Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

    35- Hz. Mehdi'ye Dua Etmeyi Emretmesi

    Yunus b. Abdurrahman diyor ki:
    "Ali b. Musa er-Rıza (a.s) bize sürekli olarak Allah'ın hücceti olan Sahib'uz- Zaman'a (Hz. Mehdi'ye) dua etmemizi emrediyordu."[1]

    36- Evden Çıktığında Okuduğu Dua

    İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
    "İmam Bakır (a.s) evinden çıktığında şöyle diyordu: "Allah'ın adıyla çıktım; Allah'ın adıyla giriyorum, Allah'a tevekkül ettim; güç ve kudret ancak ulu ve yüce olan Allah'tandır."
    Muhammed b. Sinan diyor ki:
    "İmam Rıza (a.s) da evinden çıktığında aynı duayı okuyordu."[2]
    _____________
    [1] - Bihar, c. 95, s. 33, h. 4; s. 332, h. 5.
    [2] - Mehasin-i Berkî, c. 2, s. 90, h. 1238.
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #32
      Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

      37- Kunutta Okuduğu Dua

      Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
      İmam Rıza (a.s) bütün namazlarının kunutunda şu duayı okuyordu:
      "Rebbiğfir ve'rham ve tecavez amma ta'lemu inneke ente'l- eazz'ul- ecell'ul- ekrem."
      "Rabbim, beni bağışla; bana merhamet et; bildiğin hatalarımdan geç; şüphesiz sen en aziz, en yüce ve en değerlisin."[2]

      38- İhlas Suresini Okuduğunda Söylediği Zikir

      Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
      "İmam Rıza (a.s) İhlas suresini okuduğunda yavaşça: "Allah'u ehad" (Allah tektir) buyuruyordu. İhlas suresini okuyup bitirdiğinde ise üç defa: "Kezalikellahu rebbuna" (Rabbimiz böyledir) buyuruyordu."[2]
      _______________
      [1] - Bihar, c. 85, s. 200, h. 10.
      [2] - Bihar, c. 92, s. 347, h. 9.
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #33
        Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

        39- Veliahtlığının Hikmeti

        Reyyan b. Salt şöyle diyor:
        İmam Rıza (a.s)'ın yanına varıp şöyle dedim: "Ey Resulullah'ın oğlu, halk diyor ki; Ali b. Musa er-Rıza dünyada zahit olmasını izhar etmesine rağmen veliahtlığı kabul etti." İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

        "Allah biliyor ki, ben veliahtlığı isteyerek kabul etmedim; onu kabul etmekle ölüm arasında muhtar kılınınca kabul etmeyi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara, acaba onlar, Yusuf (a.s)'ın zaruretten dolayı peygamber ve resul olmasına rağmen Mısır padişahının hazinelerinin yöneticiliğini üstlenmek zorunda kaldığını ve bundan dolayı da onun; "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerinde (bir yönetici) kıl." diye buyurduğunu bilmiyorlar mı?" [1]

        Ben de zaruretten dolayı, ölüme yönelmişken zor ve ikrah üzere veliahtlığı kabul etmek zorunda kaldım. Ben bu işe öyle bir şekilde girdim ki, girmemle çıkmam aynı idi. Öyleyse şikayet Allah'adır ve O, (en iyi) yardım dilenilecektir." [2]
        _________________
        [1] - Yusuf/55.
        [2] - Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 2, s. 139. Emali-yi Saduk, s. 68. İlel'uş- Şerayi, s. 239.
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #34
          Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

          40- Ziyareti

          İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
          "Bilin ki kim, Allah'ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz."[1]

          İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
          "Dostlarımdan her kim, hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi olurum."[2]

          İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur:
          "Kim babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur." [3]
          Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
          "Kim babamın kabrini Tus'da (Meşhed), onun hakkını tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm." [4]

          Bir rivayette şöyle geçer:
          "İmam Rıza (a.s)'ın hakkını tanımak; O'nun itaati farz olan bir İmam olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir."[5]

          İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
          "Kimin Allah'a bir haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)'ın kabrini Tus'da ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rek'at namaz kılsın ve namazın kunutunda hacetini Allah'tan istesin. Allah Teala onun, günah ve akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder. İmam Rıza (a.s)'ın kabrinin olduğu yer, cennet buk'alarından (mekanlarından) bir buk'adır; Allah Teala, o buk'ayı ziyaret eden her mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür." [6]
          _________________
          [1] - Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c. 2, s. 584 ve 585. Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 2, s. 257. Emali-yi Saduk, s. 62.
          [2] - Emali-yi Saduk, s. 104. Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 2, s. 258. Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c. 2, s. 583.
          [3] - Kamil'uz- Ziyarat, s. 303 ve 304.
          [4] - Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c. 2, s. 583. Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 2, s. 256.
          [5] - Bkz. Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c. 2, s. 584. Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 2, s. 259. Emali-yi Saduk, s. 105.
          [6] - Uyun-u Ahbar'ur-Rıza, c. 2, s. 262. Emali-yi Saduk, s. 471.
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #35
            Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

            İMAM RIZA'IN (A.S) DİN ALİMLERİYLE MÜNAZARASI


            Şia'nın büyük âlimi olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a) rivayetin metnindeki senetle, İmam Rıza (a.s)'ın diğer din mensuplarıyla Memun'un huzurunda tevhid hakkındaki münazarasını, Hasan bin MUHAMMED en- Nevfilî'den şöyle naklediyor:

            Ali bin Musa Rıza (a.s) Memun'un yanına gittiğinde Memun, Fazl bin Sehl'e; "Caslik" (Hıristiyan oskofların reisi), "Re's'ul- Calut" (Yahudi âlimlerin reisi), "Ruus'us-Saibin" (Hz. Nuh, veya Hz. İbrahim veya Hz. Yahya'nın dininde olanlar veyahut melek ve yıldıza tapanların büyükleri), "Hirbiz'ul-Ekber" (Ateşe tapanların kadısı), "Nestas-i Rumi" (Rumlu tabip) ve mütekellimler (akait ilminde üstat olanlar) gibi çeşitli mezhep ve din alimlerini bir araya toplamasını emretti.

            Fazl bin Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını Memun'a bildirdi. Memun da onları yanına çağırtarak hoş geldiniz deyip sözlerine şöyle başladı:
            "Ben sizi hayır bir şey için buraya çağırdım, Medine'den yanıma gelmiş olan amcamın oğluyla münazara yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse hilaf etmesin."

            Onlar da; "Hay hay baş üstüne, ey müminlerin emiri, yarın erken inşaALLAH buradayız" dediler.

            Hasan bin MUHAMMED en- Nevfilî şöyle ekliyor:
            Biz İmam Rıza (a.s)'ın yanında oturup sohbetle meşgulken İmam'ın işleriyle ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi:

            "Ey efendim! Müminlerin emiri size selam göndererek şöyle dedi: ‘Kardeşin sana feda olsun, din âlimleri ve çeşitli milletlerden olan kelamcılar benim yanımda toplanmışlardır, eğer onların sözlerini duymak istiyorsan yarın erken yanımıza gel; eğer gelmek istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz."

            İmam Rıza (a.s) cevabında Yasir'e şöyle dedi: "Selamımı ona ilet ve ona de ki, maksadını anladım, ben yarın erken yanınıza geleceğim inşaALLAH."

            Nevfelî diyor ki; Yasir gittiğinde İmam (a.s) bana şöyle buyurdular:
            "Ey Nevfelî! Sen Iraklısın, Iraklılar zeki olur, Memun'un çeşitli din ve akait âlimlerini toplaması hakkında görüşün nedir?"
            Ben cevaben; "Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve akidenizi öğrenmek istiyor. Güvenilmeyecek esas üzere bina yapıyor(tehlikeli bir iş yapıyor; yaptığı iş ne de kötüdür!" dedim...

            -İmam (a.s): "Ey Nevfeli! Onların benim delilimi batıl etmelerinden mi korkuyorsun?"

            -Nevfelî: "Hayır, ALLAH'a ant olsun ki asla bundan korkum yoktur, senin onlara galip olmanı ümit ediyorum."

            -İmam (a.s): "Ey Nevfeli! Memun'un ne zaman pişman olacağını bilmek istiyor musun?"

            -Nevfeli: "Evet."

            -İmam (a.s): "Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile İncilleriyle Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani dilleriyle, Zerdüştlerle Farsça dili ile, Rumlularla Rumca ve bütün alim ve konuşmacılarla kendi dilleriyle istidlal edip onları mahkum ederek delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olacak ve oturduğu makama layık olmadığını anlayacaktır"...

            Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti. Meclis cemiyetle doluydu. MUHAMMED bin Cafer (İmam'ın amcası), Talibî ve Haşimilerden bir grup ve ordu komutanları hazır bulunmaktaydılar. İmam Rıza (a.s) meclise girdiği zaman Memun, MUHAMMED bin Cafer ve beraberindekiler ayağa kalktılar. İmam Rıza'yla Memun oturdular, ama diğerleri öylece ayakta durmuşlardı.

            Daha sonra Memun onlara oturmalarını emretti, onlar da oturdular. Memun bir müddet İmamla karşılıklı konuştuktan sonra Casilik'e dönerek şöyle dedi: "Ey Casilik! Bu amcam oğlu Ali bin Musa bin Cafer'dir; kendileri de Peygamberimizin kızı Fatıma (a.s) ve Ali bin Ebi Talib'in (ALLAH'ın selamı onların üzerine olsun) oğullarındandır. Onunla konuşmanı, delil getirmeni ve insaflı olmanı istiyorum.

            -Casilik şöyle dedi: "Ey müminlerin Emiri! Benim kabul etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir Peygamberden delil getiren bir kişiyle ben nasıl ihticaç edip tartışabilirim!

            -İmam Rıza (a.s): "Ey Hıristiyanlı, eğer sana İncil'den delil getirirsem kabul eder misin?"

            -Casilik: "Evet, istemesem de kabul edeceğim, İncilin dediğini hiç inkâr edebilir miyim?"

            -İmam (a.s) ona dönerek: "İstediğin şeylerden sor ve cevabını işit."

            -Casilik: "Hz. İsa'nın peygamberliği ve kitabı hakkında görüş ve akiden nedir? Onlardan inkâr ettiğin şey var mıdır?"

            -İmam Rıza (a.s): "Ben Hz. İsa'nın peygamberliğine, kitabına, ümmeti için müjdelediklerine ve havarilerinin kabullendiklerine inanıyor ve kabul ediyorum. Ama MUHAMMED (s.a.a)'in peygamberliğine ve kitabını inkâr eden ve bunu ümmetine müjdelemeyen bir İsa'nın peygamberliğini kabul etmiyorum."

            -Casilik: "Acaba bütün hükümler iki adil şahitle ispatlanmıyor mu?"

            -İmam (a.s): "Evet."

            -Casilik: "Öyleyse kendinizden olmamak şartıyla Hz. MUHAMMED'in (s.a.a) peygamberliğini ispatlayacak, Hıristiyanların kabul ettiği iki şahit getirin ve bizden de kendimizden olmamak şartıyla iki şahit isteyin."

            -İmam (a.s): "Ey Nasranî, şimdi insaflı konuştun. İsa bin Meryem (a.s)'ın yanında belli bir makama sahip olan birini kabul ediyor musun?"

            -Casilik: "Kimdir bu adil adam, bana ismini söyler misiniz?

            -İmam (a.s): "Yuhenna Deylemî'dir; hakkında ne dersin?"

            -Casilik: "Ne de güzel! Mesih'in en sevdiği birisinden bahsettin."

            -İmam (a.s): "Sana ant veriyorum, acaba İncil Yuhenna'nın şöyle dediğini buyurmuyor mu?: Mesih, Arap MUHAMMED'in dinini bana haber verdi ve onun, kendisinden sonra geleceğini bana müjdeledi; ben de havarileri bununla müjdeledim. Onlar da buna iman ettiler."

            -Casilik: "Yuhenna bunu Mesih'den naklediyor ve bir kişinin peygamberliğini, Ehl-i Beyt'i ve varisini müjdeliyor. Ama bunların ne zaman geleceğini ve bizim onları tanımamız için isimlerini bildirmiyor."

            -İmam (a.s): "Eğer İncil okuyabilen birisini getirsem ve MUHAMMED, Ehl-i Beyt'i ve ümmeti hakkındaki yerleri sana tilavet edecek olursa, iman getirir misin?"

            -Casilik: "Güzel sözdür."

            -İmam (a.s) Nistas-i Rumiye: "İncilin üçüncü kısmını ezberden biliyor musun?"

            -Nestas-i Rumi: "Çok güzel biliyorum."

            -İmam (a.s) Re'sul Calut'a dönerek: "İncil okumasını biliyor musun?"

            -Calut: "Evet."

            -İmam (a.s): "Ben üçüncü bölümü okuyorum; MUHAMMED, Ehl-i Beyt'i ve ümmeti hakkında olursa benim için tanıklık edin; ama eğer orada bunlardan bahsetmezse tanıklık etmeyin."

            Daha sonra İmam (a.s) üçüncü bölümü, Hz. Peygamber (s.a.a)'den bahsedinceye kadar okudu ve durdu. Sonra şöyle buyurdu: "Ey Nasranî, seni Mesih ve annesinin ant vererek soruyorum; acaba benim İncil bildiğimi bildin mi?"

            -Calut: "Evet."

            Sonra İmam Rıza (a.s) Hz. MUHAMMED (s.a.a), Ehl-i Beyt'i ve Ümmeti hakkındaki bölümü de okuyarak şöyle buyurdular: "Ne diyorsun ey Nasranî? Bu, Mesih bin Meryem (aleyhuma's- selam)'ın sözüdür. Eğer İncil'in dediklerini yalanlayacak olursan hakikatte Musa ve İsa'yı (aleyhuma's- selam) yalanlamış olursun. Ama eğer sadece bu sözleri inkâr edersen ALLAH'ın peygamberini ve kitabını inkâr ettiğin için katlin vacip olur."

            -Casilik ise şöyle cevap verdi: "İncil'den bana açıklananı inkâr etmiyor, aksine bunları kabulleniyorum."

            -İmam (a.s): "Onun ikrarına şahit olunuz."

            Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular: "Ey Casilik, istediğin soruyu sor."

            -Casilik: "Bana İsa bin Meryem'in havarilerinin ve İncil âlimlerinin kaç kişi olduklarını söyle?"

            -İmam (a.s): "Bilir birisinden sordun. Havariler on kişi idiler, onların en âlim ve üstünü "Eluka" idi. Ama Hıristiyanların alimleri iç kişi idiler; büyük Yuhenna Ec'de, Yuhenna Kırkısiyan'da ve Yuhenna Deylemi ise Reccaz'da idi; ki Hz. Peygamber ve O Hazretin Ehl-i Beyt'i ve ümmetiyle ilgili sözler bu sonuncusunun yanında idi ve bunları İsa (a.s)'ın ümmetine ve Beni İsrail Ümmetine müjdeleyen de odur."

            İmam (a.s) sonra şöyle devam etti: "Ey Nasranî! VALLAHi ben MUHAMMED (s.a.a)'e iman eden İsa'ya inanıyorum. Ama sizin İsa'ya, zafiyet (güçsüzlük), oruç ve namazının azlığından başka bir eksiklik bulamıyorum."

            -Casilik: "ALLAH'a ant olsun ki, kendi sözlerini çürüttün, kendini düşürdün. Oysa ben seni Müslümanların en bilgini biliyordum."

            -İmam (a.s): "Bu nasıl olur?"

            -Casilik: "İsa'nın zafiyetini, oruç ve namazının az olduğunu diyorsun, oysa İsa hiçbir gün iftar etmedi, bir gece bile uyumadı, sürekli gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de ibadetle geçiriyordu."

            -İmam (a.s): "Öyleyse kimin için oruç tutuyor ve namaz kılıyordu."

            -Casilik söyleyecek bir şey bulamayıp sustu.

            -İmam (a.s): "Ey Nasranî! Sana bir soru sormak istiyorum."

            -Casilik: "Sor, eğer cevabını bilirsem söylerim."

            -İmam (a.s): "İsa'nın, ALLAH'ın izniyle ölüleri dirilttiğini neden inkâr ediyorsun?"

            -Casilik: "Çünkü ölüleri dirilten, körlere ve abraş hastalığına yakalananlara şifa veren ALLAH'tır ve o ibadet edilmeğe layıktır."

            -İmam Rıza (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular: "Yesa (peygamber) de Hz. İsa'nın yaptıklarını yapıyor, su üzerinde yürüyor, ölüleri diriltiyor, körleri ve abraş hastalığına yakalananları iyileştiriyordu. Ama ümmeti onu ALLAH olarak tanımadı ve ALLAH'ı bırakıp da, ona kimse ibadet etmedi. Hızkıl peygamber de Aynen İsa bin Meryem'in yaptıklarını yapıyordu. Otuz beş bin kişiyi, ölümlerinden altmış sene geçmesine rağmen diriltti."

            Daha sonra İmam (a.s) Re'su'l- Calut'a dönerek şöyle buyurdular: "Ey Re's'ul- Calut! Acaba Tevrat'ta Ben-i İsrail'in şu gençleri hakkında, herhangi bir konu buldun mu? Şöyle ki: Boht'un- Nasr Beyt'ul- Mukaddes'e saldırdığı zaman onları Beni İsrail esirleri arasından seçerek Babil'e götürdü. ALLAH (c.c) da onu (Hızkıl) onlar için gönderdi ve o, onları diriltti. İşte bu konular Tevrat'tandır, sizlerden kafir olanlardan başka kimse bunları inkar edemez."

            -Re's'ul- Calut ise şöyle cevap verdi: "Bu konuları duymuşuz ve ondan haberdarız."

            -İmam (a.s): "Doğru söyledin. Ey Yahudi, şimdi iyice dikkat et, bak-gör Tevrat'tan okuduğum bu bölüm doğru mudur?"

