediği iddiasını bizzat Kur’an yalanlar. Bu açıdan şia Kur’an dışı olmakla suçlanamaz:
          Meryem a.s. doğum yapacağını kimden öğrendi. Ne için doğum yapacağını ve nasıl baş edeceğini ne bir peygamberden öğrendi ne de kendisi peygamberdi.. vahyle öğrendi. Tıpkı peygamber olmayan Hızır gibi, tıpkı, Musa a.s.’ın annesi gibi.. demek ki vahyi bilebilmek için Allahla irtibatlı olmak imkansız bir olay değil. Ya da sadece Resulden duymak da şart değil.

          Yine yukardaki ayet indiğinde vahy bilgisi verilen ama peygamber olmayanların durumundan vahyin sahibi habersiz deildi ki bu ayeti indirdi. Sonra bu ayeti gönderen vahyin sahibi Rabbim bundan sonra da bu durum olmayacak diye ayrı bir ayet getirmemiş. Ki biz onun aykırı görmediğini aykırı görelim.. İmamları bundan ayrı tutalım.

          imamların ne zaman öleceklerini bilmeleri hakkında bakalım Allah ne buyuruyor;
          Alıntı
          Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. 31/34

          Alıntı
          Ve eğer Allah Teâlâ insanları zulümleri sebebiyle cezalandıracak olsa idi yeryüzünde hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir zamana kadar erteliyor. 16/61

          Allah hiç bir nefsi eceli geldiği vakit sonraya bırakmaz, ve Allah her ne yapar iseniz haberdardır.
          63/11

          Allah yine çok açık ve net bir şekilde bir nefsin ecel vakti geldi ise bunun takdirinin kendisinde olduğunu, ertelemediğini, ve buna sadece kendisinin karar verdiğini bildirmektedir. Oysa Kuleyninin rivayetine göre imamların ecellerinin bilgisi Allah katında değil, imamların elindedir ve karar verici konumda olan yine Allah değil imamlardır.


          Ayet bazı konularda insan bilgisinin sınırının bittiğini oradan ötesinin Allah’ın alanı olduğunu bu alana kimsenin gücünün muktedir olmadığını ifade eder. Ama Allah’ın bu bilgiden kimseye vermeyeceğine dair bir kanıt yoktur. Son saatin bilgisi tamamen Onun elindedir.. Bu ne araştırma ne dünyanın ömrünün hesaplanması gibi pozitif bir yöntemle tespit edilebilecek bir durum değildir.

          Bu saat bilgisinden sonra Allah yağmuru o yağdırır diyor. Geçmişte bazı alimler, yağmurun ne zaman yağacağını da saat bilgisine dahil ederek Allahtan başkası bilemez demişlerdi. Oysa bu gün meteoroloji bunu biliyor. Şimdi ayetle gerçekler çelişti mi yoksa bizim ayetten yanlış anladığımızla mı bilim çelişti.. ilim gelişip yağmurun zamanı bilinmeye başlanınca mealciler ayete yanlış anlam vermeyi bırakıp yukardaki gibi doğru meal vermeye başladılar..

          Rahimlerde olanı bilir ifadesi de bilimin ilerlemesiyle düzeltilen bir meal örneğidir. Ayette Rahimlerde olanı sadece Allah bilir ifadesi yoktur. Bu iki ifade arasında çok fark var görüldüğü gibi..

          Ayette kimin yarın ne kazanıp nerede öleceği ile ilgili bilinin de tıpkı son saat bilgisi gibi insanın kendi çabasıyla ulaşamayacağı bir bilgi türü olduğu anlatılıyor. Bir farkla ki son saatin bilgisinin Allah katında olduğu (gizli olup onu bildirmediği) ifade edilirken kimin nerede öleceği bilgisi için bu anlama gelen kelime yok. Yani buradan çıkan sonuç bu bilgiyi katımda tutarım kimseyle paylaşmam diye bir kayıt yok saat bilgisinden farklı olarak…Üstelik Allah’ın sadece kendi tekeline aldığı (inde kelimesiyle) saat bilgisinden sonra insanların bilebileceini ifade ettiği yağmurun ve rahimlerde olanı bilmesi konuları geliyor. Sonra kişinin nerede öleceği bilgisinin Allahta olduğunu bildiriyor. Demek ki bunu insanlara bildirmesi bildirmemesinden daha çok çıkarılabilir…


          Bu size bişi hatırlıatıyomu bilmiyorum. ehlisünnette bir rivayet vardır; hz musaya azrail gelmiş o da ölmek istememiş gözüne tokat vurmuş kör olmuş falan filan

          hatta şii forumlarında sitelerinde de bunun şiddetle eleştirildiğine şahit olursunuz. peki aradaki fark ne? onlar hz musanın allahın eceline razı olmayı azraili tokatladığını iddia ediyolar, şia ise imamların ecellerine razı olmayıp bunları kendilerinin belirlediklerini iddia ediyolar. her ikiside Allahın kitabına açıktan muhalefet değilmidir?


          Tövbe estağfirullah. Hangi şii haberinde imamların a.s. ecellerine razı olmadıkları yazıyor. Bu açık bir iftiradır.

          Bir insanın ecelini kendinin belirlemesi Allah’ın eceline razı olmadığı anlamından başka anlama gelmez mi ki bu böyledir deniyor. Şehidler kendi ecelini kendileri belirler hayatlarına son noktayı kendileri koyarlar şimdi bunlar Allah’ın canlarını satarlar dediği razı olduğu kulları değil mi ve Allah’ın yazdığı eceli beğenmemiş mi oluyorlar.. bu ne biçim hüküm? Kur’an ve akıl bu sonuca mı ulaşıyor?

          Musa a.s.’ın o rivayetteki durumu ise verilmiş bir emre rıza göstermemektir. (haşa) Meleğe yumruk atmasıdır. rivayet bu bakımdan eleştirilir. Oysa İmamlara a.s. ecellerini tayin yetkisi verildiyse bu onların Allah’ın eceline razı olmadıkları anlamına mı gelir. Yoksa ona benim için hayırlı bir zamanda ölümü ver diyen insanın duası gibi midir… el insaf…

          Yok bu Allah’ın kitabına açık bir muhalefet değil, iddiacının Kur’ana onaylatmaya çalıştığı önyargısına açık bir muhalefettir. Ki Kur’anın gerçek anlamını o da görsün…

          Yorum


            Ynt: m mülkiyenin kilitlenen konudaki iddiasına cevap:

            ehlibeytin izinde allah razı olsun...
            nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
            noktayı koyacak olan sensin anlasana
            ...

