Kısaca İmam Hasan'ın (a.s) Hayatı
- Medine şehrinde, hicretin üçüncü yılında ramazan ayının on beşinci gecesinde dünyaya gelmiştir.
Anne ve babasının ilk çocuğuydu. Resul-i Ekrem (s.a.a), doğduktan hemen sonra kucağına alarak sağ kulağına ezan ve sol kulağına ise kameti okudu. Sonra onun için bir koyun kurban etti. Saçını tıraş edip saçı ağırlığınca -bir küsur dirhem kadar- gümüş verdi fakirlere ve peşinden de başını ıtırla kokulandırmalarını emretti. Ve o andan itibaren bebek için akika (kurban kesmek) ve saçının ağırlığınca sadaka verme geleneği oluştu.
- Ona, cahiliye döneminde kullanılmayan Hasan ismini verdi ve künyesini de Ebu Muhammed koydu.
Bundan başka künyesi olmamıştır.
- Lakapları; Sıbt (torun), Seyyid (efendi), Zeki (temiz), Mücteba (seçilmiş) ve Taki (takvalı)'dir.
- Eşleri; Talha b. Übeydullah kızı Ümmü İshak, Abdurrahman b. Ebu Bekr'in kızı Hafsa, Süheyl b.
Amr'ın kızı Hind ve Eş'as b. Kays'ın kızı Cu'de'dir. Cu'de, Muaviye'nin aldatmasıyla İmam'a zehir verip şehit etmiştir. Hayatı boyunca eşlerinin sayısı sekiz veya ondan –iki farklı rivayete göre- fazla olmamıştır. "Ümm-ü Veled"leri de bu sayının içindedir. İnsanlar onun çok sayıda kadınla evlendiğini ileri sürmüşler ve kafalarına estiği gibi bu sayıyı artırdıkça artırmışlardır. Bu rakamlarla işaret edilen ve bazılarının da eleştiri vesilesi olan çok sayıdaki evliliklerin gerçekliği olsa bile, hayat ortağı olması anlamında değil, kanunî ve şer'î durum ve hallerin icap ettiği olaylardır bunlar ve ister istemez bu durumlarda evlilik ve boşanmak birbirinden ayrı değildir; bu da, bu evliliklerin özel konum ve durumlarda gerçekleştiğini gösterir. Kesinlikle kanunî ve şer'î durum ve şartların gerektirdiği durumda çok evlilik insanın kınanmasını gerektirmez; aksine bu olayı, bu şartları doğuran sebepleri göz önünde bulundurduğumuzda bu, İmam'ın, insanların nezdindeki gücünü ve saygınlığını, değerini ortaya koymaktadır. Fakat aceleci kusur arayanlar ne hakikati bilmişlerdir ve ne de kendi cahilliklerini. Bunlar, İmam'ın Abdurrahman b. Amir b. Keriz'e -eşlerinden birinin eski kocası- verdiği cevabı duysalardı böyle bir eleştiride bulunmazlardı.
- İmam Hasan'ın kız erkek toplam on beş çocuğu dünyaya geldi. İsimleri şöyledir: Zeyd, Hasan, Amr, Kasım, Abdullah, Abdurrahman, Hasan Esrem, Talha, Ümm'ül- Hasan, Ümm'ül-Hüseyin, Fatıma, Ümmü Seleme, Rukiyye, Ümmü Abdullah ve Fatıma. Soyu sadece Hasan ve Zeyd adlı oğulları aracılığıyla devam etmiştir; dolayısıyla bu ikisinin dışındakileri İmam Hasan'a nispet etmek doğru değildir.
- Görünüm, ahlâk, vücut yapısı, davranış, cömertlik ve yücelik bakımından onun kadar Resulullah'a benzeyen bir başkası yoktu. Onun niteliklerini anlatanlar övgüyle ondan şöyle söz etmişlerdir: Yüzü birazcık pembeyle karışık beyaz, gözü siyah, yanağı düz, sakalı sık, saçı dalgalı, boynu beyaz, vücudunun organları birbiriyle uyumlu, geniş omuzlu, iri kemikli, ince belli, ayağı ne uzun, ne de kısa, orta boylu, siması cezzap ve çehresi en güzel çehrelerden biriydi. Veya şairin dediği gibi:
"Akıl sahiplerinin aklından geçen hiçbir güzellik yoktur ki / O, bu güzellikten nasibini almamış olsun.
Zülfü altından parlayan alnı şuna benzer ki, / Dolunayın karanlık gecede başına bir taç koyduğunu sanırsın.
Onun gönül okşayan kokusu yeryüzünün amberinden o kadar üstündü ki, / Onların miskinden de… Onu semavî bir ıtır sanırsın."
İbn-i Sa'd şöyle der:
"Hasan ve Hüseyin saçlarına siyah kına sürerlerdi." Vasıl b. Ata; "Hasan b.
Ali, peygamberlerin simasına ve padişahların parlaklığına sahipti." demiştir.
- Arkasından soylu atları yürüttükleri hâlde o, yirmi beş defa yaya olarak hac ziyaretinde bulunmuştur. Ölümü anınca ağlardı; mezarı hatırlayınca ağlardı; mahşeri ve sırat köprüsünden geçmeyi hatırlayınca göz yaşı dökerdi; hesap için duracağını hatırlayınca öyle bir feryat ederdi ki hıçkırıklarla yere yığılırdı. Cennet ve cehennemi andığı zaman yılan sokmuş gibi kıvranıp dururdu; Allah'tan cenneti talep eder ve cehennemden O'na sığınırdı. Abdest alarak namaza durduğunda vücudu titrer, benzi
sararırdı. Üç defa mal varlığını Allah'la bölüştürdü. (Yarısını Allah yolunda harcadı.) İki defa Allah için tüm mal varlığını bağışladı. Bunların yanında, her zaman Allah'ı zikrederdi.
Demişlerdir ki:
"O, kendi döneminde insanların en çok ibadet edeni ve dünya süslerine karşı en ilgisiz olanıydı."
- Yaratılışında üstün insanlık alâmetleri vardı. Onu görenin gözüne büyük görünür, onunla ilişkisi olan ona sevgi besler, onun konuşmasını veya hutbesini dinleyen dost-düşman konuşmasını bitirinceye ve hutbesini tamamlayınca kadar olduğu yerde çakılıp kalırdı. İbn-i Zübeyr (İbn-i Kesir'in kendi tarih kitabında, c.8, s.377'de naklettiğine göre) şöyle demiştir:
"Vallahi, kadınlar Hasan b. Ali gibi birisinden [gözlerini kaldırıp şehevî maksatla bakmayacağından emin oldukları için] çekinmezlerdi."
Muhammed b. İshak der ki:
"Resulullah'tan sonra haysiyet ve değer bakımından hiç kimse Hasan b. Ali'ye ulaşamadı. Evinin kapısının önüne sergi sererlerdi, o da evinden çıkıp orada oturunca yol kapanırdı. Ona saygıdan dolayı hiç kimse karşısından geçmezdi; o bunu anlayınca kalkar evine gider, insanlar da oradan gidip gelirlerdi."
Mekke'ye giderken merkebinden inerek yola yaya olarak devam edince kafiledekiler de ona uyarak merkeplerinden indiler. Kafilede bulunan Sa'd b. Ebi Vakkas da merkebinden inerek onun yanında yoluna yaya olarak devam etti.
*
Müdrik b. Ziyad, Hasan ve Hüseyin'in atının yularını tutan ve elbiselerini düzelten İbn-i Abbas'a; "Sen bunlardan yaşlı olduğun hâlde onların atının yularını mı tutuyorsun?" dediğinde, İbn-i Abbas ona şu karşılığı verdi: "Ey alçak adam! Sen ne bilirsin bunların kim olduğunu! Bunlar Resulullah'ın oğullarıdır.
