[b]
Kanlı Kerbela kıyamı, beşeri kıyamlar ve dini-inkılabi hamaseler arasında eşsiz bir yere sahiptir. Bu mesele o kadar açıktır ki, hiçbir delil göstermeye gerek yoktur. Buna göre, bu kıyamın özelliklerini incelemek ve onun imtiyaz yönlerini ortaya koymak önemlidir. Acaba bu imtiyaz, kıyamın rehberliği ile mi ilgilidir? Yoksa kıyamın ülkü ve idealleri ile mi? Veya kıyamı vücuda getirenlerin şahsiyet ve karakterleri ile mi? Yoksa kıyamın metoduyla mı?
Bu kıyamın taşıdığı belirgin özelliklerden biri şudur ki Kerbela Kıyamı kitabının iki faslı vardır. Şehadet faslı ve Esaret faslı.
Başka bir tabirle mukaddes kerbela hareketinin oldukça güçlü iki manivelası şehadet ve esarettir. Netice olarak Kerbela kıyamını vücuda getirenler iki grup idiler: Şehitler ve Esirler.
Neticede esirler kervanı Kerbela kıyamının kemale ermesinde özel bir görev üstlendiler. Eğer bunlar olmasaydı kıyam hedefine ulaşmayacaktı. İşte bu yüzden kıyamın önderi; kendi kadın çocuklarından olan risalet hanedanını da beraberinde getirmişti. Böylece İmam Seccad'ın (a.s) o şehadet ve fedakârlık anında Allah'ın iradesiyle hastalanmasının ve savaşa katılamayıp esir düşmesinin önemli bir ilahî hikmete dayandığı da açıklık kazanır. Zira inkılab ağacının semere vermesi ve devam etmesinde özel bir rolü vardı onun. Ondan başka hiç kimse bu rolü hakkıyla eda edemezdi. Elbette bu sözü derken diğer özellikle de kıyam önderinin bacısı ve Peygamber'in vasisi Emir-ül Müminin'in (a.s)'ın kızı Zeyneb-i Kübra'nın (a.s) kıyamın rüşd ve gelişimindeki rollerini göz ardı etmiyoruz. Ancak İmam Seccad'ın (a.s) üstlendiği görev daha başkaydı. Bu kıyamı âlim ve hekim olan Allah-u Teala planladığı için hikmet ve meşiyyeti gereği bu kıyamın çeşitli kesitlerinde özel bir rolü ifa etmek üzere belli insanları seçmişti. Böylece, bu yüzden ilahi hikmet gereği İmam Seccad (a.s) hastalandı ki, şehadet kalemiyle değil, esaret kalemiyle inkılab kitabının ikinci faslını yazsın ve yazdı da.
Kıyam esnasında bereketli ömründen henüz yirmi üç yıllık bir zaman geçmiş olan bu güçlü Kerbela yazarı, kanlı Kerbela kıyamından sonraki otuz dört yıllık[1] zaman zarfında İslam ümmetinin imamet ve önderliği ile Kerbela olayını kemale erdirme görevini yürüttü. Bu ağır görevi çeşitli metodlar ve farklı tedbirler ile ifa eden İmam Seccad'ın giriştiği en önemli iş, Kerbela kıyamında muhalif cebheyi oluşturanlara karşı en önemlisi aydınlatıcılık ve ifşacılıktı.[2]
İmam Seccad (a.s), kendi konuşma ve sözleriyle uyumuş ve gaflete dalmış düşünceleri uyandırdı ve Emevi zalimlerinin korkunç ve çirkin yüzündeki maskelerini yere düşürdü. Onların alçak ve iğrenç mahiyetini kandırılmış insanlara ifşa etti. Şam ve Kufe halkının ölü ve donuk kalbine kıyam ve fedakârlık tohumlarını saçtı.
Hz. Zeyn-ül Abidin (a.s)'ın feryadları halkın kalp, göz ve kulaklarını örten cehalet ve gaflet perdelerini yırttı; Kerbela inkılabının mesajını onlara ulaştırdı; Emevi sultası, uşakları ve kandırılmış insanların yaptıkları çirkin ve kötü işleri ifşa etti; İmam Hüseyin (a.s) ve fedakar dostlarının mazlumiyet ve hakkaniyetini açığa vurdu ve esaret siperinde düşmanları öylesine mağlub bir duruma düşürdü ki, az öncesine kadar yaptıkları cinayetler ile övünen ve bunu galibiyet olarak değerlendiren düşmanları yaptıklarına pişman etti.