            Yorum


              m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

              [quote author=meshedi313 link=topic=8978.msg57721#msg57721 date=1256046573]
              ehlibeytin izinde allah razı olsun...
              [/quote]

              Allah razı olsun meşhedi313 kardeşim. teşekkürünüz bende şu duygu ve düşüncelere yol açtı:

              Müslümanlarda bu teşekkür eksikliği vardır. Siz bunu aşmışsınız elhadülillah. Biz birilerinden istifade ederiz, (asla nefsim için demiyorum şu sıralar gündemde olan bir üzücü olay buna sadece bir örnek olabilir) okuruz yararlanırız ne güzel olmuş deriz ama bunun ücretini ödemeyiz.

              sanmayın bu bir ücrete tabidir hayır, Ehlibeyt yolunu dillerinin döndüğü kadarıyla tanıtanlar, ücretlerini sadece Allah'tan beklerler. bir teşekkür bile beklemezler. Ancak bu değildir ki ümmetin yaptığı doğrudur. İmam Ali a.s.'ın yarım asır ekmeğini yiyen adaletinin huzurunu tadan, insanların O hazrete yanıtları teşekkürleri kufede yapayalnız bir lanetliğin kılıcına teslim etmek şeklinde mi olmalıydı. Sünni dünyada hep örnek verilir timurtaş uçar hoca için.. adamın vaazını dinlemek için km lerce uzaktan hususi gelirler, onun coşturucu meydan okumları ve tespitleriyle ruhları coşar, ama o kadar ne dışarı çıkınca amel edilir ne hocaya karşı bir minnet borcu hissedilir. hatta hoca camide mimberdeyken tüm riskleri göze alıp İslam'ın siyasi boyutuyla ilgili konuşunca içeri polisler girer, bu hocanın aşığı cemaat ne yapar dersiniz. bi Allah'ın kulu çıkar onca vaazın hatırına, ya ne yapıyorsunuz memur beyler tamam hocanın saygınlığı yok ama şu caminin ve cuma saatinin de mi saygınlığı yok bırakın namazdan sonra hocayı tutuklayın da demez.. hocayı alır götürürler..

              bununla kalmaz arkadan, o da haketti bunu siyasete karışmasaydı şeklinde yorumlar bile yapılır.. bu mudur vefa bu mudur hakka layık oluş... hakkın karşılığı bu mu olmalıdır...

              siz bir iyiliğe teşekkür etmeyi çok görürseniz, o iyiliklerin yok olmasına sebep olursunuz. bu konuda duyarlı olmamız lazım. tepki vermemiz lazım sevdiğimizi ifade etmemiz lazım sevmediğimizi ifade edip eleştirdiğimiz gibi. yine sevdiğimizin yanında yer almamız sevmediğimizden de beri olmamız lazım...

              oysa bu gün iyilik gördüğüne teşekkür etmeye üşenen ve bunu gereksiz görenler, yarın onun başına bir iş geldiğinde onun yanında yer alamayacaklardır. Çünkü vefa duyguları gelişmemiş, olan azıcık ışık da teşekkür etmeyi gereksz gördüğü için de sönüvermiştir.:

              "Kullara teşekkür etmeyen Rahmana şükretmiş olmaz." düsturu çok önemlidir.

              Ama şu gerçek de ilan edilmelidir ki; Ehlibeyt a.s. yolcusu aşıklar, hiç bir teşekkür görmeyeceklerini bilerek hatta satılacak terkedileceklerini, zorda kalındığında yapa yalnız kalacaklarını bilerek bu yola devam edeceklerdir. Vefasızlığa, nankörlüğe, vurdumduymazlığa, bananeciliğe bencilliğe dahası bir sürü ahlaksızlığa karşı yine de yılmayacaklar, hep Ehlibeyt a.s. yolunu anlatacaklar karşılığını sadece Allah'tan dileyeceklerdir. burda anlatamazlarsa başka yerde anlatacaklardır. burda alamadıkları ücreti Allah katında kat kat yazılmış bileceklerdir.

              "insanlar için bir iş yapanların işlerini Allah, insanların arasında meşhur eder, o insan çok meşhur olur, oysa Allah için iş yapan birinin işini Allah insanların arasından çekip katına göğe yükseltir. bu kişi insanlar arasında unutulur. Ama melekler arasında meşhur olur adı dilden dile dolaşır" (usulü kafi'den yaklaşık anlam olarak)

              Yorum


                Ynt: m mülkiyenin kilitlenen konudaki iddiasına cevap:

                allah razı olsun
                Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanızın bir anlamı yoktur
                İmam Ali (a.s)

                Yorum


                  m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                  Alıntı
                  Sa'saa Hz. Ali (a.s)'a şöyle arz etti: "Siz mi üstünsünüz, Adem mi?"
                  Hz. Ali (a.s): "İnsan kendisini tarif ve tezkiye etmesi çirkin bir şeydir; ama Allah: "Rabbinin nimetinden haber et"(Duha/11) buyurmasaydı cevap vermezdim. Ben Adem'den daha üstünüm. Çünkü, Adem (a.s) için buğday hariç, cennette bütün rahmet, rahatlık ve nimetler hazırlanmıştı; O nehy edilmesine rağmen o buğdaydan yiyerek cennet ve Hakkın rahmetinin dışına çıktı. Ama Allah Teala beni, buğdayı yemeden men etmemesine rağmen kendi istek ve irademle dünyayı önemli bilmediğimden dolayı, buğdaydan yemedim."


                  Adem as cennet ve hakkın rahmetinin dışına çıktı öyle mi? Asıl hakkın rahmetinden çıkanlar imamları yüceltmek adına nebileri aşağılayan ve onları çirkin ithamlara maruz bırakanlardır


                  itirazcının bilmesi gerekenler vardır. şöyle ki:

                  şia tüm nebi ve imamların asla yanılmadığını hata yapmadığını her zaman ve olayda tekrar ederler. bu konuda onca eleştiri almalarına rağmen. tutup da kendi eserlerinde buna aykırı görüşleri olsun...

                  Ehlibeyt alimleri bu konuyu şöyle izah etmişlerdir: Cennet sınav yeri değildi ve günah sevap biriktirme yeri olmanın tersine ödül yeri, hazır yiyip içmenin ve şükürle ibadetin yeri idi. böylekten Ademe cennette konan yasak Allah'ın kendisine günah kazandıracak, Allah'ın rahmetini kaybettirecek türünden bir imtihan olan yasak değildi. Sadece cennette kalmanın bedeli, ücreti idi. Rızai İlahinin iradesi, insanı en mükemmel ortamda yaşama başlatmak için Ademi cennette yaratmayı seçti. Ancak insan türünün bu makamı kaybedip, sınanacağı, çalışılıp yorulacağı, kendi ayaklarının üzerinde durup kulluk ya da nankörlük konusunda deneneceği dünya mekanına göçmesi gerekiyordu. İşte Adem a.s.'ın yasağa yaklaşmasının nedeni budur. Kulların niyetleri ne olursa olsun Allah'ın hesabı işler ve onun hesabı asla yanılmaz...

                  böyle olunca deneme değil ödül yeri olan cennette yasak ağaca yaklaşmak, ademi günahkar da asi de yapmaz.

                  Adem a.s.'ın tevbe etmesi olayına gelince o da günahtan dolayı değildir. Peygamberleri ismet makamının örnekleridirler. onlar amellerini, günah sevap tartılarıyla tartmazlar, mübah, az sevap, çok sevap, hatta, az ilahi rıza, çok ilahi rıza ölçüleriyle tartarlardı. Bir nebinin tüm yaşam gayesi daha hiç gafil kalmadan Allah'ın her an rızasını celbedebilmekti. ola ki bu şuurdan gafil oldukları bir beşeri durumdan dolayı da 70 defa istiğfar ederlerdi. ..

                  işte Adem ya da diğer nebilerin Allahın selamı hepsinin üzerine olsun, tevbelerinin ve istiğfarlarının nedeni budur...

