İmam Kazım (a.s) zamanında tağut aleyhine silahlı bir kıyam gerçekleştirmek ve İslami bir hükümet teşkil etmek için gerekli şartlar yoktu. İmam’ın da (a.s) teyit ettiği Şehid-i Fehh Hüseyin b. Ali’nin kıyamından da bu mesele açıkça anlaşılmaktadır. İmam ona şöyle buyurmuştur: “İnsanlar fasıktır, bu konuda bir başarı elde edemezsin.” İmam Kazım (a.s) imametinin ilk yıllarında babasının katili olan Mensur-i Devaniki ile karşı karşıya idi. Mensuri Devaniki H. 136 yılında Ebul Abbas Seffah’tan sonra İslami hilafeti ele geçirdi.
İmam Sadık’ın (a.s) kendi halifesini tayin hususundaki vasiyeti ve diğer mülahazalar nedeniyle açık bir şekilde imama taarruzda bulunmuyordu; ama gizli bir şekilde imama baskı uyguluyordu. İşte bu yüzden İmam Sadık (a.s) kendi vasiyetinde halifeyi kendi vasilerinden biri olarak tanıttı ki en azından insanların gözünde Musa b. Cafer (a.s) üzerindeki siyasi baskıları azaltabilsin. Bu yüzden Mensur-i Devaniki İmam Sadık’ı (a.s) şehit ettiğinde Medine valisi Muhammed b. Süleyman’a şöyle emretti. “Eğer Cafer b. Muhammed bir halife tayin edecek olursa onu çağır ve boynunu vur.”
Ama vali olan kimse ona cevap olarak şöyle yazdı: “Cafer b. Muhammed kendi vasiyetinde beş kişiyi vasi olarak tayin etmiştir: “Muhammed b. Süleyman (Medine valisi), Mansur-i Devaniki, Abdullah b. Cafer, Musa b. Cafer ve eşi Hamide.”
Bunun üzerine o halifeye şöyle sordu: “Bunlardan hangisinin boynunu vurayım?”
İmam’ın yüceliği ve şahsiyeti hakkında kin ve nefret ile dolu olan Mansur şöyle dedi: “Bunları öldürmek mümkün değildir.”
Elbette bilinmesi gerekir ki İmam Sadık (a.s) böyle bir siyasi vasiyet yazarak İmam Kazım’ın katledilmesini engellemiştir. Bu tür vasiyetler takiyye babından yapılmıştır. Zira Şia’ya göre İmam’ın vasiyetinde zikredilen bu kişilerin liyakatsizliği apaçık biliniyordu.
Mansur daha sonra siyasi metotlarla imamı baskı altına almaya çalıştı. O zamandan sonra otuz beş yıl boyunca imam Musa b. Cafer (a.s) imamet makamında bulunuyordu. Mansur’un ölümünden sonra da hilafet Mehdi b. Abdullah-i Masura geçti. O da H. 158 yılında hilafet tahtına oturmuş oldu. Bütün vaktini genellikle ülke içindeki ihtilafları halletmeye ve ülkeleri fethetmeye harcadı. Bu yüzden İmam (a.s) şeriat hakikatlerini beyan etmek ve Ehl-i Beyt’in (a.s) mazlumiyetini göstermek için çok az fırsat bulmuş oldu.
Elbette halife de imam (a.s) tarafından tehdit edilmekten güvende olmak için İmam’ı hapse attı, sonra da aleyhine kıyam etmeme garantisini aldı. Böylece İmam’ı serbest bıraktı. Bu olayın detayları Fazl b. Rabi’in babasından naklettiğine göre şöyledir: “Mehdi, Hz. Musa b. Cafer’i hapse atınca gecelerin birinde Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) kendisine rüyasında şöyle buyurduğunu gördü: “Ey Muhammed! Acaba sizler velayet makamını eline geçirdiğinizde yeryüzünde fesat çıkarmayı ve sıla-i rahimi kesmeyi mi düşünüyordunuz?”
Bu rüyadan sonra halife geceleyin Rebi’i yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Musa b. Cafer’i (a.s) yanıma getiriniz.” O söylenileni yerine getirdi ve İmam (a.s) hazır olduğunda da halife ellerini imam’ın boynuna dolayarak ona gördüğü rüyayı anlattı ve şöyle dedi: “Acaba benim veya çocuklarımın aleyhine dair kıyam etmeyeceğine dair garanti veriyor musun?”
Halife İmam’dan bu garantiyi aldıktan sonra Rebi’e İmam’ı (a.s) Medine’ye geri döndürmesini emretti ve o da geceleyin bu işi yaptı.
Elbette İmam’ın bu hareketleri ve defalarca yaptığı davet İmam’ın evinin ve Şiilerin endişeye kapılmasına sebep oldu. Keşf’ul Gumme kitabının sahibinin Kitab’ut Delail’den, Ebu Kutate-i Kumi’den o da Ebi Halid Zebali’den naklettikleri İmam’ın (a.s) dostlarının kapıldığı endişeleri göstermektedir. Bu olay Şehid-i Fehh’in kıyamının bastırıldığı döneme rastlamaktadır. Halife Mehdi tahrik unsuru olarak İmam’ı gördüğü için bir an önce İmam’ı öldürmeye ant içti. Bu yüzden Mehdi’nin emriyle İmam’ı tutukladılar ve başkente götürmeye niyetlendiler. Zebale şehrine vardıklarında İmam (a.s), şaşkınlık ve hüzünle kendisine bakan Ebi Halit’ten ihtiyaçlarını gidermesini istedi. Aynı zamanda ona neden üzüldüğünü ve rahatsız olduğunu sordu. Ebi Halit şöyle dedi: “Neden üzülmeyeyim ki seni bu tağutun yanına götürüyorlar ve ben bundan dolayı çok rahatsızım.”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Eba Halid! Ben bundan dolayı korkmuyorum. Ayın hilali gündüz olduğunda sen beni bekle.”
Ebi Halid şöyle diyor: “Ben imam hakkında endişe ediyordum. Gece gündüz o anı bekledim. Sonunda günü geldiğinde gecenin ilk vakitlerinde bana vaat edilen yerde imam’ı bekledim. Çok sürmeden vesveseye kapıldım, o an Irak tarafından bir atlı yanıma geldi, bu arada Hz. Ebu’l Hasan (a.s) da kervanın önünde kendi katırına binmiş geliyordu. İmam bana seslenerek şöyle buyurdu: “Şek etme, şeytan seni şüpheye düşürmeyi istiyor” Ben imam’ın kurtuluşuna sevindim ve şöyle dedim: “Seni tağuttan kurtaran Allah’a hamdolsun.”
Mehdi Abbasi H. K 169 yılında öldükten sonra yerine Hadi-i Abbasi hilafete geçti. O da İmam (a.s) hakkında büyük bir hassasiyet içindeydi. Öyle ki İmam’a zarar vermek istiyordu. İmam’ın yakınları onu halifeden uzak olmaya davet ettiler. İmam (a.s) buna karşılık ellerini gökyüzüne kaldırarak şöyle buyurdu: “Ey Allahım! Nice düşmanlar vardır ki beni öldürmek için kılıçlarını bilemişler hançerlerini eğelemişler, öldürücü zehirlerini beni yok etmek için hazırlamışlardır. Onlar bana eziyet etmek için uyumamaktadırlar (Sürekli beni katletmek düşüncesindedirler); lakin benim bu ağır belalara ve bu tür sıkıntılara tahammülsüzlüğümü gördün ve bu belalara uğramaktaki acziyetimi müşahede ettin, benim gücüm ve kuvvetimle değil, kendi gücün ve kuvvetinle o belayı benden uzaklaştırdın ve düşmanımı bana hazırladığı kuyuya (veya çukura) düşürdün.”