            Sonra İmam Rıza (a.s) bizler için bir kaç bölüm okudu. Yahudi İmam (a.s)'ın böyle güzel konuşmasına şaşırarak yerinde hareket etmeğe başladı.

            Sonra İmam (a.s) Nasranî'ye dönerek şöyle buyurdular: "Ey Nasranî! Acaba bunlar mı Hz. İsa'dan önceydi, yoksa İsa (a.s) mı bunlardan önceydi?"

            -Nasranî (Casilik): "Onlar Hz. İsa'dan önceydiler?"

            -İmam (a.s): "Kureyş Resulullah (s.a.a)'in etrafında toplanarak, ondan ölülerini diriltmesini istediler. Hz. Peygamber (s.a.a) Ali bin Ebu Talip (a.s)'ı onlarla beraber göndererek Ali (a.s)'a şöyle buyurdu: ‘Kabristana git bunların dirilmesini istediği kişilerin isimlerini, filancı filanca diye yüksek bir sesle çağır. Sonra onlara; ALLAH'ın Resulü MUHAMMED (s.a.a) ALLAH'ın izniyle kalkmanızı istiyor söyle.' Ali (a.s) da onları aynı şekilde çağırdı. Kalktılar ve başlarındaki toprakları temizliyorlardı. Kureyşliler onlara kendi illeriyle ilgili sorular soruyor ve Hz. MUHAMMED (s.a.a)'in peygamber olduğunu haber veriyorlardı. Dirilenler ise; Keşke bizler de O'nu derk edebilsek ve iman edebilseydik dediler.

            Hz. Peygamber de körlere, cüzamlılara ve delilere şifa veriyor ve havanlar, kuşlar, cinler ve şeytanlarla konuşuyordu. Ama biz O'nu ALLAH diye tanımadık. Aynı zamanda bunların (İsa, Yesa, Hızkıl ve MUHAMMED) hiçbirinin faziletini de inkâr etmiyoruz. Peki, nasıl olur da siz sadece İsa'yı ALLAH olarak tanıyorsunuz? Hâlbuki Yesa ve Hızkil'i de ALLAH olarak tanımalısınız. Çünkü onlar da İsa bin Meryem (aleyhuma's- selam)'ın yaptıklarını yapıyor, ölü diriltiyor ve diğer işleri yapıyorlardı. Beniisrail'den binlerce kişi veba hastalığı korkusundan kendi şehirlerinden dışarı çıktılar. Ama ALLAH Teala bir anda hepisinin canını aldı. Şehir halkı etrafa duvar çekerek ölüleri o şekilde bıraktılar, öylece kemikleri çürümeye başladı.

            Beniisrail peygamberlerinden birisi oradan geçerken çürümüş kemiklerin çokluğu dikkatini çekti. ALLAH Teala o peygambere şu şekilde vahyetti: ‘Acaba onları senin için diriltmemi ve böylece onlara tebliğ ederek inzar etmeği istiyor musun?' O ise: Evet ey Rabbim, dedi. ALLAH Teala ona şöyle söylemesini vahyetti: ‘Ey çürümüş kemikler, ALLAH'ın izniyle kalkınız.' Hepsi dirildi ve başlarındaki toprakları temizleyerek kalktılar.

            İbrahim Halil'ur-Rahman da kuşları parçalayarak her birinin parçasını bir dağın başına koydu. Sonra onları çağırdı ve onlar dirilerek İbrahim (a.s)'a doğru hareket ettiler. Musa bin İmran (a.s) Beniisrail içerisinden seçtiği yetmiş tane ashabıyla beraber dağa doğru gittiler. Musa (a.s)'a; ‘Sen ALLAH'ı gördün, O'nu aynen gördüğün gibi bize de göster' dediler. Musa (a.s) ise ben ALLAH'ı görmedim dedi. Onlar; "Ya Musa apaçık görmedikçe sana inanmayız" dediler. (Bakara/55) O anda yıldırım onlara çarparak hepsini yakıverdi.

            Musa (a.s) yalnız kaldı ve ALLAH'a şöyle arz etti: Ey Rabbim, Beniisrail içerisinden yetmiş kişi seçerek kendimle getirdim. Şu an ise yalnız dönüyorum. Benim bu olaylarla ilgili söyleyeceklerimi nasıl doğrulayıp inanırlar? "Dileseydin onları da daha önce helak ederdin, beni de. İçimizdeki akılsızların işledikleri suç yüzünden bizi de mi helak edeceksin?" (A'raf/155) Buna karşı ALLAH Teala, onları ölümlerinden sonra tekrar diriltti."

            İmam Rıza (a.s) sözlerine şöyle devam etti: "sana bu söylediklerimin hiçbirini reddedemezsin. Zira bunların hepsi Tevrat, Zebur, İncil ve Furkan (Kur'ân)'ın bildirdikleridir. Öyleyse bütün, ölü dirilten, körlere, cüzamlılara ve delilere şifa veren, iyileştiren herkes ALLAH olmalıdır! O halde bunları da ALLAH bilmelisin. Ne diyorsun ey Nasranî!"

            -Casilik: "Söz senin sözündür. ALLAH'tan başka ilah yoktur." ...

            -İmam (a.s): "Ey Casilik, önceki İncilin kayıp oluşunu, kimin yanında bulunduğunu ve şimdiki İncil'i size kimin hazırladığını bana söyler misiniz?"

            -Casilik: "Biz İncil'i sadece bir gün kaybettik ve onu yepyeni olarak, Yuhenna ve Metta bizler için buldular."

            -İmam (a.s): "İncil olayı ve âlimleri hakkında ne kadar bilgisizmişsiniz! Eğer bu olay senin dediğin gibiyse neden İncil hakkında bu kadar ihtilafa düştünüz? Bu ihtilaf bu gün elinizde bulunan İncil'dedir. Eğer önceki gibi olsaydı onda ihtilafa düşmezdiniz. İşte bu olayı sana anlatıyorum; Önceki kayıp olduğu zaman Hıristiyanlar âlimlerinin yanına toplanarak şöyle dediler: ‘İsa bin Meryem (a.s) öldürüldü ve İncil'i kaybettik. Sizler âlim olarak yanınızda neyiniz var?'

            Eluka ve Merkabus; ‘İncil bizim (göğsümüzde ve hafızamızdadır) ve her Pazar günü bir sıfır (bölümünü) size getireceğiz. Bunun için üzülmeyin ve kiliseleri boş bırakmayın. İncil tamamlanıncaya kadar her Pazar günü O'nun bir bölümünü sizlere okuyacağız' dediler. Sonra Eluka, Merkabus, Yuhenna ve Metta bu İncil'i birinci İncil'in kayboluşundan sonra sizler için yazdılar. Bunlar ilk dört öğrencilerdir. Acaba bunları bilmiyor muydun?"

            -Casilik: "Şimdiye kadar bilmiyordum. Sizin İncil hakkındaki ilminizin bereketiyle şimdi öğrendim ve bildiğiniz diğer şeyleri sizden işittim. Kalbim bunların doğruluğuna inandı ve sizden birçok istifade ettim."...

            -İmam Rıza (a.s) Re'sul Calut'a (Yahudi'ye) dönerek şöyle buyurdu: "Sen mi soracaksın yoksa ben mi sorayım?"

            -Re'sul Calut: "Ben soruyorum ve senin delillerini sadece Tevrat, İncil, Davud'un Zebur'u İbrahim ve Musa'nın Suhuf'undan kabul edeceğim."

            -İmam (a.s) "Benim delillerimi Musa'nın Tevrat'ından, İsa'nın İncil'inden ve Davud'un Zebur'undan başka kabul etmeyebilirsin."

            -Re'sul Calut: "MUHAMMED'in peygamberliğini nasıl ispat ediyorsun?"

            -İmam (a.s): "Musa bin İmran, İsa bin Meryem ve ALLAH'ın yeryüzündeki halifesi Davud, buna (Hz. Peygamberin peygamberliğine) tanıklık ettiler."

            -Re'sul Calut: "Musa bin İmran'ın sözlerini ispatla."

            -İmam (a.s): "ey Yahudi, Musa'nın Beniisrail'e vasiyet ederek şöyle dediğini bilmiyor musun?: ‘Yakında kardeşlerinizden bir peygamber gelecektir. Onu tasdik edin, sözünü dinleyin, Ona itaat edin.'
            Eğer İsmail ve Beniisrail'in akrabalığını ve aralarındaki irtibatının İbrahim (a.s) tarafından olduğunu kabul ediyorsun, İsrail'in İsmail soyundan başka olmadığını biliyor musun?"

            -Re'sul Calut: "Bu Musa'nın sözleridir, inkâr etmiyorum."

            -İmam (a.s): "Acaba Beniisrail'in kardeşlerinden MUHAMMED (s.a.a)'den başka bir peygamber gelmiş midir?"

            -Re'sul Calut: "Hayır."

            -İmam (a.s): "Acaba bu söz size göre doğru değil midir?"

            -Re'sul Calut: "Evet doğrudur, ama onları Tevrat'tan ispatlamanı istiyorum."

            -İmam (a.s): "Tevrat'ın sizler için söylediği şu sözleri inkar mı ediyorsun?: Nur, Tur-u Sina dağından geldi, Sair dağından bizi nurlandırdı ve Faran Dağından bizlere göründü."

            -Re'sul Calut: "Bu sözleri biliyorum, ama açıklama ve yorumunu bilmiyorum."

            -İmam (a.s): "Ben Sana açıklayayım; ‘Nur-u Sina Dağından geldi' sözünden maksat, ALLAH Teala'nın vahyi Tur-u Sina Dağından Musa (a.s)'a indirilmesidir. ‘Sair Dağından bizleri nurlandırdı' sözlerinden amaç ALLAH Teala'nın İsa bin Meryem'e, kendisine orada nazil ettiği dağdır' ve ‘Faran Dağı'ndan bizlere göründü' sözlerinden maksat ise Mekke'yle arasında bir gün mesafe olan dağdan bahsetmektedir. Sen ve dostlarının dediklerine göre "Şa'ya" peygamber Tevrat'ta şöyle diyor: ‘İki biniciyi görüyorum, yeryüzü onlara ışık saçıyor; onlardan biri merkebe diğeri ise deveye binenedir.' Merkep ve deveye binenler kimlerdir?"

            -Re'sul Calut: "Onları tanımıyorum, bana anlatır mısın?"

            -İmam (a.s) şöyle açıklama yaptı: "Merkebe binen İsa (a.s)'dır; deveye binen ise MUHAMMED (s.a.a)'dir. Tevrat'tın bu konularını inkâr mı ediyorsun?"

            -Re'sul Calut: "Hayır inkâr etmiyorum."... (Tartışma çok uzun sürdüğünden dolayı kısa olarak aktardık.)
            Yahudi (Re'sul Calut), İmam (a.s)'ın delilleri karşısında susup cevap veremeyince Hazret Hirbiz'ul- Ekber'i çağırarak şöyle buyurdu: "Bana Zerdüşt'ten haber ver, onun peygamber olduğunu düşünüyorsun; ama onun peygamber olduğunu ispatlayacak delilin nedir?"

            -Hirbiz: "Zerdüşt, bize kendisinden öncekilerin getiremedikleri şeyleri getirdi, kendisini görmedik ama bizden öncekilerin vermiş oldukları haberlere göre, başkalarının helal etmediği şeyleri bize helal etmiştir, dolayısıyla biz de onu takip ediyoruz."

            -İmam (a.s): "Size iletilen haberler vasıtasıyla onlara uymuyor musunuz?"

            -Hirbiz: "Evet."

            -İmam (a.s): "Geçmiş ümmetler de aynen böyledir; peygamberlerin Musa, İsa ve MUHAMMED (s.a.a)'in dini hakkında olan haberler onlara iletiliyor, onlara iman etmemekteki mazeretiniz nedir? Zira sizler Zerdüşt'e hiç kimsenin getirmediği mucizelerden dolayı bir takım mütevatir haberlerle iman getirmişsiniz."

            Hirbiz bu sözleri duyunca yerinde kuruyup kaldı. Daha sonra İmam (a.s) orada bulunanlara hitaben şöyle buyurdu:
            "Ey cemaat! Eğer sizin aranızda İslam'a muhalif olan biri varsa, hiç utanıp çekinmeden sorusunu sorsun."

            Bu arada İmran- Sabbi (kelam âlimlerinden birisi) kalkarak şöyle dedi:
            "Ey âlim! Eğer beni sora sormaya davet etmeseydin soru sormayacaktım. Ben Kufe, Basra, Şam ve Cezire'ye gidip o bölgelerin âlimleriyle konuşup tartışmışım ama kimse ALLAH'ın vahdaniyetini bana ispat edememiştir. Acaba bana soru sorma izni veriyor musun?"

            -İmam Rıza (a.s): "Burada bulunan cemaat içerisinde İmran-i Sabbi varsa, muhakkak sen olmalısın."

            -İmran: "O, benim."

            -İmam (a.s): "Sor ey İmran, ama insaflı ol; batıl ve haktan uzaklaştıran sözlerden sakın."

            -İmran: "Efendim vALLAHi fakat kendisine yapışabileceğim ve ondan başkasının tarafına gitmeyeceğim bir şeyi bana ispat etmeni istiyorum."

            İmam (a.s): "İstediğin şeyi sor."
            Bu sırada mecliste izdiham oldu ve halk birbirine sıkışarak kulak kesildiler. İmran-i Sabbi şöyle dedi: "İlk vücudu ve yarattığı şeyden bana söyler misin?"

            -İmam (a.s): "Soru sordun cevabını dikkatle dinle; Vahid (bir tek vücut), beraberinde hiçbir şey olmaksızın ve hiçbir sınır ve araz olmadan her zaman mevcut idi ve her zaman da böyle olacaktır. Sonra hiçbir örnek olmaksızın mahlûku muhtelif boyutlarda, onu başka bir şeyde karar vermemek, sınırlamamak, başka bir şeye benzeri olmayacak ve başka bir şeyin de ona benzeri olmayacak bir şekliyle yarattı. Ondan sonra mahlûkatı çeşitli şekillerde örneğin; halis, gayr-i halis, farklı, eşit, renk ve tatlar yönünden muhtelif ve aynı zamanda onlara hiçbir ihtiyacı olmayacak ve y,ne herhangi bir makam ve mevkie yetişmek için onlara muhtaç olmayacak bir şekilde yarattı. Bu yaratılışta kendisine bir eksiklik veya fazlalık görmedi. Ey İmran, bunları anlıyor musun?"

            -İmran: "Evet efendim, vALLAHi anlıyorum."

            -İmam (a.s): "Ey İmran, bunu bilmiş ol ki, Eğer ALLAH Teala yaratıklarını, kendi ihtiyacı olduğu için yaratsaydı, sadece ihtiyacını karşılamaya yardım alacağı mahlûkatı yaratır ve yarattıklarının bir kaç katını yaratması da uygun olurdu. Zira yardım edenler ne kadar çok olursa, yardım alan da o kadar güçlü olur.

            Ey İmran, bu durumda ihtiyaçlar bitmezdi ve her şey yarattıkça diğer bir hacet onda icat olurdu. (Bir şeyi olup da diğer bir şeye ihtiyaç duyan insanlar gibi olurdu.) İşte bunun için diyorum ki, mahlûkatı bir ihtiyaçtan dolayı yaratmadı; ama bu yaratmakla ihtiyaçları bazılarından bazılarına intikal ettirdi ve üstün kıldığına hiçbir ihtiyacı olmaksızın ve aşağı kıldığından hiçbir intikam almaksızın ve bazılarını bazılarından üstün kıldı. İşte bu sebepten dolayı mahlûkatı yarattı."

            -İmran: "Efendim, o mevcut kendiliğinden, kendi yanında belli miydi? (Yani kendisini tanıyor muydu?)"

            -İmam (a.s): "Bir şeyin tanınıp bilinmesi, başkalarından ayırt edilebilmesi ve varlığının sabit ve tanınmış olabilmesi içindir. Orada O'na muhalif olacak bir şey yoktu ki, onu belirtmekle o şeyi kendisinden nefyetmeğe ihtiyaç duymuş olsun, yani bir tek vücut olduğu için buna gerek yoktu. Anladın mı ey İmran?"

            -İmran: "VALLAHi anladım efendim, acaba bildiği şeyleri nasıl anlıyordu; zamir vasıtasıyla mı yoksa değişik bir yolla mı?"

            -İmam (a.s): "O'nun ilmi zamir vasıtasıyla olursa, o zamiri tanımak için belli bir sınır kararlaştırılmaz mı?"

            -İmran: "Kararlaştırılır."

            -İmam (a.s): "Öyleyse o zamir nedir?"

            -İmran susup cevap vermedi.

            -İmam (a.s): "Önemli değil, eğer senden; Bu zamiri başka bir zamir vasıtasıyla mı tanıyorsun? diye soracak olursam sen de evet dersen, kendi söz ve iddianı batıl etmiş olursun. Ey İmran, şunu bil ki "Vahid" (tek olan vücut), zamirle vasıflandırılamaz; O'nun için, iş ve amelden fazladır denilemez, mahlûkatta olduğu gibi O'nun hakkında yön ve ecza düşünülemez; bunları iyice anla ve doğru bildiklerini de bu esas üzere ayarla."...

            -İmran: "Efendim eğer yaratıcı tek olur, O'ndan başkası ve beraberinde bir şey de olmazsa, mahlûkatı yarattığı zaman değişikliğe uğramıyor mu?"

            -İmam (a.s): "ALLAH kadimdir (yani evvelden vardır), mahlûkatı yaratmakla değişime uğramaz, fakat mahlûkat O'nun değiştirmesiyle değişikliğe uğruyor."

            -İmran: "Efendim, bizler O'nu nasıl ve neyle tanıdık?"

            -İmam (a.s): "Kendisinden başka bir şeyle tanıdık."

