Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

    İmam Musa Kazım Hişam'a Öğütleri Ve Aklı Tarif Etmesi

    Allah-u Teala Kur'an'da akıl ve idrak sahibini şöyle müjdelemiştir:
    "Müjdele kullarımı artık, o kullarım ki sözü dinlerler de en güzeline uyarlar, onlar öyle kişilerdir ki Allah, doğru yola sevketmiştir onları ve onlardır akıl sahiplerinin ta kendileri." [1]
    Ey Hişam ibn-i Hakem, Allah-u Teala akıl ile hüccetleri (kanıtları) insanlara tamamlamış, beyan (ilahi kitap) ile onlara hüccetlerini iletmiş ve kılavuzlar (peygamberler) ile de onları kendi rububiyyetine (rablığına) hidayet etmiş ve şöyle buyurmuştur:
    "İlahınız tek bir ilahtır; O'ndan başka bir ilah yoktur; O Rahman ve Rahimdir." "Gerçekten göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp giden gemide, Allah'ın gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde, sonra da yeryüzüne yürüyen hayvanları yaymasında, rüzgarları dilediği gibi estirip değiştirmesinde, gökle yer arasında emrine muti olan bulutta şüphe yok ki aklı erenler için (varlığına, birliğine) deliller vardır." [2]
    Ey Hişam, Allah-u Teala bu nişaneleri halkın, kendilerini yaratıp yöneten birinin var olduğunu anlamaları için bir delil kılıp şöyle buyurmuştur: "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır." [3]
    "Hâ mim. Andolsun her şeyi açıklayan kitaba, şüphe yok ki biz, akledesiniz, anlayasınız diye Kur'an'ı Arapça kıldık." [4]
    "Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği getirmesi ve gökten su indirmek suretiyle onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki bunda, akleden topluluk için gerçekten deliller vardır." [5]
    Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala akıl ehline öğüt vermiş ve onları ahirete rağbetlendirip şöyle buyurmuştur:
    "Dünya yaşayışı, ancak bir oyundan, bir oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduysa korkup çekinenler için daha hayırlıdır. Yine de akletmez misiniz?" [6]
    "Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının meta (geçimi) ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Yine de akletmez misiniz?" [7]
    Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala, akletmeyen kimseleri azapla tehdit edip şöyle buyurmuştur:
    "Sonra da geride kalanları yerle bir ettik. Siz onların yurtlarından sabah ve akşam vakitleri geçip gidiyorsunuz. Yine de akletmez misiniz?" [8]
    Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala aklın ilim ile birlikte olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:
    "Bu örnekleri insanlara vermekteyiz, ancak alimlerden başkası bunları akletmez." [9]
    Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala akletmeyen kimseleri kınayıp şöyle buyurmuştur:
    "Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun." dense, onlar: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız." derler. (De ki) ya ataları aklı bir şeye ermeyip doğru yolu da bulmamış idiyseler (yine de mi onlara uyacaklar)?" [10]
    "Şüphesiz ki yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, aklı, idrakı olmayan sağır ve dilsizlerdir." [11]
    "Onlara: "Gökleri ve yeryüzünü kim yarattı?" diye soracak olsan hiç tartışmasız, "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah'a mahsustur." Hayır, onların çoğu bilmezler."[12]
    Daha sonra Allah çoğunluğu kınayıp şöyle buyurmuştur:
    "Yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp saptırırlar..." [13]
    "Ama onların çoğu bilmezler ve onların çoğu anlamazlar." [14]
    Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala azınlığı methedip şöyle buyurmuştur:
    "Kullarımdan şükretmekte olanlar pek azdır." [15]
    "İman edip de salih amellerde bulunanlar ne kadar da azdır." [16]
    "Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti." [17]
    Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala akıllıları çok güzel bir şekilde anmış ve en güzel ziynetle ziynetlendirip şöyle buyurmuştur:
    "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez." [18]
    Ey Hişam, Allah-u Teala buyuruyor ki:
    "Hiç şüphesiz bunda, (öncekilerin helakinde) kalbi -yani aklı- olan kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." [19]
    "Ve andolsun ki biz, Lokman'a hikmet -yani anlayış ve akıl- verdik." [20]
    Ey Hişam, Lokman oğluna şöyle buyurmuştur: "İnsanların en akıllısı olman için hakka itaat et; dünya derin bir denizdir, birçok insan onda boğulmuştur. Bu denizde gemin takva, (geminin) yükü iman, yelkeni tevekkül, kaptanı akıl, kılavuzu (pusulası) ilim, demiri ise sabır olmalıdır."
    Ey Hişam, her şeyin bir nişanesi vardır; akıllının nişanesi de tefekkürdür; tefekkürün nişanesi de susmaktır. Her şeyin bir bineği vardır; akıllının bineği de alçak gönüllülüktür.
    Nehyedildiğin şeyi yapman, cehalet bakımından sana yeter.
    Ey Hişam, elindeki "cevize" halk "incidir" derse sana bir faydası olmaz; çünkü sen onun ceviz olduğunu biliyorsun. Elindeki "inci"ye de halk "cevizdir" derse sana bir zararı olmaz; çünkü sen onun inci olduğunu biliyorsun.
    Ey Hişam, Allah-u Teala bütün peygamber ve elçilerini ancak kulların akıllarıyla Allah'ı tanımaları için göndermiştir. Öyleyse Allah'ı daha güzel tanıyanlar, O'nun davetini daha güzel kabul ederler; aklı daha güzel olanlar, Allah'ın emrini daha güzel bilirler ve daha akıllı olanların makamları, dünya ve ahirette daha yüce olur.
    Ey Hişam, hiçbir kul yoktur ki, bir melek onun perçeminden tutmamış olsun. Tevazu ettiğinde Allah onu yüceltir, tekebbür ettiğinde de Allah onu küçültür.
    Ey Hişam, Allah-u Teala'nın, insanların üzerinde iki hücceti (kanıtı) vardır: Zahiri hüccet ve batıni hüccet. Zahiri hüccet Resul, Peygamber ve İmamlardır; batıni hüccet de akıllarıdır.
    Ey Hişam, akıllı adam helalin kendisini şükretmekten alıkoymadığı ve haramın da sabrını taşırmadığı kimsedir.
    Ey Hişam, kim üç şeyi üç şeye musallat kılırsa aklını yok etmek için heva ve hevesine yardım etmiş gibi sayılır: Fikrinin nurunu uzun arzularla söndüren, çok konuşmakla hikmetli sözlerini mahveden ve ibret almak nurunu nefsani şehvetlerle yok eden. Aklını yok eden kimse de dinini ve dünyasını ifsat eder.
    Ey Hişam, aklını Allah'ın emirlerine önem vermekten alı-koyup, heva ve hevesini aklına egemen kıldığın halde, amelin Allah katında nasıl temiz olabilir?
    Ey Hişam, yalnızlığa sabretmek, aklın güçlülüğünün belirtisidir. Kim Allah-u Tebareke ve Teala hakkında düşünürse, dünya ehlinden ve ona rağbet gösterenlerden uzaklaşır ve Rabbi katında olan şeylere yönelir. Allah-u Teâla, ise korkuda onun munisi (dostu) ve yalnızlıkta yâri olur, fakirlikte onu ihtiyaçsız kılar ve aşireti olmaksızın da onu aziz eder.
    Ey Hişam, halk Allah'a itaat için yaratılmıştır; kurtuluş itaatla, itaat ilimle, ilim öğrenmekle ve öğrenmek de akıl ile sağlanır ve ilim ancak rabbani alimden alınır; alim de akılla tanınır.
    Ey Hişam, akıllı bir kimsenin az ameli Allah katında birkaç katıyla kabul olunur. (Ama) heva-heves ehli ve cahilin çok ameli ise reddolunur.
    Ey Hişam, akıllı adam hikmetle bir arada olan az dünya malına razı olur; (ama) hikmetsiz olan çok dünya malına razı olmaz. İşte bunun içindir ki akıllıların ticaretleri kârlıdır.
    Ey Hişam, yeterli miktar seni ihtiyaçsız kılıyorsa, dünyada olan en az şey (sade yaşayış) sana yeter. (Ama) yeterli olan miktar seni müstağni kılmıyorsa (o zaman) dünyada olan hiçbir şey seni müstağni kılmaz.
    Ey Hişam, akıllı kimseler, dünya malının ihtiyaçtan fazlasını terketmişler; nerde kaldı ki günahları terketmesinler. Oysa ki ihtiyaçtan fazlasını terketmek fazilettir, günahı terketmek ise farzdır.
    Ey Hişam, akıllı kimseler dünyada zahidlik yapıp ahirete meyletmişlerdir. Çünkü onlar dünya ve ahiretin hem talip (arayan) ve hem de matlup (aranan, istenen) olduğunu anlamışlardır.
    Kim ahireti talep ederse, dünya onu talep eder ve o kendi rızkını tamamıyla dünyadan alır. Kim dünyayı talep ederse ahiret onu talep eder; ölüm de onu yakalayarak, dünya ve ahiretini yok eder.
    Ey Hişam, kim malsız zengin olmayı, kalbinin kıskançlıktan uzak olmasını ve dininin selamette kalmasını istiyorsa; dualarında Allah'tan aklını kamil etmesini dilemelidir. Aklı kamil olan, yeterli olan miktara kanaat eder, yeterli olana kanaat eden zengin olur; yeterli olana kanaat etmeyen kimse ise kesinlikle zenginlik yüzü görmez.
    Ey Hişam, Allah-u Teala, buyurmuştur ki: Salih olan bir kavim; kalplerinin saptığını, körlüğe ve helaka döndüğünü gördükleri zaman şöyle demişlerdir:
    "Rabbimiz, bizi doğru yola sevkettikten sonra kalplerimizi saptırma ve kendi katından bize rahmet bağışla, şüphe yok ki sen, fazlasıyla bağışlayansın."[21]
    Allah'ı tanımayan O'ndan korkmaz; göreceği ve hakikatini bulacağı sabit bir marifet de kalbine yerleşmez. Hiç kimse; sözü amelini tasdik etmedikçe ve gizli ameli açıktaki ameli ile mutabık olmadıkça bu marifete erişmez. Çünkü Allah-u Teala gizli ve örtülü olan akla, ancak zahir olan delili nişane kılmıştır.
    Ey Hişam, Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selam şöyle buyuruyordu:
    "Allah'a ibadet etmek için akıldan daha iyi hiçbir vesile yoktur."
    Hiç kimsenin aklı, kendisinde şu birkaç haslet olmadıkça kâmil olmaz: Küfüründen ve şerrinden emin olunulması, olgunluk ve hayrının umulması, malının fazlasını (Allah rızası için) harcaması, fazla konuşmaması, dünyada kendisine yetecek miktarla yetinmesi, ömür boyu ilme doymaması, Allah'a itaat edip zelil olmanın, başkalarına (tağutlara) uyup izzetli olmaktan ona daha sevimli olması, alçak gönüllü olmayı seçkinlikten daha fazla sevmesi, başkalarının az iyiliğini çok, kendisinin çok iyiliğini de az sayması, halkın hepsini kendisinden iyi bilmesi, kendisini de onların en kötüsü görmesi; bunlar aklın kemalidir.
    Ey Hişam, dili doğru söyleyenin ameli temiz olur, iyi niyetli olanın rızkı çoğalır, kardeşlerine ve ailesine iyilik yapanın da ömrü uzar.
    Ey Hişam, hikmeti cahillere öğretmeyin; hikmete zulmetmiş olursunuz ve onu ehlinden esirgemeyin; onlara cefa etmiş olursunuz.
    Ey Hişam, (akılsızların) hikmeti size bıraktıkları gibi siz de dünyayı onlara bırakın.
    Ey Hişam, yiğitliği olmayanın dini olmaz, aklı olmayanın da yiğitliği olmaz. Halkın en değerlisi dünyayı kendisi için bir makam olarak görmeyen kimsedir. Bilin ki bedenlerinizin kıymet ve değeri ancak cennettir. Öyleyse onu başka bir şeye satmayın.
    Ey Hişam, Emir-ül Müminin Ali aleyhi's-selam şöyle buyuruyordu:
    "Meclisin (toplantının) başında ancak üç sıfata sahip olan kimse oturabilir: Bir şey sorduklarında cevap veren, halkın söz bulup konuşamadığı zaman konuşan, mecliste oturanların maslahatına uygun olan görüşü ortaya koyan. Bu üç sıfattan birine sahip olmaksızın meclisin başında oturan kimse ahmaktır."
    Hasan ibn-i Ali aleyhi's-selam şöyle buyurmuştur:
    "İhtiyaçlarınızı karşılamak istediğinizde ehlinden isteyin."
    "Ey Resulullah'ın oğlu, ehli kimlerdir?" diye sorulduğunda buyurdular:
    "Allah'ın, Kur'anda beyan ettiği kimselerdir." Allah buyuruyor ki: "Hiç şüphesiz temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünmektedir."[22]
    Ali ibn-i Hüseyin (İmam Zeyn-ul Abidin) aleyhi's-selam da şöyle buyurmuştur:
    "Salih kimselerle oturmak insanı salaha (doğruluğa) götürür, alimlerin adabına uymak aklı çoğaltır, adil yöneticilere itaat etmek izzetin kemalidir; (ticaretle) malını artırmak ise yiğitliğin kemalidir. İstişare edene doğru yolu göstermek nimetin hakkını eda etmektir. Halka eziyet etmemek aklın kemali olduğu gibi dünya ve ahirette de bedenin rahatlığına sebep olur:
    Ey Hişam, akıllı kimse kendisini yalanlamasından korktuğu kimseye bir şey söylemez, reddedeceğinden endişe ettiği kimseye ağız açmaz (bir şey istemez), gücü yetmediği şeyi vaad etmez, arzu etmesiyle kınandığı şeyi arzu etmez ve aciz kalacağından korktuğu işe teşebbüs etmez.
    Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selam ashabına şöyle buyuruyordu:
    "Gizlide ve açıkta Allah'tan korkmayı, sevinç ve gazap halinde adaletli olmayı, fakirlik ve zenginlikte ticaret yaparak mal kazanmayı size tavsiye ediyorum. İlişkisini kesenle ilişki kurun. Zulm-edeni affedin. Mahrum kalana bağışta bulunun. Bakışınız ibret, susmanız fikir, sözünüz zikir ve tabiatınız da cömertlik olmalıdır. Çünkü hiçbir cimri cennete giremeyecektir; hiçbir cömert de cehenneme girmeyecektir.
    Ey Hişam, Allah kendisinden hakkıyla hayâ edip utanan, başını ve başında yer alan uzuvlarını (göz, kulak, dil ve diğer uzuvlarını) haramdan koruyan, karnı ve karnının koruduğu şeyleri (yemeği ve içmeyi) haramdan sakındıran, ölümü ve çürümeyi hatırlayan, cennetin zorluklarla çevrildiğini ve cehennemin de lezzet ve şehvetlerle kuşatılmış olduğunu bilip idrak eden kimseye rahmetini yağdırsın!
    Ey Hişam, Allah kıyamet günü, kendisini halkın haysiyetini çiğnemekten alıkoyan kimsenin hatalarından geçer. Kim halka karşı gazabının önünü alırsa, Allah da kıyamet günü ona karşı gazabının önünü alır.
    Ey Hişam, akıllı kimse, isteğine uygun olsa bile yalan söylemez.
    Ey Hişam, Resulullah'ın kılıcının kabzasında şöyle yazılmıştı: Allah katında, insanların en çok haddi aşıp isyan edeni, (kısasta) vurandan başkasını vuran ve katilden başkasını öldüren kimsedir.[23]
    Kim gerçek velileri bırakıp da başkalarını kendisine veli edi-nirse Allah'ın, Muhammed peygamberine indirdiği şeye kâfir olmuştur.
    Kim dinde bid'at çıkarır veya bid'at çıkaranı barındırırsa, Allah-u Teala kıyamet günü onu affetmeyeceği gibi hiçbir fidye ve karşılık da ondan kabul etmez.
    Ey Hişam, kulu Allah'a yaklaştıracak en güzel vesile Allah'ı tanıdıktan sonra namaz kılmak, anne ve babaya iyilik etmek, haset, bencillik ve övünmeyi terketmektir.
    Ey Hişam, karşında bulunan günlerini ıslah et (düzeltmeye çalış); o günlerin nasıl olacağına bak ve onlar için cevap hazırla. Şüphesiz sen durdurulup sorguya çekileceksin.
    Zamandan ve ehlinden öğüt al. Çünkü zaman hem kısadır, hem de uzun. Rağbetinin çoğalması için amelinin karşılığını görürcesine çalış; Allah'ı tanı. Zamanın ve hallerin değişkenliği hakkında düşün. Dünyanın geleceği geçmişine benzer; öyleyse ondan ibret al.
    Ali ibn-i Hüseyin(İmam Zeyn-ul Abidin) aleyhi's-selam şöyle buyurmuştur:
    "Yeryüzünün, doğusunda ve batısında, denizinde ve karasında, ovasında ve dağında bulunan güneş ışığının ulaştığı şeylerin hepsinin, evliyaullah'ın (Allah'ın hakiki dostlarının) yanındaki değeri, öğleden sonra oluşan ve çabuk kaybolup giden gölgeye benzer."
    Daha sonra şöyle buyurdu:
    "Bu kalıntıyı (dünyayı) ehline bırakacak hür bir kişi yok mudur? Canınızın değeri ancak cennettir; öyleyse onu başka bir şeye satmayın. Kim Allah'ın nimetlerinden sadece dünyaya razı olursa değersiz bir şeye razı olmuştur."
    Ey Hişam, bütün insanlar yıldızları görür; ama yıldızların rotası ve dönüş yerlerini bilenden başkası onlara bakıp kendi yolunu bulamaz. Böylece sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama onunla amel edenlerden başkası hidayete erişemez.
    Ey Hişam, Hz. Mesih aleyhi's-selam, havarilerine şöyle buyurdu:
    "Ey kötülüğe meyleden kullar, hurma ağacının yüksekliğinden korkuyorsunuz, dikenlerini ve çıkma zorluğunu düşünüyor, onun tatlı meyvasını ve faydalı olan kısımlarını unutuyorsunuz. Böylece siz ahiret için amel etmenin de zorluğunu düşünüyorsunuz, bundan dolayı ahiret yolu size uzak ve uzun geliyor, ahirette ulaşacağınız nimetleri, güzellikleri ve ahiret meyvalarını unutuyorsunuz. Ey kötü kullar, buğdayın tadına varmak ve lezzetli hale getirmek için onu temizleyin ve onu yumuşatın; imanın da tadına varmanız ve meyvesinden yararlanmanız için onu halis ve kâmil hale getirin. Şu söylediğim bir gerçektir ki, eğer karanlık bir gecede katran yağı ile yanan bir çıra bulsanız onun kötü kokusu, ışığından yararlanmanızı engellemez. Böylece hikmeti de kimde bulursanız onu alın, o adamın ona rağbetsiz olması size engel olmamalıdır.
    Ey dünya kulları! hak olarak diyorum ki:
    Ahiret şerefine ancak sevdiğiniz şeyleri terketmekle nail olabilirsiniz. Tövbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü yarından önce bir gece ve gündüz vardır; Allah'ın kaza ve kaderi her gece ve gündüz caridir. Şu söylediğim bir gerçektir ki: Borçlu olmayan, borçlu olandan -borcunu iyi bir şekilde ödeyebilse dahi- daha huzurlu ve kaygısızdır. Bunun gibi günah işlemeyen kimse de günah işleyenden, her ne kadar halis tövbe edip Allah'a dönse dahi daha çok huzurludur. Küçük günahlar Şeytan'ın tuzaklarındandır. Şeytan, günahlarınızın toplanması ve ardından sizi kuşatması için onları gözünüzde küçük ve basit gösterir.