Bu duadan sonra imam’ın (a.s) Ehl-i Beyt’i yanından uzaklaştılar. İmam (a.s) kısa bir süre sonra geri döndü ve onlara halife Hadi’nin ölümünü bildirdi. Velhasıl onun ölümünden sonra hilafet koltuğuna Harun Reşit geçti. Harun Reşid de Mensur-i Devaniki’nin torunlarından biriydi. 27 Zilhicce 145 yılında dünyaya geldi ve babası Musa’nın vefatından sonra Hadi hilafete ulaştı. O zaman (H. K 14 Rebiulevvel 170) 22 yaşındaydı. Harun, Abbasi saltanatının azamet ve ihtişam döneminde başa geçti. Bu dönemde ilim, felsefe, hikmet ve edebiyat doruk noktasına ulaşmıştı. Elbette bunun büyük bir çoğunluğu imam Bakır ve İmam Sadık’ın (a.s) yapmış olduğu ilmi faaliyetler çerçevesinde odaklanıyordu. İmam Musa b. Cafer (a.s) da Harun Reşit’in şerrinden güvende olduğu müddetçe bu fikri ve ilmi harekette öncü bir role sahipti. Onun faziletli ve erdemli öğrencileri bu iddianın en büyük kanıtıdır.
Şüphesiz İmam’ın ve dostlarının bu öncülüğü Harun’u korkuya düşürdü, var olan ilmi özgürlüğe rağmen İmam’ı baskı altına almayı kararlaştırdı. Böylece İmam’ın manevi ve ilmi etkisini ortadan kaldırmak istiyordu. Harun bu amaçla İmam (a.s) tarafından açıklanan dini hakikatler karşısında Yunan felsefesini, Hind kitaplarını ve efsanelerini, manevi ilim ve kültü aracı olarak ve dinamik fıkıh ve hükümler karşısında da kendi ceddi olan Mansur gibi Ehl-i Beyt düşmanı âlimleri İmam’ın (a.s) karşısına çıkmaya teşvik ediyordu. Hatta Medine-i Münevvere’de şer’i işler ve dini hükümler için bir takım kimseler belirledi. Malik b. Enes’e ve onun Muvatta kitabına büyük bir önem veriyordu. Çocuklarını o kitabı okumaları için Medine’ye gönderdi. Onun bütün bu işleri insanların İmam Musa b. Cafer’e (a.s) müracaat etmelerini engellemek içindi. Ama o her ne yaparsa yapsın İmam’ın azamet ve celalini engelleyemediğinden ve hatta onu büyüttüğünden gaflet içindeydi. Bu yüzden de fiziksel olarak İmam’a karşı koymaya karar verdi. Bu cephede Harun İmam’ın (a.s) yanı sıra diğer dostlarını da baskı altına almaya çalıştı. Aşağıdaki olayda bu iddiayı kanıtlamaktadır.
Abdullah b. Bezzaz Nişaburi şöyle diyor: “Benim ile Hamid b. Kahtabe-i Tusi arasında bir muamele vardı. Bir ara onun yanına gittim, o benim geldiğimi işitince aynı gün daha yolculuk elbiselerimi değiştirmeden beni çağırdı. Bu olay Ramazan ayında öğlen vaktinde gerçekleşti. İçeriye girdiğimde evde oturduğunu gördüm. Onunla evi arasında bir nehir akıyordu. Selam verdim ve oturdum, bana hemen sofra kurdu, ben de oruçlu olduğumu unutarak yemeğe uzandım, ama oruçlu olduğumu hatırlayınca yemekten el çektim. Hamit şöyle sordu: “Neden yemiyorsun?”
Ben, “Ramazan ayıdır ve ben orucum. Şayet sizin iftar etmenizi gerektiren bir özrünüz vardır” dedim. O, “Benim ise hiçbir özrüm yoktur” dedi.
Ardından ağlamaya başladı. O yemeğini yedikten sonra ben, “Neden ağladın?” dedim. O şöyle dedi: “Harun Tus şehrindeyken bir gece beni çağırdı. Onun yanına gittiğimde yanında bir mum yandığını gördüm. Kınından çekilmiş kılıcı da yanındaydı. Diğer tarafta ise bir hizmetçi duruyordu. Beni gördüğünde şöyle dedi: “Bana itaat hususunda ne durumdasın?” Ben şöyle dedim: “Canla malla sana itaat ediyorum.” O bir müddet başını önüne eğdi ve bana geri dönmem için izin verdi, eve vardığımda onun elçisi yine yanıma geldi ve ben yeniden halifenin yanına geri döndüm. O yeniden, “Bana itaatin nasıldır?” diye sordu. Ben şöyle dedim: “Ben karım ve çocuklarım can ve malla seni destekliyoruz.” O tebessüm etti ve oradan ayrılmama izin verdi. Eve geldiğimde yeniden elçi geldi ve halifenin yanına geri döndüm. O bana yeniden, “Bana itaatin ne durumda” diye sordu ve ben şöyle dedim: “Ben mal, can, kadın, çocuk ve dinimle sana itaat ediyorum.” O bu cevabı işitince şöyle dedi. “Bu kılıcı al ve bu hizmetçinin dediği şeyi yap.”
Hizmetçi bu kılıcı bana verdi ve beni bir eve getirdi, anahtarı açtı, eve girdiğimizde evin içinde bir kuyunun kazılmış olduğunu gördüm. Orada kapıları kapalı olan üç oda vardı, onlardan birisinin kapısını açtı, içinde seyyid oldukları belli olan Şii gençlerin ve çocukların zincirlere vurulmuş olduğunu gördüm, onların hepsi de Hz. Ali’nin (a.s) ve Fatıma’nın (a.s) çocuklarındandı. O hizmetçi şöyle dedi: “Halife bunların boynunu vurmanı istiyor.” Daha sonra onları tek tek dışarı çıkardı ve ben o kuyunun kenarında boyunlarını vurdum ve böylece hepsini öldürdüm. O, başları ve bedenleri kuyuya attı, ardından ikinci odanın kapısını açtı. Orada da yirmi kişinin boynunu vurdum, üçüncü odada da yirmi kişi vardı onları da öldürdüm, sonunda sıra yirminci kişiye geldi, o yaşlı bir adamdı, bana şöyle dedi: “Ellerin kesilsin ey melun! Ceddim Allah nezdinde, “Neden günahsız çocuklarımdan altmış kişiyi öldürdün?” diye sorduğunda ne mazeretin olabilir?”
Ben bu sözü işitince titremeye başladım. Hizmetçi yanıma yaklaşarak “Neden duruyorsun?” diye feryat etti ve ben böylece o yaşlıyı da öldürdüm. O halde şimdi oruç ve namazımın ne faydası olabilir?