            -İmran: "O'ndan gayrisi kimdir?"

            -İmam (a.s): "O'nun meşiyyeti, ismi, sıfatı ve buna benzer şeyler O'ndan gayridir; bunların hepsi hadis (sonradan meydana çıkan), mahlûk ve tedbir edilmiş (kararlaştırılmış) şeylerdir.

            -İmran: "Efendim, O nedir?"

            -İmam (a.s): "O, gökyüzünde ve yerde yaratmış olduklarını hidayet eden bir nurdur ve O'nun vahdaniyet ve birliğini ispatlayıp açıklamaktan fazla denin bana hakkın yoktur (Ondan başka bir şeyle görevli değilim)."

            -İmran: "Efendim ALLAH Teala mahlûkatı yaratmadan önce suskundu ama onları yaratınca konuşmaya başladı öyle değil mi?"

            -İmam (a.s): "Bunun doğru olabilmesi için önceden nutuk ve konuşma olabilmeli ki, sonradan da susmanın manası olabilsin. Bu aynen şuna benzer ki, lamba konuşmuyor, susmuştur, denilsin veya lamba istediği yerde bizi aydınlatmak istiyor denilmez. Çünkü ışık ve aydınlık lambanın işi veya özü değildir ama lambadan başka bir şey de değildir. Bizlere ışık saçtığında bizi aydınlattı, biz de onunla aydınlandık diyoruz. İşte sen o ışıkla kendi işini görüyorsun."

            -İmran: "Efendim ben, yaratıcının mahlûkatı yarattığı zaman, halden hale geçtiğini ve değiştiğini zannediyordum."

            -İmam (a.s): "İmkânsız bir şey söyledin ya İmran! Yaratıcının haletten halete geçebilmesi için O'nu değiştirecek bir şeyin olması gerekir. Ey İmran, şimdiye kadar ateşin kendisini değiştirdiğini, hararet ve sıcaklığın kendisini yaktığını veya kendi baserini (görmesini) gören birini gördün mü?"

            -İmran: "Hayır efendim, görmedim. Söyler misiniz O mu yaratıkları içerisindedir, yoksa yaratıklar mı O'nun içerisindedir?"

            -İmam (a.s): "O, bu gibi şeylerden münezzehtir; ne O yaratıkları içerisinde ve ne de yaratıkları O'nun içindedir. O, bu gibi sözlerden pek yücedir. Şimdi ALLAH'ın güç ve kuvveti ile O'nu sana tanıtacağım. Bana söyler misin aynaya baktığında sen mi aynadasın yoksa ayna mı sendedir? Eğer hiçbiri birbiri içerisinde değilse o zaman hangi şeyle aynayla kendine istidlal ediyorsun (kendini aynada görüyorsun)?"

            -İmran: "Benimle ayna arasında olan ışık ve nurla."

            -İmam (a.s): "Acaba o aydınlığı, gözünde gördüğünden fazlasıyla mı aynada görüyorsun?"

            -İmran: "Evet."

            -İmam (a.s): "Öyleyse onu bize de göster."

            -İmran bir cevap vermedi.

            -İmam (a.s): "Ben bu nuru göremiyorum, bu sizin hiçbirinizde olmaksızın seni ve aynayı göstermekte yardımcı oluyor. Bu konunun daha fazla örnekleri de vardır ki, cahilin ona yolu yoktur; en yüce örnekler ALLAH'a aittir."... (Bu tartışma da çok uzun olduğundan dolayı onun hepsini aktarmadık.)

            -Nihayet İmran-i Sabbi de İmam Rıza (a.s)'ın bağlayıcı delilleri karşısında dayanamayıp şöyle demek zorunda kaldı:
            "Ey efendim dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şehadet ediyorum ki ALLAH Teala senin açıkladığın ve vasfettiğin gibidir; yine şehadet ediyorum ki MUHAMMED (s.a.a) O'nun, hidayet ve hak bir dinle gönderilmiş olan kuludur."

            İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve Müslüman oldu. Mütekellimler (konuşmacılar), çok cidal ehli olan ve o ana kadar da hiç kimsenin ona üstünlük sağlayamadığı İmran-i Sabbi'yi bu şekilde görünce, artık onlardan hiçbir kimse İmam Rıza (a.s)'a yaklaşarak soru sorma cesaretini gösteremedi. Derken akşam oldu, Memun ve İmam (a.s) kalkarak içeri gittiler ve halk da dağıldı.

            (Uyun-u Ahbar'ir- Rıza -a.s- c.1, b. 12)
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #36
              Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

              İmam Rıza'nın (a.s) İmamet, İmam Ve İmam'ın Makamı Hakkındaki Açıklaması


              Abdülaziz bin Müslim şöyle diyor: Merv şeh-rinde Hz. Rıza aleyhi's-selam ile beraber olduğum sırada, bir gün merkez camiine gittim, halkın imamet hakkında tartıştıklarını ve birçok farklı görüş ortaya koyduklarını gördüm. Mevlam Rıza aleyhi's-selam'ın yanına varıp macerayı kendisine anlattım. İmam hazretleri gülümseyerek şöyle buyurdular:

              "Ey Abdülaziz, halk cahil kalıp dinlerinde aldanmışlardır. ALLAH Teâla dini Peygamber için kamil etmedikçe ve içinde her şeyin açıklaması bulunan Kur'an'ı O'na indirip, helal, haram, hudud, ahkâm ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi tamamıyla açıklamadıkça Peygamber'in ruhunu almadı. ALLAH Teâla şöyle buyurmuştur: "Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık."(1) ALLAH Teâla, Peygamber'in ömrünün sonlarına doğru Veda Haccı'ndan dönerken şu ayeti kendilerine nazil etti: "Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslam'ı seçip beğendim."(2)

              İmamet meselesi dinin kemalindendir. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih vefat etmeden önce dininin nişanelerini ümmetine açıkladı, onların yollarını aydınlattı ve onları doğru yola hidayet etti, Ali aleyhi's-selam'ı onlar için önder ve imam tayin etti. Ümmetin ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi açıklanmamış olarak bırakmadı. Kim ALLAH'ın, kendi dinini ikmal etmediğini (noksan bıraktığını) zannederse, ALLAH'ın kitabını reddetmiştir ve ALLAH'ın kitabını reddeden de kâfirdir. Halk, imametin kadrini ve ümmet arasındaki yerini biliyor mu ki, imam seçmeleri doğru olsun?

              İmamet öyle bir makam ki, ALLAH Teâla Hz.İbrahim'i, nübüvvet ve dostluk (halillik) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla ismini yüceltmiştir. ALLAH Teâla şöyle buyurmuştur: "Hani Rabbin, İbrahim'i bazı kelimelerle denemeden geçirmişti, o da bunları tam olarak yerine getirmişti (o zaman ALLAH İbrahim'e): "Seni şüphesiz, insanlara imam kılacağım." demişti. (Hz. Halil bu durumdan hoşnut olarak "Soyumdan olanlardan da?" deyince, (ALLAH): "Zalimler benim ahdime erişemez." buyurmuştu."(3)

              İşte bu ayet zalimlerin imametini kıyamete kadar reddetmiştir. Derken bu makam ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmıştır. Sonra ALLAH Teâla imameti, seçkin ve temizlerin soyunda kılmakla ona değer vermiş ve buyurmuştur ki: "Ona (İbrahim'e) İshak'ı ve torunu Yakub'u armağan ettik ve hepsini de salihler kıldık ve onları, kendi emrimizle (halkı) hidayete yönelten imamlar kıldık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi."(4)

              İbrahim aleyhi's-selam'ın zürriyeti, İslam Peygamber'ine varıncaya kadar daima bu makamı asırdan asıra birbirinden miras almıştır. ALLAH Teâla buyurmuştur ki: "Doğrusu insanların İbrahim'e en yakın olanları, ona uyanlar ve bu Peygamber'e iman edenlerdir."(5)

              Böylece imamet onlara mahsus kılındı ve Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih onu Ali aleyhi's-selam'ın uhdesine bıraktı; ve bu makam onun, ALLAH'ın kendilerine ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. ALLAH onların hakkında şöyle buyurmuştur: "Kendilerine, ilim ve iman verilenler ise (kıyamet günü, dünyada ve berzahta bir saattan fazla eğlenmediklerine dair yemin eden suçlulara cevap olarak) derler ki: "Andolsun ki siz, ALLAH'ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür; fakat siz bilmiyorsunuz."(6)

              Bu olagelen bir sünnettir; ALLAH bunu kıyamete dek Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'in soyunda karar kılmıştır. Çünkü MUHAMMED salla'llâhu aleyhi ve alih'den sonra bir peygamber yoktur. Öyleyse bu cahil insanlar, imamı kendi reyleriyle nasıl seçebilirler?

              İmamet peygamberlerin makamı, vasilerin mirasıdır. İmamet, ALLAH'ın ve Resulünün hilafetidir; Emir-ül Mü'minin Ali'nin makamı, Hasan ve Hüseyin'in hilafetidir.

              İmam, dinin ipi, müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve mü'minlerin izzetidir. İmam, İslam'ın gelişen kökü, yücelen dalıdır. İmam'la, namaz, zekât, oruç, hac ve cihad kâmil olur, ganimet ve sadakalar çoğalır, had (şer'i ceza) ve ahkâm uygulanır, hudut ve sınırlar korunur.

              İmam, ALLAH'ın helalini helal, haramını da haram kılar, şer'i cezaları uygular, ALLAH'ın dinini savunur, (halkı) hikmet, güzel öğüt ve açık delillerle ALLAH'ın yoluna davet eder.

              İmam, gözlerin göremeyeceği ve ellerin ulaşamayacağı bir ufukta doğan ve ışınlarını âleme saçan bir güneşe benzer.

              İmam, ışık saçan dolunay, parlak kandil, doğan nur, karanlıklar ortasında hidayet yıldızı, doğru yolu gösteren kılavuz ve helak olmaktan kurtarıcıdır.

              İmam, yüksek tepede yanan bir ateştir. Isınmak isteyene sıcaklık bahşeder, tehlikeli yerlerde kılavuzdur, ondan ayrılan helak olur.

              İmam, yağmur yağdıran bulut, bol sağanak yağmur, kapsayıcı gölgesi olan gök, döşenmiş yer, bol suyu olan pınar, selin bıraktığı göl ve yerden biten yeşilliktir.

              İmam, yumuşak huylu emin, şefkatli baba ve ikiz kardeştir. Küçük yavrusuna iyilik yapan (şefkatli) anne gibidir ve kulların sığınağıdır.

              İmam, ALLAH'ın, yeryüzündeki ve mahlukatı arasındaki emini, kullarına hücceti ve şehirlerindeki halifesidir. (Halkı) ALLAH'a çağıran ve O'nun belirlediği sınırları savunandır.

              İmam, günahlardan tertemiz kılınan, ayıplardan arındırılmış olan, özelliği ilim, nişanesi hilim olan, dinin düzeni, Müslümanların izzeti, münafıkların öfkesi ve kâfirlerin yok edicisidir.

              İmam, zamanın yeganesidir. Hiçbir kimse onun makamına ulaşamaz; hiçbir alim onun dengi olamaz. Onun bedeli, misli ve eşi bulunmaz. Bağışlayan ALLAH'ın fazlı ile, talep ve kesbe dayanmaksızın, bütün faziletleri taşır. Durum böyle iken kim, İmam'ı tanıyabilir veya özelliklerinin özüne ulaşabilir?

              Heyhat, heyhat! İmam'ın makamlarından veya faziletlerinden birini tarif etmekte akıllar yitmiş, zihinler şaşkınlığa düşmüş, beyinler hayran kalmış, hatipler aciz kalmış, şairler yorulmuş, edipler acze düşmüş, fasihler yorulup güçsüzleşmiş, bilginler susup kalmış, hepsi acz ve güçsüzlüğünü itiraf etmiştir. Şu halde, onu bütünüyle anlatmak, olduğu gibi nitelemek nasıl mümkün olur? Kim, onun yerine geçebilir; ona olan ihtiyacı giderebilir? Bu nasıl mümkün olur? Oysa İmam, yıldızlar gibi kendisine ulaşmak isteyenlerin elinden ve niteleyenlerin nitelemesinden uzaktır.

              Bunlar bu makamın, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in Ehl-i Beyt'inden başkasında bulunacağını mı zannediyorlar? Andolsun ALLAH'a, nefisleri onları aldatmış ve onları yanlış arzulara sevk etmiştir. Onlar, sarp ve kaygan olan yüksek bir yere çıkmak istemişler de, ayakları kayarak uçuruma yuvarlanmışlardır. Kendi reyleriyle bir imam seçmek istemişler; oysa İmam seçmek nerde onların işi olabilir? İmam, cehaletten uzak alim, hile yapmayan yönetici ve nübüvvet madeni olmalıdır.

              Nesebiyle ayıplanmamalı ve soy sop sahibi hiçbir kimse onunla boy ölçüşememeli. Kureyş kabilesinden, Haşimi soyundan ve Peygamber ailesinden olmalı; şereflilere şeref vermelidir. Abdümenaf neslinden gelmelidir. Coşkun ilime ve kâmil hilme sahip, işleri yürütebilen, siyaset bilen, riyasete layık, İtaati farz olan, ALLAH'ın emrini ayakta tutan ve ALLAH'ın kullarının hayrını isteyen biri olmalıdır. ALLAH, peygamberleri ve onların vasilerini -ALLAH'ın salâtı onlara olsun- muvaffak eder, onları sebatlı kılar, başkalarına vermediği gizli ilim ve hikmetlerden onlara verir. İlimleri, zamanlarındaki bilginlerin ilminin üstünde olur. ALLAH Teâla buyurmuştur ki:
              "Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (7)

              Talut kıssasında da şöyle buyurmuştur:
              "Şüphe yok ki ALLAH, size onu seçti ve onu bilgi ve vücutta sizden üstün kıldı. ALLAH, mülkünü dilediğine verir." (8 )

              Davud aleyhi's-selam'ın kıssasında da şöyle buyurmuştur: "Davud Calut'u öldürdü. ALLAH da ona mülk (saltanat) ve hikmet ihsan etti ve ona dilediğinden öğretti." (9)

              Resul'üne de şöyle buyurmuştur: "ALLAH, sana kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti ve ALLAH'ın senin üzerindeki fazlı (lütuf ve ihsanı) pek büyüktür."(10)

              Peygamber'in Ehl-i Beyt'i, itreti ve soyundan olan imamlar hakkında da şöyle buyurmuştur:
              "Yoksa onlar, ALLAH'ın kendi fazlından insanlara (Peygamber Ehl-i Beyt'ine) verdikleri şeyler için onlara haset mi ediyorlar? Doğrusu biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir mülk (saltanat) de ihsan ettik. Böylece onlardan kimi, ona inandı, kimi de ona sırt çevirdi ve çılgın ateş olarak cehennem onlara yeter." (11)

              ALLAH, bir kulu, kullarının işlerini yönetmek için seçtiğinde bu iş için onun göğsünü genişletir, hikmet çeşmelerini kalbine yerleştirip diline akıtır. Artık bundan sonra hiçbir sorunun cevabında aciz kalmaz, onda doğrudan başka bir şey bulunmaz. O, daima ilahi tevfik, sebat ve te'yidden yararlanarak hata ve yanlışlıklardan korunmuş olur. ALLAH onu, yaratıklarına hüccet ve kullarına şahid olması için böyle yapar. Acaba insanlar, böyle bir kimseyi bulup seçebilirler mi? Ve seçtikleri kimsenin de bu vasıfları taşıyan olması mümkün olur mu?