Bu yazıda İmam Seccad (a.s)'ın esaret döneminde zalim Emevi sultasının zulüm ve cinayetlerini ifşa edici mahiyette olan bazı sözlerini ve Kufe ve Şam'ın kandırılmış halkına yaptığı konuşmalarını okuyacaksınız. İmam'ın esaret dönemindeki tüm konuşmalarını üç bölümde ele alacağız:
1- İmam Seccad'ın (a.s) Emevi hükumet başkanlarıyla yaptığı münazaralar.
2-İmam'ın bazı kandırılmış insanlarla konuşması.
3- İmam'ın Kufe, Şam ve Medine'deki umuma hitaben yaptığı konuşmaları.
İMAM SECCAD'IN (A.S) EMEVİ HÜKUMET BAŞKANLARIYLA YAPTIĞI MÜNAZARALAR
a-İmam'ın Ubeydullah b. Ziyad İle Münazarası.
İsmet ve taharet Ehl-i Beyt esirlerini Kufe'ye götürdüklerinde İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarını şehid etmek ve geride kalanlarını ise esir etmekle zafer ve gurur sarhoşluğunu yaşayan Kufe emiri Ubeydullah b. Ziyad tahtına oturdu ve sözde gururlandırıcı zaferini kutlamak için esirlerin meclise getirilmesini emretti. İlk önce dokunaklı sözleriyle sabır ve istikamet sembolü olan Hz. Zeyneb-i Kubra'nın kalbini yaralamaya başladı. Cinayetkârların âdeti olduğu üzere bundan lezzet almak istiyordu. Ama Ali (a.s)'ın kızı Zeyneb'in, İbn-i Ziyad'ın zayıf ve hakır şahsiyetine büyük ve ağır bir darbe indiren ateşli konuşması İbn-i Ziyad'ı bu lafzi münakaşada acı bir yenilgiye uğrattı.
Daha sonra yaralı bir yabandomuzu gibi yenilgisini telafi edebilmek için İmam Seccad'a işaret ederek "Bu kimdir?" diye sordu. "Hüseyin'in oğlu Ali'dir" dediler.
İbn-i Ziyad: "Hüseyn'in oğlu Ali'yi Allah öldürmedi mi?" diye sordu.
İbni Ziyad bu sözleriyle şu fikri ortaya atmak istiyordu ki; "Hüseyin ve yâranı Emevi hükumeti aleyhine (ki onlara göre İslami ve yasal bir hükumet idi) kıyam ettikleri için İslam kanunu esasınca ve Allah'ın isteğiyle öldürüldü ve aslında böyle bir cezayı hak etmişlerdi. O halde bu olayda ne o ve ne de tabi olduğu hükumet hiçbir şer'î mesuliyet taşımıyordu."
Ama onlar, bu şeytani oyunların Allah'ın hak hücceti karşısında etkisiz olacağını ve akim kalacağını bilmiyorlardı.
İmam Seccad (a.s) bu söze karşı şöyle buyurdu: "Benim Ali adında bir kardeşim vardı, senin Kerbela'ya gönderdiğin insanlar onu öldürdü." (Yani sen ve Kerbela'ya gönderdiğin insanların hepsi kardeşim Ali'nin katlinden sorumlusunuz.)
İbn-i Ziyad'ın diyeceği yeni bir sözü yoktu. Yeniden önceki sözünü tekrarladı ve şöyle dedi: "Biz değil, Allah onu öldürdü." İmam (a.s) cevap olarak Zümer suresinin 42. ayetini okudu: "Allah ölümleri vaktinde canları alır." Yani, gerçi Allah'ın tekvini iradesi doğadaki tüm olayları ihata etmiş ve ölüm de bu olaylardan biridir; dolayısıyla da Allah'ın tekvini irade ve izni olmaksızın gerçekleşmemektedir; ama bunun insanın iradi ve ihtiyari işlerdeki mesuliyet ve iradesiyle hiçbir çelişkisi yoktur. İnsanın işlerinin iyi ve kötü; uygun ve uygunsuz işler diye ikiye ayrılması ve gereğince sevap veya ceza görmesi de bu esas üzeredir.
Binaenaleyh, şehitlerin ölümünü Allah'ın tekvini iradesine dayandırmak, Allah'ın teşriî iradesinin de bu olduğu anlamına gelmediği gibi katillerin mesuliyet ve özgürlüğü ile de çelişmemektedir. Bunun en bariz şahidi ise, Kerbela olayında Hür b. Yezid-i Riyahi'dir; o son anlarda kan içici zalimlerden ayrıldı ve şehitler kafilesine katıldı. O oturumda İmam Seccad'ın güçlü mantığı karşısında aciz kalan, diğer yandan da şeytani gurur ve kibire kapılmış olan İbn-i Ziyad İmam'a; "Nasıl olur da bana böyle cevap vermeye cüret edebilirsin?" dedi. Daha sonra da cellatlarına, "Götürün bunun boynunu vurun." diye emretti.