Acaba onların atının yularını tutmam ve elbiselerini düzeltmem, bana Allah'ın bahşettiği bir lütuf değil midir?!" Böyle bir makam ve mevkie sahip olmasına rağmen öyle mütevazı ve alçak gönüllüydü ki, bir gün yerde oturmuş toprağın üzerine bıraktıkları ekmek parçalarını yemekte olan bir grup fakirin önünden geçerken, onu gören fakirler:
"Ey Resulullah'ın oğlu! Gel birlikte yemek yiyelim!" dediler. İmam Hasan hemen merkebinden inerek; "Allah kibirlenenleri sevmez." buyurdu ve onlarla birlikte ekmek yemeğe başladı. Sonra onları evine misafir olmaya davet etti, hem yemek verdi hem de giyecek bir şeyler bağışladı.
*
O kadar cömert ve eli açıktı ki, bir gün birisi gelerek muhtaç durumda olduğunu söyledi. İmam Hasan; "İhtiyacının ne olduğunu yazarak bize ver." dedi. Adamın yazısını okuyunca istediğinin iki katını verdi. Oradakilerden biri; "Bu yazı onun için ne kadar da bereketli oldu ey Resulullah'ın oğlu!" deyince, şu karşılığı verdi: "Aslında bizim için daha bereketli oldu. Çünkü bizi iyilik yapanlardan kıldı. İyiliğin, birisine istemeden vermek olduğunu, fakat istendikten sonra verilen şeyin onun haysiyeti karşısında değersiz bir parça olduğunu bilmiyor musun?" "Bu adam geceyi ıstırap içinde, korku ve ümit arasında geçirmiş olabilir. Muhtaç durumuyla kendisini ret mi edeceğini, yoksa kabul ederek onu sevindireceğini bilmeyerek titreyen bedeni ve hızla çarpan kalbiyle sana gelmiştir; bu durumda ona istediği kadar verecek olursan, senin yanında döktüğü haysiyeti karşısında ona çok az bir şey vermiş olursun."
*
Bir şaire bağışta bulununca oradakilerden biri; "Sübhanallah! Allah'a karşı günah işleyen ve iftira eden bir şaire bağışta mı bulunuyorsun?" dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: "Ey Allah'ın kulu! Maldan yapılan en iyi bağış, onunla kendi haysiyetini koruduğun bağıştır. Hayrı arama türlerinden biri de şerden sakınmaktır."
*
Kendisinden bir şey isteyen birine elli bin dirhem ve beş yüz dinar vererek; "Bunu taşıması için birini getir." buyurdu. Adam birini getirince İmam cübbesini ona vererek; "Bu da hamalın ücreti." buyurdu.
*
Bir gün bir Arap yanına geldi; "Biriktirdiğimiz her şeyi ona verin." dedi. Birikmiş yirmi bin dirhemi Araba verdiler. Arap dedi ki: "Efendim! İhtiyacımı söylememe ve senin hakkında övgüler okumama izin vermediniz?!" İmam ona cevap olarak şu anlama gelen bir şiir okudu: "Bizden bir şey isteyenin haysiyetinin dökülmesinden korkmamız, onun istemesinden önce vermemizi gerektirir."
*
Medainî şöyle der: "Hasan, Hüseyin ve Abdullah b. Cafer hacca gidiyorlardı. Yolda azık torbaları kaybolunca, aç ve susuz bir vaziyette yaşlı bir kadının yaşadığı bir çadıra ulaştılar. Yaşlı kadından su istediklerinde, kadın; 'Bu koyunu sağın ve onun sütünü suya karıştırarak için.' dedi. Onlar da onun dediği gibi yaptılar ve sonra da yemek istediler. Yaşlı kadın; 'Benim sadece bir koyunum var, onu kesin, etini yiyin.' dedi. Onlardan biri koyunu kesti, etinden biraz pişirerek yediler ve geceyi de orada uyuyarak geçirdiler. Oradan ayrıldıklarında, yaşlı kadına; 'Biz Kureyş'teniz; hacca gidiyoruz, dönünce yanımıza gel de sana ikramda bulunalım.' dediler." "Yaşlı kadının kocası gelip durumu öğrenince; 'Yazıklar olsun! Benim koyunumu tanımadığın insanlar için kesiyorsun ve Kureyş'tendiler diyorsun!?' dedi." "Günler geçti ve yaşlı kadının maddî durumu kötüleşti. Bunun üzerine oradan göçtü ve yolu Medine'den geçti.
Hasan b. Ali onu görüp tanıdı. Yanına gitti; 'Beni tanıyor musun?' dedi. Kadın; 'Hayır.' dedi. Hasan b. Ali; 'Ben falan gün sana misafir olan kişiyim.' dedi ve peşinden ona bin koyun ve bin dinar vermelerini emretti. Sonra onu kardeşi İmam Hüseyin'in yanına gönderdi. Bir o kadar da İmam Hüseyin bağışlayıp, onu Abdullah b. Cafer'e gönderdi. Abdullah da onlar kadar kadına bağışta bulundu."
*
Biri Haşimîlerden ve diğeri Emevîlerden olan iki kişi birbiriyle tartışıyordu. Biri; "Benim kavmim daha üstündür." diyordu, öbürü ise; "Benim kavmim." diyordu. Sonunda her biri kendi kavminden on kişinin yanına giderek bir şey istemeyi kararlaştırdılar. Emevî adam Emevîlerden on kişiye gitti. Her biri ona on bin dirhem verdi. Fakat Haşimî adam önce Hasan b. Ali'nin yanına gitti, İmam ona yüz elli bin dirhem vermelerini emretti. Sonra Hüseyin b. Ali'ye gitti, o da; "Benden önce birisine gittin mi?" diye sordu. Adam; "Evet, dedi. Kardeşin Hasan'a uğradım." Bunun üzerine İmam Hüseyin; "Ben efendimin verdiği şeyin üzerinde veremem buyurdu." ve o da yüz elli bin dirhem ona verdi. Emevî adam, on kişiden aldığı yüz bin dirhemle geldi, Haşimî adam ise iki kişiden aldığı üç yüz bin dirhemle geldi. Emevî adam buna öfkelenerek aldığı parayı sahiplerine iade etti; sahipleri de kabul ettiler.
Fakat Haşimî adam paraları sahiplerine iade etmek isteyince, Hasan ve Hüseyin kabul etmeyerek; "İster al, ister at; biz verdiğimiz bağışı geri almayız." buyurdular.
*
Bir gün, siyah bir kölenin, önündeki bir ekmekten bir lokma yediğini ve bir lokma da oradaki bir köpeğe verdiğini görünce; "Niçin böyle yapıyorsun?" diye sordu. Köle; "Kendim yiyip ona bir şey vermemekten utanıyorum." cevabını verince İmam Hasan (a.s); "Ben gelinceye kadar buradan ayrılma." buyurdu.
Sonra kölenin sahibine giderek köleyi ve içinde yaşadığı bağı satın aldı; ardından köleyi azat edip bağı da ona verdi.
*
İmam Hasan'ın bağış ve cömertliği hususunda bunlara benzer birçok örnek vardır; fakat maksadımız onları beyan etmek olmadığı için şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz. Mervan'ın deyimiyle dağ gibi bir hilme ve affediciliğe sahipti. Zühdü ve dünya süslerine kayıtsızlığı öyle bir hadde varmıştı ki, Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Babeveyh (ölm. hicrî 381) Zühd'ül-Hasan adında bir kitap yazarak onun sadece bir sıfatına tahsis etmiştir. Bu konuda, din uğruna bir anda bütün dünyaya sırt çevirmesi yeterli bir örnektir.
- O, cennet gençlerinin efendisi ve Resulullah'ın soyunun devam ettiricisi olan iki kişiden biridir. O, Resulullah'ın Necran Hıristiyanlarıyla lânetleşmeye gittiğinde beraberinde götürdüğü dört kişiden biriydi. Ashab-ı Kisa'nın (örtü altındaki) beş kişiden biri ve Allah Tealâ'nın itaatlerini kullarına farz kıldığı on iki kişiden biridir. O,
Kur'ân-ı Kerim'de bütün çirkinlik ve kötülüklerden arınmış olarak tanıtılan kişilerden biridir.