                  Ademin cennetten kovulması, şeytanın kovulması ile bir değildir. çünkü şeytanınki bilinçli zihni tercih ve kıyasa bir haşa meydan okumaya dayanır. oysa Ademinki ödüle sahip olmayı elinden kaybedecek geçici gaflet idi. Eğer Adem rızai ilahiden kovulmuş olsaydı ya da hadiste bu kastedilseydi bu durumda şeytan gibi düşünmesi gerekirdi. günah durumunda insan kendini savunur... Hadiste bu ifade rahmetin dışına çıktı diye özenle seçilmiş kelime ile ifade edilmiştir. Rızasının değil rahmet ve ödül olan cennet nimetinin dışına çıktı.. Zaten bu da ayette yeryüzünün niteliği bildirerek açıklanmıştır. "Artık orada yaşar, çalışır yorulur orada ölür orada diriltilirsiniz" yaklaşık anlam olarak. Burada Allah'ın rahmeti vardır ama, cennetteki gibi hazır yiyiciliğe neden olacak türden değildir...

                  Alıntı
                  Sa'saa: "Siz mi daha faziletlisiniz, yoksa Nuh peygamber mi?"
                  Hz. Ali (a.s): "Ben Nuh'tan daha faziletliyim. Çünkü Hz. Nuh kendi kavmini Allah'a davet ettiğinde onlar itaat etmediler; üstelik, O Hazrete çok eziyet ve zulüm ettiler. Sonunda onların eziyetine sabredemeyip onlara beddua edip şöyle dedi: "Allah'ım, yeryüzünde kafirlere bir diyar dahi bırakma (yani onların hepsini helak et.)"(Nuh/26) Ama ben habibim ona ve ailesine salat ve selam olsun Resulullah (saa)'tan sonra, bu ümmetin bana yaptıkları onca zulüm, eziyet ve gösterdikleri inatlarına karşı tahammül edip sabrettim, kesinlikle onların hakkında beddua etmedim."
                  (Nitekim meşhur "Şıkşıkıyye" hutbesinde şöyle buyuruyor: "Gözümde diken ve boğazımda kemik olduğu halde sabrettim…)



                  Nuh as sabırsız, imam Ali ise sabırlı.. euzubillah.Nuh as Allahin izni olmaksızın mı beddua etti sanıyosunuz?

                  Hemen bi önceki rivayetteki maddeyi hatırlayalım. İmam Ali ile isa as arasındaki kıyası.

                  Alıntı
                  Hurre dedi ki: Allahu Teala onu bu buyruğu ile ona karşı üstün tuttu: "Allah şunu söyledi: "Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Seni tespih ederim. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!"
                  "Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim: 'Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin."(Maide/116-117)
                  Hz. İsa, onların hükmünü Kıyamet gününe kadar geciktirdi. Hz. Ali bin Ebi Talib (as) ise Hururiler olan Nehrivan ehli (Hariciler) onda iddia ettikleri şey hakkında iddia ettikleri zaman onlarla savaştı ve onların hükümlerini geciktirmedi. Bunlar onun faziletleridir ki, başka kimsenin faziletleri ile sayılmaz.


                  İsa as ile imam ali arasındaki şeytani kıyasda bahsedilen konu şudur. İsa as kendisine ilah edinenlerle savaşmamış, sadece onlara tebliğ etmiş, ve böylece Allahın onlar hakkındaki hükmünü geciktirmiş yani kıyamete bırakmış (euzubillah)

                  İmam ali ise haricileri iddia ettikleri şeylerden dolayı hemen cezalarını vermiş ve hükmü geciktirmemiş.

                  Şimdi Nuh as ile imam ali as arasındaki şeytani kıyasa bakalım;

                  Nuh as kendisine yapılan eziyetler karşısında beddua etmiş sabretmemiş, İmam ali ise kendisine yapılan her şeye sabretmiş, daha sabırlı olduğu için üstünmüş…

                  7 yaş seviyesinde aklı ve kavrama yeteneği olan birisi bu iki rivayet arasındaki çelişkiyi ve batıllığı görür ve anında reddeder. Çünkü birisinde imam ali sabrettiğindeN dolayı nebiden üstün tutulmakta diğerinde ise sabretmeyip hükmü geciktirmediği için üstün tutulmakta. Bu tarz çelişkiler ancak ve ancak batıl rivayetler ve uydurma rivayetlerde olabilir.
                  "

                  Nuh a.s. Allah'ın izni ile mi beddua etti. İtirazcı burada delilsiz olarak iddiada bulunmuş.

                  Doğrudur Nuh a.s. 950 yıl inat etmiş beddua etmemiş ve onca işkence alay ve inançsızlığa rağmen tevhidin tebliğcisi olmuştur... Ancak o bu zülümlerin sonunda yenildiğini itiraf ederek, bu kadınlar sadece kafir doğuruyorlar, bu zalim kavimden bi tane bile yeryüzünde bırakma diyerek beddua etmiştir...

                  Eğer burdaki beddua Nuh a.s.'ın seviyesini düşürmeyen bir durum olsaydı bu durumda o tüm Peygamberlerden daha üstün olması gerekirdi. çünkü bildiğimiz kadarıyla bu kadar uzun sabredip tebliğ eden peygamber yoktur. Nuh a.s.'dan üstün olduğu kabul edilen İbrahim a.s. bile onun kadar uzun tebliğ etmemiştir. ancak Nebiler bile çeşitli özellikleri ya da fazilet eksiklikleri (günahları demiyorum) nedeniyle fazilet (fazlalık) yarışında diğerlerinden düşüktürler. böyleyken Ali a.s. neden kendini diğerleriyle kıyaslamasın ki.

                  Öte yandan Ali a.s.'ın düşmanları Nuh a.s.'ın düşmanlarından daha şedid idi. Çünkü Nuh a.s.'ı inkar edenler önce iman edip sonra yoldan çıkmış kişiler değillerdi. Böylelerinin inkarlarını insan bir derece anlayabilir. ancaak iman edip de sonradan inkar edenlerle uğraşın bakalım nasıl yıpranacaksınız. O sizden daha iyi bilgiçtir, o sizin görmediklerinizi görür, hele hele bir de bunlar inkarlarını da gizlerlerse, açık düşman olup tedbir almanıza fırsat vermeyip içinizdeki hainlerse! bu durumda çekeceğiniz işkence katmerleşecek ve 25 yıl sizi 25bin yıl yaşlandıracaktır. tıpkı 'gün olur asra bedel'deki gibi..