              (Tuhaf'ul-Ukul,s.911)
              ________
              Dipnot:
              1- En'âm/38.
              2- Maide/3.
              3- Bakara/124.
              4- Enbiya/72,73.
              5- Âl-i İmran/68.
              6- Rum/56.
              7- Yunus/35.
              8- Bakara/247.
              9- Bakara/251.
              10- Nisa/113.
              11- Nisa/54,55.
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #37
                Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                İMAM RIZA (A.S)'DAN KIRK HADİS


                [b]İnsanların İki Kısım Oluşu

                1- "İnsanlar iki kısımdır: Kendisinden daha iyi ve takvalı olan ve kendisinden daha kötü ve aşağı olanlar. Kendisinden daha aşağı olan biriyle karşılaştığında şöyle demelidir: "Belki onun iyiliği gizlidedir ve bu onun yararınadır; benim iyiliğim ise açıktadır; bu da benim zararımadır." Ama kendisinden daha iyi ve daha takvalı birini gördüğünde, ona ulaşmak için karşısında tevazu etmelidir. Bunu yaparsa makamı yücelir, iyilikleri halis olur, ismi iyilikle anılır ve zamanının efendisi olur."[1]

                Hayır Beklenilmeyen Kimse

                2- "Asaletinde güvenirlik, tabiatında kerem, ahlakında sebat, nefsinde şeref ve kalbinde ALLAH korkusu tanımadığın kimseden, dünya ve ahiret işlerinden hiçbiri için hayır bekleme."[2]

                İmanın Dört Rüknü

                3- "İmanın dört rüknü vardır: ALLAH'a tevekkül etmek, ALLAH'ın kazâ ve kaderine razı olmak, ALLAH'ın emrine teslim olmak ve işleri ALLAH'a bırakmak. Salih kul (Mümin-i Âl-i Firavun) şöyle dedi: "Ben işimi ALLAH'a bırakıyorum... (Bunun üzerine) ALLAH, onların düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu."[3]

                İmanın İzahı

                4- "İman; farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmak, kalple ALLAH'ı tanımak, dille ikrar etmek ve uzuvlarla da amel etmektir."[4]

                Kur'ân'ın Tavsifi

                5- Bir Gün İmam Rıza (a.s) Kur'an'ı andığında, ondaki hücceti ve nazmındaki mucizeyi beyan ederek şöyle buyurdular: "Kur'an-ı Kerim, ALLAH'ın sağlam ipi, muhkem kulpu ve örnek yoludur. İnsanı cennete götürüp ateşten kurtarır. Zaman onu yıpratmaz, ağızlarda dolaşması onu basitleştirmez. Çünkü o, belli bir zaman için gönderilmemiştir. O, insan için açık bir delil ve hüccet kılınmıştır. Hiçbir taraftan batıl ona giremez. Zira o, Hamid (övgüye layık) ve Hekim (hikmet sahibi) olan ALLAH tarafından indirilmiş bir kitaptır."[5]

                Cömertle Cimrinin Ahlakı

                6- "Cömert, yemeğini yesinler diye halkın yemeğinden yer. Ama cimri, yemeğini yemesinler diye halkın yemeğinden yemez."[6]

                İmametle İmamın Toplumdaki Konumu

                7- "İmamet (Müslümanların önderliği); dinin yuları, Müslümanların düzeni, dünyanın ıslahı ve müminlerin izzetidir. İmamet; İslam'ın gelişen kökü ve yücelen dalıdır. İmam ile namaz, zekât, oruç, hac ve cihat kâmil olur, ganimet ve sadakalar çoğalır, had (şer'î ceza) ve hükümler uygulanır, hudut ve sınırlar korunur."[7]

                Afiyetin Dokuz Cüz'ünün Susmakta Olması

                8- "Öyle bir gün gelir ki, afiyet (rahatlık) on cüz olur; dokuz cüz'ü, insanlardan uzuaklaşmakla, bir cüz'ü de susmakla sağlanır."[8]

                Aklın ALLAH'ın Armağanından Olması

                9- İmam (a.s), Ebu Haşim-i Câferi'ye şöyle buyurdular: "Ey Ebu Haşim! Akıl ALLAH'ın bir armağanıdır; edep ise zahmetle elde edilen bir şeydir. Zahmetine katlanan onu elde eder; ama zahmet ve zorluğa katlanarak akıl elde etmeye çalışan, ancak cehaletini artırır."[9]

                Müminin Üç Haslete Sahip Olmadıkça Mümin Olamaması

                10- "Mümin, kendisinde üç haslet olmadıkça mümin olamaz: Rabbinden bir sünnet, Peygamberinden bir sünnet, velisinden (İmamından) bir sünnet. Rabbinden olan sünnet, sırrını başkalarından gizlemektir. Nitekim ALLAH-u Teala buyurmuştur ki: "Gizlileri bilendir, gizlileri razı olduğu elçilerden başka bir kimseye bildirmez." Peygamberden olan sünnet, halkla iyi geçinmektir. Nitekim ALLAH-u Azze ve Celle Peygamberine: "Halkın yanlışlıklarını af ve onları iyi iş yapmaya emret" diye buyurarak halkla iyi geçinmesini emretmiştir. Velisinden olan sünnet ise sıkıntı ve zorluklarda sabırlı olmaktır."[10]

                On Haslet Olmadıkça Aklın Kemale Ermemesi

                11- "Müslümanda on haslet olmadıkça aklı kemale ermez: İyiliği umulmalı, kötülüğünden emin olunmalı, başkalarının az iyiliğini çok görmeli, kendisinin çok iyiliğini az saymalı, ihtiyacı olanların müracaatından bıkmamalı, ömür boyu ilim talep etmekten yorulmamalı, ALLAH yolunda fakir olmayı zengin olmakta daha çok sevmeli, ALLAH yolunda aşağı olmayı düşmanlar içerisinde aziz (üstün) olmaya tercih etmeli, tanınmamayı meşhur olmaya üstün tutmalı, en önemli olan onuncusu ise karşılaştığı herkesi kendisinden daha iyi ve daha takvalı bilmesidir."[11]

                Nefsini Hesaba Çekenin Kâr Etmesi

                12- "Kim nefsini hesaba çekerse, kâr eder; kim ondan gafil olursa, zarara uğrar; kim (ALLAH'tan) korkarsa, güvene kavuşur; kim ibret alırsa, basiretli olur; kim basiretli olursa, anlar; kim de anlarsa, bilgili olur."[12]

                Kulların En İyileri

                13- "Kulların en iyileri kimlerdir?" diye sorduklarında şöyle buyurdular: "Kulların en iyileri, iyilik yaptığında sevinen, kötülük yaptığında mağfiret dileyen, kendisine bir nimet verildiğinde şükreden, sıkıntıya düştüğünde sabreden, sinirlendiğinde ise affeden kimselerdir."[13]

                Büyük Günahlar

                14- "Kaçınılması gerekli olan büyük günahlar şunlardır: ALLAH-u Teala'nın öldürülmesini haram kıldığı nefsi öldürmek, zina ve hırsızlık yapmak, şarap içmek, ana-babaya eziyet etmek, savaştan kaçmak, hakkı olmaksızın zorla yetimin malını yemek, zaruret olmaksızın murdarı, kanı, domuz etini ve ALLAH'ın adı getirilmeden kesilen hayvanın etini yemek, haram olduğu açıklandıktan sonra faiz yemek, haramdan mal kazanmak, kumar oynamak, ölçü ve tartıda eksik vermek, iffetli hanımlara iftira etmek, livata yapmak, yalan yere şahitlik etmek, ALLAH'ın lütfundan meyus olmak, ALLAH'ın cezalandırmasından korkmamak, ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmek, zalimlere yardımcı olmak, onlara yaslanmak, yalan yere yemin etmek, sıkıntıda olmaksızın halkın hakkını (borcunu) vermemek, yalan konuşmak, kibirli olmak, israf ve tebzir (savurganlık) etmek, hıyanet etmek, haccı küçümsemek, ALLAH'ın velileriyle savaşmak, boş şeylerle eğlenmek ve günah işlemekte ısrar etmek."[14]

                Abdestle İlgili Meseleler

                15- "(Abdest, ALLAH'ın Kur'ân'da buyurduğu üzere, yüzü ve elleri yıkamak, başı ve ayakları da meshetmektir) Abdeste, yüz ve elleri yıkamanın bir defası farz, ikincisi ikmaldir, fazlası ise günahtır, sevabı da yoktur. Abdesti ancak (bağırsaktan çıkan) gaz, bevl (idrar), gait (dışkı), uyku ve cünüplük bozar. Kim mestin üzerine mesh ederse, ALLAH'a, Peygamber'e ve Kur'an'a karşı çıkmıştır; abdesti de batıldır. Ali (a.s) da mestin üzerine meshetmede diğerlerine muhalefet etmiştir."[15]

                ALLAH'ın Lütuf ve İhsanı Karşılığında O'na İtaat Edilmesinin Gerekliliği

                16- "Eğer ALLAH-u Teala insanları, cennet ve cehennemle müjdeleyip korkutmasaydı, yine de onlara yaptığı lütuf ve ihsanı karşılığında ALLAH'a itaat edip O'na isyan etmemeleri gerekirdi."[16]

                Oruç Tutmanın Felsefesi

                17- "Orucun neden insanlara farz kılındığı sorulacak olursa cevap olarak şöyle denir: Açlık ve susuzluğun zorluğunu görerek ahiretin fakirliğini anlamaları ve oruçlunun, huşulu olması, zelil ve zavallı olduğunu anlaması, ödüllendirilmesi, sevaba ümitli olması, açlık ve susuzluk karşısında (bilinçle) sabrederek sevabı hakketmesi için oruç farz kılındı. Üstelik oruç, şehvetlerin (nefsi isteklerin) kırılmasına da sebep olur. Yine orucun farz kılınmasının sebebi, dünyada insanlara bir öğüt olması, onları dini mükellefiyetlerini yerine getirmeye yöneltmesi, ahiret için kılavuz olması, dünyadaki yoksulların durumlarını anlamaları ve ALLAH'ın onların mallarındaki farz kıldığı hakları yoksullara eda etmeleri içindir."[17]

                Namazın Cemaatle Kılınmasının Felsefesi

                18- "Namazın cemaatle kılınmasının hikmeti; tevhit, İslam ve ALLAH'a olan ibadetin, zahir, aşikar ve yaygın olması içindir. Çünkü bunların aşikar ve ibadetin sadece ALLAH'a mahsus oluşu, doğu ve batıda yaşayan herkese hüccet olması içindir. Yine, dini hafife alanların İslam'ın zahirine ikrar ettikleri şeyi eda etmeleri ve insanların birbirlerine şahitlik yapabilmelerinin câiz ve mümkün olması içindir. Bunlara ilave olarak namazın cemaatle kılınması, takvaya ve iyiliğe yardımcı olur ve ALLAH'a karşı yapılan birçok günahların önlenmesini sağlar."[18]

                Üç Şeyin Üç Şeyle Birlikte İstenmesi

                19- "ALLAH-u Teala, Kur'an'da üç şeyi üç şeyle birlikte emretmiştir: Namazı zekatla birlikte emretmiştir; öyleyse kim namaz kılıp da zekat vermezse, onun namazı kabul olmaz. ALLAH-u Teala, kendisine ve ana-babaya şükür ve teşekkür etmeyi birlikte emretmiştir; öyleyse kim ana-babaya teşekkür etmezse, ALLAH'a şükretmemiş sayılır. ALLAH-u Teala, kendisinden çekinmeyi ve sıla-i rahimde bulunmayı birlikte emretmiştir, öyleyse kim sıla-i rahim yapmazsa, ALLAH Azze ve Celle'den gerektiği şekilde çekinmemiştir."[19]

                Ehl-i Beyt'in Şefaati Ümidiyle İyi Amellerin Terk Edilmesinin Doğru Olmaması

                20- "Âl-i MUHAMMED'e (Ehl-i Beyt'e) olan sevgi ümidiyle (ona dayanarak) ibadette gayret göstermeyi ve salih ameller yapmayı asla terk etmeyiniz."[20]

                Hırs, Haset ve Cimrilikten Kaçınmanın Gerekliliği

                21- "Hırs ve hasetten kaçının; çünkü geçmiş ümmetleri bu iki sıfat helak etmiştir. Cimrilikten de sakının; çünkü cimrilik hür ve mümin insanda bulunmaması gereken imana aykırı bir afettir."[21]

                Ey Ali!

                22- "Ey Ali! Nimetlerin kadrini bilin (onların şükrünü yerine getirin). Çünkü nimetlerin kadri bilinmezse, elden çıkarlar; bir daha da geri dönmezler. Ey Ali! İnsanların en kötüsü, yardımını (halktan) esirgeyen, (sofrasına kimseyi davet etmeyip) yalnız yemek yiyen ve kölesine (hizmetçisine) kırbaç vuran kimselerdir."[22]

                Cemaatle Kılınan Her Rekatın İki Bin Rekata Bedel Olması

                23- "Namaz, vaktin evvelinde kılınmalıdır. Cemaatle kılınan her rekat, ferdi kılınan iki bin rekata bedeldir. Fasığın arkasında namaz kılma ve velâyet ehlinden başkasına da iktida etme."[23]

                Ay ve Günlerin Oruçları

                24- "Ramazan ayının orucu, Ramazan hilalinin görülmesiyle başlar ve Şevval hilalinin görülmesiyle de sona erer. Teravih namazı (Ramazan ayı gecelerinde kılınan müstehap namazlar, diğer müstehap namazlar gibi) cemaatle kılınmaz. Her ay üç gün oruç tutmak müstahaptır; her on günden birini; ilk on günde perşembe, ikinci on günde çarşamba, son on günde de yine perşembe günü. Şaban ayının orucu güzel bir amel ve sünnettir. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: ‘Şaban ayı, benim ayımdır; Ramazan ayı da ALLAH'ın ayıdır.' Ramazan ayının kaza olan oruçları artarda olmasa da olur."[24]

                Rahatlığı, Lezzeti, Vefası ve Yiğitliği Olmayanlar

                25- "Cimrinin rahatlığı, hasetçinin lezzeti, çabuk usananın vefası, yalancının da yiğitliği olmaz."[25]

                Namazın Felsefesi

                26- "Namazın felsefesi; ALLAH'ın rububiyetine ikrar etmek, şeriki olmadığını belirlemek, onlara itiraf ederek Cebbar olan ALLAH'ın önünde huzu ve huşu içerisinde durmak, geçmiş günahların affedilmesini dilemek, ALLAH'ın büyüklüğü karşısında günde beş defa yüzü yere koymak, unutmamak ve azmamak için ALLAH'ı sürekli anmak, O'nun huzurunda kendini hor ve hakir görmek, din ve dünyayla ilgili nimetlerin artmasını da talep etmektir. Üstelik namaz, mevlâ, yöneten ve yaratanı unutarak azmamak ve haddi aşmamak için insanı, gece gündüz sürekli olarak ALLAH'ı hatırlamaya iter. Namazda Rabbini anması ve O'nun huzurunda durması, onu her çeşit günah ve fesattan alı koyar."[26]

                Cihadın Ancak Adil İmamın Emriyle Yapılması

                27- "Cihad, adil imamın emriyle yapılır. Kim mal, mülk ve canını savunma uğruna savaşır da öldürülürse, şehittir. Takiyye yurdunda (küfür diyarında) hiçbir kafiri öldürmek câiz değildir; ancak can tehlikesi olmadığı takdirde kafirden katil veya baği (azgın) olanlar öldürülebilir. Aynı mezhepten olmasalar da insanların mallarını haksız yere yemek câiz değildir."[27]

                Müminin Mümin Olduğu Halde Günah İşlememesi

                28- "İslam, imandan başkadır. Her mümin, Müslümandır, ama her Müslüman mümin değildir. Hırsız, mümin olduğu halde hırsızlık yapmaz. Şarap içen de, mümin olduğu halde şarap içmez. Mümin, mümin olduğu halde ALLAH'ın haram kıldığı canı öldürmez. Haddi (şer'i cezayı) hak eden kimseler, ne mümindirler, ne de kâfir (yani müslümandırlar). ALLAH kendisine cenneti ve orada ebedî kalmayı vaat ettiği bir mümini cehenneme sokmaz. Nifak, fısk veya büyük bir günahtan dolayı cehennem ateşini hak eden bir kimse, ne müminlerle haşrolur ve ne de onlardan sayılır."[28]

                Şarabın Haram Kılınmasının Sebebi

                29- "ALLAH Teala şarabı haram kılmıştır. Çünkü şarap fesada ve onu içen kimsenin şuurunu yitirip ALLAH'ı inkar etmesine, ALLAH'a ve resullerine iftirada bulunmasına sebep olur. Yine şarap; fesat, öldürme, birbirine itham etme (kazf), zina ve ALLAH'ın haramlarından çekinmemeye yol açar. Bundan dolayı, içinde sarhoş edici maddenin bulunduğu her şeyin içilmesinin haram olduğuna hükmettik. Çünkü şarabı içmekle meydana gelen sonuçlar, diğer sarhoş edici meşrubatın içilmesiyle de meydana gelir. Öyleyse ALLAH'a ve ahiret gününe inanan, biz Ehl-i Beyt'i seven ve bizi dost tutmakla şereflenen herkes, her türlü sarhoş edici meşrubattan uzak dursun. İçki içenlerle bizim aramızda hiçbir bağ yoktur."[29]

                Yedi Şeyin Yedi Şey Olmaksızın Alay Sayılması

                30- "Yedi şey olmadan yedi şey alay sayılır: Kim kalpten pişman olmadan diliyle mağfiret dilerse, kendisini alay etmiştir; kim ALLAH'tan başarı ister de ciddiyet göstermezse, kendisiyle alay etmiştir; kim ihtiyatlı olmak ister de sakınmazsa, kendisiyle alay etmiştir; kim ALLAH'tan cenneti niyaz eder de sıkıntılarda sabırlı olmazsa, kendisiyle alay etmiştir; kim cehennemden ALLAH'a sığınır da dünyevi lezzetleri terk etmezse, kendisiyle alay etmiştir; kim ALLAH'ı anar da O'na kavuşmaya koşmazsa, kendisiyle alay etmiştir."[30]

                Sıla-i Rahim Yapmanın Gerekliliği

                31- "Bir yudum suyla bile olsa, sıla-i rahimde bulun; en iyi sıla-i rahim akrabaya eziyet etmemektir. ALLAH-u Teala Kur'an'da şöyle buyurmuştur: "Sadakalarınızı, minnet ve eziyet ederek batıl etmeyin."[31]

                Aklın İnsanın Dost ve Düşmanı Olması

                32- "Herkesin dostu, aklıdır; düşmanı ise cehaletidir."[32]

                Selam Vermede Fark Koymanın ALLAH'ın Gazabına Sebep Olması

                33- "Kim, fakir bir Müslümanla karşılaştığında, zengine verdiği selâmdan farklı bir şekilde ona selâm verirse, kıyamet günü ALLAH'ı, kendisine gazap ettiği halde mülakat eder."[33]

                Nasıl Sabahladıklarını Açıklaması

                34- "Nasıl sabahladınız?" diye sorduklarında şöyle buyurdular: "Yakınlaşmış bir ecel (azalmış bir ömür) ve korunmuş (yazılmış-kaydedilmiş) bir amelle sabahladım; ölüm yanı başımızda beklemekte, ateş arkamızda durmakta ve bize ne yapılacağını da bilmemekteyiz."[34]

                İman Edilmesi Gereken Meseleler

                35- "Kabir azabına, nekir ve münkire, ölümden sonra dirilmeye, hesaba (sorgu suale), teraziye ve sırata iman etmek, sapıklık önderlerinden ve onların takipçilerinden uzaklaşmak, onlardan teberri etmek, ALLAH'ın velilerini veli edinmek, şarabın azını da çoğunu da haram bilmek dinimizdendir."[35]

                Yenmesi Helal veya Haram Olan Yumurtaların Tanınması İçin Bir Ölçü

                36- "İki tarafı birbiriyle eşit olmayan her yumurtanın yenmesi helâldir. İki tarafı birbiriyle eşit olan her yumurtanın yenmesi de haramdır."[36]