Allah Tealâ, Peygamber'in risaletinin karşılığı, ücreti olarak sevilmelerini öngördüğü kişilerden biridir. Resul-i Ekrem'in Kur'ân ağırlığına eşit tanıttığı kişilerden biri ve paha biçilemez iki değerden biri olarak belirlediği kimselerden biridir. O Resulullah'ın reyhanesi, sevgilisi ve Resulullah'ın; "Allah'ım! Onu seveni sev." diye hakkında dua ettiği kimsedir. Onun iftiharları o kadar fazladır ki hepsini beyan etmemiz uzun sürer ve uzun uzadıya anlatmamıza rağmen de bitmez, tükenmez. Babasının vefatından sonra, Müslümanlar halife olarak ona biat ettiler. O kısa dönemli hükümetinde, işleri en güzel şekilde idare etti. Hicretin 41. yılının cemaziyülevvel ayının on beşinde (en sahih rivayetlere göre) Muaviye'yle barış yaparak bu hareketiyle dini korudu ve müminleri ölümden kurtardı. Bu işte, babası vasıtasıyla Resulullah'tan aldığı özel eğitime uygun davrandı. İmam Hasan'ın zahiri ve resmi halifelik süresi yedi ay yirmi dört gündür. Barış anlaşmasını imzaladıktan sonra Medine'ye döndü ve orada ikamet etti. Onun Medine'deki evi oranın sakinleri ve oraya gelenler için ikinci harem oldu ve o, bu iki haremde, hidayet cilvegâhı, ilim nuru ve Müslümanların sığınağı oldu. Etrafını, dini anlamak ve öğrenmek ve sonra da kendi şehirlerine dönüp kavimlerini Allah'ın azabından korkutmak için uzak şehirlerden gelenler sarmıştı. Bunlar onun öğrencileri, ilminin taşıyıcıları ve ondan rivayet eden ravilerdi. Hasan b.
Ali, Allah'ın kendisine bağışladığı üstün ilmi nedeniyle ve yine halkın gönlündeki yüce makam ve mevkisinden dolayı ümmete önderlik edecek, onların düşüncelerini yönlendirecek, inanç ve itikatlarını düzeltecek, onlar arasında vahdeti ve birliği sağlayacak en güçlü kişiydi. Sabah namazını kıldıktan sonra güneş çıkıncaya kadar Resulullah'ın mescidinde oturup Allah'ı zikrederdi.
Halkın ileri gelenleri ve saygın kişileri onun etrafını sarıyor. O da onlarla konuşuyordu. İbn-i Sabbağ, el-Fusûl'ul- Mu-himme adlı kitabının 159. sayfasında şöyle yazıyor: "İnsanlar onun etrafını sarıyor ve o da onların ilmî problemlerini hallediyor ve muhaliflerin eleştirilerini cevaplıyordu." Hac yaptığında, tavaf anında insanlar onu selâmlamak için öyle bir izdiham yapıyorlardı ki, bazen ayaklar altında ezilecek hâle geliyordu!
- Onu defalarca zehirlemişlerdir (kitabımızın bir bölümünde bunu genişçe ele alacağız), son defasında tehlikeyi hissedince kardeşi İmam Hüseyin'e; "Ben yakında senden ayrılıp Rabbime kavuşacağım. Bil ki, beni zehirleyip ciğerlerimi pare pare yaptılar. Ben bunu kimin yaptığını biliyorum ve Allah'ın huzurunda buna sebebiyet vereni şikâyet edeceğim." dedi. Sonra buyurdu ki: "Beni Resulullah'ın yanı başında toprağa ver; çünkü ben ona ve onun evine herkesten daha evlâyım; fakat eğer buna engel olurlarsa, seni Allah'a yakın kılan bağın hakkı için ve Resulullah'la olan yakın akrabalığın hürmeti hakkına, benim için bir damla kan dökülmesine bile en-gel ol; bırak da Resulullah'a kavuşalım, onun huzurunda düşmanları şikâyet edelim ve halkın zulmünü ona anlatalım." Daha sonra ailesi, evlâtları ve kendisinden geriye bıraktığı şeyler hakkında ona gerekli tavsiyelerde bulundu ve ona babası Ali'nin vasiyet ettiği şeyi vasiyet edip onun kendisinden sonraki halife olduğunu halka bildirdi. Ve hicretin 49.
yılında da, safer ayının 17'sinde şahadet şerbetini içti. Ebu'l-Ferec el-İsfahanî şöyle yazar: "Muaviye, oğlu Yezid için biat almak istiyordu.
Bunun önündeki en büyük engel olarak Hasan b. Ali ve Sa'd b. Ebi Vakkas'ı görüyordu. İşte bu nedenle her ikisini de gizlice zehirledi." Açıktır ki bu gibi büyük facialar, uykuya dalmış ve uyuşturulmuş insanların vücuduna inen bir kırbaç gibi onların şuur ve idraklerini uyandırıyor, acı hislerini canlandırıyordu... Bütün İslâm diyarında bu büyük olayın haberi ağızdan ağıza dolaşıp durdu; her bir köşede, halk kaynıyordu; bu dalgalanma bir ayaklanmanın ayak sesleriydi. Kopan her uğultu hükümet düzenini bir inkılâpla tehdit ediyordu. Allah Tealâ buyuruyor ki: "Zulmedenler yakında nasıl bir sona uğrayacaklarını bilecekler." Sıbt b. Cevzî kendi rivayet zinciriyle İbn-i Sa'd'dan, o da Vakıdî'den şöyle rivayet eder: "Hasan b. Ali, ölüm döşeğindeyken, beni babam Resul-i Ekrem'in yanına defnedin, dedi. Fakat Emevîler, Mervan b. Hakem ve -Medine valisi- Said b. As buna engel oldular! İbn-i Sa'd diyor ki: Muhaliflerden biri olan Aişe, 'Hiç kimse Resulullah'ın yanına defnedilmemelidir.' dedi." Ebu'l-Ferec-i Emevî el-İsfahanî şöyle rivayet etmiştir: "Hasan b. Ali'yi toprağa vermek istediklerinde, o kadın bir katıra bindi. Ümeyyeoğulları ile Mervanoğulları'nı ve oradaki yaverleri ve ordularından bulunan herkesi yardıma getirdi. Bu yüzdendir ki konuşmacının biri; 'Bir gün katırın üzerinde ve bir gün de devenin...' dedi." Mes'udî de Aişe'nin kül renginde bir katıra binişini ve Resulullah'ın Ehlibeyti'ne karşı Emevîlere ikinci kez komutanlık edişini kaydetmiştir ve demiştir ki: "Muhammed b. Ebu Bekir'in oğlu Kasım, Aişe'nin yanına giderek dedi ki: 'Halacığım! Biz henüz 'kızıl deve' olayından kurtulmamışken, şimdi de 'kül rengi katır' olayını mı buna eklemek istiyorsun?!' Bu söz üzerine Aişe geri döndü." Hüseyin b. Ali'nin etrafında toplanan kalabalık bir halk kitlesi vardı. Dediler ki: "Bizi Mervanoğulları'yla baş başa bırak, vallahi onlar bizim karşımızda çok güçsüz ve zayıftırlar." Bunun üzerine İmam Hüseyin şöyle dedi: "Kardeşim onun için bir damla bile kan dökülmemesini vasiyet etmiştir. Eğer bu vasiyet olmasaydı Allah'ın kılıçlarının onlara ne yapacağını görürlerdi. Onlar bizimle aralarındaki ahdi bozdular ve bizim şartlarımızı ayaklarının altına aldılar." İmam bu sözlerle sulh şartlarına işaret etmekteydi. Hasan b. Ali'yi oradan Bakî mezarlığına götürdüler ve
büyük annesi Fatıma bint-i Esed'in yanı başında toprağa verdiler. el-İsabe kitabında Vakıdî'den ve o da… Sa'lebe'den şöyle naklediliyor: "Hasan b. Ali vefat ettikten sonra Bakî'ye defnedilince ben oradaydım... Öyle bir izdiham vardı ki, Bakî'de iğne atsan yere düşmezdi..."