Bu esnada Zeyneb-i Kubra cesaretle ileri çıktı ve elini yeğeninin boynuna dolayarak şöyle dedi: "Eğer onun boynunu vuracaksanız ilk önce beni öldürün."
Zeyneb'in sözlerinde ciddiyet ve kararlılık gören İbn-i Ziyad aldığı kararından vazgeçti.
Seyyid b. Tavus'un nakline göre İmam Seccad (a.s) halası Zeyneb'e şöyle dedi: "Bırak ben onun cevabını vereyim." Daha sonra da tam bir metanetle İbn-i Ziyad'a dönerek şöyle dedi: "Acaba Allah yolunda öldürülmenin bizim âdetimiz ve şehadetin bizim için keramet ve yücelik sebebi olduğunu bilmiyor musun?"
Zeyneb ve yeğeni ile yaptığı münakaşada yenilip rüsvay olan Ubeydullah, daha fazla mağlub ve rezil olmamak için İmam Seccad (a.s) ve yaranını meclisten uzaklaştırmalarını emretti."[3]
b) İmam Seccad'ın (a.s) Yezid İle Münazarası
Nakledildiği üzere İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "İmam Hüseyin (a.s)'ın mutahhar başını Yezid'in yanına getirdiklerinde Hz. Seccad ve Emir-ül Müminin Ali (a.s)'nin kızlarını da meclise getirdiler. İmam Seccad'ın el ve ayakları zincirlerle bağlı idi. Yezid İmam Seccad'a şöyle dedi: "Babanı öldüren Allah'a hamdolsun."
İmam Seccad (a.s) cevap olarak şöyle buyurdu: "Babamı katledene Allah lanet etsin."
İmam'ın bu sözü Yezid'e çok ağır geldi. Zira o tüm olayların Allah'ın kader ve kazasıyla vücuda geldiğine dayanarak İmam Hüseyn'in (a.s) şehadeti hususunda zihinleri karıştırmak ve kendini işlemiş olduğu korkunç cinayetten temize çıkarmak istiyordu. Ama İmam Seccad (a.s) tam bir kararlılıkla İmam Hüseyin (a.s)'ın katillerine lanet etti, ki Kur'an-Kerim'in sadece kâfir ve zalimlerin lanete layık olduğunu bildirdiğine Hüseyin (a.s)'ın asıl katili de Yezid olduğuna göre Yezid zalim ve kafir birisi olduğu ve de Allah'ın lanetine müstehak olduğu İmam'ın sözlerinden anlaşılır. Böyle bir insan İslam toplumunun sorumluluğunu üstlenecek bir makama layık olmadığı gibi işlediği cinayetten dolayı hayat hakkına da sahip değildir ve en ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. İşte bu yüzden Yezid İmam Seccad (a.s)'ın öldürülmesini emretti.
İmam (a.s) Yezid'in bu emri üzere şöyle dedi: "Eğer beni öldürtürsen Peygamber'in kızlarını kim Medine'ye götürecek? Beraberlerinde benden başka bir mahremleri yoktur."
İmam'ın (a.s) bu cevabı ifşa edici bir cevaptı. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) bu sözüyle şu nükteyi hatırlatmak istiyordu ki, Yezid şahsen Ömer-i Sa'd'ın işlediği tüm cinayetlerden sorumludur. Onlar Peygamber soyunun tüm erkeklerini öldürdüler. Onca korkunç cinayetler yetmiyormuş gibi şimdi de esir çocukların ve kadınların sorumlusu olan İmam Seccad'ın kanını da dökmek istiyordu?"
Evet, Yezid hiçbir İslami değer için bir saygınlık ve ihtirama kail değildir; ama İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarının şehadeti ile kadın ve çocuklarının esareti sebebiyle lekelenen siyasi statüsünü kurtarmak için İmam'ın katlinden el çekmek ve ona "Sen bizzat onları kendi evlerine geri döndür" demek zorunda kaldı.