Evet, bu acı olay Harun’un Şiilere karşı uyguladığı baskıları ve faciaların sadece bir köşesini göstermektedir. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki gerçi o zamanlar şartlar zordu ve hilafet tarafından İmam (a.s) için birçok sınırlandırmalar vardı; ama İmam (a.s) sürekli olarak hilafetin kötülüklerini ifşa ediyor ve asla zamanın şartlarına teslim olmuyordu. Bu yüzden mazlum İmam (a.s) hakkı söylediği için ve Abbasi halifelerinin özellikle de Harun Reşid’in kötülüklerini söylediği için sürekli olarak hapiste tutuluyordu. Ömrünün dört ila yedi yılını korkunç hapislerde geçirdi.
Bu bağlamda aşağıdaki iki olay tarihçilerin de dikkatini çekmiştir.
1- Abbasilerin üçüncü halifesi Mehdi cinayetlerini örtmek için, “İnsanların boynumda olan haklarını ödemek istiyorum” diye ilan etti. İmam kazım (a.s) bunu işitince Mehdi Abbasi’nin yanına vardı. Mehdi zahiren insanların haklarını ödemekle meşguldü. Ona şöyle dedi: “Neden bizim kaybolan haklarımızı geri ödemiyorsun?” Mehdi Abbasi şöyle dedi: “Sizin haklarınız nedir?” İmam (a.s), “Fedek’tir” diye buyurdu. Mehdi şöyle dedi: “Fedek’in sınırlarını belirt ki onu sana geri döndüreyim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Onun ilk sınırı Uhud dağı, ikinci sınırı Ariş-i Mısr, üçüncü sınırı Seyfu’l Bahr, Şam ve Suriye hududu ve dördüncü sınırı Dumet’ul Cendel (Şam ve Irak arası)’dir.”
Mehdi, “bütün bunlar Fedek’in sınırları mıdır?” diye sordu. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurdu: “Evet”
Mehdi büyük bir öfkeye kapıldı, zira İmam (a.s) ona bütün İslam dünyasının idaresinin imamların elinde olması gerektiğini söylemişti, halife yerinden kalktı, oradan ayrıldı ve kendi kendine şöyle diyordu: “Bu sınırlar çok büyüktür, onun hakkında düşünmemiz gerekir.”
Başka bir gün Harun, İmam Kazım’dan (a.s) Fedek’i kabul etmesini istedi ve şöyle dedi: “Fedek’i al ki onu resmen sana bırakıyorum.” İmam Kazım (a.s) hiçbir tepki göstermedi. Harun ısrarla Fedek’in sınırlarını sordu. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Eğer onu belirtecek olursam bana teslim etmezsin.” Harun şöyle izhar etti: “Ceddin hakkı için kesinlikle onu sana geri vereceğim.”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Onu ilk sınırı Adn (Yemen’in bir bölümü)’dır.” Harun bunu işitince rengi değişti. İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti: “İkinci sınırı ise Semerkant’tır.” Harun’un rengi daha fazla değişmeye başladı. İmam (a.s) şöyle devam etti: “Üçüncü sınırı ise Afrika’dır.” Harun bu sözü işitince yüzü simsiyah kesildi. İmam şöyle devam etti: “Dördüncü sınırı ise Seyf’ul Bahr’dır.” Harun Reşit şöyle dedi: “Bana bir şey kalmadı.”
İmam şöyle buyurdu: “Ben sana Fedek’i bana teslim etmeyeceğini söylemiştim.” Harun bu esnada İmam’ı (a.s) öldürmeyi kararlaştırdı. Zikredilen bu cihetlerden ötürü İmam (a.s) faaliyetlerini halkı irşat ve hidayet etmeye, hükümleri yaymaya ve insanları terbiye etmeye koyuldu. Şeyh Müfid İrşad’da şöyle diyor: “İnsanlar ondan birçok rivayetler nakletmişlerdir. O kendi zamanındakilerin en fakihi idi.”
Merhum Şeyh Tusi de Rical adlı kitabında İmam’dan hadis nakleden ravilerden 272 kişinin adını zikretmiştir. O kitapta yer alan bu isimleri incelemek ve okumak gerekir. Kitab-ı Erbaa, Bihar ve benzeri kitaplara müracaat edildiğinde de ahkâm, itikat, İslami ahlak ve tefsir dalında birçok hükümlerin İmam (a.s) tarafından beyan edildiği açıkça görülecektir.
İmam’ın Hişam’a buyurduğu vasiyeti çok önemli olup, Kafi Kitab’ul Akl vel-Cehl’de ve Tuhef’ul Ukul da, İmam Sadık’ın (a.s) irşatlarının zikrinde nakletmiştir. Ali bin Cafer –ki İmam’ın terbiye ettiği ve has yakınlarından biridir- Kitab’ul Menasik vel Mesail’in tümünü ondan nakletmiştir.
Merhum Meclisi kitabın tümüne Bihar’ul Envar’da, “Ma vesele ileyna min ahbar-i Ali bin Cafer an ahihi Musa (a.s)” başlığı altında yer vermiştir. Onlar yaklaşık 418 soru ve cevaptır ve “Ben sordum, o şöyle buyurdu” şeklinde nakledilmiştir.
Şeyh Tusi, İhtiyar’ur Rical adlı kitapta şöyle diyor: “İmamiyye fakihlerden altı kişinin İmam Kazım’ın (a.s) ve İmam Rıza’nın (a.s) ashabı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Onlar şunlardır: “Yunus bin Abdurrahman, Safvan bin Yahya Beyya-i Sabiri, Muhammed bin Ebi Humeyr, Abdullah bin Muğire, Hasan Mahmut Serrad ve Ahmed bin Ebi Nasr-i Bezenti.”
Şimdi de İmam Kazım’ın, babası İmam Sadık’ın ve oğlu İmam Rıza’nın (a.s) terbiye ettiği muhaddis fukeha ve büyük şahsiyetlerden bazısına işaret edeceğiz.
1- Yunus Abdurrahman Mevla Al-i Yaktin
Şeyh’in fihristinde yer aldığına göre bu şahıs ahkam hususunda 30’dan fazla kitap yazmıştır. Seduk şöyle buyurmuştur: “İbn’ul Velid’den şöyle dediğini işittim: “Muhammed bin İsa bin Ubeyd’den tek başına naklettikleri dışında Yunus’un kitabındaki rivayetlerin tümü sahihtir.””
Neccaşi ise kendi ricalinde şöyle demiştir: “Ashabımız arasında öncülerden ve makamı yüce olanlardan biridir. Hişam bin Abdulmelik zamanında doğmuştur, İmam Sadık’ı (a.s) Sefa ev Merve arasında görmüş, ama ondan bir şey nakletmemiştir. İmam Kazım ve İmam Rıza’dan (a.s) rivayet etmiştir. İmam Rıza (a.s) ilim ve fetva hususunda ona işaret ederdi.”
Ebu Haşim Caferi şöyle diyor: “Yunus’un “Yevm ve Leyle” adlı kitabını İmam Hasan-i Askeri’ye (a.s) takdim ettim. Şöyle buyurdu: “Bu kitap kimindir?” Ben şöyle dedim: “Yunus Al-i Yaktin’in eseridir.” İmam şöyle buyurdu: “Allah her harfine karşılık ona cennette bir nur versin.”