ABNA.İR
1- Bunları Zübeyr b. Bekar, el-Muveffekıyyat adlı kitabında ve İbn-i Hacer, el-İsabe adlı eserinin birinci bölümünde Haris b. Veheb'in hayat hikâyesi kapsamında ondan nakletmiştir.
2- Çünkü Muaviye ısrarla İmam Hasan'a (a.s) barış önerisinde bulunuyor, Allah için ve halkın lehine her şartı kabul etmeye hazır olduğunu bildiriyor ve ümmetin canını koruması gerektiğini hatırlatıyordu. Bu öneri açık bir şekilde her iki cepheye bildirildi ve herkesin bundan haberi oldu. Oysa herkes -hem İmam Hasan, hem Muaviye ve hem de her iki ordu- savaşın devam etmesi durumunda Muaviye'nin zafere ulaşacağını biliyordu. Bu durumda eğer İ-mam Hasan savaşa devam etmeye ısrar edecek olsaydı ve sonra da herkesin bildiği akıbete uğrasaydı, insanlar onu eleştirmek ve onu kınamak hususunda kendilerini haklı görürlerdi. Ve eğer İmam Hasan o gün savaşa devam etmek için "Muaviye savaş şartlarına uymayacak veya milletin canı ve dini konusunda ona güvenilemez." mazeretine sarılsaydı, hiç kimse bu mazereti kabul etmezdi. Çünkü Muaviye'nin bütün şartları kabul etmeye hazır olduğu doğrultusundaki bildirisi herkesi yanıltmış idi. O gün Emevîlerin çirkin çehresi, insanların, İmam Hasan'ın görüşünü kabul etmelerine yardımcı olacak veya Muaviye'yi ezecek kadar açık değildi. Çünkü, dediğimiz gibi, genel olarak Müslümanlar onun Müslümanlık geçmişine bakıyorlardı ve bu hususta Muaviye düzeninin yoğun propagandasının etkisi altında kalmışlardı. Fakat Seyyid'uş-Şuheda İmam Hüseyin'in döneminde bu aldatma perdesi yırtılmıştı; işte bu nedenle onun kendini feda etmesi, hakikat ve hakikat yanlılarına yardımcı olmak konusunda ebedî bir etki bırakabilirdi... Ve Allah'a şükürler olsun ki bıraktı da... Daha geniş bilgi için elinizdeki kitabın "Biat Günlerinde Kûfe" bölümüne bakınız.
3- Barış anlaşmasının metni, şartları ve Muaviye'nin bu şartlara ne kadar bağlı kaldığı mevzularını bu kitapta okuyacaksınız inşallah.
4- Hicretin altısında, Resulullah Kâbe'yi ziyaret etmek niyetiyle bin dört yüz kişiyle birlikte Mekke'ye doğru hareket etti. Kureyş "Hudeybiye" denilen yerde Resulullah'ın yolunu keserek Müslümanların Mekke'ye girmelerine engel oldu. Resulullah bu mevzuu Kureyş'le konuşmak için Mekke'ye bir elçi gönderdi. Kureyş elçiyi zindana attı; onun öldürüldüğü söylentisi Peygamber'e ulaşınca savaşmaya karar verdi ve Müslümanlardan fedakârlık yapmaları konusunda biat aldı (bu biata "Rızvan Biati" denir). Kureyş mazeret getirerek Resulullah'ın elçisinin zindana atılmasını aptal kişilere mal etti. Bunun üzerine Kureyşlilerle Peygamber arasında sulh anlaşması yapıldı; bu anlaşmanın bir maddesinde Müslümanların Medine'ye geri dönmeleri şart koşulmuştu.
Resulullah Müslümanlara kurban kesip başlarını tıraş etmelerini emretti (bu iş, ihramın tamamlanması ve hac veya umre amellerinin sona ermesi anlamına geliyor). Müslümanlar bu anlaşmaya çok şaşırdılar ve hatta ilk başta itaat etmediler; hatta Müslümanlardan biri açıkça sulh konusunda Resulullah'a itiraz etti. Fakat Medine'ye döndükten sonra yavaş yavaş bu anlaşmanın maslahatlarını ve bunun getirdiği büyük sonuçlarını gördüler. Bu büyük maslahat, İslâm dinini yaymakta Müslümanların serbestliği ve kâfirleri İslâm diniyle tanıştırmak imkânından ibaretti. Demişlerdir ki: "Hudeybiye Anlaşması'ndan iki yıl sonraya kadar Müslüman olanların sayısı, önceki yıllarda Müslüman olanların tümünden fazlaydı." (A. Hameneî)
5- Bu kitapların ismi, Fihrist-i İbn-i Nedim, Rical-i Necaşî vs. rical kitaplarında, yazarlarının hayatında kaydedilmiştir. Bu kitapta, İmam Hasan b. Ali'nin sulhu ve şahadeti hakkında yazılan diğer kitapların da bahsi geçmiştir. -Bu kitaplardan bir iz kalmadığını göz önünde bulundurarak- burada hepsinin ismini kaydetme gereğini duymuyoruz.
6- Ümm-ü Veled, sahibinden çocuğu olması nedeniyle sahibinin ölmesinden sonra azat olan cariyeye denir.
7- Resulullah'a herkesten evlâ olmasının nedeni, onun evlâdı, ciğerparesi ve onun bir parçası olmasıdır; babaya çocuktan, bütüne de cüzden daha yakın ve evlâ kimse olamaz. Resulullah'ın evine evlâ olmasının sebebi ise onun annesi Sıddıka-i Tahire'nin (Fatıma-nın) şer'î mirasçısı olmasıdır. Süleyman'ın Davud'un vârisi olması gibi Fatıma da babasının vârisidir. Mirasın genel hükümlerinin de bu hususta özel bir nitelik kazanmasını gerektiren bir kanıt yoktur. Tafdil ve afdaliyet sıygasının (daha evlâyım) kullanılması, her birinin kızı Resulullah'ın evinde olduğu için orada defnedilen Ebu Bekir ve Ömer'e işarettir. Onların bu hareketi, onlara göre zevcenin yerden de miras aldığını göstermektedir. Bu ise İslâm uleması arasında günümüze kadar ihtilâf konusu olmuştur. Evet, Aişe ve Hafsa -Resu-lullah'ın evinden miras alabilirlerdi varsayımına göre- her biri 72 paydan bir pay hakkına sahiptiler; çünkü onlar Peygamber'in 9 eşinden sadece ikisiydi yani, her birinin payı, evin tamamının sekizde birinin dokuzda biriydi. Bugün Resulullah'ın odasının genişliğinin ne kadar olduğunu bilemiyoruz; ancak oraya 72 mezarın yerleşeceğini kabul etmek zo-rundayız! Aksi durumda Fatıma-ı Zehra'nın mirasçıları olan Hasan ve Hüseyin'in Ebu Bekir ve Ömer'in oraya defnedilmesine müsaade ettiklerini söylememiz gerekecek... Bunun, bundan başka bir izahı yoktur... Herhalukârda, Zehra oğlu Hasan'ın Resululah'a ve onun evine herkesten daha lâyık ve evlâ olduğunu itiraf etmek gerekir.
8- Bu saygılı kınamanın bir benzerini Beyhakî de el-Mehasin-u ve'l-Mesavi kitabının c.1, s.35.de Hasan Basrî'den nakletmiş ve demiştir ki: "Ahnef b. Kays, Cemel Savaşı'nda Aişe'ye, 'Ey Ümm'ül- Müminin! Acaba bu yol hakkında Resulullah'tan bir şey duydun mu?' diye sordu. Aişe; 'Hayır!' dedi. Bunun üzerine; 'Acaba bu konuda Kur'ân'da bir şey okumuş musun?' dedi. Aişe; 'Kur'ân sizin okuduğunuz gibidir.' dedi. Bu defa; 'Acaba Müslümanlar azınlıkta ve müşrikler çoğunlukta olduğu zaman Resulullah kendi eşlerinden yardım istedi mi hiç?' dedi. Aişe; 'Hayır, asla!' dedi." "Ahnef; 'O hâlde bizim suçumuz ne?!' dedi."