Kerbela cinayetinin mesuliyeti hususunda zihinleri saptırabileceğini düşünen Yezid, Şura suresinin 30. ayetini okudu:
"Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazanmakta olduğu dolayısıyladır." Yezid bu ayeti okumakla halkın zihinlerine şu düşünceyi sokmak istiyordu ki acı Kerbela olayı ve İmam Hüseyin, dostları ve evlatlarının başına gelen musibetler kendilerinin mürtekib olduğu ameller dolayısıyladır. Bu yüzden müslümanlar özel bir şahsı sorumlu bilmemeli, Yezid ve onun lanet olası işlerini kınamamalı veya Kerbela olayında onların itibarı ile oynamamalıdır.
Kuran-ı natık (konuşan Kur'an) ve Kur'an arifi olan İmam Seccad, fiilen Kur'an'ın hakikatlerini ayaklar altına alan ve Kur'an maarifi hususunda hiçbir nasibi olmayan Yezid'e cevap olarak şöyle dedi: "Bu ayet bizim hakkımızda nazil olmamıştır ve biz bu Kur'anî ilkenin misdakı değiliz. Bizim halimize şamil ve hakkımızda inen ayet şudur:
"Yeryüzünde ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre pek kolaydır. Bu, elinizden çıkana üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinmeyeseniz. Allah büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Hadid / 22-23)
Daha sonra da şöyle buyurdu: "Biz dünyevi şeylerden kaybettiklerimiz hususunda üzüntü duymayız ve ele geçirdiğimiz şeyler sebebiyle de sevinmeyiz."[4]
İmam'ın bu sözünden anlaşılmaktadır ki, fertlerin hayatında vuku bulan acı olaylar iki kısımdır:
1- Cezalandırma ve uyarma mahiyetli hadiseler.
2- Olgunlaştırma ve yüceltme mahiyetli hadiseler.
Birinci kısımdan olan olaylar, günahkâr için sözkonusu olan olaylardır; ilk ayetin işaret ettiği bu tür olaylar bazen Allah'ın lütfunun ve bazen de gazab ve hışmının mazharıdır. Günahkârlar bu acı olaylardan ibret alır da kendine gelirlerse bu, onlar için rahmet sebebi olur. Ama günahlarında ısrar ederlerse o zaman da bedbahtlığa, Allah'ın azap ve kahrına sebeb olur.
İkinci kısımdan olan olaylar ise günahların cezası ve uygunsuz amellerin yankısı olarak değerlendirilmemelidir. Bu tür olaylar, Allah'ın salt lütuf ve rahmet mazharıdır. Başka bir tabirle insanın iyi işler ve mücadelelerinin yankısıdır. Yani ibadet ve Hakk'a uyma neticesinde birtakım kemallere erişen insan, daha üstün kemal derecelerine de ulaşmak için birtakım zorluklarla da karşılaşmalıdır ki tevhid ve Allah'ı tanımada öyle bir yere varsın ki hiçbir şeyi kendinden bilmesin ve Allah nezdinde teslim ve rıza makamına ulaşsın. Bu takdirde insan huzurlu ve mutmain bir nefse sahip olur ve böylece dünyevi veya Allah yolunda ve ilahi risaleti hedefe ulaştırma uğrunda düçar olduğu musibetler karşısında mustarip ve perişan olmaz. Böylesi insanlar en üst insani makama ulaşmışlardır ki, masum imamlar ilahi veliler bunların önünde gelirler. Onların gerçek takipçileri de bir sonraki mertebede yer alırlar. Bu mesele Kur'an'ın insanbilimde en önemli temel ilkelerinden biri sayılmaktadır. İmam Seccad (a.s) bu vesileyle Yezid'i uyarmakta ve uyanık beşeri düşüncelere Kur'an'ın yeryüzü ve imanlı insanların hayatında vuku bulan olaylar ve musibetler hakkındaki görüşünü açıklamaktadır. İmam (a.s) böylesi olayların bir ilahi sünnet ve önceden tasarlanmış bir plan üzere cari olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu tür olaylar seçkin insanlardan uluşan ve bu vesileyle yüce ilahî makamlara erişmelerine sebep olan olaydır. İmam Hüseyin (a.s) ve yâranı, başka bir tabirle Kerbela kıyamının şehit ve esirlerinin karşılaştıkları musibetler de hep bu türden olaylardır. Bunun şahidi ise kıyamın ilk anlarında İmam Hüseyin (a.s)'dan nakledilen bir rüyadır. İmam, Medine'den Mekke'ye gitmek için yola çıkmayı kararlaştırdığında iki gece üst-üste Peygamber'in (s.a.a) kabrinin başına gitti ve Allah'a ibadet ve münacat etmekle meşgul oldu. İkinci gece birçok ibadet ve münacatın ardından birkaç lahza uykusu ağırbastı ve değerli ceddi Resulullah'ı (s.a.a) rüyasında gördü. Peygamber onu, çok geçmeden seleflerine (ced, baba, anne ve kardeşlerine) katılmakla müjdeledi ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki cennette sadece şehadet ile erişebileceğin dereceler var senin için
Bu kıyamın taşıdığı belirgin özelliklerden biri şudur ki Kerbela Kıyamı kitabının iki faslı vardır. Şehadet faslı ve Esaret faslı.
