Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Bakır'ın (a.s) Cevapları (Tevhid, Varlık)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    İmam Bakır'ın (a.s) Cevapları (Tevhid, Varlık)

    ALLAH’IN VÜCUT, BİRLİK, İSİM VE SIFATLARIYLA İLGİLİ SORULAR
    1-Zürare der ki; İmam Muhammed Bâkır’a şöyle arz ettim; Allah durumunuzu ıslah etsin, Allah azze ve celle’nin Kuran’ı Kerim’de buyurduğu; O halde yüzünü dine bir hanîf olarak tut: o Allah fıtratına ki insanları onun üzerine yaratmıştır, Allah yaratışına bedel bulunmaz, doğru sâbit din odur, velâkin insanların çoğu bilmezler.
    Ayetinde geçen fıtrattan maksat nedir diye sordum.
    Bunun üzerine İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurdu; (Yüce Allah) onları (zer âleminde) tevhit ve kendisini onlara rab olarak tanıma marifeti üzerine yarattı.
    Onlar Allah’ı rab olarak tanıdılar mı? Diye arz ettim. Ravi, imamın mübarek başını sallayarak şöyle cevap verdiğini rivayet ediyor; eğer böyle olmasaydı rablerinin ve kendilerine rızk verenin kim olduğunu bilmezlerdi.
    2- Zürare der ki; İmam Muhammed Bâkır’a (a.s); Allah'ı bir tanıyıp ona şirk koşmaksızın… Ayetini ve “Hanefiyye” kelimesinden maksadın ne olduğunu sordum? İmam şöyle buyurdu; Allah'ın insanları fıtrat üzerine yaratmasıdır ve Allah’ta hiçbir değişiklik olmaz. Allah (insanları) bu marifet üzerine yarattı.
    Zürare der ki ve “Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini izhar etmişti…” Ayetinin manasını İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) sordum.
    İmam şöyle cevap verdiler; Allah’u Teâlâ Âdem’in (a.s) sırtından kıyamete kadar çıkacak olan zürriyeti zerrelere benzer bir halde çıkardı ve kendisini onlara tanıttı, lütfünü onlara gösterdi. Eğer böyle olmasaydı kimse rabbini tanımazdı. Sonra ekledi; Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur; “Her çocuk fıtrat üzerine-yani Allah'ı tanıma üzerine- dünyaya gelir; şöyle ki Allah'ın rabbi olduğunu bilir. Nitekim kuranda buyrulduğu gibi; “Onlara, gökleri ve yeryüzünü kim yarattı diye sorsan elbette Allah derler.”
    3- Zürare der ki; İmam Muhammed Bâkır’a (a.s); “O Allah fıtratına ki insanları onun üzerine yaratmıştır” ayetinin anlamını sordum. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu; onları kendi tanıma doğası üzerine yarattı ve eğer böyle olmasaydı onlara rabbiniz ve rızk vereniniz kim?” diye sorduklarında bilemezdiler.
    4-Babamdan, o Sa’d’tan, o Muhammed bin İsa’dan, o Hasan bin Fezzal’dan, o İbni Bukeyr’den o da Zürare’den rivayet eder; İmam Muhammed Bakır’a (a.s); Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye onları kendilerine şahit tutmuştu. "Evet, (buna) şahidiz!" dediler. Kıyamet günü "Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz. Ayetinin manasını sordum. İmam Bakır (a.s) şöyle cevap verdi: “Onları rablerini tanıma (inancı) üzerine yarattı. Onlar kıyameti unuttular ancak bir gün hatırlayacaklardır. Eğer böyle olmasaydı kimse rabbinin ve kendisine rızk verenin kim olduğunu bilemezdi.
    5-Zürare der ki; İmam Muhammed Bakır’a (a.s) size göre Zer âleminde Allah Âdem’in sırtında zürriyetinden ahit ve misak aldığında onlar buna çıplak gözle mi şahit oldular?” diye sordum.