    Şu gerçeği bilmelisiniz ki:
    İnsanlar hikmet hususunda iki kısımdır: Biri onu diliyle iyice açıklar ve ameliyle de tasdik eder; diğeri ise diliyle onu iyice ortaya koyarken kötü ameliyle onu zayi eder. Bu iki grup arasında ne kadar da fark vardır. İlmiyle amel edenlere ne mutlu. İlimleri dillerinden öteye geçmeyenlere de yazıklar olsun!
    Ey kötülüğe meyleden kullar! Rabbinizin camilerini, beden ve alınlarınızın zindanı edin; kalplerinizi takva evi kılın; onları şehvetler yuvası kılmayın. Musibete karşı çok sabırsızlık göstere-niniz, dünyayı çok seveninizdir. Musibete karşı sabırlı olanınız, dünyada zahit olanınızdır.
    Ey kötülüğe meyleden kullar! Çalıp kaçan karga, hilekâr tilki, hıyanetkâr kurt ve saldırgan arslana benzemeyin, onların ava yaptığı hareketi sizler de insanlara yapmayın; bir grubu avlayıp, bir gruba hile yapıp ve diğer bir gruba da hıyanet etmeyin.
    Bedenin görünürde sağlam, içte ise bozuk olmasının, bedene hiçbir yararı olmadığı gibi, kalpleriniz de bozuk olduğunda, bedenlerinizin sağlığının bir yararı olmaz. Kalpleriniz kirli olduğu halde, derilerinizi temizlemeniz ne yarar sağlar? Güzel ve yumuşak unu dışarı çıkarıp kepeği (içerisinde) tutan elek gibi olmayın; siz de hikmeti ağzınızdan dışarı çıkarıyorsunuz ama, kin gönüllerinizde kalıyor.
    Ey dünya kulları, sizin misaliniz, kendisini yakıp halkı aydınlatan çıraya benziyor!
    Ey İsrailoğulları, diz üstü çöküp yürümeye mecbur olsanız bile, alimlerin meclisini doldurun. Allah-u Teala, iri taneli yağmurla, ölü (kurak) toprakları dirilttiği gibi, ölü kalpleri de hikmet nuru ile diriltir."
    Ey Hişam, İncil'de şöyle yazılmıştır:
    "Birbirlerine acıyanlara ne mutlu; onlar kıyamet günü rahmete uğrayacak olanlardır. Halk arasında arabuluculuk yapanlara ne mutlu; onlar kıyamet günü Allah'a yakın olan kimselerdir. Kalpleri temiz olanlara ne mutlu; onlar kıyamet günü muttaki olan kimselerdir. Dünyada tevazu edenlere ne mutlu; onlar kıyamet günü sultanlık kürsüsüne çıkan kimselerdir."
    Ey Hişam, az konuşmak büyük bir hikmettir. Öyleyse susun (az konuşun) Çünkü susmak, huzurdur; suçun azalmasına ve günahın hafiflemesine sebep olur.
    Kapısı sabır olan hilim ve olgunluk (kalesinin) kapısını sağlamlaştırın. Allah-u Teala, sürekli sebepsiz yere gülen ve gayesiz yürüyen kimseyi sevmez.
    Yöneticinin bir çoban gibi olması gerekir; halkından gaflet etmemeli ve onlara yücelik taslamamalıdır.
    Açıkta halktan hayâ ettiğiniz gibi gizlide de Allah'tan hayâ edin.
    Biliniz ki, hikmetli söz mü'minin yitik malıdır.
    İlim elden çıkmadan onu elde edin; ilmin elden çıkması, alimin aranızdan kaybolmasıdır (ölmesidir).
    Ey Hişam, bilmediğin ilmi öğren ve öğrendiğin ilmi de cahile öğret. Alime ilmi için saygı göster ve onunla çekişmekten sakın. Cahili cehaleti için küçük gör; fakat onu kendinden kovma; onu kendine yaklaştır (bilmediği şeyleri) ona öğret.
    Ey Hişam, şükründen aciz kaldığın her nimet, hesabından sorulacağın günah gibidir.
    Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selam şöyle buyurmuştur:
    "Allah'ın bazı kulları vardır ki Allah korkusu kalplerini kırmış; fasih ve akıllı olmalarına rağmen onları susturmuştur. Temiz amelleri ile Allah'a doğru koşarlar. Allah karşısında amellerini, ne kadar da çok olsa görmezler. İyi olmalarına rağmen kendilerini kötü görürler. İşte bunlar gerçek akıllı ve iyi insanlardır.
    Ey Hişam, hayâ imandan kaynaklanır; iman da cennettendir. Çirkin söz ise haksızlıktan kaynaklanır, haksızlık ise cehennemdendir.
    Ey Hişam, konuşmacılar üç kısımdır: Kâr eden, salim kalan ve helak olan. Kâr eden, Allah'ı zikir eden kimsedir; salim kalan, susan kimsedir; helak olan da batıla dalan kimsedir. Allah-u Teala çirkin söz söyleyen, kötü dilli olan, söylediğine ve söylenilenlere itina etmeyen hayâsız kimselere cenneti haram kılmıştır.
    Ebuzer (r.a) şöyle diyor:
    "Ey ilim isteyen (insan), bu dil hayır ve şerrin anahtarıdır; altın ve gümüşünü mühürlediğin gibi ağzını da mühürle.
    Ey Hişam, iki yüzlü ve iki dilli olan kul ne de kötü kuldur. Kardeşinin huzurunda onu över, gıyabında (gıybetini ederek) etini yer; kardeşine bir nimet verildiğinde kıskanır, sıkıntıya düştüğünde de onu yalnız bırakır.
    Sevabı bütün hayırlardan daha çabuk ulaşan şey ihsandır. Cezası bütün günahlardan daha çabuk oluşan şey de zulümdür.
    Kulların en kötüsü, kötü dilli olduğundan dolayı kendisiyle birlikte oturulması sevilmeyen kimsedir. Acaba halkı yüz üstü cehennem ateşine atan, dilin ürünlerinden başka bir şey midir? Saçma sözleri terketmek, kişinin dininin güzel olduğunu gösterir.
    Ey Hişam, korku ve ümit içerisinde olmayan, mü'min değildir. Korktuğu ve ümit ettiği şey için çalışmayan da korku ve ümit içerisinde değildir.
    Ey Hişam, Allah-u Teala buyurmuştur ki:
    "İzzetime, celalime, azametime, nuruma ve makamımın yüceliğine andolsun ki, isteğimi kendi isteğine tercih eden her kulun gönlünü ihtiyaçsız (tok) kılarım, gayretini ahireti için sarfettiririm, işinde başarılı yaparım, gökleri ve yeri rızkına kefil kılarım ve her tacirle ticaretinde onu muvaffak ederim.''
    Ey Hişam, gazap şerrin anahtarıdır. İman yönünden, müminlerin en kâmil olanı ahlakı en güzel olandır.
    Halkla muaşeretinde ilişki kurduğun herkesten, iyilik bakımın-dan daha üstün olmaya çalış.
    Ey Hişam, daima yumuşak davran. Çünkü yumuşaklık, uğur getirir; sertlik ise uğursuzluğa yol açar. Yumuşaklık, ihsan ve güzel ahlak, beldeleri imar eder ve rızkı da çoğaltır.
    Ey Hişam, Allah'ın: "İyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey olabilir mi?[24] emri, bütün mü'min, kâfir, iyi ve kötü insan hakkında geçerlidir. Kendisine iyilik yapılan kimse, onu telafi etmelidir; (şunu da bil ki) daha üstün bir iyilik yapmaz da yalnız aynı iyilikle karşılık verirsen, bu onu telafi etmek sayılmaz; onun yaptığı iyiliğin aynısını yaptığında üstünlük, ilk iyilik yapanındır.
    Ey Hişam, dünya dış yüzü yumuşak olan, ama içinde öldürücü zehir bulunan bir yılana benzer; akıllı kişi ondan çekinir, çocuk ise ona doğru elini uzatır.
    Ey Hişam, Allah'ın itaatına sabret! Allah'a karşı isyan etmekten sakın! Dünya kısa bir süreden ibarettir; geçen kısmının ne sevincini hissedebilirsin ve ne de üzüntüsünü; geleceğin de nasıl olacağını bilmiyorsun. Öyleyse içerisinde bulunduğun bu süreye de hoşnutlukla sabret (ta ki ondan faydalanmış olasın).
    Ey Hişam, dünya deniz suyuna benzer; susayan ondan her ne kadar içerse içenin susamışlığını daha da arttırır ve nihayet onu öldürür.
    Ey Hişam, tekebbür etmekten sakın. (Zira) kimin kalbinde, bir zerre miktarınca kibir olursa cennete giremez. Büyüklük Allahın ridasıdır; kim Allah'ın ridası hususunda O'nunla çekişirse Allah onu yüzü üstü cehenneme atar.
    Ey Hişam, her gün kendisini hesaba çekmeyen kimse bizden değildir. İyi iş yaparsa onu çoğaltmalı; kötü iş yapmış olursa da Allah'tan af dilemeli ve tövbe edip Allah'a yönelmelidir.
    Ey Hişam, dünya, mavi gözlü bir kadın şeklinde Hz. İsa'ya göründü. Hz. İsa ona: (Şimdiye kadar) "Kaç kişiyle evlendin?" diye sordu. Dünya : "Çok kişilerle evlendim" dedi. Hz. İsa: "Hepsi seni boşadılar mı?" dedi. Dünya: "Hayır, hepsini öldürdüm" dedi. (Bunun üzerine) Hz. İsa: "Öyleyse geri kalan kocalarına yazıklar olsun; onlar nasıl da geçmişlerden ibret almıyorlar?" diye buyurdu.
    Ey Hişam, bedenin aydınlanması göze bağlıdır. Göz aydın olursa bedenin hepsi aydın olur. Ruhun aydınlanması da akla bağlıdır; kul akıllı olursa Rabbini tanır ve Rabbini tanıdığında da dinini öğrenir; Rabbini tanımazsa dini de kalmaz. Bedenin ancak ruh ile ayakta kalması gibi din de ancak halis niyetle kalıcı olur. Halis niyet de ancak akıl ışığıyla sebat bulur.
    Ey Hişam, zıraat yumuşak yerde yapılır; kayanın üzerinde değil. Hikmet de mütevazi kalpte yerleşir ve hayatını sürdürür; mütekebbir kalpte değil. Allah-u Teala, tevazuyu aklın vesilesi kıldığı gibi tekebbürü de cehaletin vesilesi kılmıştır. Başını dik tutup tavana vuranın, başının yarıldığını ve başını aşağıya dikenin ise tavanın gölgesinden yararlandığını bilmiyor musun? Allah-u Teala da, tevazu etmeyeni alçaltır, tevazu edeni ise yüceltir.
    Ey Hişam, zenginlikten sonra fakirlik, ibadetten sonra günah ne de kötüdür; bundan daha kötü de abid bir kulun, ibadetini ter-ketmesidir.
    Ey Hişam, yaşantı ancak iki kişi için hayırlıdır: "Dinleyip anlayana ve konuşan alime."
    Ey Hişam, kulların arasında akıldan daha üstün bir şey taksim edilmemiştir (Allah-u Teala akıldan daha üstün bir şey kullara vermemiştir). Akıllının uykusu, cahilin (ibadetle meşgul olarak) gece uyumamasından daha üstündür.
    Allah, bütün peygamberleri akıl ile, hatta onların akılları, bütün mütefekkirlerin (fikri) çabasından daha üstün olacak şekilde göndermiştir (başkaları, tüm çabalarına rağmen onların aklına ulaşamamışlardır). Hiçbir kul, akletmedikçe, Allah'ın farzlarından hiçbirini edâ edemez.
    Ey Hişam, mü'mini suskun, gördüğünüzde ona yaklaşın. Çünkü o hikmetli söz söyler. Mü'min az konuşur, çok amel eder. Munafık da çok konuşur, az amel eder.
    Ey Hişam, Allah-u Teala Hz. Davud'a şöyle vahyetti:
    "Ey Davud, kullarıma de ki, benimle kendi aralarında dünyaya aldanmış bir alimi vasıta kılmasınlar. Çünkü o alim onları, beni anmak, beni sevmek ve bana niyazda bulunmaktan alıkoyar. Bu çeşit alimler, kullarımın yolunu kesen yol kesicilerdir. Onların en küçük cezası, bana münacaatta bulunma tadını ve sevgisini kalplerinden çıkarmamdır."
    Ey Hişam, kim büyüklenirse göklerin ve yerin melekleri ona lanet eder. Kim kardeşlerine kibirlenir, onlara üstünlük taslarsa Allah'a karşı gelmiştir; kendisinde olmayan bir üstünlüğü iddia eden ise çabasını, hidayetine sebep olmayan bir şey uğruna sarfetmiştir.
    Ey Hişam, Allah-u Teala, Davud aleyhi's-selâm'a şöyle vahyetti:
    "Ey Davud, ashabını şehvet sevgisinden sakındır ve (bunun akıbetinden) korkut. Şüphesiz gönülleri dünya şehvetlerine bağlı olanların kalpleri benden uzaktır."
    Ey Hişam, dostlarıma karşı kibirlenmekten ve onlara ilmin ile övünmekten sakın. Zira böyle yaparsan Allah sana gazap eder. Allah'ın gazabından sonra da artık ne dünyanın sana faydası olur ve ne de ahiretinin. Dünya hayatında, oturduğu ev kendisine ait olmayan ve her an için göç etmeyi bekleyen kimse gibi ol.
    Ey Hişam, din ehli ile birlikte oturmak, dünya ve ahiret şerefidir. Hayır sever akıllı kimse ile istişare etmek, uğurluluk, bereket, olgunluk ve ilahi bir başarıdır. Hayır sever akıllı, sana nasihat ettiğinde sakın muhalefet etme. Çünkü bu tavır helak olmana sebep olur.
    Ey Hişam, herkesle oturup kalkmak ve onlara ısınıp dostluk kurmaktan sakın; emin birisini bulursan onunla dostluk kur ve yırtıcı hayvanlardan kaçtığın gibi (emin olmayan) diğer kimselerden kaç.
    Akıllı adam, sevilmeyecek bir iş yaptığında Allah'tan utanmalı ve Allah ona bazı nimetler tahsis ettiğinde de başkalarını onda ortak kılmalıdır. İki iş karşına çıkar da hangisinin daha hayırlı ve daha doğru olduğunu bilmezsen, onlardan hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bak ve ona muhalefet et; çünkü doğru işlerin çoğu, heva ve hevese muhalif olan şeylerdir. Hikmeti elde edip onu cahillerin eline vermekten sakın.
    Hişam; İmam aleyhi's-selâm'a: "Eğer hikmeti talep eden, fakat söylenen sözleri kavramaya akıl gücü yetmeyen birisine rastlarsam ne yapayım?" diye sorunca, İmam şöyle buyurdular:
    Şefkatle nasihatta bulun; buna da kalbi sıkılırsa o zaman kendini fitneye maruz kılma. Mütekebbirlerin reddinden (inkârından) kork. Çünkü ilim, uykuda olanlara açıklanırsa değersiz olur.
    "Soru sormasını bilen birini bulamadığımda ne yapayım?" diye arzettiğimde de İmam şöyle buyurdular: Konuşmak ve sözlerinin reddolunması belasından kurtulman için soru soramamalarını ganimet bil. (Yani anlama ve idrak kabiliyeti olmayan birisine hikmetli sözü söyleyip bir şey anlatmak üzerinde ısrar etme).
    Bil ki Allah mütevazileri, tevazuları miktarınca değil, kendi kerem ve cömertliğine yaraşırcasına yüceltir; ve korkanlara, kor-kuları miktarınca değil, kendi kerem ve ihsanınca güvenlik bah-şeder. Hüzünlüleri de hüzünleri miktarınca değil, rahmet ve şefka-tine yaraşırcasına huzura kavuşturur.
    Rauf ve Rahim olan Allah, dostlarına eziyet eden kimselerden bile şefkat ve dostluğunu esirgemiyor. Öyleyse O'nun yolunda eziyete maruz kalanlara nasıl davranacağını bir düşün! Yine Allah'la düşmanlık eden kimsenin tövbesini kabul eden Tevvab ve Rahim olan Allah'ın, O'nun rızasını kazanmak için çalışan ve O'nun yolunda halkın düşmanlığına maruz kalan kimseye ne yapacağını düşün!
    Ey Hişam, kim dünyayı severse ahiret korkusu kalbinden çıkar. Bir kula ilim verilir de dünya sevgisi kalbinde artarsa, Allah'tan uzaklaşması arttığı gibi Allah'ın gazabı da ona çoğalır.
    Ey Hişam, akıllı, gücünün dışında olan şeyi terkeden kimsedir. Doğru işlerin çoğu, nefsi isteklerin aksine olanlardır. Uzun arzulu kimsenin ameli kötü olur.
    Ey Hişam, ecelin gelişini görseydin artık uzun arzulara kapılmazdın!
    Ey Hişam, ihtirasdan sakın. Halkın elindeki şeylere göz dikme. Halktan bir şey ummak fikrini kalbinde öldür. Çünkü başkasına göz dikmek zilletin anahtarıdır ve bu tutum aklı yok eder, yiğitliği çürütür, şerefi lekeler ve ilmi giderir.
    Allah'a sığınmayı ve O'na tevekkül etmeyi unutma. İsteklerinden alıkoymak için nefsinle cihad et. Nefsine karşı cihad etmek düşmana karşı cihad etmek gibi sana farzdır.
    Hişam diyor ki: İmam aleyhi's-selâm'a: "Hangi düşmanla savaşmak daha farzdır?" diye arzettiğimde şöyle buyurdular:
    Sana daha yakın, daha şiddetli, daha zararlı, düşmanlığı daha büyük, yakın olmasıyla birlikte daha gizli olan ve düşmanları senin aleyhine tahrik eden kimseyle; yani kalplerde vesvese etmekle görevli olan şeytanla savaşmak daha farzdır.
    Senin şeytana karşı düşmanlığın daha şiddetli olmalıdır; o, seni helak etmek için senden daha dirençli olmamalıdır. Çünkü şeytan güçlü olmasıyla birlikte senden daha zayıftır; şerli olmasıyla birlikte zararı senden daha azdır. Sen Allah'a sığınırsan doğru yolu bulmuş olursun.
    Ey Hişam, Allah kime üç şeyi ikram ederse, ona lütfetmiştir: "Heva ve hevesinin hakkından gelecek akıl, cehaletini yenecek ilim, fakirlik korkusuna yetecek zenginlik.
    Ey Hişam, bu dünyadan ve bu dünya ehlinden kork. İnsanlar dünyada dört kısımdır: Heva ve hevesine uyan kararsız kişi; ilmi arttıkça kibri artan, ilmi ve okumasını kendisinden aşağıdakilere bir üstünlük ve imtiyaz vesilesi kılan kimse; ibadetleri kendisinden az olanları tahkir eden ve (başkaları tarafından) saygı görmek isteyen cahil abid; hak yolunu tanıyan, o yolda kıyam etmek isteyen (fakat çeşitli nedenlerden dolayı) aciz veya mağlub olan, ilmiyle amel etmeye (halk arasında onu uygulamaya) gücü yetmeyen ve bu durumla da daima mahzun ve kederli olan basiret sahibi alim; işte bu, zamanının en faziletli ve üstün kişisidir.
    Ey Hişam, hidayet ehlinden olman için aklı ve aklın askerlerini, cehaleti ve askerlerini tanı!
    Hişam diyor ki:
    İmam aleyhi's-selâm'a: "Canım sana feda olsun, öğrettiğiniz şeyden başka bir şey bilmiyoruz." dediğimde, İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular:
    Ey Hişam, Allah-u Teala, ilk ruhani yaratık olan aklı, arşının sağ tarafında kendi nurundan yarattı ve ona geri dön buyurduğunda geri döndü; sonra gel dediğinde de geldi, bunun üzerine Allah Teala buyurdu ki: "Seni yüce bir mahluk olarak yarattım ve seni bütün mahluklara üstün kıldım. Daha sonra cehaleti karanlık ve acı bir denizden yarattı. Cehalete geri dön dediğinde geri döndü, (fakat) gel dediğinde gelmedi,
    Allah-u Teala ona: "Tekebbür ettin" buyurdu ve onu lanetledi. Daha sonra akıl için 75 asker tayin etti. Cehalet de, Allah'ın akıl hakkındaki keramet ve bağışını görünce, ona karşı kin beslemeye başladı ve şöyle dedi: "Ey Rabbim o da benim gibi bir mahluktur, onu yarattın, ona ikramda bulundun ve onu güçlendirdin, ben ise onun zıddıyım, ona karşı bir gücüm yoktur; bana da, ona bağış-ladığın asker miktarınca asker ver. Allah-u Teala buyurdu ki: "Evet, (isteğini kabul ettim ama) eğer bundan sonra bana karşı isyan edersen seni ve senin askerlerini kendi katımdan ve rahmetimden kovarım; cehalet de: "Kabul ettim" dedi. Bunun üzerine Allah-u Teala ona da yetmişbeş asker verdi. Allah'ın akla bağışladığı yetmişbeş askerden biri olan hayır, aklın yardımcısıdır. Allah, şerri de hayıra zıt olarak yarattı, o da cehaletin yardımcısıdır.