Başka bir tabirle mukaddes kerbela hareketinin oldukça güçlü iki manivelası şehadet ve esarettir. Netice olarak Kerbela kıyamını vücuda getirenler iki grup idiler: Şehitler ve Esirler.
Neticede esirler kervanı Kerbela kıyamının kemale ermesinde özel bir görev üstlendiler. Eğer bunlar olmasaydı kıyam hedefine ulaşmayacaktı. İşte bu yüzden kıyamın önderi; kendi kadın çocuklarından olan risalet hanedanını da beraberinde getirmişti. Böylece İmam Seccad'ın (a.s) o şehadet ve fedakârlık anında Allah'ın iradesiyle hastalanmasının ve savaşa katılamayıp esir düşmesinin önemli bir ilahî hikmete dayandığı da açıklık kazanır. Zira inkılab ağacının semere vermesi ve devam etmesinde özel bir rolü vardı onun. Ondan başka hiç kimse bu rolü hakkıyla eda edemezdi. Elbette bu sözü derken diğer özellikle de kıyam önderinin bacısı ve Peygamber'in vasisi Emir-ül Müminin'in (a.s)'ın kızı Zeyneb-i Kübra'nın (a.s) kıyamın rüşd ve gelişimindeki rollerini göz ardı etmiyoruz. Ancak İmam Seccad'ın (a.s) üstlendiği görev daha başkaydı. Bu kıyamı âlim ve hekim olan Allah-u Teala planladığı için hikmet ve meşiyyeti gereği bu kıyamın çeşitli kesitlerinde özel bir rolü ifa etmek üzere belli insanları seçmişti. Böylece, bu yüzden ilahi hikmet gereği İmam Seccad (a.s) hastalandı ki, şehadet kalemiyle değil, esaret kalemiyle inkılab kitabının ikinci faslını yazsın ve yazdı da.
Kıyam esnasında bereketli ömründen henüz yirmi üç yıllık bir zaman geçmiş olan bu güçlü Kerbela yazarı, kanlı Kerbela kıyamından sonraki otuz dört yıllık[1] zaman zarfında İslam ümmetinin imamet ve önderliği ile Kerbela olayını kemale erdirme görevini yürüttü. Bu ağır görevi çeşitli metodlar ve farklı tedbirler ile ifa eden İmam Seccad'ın giriştiği en önemli iş, Kerbela kıyamında muhalif cebheyi oluşturanlara karşı en önemlisi aydınlatıcılık ve ifşacılıktı.[2]
İmam Seccad (a.s), kendi konuşma ve sözleriyle uyumuş ve gaflete dalmış düşünceleri uyandırdı ve Emevi zalimlerinin korkunç ve çirkin yüzündeki maskelerini yere düşürdü. Onların alçak ve iğrenç mahiyetini kandırılmış insanlara ifşa etti. Şam ve Kufe halkının ölü ve donuk kalbine kıyam ve fedakârlık tohumlarını saçtı.
Hz. Zeyn-ül Abidin (a.s)'ın feryadları halkın kalp, göz ve kulaklarını örten cehalet ve gaflet perdelerini yırttı; Kerbela inkılabının mesajını onlara ulaştırdı; Emevi sultası, uşakları ve kandırılmış insanların yaptıkları çirkin ve kötü işleri ifşa etti; İmam Hüseyin (a.s) ve fedakar dostlarının mazlumiyet ve hakkaniyetini açığa vurdu ve esaret siperinde düşmanları öylesine mağlub bir duruma düşürdü ki, az öncesine kadar yaptıkları cinayetler ile övünen ve bunu galibiyet olarak değerlendiren düşmanları yaptıklarına pişman etti.
Bu yazıda İmam Seccad (a.s)'ın esaret döneminde zalim Emevi sultasının zulüm ve cinayetlerini ifşa edici mahiyette olan bazı sözlerini ve Kufe ve Şam'ın kandırılmış halkına yaptığı konuşmalarını okuyacaksınız. İmam'ın esaret dönemindeki tüm konuşmalarını üç bölümde ele alacağız:
1- İmam Seccad'ın (a.s) Emevi hükumet başkanlarıyla yaptığı münazaralar.