                  Kur'an'a göre inkar edenlerle, imanlarından sonra inkar eden sonra yeniden iman edip yeniden inkar edenlerin cezaları aynı mıdır ki bu iki guruba katlanıp beddua etmemenin hükmü aynı olsun. hatta İmam Ali a.s. bunlara beddua etseydi bile onlar katlandığı için Nuh a.s.'dan daha üstün olurdu, kaldı ki beddu etmedi... Gözünde diken boğazında kemik sabretti

                  buna rağmen İmam Ali a.s. bu kahredici nankörlük iman ettikten sonra inkar durumlarına sabretti ve beddua etmedi. hatta daha da ilerisi onların hedefi olan dünya nimetlerii ve satlanatlarını yıkmak yerine zahirde onları koruyacak şekilde onlara yardım etti. Ne için sırf ümmetin iyiliği için. Ama nerden bilebilirdi ki böyleleri çıkacak ve nankörlükleri sürecek.. nerden bilebilirdi ki hutbelerden 80 yıl kendine lanet edilecek.

                  hayır tabi ki biliyordu. işte bu bilişine rağmen bu sabrı ona işkenceyi kat kat artırıyor ve faziletin zirvesine tırmanmasını sağlıyordu. Nebi s.a.a. ten sonra en üstün zirve... Elhamdülillah bizi onun şiası yaptığı için...

                  İsa a.s.'ın hükmü kıyamete ertelemesi ile Ali a.s.'ın haricilerin hükmünü peşin ödemesi kıyasına gelince..

                  Hadisi şerifte geçer. Ali a.s., İsa a.s. ile benzetilir. İsa a.s. karşısında insanlar üç guruptur. kendini inkarla ona düşmanlık edenler (ki bunlar yahudiler ve münafıklardır, kendisini aşırı seven ve tanrı yapanlar, bir de mutedil sevip hakiki mü'min olanlar. Ali a.s. için de aynı durum gerçekleşeceği hadiste geçiyor. Ali a.s.'a düşman olanlar (bunlar hariciler emeviler ve münafıklardır) kendini çok sevip tanrı yerine ya da cebrailin vahyi yanlış getirmesi gibi muhal bir düşünceye sebebiyle Muhammed s.a.a.'ten üstün görecek seviyeye çıkaranlar, kendini gerçek seven mümin şialar...

                  münafıklar her gurupta olabilir Hz İsa için de Ali a.s. için de bu üç gurupta bulunabilirler. İsa a.s.'ın hükümlerini ahirete bırakıp cezalarını vermediği gurup ile Ali a.s.'ın cezlarını peşin verdiği hariciler aynı kategori içinde olup hidayetleri asla mümkün olmayan guruptur. üstelik bunlar Resul s.a.a. de haber verdiği gibi dini temelden bozabilecek derecede tehlikeli kişilerdi. Kur'an'ı kendileri lehine kullanıyorlardı. zulüm ve anarşiye başlamışlardı... Ali hepsini kılıçladı elhamdülillah.. Hadiste belirtilen kişiyi bile buldular. konu baya uzundur. ancak bizi ilgilendiren yanı, Ali a.s.'ın yaptığını yapıp İsa a.s. yahudilerin hükmünü ahirete ertelemeseydi bu gün filistindeki zulüm olur muydu... Nitekim İsa a.s. kıyamete yakın gelecek ve Mehdi a.f. ile yahudileri yok edecek onların hükmü ahirete bırakılmış babalarının zulümlerinin intikamını alacaktır...

                  bu gün harici zihniyet Ali a.s.'ın kılıcından kaçan bir kaç kişinin soyundan gelenlerce sürdürülüyor. Bir el kadie ya da taleban ya da vahhabi selefiler, kafası çalışmayan ama silahları müslümanlara kan kusturmada bir an çalışmadan geri kalmayanlar çok olsaydı, halimiz nice olurdu? Yahudiler 15 milyon değil 1.5 milyar olsaydı halimiz ne olurdu...Şükürler olsun ki Mevlamız Ali a.s. Resulden sonra insanlığa en büyük iyiliği yapmıştır onların hükmünü ahirete ertelemeyerek.. Erteleseydi de günah kazanmazdı.. Tıpkı İsa a.s.ın kazanmadığı gibi...

                  İtirazcının derinlemesine düşünüp iki kıyasta kıyas edilen unsurları iyice anlamadan düştüğü üçlü benzetmeye gelince. Yani Ali a.s. bir yerde hükmü vermeyip (beddua etmeyip) sabretmekle Nuha, diğer yanda kılıç hükmünü verip savaşmakla yani sabretmemekle) İsa a.s.a üstünlük sağlarken, sabretmediği için nasıl Nuh'tan üstün oluyor... halbuki Nuh a.s.'ı sabretmeyip beddeua etmekle suçluyor şeklindeki itirazına gelince...

                  burda kıyaslanan unsurlar aynı değildir. Nuh a.s.ın sabrettikleri harici ya da yahudi zihniyetli kişiler değildi. İnkarcılardı. Oysa İsa a.s. ile benzerlik bulunan ve İsa a.s 'ın yok etmesi gerekirken hükmün ahirete bıraktığı yahudilerle benzeşen hariciler idi. Nuh a.s.'ın sabredemeyip beddua ettikleri daha çok Ali a.s.'ın sabrettiği mürtedler oluyordu. ki bunların da dini tamamen silmeye değil, imameti inkara yönelik eziyetleri vardı. Bu da katlanılmayak basit olmayan bir durumdu... Yani nitekim bu gn bunu görmekteyiz.

                  Yorum


                    m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                    Alıntı
                    Sa'saa: "Siz mi daha üstünsünüz, yoksa İbrahim mi?"
                    Hz. Ali (a.s): "Ben İbrahim'den daha üstünüm. Çünkü "İbrahim (as) Allah Teala'ya; "Rabbim, ölüyü nasıl diriltirsin?" diye sordu. Allah Teala; "İnanmıyor musun?" diye buyurdu. İbrahim; "Evet inanıyorum, ama (onu görmekle) kalbimin mutmain olmasını istiyorum."(Bakara/260) dedi. Ama demişim ve her zaman derim ki: Eğer hicaplar kaldırılırsa zerre kadar yakinimde artış olmaz.
                    "


                    İbrahim as ile yapılan batıl kıyası yukarıda açıklamış ve şianın İbrahim as ın imanından şüphe ettikleri için imam aliyi daha üstün tuttuklarını ifade etmiştik. Yalnız burada bir husus daha var. İmamet konusunda şianın dayanak noktası olan tek ayetin muhatabı İbrahim as değilmidir? Kuranda hiçbir ehlibeyt imamının bu makamından tek kelime söz edilmemişken, kuranı kerimde apaçık şekilde imamlık makamına ulaştığı belirtilen ibrahim as değilmidir ? Hem nebi hem imam olan İbrahim as nasıl olursa sadece imam olan imam aliden daha aşağıda yer alır? Çelişki ve yalan dolan yumağından başka bişi değil.

                    bunun (şianın İbrahim a.s.'ın imanındn şüphe etmediğini) biz de açıklamıştık.

                    Kur'an'da İmamların imamet makamından açıkça bahsedilmediği Kur'anda bu inancın hiç geçmediği anlamına gelmez. Hadislerle de bu durum açıklanmıştır. İmamların arafta cennetlikleri cehennemlikleri tanıyıp ayıracağı belirtilmiştir. İbrahim a.s.'ın imametinin açıkça belirtilmesi onun üzerinde kimsenin olmadığı anlamına gelmez. bu durumda ibrahim a.s.'ın, imametinden açıkça belirtilmeyen Resul s.a.a.'ten de üstün olduğuna mı inanacağız!