2- Sefvan bin Yahya
Şeyh Tusi, Fihrist’inde şöyle diyor: “Safvan bin Yahya-i Sabiri elbise alıp satan biriydi. Hadis ashabı nezdinde kendi zamanının en güveniliri ve en abid kimsesi idi. Günde 150 rekât namaz kılıyordu, ayda 3 gün oruç tutuyor ve her yıl malının zekatını veriyordu.
O, Abdullah bin Cundeb ve Ali bin Nu’man Beytullah’il Haram’da kendi aralarında şöyle ahdettiler ki eğer onlardan biri dünyadan göçecek olursa diğerleri ondan sonra ölen kimsenin namazını kılacaklar, orucunu tutacaklar ve zekatını vereceklerdi. İki arkadaşı kendisinden önce dünyadan göçtüler, bu yüzden Sefvan verdiği sözüyle amel etti.”
İmam Rıza, İmam Cevad ve İmam Hadi’den (a.s) birçok rivayet etmiştir. Aynı zamanda İmam Sadık’ın (a.s) ashabından olan 40 kişiden de hadis nakletmiştir. Çeşitli kitapları vardır. Musa bin Cafer’den (a.s) bir takım meseleler ve rivayetler nakletmiştir.
Neccaşi şöyle buyurmuştur: “Sefvan bin Yahya oldukça güvenilir bir kimse olup İmam Rıza’dan (a.s) rivayet nakletmiştir ve İmam Rıza (a.s) nezdinde büyük bir makama sahipti.”
Keşşi ise onu, Rical-i İmam Kazım (a.s) arasında zikretmiştir. İmam Rıza’nın ve İmam Cevad’ın (a.s) vekili olmuştur ve Vakıfiyye mezhebine meyletmemiştir. O, 210 yılında vefat etmiştir.
3- Muhammed bin Ebi Umeyr
Neccaşi şöyle diyor: “Künyesi Ebu Ahmet’tir ve aslen Bağdatlıdır. İmam Kazım’ı (a.s) mülakat etmiş ve ondan birçok hadisler işitmiştir. Bazı hadislerinde İmam ona “Eba Ahmed” diye hitap etmiştir. Hakeza İmam Rıza’dan (a.s) hadis nakletmiştir. Şii ve Sünni nezdinde büyük bir makam sahibi olarak tanınmıştır.”
O öyle bir kimsedir ki Harun Reşid’e Irak’taki bütün Şiileri tanıdığını haber verdiklerinde, Harun onu yakaladı ve şöyle dedi: “Şiilerin adını söyle.” Ama o kabul etmedi. Onu soydular, astılar ve 100 kırbaç vurdular. Bizzat kendisi şöyle diyor: “İşkenceler o kadar ağırdı ki neredeyse Şiilerin adını söyleyecektim. Aniden Muhammed bin Yunus Abdurrahman’ın şöyle söylediğini işittim: “Ey İbn-i Ebi Umeyr! Allah’tan kork. Allah katındaki makamını an.” Bu söz kalbime kuvvet verdi, tahammül ettim ve hiçbir şey söylemedim.”
Sindi bir Şahik, Harun’un emriyle ona 120 kırbaç vurdu ve onu hapse attı. O 21 bin dirhem vererek zindandan kurtuldu. Birinden 10 bin dirhem alacağı vardı. O şahıs kendi evini 10 bin dinara sattı, parasını da İbni Ebi Umeyr’e getirdi ve şöyle dedi: “Bu senin alacağındır.”
O şöyle dedi: “Bu para neredendir? Acaba sana miras mı kaldı yoksa biri mi, sana bağışladı?” O şöyle dedi: “Evimi sattım, parası da budur.”
İbni Ebi Umeyr şöyle dedi: “Zureyh-i Muharibi bana İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletti: “Borç sebebiyle insan evinden çıkarılmaz.” Bu yüzden bu paraları kabul etmiyorum. Oysa Allah’a yemin olsun ki şu anda bir tek dirhemine bile ihtiyacım vardır.”
O dört yıl boyunca İmamet taraftarı olduğu için hapse atıldı. Kız kardeşi onun kitaplarını gömdü ve kitaplar ortadan yok oldu. Kendi ifadesince onları bir odaya bırakmıştı, üzerine yağmur yağdı ve o yazıların tümü silindi. Bu yüzden ezbere hadis naklediyordu. Ashabımız onun mursel hadislerine itimat etmişlerdir. Birçok kitaplar telif etmiştir. O, 217 yılında Allah’ın rahmetine kavuşmuştur.”
4- Ubeydullah bin Muğire Ebu Muhammed Beceli
Neccaşi şöyle diyor : “Bu kimse oldukça güvenilir bir kimsedir. Hiç kimse azamet, din ve takva hususunda ona yetişemezdi. Ebu’l Hasan Musa bin Cafer’den (a.s) hadis nakletmiştir. Söylenildiğine göre 30 kitap yazmıştır.”
Keşşi ise kendi rical kitabında şöyle nakletmiştir: “Abdullah bin Muğire şöyle diyor: “Ben Vakıfilerin sözünü kabul etmiştim. Hacca gittim, vesvese ve şekke düştüm. Kâbe’nin perdesine sarılarak şöyle dedim: “Ey Allah’ım! Benim istediğimi ve irademi biliyorsun. Beni dinlerin en iyisine hidayet et.” O anda içimden İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret etmem geçti. Böylece Medine’ye geldim ve İmam Rıza’nın (a.s) evine vardım. İmam’ın kölesine şöyle dedim: “İmam’a Irak ehlinden bir kimsenin kendisini görmek istediğini söyle.” Bu esnada İmam Rıza’nın (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Abdullah bin Muğire! İçeri gir.”
Evin içine girdim, İmam bana bakınca şöyle buyurdu: “Allah duanı kabul etti. Seni doğru bir dine hidayet buyurdu.” Ben şöyle dedim: “Şahadet ediyorum ki sen Allah’ın hücceti ve onun kulları üzerindeki eminisin.”
5- Ali bin Cafer-i Sadık (a.s)
İmam Kazım’ın (a.s) kardeşidir ve İmam Rıza’nın terbiye ettiği bir kimsedir. Dört imamın zamanında yaşamıştır. Merhum Mufid İrşad adlı kitabında şöyle diyor: “Ali bin Cafer (r.a) hadis ravilerinden biridir, doğru inanca sahiptir, takvalı ve faziletli bir kimsedir. Sürekli kardeşi Musa bin Cafer (a.s) ile birlikte olmuş ve ondan birçok rivayetler nakletmiştir.”
Şeyh ise Fihrist’inde şöyle demiştir: “Ali bin Cafer değerli, güvenilir bir kimsedir. el-Menasik ve’l Mesail adlı kitabı vardır. O kitapta kardeşi Musa bin Cafer’e (a.s) sorduğu şeyler yer almıştır.”