2-İmam'ın bazı kandırılmış insanlarla konuşması.
3- İmam'ın Kufe, Şam ve Medine'deki umuma hitaben yaptığı konuşmaları.
İMAM SECCAD'IN (A.S) EMEVİ HÜKUMET BAŞKANLARIYLA YAPTIĞI MÜNAZARALAR
a-İmam'ın Ubeydullah b. Ziyad İle Münazarası.
İsmet ve taharet Ehl-i Beyt esirlerini Kufe'ye götürdüklerinde İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarını şehid etmek ve geride kalanlarını ise esir etmekle zafer ve gurur sarhoşluğunu yaşayan Kufe emiri Ubeydullah b. Ziyad tahtına oturdu ve sözde gururlandırıcı zaferini kutlamak için esirlerin meclise getirilmesini emretti. İlk önce dokunaklı sözleriyle sabır ve istikamet sembolü olan Hz. Zeyneb-i Kubra'nın kalbini yaralamaya başladı. Cinayetkârların âdeti olduğu üzere bundan lezzet almak istiyordu. Ama Ali (a.s)'ın kızı Zeyneb'in, İbn-i Ziyad'ın zayıf ve hakır şahsiyetine büyük ve ağır bir darbe indiren ateşli konuşması İbn-i Ziyad'ı bu lafzi münakaşada acı bir yenilgiye uğrattı.
Daha sonra yaralı bir yabandomuzu gibi yenilgisini telafi edebilmek için İmam Seccad'a işaret ederek "Bu kimdir?" diye sordu. "Hüseyin'in oğlu Ali'dir" dediler.
İbn-i Ziyad: "Hüseyn'in oğlu Ali'yi Allah öldürmedi mi?" diye sordu.
İbni Ziyad bu sözleriyle şu fikri ortaya atmak istiyordu ki; "Hüseyin ve yâranı Emevi hükumeti aleyhine (ki onlara göre İslami ve yasal bir hükumet idi) kıyam ettikleri için İslam kanunu esasınca ve Allah'ın isteğiyle öldürüldü ve aslında böyle bir cezayı hak etmişlerdi. O halde bu olayda ne o ve ne de tabi olduğu hükumet hiçbir şer'î mesuliyet taşımıyordu."
Ama onlar, bu şeytani oyunların Allah'ın hak hücceti karşısında etkisiz olacağını ve akim kalacağını bilmiyorlardı.
İmam Seccad (a.s) bu söze karşı şöyle buyurdu: "Benim Ali adında bir kardeşim vardı, senin Kerbela'ya gönderdiğin insanlar onu öldürdü." (Yani sen ve Kerbela'ya gönderdiğin insanların hepsi kardeşim Ali'nin katlinden sorumlusunuz.)
İbn-i Ziyad'ın diyeceği yeni bir sözü yoktu. Yeniden önceki sözünü tekrarladı ve şöyle dedi: "Biz değil, Allah onu öldürdü." İmam (a.s) cevap olarak Zümer suresinin 42. ayetini okudu: "Allah ölümleri vaktinde canları alır." Yani, gerçi Allah'ın tekvini iradesi doğadaki tüm olayları ihata etmiş ve ölüm de bu olaylardan biridir; dolayısıyla da Allah'ın tekvini irade ve izni olmaksızın gerçekleşmemektedir; ama bunun insanın iradi ve ihtiyari işlerdeki mesuliyet ve iradesiyle hiçbir çelişkisi yoktur. İnsanın işlerinin iyi ve kötü; uygun ve uygunsuz işler diye ikiye ayrılması ve gereğince sevap veya ceza görmesi de bu esas üzeredir.
Binaenaleyh, şehitlerin ölümünü Allah'ın tekvini iradesine dayandırmak, Allah'ın teşriî iradesinin de bu olduğu anlamına gelmediği gibi katillerin mesuliyet ve özgürlüğü ile de çelişmemektedir. Bunun en bariz şahidi ise, Kerbela olayında Hür b. Yezid-i Riyahi'dir; o son anlarda kan içici zalimlerden ayrıldı ve şehitler kafilesine katıldı. O oturumda İmam Seccad'ın güçlü mantığı karşısında aciz kalan, diğer yandan da şeytani gurur ve kibire kapılmış olan İbn-i Ziyad İmam'a; "Nasıl olur da bana böyle cevap vermeye cüret edebilirsin?" dedi. Daha sonra da cellatlarına, "Götürün bunun boynunu vurun." diye emretti.