                    İbrahim a.s. elbette çok yüce bir İmam Nebi'dir. Ulul azm resullerdendir. Tüm insanlık soyunu ona nisbet etmektedir. Ancak bu Muhammed s.a.a.'in ondan üstün olmasına engel değildir. nitekim onun, ömrünün sonuna doğru ulaştığı bu makama, imamlar a.s. çok erken yaşlarda ulaşmışlardır. Ali a.s. da imamete genç yaşta ulaşmış ve onun üzerine bir sürü fazilet eklemiştir.

                    İmam Ali a.s. nebi değildir diyerek hem nebi hem de İmam İbrahim a.s.'dan aşağıdır demek isabetli değildir. Çünkü menzilet hadisinde ifade edildiği ve, mübahale ayetinde geçtiği üzere Ali a.s. Muhammed s.a.a ile nefis birliğine sahip olmasından dolayı Nebi olmasa da o makamdan aşağı makamda değildir. İmamet zaten nübüvvetten üstünse ki buna inanıyoruz imamın nebi olmaması ona bir fazilet kaybı sağlamaz... Kaldı ki İmam Ali a.s.'ın nebi olmamasının sebebi Muhammed s.a.a.'in çok yüce oluşu ve Allah'ın bu yücelikle nübüvvete son noktayı koyması muradına mebnidir...

                    Ehlibeyt a.s. 'dan rivayet edilen sahih hadislere göre Kur'an'daki 300 ayet İmam Ali a.s. hakkında inmiş ve onun faziletini anlatmıştır... İmamete inanmayan sünnilerin bile bunlardan bazılarını itirafı Ali a.s.'a kayıtsız kalamamaları bunun ayrıca delilidir...

                    Yorum


                      m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                      Alıntı
                      Sa'saa: "Siz mi daha üstünsünüz, yoksa Musa mı?"
                      Hz. Ali (a.s): "Ben Musa'dan daha faziletliyim. Çünkü Allah Teâla, Hz. Musa'yı Firavun'u davet etmek için Mısır'a gönderdiğinde Musa Rabbine şöyle dedi: "Rabbim, ben onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldüreceklerinden korkuyorum."(Kasas/33)
                      Ama ben, habibim Resulullah (s.a.a) Allah tarafından beni "Tevbe" süresini Mekke müşriklerinin ehline tebliğ etmek için görevlendirdiğinde, ben onların erkeklerinin ve ayanlarının çoğunu öldürdüğüm halde, onlardan asla korkmayıp yalnız başıma hızlı bir şekilde gidip Tevbe süresinden (birkaç ayeti) yüksek sesle onların duyacağı şekilde açıkladıktan sonra geri döndüm."


                      Vay anasını hz musa öldürülmekten korktu demek. Sizin inandığınız musa as korkaktı yani Allah yolunda öldürülmekten korkuyodu öylemi? İmam ali ise cesur idi korkak değildi bu yüzdende üstün oldu.Ehlisünnetteki nebiler hakkındaki uydurma rivayetleri görünce ağzım açık kalmıştı, bu kadar olmaz demiştim ama meğer oluyomuş. Şianın nebiler hakkındaki rivayetleri çok daha alçaltıcı çok daha tahkir edici ve iftiralarla dolu."

                      ilginç! o kadar da üzücü! Kur'an adına hareket ettiğini söyleyen, Kur'an ve akıl dışında başka kaynak kabul etmeyip bu ikisine ters gelen hadis de olsa ... söyleyen biri.. itirazcı itiraz etsin diyeceğimiz yok. Ama şiayı karalayacağım diye hiç Kur'ana bakmadan sadece akıl ile karalarsa sonuçtan kim zarar görür:

                      "Korku içinde, etrafı gözetleyerek sabahladı. bir de ne gördü ki, dün kendisinden yardım isteyen kimse, ..." Kasas 18

                      " yine (Musa) dedi ki: "Rabbim! ben onlardan bir adam öldürdüm. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum." Kasas 33


                      şimdi Musa a.s.'ın korktuğuna dair bilgi şianın Musa a.s.'a attığı iftirası mı yoksa Kur'an'ın bizzat açıkça belirttiği bir durum mu!. Bu şiayı karalamak için Kur'ana sırt dönüldüğünün açık bir kanıtı değil midir. bir açık önyargı değil midir.

                      İtirazcı nasıl bunu Kur'an ve sünnetten hiç bir delili olmayan üstelik Nebilerin şanına yakışmayan sünni rivayetlerle bir tutar bu da vahametin diğer boyutu.

                      Oysa şia yine de Musa a.s.'ın korkusunun kendine günah getirdiğine inanmaz. Çünkü bu her insanda olabilecek insani bir durumdur. Ancak Ali a.s.dır ki bu korkuyu aklına bile getirmemiş kesin ölüm görünen, hiç kimsenin cesaret bile edinemediği tehlikelere kendini atmıştır. Üstün olmak için değil sırf dini Mübini İslam Sancaı yükselsin, en yüce Allah'ın adı olsun için... Kur'anı arkasına atmış insanları oyuncağı olsun için değil...

                      Yorum


                        Ynt: m mülkiyenin kilitlenen konudaki iddiasına cevap:

                        Güzel nokta yakalamışsın abi...
                        Takip ediliyorsunuz ona göre =)
                        "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

                        Yorum


                          m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                          "Alıntı
                          Sa'saa: "Siz mi mi daha üstünsünüz, yoksa İsa mı?"
                          Hz. Ali (a.s): "Ben İsa'dan daha üstünüm. Çünkü İmran'ın kızı Meryem İsa'yı doğuracağı sırada Beyt'ül Mukaddes'teydi. Sonra ona şöyle bir nida geldi: Ey Meryem! Evden dışarı çık! Bu ev ibadet evidir, doğum evi değildir. (Sancı onu bir hurma dalına götürdü)(Meryem/23)
                          Ama benim annem Esed kızı Fatıma'ya viladet yaklaştığında Mesdcid'ül- Haram'a gelip, Kabe'ye iltica ederek Rabb'ine doğumunun kolaylaştırması için dua edip yalvarmıştı. Bunun üzerine Beyt'ül Haram'ın duvarı yarılıp: "Ey Fatma, eve gir!" diye gaybi bir nida geldi. Bunun üzerine Fatıma duvardan içeri girdi ve beni Allah'ın hareminde ve evinde dünyaya getirdi. Bu fazilet benden önceki ve sonrakilerin hiçbirine nasip olmamıştır."


                          "İşte buna gülünür Gülümseme Allah Meryem as a doğum yapacağı zaman ibadet evinden çıkmasını söylemiş, burası doğum evi değil demiş, fatıma binti esed ra doğum yapacağı zaman ise ona vahy! Gelmiş ve kabenin içine gir orada doğum yap denilmiş... sizin bu batıl kıyaslarınız hem ateistler hem de aleviler için inanılmaz malzeme olur. Yani sizin inandığınız ilah mescidin ibadet yeri olduğu orada doğum yapılmaması hakkındaki hükmünde fikir değiştirmiş."