    AKIL VE CEHALETİN ASKERLERİ

    İman= Küfür
    Tasdik= Tekzip(yalanlamak)
    İhlas= Nifak
    Ümit= Ümitsizlik
    Adalet= Zulüm
    Rıza= Öfke (hoşnutsuzluk)
    Şükür= Nankörlük
    Ye's[25]= Tamah
    Tevekkül= İhtiras
    Şefkat= Katılık
    İlim= Cehalet
    İffet= Rezalet
    Züht= Rağbet
    Yumuşaklık= Ahmaklık
    Korku[26]= Cür'et[27]
    Tevazu= Kibir
    Ağırbaşlılık= Acelecilik
    Hilim= Sefahet
    Susmak= Çok konuşmak
    (Hakka)Boyun eğmek= Büyüklenmek
    Teslim Olmak= Tekebbür
    Afv= Kin
    Rahmet= Kasvet
    Yakin= Şek
    Sabır= Sabırsızlık
    Bağışlamak= İntikam
    Zenginlik= Fakirlik
    Tefekkür= Gaflet
    Ezberlemek= Unutmak
    Sıla-i rahim[28]= Kat'i rahim[29]
    Kanaat= Açgözlülük
    Eşitlik= Esirgemek
    Dostluk= Düşmanlık
    Vefa= Hıyanet
    İtaat= Masiyet
    Huzu= Ululanmak
    Selamet= Bela
    Anlamak= Geri kafalı olmak
    İrfan= İnkâr
    Mudaraa etmek= Titiz olmak
    Dürüstlük= Hilekârlık
    Kitman[30]= İfşa
    Anne ve babaya iyilik= Anne babaya asilik
    Hakkı eda etmek= Hakkı geciktirmek
    Maruf (iyilik)= Münker (kötülük)
    Takıyye etmek= Yaymak
    İnsaf= Zulüm
    Sakınmak= Haset
    Temizlik= Kirlilik
    Hayâ= Hayâsızlık
    İtidal= Aşırılık
    Rahatlık= Zorluk
    Kolaylık= Çetinlik
    Afiyet= Musibet
    İtidal= Tekasür[31]
    Hikmet= Heva hevese uymak
    Vakar= Hafiflik
    Saadet= Şakavet
    Tövbe= Günahta ısrar
    Muhafaza= Gevşeklik
    Dua= İstinkaf[32]
    Çaba= Tembellik
    Sevinç= Üzüntü
    Ülfet= Ayrılık
    Cömertlik= Cimrilik
    Huşu= Bencillik
    Söz saklamak= Söz taşımak
    Mağfiret dilemek= Gurur
    Zekilik= Ahmaklık

    Ey Hişam, bu hasletler (aklın askerleri) ancak peygamber, vasi veya Allah'ın, kalbini iman için imtihan ettiği mü'minde bir arada bulunur. Ama diğer mü'minler de akılları kâmil oluncaya ve cehalet askerlerinden kurtuluncaya dek akıl askerlerinden ancak bazılarına sahip olurlar. Cehalet askerlerinden kurtulduklarında peygamber ve vasilerle birlikte en yüce derecede olurlar. Allah bizi ve sizi kendi itaatına muvaffak eylesin.