Bu esnada Zeyneb-i Kubra cesaretle ileri çıktı ve elini yeğeninin boynuna dolayarak şöyle dedi: "Eğer onun boynunu vuracaksanız ilk önce beni öldürün."
Zeyneb'in sözlerinde ciddiyet ve kararlılık gören İbn-i Ziyad aldığı kararından vazgeçti.
Seyyid b. Tavus'un nakline göre İmam Seccad (a.s) halası Zeyneb'e şöyle dedi: "Bırak ben onun cevabını vereyim." Daha sonra da tam bir metanetle İbn-i Ziyad'a dönerek şöyle dedi: "Acaba Allah yolunda öldürülmenin bizim âdetimiz ve şehadetin bizim için keramet ve yücelik sebebi olduğunu bilmiyor musun?"
Zeyneb ve yeğeni ile yaptığı münakaşada yenilip rüsvay olan Ubeydullah, daha fazla mağlub ve rezil olmamak için İmam Seccad (a.s) ve yaranını meclisten uzaklaştırmalarını emretti."[3]
b) İmam Seccad'ın (a.s) Yezid İle Münazarası
Nakledildiği üzere İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "İmam Hüseyin (a.s)'ın mutahhar başını Yezid'in yanına getirdiklerinde Hz. Seccad ve Emir-ül Müminin Ali (a.s)'nin kızlarını da meclise getirdiler. İmam Seccad'ın el ve ayakları zincirlerle bağlı idi. Yezid İmam Seccad'a şöyle dedi: "Babanı öldüren Allah'a hamdolsun."
İmam Seccad (a.s) cevap olarak şöyle buyurdu: "Babamı katledene Allah lanet etsin."
İmam'ın bu sözü Yezid'e çok ağır geldi. Zira o tüm olayların Allah'ın kader ve kazasıyla vücuda geldiğine dayanarak İmam Hüseyn'in (a.s) şehadeti hususunda zihinleri karıştırmak ve kendini işlemiş olduğu korkunç cinayetten temize çıkarmak istiyordu. Ama İmam Seccad (a.s) tam bir kararlılıkla İmam Hüseyin (a.s)'ın katillerine lanet etti, ki Kur'an-Kerim'in sadece kâfir ve zalimlerin lanete layık olduğunu bildirdiğine Hüseyin (a.s)'ın asıl katili de Yezid olduğuna göre Yezid zalim ve kafir birisi olduğu ve de Allah'ın lanetine müstehak olduğu İmam'ın sözlerinden anlaşılır. Böyle bir insan İslam toplumunun sorumluluğunu üstlenecek bir makama layık olmadığı gibi işlediği cinayetten dolayı hayat hakkına da sahip değildir ve en ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. İşte bu yüzden Yezid İmam Seccad (a.s)'ın öldürülmesini emretti.
İmam (a.s) Yezid'in bu emri üzere şöyle dedi: "Eğer beni öldürtürsen Peygamber'in kızlarını kim Medine'ye götürecek? Beraberlerinde benden başka bir mahremleri yoktur."
İmam'ın (a.s) bu cevabı ifşa edici bir cevaptı. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) bu sözüyle şu nükteyi hatırlatmak istiyordu ki, Yezid şahsen Ömer-i Sa'd'ın işlediği tüm cinayetlerden sorumludur. Onlar Peygamber soyunun tüm erkeklerini öldürdüler. Onca korkunç cinayetler yetmiyormuş gibi şimdi de esir çocukların ve kadınların sorumlusu olan İmam Seccad'ın kanını da dökmek istiyordu?"
Evet, Yezid hiçbir İslami değer için bir saygınlık ve ihtirama kail değildir; ama İmam Hüseyin (a.s) ve dostlarının şehadeti ile kadın ve çocuklarının esareti sebebiyle lekelenen siyasi statüsünü kurtarmak için İmam'ın katlinden el çekmek ve ona "Sen bizzat onları kendi evlerine geri döndür" demek zorunda kaldı.
Kerbela cinayetinin mesuliyeti hususunda zihinleri saptırabileceğini düşünen Yezid, Şura suresinin 30. ayetini okudu:
"Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazanmakta olduğu dolayısıyladır." Yezid bu ayeti okumakla halkın zihinlerine şu düşünceyi sokmak istiyordu ki acı Kerbela olayı ve İmam Hüseyin, dostları ve evlatlarının başına gelen musibetler kendilerinin mürtekib olduğu ameller dolayısıyladır. Bu yüzden müslümanlar özel bir şahsı sorumlu bilmemeli, Yezid ve onun lanet olası işlerini kınamamalı veya Kerbela olayında onların itibarı ile oynamamalıdır.