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O'nun selâm ve rahmeti Muhammed'e, onun Ehlibeyti'ne ve yarenlerine olsun. - İmam Hasan'ın babası, Emir'ül-Müminin Ali b. Ebu Talip, annesi de Resulullah'ın kızı ve kadınların efendisi Fatıma'dır. (Allah'ın selâmı ve rahmeti onların üzerine olsun.) Tarihte, bu kadar kısa, ama bunun kadar şerefli bir soy ağacı yoktur. |
Anne ve babasının ilk çocuğuydu. Resul-i Ekrem (s.a.a), doğduktan hemen sonra kucağına alarak sağ kulağına ezan ve sol kulağına ise kameti okudu. Sonra onun için bir koyun kurban etti. Saçını tıraş edip saçı ağırlığınca -bir küsur dirhem kadar- gümüş verdi fakirlere ve peşinden de başını ıtırla kokulandırmalarını emretti. Ve o andan itibaren bebek için akika (kurban kesmek) ve saçının ağırlığınca sadaka verme geleneği oluştu.
- Ona, cahiliye döneminde kullanılmayan Hasan ismini verdi ve künyesini de Ebu Muhammed koydu.
Bundan başka künyesi olmamıştır.
- Lakapları; Sıbt (torun), Seyyid (efendi), Zeki (temiz), Mücteba (seçilmiş) ve Taki (takvalı)'dir.
- Eşleri; Talha b. Übeydullah kızı Ümmü İshak, Abdurrahman b. Ebu Bekr'in kızı Hafsa, Süheyl b.
Amr'ın kızı Hind ve Eş'as b. Kays'ın kızı Cu'de'dir. Cu'de, Muaviye'nin aldatmasıyla İmam'a zehir verip şehit etmiştir. Hayatı boyunca eşlerinin sayısı sekiz veya ondan –iki farklı rivayete göre- fazla olmamıştır. "Ümm-ü Veled"leri de bu sayının içindedir. İnsanlar onun çok sayıda kadınla evlendiğini ileri sürmüşler ve kafalarına estiği gibi bu sayıyı artırdıkça artırmışlardır. Bu rakamlarla işaret edilen ve bazılarının da eleştiri vesilesi olan çok sayıdaki evliliklerin gerçekliği olsa bile, hayat ortağı olması anlamında değil, kanunî ve şer'î durum ve hallerin icap ettiği olaylardır bunlar ve ister istemez bu durumlarda evlilik ve boşanmak birbirinden ayrı değildir; bu da, bu evliliklerin özel konum ve durumlarda gerçekleştiğini gösterir. Kesinlikle kanunî ve şer'î durum ve şartların gerektirdiği durumda çok evlilik insanın kınanmasını gerektirmez; aksine bu olayı, bu şartları doğuran sebepleri göz önünde bulundurduğumuzda bu, İmam'ın, insanların nezdindeki gücünü ve saygınlığını, değerini ortaya koymaktadır. Fakat aceleci kusur arayanlar ne hakikati bilmişlerdir ve ne de kendi cahilliklerini. Bunlar, İmam'ın Abdurrahman b. Amir b. Keriz'e -eşlerinden birinin eski kocası- verdiği cevabı duysalardı böyle bir eleştiride bulunmazlardı.
- İmam Hasan'ın kız erkek toplam on beş çocuğu dünyaya geldi. İsimleri şöyledir: Zeyd, Hasan, Amr, Kasım, Abdullah, Abdurrahman, Hasan Esrem, Talha, Ümm'ül- Hasan, Ümm'ül-Hüseyin, Fatıma, Ümmü Seleme, Rukiyye, Ümmü Abdullah ve Fatıma. Soyu sadece Hasan ve Zeyd adlı oğulları aracılığıyla devam etmiştir; dolayısıyla bu ikisinin dışındakileri İmam Hasan'a nispet etmek doğru değildir.
- Görünüm, ahlâk, vücut yapısı, davranış, cömertlik ve yücelik bakımından onun kadar Resulullah'a benzeyen bir başkası yoktu. Onun niteliklerini anlatanlar övgüyle ondan şöyle söz etmişlerdir: Yüzü birazcık pembeyle karışık beyaz, gözü siyah, yanağı düz, sakalı sık, saçı dalgalı, boynu beyaz, vücudunun organları birbiriyle uyumlu, geniş omuzlu, iri kemikli, ince belli, ayağı ne uzun, ne de kısa, orta boylu, siması cezzap ve çehresi en güzel çehrelerden biriydi. Veya şairin dediği gibi:
"Akıl sahiplerinin aklından geçen hiçbir güzellik yoktur ki / O, bu güzellikten nasibini almamış olsun.
Zülfü altından parlayan alnı şuna benzer ki, / Dolunayın karanlık gecede başına bir taç koyduğunu sanırsın.
Onun gönül okşayan kokusu yeryüzünün amberinden o kadar üstündü ki, / Onların miskinden de… Onu semavî bir ıtır sanırsın."
İbn-i Sa'd şöyle der:
"Hasan ve Hüseyin saçlarına siyah kına sürerlerdi." Vasıl b. Ata; "Hasan b.
Ali, peygamberlerin simasına ve padişahların parlaklığına sahipti." demiştir.
- Arkasından soylu atları yürüttükleri hâlde o, yirmi beş defa yaya olarak hac ziyaretinde bulunmuştur. Ölümü anınca ağlardı; mezarı hatırlayınca ağlardı; mahşeri ve sırat köprüsünden geçmeyi hatırlayınca göz yaşı dökerdi; hesap için duracağını hatırlayınca öyle bir feryat ederdi ki hıçkırıklarla yere yığılırdı. Cennet ve cehennemi andığı zaman yılan sokmuş gibi kıvranıp dururdu; Allah'tan cenneti talep eder ve cehennemden O'na sığınırdı. Abdest alarak namaza durduğunda vücudu titrer, benzi
sararırdı. Üç defa mal varlığını Allah'la bölüştürdü. (Yarısını Allah yolunda harcadı.) İki defa Allah için tüm mal varlığını bağışladı. Bunların yanında, her zaman Allah'ı zikrederdi.
Demişlerdir ki:
"O, kendi döneminde insanların en çok ibadet edeni ve dünya süslerine karşı en ilgisiz olanıydı."
- Yaratılışında üstün insanlık alâmetleri vardı. Onu görenin gözüne büyük görünür, onunla ilişkisi olan ona sevgi besler, onun konuşmasını veya hutbesini dinleyen dost-düşman konuşmasını bitirinceye ve hutbesini tamamlayınca kadar olduğu yerde çakılıp kalırdı. İbn-i Zübeyr (İbn-i Kesir'in kendi tarih kitabında, c.8, s.377'de naklettiğine göre) şöyle demiştir:
"Vallahi, kadınlar Hasan b. Ali gibi birisinden [gözlerini kaldırıp şehevî maksatla bakmayacağından emin oldukları için] çekinmezlerdi."
Muhammed b. İshak der ki:
"Resulullah'tan sonra haysiyet ve değer bakımından hiç kimse Hasan b. Ali'ye ulaşamadı. Evinin kapısının önüne sergi sererlerdi, o da evinden çıkıp orada oturunca yol kapanırdı. Ona saygıdan dolayı hiç kimse karşısından geçmezdi; o bunu anlayınca kalkar evine gider, insanlar da oradan gidip gelirlerdi."
Mekke'ye giderken merkebinden inerek yola yaya olarak devam edince kafiledekiler de ona uyarak merkeplerinden indiler. Kafilede bulunan Sa'd b. Ebi Vakkas da merkebinden inerek onun yanında yoluna yaya olarak devam etti.
*
Müdrik b. Ziyad, Hasan ve Hüseyin'in atının yularını tutan ve elbiselerini düzelten İbn-i Abbas'a; "Sen bunlardan yaşlı olduğun hâlde onların atının yularını mı tutuyorsun?" dediğinde, İbn-i Abbas ona şu karşılığı verdi: "Ey alçak adam! Sen ne bilirsin bunların kim olduğunu! Bunlar Resulullah'ın oğullarıdır.