                          demek ki doğum evi olmayan mabedin doğum evi olarak düzenlenmesi kadar büyük bir olay var ortada. Bu Allah'ın fikir değiştirmesi değildir. İki farklı doğuma verdiği önemdir. Teşbihte hata olmazsa:

                          bir odanız var onu özel işleriniz için kullanıyorsunuz özene bezene tasarlamış, yine aynı şekilde kullanıyorsunuz. hizmetçiniz haber verdi ki misafirler geldi dedi bu odaya mı alalım. cevabınız gayet normal şekilde burası benim gözüm gibi baktığım sadece kendim için kullandığım özel odam burası misafir odası mı diye hizmetçiye çıkışırsınız. Oysa canınızdan çok sevdiğiniz bir misafiriniz gelse, o zaman onu koyacak ağırlayacak yer bulamayıp onu yere göğe sığdıramasanız bu durmda o müstesna odanızı ona açtığınızda kararınızı değiştirmiş orayı misafir odası mı yapmış olursunuz. yoksa her zaman size zevk veren onca işte kullanmanın sizi mutlu ettiği gibi yere göğe sığdıramadığınız misafirinizi de orada ağırlamanın zevkini mi yaşarsınız... o misafir gittikten sonra yine kimseyi oraya almamanız sizin odayı misafir odası olarak kararınızı değiştirmediğinizin de ayrı bir ispatıdır.

                          tabi ki bu benzetmedeki kişilik ve duygulardan Allah münezzehtir. tıpkı tüm noksan sıfatlar ve yaratılmışların hallerine benzemekten münezzeh olduğu gibi ancak biz bu durumu beşer kategorlilerinden oluşmuş sınırlı kalıplara sahip zihnimizin anlaması için örnekledik...

                          yoksa Allah için hiç bir şey vazgeçilmez değildir... O hiç bir kimseye muhtaç değildir hiç bir kulun kendine ibadetine muhtaç olmadığı gibi hiç bir kulun ibadethanede doğmasına da muhtaç değildir... Ama o dilediğine hesapsız rızık verir ve insanları birbirlerinden üstün kılmıştır. Sorun onun bazılarına verdiği nimeti kıskanan insanın zihniyetindedir...


                          "Benim inandığım Allah cc bu gibi tezat ve çelişkilerden münezzehtir.Ateistler islamı karalamak için boşuna ehlisünnet hadislerini araştırıyolar, şia hadislerine bi el atsalar İslam açısından çelişkiler bulmak için orada nasıl bi hazine olduğunun farkında değiller. Ben de daha yeni yeni sizlerin sayesinde bu hazineyi keşfediyorum."

                          Allah tezat ve çelişkilerden münezzehtir tamamen katılılıyoruz. ama buna katılmayan mı var ya da müslüman mıdır buna katılmayan da bu zikre değer görülüyor. bu bir ikincisi, şartların değişmesiyle Allah'ın hükümleri değiştirmesi Onun tezatına işaret etmez. Yüzeysel bakışla zıt hükümler gibi dururlar ama öyle dğildir. Örneğin nesh konusu böyledir.

                          ataistlerin çelişki bulmasına ne hacet... kaldı ki şia hiç kimsenin keyfine göre tepkisel olmuş ve sistemini kurmuş değildir kimseye de boyun eğecek minnet borcu altında da değildir. isteyen istediğini inceler sorar cevabını da öğrenir... Şimdi ataistler Kur'an'da çelişki bulduğunu iddia etti diye Kur'an'ın şanından şüphe mi edelim böyle bir iddia bulamasınlar diye onlardan medet mi umalım.. Cehenneme az mı adam lazım...

                          "ben bu tarz kıyaslar yapmaktan ve bunlara dayanarak fazilet sıralaması yapmaktan Allaha sığınırım. ama sizin düştüğünüz çukurun derinliğini göstermek açısından ufacık bi kıyas yapıcam bakalım Göz kırpan"

                          itirazcı burada inanmadığı halde sırf bizim "düştüğümüz sözde çukur"u göstermek için inanmadığı şekilde zihnini yorup kıyas yapabiliyorsa, bizi anlama konusunda da bunu bekleriz. belki kendisi için fayda eder...


                          "hacer as ın kabri kabenin içerisindedir, fatıma as ın kabri ise medinededir. dolayısıyla hacer as fatıma as den üstündür"

                          bu sizin kıyasınız. fazilet kriteri tek kabriyle alakalı değil. Kaldı ki İnsanlar ölmeden önce fazileti kazanırlar. İradeleri yok olduktan sonra fazilet mi kazanılır. Bu ne biçim batıl kıyas. Ben öldükten sonra bedenimi nereye atacakları benim kontrolümde mi, kazanmadığım iş sebebiyle faziletim yükselsin ya da düşsün. artık ölümle fazilet yarışı bitmiş olur. Mezarı bile belli olmayan bedeni parça parça olan şehidler, Eyüp'ten piyerlotiden adalara bakan güzel manzarayı kapan zenginler kadar faziletli dğeil mi bu durumda. böyle kıyas da ancak şiayı aklınca zor duruma sokacağını sanan önyargı kıyasıdır...

                          "birinci halifenin kabri medinede resulullahın yanıbaşındadır, ehlibeyt imamlarının çoğunun kabri ise mekkeden medineden fersahlarca uzaktır. dolayısıyla ebubekir ehlibeyt imamlarından daha faziletlidir... bu tarz saçma sapan kıyasları genişletmek ve sıalamak o kadar mümkünki.. ama ben sanmıyorumki siz bunlardan kendinize pay çıkarıp bu batıl rivayetleri terkedin. taassub olduğu dürece, hakkı arama istek ve arzusu olmadığı sürece kişi saplandığı yerden asla çıkamaz, orada boğulur gider."

                          bu tarz saçma sapan kıyasları şia mı kullanıyor ki şianın fazilet konusunda yanıldığına delil gösteriliyor burada iddiacının ne söylediğini anlamadım.

                          "Hem öyle bile olsa kabenin içerisinde doğmak neden fazilet olsun ki? suud kralı hamile olan eşini kabenin içine sokar ve orada doğurtur kimsede buna müdahale edemez tek kelime laf diyemez. şimdi bu vahhabinin çocuğu kabede doğdu diye isa as den üstünmü olacak.. subhanallah Gülümseme Son cümleye özellikle dikkat çekiyorum; deniliyoki; “Bu fazilet benden önceki ve sonrakilerin hiçbirine nasip olmamıştır." Bu hiçbirinin içinde resulullahta dahildir, kainatın en yüce varlığı olan resulullah dahi orada doğmamıştır. Hadi çıkın ve yiğitçe diyinki imam ali kabede doğdu, resulullah ise doğmadı dolayısıyla imam ali daha üstündür.ama işte işin içinde takiyye olunca muhatab her zaman tehlike saçar. ne düşündüğünü neye nandığını bilemezsin, seni kandırmak için türlü yollara ve hilelere başvurur. o açıdan takiyyeyi din edinenler kendi söz ve amelleriyle değil ancak onların sahih kabul ettikleri rivayetlerle tanınır.

                          "

                          İnsanın doğduğu güne öldüğü güne selam deniyorsa misafirin nerede gözlerini dünyaya açtığı önemli değil midir. Olmamış çocuğa don biçilmez. Suud kıralının gücü yetiyorsa yapsın o zaman cevaplarız.. Orası Ebabil kuşlarınca korunu şayet mahramiyeti ihlal olunacak olsa.. Gücü yetiyorsa biri denesin bakalım orda doğum yapabiliyor mu... görelim.. hodri meydan. madem fazilet yarışında önemsizmiş... Ali a.s.'ın orda doğması sıradan bir olaymış.. görelim...