Menakıp adlı kitapta ise şöyle buyurmuştur: “İmam’ın güvenilir ashabından bazıları da Hasan bin Ali bin Fezzal-i Kufi, Osman bin İsa, Davut bin Kesir Rekiy ve Ali bin Cafer Sadık’tır (a.s). Ashabından özel kimselerden bazıları ise Ali bin Yaktin, Ebu Salt, Abdullah bin Selam, İsmail bin Mehran, Ali bin Mehziyar, Reyyan bin Salt, Ahmed bin Muhammed Helebi, Musa bin Bukeyr Vasıti ve İbrahim bin Ebil Beladi-i Kufi’dir.”
İmam Sadık’ın (a.s) kendi halifesini tayin hususundaki vasiyeti ve diğer mülahazalar nedeniyle açık bir şekilde imama taarruzda bulunmuyordu; ama gizli bir şekilde imama baskı uyguluyordu. İşte bu yüzden İmam Sadık (a.s) kendi vasiyetinde halifeyi kendi vasilerinden biri olarak tanıttı ki en azından insanların gözünde Musa b. Cafer (a.s) üzerindeki siyasi baskıları azaltabilsin. Bu yüzden Mensur-i Devaniki İmam Sadık’ı (a.s) şehit ettiğinde Medine valisi Muhammed b. Süleyman’a şöyle emretti. “Eğer Cafer b. Muhammed bir halife tayin edecek olursa onu çağır ve boynunu vur.”
Ama vali olan kimse ona cevap olarak şöyle yazdı: “Cafer b. Muhammed kendi vasiyetinde beş kişiyi vasi olarak tayin etmiştir: “Muhammed b. Süleyman (Medine valisi), Mansur-i Devaniki, Abdullah b. Cafer, Musa b. Cafer ve eşi Hamide.”
Bunun üzerine o halifeye şöyle sordu: “Bunlardan hangisinin boynunu vurayım?”
İmam’ın yüceliği ve şahsiyeti hakkında kin ve nefret ile dolu olan Mansur şöyle dedi: “Bunları öldürmek mümkün değildir.”
Elbette bilinmesi gerekir ki İmam Sadık (a.s) böyle bir siyasi vasiyet yazarak İmam Kazım’ın katledilmesini engellemiştir. Bu tür vasiyetler takiyye babından yapılmıştır. Zira Şia’ya göre İmam’ın vasiyetinde zikredilen bu kişilerin liyakatsizliği apaçık biliniyordu.
Mansur daha sonra siyasi metotlarla imamı baskı altına almaya çalıştı. O zamandan sonra otuz beş yıl boyunca imam Musa b. Cafer (a.s) imamet makamında bulunuyordu. Mansur’un ölümünden sonra da hilafet Mehdi b. Abdullah-i Masura geçti. O da H. 158 yılında hilafet tahtına oturmuş oldu. Bütün vaktini genellikle ülke içindeki ihtilafları halletmeye ve ülkeleri fethetmeye harcadı. Bu yüzden İmam (a.s) şeriat hakikatlerini beyan etmek ve Ehl-i Beyt’in (a.s) mazlumiyetini göstermek için çok az fırsat bulmuş oldu.
Elbette halife de imam (a.s) tarafından tehdit edilmekten güvende olmak için İmam’ı hapse attı, sonra da aleyhine kıyam etmeme garantisini aldı. Böylece İmam’ı serbest bıraktı. Bu olayın detayları Fazl b. Rabi’in babasından naklettiğine göre şöyledir: “Mehdi, Hz. Musa b. Cafer’i hapse atınca gecelerin birinde Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) kendisine rüyasında şöyle buyurduğunu gördü: “Ey Muhammed! Acaba sizler velayet makamını eline geçirdiğinizde yeryüzünde fesat çıkarmayı ve sıla-i rahimi kesmeyi mi düşünüyordunuz?”
Bu rüyadan sonra halife geceleyin Rebi’i yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Musa b. Cafer’i (a.s) yanıma getiriniz.” O söylenileni yerine getirdi ve İmam (a.s) hazır olduğunda da halife ellerini imam’ın boynuna dolayarak ona gördüğü rüyayı anlattı ve şöyle dedi: “Acaba benim veya çocuklarımın aleyhine dair kıyam etmeyeceğine dair garanti veriyor musun?”
Halife İmam’dan bu garantiyi aldıktan sonra Rebi’e İmam’ı (a.s) Medine’ye geri döndürmesini emretti ve o da geceleyin bu işi yaptı.
Elbette İmam’ın bu hareketleri ve defalarca yaptığı davet İmam’ın evinin ve Şiilerin endişeye kapılmasına sebep oldu. Keşf’ul Gumme kitabının sahibinin Kitab’ut Delail’den, Ebu Kutate-i Kumi’den o da Ebi Halid Zebali’den naklettikleri İmam’ın (a.s) dostlarının kapıldığı endişeleri göstermektedir. Bu olay Şehid-i Fehh’in kıyamının bastırıldığı döneme rastlamaktadır. Halife Mehdi tahrik unsuru olarak İmam’ı gördüğü için bir an önce İmam’ı öldürmeye ant içti. Bu yüzden Mehdi’nin emriyle İmam’ı tutukladılar ve başkente götürmeye niyetlendiler. Zebale şehrine vardıklarında İmam (a.s), şaşkınlık ve hüzünle kendisine bakan Ebi Halit’ten ihtiyaçlarını gidermesini istedi. Aynı zamanda ona neden üzüldüğünü ve rahatsız olduğunu sordu. Ebi Halit şöyle dedi: “Neden üzülmeyeyim ki seni bu tağutun yanına götürüyorlar ve ben bundan dolayı çok rahatsızım.”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Eba Halid! Ben bundan dolayı korkmuyorum. Ayın hilali gündüz olduğunda sen beni bekle.”
Ebi Halid şöyle diyor: “Ben imam hakkında endişe ediyordum. Gece gündüz o anı bekledim. Sonunda günü geldiğinde gecenin ilk vakitlerinde bana vaat edilen yerde imam’ı bekledim. Çok sürmeden vesveseye kapıldım, o an Irak tarafından bir atlı yanıma geldi, bu arada Hz. Ebu’l Hasan (a.s) da kervanın önünde kendi katırına binmiş geliyordu. İmam bana seslenerek şöyle buyurdu: “Şek etme, şeytan seni şüpheye düşürmeyi istiyor” Ben imam’ın kurtuluşuna sevindim ve şöyle dedim: “Seni tağuttan kurtaran Allah’a hamdolsun.”
Mehdi Abbasi H. K 169 yılında öldükten sonra yerine Hadi-i Abbasi hilafete geçti. O da İmam (a.s) hakkında büyük bir hassasiyet içindeydi. Öyle ki İmam’a zarar vermek istiyordu. İmam’ın yakınları onu halifeden uzak olmaya davet ettiler. İmam (a.s) buna karşılık ellerini gökyüzüne kaldırarak şöyle buyurdu: “Ey Allahım! Nice düşmanlar vardır ki beni öldürmek için kılıçlarını bilemişler hançerlerini eğelemişler, öldürücü zehirlerini beni yok etmek için hazırlamışlardır. Onlar bana eziyet etmek için uyumamaktadırlar (Sürekli beni katletmek düşüncesindedirler); lakin benim bu ağır belalara ve bu tür sıkıntılara tahammülsüzlüğümü gördün ve bu belalara uğramaktaki acziyetimi müşahede ettin, benim gücüm ve kuvvetimle değil, kendi gücün ve kuvvetinle o belayı benden uzaklaştırdın ve düşmanımı bana hazırladığı kuyuya (veya çukura) düşürdün.”