Kuran-ı natık (konuşan Kur'an) ve Kur'an arifi olan İmam Seccad, fiilen Kur'an'ın hakikatlerini ayaklar altına alan ve Kur'an maarifi hususunda hiçbir nasibi olmayan Yezid'e cevap olarak şöyle dedi: "Bu ayet bizim hakkımızda nazil olmamıştır ve biz bu Kur'anî ilkenin misdakı değiliz. Bizim halimize şamil ve hakkımızda inen ayet şudur:
"Yeryüzünde ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah'a göre pek kolaydır. Bu, elinizden çıkana üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinmeyeseniz. Allah büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Hadid / 22-23)
Daha sonra da şöyle buyurdu: "Biz dünyevi şeylerden kaybettiklerimiz hususunda üzüntü duymayız ve ele geçirdiğimiz şeyler sebebiyle de sevinmeyiz."[4]
İmam'ın bu sözünden anlaşılmaktadır ki, fertlerin hayatında vuku bulan acı olaylar iki kısımdır:
1- Cezalandırma ve uyarma mahiyetli hadiseler.
2- Olgunlaştırma ve yüceltme mahiyetli hadiseler.
Birinci kısımdan olan olaylar, günahkâr için sözkonusu olan olaylardır; ilk ayetin işaret ettiği bu tür olaylar bazen Allah'ın lütfunun ve bazen de gazab ve hışmının mazharıdır. Günahkârlar bu acı olaylardan ibret alır da kendine gelirlerse bu, onlar için rahmet sebebi olur. Ama günahlarında ısrar ederlerse o zaman da bedbahtlığa, Allah'ın azap ve kahrına sebeb olur.
İkinci kısımdan olan olaylar ise günahların cezası ve uygunsuz amellerin yankısı olarak değerlendirilmemelidir. Bu tür olaylar, Allah'ın salt lütuf ve rahmet mazharıdır. Başka bir tabirle insanın iyi işler ve mücadelelerinin yankısıdır. Yani ibadet ve Hakk'a uyma neticesinde birtakım kemallere erişen insan, daha üstün kemal derecelerine de ulaşmak için birtakım zorluklarla da karşılaşmalıdır ki tevhid ve Allah'ı tanımada öyle bir yere varsın ki hiçbir şeyi kendinden bilmesin ve Allah nezdinde teslim ve rıza makamına ulaşsın. Bu takdirde insan huzurlu ve mutmain bir nefse sahip olur ve böylece dünyevi veya Allah yolunda ve ilahi risaleti hedefe ulaştırma uğrunda düçar olduğu musibetler karşısında mustarip ve perişan olmaz. Böylesi insanlar en üst insani makama ulaşmışlardır ki, masum imamlar ilahi veliler bunların önünde gelirler. Onların gerçek takipçileri de bir sonraki mertebede yer alırlar. Bu mesele Kur'an'ın insanbilimde en önemli temel ilkelerinden biri sayılmaktadır. İmam Seccad (a.s) bu vesileyle Yezid'i uyarmakta ve uyanık beşeri düşüncelere Kur'an'ın yeryüzü ve imanlı insanların hayatında vuku bulan olaylar ve musibetler hakkındaki görüşünü açıklamaktadır. İmam (a.s) böylesi olayların bir ilahi sünnet ve önceden tasarlanmış bir plan üzere cari olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu tür olaylar seçkin insanlardan uluşan ve bu vesileyle yüce ilahî makamlara erişmelerine sebep olan olaydır. İmam Hüseyin (a.s) ve yâranı, başka bir tabirle Kerbela kıyamının şehit ve esirlerinin karşılaştıkları musibetler de hep bu türden olaylardır. Bunun şahidi ise kıyamın ilk anlarında İmam Hüseyin (a.s)'dan nakledilen bir rüyadır. İmam, Medine'den Mekke'ye gitmek için yola çıkmayı kararlaştırdığında iki gece üst-üste Peygamber'in (s.a.a) kabrinin başına gitti ve Allah'a ibadet ve münacat etmekle meşgul oldu. İkinci gece birçok ibadet ve münacatın ardından birkaç lahza uykusu ağırbastı ve değerli ceddi Resulullah'ı (s.a.a) rüyasında gördü. Peygamber onu, çok geçmeden seleflerine (ced, baba, anne ve kardeşlerine) katılmakla müjdeledi ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki cennette sadece şehadet ile erişebileceğin dereceler var senin için