Acaba onların atının yularını tutmam ve elbiselerini düzeltmem, bana Allah'ın bahşettiği bir lütuf değil midir?!" Böyle bir makam ve mevkie sahip olmasına rağmen öyle mütevazı ve alçak gönüllüydü ki, bir gün yerde oturmuş toprağın üzerine bıraktıkları ekmek parçalarını yemekte olan bir grup fakirin önünden geçerken, onu gören fakirler:
"Ey Resulullah'ın oğlu! Gel birlikte yemek yiyelim!" dediler. İmam Hasan hemen merkebinden inerek; "Allah kibirlenenleri sevmez." buyurdu ve onlarla birlikte ekmek yemeğe başladı. Sonra onları evine misafir olmaya davet etti, hem yemek verdi hem de giyecek bir şeyler bağışladı.
*
O kadar cömert ve eli açıktı ki, bir gün birisi gelerek muhtaç durumda olduğunu söyledi. İmam Hasan; "İhtiyacının ne olduğunu yazarak bize ver." dedi. Adamın yazısını okuyunca istediğinin iki katını verdi. Oradakilerden biri; "Bu yazı onun için ne kadar da bereketli oldu ey Resulullah'ın oğlu!" deyince, şu karşılığı verdi: "Aslında bizim için daha bereketli oldu. Çünkü bizi iyilik yapanlardan kıldı. İyiliğin, birisine istemeden vermek olduğunu, fakat istendikten sonra verilen şeyin onun haysiyeti karşısında değersiz bir parça olduğunu bilmiyor musun?" "Bu adam geceyi ıstırap içinde, korku ve ümit arasında geçirmiş olabilir. Muhtaç durumuyla kendisini ret mi edeceğini, yoksa kabul ederek onu sevindireceğini bilmeyerek titreyen bedeni ve hızla çarpan kalbiyle sana gelmiştir; bu durumda ona istediği kadar verecek olursan, senin yanında döktüğü haysiyeti karşısında ona çok az bir şey vermiş olursun."
*
Bir şaire bağışta bulununca oradakilerden biri; "Sübhanallah! Allah'a karşı günah işleyen ve iftira eden bir şaire bağışta mı bulunuyorsun?" dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: "Ey Allah'ın kulu! Maldan yapılan en iyi bağış, onunla kendi haysiyetini koruduğun bağıştır. Hayrı arama türlerinden biri de şerden sakınmaktır."
*
Kendisinden bir şey isteyen birine elli bin dirhem ve beş yüz dinar vererek; "Bunu taşıması için birini getir." buyurdu. Adam birini getirince İmam cübbesini ona vererek; "Bu da hamalın ücreti." buyurdu.
*
Bir gün bir Arap yanına geldi; "Biriktirdiğimiz her şeyi ona verin." dedi. Birikmiş yirmi bin dirhemi Araba verdiler. Arap dedi ki: "Efendim! İhtiyacımı söylememe ve senin hakkında övgüler okumama izin vermediniz?!" İmam ona cevap olarak şu anlama gelen bir şiir okudu: "Bizden bir şey isteyenin haysiyetinin dökülmesinden korkmamız, onun istemesinden önce vermemizi gerektirir."
*
Medainî şöyle der: "Hasan, Hüseyin ve Abdullah b. Cafer hacca gidiyorlardı. Yolda azık torbaları kaybolunca, aç ve susuz bir vaziyette yaşlı bir kadının yaşadığı bir çadıra ulaştılar. Yaşlı kadından su istediklerinde, kadın; 'Bu koyunu sağın ve onun sütünü suya karıştırarak için.' dedi. Onlar da onun dediği gibi yaptılar ve sonra da yemek istediler. Yaşlı kadın; 'Benim sadece bir koyunum var, onu kesin, etini yiyin.' dedi. Onlardan biri koyunu kesti, etinden biraz pişirerek yediler ve geceyi de orada uyuyarak geçirdiler. Oradan ayrıldıklarında, yaşlı kadına; 'Biz Kureyş'teniz; hacca gidiyoruz, dönünce yanımıza gel de sana ikramda bulunalım.' dediler." "Yaşlı kadının kocası gelip durumu öğrenince; 'Yazıklar olsun! Benim koyunumu tanımadığın insanlar için kesiyorsun ve Kureyş'tendiler diyorsun!?' dedi." "Günler geçti ve yaşlı kadının maddî durumu kötüleşti. Bunun üzerine oradan göçtü ve yolu Medine'den geçti.
Hasan b. Ali onu görüp tanıdı. Yanına gitti; 'Beni tanıyor musun?' dedi. Kadın; 'Hayır.' dedi. Hasan b. Ali; 'Ben falan gün sana misafir olan kişiyim.' dedi ve peşinden ona bin koyun ve bin dinar vermelerini emretti. Sonra onu kardeşi İmam Hüseyin'in yanına gönderdi. Bir o kadar da İmam Hüseyin bağışlayıp, onu Abdullah b. Cafer'e gönderdi. Abdullah da onlar kadar kadına bağışta bulundu."
*
Biri Haşimîlerden ve diğeri Emevîlerden olan iki kişi birbiriyle tartışıyordu. Biri; "Benim kavmim daha üstündür." diyordu, öbürü ise; "Benim kavmim." diyordu. Sonunda her biri kendi kavminden on kişinin yanına giderek bir şey istemeyi kararlaştırdılar. Emevî adam Emevîlerden on kişiye gitti. Her biri ona on bin dirhem verdi. Fakat Haşimî adam önce Hasan b. Ali'nin yanına gitti, İmam ona yüz elli bin dirhem vermelerini emretti. Sonra Hüseyin b. Ali'ye gitti, o da; "Benden önce birisine gittin mi?" diye sordu. Adam; "Evet, dedi. Kardeşin Hasan'a uğradım." Bunun üzerine İmam Hüseyin; "Ben efendimin verdiği şeyin üzerinde veremem buyurdu." ve o da yüz elli bin dirhem ona verdi. Emevî adam, on kişiden aldığı yüz bin dirhemle geldi, Haşimî adam ise iki kişiden aldığı üç yüz bin dirhemle geldi. Emevî adam buna öfkelenerek aldığı parayı sahiplerine iade etti; sahipleri de kabul ettiler.
Fakat Haşimî adam paraları sahiplerine iade etmek isteyince, Hasan ve Hüseyin kabul etmeyerek; "İster al, ister at; biz verdiğimiz bağışı geri almayız." buyurdular.
*
Bir gün, siyah bir kölenin, önündeki bir ekmekten bir lokma yediğini ve bir lokma da oradaki bir köpeğe verdiğini görünce; "Niçin böyle yapıyorsun?" diye sordu. Köle; "Kendim yiyip ona bir şey vermemekten utanıyorum." cevabını verince İmam Hasan (a.s); "Ben gelinceye kadar buradan ayrılma." buyurdu.
Sonra kölenin sahibine giderek köleyi ve içinde yaşadığı bağı satın aldı; ardından köleyi azat edip bağı da ona verdi.
*
İmam Hasan'ın bağış ve cömertliği hususunda bunlara benzer birçok örnek vardır; fakat maksadımız onları beyan etmek olmadığı için şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz. Mervan'ın deyimiyle dağ gibi bir hilme ve affediciliğe sahipti. Zühdü ve dünya süslerine kayıtsızlığı öyle bir hadde varmıştı ki, Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Babeveyh (ölm. hicrî 381) Zühd'ül-Hasan adında bir kitap yazarak onun sadece bir sıfatına tahsis etmiştir. Bu konuda, din uğruna bir anda bütün dünyaya sırt çevirmesi yeterli bir örnektir.
- O, cennet gençlerinin efendisi ve Resulullah'ın soyunun devam ettiricisi olan iki kişiden biridir. O, Resulullah'ın Necran Hıristiyanlarıyla lânetleşmeye gittiğinde beraberinde götürdüğü dört kişiden biriydi. Ashab-ı Kisa'nın (örtü altındaki) beş kişiden biri ve Allah Tealâ'nın itaatlerini kullarına farz kıldığı on iki kişiden biridir. O,
Kur'ân-ı Kerim'de bütün çirkinlik ve kötülüklerden arınmış olarak tanıtılan kişilerden biridir.