                Hediyenin Kinleri Gidermesi

                37- "Hediye, kinleri gönüllerden giderir (öyleyse hediye verin)."[37]

                Çoğu Sarhoş Eden Her Şeyin, Azının da Haram Olması

                38- "Sarhoş edici her şey şaraptır. Çoğu sarhoş eden her şeyin, azı da haramdır. Mecburiyette kalan kimse bile şarap içmemelidir; çünkü şarap (aklı mahvederek ruhi yönden) onu öldürür."[38]

                Yeni Doğan Çocuğun Yedinci Gününde Yapılması Gereken Şeyler

                39- "Yeni doğan erkek veya kız çocuğu için yedinci gün kurban kesilir, aynı gün saçı kesilir, ismi konulur ve o günde saçının ağırlığı miktarınca da altın ve gümüş sadaka verilir."[39]

                Kıyamet Günü İmam (a.s)'a En Yakın Olacak Kimseler

                40- "Kıyamet günü bana en yakın olanınız, ahlâkı en güzel olan ve ailesi için en hayırlı olanınızdır."[40]
                ____________________
                Kaynaklar
                [1] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 925. h. 17
                [2] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 929. h. 31
                [3] - Mu'min/44 ve 45. Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 338.
                [4] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 877.
                [5] - Bihar'ul-Envar, c. 92, s. 14.
                [6] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 929, h. 33.
                [7] - Usul-u Kafi, c. 1, s. 200.
                [8] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 929, h. 35.
                [9] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 933, h. 43.
                [10] - Usul-u Kafi, c. 2, s. 241.
                [11] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 336.
                [12] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 352.
                [13] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 927.
                [14] - Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c. 2, s. 127.
                [15] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 867.
                [16] - Bihar'ul-Envar, c. 71, s. 174.
                [17] - Bihar'ul-Envar, c. 96, s. 370.
                [18] - Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c. 2, s. 109; el-Hayat, c. 1, s. 233.
                [19] - a.g.e, c. 1, s. 258.
                [20] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 347.
                [21] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 346.
                [22] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 933, h. 41.
                [23] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 867.
                [24] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 871.
                [25] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 345.
                [26] - Uyun-u Ahbar'ir-Rıza, c. 2
                [27] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 871.
                [28] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 877.
                [29] - Vesail'uş- Şia, c. 17, s. 262.
                [30] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 356.
                [31] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 338.
                [32] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 923, h. 14.
                [33] - Vesail'uş- Şia, c. 8, s. 442.
                [34] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 929, h. 30.
                [35] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 877.
                [36] - Müsned-i İmam Rıza, c. 1, s. 294.
                [37] - Bihar'ul-Envar, c. 78, s. 352.
                [38] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 879.
                [39] - Tuhaf'ul-Ukul, s. 875.
                [40] - Müsned-i İmam Rıza, c. 1, s. 294.
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #38
                  Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                  İMAM RIZA (A.S)'IN YAŞANTISIYLA İLGİLİ HADİS VE RİVAYETLER


                  Birinci Bölüm: İmam (a.s)'ın İbadî Siresi

                  1- ALLAH'ı Anması

                  Reca bin Ebî Zehhak diyor ki:
                  "ALLAH'a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)'dan daha takvalı, bütün vakitlerinde ALLAH'ı daha çok anan ve onun kadar ALLAH'tan daha çok korkan bir kimse görmedim." [1]

                  2- Gece İbadetleri

                  Meşhur şair olan Di'bil'in kardeşi İsmail bin Ali diyor ki:
                  İmam Rıza (a.s) Di'bil'e yünlü kumaştan bir gömlek hediye ederek şöyle buyurdu:
                  "Bu gömleği koru (onun kadrini bil); ben bin gece ve her gece bin rekat namaz onda kıldım ve Kur'ân'ı bin defa o gömlekte (onu giydiğim halde) hatmettim." [2]

                  3- Gece Namazı

                  Reca bin Ebî Zehhak diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) seferde ve vatanda gece namazını, şef' namazını, vitr namazını ve iki rekat da sabah namazının nafilesini terk etmiyordu." [3]

                  4- Çoğu Geceleri Yatmaması

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) geceleri çok az uyurdu ve çoğu geceleri sabaha kadar (ibadet için) uyumazdı." [4]

                  5- Yolculuktaki İbadeti

                  İmam Rıza (a.s)'ı Medine'den Horasan'a götürmekle görevli olan Memun'un memurlarının komutanı Reca bin Ebî Zehhak, İmam Rıza (a.s)'ın yolculuk esnasındaki gece gündüz yaptığı ibadetlerini anlatırken şöyle diyor:
                  "İmam Rıza (a.s) geceyi sabahladığında sabah namazını kılıyordu ve namazın selamını verdikten sonra namaz kıldığı yerde oturup güneş doğuncaya dek tespih, hamd, tekbir ve tehlil zikirleri ve Peygamber (s.a.a)'e salavat göndermekle meşgul oluyordu..." [5]

                  6- Zindandaki İbadeti

                  Abdusselam bin Hirevi (el-Heratî) şöyle diyor:
                  "İmam Rıza (a.s)'ın Serahs'da hapsedildiği evin kapısına giderek hapishane bekçisinden İmam'la görüşmek için izin istedim. Bekçi cevaben: "Senin ona ulaşmana bir yol yoktur" dedi. "Neden?" dediğimde şöyle dedi: "Çünkü O birçok zaman, bir günde (gecesi de dahil olmak üzere) bin rekat namaz kılmaktadır..." [6]

                  7- Üç Günde Bir Kur'ân'ı Hatmetmesi

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) her üç günde bir defa Kur'ân'ı hatmediyor ve buyuruyordu ki:
                  "Eğer üç günden daha kısa bir zamanda hatmetmek istesem edebilirim ama, her bir ayetin hangi şey hakkında ve ne zaman nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum. İşte bundan dolayı üç günde hatmediyorum." [7]

                  8- Kur'ân Okuması

                  Reca bin Ebî Zehhak diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) geceleri yatmak istediğinde çok Kur'ân okuyordu. Cennet ve cehennemden bahseden bir ayete ulaştığında ağlayarak ALLAH'tan cenneti isteyip cehennem ateşinden de O'na sığınıyordu." [8]

                  9- Sözlerine Kur'ân'dan Şahit Getirmesi

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "...Memun, İmam Rıza (a.s)'a her şeyden soru sorarak O'nu imtihan ediyordu; İmam Rıza (a.s)'ın da bütün sözleri, cevapları ve şahit getirmeleri Kur'an'dan idi."[9]

                  10- Oruç Tutması

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) çok (müstahap) oruç tutuyordu ve her ay üç gün (ayın evvelinde, ortasında ve sonunda) oruç tutmayı kesinlikle kaçırmazdı." [10]

                  İkinci Bölüm: İmam (a.s)'ın Duaları

                  11- Salavât Getirmesi

                  Reca bin Ebî Zehhak diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) dualarına Peygamber (s.a.a)'e ve Ehl-i Beyti'ne salavat getirmekle başlıyordu. Namazda ve diğer zamanlarda da çok salavat getiriyordu."[11]

                  12- Peygamberlerin Silahınâ Sarılmayı Tavsiye Etmesi

                  Ravi diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) sürekli ashabına: "Peygamberlerin silahına sarılın" diye buyuruyordu. "Peygamberlerin silahı nedir?" diye sorduklarında: "Duadır" buyuruyorlardı."[12]

                  13- Hz. Mehdi'ye Dua Etmeyi Emretmesi

                  Yunus bin Abdurrahman diyor ki:
                  "Ali bin Musa er-Rıza (a.s) bize sürekli olarak ALLAH'ın hücceti olan Sahib'uz- Zaman'a (Hz. Mehdi'ye) dua etmemizi emrediyordu."[13]

                  14- Evden Çıktığında Okuduğu Dua

                  İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
                  "İmam Bakır (a.s) evinden çıktığında şöyle diyordu: "ALLAH'ın adıyla çıktım; ALLAH'ın adıyla giriyorum, ALLAH'a tevekkül ettim; güç ve kudret ancak ulu ve yüce olan ALLAH'tandır."
                  MUHAMMED bin Sinan diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) da evinden çıktığında aynı duayı okuyordu."[14]

                  15- Cuma Namazından Sonraki Duası

                  Ali bin İbrahim bin Haşim diyor ki:
                  Yasir bana şöyle dedi: "İmam Rıza (a.s) cuma günü (Horasan'da Memun'un arkasında kıldığı) cemaat namazından toz-toprak ve terli bir vaziyette evine döndüğünde ellerini kaldırarak şöyle dedi:
                  "ALLAH'ım, eğer içinde bulunduğum bu sıkıntıdan kurtulmak ölümümleyse, o halde onu bana çok çabuk ulaştır."
                  İmam Rıza (a.s) vefat edinceye dek sürekli gamlı ve kederliydi."[15]

                  16- Kunutta Okuduğu Dua

                  Reca bin Ebî Zehhak diyor ki:
                  İmam Rıza (a.s) bütün namazlarının kunutunda şu duayı okuyordu:
                  "Rebbiğfir ve'rham ve tecavez amma ta'lemu inneke ente'l- eazz'ul- ecell'ul- ekrem."
                  "Rabbim, beni bağışla; bana merhamet et; bildiğin hatalarımdan geç; şüphesiz sen en aziz, en yüce ve en değerlisin."[16]

                  17- İhlas Suresini Okuduğunda Söylediği Söz

                  Reca bin Ebî Zehhak diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) İhlas suresini okuduğunda yavaşça: "ALLAH'u ehad" (ALLAH tektir) buyuruyordu. İhlas suresini okuyup bitirdiğinde ise üç defa: "Kezalikellahu rebbuna" (Rabbimiz böyledir) buyuruyordu."[17]

                  Üçüncü Bölüm: İmam (a.s)'ın Ruhî Özellikleri

                  18- Edebi

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "Ben, İmam Rıza (a.s)'ın, köle ve hizmetçilerinden birine sövdüğünü, bir kimseye tükürdüğünü ve kahkahayla güldüğünü kesinlikle görmedim; onun gülüşü tebessüm idi..."[18]

                  19- Ahlakı

                  Ehl-i Sünnetin büyük alimlerinden olan İbn-i Ebî'l- Hadid-i Mutezilî diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s), insanların en bilgini, en yücesi (üstünü) ve ahlak açısından da en değerlisi idi."[19]

                  20- Zühdü

                  İbn-i Şehraşub diyor ki:
                  "Süfyan-i Sevrî İmam Rıza (a.s)'ın yünlü bir kumaş giydiğini görünce: "Ey Resulullah'ın evladı! Bundan daha düşük bir elbise giyseydiniz daha iyi olurdu" dediğinde İmam (a.s): "Elini getir" diye buyurdu.
                  Sonra onun elini, elbisesinin yenine (kol ağzına) sokarak iç elbisesinin nasıl olduğunu ona bildirmek istedi. Böylece Süfyan-i Sevri, İmam (a.s)'ın iç elbisesinin telisten (yumuşak olmayan sert bir elbiseden) olduğunu görüp anlamış oldu. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular:
                  "Ey Süfyan! Yünlü kumaş, halk içindir; telis (bu sert elbise) ise, Hak (ALLAH) içindir."[20]

                  Dördüncü Bölüm: İmam (a.s)'ın Şahsî Siresi

                  21- Fazileti

                  İmam Musa Kazım (a.s) buyurdular ki:
                  "Oğlum Ali (İmam Rıza) benim en büyük oğlum, sözümü en çok dinleyen ve emrime en çok itaat edendir; O, benimle "Cefr" ve "Camia" kitabına bakıyor. Peygamber ve Peygamber'in vasisinden başkası o kitaba bakamaz."[21]

                  22- Sade Yaşayışı

                  Ebu Ubbad diyor ki:
                  İmam Rıza (a.s), yazın hasırın üzerinde, kışın ise kilimin (veya çulun) üzerinde oturuyordu; elbisesi sertti; halkın huzuruna çıkmak isteriğinde ise onlar için süsleniyordu (kendisine çeki-düzen veriyordu)."[22]

                  23- Namaz Misvakı

                  İmam Rıza (a.s)'ın içerisinde beş misvak bulunan bir çantası vardı. Onlardan her birinin üzerine beş namazdan birinin ismi yazılmıştı. Her namaz vakti, o namaz için tahsis edilen misvakla dişlerini misvaklıyordu."[23]

                  24- Misk ve Gül Suyu Kullanması

                  Sûlî diyor ki:
                  Büyük annemden İmam Rıza (a.s)'la ilgili soru sorduklarında şöyle diyordu:
                  "Ondan bir şey hatırlamıyorum. Sadece Hindistan uduyla (bir çeşit koku) tütsülendiğini ve daha sonra misk ve gül suyu kullandığını görüyordum."[24]

                  25- Hacamat Ettirmesi

                  Ensarî diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s)'ın kanı bazen taşkınlık ettiğinde (tansiyonu yükseldiğinde) gece yarısı hacamat ettiriyordu (iki omuzu arasından kan aldırıyordu)."[25]

                  26- Yüzüğünün Nakşı

                  Yunus bin Abdurrahman diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s)'dan kendi yüzüğüyle babasının yüzünün nakşı hakkında sordum. Buyurdular ki:
                  "Yüzüğümün kaşının nakşı (yazısı) şudur:
                  "MâşâALLAH, lâ kuvvete illa billah" (ALLAH'ın istediği olur; bütün güçler ALLAH'tandır.) Babamın yüzüğünün nakşı (yazısı) ise şu idi:
                  "Hasbiyellah" (ALLAH bana yeter.) O, (mektupları) onunla mühürlediğim yüzüktür."[26]

                  27- Üzümü Sevmesi

                  Muhammed b. Cehm diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) (meyveler içerisinde) üzümü çok severdi."[27]

                  28- Bir Şey Yazarken ALLAH'ın Adını Anması

                  Hasan bin Şu'be el-Harranî diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s), ihtiyaçlarını not etmek istediğinde şöyle yazıyordu: "Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın adıyla; hatırlarım inşaALLAH."
                  Daha sonra istediği şeyi yazardı."[28]

                  29- Çoğu Zaman Okuduğu Şiir

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  İmam Rıza (a.s) çoğu zaman şu şiiri zemzeme ediyordu:
                  Naz-u nimet içerisinde olduğunda onunla mağrur olma.
                  Fakat, ‘ALLAH'ım, esenlik ver ve nimetini tamamla' söyle.[29]

                  Beşinci Bölüm: İmam (a.s)'ın Toplumsal Siresi

                  30- Oğluna Karşı Davranışı

                  İmam Rıza (a.s)'ın katibi Ebu'l- Hüseyin bin Muhammed diyor ki:
                  İmam Rıza (a.s), oğlu MUHAMMED Takî (a.s)'ı künyesiyle anar ve şöyle buyururdu:
                  "Ebu MUHAMMED bana yazdı."
                  Oysa o Medine'de henüz çocuktu ama bununla birlikte saygıyla onu yad eder ve mektuplarının cevabını çok fasih ve güzel bir şekilde verirdi."[30]

                  31- İhsan ve Sadakası

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) gizlide çok ihsanda bulunur ve sadaka verirdi. Bu amelleri daha çok karanlık gecelerde yapardı. Kim, fazilette onun mislini gördüğünü zannederse, onu tasdik etmeyin."[31]

                  32- İnfak ve Bağışı

                  Muammer bin Hallad diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s) yemek istediği zaman, bir tepsi getirerek sofranın kenarına bırakırlardı. İmam (a.s) kendisi için getirilen yemeklerin en iyisinden bir miktarını alıp o tepsiye bırakırdı. Daha sonra onu fakirlere götürmelerini emrederdi."[32]

                  33- Halka İhtiramı

                  İbrahim bin Abbas diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s)'ın, her hangi bir kimseyi incittiğini, herhangi bir kimsenin sözünü kestiğini veya ihtiyacını karşılamaya kadir olduğu herhangi bir muhtacı eli boş geri çevirdiğini görmedim."[33]

                  34- Namazı İlk Vakitte Kılması ve Halkın İşlerine Yetişmesi

                  Sûlî diyor ki:
                  (Bir müddet İmam Rıza (a.s)'a hizmet etme iftiharına nail olan) büyük annem bana şöyle dedi:
                  "İmam Rıza (a.s), sabah namazını ilk vaktinde kıldıktan sonra secdeye kapanıp güneş yükselinceye dek başını secdeden kaldırmazdı. Daha sonra kalkıp halk için oturuyordu (onların işleriyle ilgilenip ihtiyaçlarını gideriyordu) ve (daha sonra) bineğine binerek işinin peşine gidiyordu."[34]

                  35- Misafiri Ağırlaması

                  Ubeyd bin Ebî Abdullah el-Bağdadî bir şahıstan şöyle dediğini naklediyor:
                  "İmam Rıza (a.s)'a bir misafir geldi. İmam (a.s) onun yanında oturarak onunla sohbet ettiği bir sırada lambanın ışığı bozuldu. Misafir elini uzatıp onu düzeltmek istediğinde İmam (a.s) onu bu işten menetti ve kendisi ileri gelerek onu düzeltti. Sonra buyurdular ki:
                  "Biz öyle bir kavimiz ki, konuğumuzu işletmeyiz."[35]

                  36- Memun'a Nasihat Etmesi

                  Şeyh Mufid (r.a) diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s), Memun'la baş başa kaldığında ona öğüt veriyor, onu ALLAH'tan sakındırıyor ve yaptığı çirkin işlerinden dolayı onu kınıyordu. Memun ise bu tavsiye ve nasihatleri İmamdan kabul ettiğini izhâr ediyor ama bu sözlerin kendisine ağır geldiğini ve bu çeşit nasihatlerden hoşlanmadığını açığa vurmuyordu."[36]