                          Resulullah s.a.a. in Kabede dünyaya gelmemiş olması Ali a.s.'ın ona üstünlüğünün delili değildir.Çünkü daha önce de demiştik tek fazilet kriteri kabede dünyaya gelmek değildir. İsa a.s. Muhammed s.a.a.'ten çok daha az fazilete sahip biri olarak Ali a.s. kabede doğarak ondan üstün olmuştur. Ama Muhammed s.a.a. en yüce insandır... onun seviyesine kime erişemez...

                          Kur'an ve akıl metodu kullanan birinin, niyet okumanın vebalini anlatan hadislerden mahrum kalması ihtimal dışı değildir. ki bunun vebalini ve İslam dışı bir yöntem olduunu bilsin... Biz tertemiz İmamların a.s. tertemiz yoluna uyan şiiler olarak atılan bu iftiraların hakkını saklı tutuyor yeri geldiğinde alacağımıza inanıyoruz.. Rabbim ne güzel hükmedendir. herkes yerinde çok iyidir... Allah hidayeti dilediğine verir...


                          "Aslında “ali as resulullahtan daha üstündür” diyen Alevilere çok kızmamak lazım. Çünkü onların beslendikleri kaynaklar bu tip rivayetlerdir ve bunları malzeme edinerek kendi batıl fikirlerine yol ararlar. Onlara bu malzemeleri verenler bizzat şiadır. Nebiler zaten tamamiyle saf dışı bırakılmış baksanıza hepsinde bulunan özellikler imam alide var nasıl olsa bize ne diğer nebilerden. Ama asıl burada dikkat çekilmesi gereken mesele sinsice oynanan oyun, diğer nebiler nasıl dışlandı ise resulullahıda kıyısından köşesinden dışlayıp saf dışı bırakmaktır.şu an bu şia tarafından açık açık dile getirilmesede nihai hedeflenen durum budur. Ama Allahın izniyle ne resulullahın ne de diğer nebilerin önüne bu tarz rivayetler uydurularak kimse geçirilemez. Çünkü onları bizzat Allah seçmiştir ve bunu kitabında bildirmiştir.


                          eğer Ali a.s.'ı Muhammed s.a.a.'ten üstün görenlerin beslendiği kaynaklar şii kaynaklar idiyse bu durumda bu insanlar şia tarafından neden gulat olarak sayılır ve kendilerinden bilinmez? Neden şiilerin çoğunluğu bu inancı taşımaz da en üstün olarak Muhammed s.a.a.'i bilirler..

                          burda iddiacının dediği zaman hala gelmedi mi. Ne zaman şiiler takiyyeyi kaldırıp Resulullah s.a.a. 'i devre dışı bırakacaklar. Devletler de kuruldu daha ne duruyorlar. Şiiler hem öyle korkak kişiler mi ki tarih boyunca hiç kimsenin çekmediği zulmü cefayı işkenceyi çekmişler buna rağmen itikadlarından hiçbir şeyi kaybetmemişler ama bu kadar süre içinde korktukları için (haşa) inandıkları halde "Ali Muhammedden üstündür" diyememişler öyle mi

                          kimlerden korkmuş şiiler, iddiacı bunu da söyleseydi biz de daha rahat cevaplardık! Kur'an ve akıl diyen haricilerden mi korkmuşlar yoksa onların asri versiyonu olan vahhabi selefilerden mi yoksa Abd'den mi? kimden... Yoksa sünnilerden mi... sapıklık ve inanmadığı halde takiyye ile bir mektebin 1400 yıl yaşaması ilkelerinden hiç bir dönemde hiç bir şekilde taviz, en ufak bir sapma göstermemesi, hak olmasının dışında gücünü Haktan almanın dışında hangi sosyal olayla bilimsel cevapla açıklanabilir!...

                          Şia bir hak yıldızı olarak parlamaya devam edecektir. Hem de ne iddiacı müfterilere rağmen.. Elhamdülillah bizimse amacımız burda kendimizi kurtarmak safımızı belli etmek ve bu yüce mektebi tercih etmekle akıllı olduğumuza şükretmektir...

                          Yorum


                            m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                            [quote author=SefaMerve link=topic=8978.msg57738#msg57738 date=1256062816]
                            Güzel nokta yakalamışsın abi...
                            Takip ediliyorsunuz ona göre =)
                            [/quote]

                            Allah razı olsun Allah ilmimizi tashih edip Ehlibeyt a.s.'ın sevgisine vesile kılsın... cümlemiz içn..

                            Yorum


                              m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                              "Alıntı
                              İbrahim b. İshak Abdullah b. Hammad'dan, o da Seyfi Temmar'dan şöyle naklediyor:
                              Bir grup cemaatle İmam Cafer Sadık'ın yanındaydık. İmam (a.s) buyurdular ki: "Bu bina ve bu Kabe'nin Rabbine and olsun ki -bu sözü üç kez tekrarladı- Eğer ben Musa'yla Hızır'ın yanında olsaydım, onlara bildirirdim. Şüphesiz ben onlardan daha alimim. Onların bilmediklerini onlara haber verirdim."
                              (Bihar, c.26, s.196; Besair'ud-Derecat, s.63.)


                              tevazu abidesi imamları düşürdüğünüz hallere bakın...vallahi imam cafer as sizin ona yakıştırdığınız bu kibirli sözlerden uzaktır."

                              İmamlar a.s. bir inanç yetiştiricileridirler. Adalet gereği onları konumlarında sevmek ve onlara konumlarıyla birlikte inanmamız şarttır. Onların konumlarını biz aşağıdakiler tahmin bile edemeyiz. öyleyse her konuda inançlarımızı onların yanılmaz sözlerinden öğrendiğimiz gibi kendi konumlarını da onlardan öğreniriz. onlar gurur için bunu söylemekten münezzehtirler. Oysa zulüm bir varlığı konumundan kaydırıp başka yere konulmasının adıdır. Onlara zulmetmeden sevmek için Onlar kendi konumlarını bize tanıtıyorlarsa bu üstünlük taslamalarından değildir. Yoksa tevazu bakımındna Resul s.a.a. ten üstün insan mı vardı. Ama o hazret kendi konumunu açıklarken, kendini en aşağı konumda mı tanıtmış tevazu olsun diye... Tevazu yapmanın ölçüsü sadece gizli büyüklenme midir. Ben büyük değilim deyip aslında büyüklüğünü idda tevazu mudur. ondan manevi rant elde etmek midir tevazu...

                              "Alıntı
                              Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetimin alimleri Beni İsrail peygamberleri gibidir." (Bihar, c.2, s.22)

                              Yine Hz. Paygamber (s.a.a) diğer bir hadisinde şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetimin alimleri Beni İsrail peygamberlerinden daha üstündür." (Buradaki alimlerden kasıt büyük ihtimalle Ehlibeyt İmamlarıdır, normal alimler değildir.)


                              ben bu uydurma rivayetin sadece ehlisünnette olduğunu sanıyodum. onlarda şeyhlerini yüceltirken bu rivayeti kullanır ve şeyhlerinin (alimlerinin) beni israil peygamberlerinden ( musadan, yakubdan, yusuftan (ra) vs) üstün olduğunu iddia ederler.