    _________________
    [1]- Zümer/18.
    [2]- Bakara/163-164.
    [3]- Nahl/12.
    [4]- Zuhruf/1,2,3.
    [5]- Rum/24.
    [6]- En'âm/32.
    [7]- Kasas/60.
    [8]- Saffat/136-138.
    [9]- Ankebut, 43.
    [10]- Bakara/171.
    [11]- Enfal/22.
    [12]- Lokman/25.
    [13]- En'âm/116.
    [14]- En'âm/37.
    [15]- Sebe/13.
    [16]- Sâd/23.
    [17]- Hud/40.
    [18]- Bakara/269.
    [19]- Kâf/37.
    [20]- Lokman/12.
    [21]- Âl-i İmran/8.
    [22]- Zümer/8.
    [23]- Cahiliye döneminde, kısas olarak katilin mensup olduğu kabileden herhangi birini öldürüyorlardı. İslam, "bir kimse diğerinin suçuyla suçlanamaz" ilkesini getirerek bu cahiliye âdetini ortadan kaldırmıştır.
    [24]- Rahman/60.
    [25]- Halkın elindekine göz dikmemek.
    [26]- Allah'tan korkmak.
    [27]- Allah'tan korkmamak.
    [28]- Akrabalarla iyi ilişki kurmak.
    [29]- Akrabalarla ilişkiyi kesmek.
    [30]- Gizlemek.
    [31]- Mal ve makamla diğerlerine büyüklük taslamak.
    [32]- Dua etmemek.
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #17
      Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

      Hikmetli Sözlerinden Bazıları

      Nafile namazlar, her mü'minin Allah'a yaklaşma vesilesidir. Hac, her güçsüzün cihadıdır. Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da müstehap oruçlardır.
      Allah'ı tanıdıktan sonra, en büyük ibadet kurtuluşu (İmam Mehdi'nin zuhurunu) beklemektir.
      Allah'a hamd-u sena etmeden ve peygambere salat göndermeden önce dua eden kimse, kirişsiz kemanla ok atan kişiye benzer.
      Allah'ın vereceği mükâfata yakini olan, cömertçe bağışta bulunur.
      Mutedil davranan, muhtaç olmaz.
      Tedbir, maişetin yarısıdır.
      İnsanlara kendini sevdirmek aklın yarısıdır.
      Çok gam, ihtiyarlık getirir.
      Acelecilik, cehaletin ta kendisidir.
      Aile azlığı, iki kolaylıktan biridir.[1]
      Anne ve babasını üzen, onlara asilik etmiştir.
      Kim musibette, elini dizine veya elini eline vurursa mükâfattan mahrum kalır. Musibetin sevabı, ancak musibet sahibinin sabretmesine ve musibet vakti, "inna lillah ve inna ileyhi raciun" (biz Allah'tanız ve O'na döneceğiz) demesine bağlıdır.
      İhsan, ancak dindar ve şerefli kimse için yapılırsa ihsan sayılır.
      Allah, ihtiyaç miktarınca yardım eder ve musibet miktarınca da sabır verir.
      Kim ifrat ve tefritten sakınır ve kanaat ederse nimeti baki kalır. Kim de savurgan olur ve israf ederse nimeti yok olur.
      Emaneti eda etmek ve doğruluk, rızık getirir.
      Hıyanet ve yalan, fakirlik ve nifak doğrur.
      Allah bir karıncayı, belaya mübtela etmek isterse ona iki kanat verir, o da uçar, kuşlara yem olur.
      İhsan ancak üç şartla kâmil olur: Küçük saymak, gizlemek ve acele etmek. İyiliğini küçük sayan, kardeşini büyütmüştür; onu büyük sayan da kardeşini küçültmüştür. Kim yaptığı ihsanı gizlerse, işi değer kazanır. Kim sözünü verdiği şeyi yerine getirmekte acele ederse, verdiği şey daha da hoş olur.

      _________________
      [1]- Diğer kolaylık ise, kişinin zengin olmasıdır.
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #18
        Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

        Harun Reşid İle Yaptığı Uzun Konuşmasından Bir Bölüm

        Harun kendisine ulaşan birtakım yalan sözler üzerine İmam Musa ibn-i Cafer aleyhi's-selam'ın tutuklanmasını emretti. İmam aleyhi's-selam, Harun'un meclisine girdiğinde Harun, İmam'ın taraftarlarının yakışmaz eylemlerle suçlandığı uzun bir şikayetnameyi İmam aleyhi's-selam'a verdi. İmam aleyhi's-selam onu gözden geçirdikten sonra şöyle buyurdu:
        Ey Emir-el Mü'minin,[1] biz daima aleyhimize isnat edilen iftiralarla denenip sınanan bir aileyiz. Rabbimiz bağışlayan ve (sırları) örtendir. Kullarının sırlarını, hesap vaktine kadar açmak istememiştir; o gün ne mal ve ne de çocuklar bir fayda sağlayacaktır; ancak Allah'a salim bir kalple gelenler hariç.
        Daha sonra İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdu:
        Babam babasından, o da Ali aleyhi's-selam'dan, o da Peygamber salla'llâahu aleyhi ve alih'den şöyle naklediyor: "Akraba akrabayla buluşup musafaha ettiklerinde önce ıztırap meydana gelir. Sonra bu ıztırap yatışır. Eğer Halife uygun görüyorsa benimle görüşüp musafaha etsin.
        Harun tahtından aşağı inip sağ elini İmam'a uzatarak İmam'ın sağ elinden tuttu, sonra İmam'a sarıldı ve sağ tarafında oturtup şöyle dedi:
        "Şehadet ediyorum ki siz doğru konuşansınız, babanız doğru konuşandır, dedeniz doğru konuşandır ve Resulullah salla'llâahu aleyhi ve alih de doğru konuşandır. İçeriye girdiğinizde hakkınızda ulaşan haberlerden dolayı size çok sinirlenmiştim. Fakat konuştuğunuzda ve el verdiğinizde artık her şey kalbimden silindi ve size karşı olan öfkemin yerini hoşnutluk aldı."
        Harun bir müddet sustuktan sonra şöyle dedi: "Abbas ve Ali hakkında soru sormak istiyorum.
        Abbas, Resulullah'ın amcası ve babasının öz kardeşi olmasına rağmen neden Ali, Peygamber'in mirasına ondan daha evla oldu?"
        İmam aleyhi's-selam, Harun'a:
        "Beni cevap vermekten muaf kıl" buyurdu.
        Harun: "Vallahi muaf kılmam, cevap ver." dedi.
        İmam aleyhi's-selam: "Eğer beni muaf kılmıyorsan, öyleyse bana güvence ver." buyurdular.
        Harun: "Güvence verdim." dedi.
        İmam aleyhi's-selam buyurdu ki:
        Peygamber salla'llâahu aleyhi ve alih, hicret etmeye gücü olup da hicret etmeyen kimseyi, mirastan mahrum kılmıştır. Senin baban Abbas iman etti, fakat hicret etmedi. Ama Ali aleyhi's-selam hem iman etti ve hem de hicret etti... Allah-u Teala (Kur'an'da) buyurmuştur ki: "İman edip de hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlarla hiçbir velayet (ve miras) ilişkiniz yoktur."[2]
        Harun'un rengi değişip şöyle dedi:
        "Neden siz, babanız Ali'ye intisab edilmiyor da (anne tarafından) ceddiniz olan Resulullah salla'llâahu aleyhi ve alih'e intisab ediliyorsunuz (kendinizi peygamberin evladı biliyorsunuz)?"
        İmam Musa Kazım aleyhi's-selam şöyle buyurdu:
        Allah-u Teala, Meryem oğlu İsa Mesih'i, Hz. İbrahim peygambere, insan eli dokunmayan bakire annesi Meryem vasıtasıyla isnat etmiştir. Allah Kur'an'da buyuruyor ki:
        Onun (İbrahim'in) soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola hidayet ettik ve biz, iyilik edenlere böylece mukafatlandırırız. Ve Zekeriyya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayet ettik). Onların hepsi salihlerdendir."[3]
        Allah-u Teala Hz. İsa'yı, yalnız annesi vasıtası ile Halili İbrahim'e isnat etmiştir. Nitekim Davud, Süleyman, Eyyub, Musa ve Harun aleyhi's-selam da baba ve anneleri yoluyla Hz. İbrahim'e isnat edilmiştir. Allah-u Teala'nın Hz. İsa'yı, yalnız anne vesilesi ile Hz. İbrahim'e isnat etmesi, Hz. İsa için yüce bir makam ve fazilettir. Allah-u Teala, Hz. Meryem kıssasında da şöyle buyurmuştur: "Melekler, ya Meryem, Allah gerçekten de seni seçti, arıttı ve alemlerdeki kadınlara üstün kıldı."[4]
        (Bu üstünlük) başka insan aracılığı olmaksızın Hz. İsa vesile-siyle olmuştur. Böylece Rabbimiz Hz. Fatıma'yı da seçti, onu tertemiz kıldı ve cennet ehlinin gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin vesilesi ile de onu alemlerdeki bütün kadınlardan üstün kıldı.
        Harun bu sözlerden rahatsız olup şöyle dedi: "İnsanın humusu sahibine vermemesi sebebiyle annesi veya babası tarafından ona (nütfesine) bir bozukluğun dahil olduğunu nerden çıkarıyorsunuz.?"
        İmam aleyhi's-selam:
        "Bu öyle bir meseledir ki senden başka hiçbir sultan bundan sual etmemiştir. Ey Emir-el Mü'minin, ne Teym, ne Adiy (Ebu Bekir ve Ömer) ve ne de Beni Ümeyye halifelerinden hiçbir kimse, bu meseleden suâl etmemiştir; bu sırrın açılmasını benden isteme."
        Harun: "Eğer sırrın senin tarafından açıldığını öğrensem, verdiğim güvenceyi geri alırım." dedi.
        İmam aleyhi's-selam da:
        "Bunu kabul ediyorum." buyurdu.
        Harun:
        "Zındıklar (Allah ve ahirete inanmayanlar) İslam'da çoğalmıştır, bize ulaşan haberlere göre onlar sizlere mensuptur; siz Ehl-i Beyt'in nazarına göre "Zındık kimdir?" dedi.
        İmam aleyhi's-selam:
        "Zındık Allah'ı ve Resulünü inkar eden yani Allah'a ve Re-sul'üne düşmanlık eden kimselerdir. Allah-u Teala buyuruyor ki:
        "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir topluluğu Allah ve peygamberine karşı düşmanlık ve muhalefet eden birisini sever bulamazsın ve isterse onlar, babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut da aşiretlerinden olsun..."[5]
        Mülhid de, tevhidden ilhada (dinsizliğe) yönelen kimselerdir."
        Harun: "Söyle bakalım, ilk mülhid ve zındık olan kimdir?" dedi.
        İmam aleyhi's-selam:
        "Gökte, ilk mülhid ve zındık olan, şeytan-ı laindir; Allah'ın seçkin kulu olan Hz. Adem'e karşı kibirlenip şöyle dedi: "Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten halkettin, onu ise balçıktan yarattın."[6] Şeytan, Rabbinin emrinden çıkıp mülhid oldu. Ve onun soyu bu ilhadı, kıyamete kadar birbirlerinden miras aldılar."
        Harun: "Şeytan'ın soyu da var mıdır?" deyince, İmam aleyhi's-selam: "Evet vardır." buyurdu. "Allah'ın (şu) kelamını duymamış mısın?
        An o zamanı ki biz meleklere, Adem'e secde edin dedik iblisten başka hepsi secde etti; o, cin taifesindendi ve Rabbinin emrinden çıktı. Beni bırakıp da onu ve soyunu, dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar, size düşmandır; Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinmek, zalimler için ne de kötü bir muameledir. Ne göklerle yerin yaratılışına tanık ettik onları ve ne de kendilerinin yaratılışına; insanları doğru yoldan saptıranları da yardımcı edinmem."[7]
        Onlar, Hz. Adem'in soyunu, yaldızlı saçma sözleri ve yalanları ile saptırıyorlar, (bununla birlikte) Allah'ın birliğine de şehadet ediyorlar. Nitekim Allah-u Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
        "Eğer onlardan, "gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan elbette "Allah" diyecekler. De ki, bütün hamdlar Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler."[8]
        Yani onların cevabı, telkin, âdet ve dilde söylemekten başka bir şey değildir. İlmi olmayan bir kimse, şehadet etse de yine şek, hased ve inat içerisindedir. Bunun için araplar şöyle diyor: "Bir şeye cahil olan, ona karşı düşman olur. Bir şeyi aczinden terkeden de onu ayıplar ve onu inkâr eder." Bu onun cahilliğinden kaynaklanır.
        (İmam aleyhi's-selam'ın, Kadı Eb-u Yusuf ile de uzun bir konuşması vardır, fakat kitabın mevzusuna uygun olmadığı için onu nakletmedik.)
        Daha sonra Harun şöyle dedi:
        "Babalarının hakkı hürmetine, işlerimizin akışı hakkında kapsamlı ve kısa (yani her konuda sorunlarımıza çözüm yolu olabilecek bazı) sözler buyurunuz."
        İmam aleyhi's-selam: "Evet olur." dedi. Kağıt kalem getirdiler ve İmam şöyle yazdı:
        "Bismillahirrahmanirrahim.
        Dinlerin bütün meseleleri dört kısımdır:
        1- İhtilafı olmayan ve ümmetin de zaruretine icma ettiği ve kendisine ihtiyaç duyduğu (kesin ve açık) meseleler.
        2- İttifak edilmiş hadisler ki, her şüphenin sunulması gereken mercidir ve her hadisenin hükmü ondan çıkarılır ve bu ise bütün ümmetin ittifak ettiği hususlardandır.
        3- Şek ve inkâr edilmesi mümkün olan meseleler ki bunların yolu, ehlinden izah istemektir. Bu çeşit meselelerde görüşünü izhar etmek isteyen, te'vil ve tefsirine ittifak edilmiş Allah'ın kitabından veya hiçbir ihtilafı olmayan sünnetten delil getirmelidir.
        4- Akılların, doğruluğunu te'yid ettiği, ümmetin has ve ammesinin de onda hiçbir şekke ve inkâra gitmeyeceği bir kaide.
        Bu iki mesele (icmai ve kesin olan meseleler ile şüpheli olan meseleler), tevhid ve tevhitten aşağıdaki meselelerin, sıyrık diyeti ve ondan üstteki meselelerin tümünü içermektedir. Öyleyse karşılaştığın her dini meseleyi, delili senin için sabit olursa kabul et; doğruluğu gizli kalan meseleleri ise reddet. Kim bu üç meseleden (icma edilen mesele, ittifak edilen sünnet ve aklın, doğruluğunu te'yid ettiği kaideden) birini sözünün isbatı için ikame ederse en üstün ve açık bir delil ikame etmiştir. Allah, Teala Peygamber'ine şöyle buyurmuştur: "De ki en üstün ve apaçık delil, Allah'ındır. Eğer o dileseydi elbette hepinizi doğru yola sevk ederdi."[9]
        Apaçık bir delil cahile sunulsa alimin, ilmi ile onu anladığı gibi cahil de cehaleti ile onu anlar. (Fıtrata uygun kesin delillerin doğruluğunu herkes bilir ve tasdik eder.) Çünkü Allah adildir; zulüm yapmaz; kullarına bildikleri şeyle kanıt getirir ve onları anladıkları şeye davet eder; bilmedikleri ve anlamadıkları şeye değil."
        Bu görüşmeden sonra Harun, İmam'ı mükâfatlandırıp geri gönderdi.
        (Bu konuyla ilgili hadis çok uzundur. Fakat biz bu miktarıyla yetindik).