    İmam Bakır (a.s) şöyle cevap verdiler: “Evet, ey Zürare onlar zerreye benzer bir halde Allah’ın huzurunda idiler. Onlardan kendi rabliğine ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğine dair ahit aldı. Sonra onlara rızk vereceğine dair kefil oldu. Rüyeti (görmeyi) onlara unutturdu ve kalplerine (rablerini) tanıma ve marifeti yerleştirdi. Sonra orada ahitleştiği bütün herkesi dünyaya getiriyor. Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.a) için aldığı ahdi inkâr eden kimsenin Allah'ın rabliğine itiraf etmesi noktasında yararı yoktur. Hz. Muhammed’i (s.a.a) inkâr etmeyen kimsenin misakı rabbinin misakı cihetinde lehine tamam olur.”
    6-Muhammed bin İsa Merfu (senedinde kopukluk olan) bir hadiste şöyle diyor: İmam Muhammed Bakır’a (a.s) acaba Allah hakkında “o mevcuttur” denmesi caiz midir? Diye sordum.
    Bunun üzerine İmam Bakır (a.s): “Evet, diye buyurdu ve ekledi Onu iki sınırlandırmadan çıkarmış oluyorsun; bir iptal sınırından ve bir de benzetme sınırından.
    7-Yine Muhammed bin İsa başka bir merfu hadiste der ki; İmam Muhammed Bakır’a (a.s) “Allah azze ve celle’ye o bir şeydir” denmesi caiz midir? Sorulduğunda şöyle buyurdu: “Evet, caizdir. Zira onu iki sınırlandırmadan çıkarmış sayılırsın; tatil (iptal etme) ve mukayese haddinden.”
    8- Adamın biri imam Muhammed Bakır'ın (a.s) huzuruna müşerref oldu ve ona Allah Resulü’nden (s.a.a) rivayet edilen “La ilahe illallah” söyleyen kimse cennete girecektir” hadisini sordu?
    İmam Bakır (a.s); hadis doğru ve haktır diye buyurdu.
    Adam dışarı çıkıp giderken İmam onu geri getirmelerini emretti. Sonra şöyle buyurdu: “Ancak La ilahe illallah’ın şartları vardır, şüphesiz ki ben de onun şartlardanım.
    9-Cabir bin Yezid der ki; İmam Bakır’a (a.s) tevhit hususunda bir şey sordum.
    İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Mübarek isimleriyle her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah, o isimleriyle çağırılır. Yüce künhünde yücedir, yüce tevhidinde tevhidiyle birleşen eşsiz varlıktır. Sonra onu mahlûkatına cari etti. O, eşsiz, gani (ihtiyacı olmayan) temiz ve mukaddestir. Her şey ona ibadet eder, her şey ona muhtaçtır ve ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”
    10- Nafi bin Ezrak, İmam Muhammed Bakır’a (a.s) şöyle sordu; Allah Azze ve Celle ne zamandan beri vardı?
    Bu soru üzerine İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Öncelikle sen bana ne zamandan beri olmadığını söyle, ben de sana ne zamandan beri olduğunu söyleyeyim. Daima var olan ve zeval olmayan Allah münezzehtir. Tek ve Samed’tir , kendine bir dost ve evlat edinmemiştir.
    11-Attar, babasından, İbni İsa’dan, Hüseyin bin Said’ten, Kasım bin Muhammed’den, Ali bin Ebu Hamza’dan, o da Ebu Basir’den rivayet eder; Adamın biri İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) huzuruna müşerref oldu ve ey Ebu Cafer diye arz etti; bana söyler misin rabbin ne zamandan beri vardı?
    Soru üzerine İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: “Yazıklar olsun sana, bir zamanda olmayan bir şey hakkında “ne zamandan beri vardı” diye sorulur mu? Şüphesiz ki benim rabbim Azze ve Celle daima vardı niteliksiz olarak diridir. Onun için ”var idi” kavramı söz konusu değildir. Çünkü bu söz niteliğe girer ve onun hakkında “oldu” kavramı anlamsızdır. Hakkında “Nerededir”, “bir şeydedir” ve “bir şeyin içinde karar almıştır” gibi kavramlar hakkında düşünülemez. Kendi menzileti için bir mekân icat etmemiştir, bazı şeyleri yarattıktan sonra güç kazanmamıştır, bir şey yarattıktan sonra da acze düşmemiş ve gücünden bir şey kaybetmemiştir. Bir şey icat ederken herhangi bir şeyden korkmuyordu. Vücuda getirdiği bir şeye de benzemez. Yaratmadan önce mülk ve saltanatından ayrı değildi. Mahlûkat gittikten sonra da onlardan ayrı değildi.