                  Altıncı Bölüm: İmam (a.s)'ın Hizmetçilere Karşı Davranışı

                  37- Hizmetçisine Şefkati

                  İmam Rıza (a.s)'ın hizmetçisi Nadır şöyle diyor:
                  "Ebu'l- Hasan'ir- Rıza (a.s), cevizli helvayı dürüm yaparak bana veriyordu."[37]

                  38- Sofra Başında Hizmetçiye Karşı Davranışı

                  İmam (a.s)'ın Hizmetçisi Nadır diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s), hizmetçilerden biri yemek yediğinde, yemekten kalkmadıkça ona bir iş yaptırmazdı."[38]

                  39- Elinin Altındakilere Karşı Tavrı

                  İmam Rıza (a.s)'ın hizmetçisi Yasır diyor ki:
                  "İmam Rıza (a.s), boş vakit bulduğunda küçük-büyük bütün hizmetçilerini toplayıp onlarla karşılıklı konuşarak muhabbet ediyorlardı. Sofra başına oturduğunda, onlardan büyük-küçük hiç kimseyi, hatta hayvan bakıcılarıyla hacamat yapanı bile terk etmez, hepsini kendisiyle birlikte sofranın başına oturturdu."[39]

                  40- İşçinin Ücretini Belirlemeyi Tavsiye Etmesi

                  Süleyman bin Cafer el-Caferî diyor ki:
                  "Ben bir iş için İmam Rıza (a.s)'ın yanına gitmiştim... O, Muatteb (veya Muğayyeb) ile evine girdi. Bu sırada kölelerinin çamur işiyle çalıştıklarını ve onlardan olmayan bir zencinin de onlarla birlikte çalıştığını gördü. Bunun üzerine: "Onun ücretini belirlemiş misiniz?" diye sordu. Cevaben: "Hayır" dediler...
                  Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ben defalarca sizi, bir işçinin ücretini belirlemeden onu kendinizle çalıştırmaktan sakındırmışım..."[40]
                  ______________
                  Kaynaklar:
                  [1] - Mişkat'ul- Envar, S. 62.
                  [2] - Bihar, C. 83, S. 222, H. 7.
                  [3] - Bihar, C. 49, S. 94.
                  [4] - Bihar, C. 49, S. 91.
                  [5] - Bihar, C. 49, S. 92.
                  [6] - Uyun, C. 2, S. 197, H. 6.
                  [7] - Bihar, C. 92, S. 204, H. 1.
                  [8] - Uyun, C. 2, S. 196; Bihar, C. 49, S. 94.
                  [9] - Uyun, C. 2, S. 193, H. 4.
                  [10] - Uyun, C. 2, S. 184.
                  [11] - Uyun, C. 2, S. 194, H. 5.
                  [12] - Mekarim'ul- Ahlak, S. 270.
                  13] - Bihar, C. 95, S. 33, H. 4; S. 332, H. 5.
                  [14] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 90, H. 1238.
                  [15] - Uyun, C. 2, S. 18, H. 34.
                  [16] - Bihar, C. 85, S. 200, H. 10.
                  [17] - Bihar, C. 92, S. 347, H. 9.
                  [18] - Uyun, C. 2, S. 197, h.7.
                  [19] - Şerh-i Nehc'ul- Belağa, C. 15, S. 291.
                  [20] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 360.
                  [21] - Cefr; Hz. Ali ve diğer İmamlar vasıtasıyla yazılan olay ve vakıaları içermektedir. Camia ise, bütün ilimlerin remzi olan Hz. Ali (a.s)'ın kitabıdır. Her iki kitap, imamet emanetlerindendir. (Bihar, C. 49, S. 20, H. 25.)
                  [22] - Uyun, C. 2, S. 192, H. 1.
                  [23] - Mekarim'ul- Ahlak, S. 50.
                  [24] - Mekarim'ul- Ahlak, S. 40.
                  [25] - Mekarim'ul- Ahlak, S. 73.
                  [26] - Vesail'uş- Şia, C. 3, S. 410, H. 3.
                  [27] - Bihar'ul- Envar, C. 49, S. 308.
                  [28] - Tuhaf'ul- Ukul, S. 923, H. 12.
                  [29] - Uyun, C. 2, S. 191, H. 9.
                  [30] - Uyun, C. 2, s.266, H. 1.
                  [31] - Bihar, C. 49, S. 91.
                  [32] - Bihar, C. 49, S. 97, H. 11.
                  [33] - Uyun, C. 2, S. 197, H. 7; Bihar, C. 49, S. 90, H. 4.
                  [34] - Bihar, C. 49, S. 90, H. 2.
                  [35] - Bihar, C. 2, S. 102, H. 20.
                  [36] - Bihar, C. 49, S. 308, H. 18.
                  [37] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 200, H. 1584.
                  [38] - Kâfî, C. 6, S. 298, H. 11.
                  [39] - Uyan, C. 2, S. 170 ve 190, H. 24; Bihar, C. 66, S. 351, H. 1.
                  [40] - Kâfî, C. 5, S. 288, H. 1.
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                    İMAM ALİ RIZA (A.S)'IN HAYATIYLA İLGİLİ SORULAR VE CEVAPLAR


                    S. 1- İmam Rıza (a.s)'ın ismi ve künyesi nedir?
                    C. 1- İsmi Ali Rıza , künyesi ise Ebu-l Hasandır.

                    S. 2- İmam Rıza (a.s)'ın anne ve babasının isimleri nelerdir?
                    C. 2- Babasının ismi İmam Musa Kazım (a.s), annesinin ismi ise "Necme"dir.

                    S. 3- İmam Rıza (a.s) ne zaman ve nerede doğmuştur?
                    C. 3- Hicretin 148. Yılında, Zilkade'nin on ikinci günü Medine'de doğmuştur.

                    S. 4- İmam Rıza (a.s)'ın hayat dönemi kaç bölüme ayrılır?
                    C. 4- Üç bölüme ayrılır:
                    a) İmametinden önceki dönem
                    b) Medine'deki imametinden sonraki dönem.
                    c) Horasan'daki imametinden sonraki dönem.

                    S. 5- İmam Rıza (a.s)'ın imamet müddeti kaç yıldır?
                    C. 5- Yirmi yıl.

                    S. 6- İmam Rıza (a.s)'ın hayatının en hassas dönemi hangi dönemidir?
                    C. 6- İmam Rıza (a.s)'ın hayatının en hassas dönemleri, O Hazretin imamet dönemi ve özellikle Horasan'daki üç yıllık siyasi yaşantısı olmuştur.

                    S. 7- İmam Rıza (a.s), bir noktadan haraket eden iki yolcunun namazlarıyla ilgili sordukları soruya neden ayrı cevaplar verdiler?
                    C. 7- İmam Rıza (a.s) onlardan birine: "Senin namazın seferidir"; diğerine ise: "Senin namazın tamdır." buyurdular. Daha sonra, namazını kamil kılması gereken şahısa şöyle izah da bulundular: "Senin namazının kamil olarak kılınmasının sebebi şudur ki sen, sultanı (yani zalim Me'mun'u) görmek için gelmişsin; bundan dolayı senin seferin (yolculuğun) günah olan bir yolculuktur, günah için bir yolculuk namazın seferi kılınmasına sebep olmaz."
                    İmam Rıza (a.s), hatta ahkam söylediğinde bile halkı zamanın tağutlarından sakındırıyorlardı.[1]

                    S. 8- Me'mun, neden İmam Rıza (a.s)'ı Horasan'a davet etti.
                    C. 8- Me'mun kendi sarayına azamet, kudret ve ilmi değer vermek, diğer taraftan da Ali evladı taraftarlarının rahatsızlıklarını azaltmak ve geçmiş zulümlerini telafi etmek için İmam Rıza (a.s)'ı Medine 'den Merv'e (Horasan'a) davet etmeyi karar aldı. Me'mun Kendi etrafındakilerle, özellikle zeki ve istidatlı bir kişi olan ve ülkenin işleri elinde bulunan "Fazl b. Sehl" ile istişare ettikten sonra çok ısrarla İmam Rıza (a.s)'ın Medine'den Horasana gelmesini istedi.[2]

                    S. 9- "Silsilet'uz- Zeheb" hadisi nasıl bir hadistir, kimin vasıtasıyla ve nerede beyan edilmiştir?
                    C. 9- İmam Rıza (a.s) Horasan'a yolculuğa çıktıklarında "Nişabur" şehrine ulaştılar, orada tevhit ve ALLAH Teala'nın birliğiyle ilgili olan şöyle bir hadis söylediler; "ALLAH-u Teala buyurmuştur ki: "La ilahe illâllah kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim kaleme girerse azabımdan emanda kalır."
                    İmam Rıza (a.s) hadisi buyurduktan az sonra; "Ama şartı ve şurutuyla; ben de onun şartlarındanım." buyurdular.

                    S. 10- "Silsilet'uz- Zeheb"'in lügat anlamı nedir ve ona silsilet'uz- Zeheb demelerinin sebebi nedir?
                    C. 10- Silsilet'uz- Zeheb'in lügat anlamı "altın zincir" demektir. Çünkü o hadisi rivayet edenler, Hz. Peygamber (s.a.a)'e kadar masum olan İmamlardır, bu yüzden ona "altın zincirli hadis" demişlerdir.

                    S. 11- İmam Rıza (a.s)'ın buyurduğu silsilet'uz- Zeheb hadisinden ne gibi nükteler istifade edilir.
                    C. 11- İmam Rıza (a.s)'ın buyurduğu Silsilet'uz- Zeheb hadisinden üç nükte istifade edebiliriz:
                    a) Babalarının ismini getirerek mezkur hadisi onlardan nakletmesiyle, onların hepsinin İlahi halifeler olduğunu, halka bir daha hatırlatmış oldu.
                    b) Bütün itikatların esası ve temeli olan ALLAH'a tapma ve tağutlara yönelmeme mevzusunu onlara hatırlattı.
                    d) Şirk ve riyadan uzak bir şekilde ALLAH'a gerçek olarak tapmanın, Ehl-i Beytin velayetine bağlı olması gerektirdiğini vurguladı...[3]

                    S. 12- Hangi İmam "Alim-i Âl-i MUHAMMED" lakabıyla meşhurdur?
                    C. 12- İmam Ali Rıza (a.s).

                    S. 13- İmam Rıza (a.s)'ın hizmetçisinin ismi ne idi?
                    C. 13- İmam Rıza (a.s)'ın hizmetçisinin ismi "Muvvafak" idi.

                    S. 14- İmam Rıza (a.s) kaç yaşında ve kimin eliyle zehirlendi?
                    C. 14- Me'mun'un eliyle 55 yaşında zehirlendi.

                    S. 15- İmam Rıza (a.s) ne zaman ve nerede şehit edildi?
                    C. 15- Hicri 203. Yılın Sefer ayının sonlarında "Senabad-i Nevkan"da (bugün Meşhed'in mahallelerinden biri olmuştur) şehit edildi.

                    S. 16- İmam Rıza (a.s)'ın oğlunun ismi nedir ve Hazret şehit olduklarında o kaç yaşında idi?
                    C. 16- Oğlunun ismi Cevad'dır, İmam Rıza (a.s) şehit olduklarında yedi yaşlarında idi.

                    S. 17- İmam Rıza (a.s)'ın kabri nerededir?
                    C. 17- Meşhed şehrindedir.
                    ________________
                    [1]- Dastanha-i Şenideni... s. 149; M. İştihardi.
                    [2] - Çehardeh Ahter-i Tabnak, s. 189 Bircendi.
                    [3] - Çehardeh Ahter-i Tabnak, s. 192 A. Bircendi.
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                      İMAM RIZA'NIN (A.S) İSLAM ŞERIATININ KÜLLIYATI HAKKINDAKI ME'MUN'UN SORULARINA VERDIĞI CEVAP


                      Rivayet olunmuştur ki: Me'mun, Zürriyaseteyn lakabıyla tanınmış olan Fazl ibn-i Sehl'i şu mesajla İmam Rıza aleyhi's-selam'ın yanına gönderdi: ''İslam'ın helal ve haramlarını, farz ve müstehaplarını benim için bir araya toplamanı istiyorum. Çünkü siz ALLAH'ın halka olan hücceti ve ilim kaynağısınız."
                      İmam aleyhi's-selam bunun üzerine, mürekkep ve kağıt isteyip Fazl'a: "Yaz" diye buyurdular:


                      Bismillahirrahmanirrahim.

                      Her şeyden önce, ALLAH'tan başka ilah olmadığına, birliğine, muhtaçların sığınağı olduğuna, eşi ve çocuğu olmadığına, kayyum (her şeyi koruyan ve kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan), işiten, gören, güçlü, kaim, baki ve nur olduğuna, cehli olmayan alim, aczi olmayan kadir, muhtaç olmayan zengin ve zulmetmeyen adil olduğuna, her şeyi yarattığına, hiçbir şeyin onun gibi olmadığına, benzeri, zıddı, misli ve dengi olmadığına ve MUHAMMED salla'llâhu aleyhi ve alih'in, O'nun kulu, elçisi ve emini olduğuna, insanlar arasından onu seçtiğine, elçilerin efendisi, peygamberlerin sonuncusu ve âlemlerin en üstünü olduğuna ve O'ndan sonra hiçbir peygamberin gelmeyeceğine, şeriatının değişmiyeceğine, getirdikleri bütün şeylerin apaçık hak olduğuna şehadet ederiz. Onu (Peygamber'i) ve ondan önceki ALLAH'ın bütün resullerini, peygamberlerini ve hüccetlerini tasdik ederiz. O'nun sadık kitabını doğrularız. O kitap ki, "Ne önünden, ne de arkasından batıl ona nüfuz edemez. Hüküm ve hikmet sahibi, hamda layık mabud tarafından indirilmiştir."[1]

                      Bütün kitapları koruyandır; evvelinden sonuna kadar hepsi haktır. Muhkem ve müteşabihine, husus ve umumuna, vaad ve vaidine, nasih ve mensuhuna ve bütün haberlerine iman ederiz. Yaratıklardan hiçbir kimse onun mislini getiremez. Şehadet ederiz ki, Peygamber'den sonra mü'minlere hüccet ve kılavuz olan, müslümanların işlerini idare eden, Kur'an'dan konuşan, ahkâmına alim olan, Peygamber'in kardeşi, halifesi ve vasisi olan, Peygamber'e olan nisbeti, Harun'un Musa'ya olan nisbeti gibi olan Ali ibn-i Ebi Talib aleyhi's-selam 'dır. Mü'minlerin emiri, muttakilerin rehberi, elleri, ayakları ak, yüzleri nurlu olanların (kıyamet günü abdest uzuvları parlayanların) imamı, mü'minlerin reisi ve peygamberlerin vasilerinin en üstünüdür. Ondan (Hz.Ali'den) sonra da Hasan ve Hüseyin aleyhime's-selam ve günümüze kadar birbiri ardınca gelen diğer imamlardır. Onlar Peygamber'in zürriyeti, kitap ve sünnete herkesten daha alim, yargıda herkesten daha adil, her asır ve zamanda imamete herkesten daha layık olanlardır. Onlar, sağlam kulp ve hidayet imamlarıdır; varislerin en hayırlısı olan ALLAH, yer ve ehline mirasçı oluncaya dek dünya ehline hüccettirler. Onlara muhalefet eden sapıktır ve sapıklığa davet edendir; hak ve hidayeti terketmiştir.

                      Onlar Kur'an'ın tercümanı, Peygamber'in sözcüleridirler. Kim onları, isimleri ve babalarının isimleriyle tanımadan ve velayetlerini kabul etmeden ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüştür. Takva, iffet, sıdk, salah, gayret, iyiye de kötüye de emaneti iade etmek, secdeleri uzatmak, geceleri (ibadet için) kalkmak, haramlardan kaçınmak, sabırla fereci (kurtuluşu) beklemek, güzel arkadaşlık ve güzel komşuluk yapmak, ihsanda bulunmak, eziyet etmemek, güler yüzlülük, mü'minlere nasihat etmek, acımak ve Yüce ALLAH'ın kitabında emrettiği gibi, yüzü ve elleri yıkayıp, başa ve ayaklara meshederek abdest almak onların dinî tavır ve gidişatlarıdır.

                      Abdestte, yüz ve elleri yıkamanın bir defası farz, ikincisi ikmaldır ve fazlası günahtır, sevabı yoktur. Abdesti ancak (bağırsaktan çıkan) gaz, bevl (idrar), gait (dışkı), uyku ve cünüplük bozar. Kim mestin üzerine meshederse ALLAH'a, Peygamber'e ve Kur'an'a muhalefet etmiştir; abdesti de batıldır. Çünkü Ali aleyhi's-selam mestin üzerine meshetmede diğerlerine muhalefet etmiştir. Ömer: "Ben Peygamber'in (mest üzerine) meshettiğini gördüm." dediğinde Ali aleyhi's-selam şöyle buyurdular: "Maide suresi[2] inmeden önce mi yoksa indikten sonra mı?"
                      Ömer: "Bilmiyorum." dedi.
                      İmam Ali aleyhi's-selam: "Ama ben biliyorum, Resulullah, Maide suresi indikten sonra artık mestlerinin üzerine meshetmedi." buyurdular.

                      Cenabet, ihtilam ve hayızdan dolayı gusletmek ve ölüyü yıkayanın gusletmesi farzdır. Cuma, kurban ve fıtır bayramı guslü, Mekke ve Medine'ye girme guslü, ziyaret, ihram ve arefe gününün guslü, Ramazan ayının birinci, on dokuzuncu, yirmi birinci ve yirmi üçüncü gecelerinin gusülleri ise sünnettir.
                      (Günlük) Farz namazlar: Öğle dört rek'at, ikindi dört rek'at, akşam üç rek'at, yatsı dört rek'at ve sabah 2 rek'at olmak üzere toplam 17 rekattır. Sünnet namazlar da 34 rek'attır: Öğleden önce 8 rek'at, öğleden sonra 8 rek'at, akşamdan sonra 4 rek'at, yatsıdan sonra oturarak kılınan iki rek'at -ki 1 rek'at sayılır-, seher vakti 8 rekat, 3 rek'at vitir (iki rek'atı şef', bir rek'atı da vitir niyetiyle kılınır) ve vitirden sonra da 2 rek'at (sabah namazı nafilesi). Namaz, vaktin evvelinde kılınmalıdır. Cemaatle kılınan her rek'at, ferdî kılınan iki bin rek'ata bedeldir.