        _________________
        [1]- Bu tabir, büyük bir ihtimalle ravilerdendir.
        [2]- Enfal/72..
        [3]- En'am/84-85.
        [4]- Âl-i İmran/42.
        [5]- Mücadele/22.
        [6]- A'râf/12.
        [7]- Kehf/50,51.
        [8]- Lokman/25.
        [9]- Enam/149.
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #19
          Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

          KISA SÖZLERİ

          1- Allah'ı tanıyan kimsenin, Allah'ı rızık vermeyi geciktiren bilmemesi, kaza ve kaderinde de O'nu suçlamaması gerekir.
          2- "Yakin nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdular:
          "Allah'a tevekkül etmek, O'na teslim olmak, kaza ve kadere rıza göstermek ve işleri Allah'a bırakmaktır."
          3- Abdullah ibn-i Yahya şöyle diyor:
          Bir mektupta İmam'a: "Allah'ın ilminin nihayeti miktarınca O'na hamd olsun." diye yazdım. İmam aleyhi's-selam da cevapta bana şöyle yazdılar: "İlminin nihayeti miktarınca deme! Çünkü Allah'ın ilminin (haddi ve) nihayeti yoktur. Fakat rızasının nihayeti miktarınca de!"
          4- Bir adam: "Cömert kimdir?" diye sorduğunda, şöyle buyurdular:
          "Sorunun iki şıkkı vardır. Eğer sorun mahluk hakkında ise cömert, Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyi ödeyen kimsedir. Cimri de Allah'ın farz kıldığı şeyi cimrilik yaparak ödemeyen kimsedir.
          Eğer bu sorudan Allah'ı kasdediyorsan Allah bağışta bulunsa da, bulunmasa da, verse de vermese de cömerttir. Çünkü bağışta bulunursa, hakketmediğin bir şeyi bağışlamıştır; bağışta bulunmasa da yine hakketmediğin bir şeyi esirgemiştir."
          5-Dostlarından birine şöyle buyurdular:
          Ey adam, Allah'tan kork. Helak olmana sebep olsa bile hakkı söyle. Çünkü (gerçekte) kurtuluşun ondadır. Ey adam, Allah'tan kork; kurtulmana sebep olsa bile batılı terket. Çünkü (gerçekte) helakın ondadır!
          6- İmam aleyhi's-selam'ın vekili kendisine: "Vallahi ben size hıyanet etmedim." dediğinde şöyle buyurdular: "Hıyanet etmen de, malı korumaman da benim için aynıdır (Çünkü her halukârda mal senin elinde zayi olmuştur.) Ama hıyanet senin için çok kötüdür."
          7- Sakın Allah'a itaat yolunda malını esirgeme. Çünkü onun iki katını Allah'ın masiyetinde (günah yolunda) harcarsın.
          8- Mü'min, (iman ve bela açısından) terazinin iki kefesi gibidir; imanı arttıkça belası da çoğalır.
          9- Bir kabrin kenarında durup şöyle buyurdular:
          Sonu böyle olan bir şeyin (dünya hayatının) evvelinden ona gönül bağlamamak gerekir. Evveli de böyle olan şeyin (ahiretin) sonundan korkmak gerekir.
          10- Kim Allah'ın künhü hakkında konuşursa helak olur. Kim riyaset talep ederse helak olur. Kim de bencilliğe kapılırsa helak olur.
          11- Dünya ve din için çalışmak zorlaşmıştır; dünyaya gelince elini ona uzatmadan, senden önce bir facirin ona sahiplendiğini görürsün. Ahiret azığına gelince de onu elde etmek için sana yardım edecek bir yardımcı bulamazsın.
          12- Dört şey vesveseden (nefs ve şeytanın meydana getirdiği ruhî ıztıraptan) kaynaklanır: "Toprak yemek, balçığı ufalamak (onunla oynamak) dişlerle tırnağı kesmek ve sakalı ağıza almak."
          Üç şey gözü aydınlatır: Yeşilliğe bakmak, akar suya bakmak ve güzel yüze bakmak.
          13- Güzel komşuluk, komşuya eziyet etmemek değildir; güzel komşuluk, eziyete tahammül etmektir.
          14- Kendinle kardeşin arasındaki saygınlığı yok etme; ondan birazını baki bırak. Çünkü saygınlığın yok olması, hayânın yok olmasıdır.
          15- Çocuklarından birisine şöyle buyurdular: "Aziz evlâdım, Allah-u Teala'nın seni nehyettiği masiyette görmesinden ve seni emrettiği itaatte görmemesinden sakın. (Allah'a kulluk etmede) Gayretli ve ciddi ol. Yine de Allah'ın ibadet ve itaatında kendini kusursuz görme. Çünkü Allah'a gerektiği şekilde ibadet etmek mümkün değildir. Şaka yapmaktan sakın. Çünkü şaka, imanın nurunu giderdiği gibi yiğitliğini de hafifletir. Usanmak ve tembellikten sakın. Çünkü bunlar dünya ve ahiret nasibinden seni alıkoyar.
          16- Zulümün hakka galip olduğu zamanda hiç kimsenin başka birisine, -onda iyilik görmedikçe- iyi zanda bulunması doğru değildir.
          17- Eşin ve küçük çocuk hariç diğer hiçbir kimsenin ağzından öpmek câiz değildir.
          18- Zamanınızı dörde ayırmaya çalışın: Bir bölümünü Allah'la münacat etmeye, bir bölümünü geçiminizi sağlamaya, bir bölümünü ayıplarınızı size bildiren kardeşlerinizi ve gönüllerinde size karşı samimiyetleri olan güvenilir insanları ziyaret etmeye ve bir bölümünü de haramlar dışındaki zevklere ki, bu (sonuncu) bölümle, diğer üç bölümü yapmaya kadir olursunuz.
          Kendinize fakirliği ve uzun ömrü telkin etmeyin. Çünkü kendisine fakirliği telkin eden cimri olur, uzun ömür telkin eden de ihtiraslı olur.
          Yiğitliği lekelemeyecek ve israf da olmayacak miktarda helal şeylerden yararlanmakla dünyadan kendiniz için bir pay ayırın; bunu da dini işleriniz için yardımcı kılın. Çünkü şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Kim dünyasını, dini için veya dinini dünyası için terkederse bizden değildir."
          19- Allah'ın dininde fakih olun. (Dini iyice anlamaya çalışın.) Çünkü dinde fakih olmak basiretin anahtarıdır, ibadetin kemalidir, din ve dünyanın yüce makam ve derecelerine ulaşmak için de bir vesiledir. Fakihin, abide olan üstünlüğü, güneşin yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kim din hususunda fakih olmazsa Allah onun, hiçbir amelini, beğenmez.
          20- Ali ibn-i Yaktin'e şöyle buyurdular:
          Sultanın emrinde çalışmanın sadakası, mü'min kardeşlere yardımda bulunmaktır.
          21- İnsanlar, önceden yapmadıkları yeni günahlar icat ettikçe Allah da onlara tanımadıkları yeni belaları musallat eder.
          22- Yönetici adil olduğunda, onun (Allah katında) mükâfatı olur; senin de şükretmen gerekir. Yönetici zalim olduğunda da onun günahı olur; senin de sabretmen gerekir.
          23- Eb-u Hanife şöyle diyor: "Hz. Cafer Sadık'ın zamanında hacca gittim. Medine'ye varınca İmam Sadık'ın evine gittim. Salonda oturup içeriye giriş iznini bekliyordum.
          Bu esnada yeni yürümeye başlıyan bir çocuk dışarı çıktı. Ona: "Ey çocuk, sizin şehrinizde yabancı birisi nerde dışarı çıkabilir?'' dedim.
          Çocuk bana: "Müsaadenizle" dedi. Daha sonra duvara yaslanarak oturdu ve şöyle dedi:
          "Nehir kıyılarından, ağaçların meyvasının döküldüğü yerden, camilerin avlusundan ve caddenin ortasından sakın; bir duvarın arkasına saklan, elbiseni yukarı topla, yüzün ve arkan kıbleye doğru olmasın da artık istediğin yere otur."
          Çocuğun sözleri beni şaşırttı. "(Bunun üzerine) ismin nedir?" diye sordum.
          "Ben, Musa ibn-i Cafer, ibn-i Muhammed, ibn-i Ali, ibn-i Hüseyn, ibn-i Ali, ibn-i Ebi Talib'im" dedi.
          Ona: "Ey çocuk, günah kimdendir?" dediğimde de şöyle dedi:
          "Günah üç durumdan hariç değildir. Ya Allah'tandır, oysa ki O'ndan değildir. Çünkü yaratıcının, kula yapmadığı bir işten dolayı azap etmesi O'na yakışmaz. Veya hem Allah'tandır, hem de kuldan; oysa ki böyle de değildir. Çünkü güçlü ortağın, güçsüz ortağa zulüm yapması yakışmaz. Ya da kuldandır; doğrusu da budur. Eğer Allah affederse, O'nun kerem ve bağışıyladır. Ama cezalandırırsa, kulun günah ve suçundan dolayıdır."
          Ebu Hanife diyor ki: "Artık Hz. Sadık ile görüşmeden geri döndüm ve bununla yetindim.
          24- Ebu Ahmed el-Horasani, İmam Kâzım aleyhi's-selam'a şöyle arzetti: "Küfür mü daha kadimdir, yoksa şirk mi?"
          İmam aleyhi's-selam buyurdular ki: "Senin bu sorularla ne işin vardır? Senin insanlarla tartışman kararlaştırılmamıştı."
          "Hişam ibn-i Hakem, bu soruyu sizden sormamı emretti." dedim.
          İmam aleyhi's-selam buyurdular ki:
          "Ona de ki: Küfr, şirkten daha kadimdir; ilk kâfir olan, İblis'tir. Nitekim Kur'an şöyle buyuruyor: "(Şeytan) secde etmekten çekindi, tekebbür etti ve kâfirlerden oldu." Küfür bir şeydir; ama şirk, birini (yani Allah'ı) isbat ederek diğerini O'na ortak koşmaktır."
          25- İmam aleyhi's-selam iki kişinin birbirlerine sövdüğünü görünce şöyle buyurdular: "Sövmeyi ilk başlatan daha zalimdir; kendi günahı ve arkadaşının günahı -mazlum olan kendi haddini aşmadıkça- onun üzerinedir."
          26- Kıyamet günü bir münadi şöyle nida eder: "Ey insanlar, mükâfatı Allah'a ait olan kimse ayağa kalksın". Başkalarını af ve kendisini ıslah eden kimseden başka hiç kimse ayağa kalkmaz; işte böyle bir kimsenin mükâfatı Allah'a aittir.
          27- Güzel ahlaklı cömert, Allah'ın sığınağındadır; Allah onu cennete dahil etmedikçe ondan vazgeçmez. Allah cömert olmayan hiçbir peygamber göndermemiştir. Babam vefat edinceye kadar daima cömert ve güzel ahlaklı olmayı bana tavsiye ediyordu.
          28- Sindi ibn-i Şahik[1] İmam aleyhi's-selam'ın vefat vakti ulaşınca: "Müsaade edin ben sizi (kendi malımdan) kefenliyeyim." dedi. İmam aleyhi's-selam buyurdular ki:
          Biz öyle bir Ehl-i Beyt'iz (öyle bir ailedeniz) ki yaptığımız ilk hac (masrafları), hanımlarımızın mihirleri ve kefenlerimiz en temiz mallarımızdan olmalıdır.
          29- İmam Musa Kâzım aleyhi's-selam Fazl ibn-i Yunus'a şöyle buyurdular: "Hayır ulaştır, hayır söz söyle ve taklitçi olma."
          "Taklitçi ne demektir?" dediğinde buyurdular ki:
          "Ben bu insanlarlayım ve onlardan biriyim, deme. (Yani müstakil düşünmeye çalış.) Resulullah şöyle buyurmuştur: Ey insanlar, iki yol vardır: Hayır yolu ve şer yolu; şer yolu, senin nazarında hayır yolundan daha sevimli olmamalıdır.
          30- Rivayet olunmuştur ki, İmam Kâzım aleyhi's-selam (bir gün), çirkin ve siyah bir köleyle karşılaştı, ona selam verip yanında oturdu ve bir müddet onunla konuşmaya daldı. Ayağa kalkıp ayrılmak istediğinde ondan, bir ihtiyacı olduğunda kendisine müracaat etmesini istedi.
          Bir adam İmam'a: "Ey Resulullah'ın oğlu, siz böyle bir adamın yanında oturup onun ihtiyacını mı soruyorsunuz? Oysa ki o size daha muhtaçtır (yani onun, sizin yanınıza gelmesi gerekir)." dedi.
          İmam şöyle buyurdu: "O adam da Allah'ın kullarından bir kuldur, Allah'ın kitabında bir kardeştir, Allah'ın mülkünde bir komşudur, biz onunla, babaların en iyisi olan Hz. Adem ve dinlerin de en üstünü olan İslam dininde ortağız. Zamanın, bir gün de bizi ona muhtaç etmesi ve ona tekebbür ettikten sonra karşısında boyun eğmeyi bize göstermesi mümkündür." Sonra şöyle buyurdu: "Biz, bizimle ilişki kurmaya layık olmayan bir kimseyle, arkadaşsız kalmayalım diye ilişki kurarız.''
          31- Üç şeyin dışında diğerine ağız açmak uygun değildir: "Ödenilmeyecek kan parası, ağır borç, zelil ve perişan olmaya sebep olan ihtiyaç."
          32- Güçsüze yardım etmen en iyi sadakadır.
          33- Akıllının cahile şaşırmasından daha çok cahil akıllıya şaşırır (ve onun davranışlarına hayret eder).
          34- Musibet, sabreden kimseye birdir, sabretmeyen kimseye ise ikidir.
          35- Zulmün zorluğunu, (ancak) zulme uğrayan kimse anlar.