    Sonradan bir hayat icat olmadan da diriydi. Bir şey yaratmadan önce de malik (saltanat ) ve güç sahibidir. Varlık âlemini var ettikten sonra da muktedir bir maliktir. Onun için nitelik, mekân ve had (sınır) kavramlarının manası yoktur. Herhangi bir şeye benzediğinden dolayı tanınmaz. Uzun süre kaldığı için de yaşlanmaz.
    O, bir şeyden korkmaz ve herhangi bir şey onu korkutamaz, aksine bütün şeyler onun korkusundan düşüp bayılırlar.
    O, kendisine bir hayat icat edilmeden de diriydi , vasıflandırılamaz, (zatında) nitelik ve sınır yoktur. Ona etki edecek bir etken yoktur. Herhangi bir mekâna yakın olan yerde de değildir. O (kudret belirtileriyle) tanınan hayat sahibidir. Daima kudret sahibi bir maliktir. Dilediğini kendi meşiyyetiyle (iradesiyle) var eder. Ne sınırlıdır ne eczaları vardır ne de fani olur.
    O, niteliksiz olarak varlığın kaynağıdır. Mekânsız olarak varlığın sonudur. Onun zatının dışında her şey yok olucudur. Yaratılış ve ferman onun elindedir. Âlemlerin rabbi pek mübarektir.
    Yazıklar olsun sana ey soru soran, şüphesiz ki düşünceler rabbimi sarıp kuşatamaz, şüpheler ona yol bulamaz. Hiç bir şey onun yanına yetişemez. Olaylar ona etki edemez, yaptığı bir şeyden dolayı sorgulanmaz. Bir şeyin üzerinde yer almaz, Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde, yerlerde ve bunların arasında ve toprak altında olan tüm şeyler onundur.
    12-Zürare der ki; İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) “Sizce sadece Allah vardı ve ondan başka bir varlık da yoktu, öyle mi?” diye sordum.
    Bunun üzerine imam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “Evet, sadece Allah vardı ve bir şey yoktu. “O halde nerdeydi?” diye sordum. Ravi der ki; İmam Bâkır (a.s) yaslanmıştı. Sonra doğruldu ve şöyle buyurdu; imkânsız ve yersiz bir söz söyledin ey Zürare! Çünkü sen mekân hakkında sordun ve o zaman mekân diye bir şey yoktu.
    13-Dakka, Esedi’den, O Bermeki’den, o Hüseyin bin Hasan’dan, o Bekr’den, o Ebu Abdullah el-Bergi’den, o Abdullah bin Yahya’dan, o Ebu Eyyub el-Hazzaz’dan, o da Muhammed bin Müslim’den rivayet eder; İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) Allah'ın Kuran’ı Kerim’de buyurduğu; (Rabbin ona) Dedi ki: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yücelerden mi oldun?" Ayetinde geçen “iki elden” maksadın ne olduğunu sordum. Bunun üzerine imam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “El, Arap kelamında güç ve nimet manasına gelir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor; Sabret ne derlerse ve an güçlü-kuvvetli kulumuz Dâvûd'u, şüphe yok ki o, daima Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu.
    Yine başka bir ayetinde “Ve biz, gökleri kurduk kudretle… ” diye buyuruyor. Yani kuvvetimizle bina ettik.
    Yine başka bir ayetinde “Kendinden bir ruhla, imanla kuvvetlendirmiştir” ” buyuruyor. Yani onları güçlendirdik.
    Aynı şekilde (Arapçada) “benim yanımda falanca adamın çok elleri vardır” sözü dendiğinde “ihsan ve iyilikler” anlamında ve “falanca adamın benim yanımda beyaz eli var” dendiğinde de “nimet” anlamında kullanılır.
    Allame Meclisî, bu hadisin açıklamasında der ki; bu hadiste “yed” kelimesinden türetilen “teyid” kelimesi kuvvet anlamına gelir. Nitekim Cevheri’nin de sözünden bu anlaşılmaktadır.