Bu duadan sonra imam’ın (a.s) Ehl-i Beyt’i yanından uzaklaştılar. İmam (a.s) kısa bir süre sonra geri döndü ve onlara halife Hadi’nin ölümünü bildirdi. Velhasıl onun ölümünden sonra hilafet koltuğuna Harun Reşit geçti. Harun Reşid de Mensur-i Devaniki’nin torunlarından biriydi. 27 Zilhicce 145 yılında dünyaya geldi ve babası Musa’nın vefatından sonra Hadi hilafete ulaştı. O zaman (H. K 14 Rebiulevvel 170) 22 yaşındaydı. Harun, Abbasi saltanatının azamet ve ihtişam döneminde başa geçti. Bu dönemde ilim, felsefe, hikmet ve edebiyat doruk noktasına ulaşmıştı. Elbette bunun büyük bir çoğunluğu imam Bakır ve İmam Sadık’ın (a.s) yapmış olduğu ilmi faaliyetler çerçevesinde odaklanıyordu. İmam Musa b. Cafer (a.s) da Harun Reşit’in şerrinden güvende olduğu müddetçe bu fikri ve ilmi harekette öncü bir role sahipti. Onun faziletli ve erdemli öğrencileri bu iddianın en büyük kanıtıdır.
Şüphesiz İmam’ın ve dostlarının bu öncülüğü Harun’u korkuya düşürdü, var olan ilmi özgürlüğe rağmen İmam’ı baskı altına almayı kararlaştırdı. Böylece İmam’ın manevi ve ilmi etkisini ortadan kaldırmak istiyordu. Harun bu amaçla İmam (a.s) tarafından açıklanan dini hakikatler karşısında Yunan felsefesini, Hind kitaplarını ve efsanelerini, manevi ilim ve kültü aracı olarak ve dinamik fıkıh ve hükümler karşısında da kendi ceddi olan Mansur gibi Ehl-i Beyt düşmanı âlimleri İmam’ın (a.s) karşısına çıkmaya teşvik ediyordu. Hatta Medine-i Münevvere’de şer’i işler ve dini hükümler için bir takım kimseler belirledi. Malik b. Enes’e ve onun Muvatta kitabına büyük bir önem veriyordu. Çocuklarını o kitabı okumaları için Medine’ye gönderdi. Onun bütün bu işleri insanların İmam Musa b. Cafer’e (a.s) müracaat etmelerini engellemek içindi. Ama o her ne yaparsa yapsın İmam’ın azamet ve celalini engelleyemediğinden ve hatta onu büyüttüğünden gaflet içindeydi. Bu yüzden de fiziksel olarak İmam’a karşı koymaya karar verdi. Bu cephede Harun İmam’ın (a.s) yanı sıra diğer dostlarını da baskı altına almaya çalıştı. Aşağıdaki olayda bu iddiayı kanıtlamaktadır.
Abdullah b. Bezzaz Nişaburi şöyle diyor: “Benim ile Hamid b. Kahtabe-i Tusi arasında bir muamele vardı. Bir ara onun yanına gittim, o benim geldiğimi işitince aynı gün daha yolculuk elbiselerimi değiştirmeden beni çağırdı. Bu olay Ramazan ayında öğlen vaktinde gerçekleşti. İçeriye girdiğimde evde oturduğunu gördüm. Onunla evi arasında bir nehir akıyordu. Selam verdim ve oturdum, bana hemen sofra kurdu, ben de oruçlu olduğumu unutarak yemeğe uzandım, ama oruçlu olduğumu hatırlayınca yemekten el çektim. Hamit şöyle sordu: “Neden yemiyorsun?”
Ben, “Ramazan ayıdır ve ben orucum. Şayet sizin iftar etmenizi gerektiren bir özrünüz vardır” dedim. O, “Benim ise hiçbir özrüm yoktur” dedi.
Ardından ağlamaya başladı. O yemeğini yedikten sonra ben, “Neden ağladın?” dedim. O şöyle dedi: “Harun Tus şehrindeyken bir gece beni çağırdı. Onun yanına gittiğimde yanında bir mum yandığını gördüm. Kınından çekilmiş kılıcı da yanındaydı. Diğer tarafta ise bir hizmetçi duruyordu. Beni gördüğünde şöyle dedi: “Bana itaat hususunda ne durumdasın?” Ben şöyle dedim: “Canla malla sana itaat ediyorum.” O bir müddet başını önüne eğdi ve bana geri dönmem için izin verdi, eve vardığımda onun elçisi yine yanıma geldi ve ben yeniden halifenin yanına geri döndüm. O yeniden, “Bana itaatin nasıldır?” diye sordu. Ben şöyle dedim: “Ben karım ve çocuklarım can ve malla seni destekliyoruz.” O tebessüm etti ve oradan ayrılmama izin verdi. Eve geldiğimde yeniden elçi geldi ve halifenin yanına geri döndüm. O bana yeniden, “Bana itaatin ne durumda” diye sordu ve ben şöyle dedim: “Ben mal, can, kadın, çocuk ve dinimle sana itaat ediyorum.” O bu cevabı işitince şöyle dedi. “Bu kılıcı al ve bu hizmetçinin dediği şeyi yap.”
Hizmetçi bu kılıcı bana verdi ve beni bir eve getirdi, anahtarı açtı, eve girdiğimizde evin içinde bir kuyunun kazılmış olduğunu gördüm. Orada kapıları kapalı olan üç oda vardı, onlardan birisinin kapısını açtı, içinde seyyid oldukları belli olan Şii gençlerin ve çocukların zincirlere vurulmuş olduğunu gördüm, onların hepsi de Hz. Ali’nin (a.s) ve Fatıma’nın (a.s) çocuklarındandı. O hizmetçi şöyle dedi: “Halife bunların boynunu vurmanı istiyor.” Daha sonra onları tek tek dışarı çıkardı ve ben o kuyunun kenarında boyunlarını vurdum ve böylece hepsini öldürdüm. O, başları ve bedenleri kuyuya attı, ardından ikinci odanın kapısını açtı. Orada da yirmi kişinin boynunu vurdum, üçüncü odada da yirmi kişi vardı onları da öldürdüm, sonunda sıra yirminci kişiye geldi, o yaşlı bir adamdı, bana şöyle dedi: “Ellerin kesilsin ey melun! Ceddim Allah nezdinde, “Neden günahsız çocuklarımdan altmış kişiyi öldürdün?” diye sorduğunda ne mazeretin olabilir?”
Ben bu sözü işitince titremeye başladım. Hizmetçi yanıma yaklaşarak “Neden duruyorsun?” diye feryat etti ve ben böylece o yaşlıyı da öldürdüm. O halde şimdi oruç ve namazımın ne faydası olabilir?
Evet, bu acı olay Harun’un Şiilere karşı uyguladığı baskıları ve faciaların sadece bir köşesini göstermektedir. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki gerçi o zamanlar şartlar zordu ve hilafet tarafından İmam (a.s) için birçok sınırlandırmalar vardı; ama İmam (a.s) sürekli olarak hilafetin kötülüklerini ifşa ediyor ve asla zamanın şartlarına teslim olmuyordu. Bu yüzden mazlum İmam (a.s) hakkı söylediği için ve Abbasi halifelerinin özellikle de Harun Reşid’in kötülüklerini söylediği için sürekli olarak hapiste tutuluyordu. Ömrünün dört ila yedi yılını korkunç hapislerde geçirdi.