          _____________
          [1]- Harun Reşid'in, Musa ibn-i Cafer aleyhi's-selam'ı hapiste göz altında tutması için görevlendirdiği şahıstır.
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #20
            Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

            İBRETLİ ÖYKÜLER

            1- Fıkhî Muammalar

            Yılların birinde Harun Raşit, Ka'be'nin ziyaretine gitti. Tavaf zamanı, halifenin yalnız tavaf etmesi için halkın aradan çıkmasını istediler.
            Harun tavaf etmek isterken, bir Arap da gelip onunla tavaf etmeğe başladı. (O adamın bu ameli halifenin onuruna dokundu, kızarak," bu adamı buradan uzaklaştırınız." diye emretti.) Memurlar Arap adama: "Halife tavafını bitirene kadar biraz sabret!" dediler.
            Arap adam onların cevabında şöyle dedi: "Allah-u Teala'nın, bu kutsal yerde herkesi eşit bildiğini ve Kur'an-ı Kerim'de: "Mescid'ul-Haram'ı (Ka'be'yi), yerli olsun, dışarıdan gelmiş olsun, onu eşit insanlar için kıldık"[1] diye buyurmuş olduğunu bilmiyor musunuz?
            Harun bu sözü Arap'tan duyunca kendi muhafızına: "Onunla bir işin olmasın, onu kendi haline bırak" diye emretti. Sonra "Hacer'ul-Esved"i istilam etmek (ona el sürmek) için ona doğru gitti. Arap adam orada da öncelikle davranıp ondan önce Hacer'ul-Esved'i istilam etti!
            Daha sonra Harun, namaz kılmak için Makam-ı İbrahim'e geldi. Yine de Arap adam Harun'dan önce oraya yetişti ve namaz kılmakla meşgul oldu.
            Harun namazını bitirir bitirmez, o adamı ihzar etmelerini emretti. Adam Harun'un bu emrini duyunca şöyle dedi: "Benim halifeyle bir işim yoktur, eğer halifenin benimle bir işi varsa, onun kendisi benim yanıma gelsin!"
            Harun istemediği halde o adamın karşısına gelip ona selam verdi; Arap adam da selamının cevabını verdi.
            Harun, "Burada oturmama izin veriyor musun?"dedi.
            Arap, "Burası benim mülküm değildir, biz burada eşitiz, istediğin takdirde oturabilirsin!"dedi.
            Harun, (Arap adamın bu şekil konuşmasından rahatsız olarak ona) Senden dini bir mesele sormak istiyorum, doğru cevap vermediğin takdirde sana eziyet edeceğim" dedi.
            Arap, "Senin sorun, (bilmediğin bir meseleyi) öğrenmek için mi, yoksa (bu yolla) bana eziyet etmek mi istiyorsun?"dedi.
            Harun, "Elbette öğrenmek içindir" dedi.
            Arap, "Çok iyi! Ama ayağa kalkman ve öğretmeninden bir soru sormak isteyen bir öğrenci gibi benim karşımda oturman gerekir" dedi.
            Harun mecburen kalkıp onun karşısında toprak üstünde oturdu.
            Harun, "Söyle bakalım, Allah Teala ne gibi şeyleri sana farz kılmıştır?"dedi.
            Arap, "Farzın hangi kısmından soruyorsun? Bir farzdan mı, beş farzdan mı, on yedi farzdan mı, otuz dört farzdan mı, doksan dörtten mi, yüz elli üçten mi, on ikinin birinden mi, kırkta birden mi, iki yüzde beşten mi, ömür boyuca bir defa olandan mı, veya birbirine karşılık olandan mı soruyorsun?" dedi.
            Harun, "Ben bir farzdan sordum, ama sen bana bunca sayılar saydın!"dedi.
            Arap, "Eğer din, dünyada sayı ve hesap üzere olmasaydı Allah-u Teala kıyamet günü insanlar için bir hesap açmazdı. Sonra şu ayeti okudu:
            "Bir hardal tanesi bile olsa onu (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz."[2]
            Bu esnada Arap adam halifeyi ismiyle çağırdı. Harun oldukça öfkelendi, öyle ki kıpkırmızı kesildi. (Çünkü halifenin görüşüne göre herkesin ona Emir'ul-Muminin demesi gerekirdi.) Öfke ve gazap alameti yüzünde belirdiği halde şöyle dedi:
            "Dediğin şeyleri açıkla! Açıklayabilirsen serbestsin, aksi takdirde Safa ile Merve arasında boynunun vurulmasını emredeceğim!"
            Koruyucu halifeye: "Allah aşkına onu bu kutsal mekânda öldürme" diye rica etti!
            Arap adam, koruyucunun bu sözünden dolayı güldü!
            Harun- "Niçin güldün?"diye sordu.
            Arap, "Sizin ikinizin halinden gülmem tuttu. Çünkü hanginizin daha cahil olduğunu bilmiyorum. Zira eceli yetişmiş olan bir kimsenin mi, yoksa eceli yetişmeyen bir kimseyi öldürmek için acele eden birinin mi affedilmesi isteniyor ?"dedi
            Harun, "Velhasıl dediğin şeyleri izah et!"dedi.
            Arap, "Allah Teala'nın, bana neyi farz kıldığı şeyden soru sordun, cevabı şudur ki; Allah Teala çok şeyleri bana farz kılmıştır.
            "Farz olan bir şeyden mi soru soruyorsun?" sözümden maksadım, İslam dinidir. (Zira her şeyden önce ona uymak kullara farzdır.)
            Beşten maksadım beş vakit namazlardı; on yediden maksat farz namazların on yedi rekat olmasıdır; otuz dörtten maksat, namazların secdeleridir; yüz elliden maksat namazın tesbihleridir; on ikiden birinden maksat, Ramazan ayıdır ki, on iki aydan sadece bir ayın oruç tutulması farz kılınmıştır; kırkta birinden maksat, kırk dinar altını olan bir kimsenin zekat olarak bir dinar vermesinin farz olmasıdır; iki yüzden beşinden maksat, iki yüz gümüş dirhemi olan bir kimsenin, zekat olarak beş dirhem vermesinin gerekliliğidir.
            "Ömür boyu sadece bir defa farz olandan mı soruyorsun?" sözümden maksadım, Allah'ın evinin (Ka'be'nin) ziyaretidir ki, ömür boyu sadece bir defa, istitaatı (gücü ve imkânı) olan kimseye farz olur. Biri birine karşılıktan maksadım, kim haksız yere bir kimseyi öldürürse, ona karşılık olarak sadece katilin öldürülmesidir. Allah-u Teala: "En nefs-u bi'n nefs" (Cana karşılık can... kısas edilmelidir) buyuruyor.
            Arap adamın sözü son bulunca Harun, bu meselelerin tefsir ve açıklanmasından ve Arab'ın sözünün güzelliğinden bir hayli hoşnut oldu, onun ilim açısından büyük bir şahsiyet olduğuna kanaat etti ve ona karşı olan öfkesi artık sevgiye dönüştü.
            Arap daha sonra Harun'a hitaben şöyle dedi:
            "Sen bir takım şeyler benden sordun, ben de cevap verdim. Şimdi ben de senden soru sormak istiyorum, sen de onlara cevap ver! Cevap vermiş olursan bu bir kese altın senin kendi malındır, istediğin takdirde onu bu kutsal mekânda sadaka verebilirsin; cevap veremezsen, o zaman sen, kendi kabilemin fakirleri arasında taksim etmem için bir kese altın bana vermelisin.
            Harun çaresizlikten bu öneriyi kabul etti. Arap adam Harun'a şöyle bir soru yöneltti:
            "Bir erkek sabahleyin kendisine haram olan bir kadına baktı, ama öğle olunca o kadın ona helal oldu, ikindi olunca tekrar kadın ona haram oldu; akşam olunca yine o kadın ona helal oldu, gece olunca tekrar o erkeğe haram oldu, ertesi gün sabah olunca o kadın ona yine helal oldu, öğle olunca tekrar ona haram oldu, ikindi olunca yine helal oldu, akşam olunca tekrar haram oldu, gece olunca yine helal oldu."
            Bu meseleleri nasıl çözmek gerekir? Biliyorsan ise çöz!"
            Harun, "Ey Arap beni bir denize attın! Lütfen kendin cevap ver" dedi.
            Arap, "Acayip bir halifesin! Bu çeşit meselelerin çözümünden aciz kalman ve bir de Müslümanların halifesi olduğunu iddia etmen hiç doğru değildir!"dedi.
            Harun, "İlim senin makamını yükseltmiş, kendin açıkla!
            Arap, "Sabahleyin erkeğin ona bakması haram olan kadın, parayla satın alınan bir cariye idi, öğle olunca o erkek onu sahibinden aldı ve böylece ona helal oldu; ikindi olunca onu azat etti, böylece ona haram oldu; akşam olunca onu nikâhladı, böylece ona helal oldu; gece olunca ona talak verdi, böylece ona haram oldu; ertesi günün sabahı rücu etti (döndü), böylece kadın ona helal oldu; öğle olunca zihar etti (sen bana annemin sırtı gibisin dedi), böylece ona helal oldu; ikindi olunca ziharın keffaretini verdi, böylece ona helal oldu; akşam olunca kadın mürted (kafir) olarak haram oldu, ama geceleyin tövbe etti ve böylece kocasına helal oldu."
            Harun, bu cevaba şaşırıp kaldı. On bin dirhemin ona verilmesini emretti. Ama Arap muhtaç olmadığını söyledi.
            Harun, "Ömür boyu rahat olman için sana aylık bağlamamı istiyor musun?"dedi.
            Arap, "Sana rızk veren beni unutmaz" dedi
            Harun, "Borcun varsa söyle ödeyelim" dedi.
            Arap, "Allah Teala'nın kendisi borçları ödüyor" dedi.
            Harun, "İsmin nedir?"diye sordu.
            Arap, " Musa bin Cafer!"dedi.
            Harun İmam (a.s)'ı ilk kez görüyordu, İmam (a.s) da, halkın kendisini tanımaması içinelbisesini değiştirdiğinden dolayı kimse onu tanıyamamıştı.[3]

            _________________
            [1]- Hacc / 25
            [2]- Enbiya / 47
            [3]- Bihar'ul-Envar, c. 48, s. 141
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #21
              Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

              2- Sıla-i Rahim Ve Uzun Ömrün Sırrı

              Şuayb- i Kavfi şöyle diyor:
              Ben ziyaret için Mekke'ye gelmiş olan Yakub'la birlikte İmam Kazım (a.s)'ın huzuruna vardık. İmam (a.s) Yakub'a bakarak şöyle buyurdu:
              "Ey Yakup! Sen dün bu bölgeye geldin, seninle kardeşin İshak arasında filan mahallede ihtilaf çıktı, birbirinize küfür bile ettiniz. Siz çirkin sözleri ağzınıza almamalısınız, din kardeşlerine sövmek ve kötü sözler sarf etmek; bizim, baba ve dedelerimizin dininden uzak şeylerdir. Biz, şialarımızdan hiçbir kimseye, böyle davranması için izin vermeyiz. Eşi ve benzeri olmayan Allah'tan sakın ve takvalı ol.
              Ey Yakup! Yakın bir zamanda ölüm, (sıla- i rahmi kestiğinizden dolayı) seninle kardeşin arasında ayrılık salacaktır. Kardeşin İshak bu yolculukta, ailesinin yanına varmadan önce ölecektir, sen de ona karşı davranışından dolayı pişman olacaksın. Siz birbirinizle ilişkiyi kestiniz, birbirinizle küsülüsünüz; işte bundan dolayı Allah Teala sizin ömrünüzü kısalttı."
              Yakup İmam Kazım (a.s)'dan o sözleri duyanca şöyle dedi:
              "Fedan olayım! Benim ecelim ne zaman yetişecektir:
              İmam (a.s) şöyle buyurdular:
              "Senin ecelin de yetişmişti ama filan yerde halana hizmet ettiğinden ve ona hediye vererek mutlu olmasına neden olduğun için bu sıla-i rahim sebebiyle Allah Teala yirmi yıl senin ömrünü artırdı."
              Şuayb şöyle ekliyor:
              Bir müddet sonra Yakub'u Mekke'de gördüm, halini sorduğumda şöyle dedi:
              "Kardeşim (İshak), İmam Kazım (a.s)'ın buyurduğu gibi ailesine ulaşmadan önce vefat etti ve orada da defnedildi."[1]
              _________________
              [1]
              - Bihar, c. 48, s. 36
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #22
                Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                3- İmam Kazım (a.s)'ın Harun'la Münazarası