Allah Tealâ, Peygamber'in risaletinin karşılığı, ücreti olarak sevilmelerini öngördüğü kişilerden biridir. Resul-i Ekrem'in Kur'ân ağırlığına eşit tanıttığı kişilerden biri ve paha biçilemez iki değerden biri olarak belirlediği kimselerden biridir. O Resulullah'ın reyhanesi, sevgilisi ve Resulullah'ın; "Allah'ım! Onu seveni sev." diye hakkında dua ettiği kimsedir. Onun iftiharları o kadar fazladır ki hepsini beyan etmemiz uzun sürer ve uzun uzadıya anlatmamıza rağmen de bitmez, tükenmez. Babasının vefatından sonra, Müslümanlar halife olarak ona biat ettiler. O kısa dönemli hükümetinde, işleri en güzel şekilde idare etti. Hicretin 41. yılının cemaziyülevvel ayının on beşinde (en sahih rivayetlere göre) Muaviye'yle barış yaparak bu hareketiyle dini korudu ve müminleri ölümden kurtardı. Bu işte, babası vasıtasıyla Resulullah'tan aldığı özel eğitime uygun davrandı. İmam Hasan'ın zahiri ve resmi halifelik süresi yedi ay yirmi dört gündür. Barış anlaşmasını imzaladıktan sonra Medine'ye döndü ve orada ikamet etti. Onun Medine'deki evi oranın sakinleri ve oraya gelenler için ikinci harem oldu ve o, bu iki haremde, hidayet cilvegâhı, ilim nuru ve Müslümanların sığınağı oldu. Etrafını, dini anlamak ve öğrenmek ve sonra da kendi şehirlerine dönüp kavimlerini Allah'ın azabından korkutmak için uzak şehirlerden gelenler sarmıştı. Bunlar onun öğrencileri, ilminin taşıyıcıları ve ondan rivayet eden ravilerdi. Hasan b.
Ali, Allah'ın kendisine bağışladığı üstün ilmi nedeniyle ve yine halkın gönlündeki yüce makam ve mevkisinden dolayı ümmete önderlik edecek, onların düşüncelerini yönlendirecek, inanç ve itikatlarını düzeltecek, onlar arasında vahdeti ve birliği sağlayacak en güçlü kişiydi. Sabah namazını kıldıktan sonra güneş çıkıncaya kadar Resulullah'ın mescidinde oturup Allah'ı zikrederdi.
Halkın ileri gelenleri ve saygın kişileri onun etrafını sarıyor. O da onlarla konuşuyordu. İbn-i Sabbağ, el-Fusûl'ul- Mu-himme adlı kitabının 159. sayfasında şöyle yazıyor: "İnsanlar onun etrafını sarıyor ve o da onların ilmî problemlerini hallediyor ve muhaliflerin eleştirilerini cevaplıyordu." Hac yaptığında, tavaf anında insanlar onu selâmlamak için öyle bir izdiham yapıyorlardı ki, bazen ayaklar altında ezilecek hâle geliyordu!
- Onu defalarca zehirlemişlerdir (kitabımızın bir bölümünde bunu genişçe ele alacağız), son defasında tehlikeyi hissedince kardeşi İmam Hüseyin'e; "Ben yakında senden ayrılıp Rabbime kavuşacağım. Bil ki, beni zehirleyip ciğerlerimi pare pare yaptılar. Ben bunu kimin yaptığını biliyorum ve Allah'ın huzurunda buna sebebiyet vereni şikâyet edeceğim." dedi. Sonra buyurdu ki: "Beni Resulullah'ın yanı başında toprağa ver; çünkü ben ona ve onun evine herkesten daha evlâyım; fakat eğer buna engel olurlarsa, seni Allah'a yakın kılan bağın hakkı için ve Resulullah'la olan yakın akrabalığın hürmeti hakkına, benim için bir damla kan dökülmesine bile en-gel ol; bırak da Resulullah'a kavuşalım, onun huzurunda düşmanları şikâyet edelim ve halkın zulmünü ona anlatalım." Daha sonra ailesi, evlâtları ve kendisinden geriye bıraktığı şeyler hakkında ona gerekli tavsiyelerde bulundu ve ona babası Ali'nin vasiyet ettiği şeyi vasiyet edip onun kendisinden sonraki halife olduğunu halka bildirdi. Ve hicretin 49.
yılında da, safer ayının 17'sinde şahadet şerbetini içti. Ebu'l-Ferec el-İsfahanî şöyle yazar: "Muaviye, oğlu Yezid için biat almak istiyordu.
Bunun önündeki en büyük engel olarak Hasan b. Ali ve Sa'd b. Ebi Vakkas'ı görüyordu. İşte bu nedenle her ikisini de gizlice zehirledi." Açıktır ki bu gibi büyük facialar, uykuya dalmış ve uyuşturulmuş insanların vücuduna inen bir kırbaç gibi onların şuur ve idraklerini uyandırıyor, acı hislerini canlandırıyordu... Bütün İslâm diyarında bu büyük olayın haberi ağızdan ağıza dolaşıp durdu; her bir köşede, halk kaynıyordu; bu dalgalanma bir ayaklanmanın ayak sesleriydi. Kopan her uğultu hükümet düzenini bir inkılâpla tehdit ediyordu. Allah Tealâ buyuruyor ki: "Zulmedenler yakında nasıl bir sona uğrayacaklarını bilecekler." Sıbt b. Cevzî kendi rivayet zinciriyle İbn-i Sa'd'dan, o da Vakıdî'den şöyle rivayet eder: "Hasan b. Ali, ölüm döşeğindeyken, beni babam Resul-i Ekrem'in yanına defnedin, dedi. Fakat Emevîler, Mervan b. Hakem ve -Medine valisi- Said b. As buna engel oldular! İbn-i Sa'd diyor ki: Muhaliflerden biri olan Aişe, 'Hiç kimse Resulullah'ın yanına defnedilmemelidir.' dedi." Ebu'l-Ferec-i Emevî el-İsfahanî şöyle rivayet etmiştir: "Hasan b. Ali'yi toprağa vermek istediklerinde, o kadın bir katıra bindi. Ümeyyeoğulları ile Mervanoğulları'nı ve oradaki yaverleri ve ordularından bulunan herkesi yardıma getirdi. Bu yüzdendir ki konuşmacının biri; 'Bir gün katırın üzerinde ve bir gün de devenin...' dedi." Mes'udî de Aişe'nin kül renginde bir katıra binişini ve Resulullah'ın Ehlibeyti'ne karşı Emevîlere ikinci kez komutanlık edişini kaydetmiştir ve demiştir ki: "Muhammed b. Ebu Bekir'in oğlu Kasım, Aişe'nin yanına giderek dedi ki: 'Halacığım! Biz henüz 'kızıl deve' olayından kurtulmamışken, şimdi de 'kül rengi katır' olayını mı buna eklemek istiyorsun?!' Bu söz üzerine Aişe geri döndü." Hüseyin b. Ali'nin etrafında toplanan kalabalık bir halk kitlesi vardı. Dediler ki: "Bizi Mervanoğulları'yla baş başa bırak, vallahi onlar bizim karşımızda çok güçsüz ve zayıftırlar." Bunun üzerine İmam Hüseyin şöyle dedi: "Kardeşim onun için bir damla bile kan dökülmemesini vasiyet etmiştir. Eğer bu vasiyet olmasaydı Allah'ın kılıçlarının onlara ne yapacağını görürlerdi. Onlar bizimle aralarındaki ahdi bozdular ve bizim şartlarımızı ayaklarının altına aldılar." İmam bu sözlerle sulh şartlarına işaret etmekteydi. Hasan b. Ali'yi oradan Bakî mezarlığına götürdüler ve
büyük annesi Fatıma bint-i Esed'in yanı başında toprağa verdiler. el-İsabe kitabında Vakıdî'den ve o da… Sa'lebe'den şöyle naklediliyor: "Hasan b. Ali vefat ettikten sonra Bakî'ye defnedilince ben oradaydım... Öyle bir izdiham vardı ki, Bakî'de iğne atsan yere düşmezdi..."