                      Fâsıkın arkasında namaz kılma ve velayet ehlinden başkasına iktida etme. Murdar ve yırtıcı olan hayvanın derisinde namaz kılma. Gidişi bir menzil, dönüşü de bir menzil olan dört fersahlık yolda namaz seferidir; namaz seferî kılındığı yerde orucu da yersin. Dört namazda kunut vardır: Sabah, akşam, yatsı, cuma ve öğle namazlarında.[3] Bütün kunutlar, rükudan önce ve kıraattan sonradır. Cenaze namazı beş tekbirdir; cenaze namazının ne rükuu vardır, ne de secdesi. Ölünün mezarı dört köşeli (ve düz) olmalıdır; (deve hörgücü gibi) tümsek yapılmamalıdır. Fatiha suresinin besmelesi namazda sesli olarak okunur.

                      Her iki yüz dirhemin (gümüş paranın) farz olan zekâtı beş dirhemdir; bundan azının zekâtı yoktur. Bundan fazlasının her 40 dirheminden bir dirhem zekât verilir; 40 dirhemden az artışın zekâtı yoktur; üzerinden bir yıl geçmedikçe de zekât farz olmaz. Zekât ancak velayet ve marifet ehline verilir. Her yirmi dinar (altın paran)ın zekâtı, yarım dinardır. Humus, bütün mallarda sadece bir defa farz olur. Buğdayın, arpanın, hurmanın, kuru üzümün ve yerden bitip beş vask'a (yaklaşık 850 kg.) ulaşan diğer bütün hububatın zekâtı, (yağmur, ırmak ve nehir gibi) akar sularla sulanırsa onda birdir. Ama kuyu suyuyla sulanırsa onda yarımdır (yani yirmide birdir). Bu hüküm fakir ve zengin için aynıdır. Diğer hububattan da bir iki avuç verilir. (Buğday, arpa, hurma ve kuru üzümde zekât farzdır, ama diğer hububatta müstehaptır.) Çünkü ALLAH hiç kimseyi, gücünün yeteceğinden fazla bir şeyle yükümlü kılmaz; kulunu, gücünü aşan bir şeye zorlamaz. Vask 60 sa'dır, her sa' 6 rıtl veya dört muddur, her mud Irak rıtlına göre iki rıtl ve rıtlın dörtte biridir.

                      Hz.Sadık aleyhi's-selam şöyle buyurmuştur: Sa', Irak rıtlıyla dokuz, Medine rıtlıyla da altı rıtl'dır. (Bir sa' yaklaşık üç kg'dır, mud da yaklaşık 750 gramdır, beş vask ise yaklışk 850 kg'dır.) Fıtır zekâtı, küçük, büyük, hür ve köle olan herkes için farzdır. Fıtır zekâtı buğdaydan, yaklaşık yarım sa' (1,5 kg) hurma ve kuru üzümden de bir sa'dır.[4] Fıtır zekâtının, velayet ehlinden başkasına verilmesi caiz değildir. Çünkü fıtır zekâtı farz (olan sadakalardan)dır.

                      Hayız on günden çok, üç günden de az olmaz. Müstehaze kadın, gusül edip namaz kılmalıdır. Hayız olan kadın, namazı terkeder, kazası da yoktur; orucu da terkeder, ama daha sonra kazasını tutar.

                      Ramazan ayının orucu, Ramazan hilalinin görülmesiyle başlar ve Şevval hilalinin görülmesiyle de sona erer. Teravih namazı (Ramazan ayı gecelerinde kılınan müstehap namazlar, diğer müstehap namazlar gibi) cemaatla kılınmaz. Her ay üç gün oruç tutmak müstahaptır; her on günden birini; ilk on günde perşembe, ikinci on günde çarşamba, son on gününde de yine perşembe günü. Şaban ayının orucu güzeldir, sünnettir de. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Şaban ayı benim ayımdır, Ramazan ayı ALLAH'ın ayıdır." Ramazan ayının kaza olan oruçları ardarda tutulmasa da olur.

                      Hacca gitmeye gücü yeten kimsenin gidip ALLAH'ın evini ziyaret etmesi farzdır. Gitmeye gücü yetmekten maksat, azık ve binektir. Uzaktan gelenler için Temettu haccından başkası caiz değildir; diğerlerinin yaptığı gibi Kıran ve İfrad haccı câiz değildir. Mikattan önce ihram câiz değildir. ALLAH Teâla buyurmuştur ki: "Hac ve Umreyi ALLAH için tamamlayın." [5] Enenmiş (hayaları çıkarılmış) hayvanın kurban edilmesi câiz değildir. Çünkü o nakıstır. Ama hayası burulmuş hayvanın kurban edilmesi câizdir.

                      Cihad, adil imamın emriyle yapılır. Kim, mal, mülk ve canını savunmak yolunda savaşıp da öldürülürse şehittir. Takıyye halinde hiçbir kâfiri öldürmek câiz değildir. Ancak can tehlikesi olmazsa ve (o kâfir) katil veya bağî olursa o başka. Muhalif veya muhalif olmayan kimselerin mallarını (haksız yere) yemek câiz değildir. Takıyye yerinde (düşmanın egemen olduğu ve karşı koymanın mümkün olmadığı bir yerde) takıyye etmek farzdır. Zalimin zulmünü uzaklaştırmak için takıyye olarak yemin edip de yemininin üzerinde durmayan kimseye, yemini bozma keffareti yoktur.

                      Talak, ALLAH'ın emri ve Peygambersalla'llâhu aleyhi ve alih'in sünnetine göre olmalıdır. Sünnete uygun olmayan talak, doğru değildir. Kur'an'a muhalif olan talak, talak değildir. Aynı şekilde, sünnete muhalif olan nikah da nikah değildir. Bir erkeğin, aynı zamanda hür kadınlardan dörtten fazla hanımı olamaz. Bir kadına, sünnete uygun olarak üç defa talak verilirse başka birisiyle evlenip boşanmadıkça (önceki kocasına) helal olmaz. Emir-ül Mü'minin Hz.Ali aleyhi's-selam şöyle buyurmuştur: "Üç talaklı (bir mecliste üç defa talak verilen) kadınlardan sakının. Çünkü (talakları sahih olmadığı için) onların kocaları vardır."

                      Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'e her yerde, (özellikle) rüzgar estiğinde, aksırıldığında ve diğer zamanlarda salavat getirilir.
                      ALLAH'ın dostlarını ve dostlarının dostlarını sevmek, ALLAH'ın düşmanlarından nefret etmek, onlardan ve önderlerinden beraat etmek dinî vazifelerdendir.

                      Anne ve babaya iyilik etmelisin. Müşrik iseler, onlara itaat etmeyerek, dünyada onlarla iyi geçineceksin. Çünkü ALLAH Teâla şöyle buyurmuştur: "Bana ve anne- babana şükret; dönüş yalnız banadır. Onlar (anne ve baba), hakkında bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için çalışırlarsa, onlara itaat etme."[6]

                      Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selam şöyle buyurmuştur: "Onlar (Ehl-i Kitap), alim ve rahipler için ne oruç tutuyor, ne de namaz kılıyorlardı; sadece ALLAH'a karşı masiyet etmelerini emrettikleri zaman, onlara itaat ediyorlardı."[7]

                      Daha sonra buyurdular ki, Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih'ten duydum ki, şöyle buyuruyordu: "Kim ALLAH'a itaatin dışında bir mahluka itaat ederse kâfir olmuş, ALLAH'tan başkasını ilah edinmiştir."

                      Hayvanlarda cenininin boğazlanması, annesinin boğazlanmasıyladır (yani hayvanın başını kestiklerinde karnındaki yavrusu da helal olur).
                      Peygamberlerin günahları, nübüvvet makamının saygısı için bağışlanmış olan küçük şeylerdir.
                      ALLAH'ın emrettiği şekliyle faraizde (ALLAH'ın kitabında miktarı açıklanan paylarda) avl[8] yoktur. Anne, baba ve evladın olmasıyla, koca ve karıdan başka hiçbir kimseye miras ulaşmaz. Mirasda belli bir payı olan, payı olmayandan daha evladır. Asabe[9] de ALLAH'ın dininden değildir.
                      Yeni doğan erkek veya kız çocuğunun yedinci günü, akika kurbanı verilir, saçı kesilir, ismi konulur ve yine o günde saçının ağırlığı miktarınca altın veya gümüş sadaka verilir.

                      Kulların fiilleri, tekvin yaratılışıyla değil, takdir yaratılışıyla ALLAH'ın mahlukudur. Ne cebre[10] inan, ne de tefvize[11] ALLAH Teâla, suçsuzu günahkârın suçuyla hesaba çekmediği gibi evlat ve çocukları da babaların suçuyla cezalandırmaz. Çünkü ALLAH Teâla buyurmuştur ki: "Doğrusu hiçbir kimse başkasının suçunu yüklenmez."[12]
                      "Doğrusu insana, kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur." [13]

                      ALLAH Teâla bağışlar, zulmetmez. ALLAH Teâla, kullara zulmedeceğini ve onları saptıracağını bildiği kimseye, itaat etmeyi farz kılmaz. Kâfir olacağını ve ALLAH'ı bırakıp şeytana ibadet edeceğini bildiği kulları da peygamberliğe seçmez. İslam, imandan başkadır. Her mü'min müslümandır, ama her müslüman mü'min değildir. Hırsız, mü'min olduğu halde hırsızlık yapmaz. Şarab içen de mü'min olduğu halde şarap içmez. Mü'min mü'min olduğu halde ALLAH'ın haram kıldığı nefsi öldürmez. Had (şer'i ceza'yı) hakkeden kimseler, ne mü'mindirler, ne de kâfir (yani müslümandırlar). ALLAH, kendisine cenneti ve orda ebedi kalmayı vaad ettiği bir mü'mini, cehenneme sokmaz. Nifak, fısk veya büyük bir günahtan dolayı cehennem ateşini hakkeden kimse, ne mü'minlerle haşrolur ve ne de onlardan sayılır. Cehennem ancak kâfirleri kuşatır. Sürekli işlenmesiyle sahibini cehenneme götüren her günah fıskdır. ALLAH'a şirk koşan, O'nu inkâr eden, munafık olan ve büyük günah işleyen herkes de fâsıktır. Şefaat, şefaat dileyenler için câizdir. Dil ile iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak farzdır.

                      İman, farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmaktır. İman, kalple inanmak, dille ikrar etmek ve uzuvlarla da amel etmektir.
                      Kurban bayramındaki (özel) tekbirler, kurban bayramı gününün öğle namazından itibaren on (farz) namazdan sonra söylenir. Ramazan bayramındaki tekbirler ise, bayram gecesinin akşam namazından itibaren beş (farz) namazdan sonra söylenir.
                      Kadın, çocuk doğurduktan sonra yirmi günden fazla namazı terkedemez. Eğer bu müddetten önce temizlenirse namazını kılar; aksi takdirde yirmi günden sonra gusledip istihaze hükümlerine riayet ederek müstehaze kadın gibi namaza başlar.[14]

                      Kabir azabına, nekir ve münkere, öldükten sonra dirilmeye, hesaba (sorgu suale), teraziye ve sırata iman etmek, dalalet imamlarından ve onların takipçilerinden uzaklaşmak, onlardan beraat etmek, ALLAH'ın dostlarını sevmek, şarabın azını da çoğunu da haram bilmek dinimizdendir.
                      Her sarhoş edici şey şaraptır. Çoğu sarhoş eden şeyin, azı da haramdır. Mecburiyette kalan kimse bile şarap içmemelidir. Çünkü şarap onu (aklını mahvederek ruhi yönden) öldürür. Her azı dişli yırtıcı hayvanın ve her penceli kuşun etini, kan olduğu için dalağı, cirri'yi (bir çeşit uzun ve pulsuz yılan balığı), tafiyi (öldüğünde suyun yüzüne çıkan pis bir balık), yılan balığını, zimmiri (bir çeşit dikenli balık), pulsuz olan her çeşit balığı ve kursaksız olan her çeşit kuşu haram biliyoruz.

                      İki tarafı birbiriyle eşit olmayan her çeşit yumurtanın yenmesi helaldir. İki tarafı birbiriyle eşit olan her çeşit yumurtanın yenmesi de haramdır.
                      Kaçınılması gerekli olan büyük günahlar da şunlardır: ALLAH'ın, öldürülmesini haram kıldığı nefsi öldürmek, şarap içmek, anne babaya eziyet etmek, savaştan kaçmak, zorla yetimin malını, murdarı, kanı, domuz etini ve zaruret olmaksızın ALLAH'ın adı getirilmeden kesilen hayvanın etini yemek, belli olduktan sonra faiz ve haram mal yemek, kumar oynamak, tartı ve ölçüde eksik vermek, iffetli hanımlara iftira etmek, zina ve livata yapmak, yalan yere şehadet etmek, ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmek, ALLAH'ın cezasından korkmamak, zalimlerle yardımlaşmak, onlara dayanıp güvenmek, yalan yere yemin etmek, sıkıntıda olmaksızın halkın hakkını vermemek, kibirli olmak, küfür (inkâr), savurganlık, hıyanet, tanıklığı gizlemek (tanıklık etmekten kaçınmak), (şarkı ve çalgı aletleri gibi) ALLAH'ı anmaktan alıkoyan şeylerle eğlenmek ve küçük günahları yapmakta ısrar etmek.

                      İşte bunlar dinin esaslarıdır. Hamd, âlemlerin Rabbi olan ALLAH'a mahsustur. ALLAH'ın salat ve selamı Peygamber'in ve soyunun üzerine olsun.
                      ________________
                      Kaynaklar:

                      [1]- Fussilet/42.
                      [2]- Bu surede abdestin nasıl alınacağı beyan edilmiştir. (Maide/6)
                      [3]- Hadiste ikindi namazından söz edilmemesi, akşam ile yatsının bir, öğle ile ikindinin de bir sayılmış olmasından olabilir. Buna göre dört namaz şunlardır: 1- Sabah. 2- Öğle ve ikindi. 3- Akşam ve yatsı. 4- Cuma
                      [4]- Başka rivayetlere göre buğdayla diğer şeyler arasında hiçbir fark yoktur. Müçtehidlerin fetvası da bu yöndedir.
                      [5]- Bakara/196. (İmam Hazretleri bu ayeti temettu haccı için delil göstermiştir.)
                      [6]- Lokman/14,15.
                      [7]- Kur'an'da Ehl-i kitap, alim ve rahiplerini ilah edindikleri için kınanmışlardır. Bu hadis, ilah edinmekle neyin kasdedildiğini beyan etmiştir.
                      [8]- Mirasın paylardan az gelmesi görüşüne fıkıhta "avl" denir. Örneğin varis, koca ile baba tarafından bir olan iki kız kardeş olursa, kocanın payı yarı, iki kız kardeşin de payı üçte iki olduğuna göre, miras paylardan az gelir. Ehl-i sünnete göre bu miktar, paylarına orantılı olarak hem kocanın, hem de kız kardeşlerin paylarından azaltılır. Ama Ehl-i Beyt mektebine göre, bu miktar yalnızca kız kardeşlerin payından azaltılır. Çünkü kocanın payı ALLAH'ın farz kıldığı kesin paydır, ondan bir şey azaltılmaz.
                      [9]- Mirasın paylardan artması görüşüne fıkıhta "asabe" veya "ta'sib" denir. Ehl-i Sünnete göre belirlenmiş paylardan artan miktar, ölen kimsenin erkek kardeşleri, amcaları ve amcazadeleri arasında bölünür. Ehl-i Beyt imamlarına göre ise, artan miktar da aynı pay sahiplerinden bazılarına yetişir, bir sonraki tabakaya sıra gelmez.
                      [10]- Cebir, yani kulun, fiillerinde mecbur oluşu.
                      [11]- Tefviz, yani kulun kendi haline terkedilmesi.
                      [12]- Fatır/18, Zumer/7.
                      [13]- Necm/39.
                      [14]- Ulemâ, diğer hadisleri de nazara alarak çocuk doğurmuş olan bir kadının kan gördüğü takdirde en fazla on gün namazlarını terkedebileceğine fetva vermişlerdir.
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                        TEVHİD HAKKINDAKİ SÖZLERİ

                        İmran-us Sabi, Me'mun'un, İslam'a muhalif olan tüm bilginleri İmam aleyhi's-selam ile tartışmak için topladığı büyük bir mecliste, İmam aleyhi's-selam'a birçok sorular sordu; İmam da sorulan soruları birer birer cevaplandırarak ordaki bilginlerin hepsine galip oldu. Hadis uzun olduğundan dolayı biz, kitaba uygun olan bir bölümünü zikretmekle yetindik.