                Bir gün Abbasi halifesi olan Harun Reşid, İmam Kazım (a.s)'a şöyle dedi:
                "Neden halkın size Peyamber'in (s.a.a) oğulları demesine müsaade ediyorsunuz? Oysa siz Ali'nin (a.s) oğullarısınız; anne bir kap gibidir; nesli baba üretiyor anne değil!"
                İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
                "Ey halife! Eğer Hz. Peygamber (s.a.a) hayatta olup da senin kızını isteseydi, kızını O Hazrete verir miydin?"
                Harun: "Subhanellah! Neden vermeyeyim? Elbette verirdim ve bu vesileyle Arap ve Acem'e (Arap olmayana) karşı iftihar ederdim."
                İmam (a.s): "Ama Hz. Peygamber (s.a.a) kesinlikle benim kızımı istemez, ben de kızımı O'na nikâhlamazdım."
                Harun: "Neden?"
                İmam (a.s): "Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) benim büyük babamdır."
                Harun: "Aferin! O halde nasıl, Hz. Peygamber'in oğlu olmamasına rağmen kendinizi O'nun oğlu biliyorsunuz; oysaki nesil oğuldandır kızdan değil? Siz kızın oğlusunuz, kızın oğlu da nesil sayılmıyor!"
                İmam (a.s): "Hz. Peygamber'in kabri ve o kabirde yatan kimsenin hakkı hürmetine, beni bu sorunun cevabından mazur gör."
                Harun: "Hayır, mazur görmem; Resulullah'ın (s.a.a) oğulları olmanıza dair sözünün kanıtı için delil getirmelisin; Kur'ân'dan delil getirmedikçe özrünüzü kabul etmem. Çünkü siz Kur'ân'ın bütün ilimlerini biliyorsunuz."
                İmam (a.s): "Sorunun cevabını vermeme hazır mısın?"
                Harun: "Evet, söyle."
                İmam (a.s) şu ayeti okudu:
                "Bismillahirrahmanirrahim: "Ve min zurriyetihi Davud'e ve Süleyman'e ve Eyyub'e ve Yusuf'e ve Musa ve Harun'e ve kezalike neczi'l- muhsinin ve Zekeriyya ve Yehya ve İsa." [1]
                Sonra şöyle bir soru sordu: "Hz. İsa'ın babası kimdir?"
                Harun: İsa'nın babası yoktur.
                İmam (a.s): "Bu okuduğum ayette Allah Teala Hz. İsa'yı, annesi Meryem tarafından aralarında büyük bir zaman olmasına rağmen Hz. İbrahim'in oğullarından saymaktadır. İşte böylece biz de annemiz tarafından Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'in oğlu oluyoruz." [2]

                _________________
                [1] - Onun (İbrahim'in) soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'e, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz. Zekeriyya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik) En'âm / 84
                [2] - Bihar, c. 48, s. 127; c. 96, s. 240
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #23
                  Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                  4- İmam Öldüren Şia

                  Bir gün Memun etrafında bulunanlara şöyle dedi: "Şia olmayı kimin bana öğrettiğini biliyor musunuz?"
                  Orada hazır bulunanlar: "Hayır, bilmiyoruz" dediler.
                  Memun: "Babam Harun Reşid öğretti" dedi.
                  Hüzzar: "Böyle bir şey nasıl mümkündür; oysa Harun'un kendisi sürekli bu aileyi öldürüyordu?"
                  Memun: "Onları mülkü ve saltanatının bekası için öldürüyordu. Çünkü mülk (saltanat) akimdir (akraba ve evlat tanımaz). Yılların birinde babam Harun ile Mekke'ye gittim. Mekke'ye ulaştığımızda teşrifatçılarına, Mekke ve Medine ehlinden Muhacir, Ensar, Beni Haşim ve diğer Kureyş kabilelerinden huzuruna gelenlerin şecerelerini (soylarını) bildirdikleri takdirde içeriye girmelerine izin verilmesini emretti.
                  İşte bundan dolayı onun yanına gelen herkes, ben falan oğlu falanım, diye soy şeceresini sayıyordu. Harun da iki yüz dinardan beş bin dinara kadar şerafeti ve babalarının hicretteki rolüne göre onlara bağışta bulunuyordu."
                  Memun sözlerinin devamında şöyle diyor:
                  Bir gün ben mecliste hazır iken Fazl bin Rabiy (Harun'un veziri) içeri girerek: "Ey müminlerin emiri! Kapıda birisi kendisinin Musa bin Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talip olduğunu iddia ederek içeri girmek istiyor" dedi
                  Harun bu sözü işitir işitmez bana, Emin'e, Mutemin'e ve yanında bulunan diğer komutanlara dönerek şöyle dedi: "Kendinizi kontrol edin, saygılı olun."
                  Sonra kapıdaki nöbetçiye: "Ona izin verin gelsin ve sakın benim halımın üzerinden başka bir yere bineğinden aşağı inmesin."
                  Biz ayakta beklediğimiz halde, bedeni zayıf yaşlı bir şeyh içeri girdi; ibadet onu zayıf bir hale getirmişti; secdeler onun yüz ve burnunda iz bırakmıştı. Gözü Harun'a ilişince merkebinden inmek istedi. Fakat Harun yüksek bir sesle: "Vallahi benim halımın üzerinde bineğinden inmelisin" dedi!
                  Memurlar O'nun binekten inmesine izin vermediler. Hepimiz saygıyla ona bakıyorduk. O merkebiyle sultanın özel yerine ulaştı. Teşrifatçı ve komutanlar onun etrafını sarmışlardı, o da merkepten halının üzerine indi. Babam yerinden kalkarak onu karşılayıp bağrına bastı ve yüzünü gözlerini öptü. Sonra elinden tutarak onu meclisin baş tarafına götürdü. Kendi yanında oturtarak konuşmaya başladılar. Harun tamamen ona dönük oturmuştu. Durumları hakkında ona sorular sordu. Sorularından bazıları şunlardı:
                  "Ya Ebe'l- Hasan (İmam'ın künyesi)! Sorumluluğun altındaki ailenin sayısı kaçtır?"
                  İmam Kazım: "Beş yüz kişiden fazladır."
                  Harun: "Hepsi çocukların mıdır?!"
                  İmam Kazım (a.s): "Hayır, onların çoğu, hizmetçi, akraba ve yakınlarımdır. Ama çocuğum otuzdan fazladır; erkekler şu kadar, kızlar da şu kadardır."
                  Harun: "Neden kızları amcaoğulları ve münasip kişilerle evlendirmiyorsun?"
                  İmam Kazım (a.s): "Mali durumum iyi değil.
                  Harun: "Tarlan nasıl?"
                  İmam Kazım (a.s): "Bazen mahsul veriyor, bazen vermiyor."
                  Harun: "Borçlu musun?"
                  İmam Kazım (a.s): "Evet!"
                  Harun: "Ne kadar?"
                  İmam Kazım (a.s): "On bin dinar civarında."
                  Harun: "Ey amcaoğlu! Ben o kadar sana mal vereceğim ki, oğul ve kızlarını evlendirecek, borcunu ödeyecek ve tarlanı verimli hale getireceksin."
                  İmam Kazım a.s): "Bu durumda akrabalık hakkına riayet etmiş olursun. Allah Teala, bu iyi niyetine karşılık sana mükâfat versin. Biz yakın bir akrabalık bağına sahibiz ve aynı soydanız. Senin ceddin Abbas Hz. Peygamber'in ve Hz. Ali'nin amcasıdır. Biz aynı kökten gelmekteyiz; böyle bir nimeti ve kudreti Allah senin ihtiyarına vermiş; böyle bir amelde bulunmak senden uzak değildir."
                  Harun: "İftihar ile bunu yapacağım."
                  İmam Kazım (a.s): "Allah Teala yöneticilere, fakirlerin yardımına koşmayı, borçluların borçlarını ödemeyi, çıplakları giydirmeyi, zindanda olanlara ve esirlere iyi davranmayı farz kılmıştır. Sen bu işi yapmaya en iyi ve uygun bir şahıssın."
                  Harun: "Öyle yapacağım ya Ebu'l- Hasan!"
                  Bu sırada Musa bin Cafer (İmam Kazım) ayağa kalktı. Harun da saygı için ayağa kalktı, O'nun yüzünü ve gözlerini öptü. Sonra bana, kardeşlerim Emin ve Mutemin'e dönerek şöyle dedi:
                  "Amcanız oğlu ve efendinizden önde giderek bineğinin üzengisini tutun, elbisesini düzeltin ve evine kadar O'nu uğurlayın."
                  Yol esnasında Musa bin Cafer (a.s) gizlice bana şöyle dedi:
                  "Hilafet, babandan sonra sana yetişecektir, hilafete ulaştığında çocuklarıma karşı iyi davran."
                  Biz O'nu evine ulaştırdıktan sonra geri döndük. Ben babama karşı kardeşlerimden daha cüretkâr idim. Meclis boşalınca babama şöyle dedim:
                  "Ey müminlerin emiri! Bu adam kimdi ki, O'na bu kadar saygı gösterdin, karşısında ayağa kalktın, onu karşıladın, meclisin başında. Onu oturttun, kendin ise ondan aşağıda oturdun, bize üzengisini tutmamızı emrettin?"
                  Cevaben: "O insanların (gerçek olan) İmam'ı, Allah'ın hücceti ve halifesidir" dedi.
                  Ben: "Meğer bunlar sizin özellikleriniz değil mi?" diye sordum.
                  Dedi ki: "Hayır, ben zahirde halkın imamıyım, zor ve galebe ile halka önderlik yapıyorum. Musa bin Cafer ise hak olan İmam'dır. Oğlum! Allah'a and olsun ki O, Resulullah'ın halifeliğine benden ve bütün insanlardan daha layıktır. Sen bile, benim oğlum olduğun halde hükümeti elde etmeye çalışır isen başını bedeninden ayırırım. Zira saltanat akimdir (oğul falan tanımaz)."
                  Bu olay böyle geçti. Harun Medine'den Mekke'ye hareket etmek istediğinde, içerisinde iki yüz dinar bulunan bir keseyi getirmelerini emretti. Sonra Fazl bin Rebiy'e şöyle dedi:
                  "Bu keseyi Musa bin Cafer'e götür ve O'na de ki: Müminlerin emiri dedi ki, şimdilik mali durumumuz iyi değil, ama yakın bir zamanda size daha fazla ihsan edeceğim."
                  Ben ona itiraz ederek şöyle dedim: "Ey müminlerin emiri! Nasıl oluyor da Muhacir, Ensar, Beni Haşim, Kureyş ve soyunu bilmediğin kişilere beş bin dinar veya ondan az veriyorsun, ama bu kadar saygı gösterdiğin Musa bin Cafer'e iki yüz dinar -ki en az bahşişindir- veriyorsun!"
                  Harun cevaben şöyle dedi: "Sus! Annesiz! Eğer ona söz verdiğimi vermiş olursam, o zaman ondan taraf güvende kalamam, yarın şia ve dostlarından yüz bin kişi karşımda durabilir. O'nun ve ailesinin yoksulluk ve fakirliği, hem benim, hem de sizin için zengin olmalarından daha iyidir."[1]

                  _________________
                  [1] - Bihar, c. 48, s. 130
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                    5- Aslanın Lokması Olan Büyücü

                    Harun Reşid bir büyücüden bir mecliste öyle bir iş yapmasını istedi ki, Musa bin Cafer (İmam Kazım -a.s-) ona karşı koymaktan aciz kalsın ve halk arasında mahcup olsun. Büyücü, sofra açıldığında öyle bir düzen kurdu ki, İmam Musa bin Cafer (a.s) elini uzatıp bir ekmek almak istediğinde ekmek Hazretin önünden fırlayıp uçuyordu.
                    Harun çirkin arzusuna ulaştığını görünce sevincinden kahkahayla gülüyordu. İmam (a.s) hemen başını kaldırıp perdenin üzerindeki aslana bakarak şöyle buyurdu:
                    "Ey aslan! Allah'ın bu düşmanını tut."
                    Perde üzerindeki aslan, hemen bir büyük aslan şekline girerek atlayıp büyücüğü parça-parça edip yuttu. Harun ve hizmetçileri böyle bir durumu görür görmez korkudan bayılıp düştüler. Ayıldıklarında Harun İmam (a.s)'a şöyle dedi:
                    Senin üzerindeki hakkım için bu aslandan o adamı geri çevirmesini iste. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:
                    "Eğer Hz. Musa'nın asası, büyücülerin oyunlarından yuttuğu şeyleri geri çevirirse, bu aslan resmi de o adamı geri çevirecektir." [1]

                    _________________
                    [1] - Bihar, c. 48, s. 41
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                      6- Bir Kadının Azameti