Bu bağlamda aşağıdaki iki olay tarihçilerin de dikkatini çekmiştir.
1- Abbasilerin üçüncü halifesi Mehdi cinayetlerini örtmek için, “İnsanların boynumda olan haklarını ödemek istiyorum” diye ilan etti. İmam kazım (a.s) bunu işitince Mehdi Abbasi’nin yanına vardı. Mehdi zahiren insanların haklarını ödemekle meşguldü. Ona şöyle dedi: “Neden bizim kaybolan haklarımızı geri ödemiyorsun?” Mehdi Abbasi şöyle dedi: “Sizin haklarınız nedir?” İmam (a.s), “Fedek’tir” diye buyurdu. Mehdi şöyle dedi: “Fedek’in sınırlarını belirt ki onu sana geri döndüreyim. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Onun ilk sınırı Uhud dağı, ikinci sınırı Ariş-i Mısr, üçüncü sınırı Seyfu’l Bahr, Şam ve Suriye hududu ve dördüncü sınırı Dumet’ul Cendel (Şam ve Irak arası)’dir.”
Mehdi, “bütün bunlar Fedek’in sınırları mıdır?” diye sordu. İmam Kazım (a.s) şöyle buyurdu: “Evet”
Mehdi büyük bir öfkeye kapıldı, zira İmam (a.s) ona bütün İslam dünyasının idaresinin imamların elinde olması gerektiğini söylemişti, halife yerinden kalktı, oradan ayrıldı ve kendi kendine şöyle diyordu: “Bu sınırlar çok büyüktür, onun hakkında düşünmemiz gerekir.”
Başka bir gün Harun, İmam Kazım’dan (a.s) Fedek’i kabul etmesini istedi ve şöyle dedi: “Fedek’i al ki onu resmen sana bırakıyorum.” İmam Kazım (a.s) hiçbir tepki göstermedi. Harun ısrarla Fedek’in sınırlarını sordu. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Eğer onu belirtecek olursam bana teslim etmezsin.” Harun şöyle izhar etti: “Ceddin hakkı için kesinlikle onu sana geri vereceğim.”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Onu ilk sınırı Adn (Yemen’in bir bölümü)’dır.” Harun bunu işitince rengi değişti. İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti: “İkinci sınırı ise Semerkant’tır.” Harun’un rengi daha fazla değişmeye başladı. İmam (a.s) şöyle devam etti: “Üçüncü sınırı ise Afrika’dır.” Harun bu sözü işitince yüzü simsiyah kesildi. İmam şöyle devam etti: “Dördüncü sınırı ise Seyf’ul Bahr’dır.” Harun Reşit şöyle dedi: “Bana bir şey kalmadı.”
İmam şöyle buyurdu: “Ben sana Fedek’i bana teslim etmeyeceğini söylemiştim.” Harun bu esnada İmam’ı (a.s) öldürmeyi kararlaştırdı. Zikredilen bu cihetlerden ötürü İmam (a.s) faaliyetlerini halkı irşat ve hidayet etmeye, hükümleri yaymaya ve insanları terbiye etmeye koyuldu. Şeyh Müfid İrşad’da şöyle diyor: “İnsanlar ondan birçok rivayetler nakletmişlerdir. O kendi zamanındakilerin en fakihi idi.”
Merhum Şeyh Tusi de Rical adlı kitabında İmam’dan hadis nakleden ravilerden 272 kişinin adını zikretmiştir. O kitapta yer alan bu isimleri incelemek ve okumak gerekir. Kitab-ı Erbaa, Bihar ve benzeri kitaplara müracaat edildiğinde de ahkâm, itikat, İslami ahlak ve tefsir dalında birçok hükümlerin İmam (a.s) tarafından beyan edildiği açıkça görülecektir.
İmam’ın Hişam’a buyurduğu vasiyeti çok önemli olup, Kafi Kitab’ul Akl vel-Cehl’de ve Tuhef’ul Ukul da, İmam Sadık’ın (a.s) irşatlarının zikrinde nakletmiştir. Ali bin Cafer –ki İmam’ın terbiye ettiği ve has yakınlarından biridir- Kitab’ul Menasik vel Mesail’in tümünü ondan nakletmiştir.
Merhum Meclisi kitabın tümüne Bihar’ul Envar’da, “Ma vesele ileyna min ahbar-i Ali bin Cafer an ahihi Musa (a.s)” başlığı altında yer vermiştir. Onlar yaklaşık 418 soru ve cevaptır ve “Ben sordum, o şöyle buyurdu” şeklinde nakledilmiştir.
Şeyh Tusi, İhtiyar’ur Rical adlı kitapta şöyle diyor: “İmamiyye fakihlerden altı kişinin İmam Kazım’ın (a.s) ve İmam Rıza’nın (a.s) ashabı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Onlar şunlardır: “Yunus bin Abdurrahman, Safvan bin Yahya Beyya-i Sabiri, Muhammed bin Ebi Humeyr, Abdullah bin Muğire, Hasan Mahmut Serrad ve Ahmed bin Ebi Nasr-i Bezenti.”
Şimdi de İmam Kazım’ın, babası İmam Sadık’ın ve oğlu İmam Rıza’nın (a.s) terbiye ettiği muhaddis fukeha ve büyük şahsiyetlerden bazısına işaret edeceğiz.
1- Yunus Abdurrahman Mevla Al-i Yaktin
Şeyh’in fihristinde yer aldığına göre bu şahıs ahkam hususunda 30’dan fazla kitap yazmıştır. Seduk şöyle buyurmuştur: “İbn’ul Velid’den şöyle dediğini işittim: “Muhammed bin İsa bin Ubeyd’den tek başına naklettikleri dışında Yunus’un kitabındaki rivayetlerin tümü sahihtir.””
Neccaşi ise kendi ricalinde şöyle demiştir: “Ashabımız arasında öncülerden ve makamı yüce olanlardan biridir. Hişam bin Abdulmelik zamanında doğmuştur, İmam Sadık’ı (a.s) Sefa ev Merve arasında görmüş, ama ondan bir şey nakletmemiştir. İmam Kazım ve İmam Rıza’dan (a.s) rivayet etmiştir. İmam Rıza (a.s) ilim ve fetva hususunda ona işaret ederdi.”
Ebu Haşim Caferi şöyle diyor: “Yunus’un “Yevm ve Leyle” adlı kitabını İmam Hasan-i Askeri’ye (a.s) takdim ettim. Şöyle buyurdu: “Bu kitap kimindir?” Ben şöyle dedim: “Yunus Al-i Yaktin’in eseridir.” İmam şöyle buyurdu: “Allah her harfine karşılık ona cennette bir nur versin.”
2- Sefvan bin Yahya
Şeyh Tusi, Fihrist’inde şöyle diyor: “Safvan bin Yahya-i Sabiri elbise alıp satan biriydi. Hadis ashabı nezdinde kendi zamanının en güveniliri ve en abid kimsesi idi. Günde 150 rekât namaz kılıyordu, ayda 3 gün oruç tutuyor ve her yıl malının zekatını veriyordu.