ABNA.İR
2- Çünkü Muaviye ısrarla İmam Hasan'a (a.s) barış önerisinde bulunuyor, Allah için ve halkın lehine her şartı kabul etmeye hazır olduğunu bildiriyor ve ümmetin canını koruması gerektiğini hatırlatıyordu. Bu öneri açık bir şekilde her iki cepheye bildirildi ve herkesin bundan haberi oldu. Oysa herkes -hem İmam Hasan, hem Muaviye ve hem de her iki ordu- savaşın devam etmesi durumunda Muaviye'nin zafere ulaşacağını biliyordu. Bu durumda eğer İ-mam Hasan savaşa devam etmeye ısrar edecek olsaydı ve sonra da herkesin bildiği akıbete uğrasaydı, insanlar onu eleştirmek ve onu kınamak hususunda kendilerini haklı görürlerdi. Ve eğer İmam Hasan o gün savaşa devam etmek için "Muaviye savaş şartlarına uymayacak veya milletin canı ve dini konusunda ona güvenilemez." mazeretine sarılsaydı, hiç kimse bu mazereti kabul etmezdi. Çünkü Muaviye'nin bütün şartları kabul etmeye hazır olduğu doğrultusundaki bildirisi herkesi yanıltmış idi. O gün Emevîlerin çirkin çehresi, insanların, İmam Hasan'ın görüşünü kabul etmelerine yardımcı olacak veya Muaviye'yi ezecek kadar açık değildi. Çünkü, dediğimiz gibi, genel olarak Müslümanlar onun Müslümanlık geçmişine bakıyorlardı ve bu hususta Muaviye düzeninin yoğun propagandasının etkisi altında kalmışlardı. Fakat Seyyid'uş-Şuheda İmam Hüseyin'in döneminde bu aldatma perdesi yırtılmıştı; işte bu nedenle onun kendini feda etmesi, hakikat ve hakikat yanlılarına yardımcı olmak konusunda ebedî bir etki bırakabilirdi... Ve Allah'a şükürler olsun ki bıraktı da... Daha geniş bilgi için elinizdeki kitabın "Biat Günlerinde Kûfe" bölümüne bakınız.
3- Barış anlaşmasının metni, şartları ve Muaviye'nin bu şartlara ne kadar bağlı kaldığı mevzularını bu kitapta okuyacaksınız inşallah.
4- Hicretin altısında, Resulullah Kâbe'yi ziyaret etmek niyetiyle bin dört yüz kişiyle birlikte Mekke'ye doğru hareket etti. Kureyş "Hudeybiye" denilen yerde Resulullah'ın yolunu keserek Müslümanların Mekke'ye girmelerine engel oldu. Resulullah bu mevzuu Kureyş'le konuşmak için Mekke'ye bir elçi gönderdi. Kureyş elçiyi zindana attı; onun öldürüldüğü söylentisi Peygamber'e ulaşınca savaşmaya karar verdi ve Müslümanlardan fedakârlık yapmaları konusunda biat aldı (bu biata "Rızvan Biati" denir). Kureyş mazeret getirerek Resulullah'ın elçisinin zindana atılmasını aptal kişilere mal etti. Bunun üzerine Kureyşlilerle Peygamber arasında sulh anlaşması yapıldı; bu anlaşmanın bir maddesinde Müslümanların Medine'ye geri dönmeleri şart koşulmuştu.
Resulullah Müslümanlara kurban kesip başlarını tıraş etmelerini emretti (bu iş, ihramın tamamlanması ve hac veya umre amellerinin sona ermesi anlamına geliyor). Müslümanlar bu anlaşmaya çok şaşırdılar ve hatta ilk başta itaat etmediler; hatta Müslümanlardan biri açıkça sulh konusunda Resulullah'a itiraz etti. Fakat Medine'ye döndükten sonra yavaş yavaş bu anlaşmanın maslahatlarını ve bunun getirdiği büyük sonuçlarını gördüler. Bu büyük maslahat, İslâm dinini yaymakta Müslümanların serbestliği ve kâfirleri İslâm diniyle tanıştırmak imkânından ibaretti. Demişlerdir ki: "Hudeybiye Anlaşması'ndan iki yıl sonraya kadar Müslüman olanların sayısı, önceki yıllarda Müslüman olanların tümünden fazlaydı." (A. Hameneî)
5- Bu kitapların ismi, Fihrist-i İbn-i Nedim, Rical-i Necaşî vs. rical kitaplarında, yazarlarının hayatında kaydedilmiştir. Bu kitapta, İmam Hasan b. Ali'nin sulhu ve şahadeti hakkında yazılan diğer kitapların da bahsi geçmiştir. -Bu kitaplardan bir iz kalmadığını göz önünde bulundurarak- burada hepsinin ismini kaydetme gereğini duymuyoruz.
6- Ümm-ü Veled, sahibinden çocuğu olması nedeniyle sahibinin ölmesinden sonra azat olan cariyeye denir.
7- Resulullah'a herkesten evlâ olmasının nedeni, onun evlâdı, ciğerparesi ve onun bir parçası olmasıdır; babaya çocuktan, bütüne de cüzden daha yakın ve evlâ kimse olamaz. Resulullah'ın evine evlâ olmasının sebebi ise onun annesi Sıddıka-i Tahire'nin (Fatıma-nın) şer'î mirasçısı olmasıdır. Süleyman'ın Davud'un vârisi olması gibi Fatıma da babasının vârisidir. Mirasın genel hükümlerinin de bu hususta özel bir nitelik kazanmasını gerektiren bir kanıt yoktur. Tafdil ve afdaliyet sıygasının (daha evlâyım) kullanılması, her birinin kızı Resulullah'ın evinde olduğu için orada defnedilen Ebu Bekir ve Ömer'e işarettir. Onların bu hareketi, onlara göre zevcenin yerden de miras aldığını göstermektedir. Bu ise İslâm uleması arasında günümüze kadar ihtilâf konusu olmuştur. Evet, Aişe ve Hafsa -Resu-lullah'ın evinden miras alabilirlerdi varsayımına göre- her biri 72 paydan bir pay hakkına sahiptiler; çünkü onlar Peygamber'in 9 eşinden sadece ikisiydi yani, her birinin payı, evin tamamının sekizde birinin dokuzda biriydi. Bugün Resulullah'ın odasının genişliğinin ne kadar olduğunu bilemiyoruz; ancak oraya 72 mezarın yerleşeceğini kabul etmek zo-rundayız! Aksi durumda Fatıma-ı Zehra'nın mirasçıları olan Hasan ve Hüseyin'in Ebu Bekir ve Ömer'in oraya defnedilmesine müsaade ettiklerini söylememiz gerekecek... Bunun, bundan başka bir izahı yoktur... Herhalukârda, Zehra oğlu Hasan'ın Resululah'a ve onun evine herkesten daha lâyık ve evlâ olduğunu itiraf etmek gerekir.
8- Bu saygılı kınamanın bir benzerini Beyhakî de el-Mehasin-u ve'l-Mesavi kitabının c.1, s.35.de Hasan Basrî'den nakletmiş ve demiştir ki: "Ahnef b. Kays, Cemel Savaşı'nda Aişe'ye, 'Ey Ümm'ül- Müminin! Acaba bu yol hakkında Resulullah'tan bir şey duydun mu?' diye sordu. Aişe; 'Hayır!' dedi. Bunun üzerine; 'Acaba bu konuda Kur'ân'da bir şey okumuş musun?' dedi. Aişe; 'Kur'ân sizin okuduğunuz gibidir.' dedi. Bu defa; 'Acaba Müslümanlar azınlıkta ve müşrikler çoğunlukta olduğu zaman Resulullah kendi eşlerinden yardım istedi mi hiç?' dedi. Aişe; 'Hayır, asla!' dedi." "Ahnef; 'O hâlde bizim suçumuz ne?!' dedi."