    14-Ahmed bin Ali bin İbrahim bin Haşim, o Ali bin Mu’bid’ten, o Vasıl’dan, o Abdullah bin Sinan’dan, o da babasından rivayet eder; Haricilerden bir adam, Hz. İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) huzuruna müşerref oldu. İmam’a: “Ey Ebu Cafer, “neye tapıyorsun?” diye sordu.
    İmam Bâkır (a.s) “Allah'a” diye cevap verdi. Adam; “onu gördün mü?” diye sordu. Bunun üzerine imam (a.s) şöyle buyurdu: “Gözler onu müşahede ederek göremez, aksine kalpler iman hakikatleriyle onu görür. Kıyasla tanınmaz, duyularla idrak olunmaz, insanlara benzemez. Nişanelerle vasıf edilir. Hükmünde haksızlık etmez. İşte bu kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’tır.”
    Ravi der ki; Harici adam “Allah risaletini nereye vereceğini daha iyi bilir” diyerek dışarı çıktı.
    Babam Ali’den, o Ali bin Mu’bid’ten, o Abdullah bin Sinan’dan o da babasından (benzeri) hadisi nakletmiştir.
    15-Babam Sa’d’tan, o İbni İsa’dan, o İbni Bezi’den, o Mensur bin Yunus’tan, Ebu Hamza’nın Celisi’nden, o da Ebu Hamza’dan rivayet eder; İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) “her şey helâk olur, ancak onun zâtıdır kalacaktır… ” ayetinin manasını sordum.
    İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “her şey helak olacaktır ancak yüz mü kalacaktır?” Allah, “yüzle” vasıflandırılmaktan daha yücedir. Çünkü (yüz) sadece cisimler hakkında düşünülebilinir. Ama ayetin manası şöyledir; her şey yok olacaktır ancak onun dini kalacaktır. Allah'a doğru gidilen yüzler bizleriz.”
    İbni Yezid, İbni Ebu Umeyr’den, o da Mensur’dan (benzeri) hadisi nakletmiştir.
    Ahmed bin Muhammed Hüseyin bin Said’ten, o Muhammed bin İsmail’den, o Mensur’dan, o da Ebu Hamza’dan (benzeri) hadisi rivayet etmiştir.
    16-Babam Ali’den, o babasından, o İbni Ebu Umeyr’den, o İbni Uzeyne’den, o da Muhammed bin Müslim’den rivayet eder; İmam Bâkır'a (a.s) “ona ruhumdan üfledim… ” ayetinin manasını sordum. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu; (ruhtan maksat) Allah'ın seçtiği, yarattığı ve kendisine nispet verdiği ruhtur. Onu bütün ruhlara üstün kıldı. Sonra ona Âdem’in bedenine girmesini emretti. Böylece o ruhtan bir kısmı Âdem’e üflendi.
    Hamzatu-l Alevi, Ali’den, o da babasından (benzeri) hadisi nakletmişir.
    17-Ashabımızdan birçok ravi Esedi’den, o Bermeki’den, o Hüseyin bin Hasan’dan, o Bekr’den, o Kasım bin Urve’den, o Abdulhamid Tai’den ve o da Muhammed bin Müslim’den rivayet eder; İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) Allah Azze ve Celle’nin “ona ruhumdan üfledim… ” buyruğunu sordum; üfleme nasıl oldu?
    Bunun üzerine İmam Bâkır (a.s) şöyle cevap verdi; ruh, rüzgâr gibi hareketlidir. Ruh, Rih’ten (rüzgârdan) alındığı için ona bu isim verilmiştir. Ayrıca ruh, Rih’le (rüzgâr) aynı cinsten olduğu için ruh olarak beyan etmiştir. Onu başka ruhlara üstün kıldığı için kendine nispet vermiştir. Nitekim evlerden sadece bir evi seçmiş ve ona “benim evim” demiştir. Resullerinin içinden sadece bir resulüne “dostum” demiştir vb... bütün bunlar onun tarafından yaratılmış, yapılmış, icat edilmiş, yetiştirilmiş ve tedbir edilmiştir.