O, Abdullah bin Cundeb ve Ali bin Nu’man Beytullah’il Haram’da kendi aralarında şöyle ahdettiler ki eğer onlardan biri dünyadan göçecek olursa diğerleri ondan sonra ölen kimsenin namazını kılacaklar, orucunu tutacaklar ve zekatını vereceklerdi. İki arkadaşı kendisinden önce dünyadan göçtüler, bu yüzden Sefvan verdiği sözüyle amel etti.”
İmam Rıza, İmam Cevad ve İmam Hadi’den (a.s) birçok rivayet etmiştir. Aynı zamanda İmam Sadık’ın (a.s) ashabından olan 40 kişiden de hadis nakletmiştir. Çeşitli kitapları vardır. Musa bin Cafer’den (a.s) bir takım meseleler ve rivayetler nakletmiştir.
Neccaşi şöyle buyurmuştur: “Sefvan bin Yahya oldukça güvenilir bir kimse olup İmam Rıza’dan (a.s) rivayet nakletmiştir ve İmam Rıza (a.s) nezdinde büyük bir makama sahipti.”
Keşşi ise onu, Rical-i İmam Kazım (a.s) arasında zikretmiştir. İmam Rıza’nın ve İmam Cevad’ın (a.s) vekili olmuştur ve Vakıfiyye mezhebine meyletmemiştir. O, 210 yılında vefat etmiştir.
3- Muhammed bin Ebi Umeyr
Neccaşi şöyle diyor: “Künyesi Ebu Ahmet’tir ve aslen Bağdatlıdır. İmam Kazım’ı (a.s) mülakat etmiş ve ondan birçok hadisler işitmiştir. Bazı hadislerinde İmam ona “Eba Ahmed” diye hitap etmiştir. Hakeza İmam Rıza’dan (a.s) hadis nakletmiştir. Şii ve Sünni nezdinde büyük bir makam sahibi olarak tanınmıştır.”
O öyle bir kimsedir ki Harun Reşid’e Irak’taki bütün Şiileri tanıdığını haber verdiklerinde, Harun onu yakaladı ve şöyle dedi: “Şiilerin adını söyle.” Ama o kabul etmedi. Onu soydular, astılar ve 100 kırbaç vurdular. Bizzat kendisi şöyle diyor: “İşkenceler o kadar ağırdı ki neredeyse Şiilerin adını söyleyecektim. Aniden Muhammed bin Yunus Abdurrahman’ın şöyle söylediğini işittim: “Ey İbn-i Ebi Umeyr! Allah’tan kork. Allah katındaki makamını an.” Bu söz kalbime kuvvet verdi, tahammül ettim ve hiçbir şey söylemedim.”
Sindi bir Şahik, Harun’un emriyle ona 120 kırbaç vurdu ve onu hapse attı. O 21 bin dirhem vererek zindandan kurtuldu. Birinden 10 bin dirhem alacağı vardı. O şahıs kendi evini 10 bin dinara sattı, parasını da İbni Ebi Umeyr’e getirdi ve şöyle dedi: “Bu senin alacağındır.”
O şöyle dedi: “Bu para neredendir? Acaba sana miras mı kaldı yoksa biri mi, sana bağışladı?” O şöyle dedi: “Evimi sattım, parası da budur.”
İbni Ebi Umeyr şöyle dedi: “Zureyh-i Muharibi bana İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletti: “Borç sebebiyle insan evinden çıkarılmaz.” Bu yüzden bu paraları kabul etmiyorum. Oysa Allah’a yemin olsun ki şu anda bir tek dirhemine bile ihtiyacım vardır.”
O dört yıl boyunca İmamet taraftarı olduğu için hapse atıldı. Kız kardeşi onun kitaplarını gömdü ve kitaplar ortadan yok oldu. Kendi ifadesince onları bir odaya bırakmıştı, üzerine yağmur yağdı ve o yazıların tümü silindi. Bu yüzden ezbere hadis naklediyordu. Ashabımız onun mursel hadislerine itimat etmişlerdir. Birçok kitaplar telif etmiştir. O, 217 yılında Allah’ın rahmetine kavuşmuştur.”
4- Ubeydullah bin Muğire Ebu Muhammed Beceli
Neccaşi şöyle diyor : “Bu kimse oldukça güvenilir bir kimsedir. Hiç kimse azamet, din ve takva hususunda ona yetişemezdi. Ebu’l Hasan Musa bin Cafer’den (a.s) hadis nakletmiştir. Söylenildiğine göre 30 kitap yazmıştır.”
Keşşi ise kendi rical kitabında şöyle nakletmiştir: “Abdullah bin Muğire şöyle diyor: “Ben Vakıfilerin sözünü kabul etmiştim. Hacca gittim, vesvese ve şekke düştüm. Kâbe’nin perdesine sarılarak şöyle dedim: “Ey Allah’ım! Benim istediğimi ve irademi biliyorsun. Beni dinlerin en iyisine hidayet et.” O anda içimden İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret etmem geçti. Böylece Medine’ye geldim ve İmam Rıza’nın (a.s) evine vardım. İmam’ın kölesine şöyle dedim: “İmam’a Irak ehlinden bir kimsenin kendisini görmek istediğini söyle.” Bu esnada İmam Rıza’nın (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Abdullah bin Muğire! İçeri gir.”
Evin içine girdim, İmam bana bakınca şöyle buyurdu: “Allah duanı kabul etti. Seni doğru bir dine hidayet buyurdu.” Ben şöyle dedim: “Şahadet ediyorum ki sen Allah’ın hücceti ve onun kulları üzerindeki eminisin.”
5- Ali bin Cafer-i Sadık (a.s)
İmam Kazım’ın (a.s) kardeşidir ve İmam Rıza’nın terbiye ettiği bir kimsedir. Dört imamın zamanında yaşamıştır. Merhum Mufid İrşad adlı kitabında şöyle diyor: “Ali bin Cafer (r.a) hadis ravilerinden biridir, doğru inanca sahiptir, takvalı ve faziletli bir kimsedir. Sürekli kardeşi Musa bin Cafer (a.s) ile birlikte olmuş ve ondan birçok rivayetler nakletmiştir.”
Şeyh ise Fihrist’inde şöyle demiştir: “Ali bin Cafer değerli, güvenilir bir kimsedir. el-Menasik ve’l Mesail adlı kitabı vardır. O kitapta kardeşi Musa bin Cafer’e (a.s) sorduğu şeyler yer almıştır.”
Menakıp adlı kitapta ise şöyle buyurmuştur: “İmam’ın güvenilir ashabından bazıları da Hasan bin Ali bin Fezzal-i Kufi, Osman bin İsa, Davut bin Kesir Rekiy ve Ali bin Cafer Sadık’tır (a.s). Ashabından özel kimselerden bazıları ise Ali bin Yaktin, Ebu Salt, Abdullah bin Selam, İsmail bin Mehran, Ali bin Mehziyar, Reyyan bin Salt, Ahmed bin Muhammed Helebi, Musa bin Bukeyr Vasıti ve İbrahim bin Ebil Beladi-i Kufi’dir.”