                              meğer hemen sizde kapmışsınız bunu. ama parantez içinde açıklama ekleyip bu alimler ehlibeyttir demeyide ihmal etmemişsiniz Gülümseme


                              bir rivayet uydurma demekle ya da, uydurma rivayete benzetmekle uydurma olmaz. bu konuda bir delilini göremedik iddiacının.. bu yüzden cevaplayamıyoruz. ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki, imametin "i"sinin bile izinin olmadığı sünni kültürle büyüyüp, hatta imametin zıttı muaviyenin bidatlarıyla itikad oluşturup birinin Nebileri ve İmamları gerçek konumlarında görebileceği ihtimal dışıdır. Şiayı okuyuncaya kadar imametten ve İmametin Kur'anda geçtiğinden haberi olmayan birinin nebi kavramının seviyesini bilmesi elbette sahih olmasa gerek.. Ancak yeminlerle bir konu ispat edilmez. yemin ilmi tartışmalarda kanıt değildir. Tıpkı gülmenin, gülünen kanıtları zayıflatıp alaya alınmasına sebebiyet vermeyeceği gibi...


                              "gülüyorum ama vallahi komik olduğu için değil acıdığımdan gülüyorum..Alimlerinizi, üstadlarınızı, şeyhlerinizi vs hepsini üstüste koyun bir tane yusuf as etmez, bir tane musa as etmez, bir tane yakub as etmez..."

                              iddiacıların gülmesi acımadan dolayı olsaydı, bu samimiyetsizliklerine işaret olurdu. Çünkü samimi ve karşısındakinin batıl olduğunu gören bir iddiacı buna gülemez... bunun acısını çeker... Oysa bu durumda gülen birisinin iki durumu kendini ele verir:
                              1- gururlu olduğu, ki kendisini yanılmaz karşıdakini kafası çalışmaz görmüştür
                              2- delillerinin yetersizliğini hissetmiştir. gülerek bu açığını kapatmak için ikna edemediğini kendine mazur gösterir.

                              oysa biz gülemiyoruz. Umarız Rabbimiz bizi daha hakikate iletir ve layık olmayı hayallediğimiz, Ehlibeyt a.s.a hizmet makamına yükseltir.

                              Yorum


                                m mülkiyenin kilitlenen konulardaki iddialarına cevaplar (El kafi Mükemmel)

                                Öfkelerinden kuduranlara yüksek dozda "Al-i İmran - 119" tavsiye edip, konumuza devam ediyoruz;

                                AYETTE KASTEDİLEN BÜYÜK GÜN NEDİR?

                                “Ebu Hamza’dan, Cafer (a.s) dedi ki : “Sana feda olayım, muhakkak ki Şia sana su Ayetin tefsirini soruyor : “ Onlar birbirlerine neyi soruyorlar? O büyük haberimi?” (Nebe 1-2) ve Cafer (a.s) dedi ki: “Bunu istersen onlara haber veririm istersen de vermem. Ama ben sana tefsirini Vereceğim.” Ve bende: “Onlar birbirlerine neyi soruyorlar?”dedim ve O’da dedi ki: “O, Müminlerin emiri (Ali bin Ebi Talib) hakkındadır. Müminlerin emiri (a.s) buyuruyor ki: “
                                “Allah’ın benden daha büyük bir ayeti yoktur ve Allah’ın benden daha azametli bir haberi Yoktur.” (el-Kafi : 207 / 1) dedi.


                                Şiasıyla sünnisiyle tüm müfessirler ayette kastedilen "büyük gün" den kastın kıyamet olduğunu söylemelerine rağmen, hatta müfessirlere bile gerek kalmadan ayetin siyak ve sibakına bakıldığında bu çok rahat anlaşılmasına rağmen, şia malesef yine yapacağını yapmış ve "orada kastedilen büyük gün İmam Alidir" diyerek alenen kuranı tefsir yoluyla tahrif etmiştir.

                                Olyaın diğer boyutu; Ali (r.a) nin üzerine yalan atmakla kalmıyorlar onu Peygamberlerden, Kur’an-ı Kerim’den, gök ve yerin yaratılmasından ve Kıyamet gününden vs daha büyük bir ayet kılıyorlar. Gerek Allahın kitabı, gerek imam Alinin şahsı bu tarz tahrif ve iftiralardan uzaktır."


                                bu konuda yardımlarını esirgemeyen değerli alimimiz, üstadım F. Altana teşekkürü borç biliyor, Allah, vücudunun bereketini aramızdan eksik etmesin diyor, ilmiyle daima yolumuzu aydınlatsın istiyorum..
                                Allah kendinden razı olsun...

                                Ayetlerin geçtiği sure bir kaç şeyden bahsediyor: 1 kıyametten 2- Allahın yer, gök ve insanlar hakkındaki kudretinden, 3- kıyametin başlangıç nişanelerinden 4- azgınların elemli azaplarından 5- cennetin teşvik edici nimetlerinden 6- yakın azapla şinzardan ve kafirlerin üzüntülü kaderinden

                                Bazı şii rivayetlerde, soruşturulan büyük haberden kastın İmamet olduğunu aktarır. Hatta bırakn Ehlibeyt senedli rivayetleri sünnilerin bazı rivayetleri bile burada nebeil azimden kastın Ali a.s. ve onun velayeti olduğunu aktarmışlardır. Ancak her iki ekol de burdaki ayetlerin kıyametten bahsettiği üzerinde birleşmişlerdir.

                                tefsir yöntemine az çok vukufu olanlar, bu alanda farklı rivayetleri görürler. Bu rivayetlerden en doğrusunu akıl sahipleri tercih eder. Büyük sapmalara ve zıtlıklara sebep olamdığı sürece ne bu rivayetlerin farklılığı ne de tercihlerin farklılığı kınanma konusu olmamıştır.

                                Oysa itirazcının burda takındığı tavırdan sanki birbirine zıt, biri olduğunda diğer ortadan kalkacakmış gibi iki durum var zannedilmektedir. oysa burada rivayetlerin farklılığı birbirine zıtlık arzetmediği gibi öyle iddia edildiği gibi Kur'an'ın tahrifi falan da değildir.

                                Kıyametin kopması da Ali a.s.'ın imameti gibi bir ayettir. İnsanların akıllarını başlarına almaları için verilen bir şanstır. Bir sınavdır. İkisi de zulme karşı bir settir. İkisi de inanılacak bir sınavdır. nasıl biri olduğunda diğeri ortadan kalkması şarttır gibi verilebilir ki.. Yani onlar bu haberi soruşturanlar, Ali a.s.'ın velayeti, Mehdi a.f.'in işlevi ve zuhuru, kıyametin hakikati hakkında tek tek ya da tamamı için konuşmuş olamazlar mı.. bu biri olduğunda diğeri ortadan kalkacak nitelikteki zıtlıklar mı...

                                Dileyen imanını nasıl güçlendirecekse o rivayeti tercih eder. kimi hayatını ve terbiyesini kıyamet korkusu üzerine bina edr kimi de Ali a.s.'ın temelini attığı, Mehdi a.f.in bitireceği adalet sarayı üzerine bina eder..

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X