    18-Hamran bin Ayan, İmam Bâkır'a (a.s) “ve O'ndan bir ruhtur… ” ayetini sordum. İmam (a.s), şöyle buyurdu; ruh yaratılmıştır. Allah, onu kendi hikmetiyle Âdem ve İsa’da yaratmıştır.
    19-İbni Mütevekkil, Ali’den, o babasından, o İbni Ebu Umeyr’den, o İbni Uzeyne’den, o Ebu Cafer Asam’dan rivayet eder; İmam Bâkır'a (a.s) Âdem ve İsa’da olan ruhu sordum. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu; iki yaratışmış ruhtur. Allah onları Âdem’in (a.s) ve İsa’nın (a.s) ruhu olarak seçip beğendi.
    20-Muhammed bin Müslim İmam Bâkır'dan (a.s) rivayet eder; İmam Bâkır'a (a.s) “ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın” ayetini sordum. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu; (maksat) Allah'ın yarattığı ve bir kısmını Hz. Âdem’e (a.s) üflediği ruhtur.
    21-Ebu Basir İmam Bâkır'dan (a.s) ya da İmam Cafer Sadık’tan (a.s) rivayet eder; “Sana ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” Ayetini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “O ruh canlılarda ve insanlarda olan ruhtur.”
    O nedir diye sorduğumda şöyle buyurdu: “O melekût âleminden ve (ilahi) kudrettendir.
    22-Zürare der ki; İmam Bâkır'a (a.s) “Sana ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” Ayetini sordum. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu; (ruh) Allah'ın yarattıklarından bir yaratıktır ve Allah dilediğinde yaratıklarını çoğaltır.
    23-Ashabımızdan biri der ki; Amr bin Abid, İmam Bakır'ın (a.s) huzuruna müşerref oldu ve şöyle arz etti; canım size feda olsun, Allah Azze ve Celle Kuranda “kimin üstüne gazabım inerse o, düşmüş (mahvolmuş)tur.” Diye buyurmuştur. Ayette geçen gazaptan maksat nedir?
    İmam şöyle buyurdu: “Ey Amr, maksat azaptır. Mahlûk, kendisini korkutan ve kendisini içinde bulunduğu durumundan çıkaran şey karşısında öfkelenir. Eğer öfke ve hoşnutluğun Allah'ı değiştirdiğini ve (gazabın) Allah'ı bu sıfattan soyutladığını düşünürse gerçekte Allah'ı mahlûkatın sıfatlarıyla vasıflandırmış olur.
    24-Rivayet edilir ki Amr bin Ubeyd, İmam Bâkır'ı (a.s) imtihan etmek için bir soruyla huzuruna çıktı. “canım size feda olsun, Allah'ın Kuran’ı Kerim’de buyurduğu “O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık…” Ayette geçen “bitiştirmek ve ayırmaktan” maksat nedir?
    İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “Gökyüzü kapalı olduğu için gökyüzüne yağmur inmiyordu. Yeryüzü de kapalı olduğu için üzerinde ot bitmiyordu. Allah, gökyüzünü yağmurla, yeryüzünü de bitkilerle yardı (açtı).
    Bu cevaba bir itiraz bulamayan Amr kalktı ve oradan gitti. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Amr tekrar gelerek; canım size feda olsun beni “kimin üstüne gazabım inerse o, düşmüş (mahvolmuş)tur” ayetinin manasından haberdar ediniz, “Allah'ın gazabı nedir?” diye arz etti. Bunun üzerine İmam Bâkır (a.s): “Ey Amr diye buyurdu. Allah’u Teâla’nın gazabı onun azabı demektir. Herhangi bir şeyin Allah'ı değiştirdiğini zanneden kimse şüphesiz ki kâfir olmuştur.