                      Nişabur halkından bir grup insan otuz bin dinar, elli bin dirhem ve bir miktar kumaş toplayarak İmam'a ulaştırması için Muhammed bin Ali en- Nişaburi'yi kendilerine emin bir fert olarak seçtiler.
                      Mümin bir kadın olan Nişabur'lu Şatita da salim bir dirhemle dört dirhem değerinde olan eliyle dokuduğu bir parça getirerek şöyle dedi: "İnnellahe la yestahyi min'el- hak"
                      (Gönderdiğim eşya gerçi azdır; ama az da olsa İmam'ın hakkını göndermekten utanmamak gerekir.)
                      Muhammed bin Ali şöyle diyor:
                      Onun dirheminin bir nişanesi olması için onu eğdim. Daha sonra takriben elli sayfalık bir mektup getirdiler, sayfanın baş kısmında bir soru yazılmıştı, soruların cevabı yazılması için de sayfanın alt kısmı beyaz kalmıştı. Yapraklar iki iki birbirinin üzerine bırakılıp üç iple bağlanmıştı, her ipin üzerine de kimsenin onu açmaması için bir mühür vurulmuştu.
                      Bu malları gönderenler şöyle dediler:
                      Bu cüzveyi geceleyin İmam (a.s)'a ver ve o gecenin sabahı onların cevabını al. Eğer zarfların salim olduğunu, mektupların mühürlerinin de kırılmadığını görmüş olursan, onlardan beş tanesinin mührünü kırarak zarfları aç o mektuplara bak. Eğer meselelerin cevabı, mühürler kırılmaksızın verilmiş olursa, İmam'dır, paraları O'na ver. Eğer böyle olmazsa, bizim paraları geri çevir.
                      Muhammed bin Ali, Nişabur'dan Medine'ye doğru hareket ediyor, Medine'de İmam Sadık (a.s)'ın oğlu Abdullah Eftah'ın evine gidiyor, onu denedikten sonra, onun İmam olmadığını anlayınca oradan dışarı çıkarak şöyle diyor:
                      "Allah'ım beni doğru yola ( gerçek olan İmam'a) hidayet et."
                      Muhammed bin Ali'nin kendisi şöyle diyor:
                      Hayranlık içerisinde durduğum bir halde, bir köle gelerek şöyle dedi: "Gel aradığın kimsenin yanına gidelim." O köle beni, Musa bin Cafer'in evine götürdü. Hazret beni görünce şöyle dedi:
                      "Neden ümitsiz oldun, neden başkalarına doğru gidiyorsun? Benim yanıma gel; Allah'ın hücceti ve velisi benim. Ebu Hamza, ceddim Resulullah'ın camisinin kapısı önünde beni sana tanıtmadı mı? Ben dün sormuş olduğunuz bütün meselelerin cevabını verdim. O soruları ve Şatita'ın vermiş olduğu dirhemle -ki Vazuri'ye ait olan ve içerisinde dört yüz dirhem bulunan kesenin içerisindedir- getir; üstelik Şatita'ın, Belhi kardeşlerin paketi içerisinde olan dokuduğu parçayı da ver."
                      İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın bu sözleri aklımı başımdan aldı. İstediği her şeyi getirerek O Hazretin önüne bıraktım. İmam (a.s) Şatita'nın dirhem ve parçasını götürerek şöyle buyurdu: "İnnellahe la yestahyi min'el- hak. (Allah, haktan hâya etmez) Benim selamımı Şatita'ya ilet."
                      İmam (a.s) bir kese para götürerek bana verip şöyle buyurdu: "İçerisinde kırk dirhem olan bu para kesesini ona ver."
                      Daha sonra şöyle buyurdular:
                      "Kendi kefenimden olan bir parçayı, hediye olarak ona gönderiyorum; bu, Fatımat'üz- Zehra (a.s)'ın köyü olan "Sayda" köyünün pamuğundandır; İmam Sadık (a.s)'ın kızı olan bacım Halime onu dokumuştur. Ona de ki: Siz Nişabur'a vardıktan sonra on dokuz gün yaşayacaktır. Bu paralardan on altı dirhemi harcasın, geri kalan yirmi dört dirhemi de gerekli olan masrafları için bir kenara bıraksın. Namazını ben kendim kılacağım."
                      İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
                      "Ey Ebu Cafer (Muhammed'in künyesi)! Beni gördüğünde sakla ve kimseye söyleme! Çünkü bu, senin hayrınadır; getirmiş olduğun geri kalan para ve malları da sahiplerine geri çeviri..." [1]

                      _________________
                      [1] - Bihar, c. 48, s. 73
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                        7- Kimseyi Küçük Saymayalım

                        Ali bin Yaktin, İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın ashabından ve Harun Reşid'in güçlü vezirlerindendi. Bir gün İbrahim Cemmal, görüşmek için onun huzuruna çıkmak istedi, fakat Ali bin Yaktin izin vermedi. Ali bin Yaktin o yıl, Allah'ın evini ziyaret etmek için Mekke'ye doğru hareket etti. Medine'de İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın huzuruna çıkmak istedi. Ama İmam (a.s) ilk günü görüşmek için ona izin vermedi. İkinci günü İmam (a.s)'ın huzuruna müşerref olarak şöyle dedi: "Efendim! Benim suçum nedir ki görüşmemiz için izin vermiyorsun?"
                        İmam (a.s) şöyle buyurdular:
                        "Sana görüşmemiz için izin vermememin sebebi, sen kardeşin İbrahim Cemmal'a, o deveci, sen ise vezir olduğundan dolayı görüşme izni vermedin. Sen İbrahim'i kendinden razı etmedikçe, Allah Teala senin haccını kabul etmez."
                        Ali bin Yaktin İmam (a.s)'ın bu sözüne karşılık şöyle dedi:
                        "Efendim! İbrahim'le nasıl görüşeyim, oysaki o Kufe'dedir, ben ise Medine'de?"
                        İmam (a.s) şöyle buyurdular:
                        "Gece olduğunda kölelerin ve çevrendekilerden hiçbir kimse farkına varmadan tek başına Baki' kabristanlığına git. Orada yularlı ve binmeğe hazır bir deve göreceksin; ona bin, o seni Kufe'ye ulaştırır."
                        Ali bin Yaktin, İmam (a.s)'ın bu sözü üzerine Baki' kabristanlığına giderek o deveye bindi. Çok geçmeksizin Kufe'de İbrahim'in evinin önünde deveden aşağı indi. Evin kapısını çalarak: "Ben Ali bin Yaktin'im" dedi.
                        İbrahim evin içerisinden: "Harun'un veziri Ali bin Yaktin mi? Onun burada ne işi vardır?" diye sordu.
                        Ali bin Yaktin: "Önemli bir müşkülüm (sorunum) vardır" dedi.
                        İbrahim kapıyı açmak istemiyordu, ama ona Allah için deyince kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz içeri girdi ve yalvararak şöyle dedi:
                        "İbrahim! Mevlam İmam Musa bin Cafer (a.s), sen beni affetmedikçe beni huzuruna kabul etmiyor."
                        İbrahim onu böyle perişan görünce: "Allah seni affetsin" dedi.
                        Vezir (Ali bin İbrahim) buna razı olmadı; bundan dolayı yüzünü yere koyarak İbrahim'e: "Allah aşkına ayağını yüzüme koy" dedi. Ama İbrahim böyle bir işi yapmaya hazır olmadı. İkinci kez yine ona: "Allah aşkına bunu yap" dedi. Bu defa o kabul ederek ayağını onun yüzüne koydu. İbrahim ayağını Ali bin Yaktin'in yüzüne koyduğunda o şöyle diyordu: "Allah'ım! Şahit ol."
                        Ali bin Yaktin daha sonra evden dışarı çıkıp deveye bindi. Aynı gece deveyi, Medine'de İmam (a.s)'ın evinin kapısında yatırarak içeri girmek için o Hazretten izin istedi. İmam (a.s) bu defa izin vererek onu huzuruna kabul etti.[1]

                        _________________
                        [1] - Bihar, c. 48, s. 85
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                          8- İmam Kazım (a.s) Harun'un Sarayında

                          Bir gün İmam Musa bin Cafer (a.s)'ı Bağdat'ta Harun'un görkemli saraylarından birine götürdüler. Kudret ve saltanat sarhoşu olan Harun, sarayı işaret ederek: "Bu saray kimindir?" diye sordu.
                          İmam Kazım (a.s) hiçbir şeye itina etmeksizin şöyle buyurdular: "Bu ev fasıkların evidir." Sonra şu ayeti okudular:
                          "Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu da görseler, onu yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu gördüklerinde ise, onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır."[1]
                          Harun İmam (a.s)'ın cevabından rahatsız olarak: "Öyleyse gerçekte bu ev kimin evidir?" dedi.
                          İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
                          "Bu ev gerçekte Şiilerimizindir ama şimdi diğerleri onu zorla almışlardır ve bu onlar için bir imtihan vesilesidir."
                          Harun: "Eğer bu saray Şiilerin ise, o zaman neden onun sahibi onu (bizden) almıyor?" dedi.
                          İmam (a.s) cevaben: "Bu ev, bayındır bir halde asıl sahibinden alınmıştır, onun imar zamanı gelmedikçe onu geri almayacaktır" buyurdular.[2]

                          _________________
                          [1] - A'raf / 146
                          [2] - Bihar, c. 48, s. 138
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                            9- Zulüm Tezgâhında Hizmet Etmek

                            Ali bin Yaktin, Harun Raşid'in güçlü veziri olmasıyla birlikte İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın da Şialarındandı. İmam Musa Kazım (a.s), zalimlerle çalışmayı caiz bilmemesine rağmen, bazı güvenilir kimselerin zalimler tezgâhında bulunmasını gerekli görüyordu. O kimselerden biri Ali bin Yaktin idi. O, defalarca İmam Kazım (a.s)'dan vezirlik makamından ayrılması için izin istedi. Ama İmam (a.s) izin vermeyerek şöyle buyurdular:
                            "Bu işi yapma; çünkü biz size ilgi duymaktayız. Senin hilafet sarayında bulunman, din kardeşlerinin (şiaların) izzet mayasıdır. Umulur ki, Allah Teala senin vasıtanla rahatsızlıkları giderir ve muhaliflerin ateşini kendi dostlarından uzaklaştırır.
                            Ey Ali bin Yaktin! Zalim sarayında hizmet etmenin kefareti, din kardeşlerine iyilik etmektir."
                            Daha sonra şöyle buyurdular:
                            "Sen bir şeyi benim için tazmin et, ben buna karşılık on şeyi sana tazmin edeyim. Senin tazmin etmen gereken şey, dostlarımızdan biri sana müracaat ettiğinde ihtiyacını gidermen ve ona ihtiramda bulunmandır. Benim tazmin etmem gereken şey ise şunlardır:
                            1- Kesinlikle hapse düşmeyeceksin.
                            2- Asla kılıçla öldürülmeyeceksin.
                            3- Hiçbir zaman evine fakirlik girmeyecektir.
                            Ey Ali! Kim bir mümini sevindirirse, ilk önce Allah'ı, sonra Peygamber (s.a.a)'i ve daha sonra da bizi hoşnut etmiştir." [1]

                            _________________
                            [1] -Bihar, c. 48, s. 136; az bir farklılıkla c. 75, s. 379'da da nakledilmiştir.
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                              10- Ebu Hanife İmam Kazım (a.s)'ın Huzurunda

                              Ebu Hanife şöyle diyor:
                              Ben birkaç mesele sormak için İmam Sadık (a.s)'ın evine gittim. "İmam Sadık (a.s) uyumuştur" dediler. Ben de uyanmasını bekledim. Bu esnada beş veya altı yaşlarında güzel simalı bir çocuğu gördüm. Bu çocuğun kim olduğunu sordum. "İmam Cafer Sadık (a.s)'ın oğlu Musa'dır" dediler. Ona selam verip: "Ey Resulullah'ın oğlu! Kulların fiilleri hakkında görüşünüz nedir ve bu fiiller kimdendir?" diye sordum.
                              Derken çocuk oturdu ve sağ elini sol elinin üzerine koyarak şöyle dedi:
                              "Ey Nu'man (Ebu Hanife)! Sen soru sordun, şimdi cevabını dinle! İyice dinleyip kavradıktan sonra da amel et! Kulların fiilleri (günahları) üç haletten hariç değildir:
                              1- Ya sadece Allah'tandır.
                              2- Ya Allah ve kul onun yapılmasında ortaktır.
                              3- Veya sadece kuldandır.
                              Eğer fiiller sadece Allah'tan olursa, o zaman kulun yapmadığı bir işten dolayı Allah onu nasıl cezalandırabilir? Oysa O, Adil, Rahim ve Hekim'dir. Eğer fiiller Allah ile kulun ortaklaşa yapmasından meydana gelirse, o zaman güçlü ortak, kendisinin ortak olmasına ve ona yardımda bulunmasına rağmen güçsüz ortağını nasıl cezalandırabilir?"
                              Sonra buyurdu ki: "Ey Nu'man! Üç haletten (durumdan) ikisi muhaldir."
                              Ebu Hanife: "Evet, doğrudur" dedim.
                              Musa bin Cafer şöyle devam etti:
                              "Binaenaleyh, sadece bir halet (durum) kalıyor; o da şudur ki: Fiiller sadece kuldandır ve o tek başına kendi amellerinin sorumlusudur."[1]
                              Daha sonra İmam Musa Kazım (a.s) Ebu Hanife'ye verdiği cevabı şiir şeklinde beyan ediyor.

                              _________________
                              [1] - Bihar, c. 48, s. 175
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: İmam Musa Kazım’ın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                                11- Kolay Ölüm

                                İmam Musa bin Cafer (a.s)'ın evlatlarından biri genç yaşta dünyadan göçüyordu. İmam Kazım (a.s) oğlu Kasım'a: "Kalk kardeşinin başı ucunda Sâffat suresini sonuna kadar oku" buyurdular. Kasım da Sâffat suresini okumaya başladı. "Ehum eşeddu halken em men halakna"[1] ayetine ulaştığında genç dünyadan göçtü. Kefenleme işlerinden sonra onu kabristana götürdüklerinde Yakup bin Cafer İmam Kazım (a.s)'a şöyle dedi:
                                "Bir kimse ihzar (cam çekişme) halinde olduğunda, onun baş ucunda Yasin suresini okuyorlar. Ama siz bize Sâffat suresinin okunmasını emrettiniz."
                                İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: "Oğlum! Can çekişme halinde olan birinin baş ucunda bu sure okunursa, Allah-u Teala onu çabuk rahatlatır (canını alır)."[2]
                                _________________

                                [1] - "Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı?" (Sâffat / 11)
                                [2] - Bihar, c. 48, s. 289
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X