    25-el-Attar, babasından, o Ahmed bin Muhammed’den, o Hasan bin Said’ten, o Kasım bin Muhammed’den, o Abdussamed bin Beşir’den o da Fudayl bin Sukkera’dan rivayet eder; Fudayl der ki İmam Bâkır'a (a.s) “canım size feda olsun; eğer uygun görürseniz bana şunu öğretebilir misiniz; acaba Allah, mahlûkatı yaratmadan önce bir olduğunu biliyor muydu? Çünkü dostlarınız bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları, Allah'ın mahlûkatından birini yaratmadan önce “bildiği” görüşünü savunuyor, bazıları da “biliyor” “yapıyor” anlamına gelir ve Allah, bugün eşyayı yaratmadan önce bir olduğunu biliyor diye iddiada bulunuyorlar. Ve bu grup diyor ki “eğer Allah’ın her zaman bir olduğunu bildiğini ispatlarsak ezelde onunla birlikte başka bir şeyin olduğunu da ispatlamış sayılırız. Efendim eğer uygun görürseniz bana (doğru görüşü) öğretin de bende onların görüşlerinden yüz çevireyim.
    Bunun üzerine İmam Bâkır (a.s) “Allah’u Teâla her zaman âlimdir” diye yazdı.
    Allame Meclisî şu hadisi şerifi şöyle açıklıyor; hadiste geçen “biliyor” ifadesinin “yapıyor” anlamına gelmesi şu demektir; yüce Allah'ın ilminin bir şeye taalluk bulması o şeyin var olması ve tahakkuk bulması demektir. Eğer o her zaman âlimdiyse her zaman faildir demektir. Böylece de ezelde onunla beraber başka bir şeyin varlığı ispatlanmış olur.
    Ya da ilmin bir şeye taalluk bulması o şeyin keşfini gerektirir, o şeyin keşfiyse bir nevi hâsıl olmayı gerektirir ve yüce Allah'tan başka bir şey için hâsıl olan ve varlığı olan şey ise ona dayandırılır. O halde onun fiilinden sayılır. Dolayısıyla ezelde bir fiilin varlığını onun için ispatlamış sayılırız.
    Netice olarak İmam (a.s) bu şüphenin cevabında “Allah her zaman âlimdir.” diyerek yetindi ve bu delinin batıl oluşunun beyanına teveccüh etmedi. Bu da ya konunun çok açık olduğundan ve bir açıklamaya ihtiyacı olmadığındandır. Ya da İmam, Allah'ın zatına ve sıfatına ilişkin konuların üzerinde fazla durmanın doğru olmadığını öğretmek istemesindendir. Çünkü bu tür mevzular idraki zor olduğu gibi akılların da yetmeyeceği konulardandır.
    Bilmek gerekir ki ezeli ve ebedi olarak Allah'ın her zaman eşyanın külli ve cüzisine âlim olduğuna inanmak ve ilminde hiçbir değişlik olmayacağını bilmek mezhebin zaruretlerindendir. Bu hususta hekimlerin kahır çoğunluğu görüş ayrılığına düşmüş ve “Allah'ın cüziyatı bilmesini nefyetmişlerdir.
    Bu hususta eski filozoflarda değişik ve ilginç metotlara başvurmuşlardır.
    26-Süleyman Talhi der ki; İmam Bâkır'a (a.s) acaba peygamberlerin rableri hakkında haber verdikleri ve kavimlerine ilettikleri konular hususunda beda hâsıl olabilir mi? Diye sordum. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu; ben sana “ o yapıyor” demiyorum, eğer o isterse yapar.
    27-Ali, babasından, o İbni Ebu Umeyr’den, o İbni Uzeyne’den, o Fudayl ve Zürare’den, o da İmam Bâkır'dan (a.s) rivayet eder; İmam Bâkır'a (a.s) “Ve insanlardan, Allah'a kalbiyle değil de diliyle kulluk eden de var; ona bir hayır isâbet ederse kalbi yatışır o hayır yüzünden, fakat bir sınamaya uğrarsa yüzü dönüverir; dünyâda da ziyan eder, âhirette de; işte budur apaçık ziyan.” Ayetini sordum. Bunun üzerine İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “Bunlar Allah'a tapan ve Allah'tan başka ibadet edilen şeyleri bırakan kimselerdir. Ne var ki bunlar Hz. Muhammed (s.a.a) ve Allah tarafından getirdiği şeyler hususunda şüpheye düştüler. İslam’ı tereddüt ve kuşkuyla dile getirdiler, Allah'ın birliğine ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğine şahadet ettiler. Kuran’ı ikrar ettiler. Allah hakkında bir kuşkuları olamamasının yanı sıra Hz. Muhammed (s.a.a) ve getirdiği şeyler hususunda tereddüt içinde idiler. Allah’ Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “İnsanlardan bazıları Allah'a dilleriyle taparlar” yani Hz. Muhammed’in (s.a.a) ve Allah tarafından getirdiği şeyler hususunda tereddüt içindedirler. “Eğer onlara bir hayır isabet ederse” yani malları, canları ve evlatları konusunda afiyet esenlik buldular mı “kalbi yatışır” yani ( afiyetten dolayı) hoşnut olurlar. “fakat bir sınamaya uğrarsa” yani bedenlerine ve mallarına bir bela isabet ederse kötüye yorar ve Peygamberin (s.a.a) peygamberliğini kabul etmekten sakınır, tereddüt ve şüphelerine geri dönerler. Sonra da Allah ve Peygamberine (s.a.a) düşman kesilirler sonuçta da Peygamberi (s.a.a) ve getirdiklerini inkâr ederler.
    28-Muhammed bin Yahya, Ahmed bin Muhammed’den, o Ali bin el- Hakem’den, o Musa ibni Bekr’den, o da Zürare’den rivayet eder; İmam Bâkır'a (a.s) “Ve insanlardan, Allah'a kalbiyle değil de diliyle kulluk eden de var.” Ayetini sordum. Bunun üzerine İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “Onlar, Allah'ın birliğini kabul eden ve Allah'tan başkasının ibadetinden yüz çeviren kimselerdi. Böylece de şirk sınırından kurtulmuşlardı. Ancak Hz. Muhammed'i (s.a.a) Allah Resulü olarak tanımadılar. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Allah tarafından getirdiği şeyler hususunda tereddütle Allah’a ibadet ettiler. Allah Resulü’nün (s.a.a) yanına gelerek; eğer ( ona iman etmekle) mallarımız çoğalır, canlarımız ve evlatlarımız esenlik içinde olursa (iddiasında) doğru ve Allah'ın resulü olduğunu anlarız. Ancak bunun aksi olursa (iddiasının doğruluğu konusunu) düşünürüz. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Eğer ona bir hayır isabet ederse kalbi yatışır” yani dünyada afiyet içinde olurlar. “eğer sınanmak için ona bir bela ulaşırsa” yani canına ve malına bir bela yetişirse “yüzü dönüverir” yani şekkine ve şirkine geri döner. (böylece) hem dünya da hem de ahirette zarara uğrar. İşte bu açık bir hüsrandır. O Allah'ın dışında kendisine ne zarar verecek ne de fayda sağlayacak bir Allah'ı çağırıyor. Sonra sözlerine şöyle devam etti: Oonlar şirke dönerler, Allah'tan başkasını çağırır ve ondan başkasına ibadet ederler. Onlardan bazıları (Allah'ı) tanır ve kalbine iman girer böylece de Allah'a iman eder, (Peygamberi) tasdik eder ve şirkten yüz çevirir imana yönelir. Bazıları şeklerinde sabit kalır, bazıları da şirke geri döner.
    29-Cabir der ki; İmam Bâkır'a (a.s) “Allah, kesin olarak bildirdi ki kendisinden başka yoktur tapacak. Meleklerle bilgi sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler, bildirdiler. O üstün Tanrıdan, o hüküm ve hikmet sahibinden başka yoktur tapacak. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “Allah, kesin olarak bildirdi ki kendisinden başka yoktur tapacak” yüce Allah'ın bu ayette kendi birliğine şahadet etmesi kemale işarettir. “meleklerde şahitlik ettiler...” yüce Allah bu ayetinde melekleri, rablerine teslim oldukları için onlara değer veriyor. ( Allah) Kendisine şahadet ettiği gibi meleklerde onu tasdik ettiler ve (birliğine) şahadet ettiler.
    "Bilgi sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler, bildirdiler” ayetinde ilim sahiplerinden maksat peygamberler ve vasilerdir. Onlar adaletle hükmedenlerdir. Zahirde “Kıst’ın manası adalettir. Adl ise batını manada Emirü’l-Müminin Ali’dir.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X