                        İmran-es Sabi, İmam aleyhi's-selam'a: "Biz ALLAH'ı künhüyle mi biliyoruz, yoksa sıfatlarıyla mı? Bana açıklar mısınız?" diye sorunca İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdular:
                        İlk, tek ve ezeli nur olan O yüce zât, birdir; ortağı ve O'nunla beraber olan bir şey yoktur. O, ikincisi olmayan birdir. Ne (künhü) malumdur, ne de (vücudu) meçhul. Ne muhkemdir, (diğer varlıklar gibi açıktır), ne de müteşabih (gizli). Ne hatırdadır, ne unutulmuştur ve ne de diğer hiçbir varlığın ismiyle adlandırılabilecek bir şeydir. Bunun için kendi künhüyle kaim olan ilk varlıktır; (kendi zatına dayanmaktadır); kendisinden başkasına ihtiyacı olmayan müstağni (ihtiyaçsız) bir nurdur. Ne bir vakitten (itibaren) vardır ve ne de bir vakite kadar olacaktır. Ne bir şeyin üzerinde durmuş (başka bir tabirle ne mekânı vardır), ne bir şeyin arkasına saklanmış ve ne de bir şeyin içerisine gizlenmiştir. İnsanın aklına O'nunla ilgili bir ışık, bir misal, bir karartı veya bir gölge geldiği zaman da onu kelimelerle ifade edemiyor. Bütün bu sıfatlara, O'ndan başka hiçbir şeyin olmadığı zamanda ve yaratılıştan önce sahip idi. "Hiçbir şeyin olmadığı zaman" demek de doğru değil, çünkü zaman da yoktu. Bunlar, sonradan ortaya çıkan tabirlerdir ki, maksadı anlatmak için onlardan yararlanılmaktadır. Ey İmran, anladın mı? İmran da: "Evet anladım." dedi.

                        İmam aleyhi's-selam daha sonra şöyle buyurdular: "Bil ki tasavvur, meşiyyet ve iradenin manası birdir. Fakat isimleri farklıdır. ALLAH'ın, ilk irade ve meşiyyeti harflerdir ki onları, her şeyin aslı ve her müşkülün çözümü kılmıştır. Tasarım merhalesinde bu harfler kendilerinden başka hiçbir manayı, hiçbir varlığı ifade etmiyorlardı; varlıkları tasarıma bağlıydı. ALLAH tasarımdan öncedir. Çünkü ALLAH'tan önce hiçbir şey olmadığı gibi O'nunla beraber olan bir varlık da yoktur. Tasarım da harflerden öncedir. Çünkü harfler tasarımla ortaya çıkmıştır. Tasarım olduğunda gidilecek yol yoktu. Tasarım ALLAH'tandır; ama ALLAH'ın aynı değildir. Görmüyor musun, her şeyin fiili ve haddi kendisinden başkadır. Her şeyin sıfatı da yine kendisinden başkadır. Çünkü harfler, birbirlerinden ayrı oldukları müddetçe kendi başlarına harftirler ve kendilerinden başka hiçbir şeye delalet etmezler. Ama terkib edildiği zaman isim veya sıfat olarak, kendilerinden başka şeylere de delalet ederler.

                        Bil ki, vasıflandırılmayan bir şeyin sıfatı, adlandırılamayan bir şeyin adı ve sınırlandırılamayan bir şeyin sınırı olmaz. ALLAH'ın isimleri ve sıfatları, O'nun kemal ve varlığına delalet ederler. Bunlar, bir dörtgen, daire veya üçgenin bir alanı kuşattığı gibi ALLAH'ı kuşatmazlar. ALLAH isimler ve sıfatlarla tanınır; ama sınırlandırma şeklinde değil. ALLAH hakkında böyle bir şey olmaz. Bu yüzden yaratıklar, kendilerini tanıdıkları gibi ALLAH'ı tanıyamazlar. Eğer ALLAH'ın sıfatları O'na delalet etmeseydi, isimleri O'nu bildirmeseydi, halk ALLAH'ın isimleri ve sıfatlarına ibadet etmiş olurdu, hakikatine değil. Böyle olunca da ibadet edilen mâbud, ALLAH'tan başka olurdu. Çünkü sıfatları O'ndan başkadır.

                        İmran, İmam aleyhi's-selam'a: "Tasarımın mahluk olup olmadığı hakkında bana bilgi ver." dediğinde de İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdular:
                        Tasarım sakin (hareketsiz) bir mahluktur; sakin olduğundan dolayı da idrak olunmaz. Mahluk olmasının sebebi de sonradan var oluşudur. Onu sonradan var eden de ALLAH'tır. "Şey" diye isimlendirildiğinde mahluk olmuştur. Varlık âleminde ALLAH ve yaratığından başka üçüncü bir şey yoktur. ALLAH'ın yarattığı sakin, (hareketsiz) müteharrik (hareketli), değişik, karışık (mürekkeb), malum ve müteşabih olabilir. "Şey" diye isimlendirilen her şey mahluktur.

                        (Tuhaf'ul-Ukul'dan Naklen)
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                          SEÇKİN KULLAR HAKKINDAKİ SÖZLERİ


                          Irak ve Horasan alimlerinden bir grup Me'mun'un meclisinde toplanmışlardı, Hz.Rıza aleyhi's-selam da oturuma katılınca, Me'mun mecliste bulunan

                          -alimlere: "Sonra da kitabı, kullarımızdan şeçtiklerimize miras kıldık."[1] ayetinin manasını bana söyleyin.'' dedi.

                          -Ulema: "ALLAH, bu ayetten bütün ümmeti kasdetmiştir."

                          -Me'mun:"Ya Ebe-l Hasan, sen ne söylüyorsun?"

                          -İmam aleyhi's-selam:"Ben onların dediği şekilde demiyorum. Ben diyorum ki, ALLAH Teâla, bu ayetten Peygamber'in pâk Ehl-i Beyt'ini kastetmiştir."

                          -Me'mun: "ALLAH, nasıl ümmeti değil de yalnız Ehl-i Beyt'i kasdetmiştir."

                          -İmam aleyhi's-selam: "Eğer ALLAH Teâla ümmeti kasdetmiş olsaydı o zaman bütün ümmet mutlaka cennete giderdi. ALLAH Teâla mezkur ayetin ardından şöyle buyuruyor:
                          "Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır (mutedil hareket eder), kimi de ALLAH'ın izniyle hayırlarda yarışır. İşte bu, pek büyük lütuf ve ihsandır."

                          Daha sonra hepsine cennet vaadinde bulunup şöyle buyurmuştur: "Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler." [2] Buna göre, ayette söz konusu olan miras Resulullah'ın pâk Ehl-i Beyt'ine mahsustur; başkalarına değil. Bunlar o kimselerdir ki, ALLAH onların vasfında şöyle buyurmuştur: "Ancak ve ancak ALLAH, siz Ehl-i Beyt'ten her çeşit kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister." [3]

                          Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de onların hakkında şöyle buyurmuştur: "Ben kendimden sonra sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum: Biri ALLAH'ın kitabı, diğeri ise itretim olan Ehl-i Beytimdir. Bunlar havuzun (Kevserin) başında benimle buluşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra onlara nasıl davranacağınıza dikkat edin. Ey insanlar, onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Çünkü onlar sizden daha alimdirler."

                          -Ulema: "Ya Ebe-l Hasan, İtret'ten maksat Âl (Ehl-i Beyti)mdir, yoksa başkası mıdır?"

                          -İmam aleyhi's-selam: "Evet, İtret'ten maksat Âl'dır. (Ehl-i Beyt'tir)."

                          -Ulema: Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih'den şöyle bir hadis nakledilmiştir:
                          "Ümmetim Âl'imdir" ve ashap da inkâr edilmeyecek müstefiz rivayetlerle, "MUHAMMED'in Âl'i, onun ümmetidir." demişlerdir."

                          -İmam aleyhi's-selam: "Söyleyin bakalım, sadaka Âl-i MUHAMMED'e haram mıdır, yoksa helal mı?"

                          -Ulema: "Evet haramdır."

                          -İmam aleyhi's-selam: "Öyleyse sadaka bütün ümmete de haram mıdır?"

                          -Ulema: "Hayır, haram değildir."

                          -İmam aleyhi's-selam: İşte bu, Âl ve ümmet arasındaki farktır. Yazıklar olsun size, sizi nereye götürüyorlar? Zikir'den (Kur'an'dan) yüz mü çevirdiniz, yoksa azgın bir kavim misiniz? Rivayetin[4], açıkça seçkinler ve hidayet olanlar hakkında olup başkaları hakkında olmadığını bilmiyor musunuz?"

                          -Ulema: "Ya Ebe-l Hasan, bu sözün delili nedir?"

                          -İmam aleyhi's-selam: Şu ayet: "Andolsun biz Nuh'u ve İbrahim'i (elçi olarak) gönderdik, peygamberliği ve kitabı onların soylarında kıldık. Öyle iken, içlerinde hidayeti kabul edenler vardır, birçoğu da fâsık olanlardır." [5]
                          Derken nübüvvet ve kitab mirası, hidayeti kabul edenlere geçti, fâsıklara değil. Nuh'un, Rabbinden şöyle bir istekte bulunduğunu bilmiyor musunuz? "Dedi ki: Rabbim şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır."[6] Çünkü ALLAH Teâla Nuh'un kendisini ve ehlini kurtaracağını vaad etmişti. Rabbi de cevabında şöyle buyurdu:
                          "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." [7]

                          -Me'mun: "ALLAH, İtret'i (Ehl-i Beyt'i), diğer insanlardan üstün kılmış mı?"

                          -İmam aleyhi's-selam: "Evet, ALLAH İtret'i, Kur'ân'ın inkâr edilmeyecek kesin ayetlerinde başkalarından üstün kılmıştır."

                          -Me'mun: "Kur'ân'ın neresinde?"

                          -İmam aleyhi's-selam: Kur'ân'ın şu ayetinde: "Gerçek şu ki ALLAH, Adem'i, Nuh'u, İbrahim âl'ini (soyunu) ve İmran âl'ini âlemler üzerine seçti. Onlar birbirlerinden türeme bir zürriyettir. ALLAH işiten ve bilendir." [8]

                          Diğer bir ayette de şöyle buyurmuştur: "Yoksa onlar, ALLAH'ın fazlından verdiği şeyler için insanlara (Peygamber ailesine) haset mi ediyorlar? Doğrusu biz İbrahim âl'ine (soyuna) kitabı, hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk de verdik." [9]

                          Daha sonra bu ayetin ardından mü'minlere hitaben şöyle buyurmuştur:
                          "Ey iman edenler, ALLAH'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan ulü'l-emre de itaat edin." [10]

                          Yani ALLAH'ın, kitap ve hikmeti miras olarak verdiği kimselere itaat edin. (Ama bazıları) Bu iki mirasdan dolayı onlara haset ettiler. Nitekim üstteki ayette şöyle geçti: "Yoksa onlar, ALLAH'ın fazlından verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Doğrusu biz İbrahim âl'ine (soyuna) kitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk de verdik."
                          Bu ayette seçkin ve pâk insanlara itaat kasdedilmiştir. Burada mülkden maksat onlara itaat etmektir."

                          -Ulema: "ALLAH Teâla Kur'an'da seçkin insanları açıklamış mı?"

                          -İmam aleyhi's-selam: "Evet, batına ilave olarak zahirde de Kur'ân'ın on iki yerinde açıkça beyan etmiştir."

                          Birinci ayet şudur: "(Öncelikle) En yakın akrabalarını korkut."[11] ALLAH Teâla'nın bu ayette Peygamber'in Âl'ini kasdetmesi (onlar için) güzel bir makam, büyük bir fazilet ve yüce bir şereftir. İşte bu (on iki ayetten) birincisidir.

                          İkinci ayet de şudur: "Ey Ehl-i Beyt, gerçekten ALLAH sizden her çeşit kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister."[12] Bu da hiçbir katı düşmanın dahi inkâr etmediği bir fazilettir.

                          Üçüncüsü de şudur: ALLAH Teâla, yaratıklarından tertemiz olanları ayırdığında, Mübahele ayetinde Peygamber'ine şöyle emretti: "(Ey MUHAMMED) De ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da dua edelim ve ALLAH'ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım."[13]

                          Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih bu ayetin düsturu gereğince Ali, Hasan, Hüseyn ve Fatıma'yı (aleyhim'us-selam) Medine'nin dışarısına çıkardı ve onları kendisi gibi kabul etti. Ayette geçen "kendimiz" ve "kendiniz"den maksadın ne olduğunu biliyor musunuz?

                          Ulema: "ALLAH, onunla Peygamber'in kendisini kasdetmiştir."

                          İmam (a.s): (Hayır) Yanıldınız. Çünkü ALLAH onunla Ali aleyhi's-selam'ı kasdetmiştir. Buna delil de Peygamber'in salla'llâhu aleyhi ve alih buyurduğu şu sözdür: "Ya, Beni Velia kabilesi bundan vazgeçeceklerdir veyahut kendim gibi olan bir kişiyi onlara (karşı koymak için) göndereceğim." Yani Ali aleyhi's-selam'ı. İşte bu hiçbir kimsenin, ötesine geçmiyeceği bir özelliktir; hiçbir kimsenin ihtilaf etmediği bir üstünlüktür ve daha önce hiçbir yaratığın elde edemediği bir şereftir. Çünkü Peygamber, Ali'nin nefsini kendi nefsi gibi saymıştır. Bu da üçüncü ayettir.

                          Dördüncüsü de şudur: Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih, Ehl-i Beyt'ten başka bütün insanları, camiden dışarı çıkardı (onların camiye açılan evlerinin kapılarını kapattı). Bu duruma halk ve özellikle Abbas itiraz etti. Abbas: "Ya Resulullah, neden Ali'yi bırakıp da bizi dışarı çıkardın?" dediğinde Hz.Resul şöyle buyurdular: "Ben onu bırakıp sizi dışarı çıkarmadım. ALLAH onu bıraktı ve sizi dışarı çıkardı." İşte, Hz.Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih'in Ali aleyhi's-selam'a buyurduğu: "Harun Musa'ya nasıldıysa sen de bana öylesin." sözünün açıklaması da budur.

                          -Ulema: "Bu üstünlüğün Kur'an'la ne ilişkisi vardır?".

                          -İmam (a.s): "Bu konuda size Kur'an'dan bir ayet getirip okuyacağım..

                          -Ulema: "Getir."

                          -İmam (a.s): o ayet şudur: "Musa'ya ve kardeşine, Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yapın... diye vahyettik."[14]
                          Bu ayet Harun'un Musa'nın nezdindeki makamını beyan ediyor (Harun, Musa'nın kardeşi, yardımcısı ve veziri idi). Bu ayet yine Ali aleyhi's-selam'ın, Hz. Peygambersalla'llâhu aleyhi ve alih'in nezdindeki makamını da beyan etmektedir. Bununla birlikte Peygamber'in şu buyruğunda da (Ehl-i Beyt'in üstünlüğü için) apaçık bir delil vardır: "Bu camiye, MUHAMMED ve Âl-i MUHAMMED'den başka hiçbir kimsenin cünüp ve hayız olarak girmesi caiz değildir."

                          -Ulema: "Bu (çeşit) izah ve beyan ancak siz Resulullah'ın Ehl-i Beyt'i yanında bulunur." (Yani bu çeşit açıklamaları sizden başka kimse bilmez ve kabul etmez.) dediler.

                          -İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdular: "Bizim bu makamımızı kim inkâr edebilir? Oysaki Hz. Resulullah (diğer bir yerde) şöyle buyurmuştur: "Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Kim ilim şehrini dilerse, kapısından girmelidir." İzah ve beyan ettiğimiz şeylerdeki (mevcut olan) üstünlüğü, şerefi, seçkinliği ve temizliği inatçı düşmanlardan başka hiç kimse inkâr etmez. Bu nimetlere karşı ALLAH-u Azze ve Celle'ye şükürler olsun. Bu da dördüncüsüdür.

                          Beşinci ayet de şudur: "Akrabalarının hakkını ver."[15]
                          Bu, Aziz ve Cebbar olan ALLAH'ın, Ehl-i Beyt'i mahsus kıldığı bir özelliktir. ALLAH Teâla onları bütün ümmetten seçkin kılmıştır. Bu ayet Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih'e indiğinde Resulullah şöyle buyurdular: "Fatıma'yı yanıma çağırın." Fatıma geldiğinde Resulullah: "Ey Fatıma!" diye buyurdular. Fatıma: "Buyurun ey ALLAH'ın Resulü!" dedi. Resulullah: "Fedek'i elde etmek için ne at sürülmüştür ve ne de deve. Bu yüzden Fedek bana mahsustur, diğer müslümanlara mahsus değildir. Ben ALLAH'ın emri üzerine onu sana bağışladım. Öyleyse onu kendin ve evladın için al." Bu da beşincisidir.

                          Altıncı ayet de şudur: "De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir..."[16]
                          Bu, sadece İslam Peygamber'ine mahsus olan bir özelliktir, diğer peygamberlere değil. Yine Ehl-i Beyt'e mahsus olan bir özelliktir, diğer kimselere değil. Bunun beyanı şudur ki, ALLAH Teâla diğer peygamberlerden bu sözü naklederken, örneğin Nuh aleyhi's-selam'dan şöyle naklediyor: "Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim ancak ALLAH'a aittir. Ben iman edenleri kovacak da değilim; şüphe yok ki onlar, Rablerine kavuşacaklar, fakat ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum."[17]

                          Hud aleyhi's-selam'dan şöyle naklediyor: "Dedi ki: ...Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemi-yorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz?"[18]

                          Ama ALLAH Teâla Resulullah'a salla'llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurmuştur: "De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir."[19]
                          ALLAH Teâla, onların kesinlikle dinden çıkmayacaklarını ve hiçbir zaman sapıklığa yönelmiyeceklerini bildiğinden dolayı onların sevgisini ve dostluğunu farz kılmıştır. Onları sevmenin farz olmasının diğer delili de şudur:

                          Eğer bir kimse bir kimseyle dost olur da akrabalarından bazısı ona düşman olursa (ister istemez) kalp salim kalmaz (o dostluk bozulur). ALLAH Teâla da Peygamber'in mübarek kalbinde hiçbir mü'mine karşı bir kırgınlık olmamasını istediği için Ehl-i Beyt'in sevgisini onlara farz kıldı. Kim bu vazifeye riayet edip, Resulullah'ı ve Ehl-i Beyt'ini severse, Resulullah'ın onu sevmemesi mümkün değildir. Ama kim bu vazifeyi terkeder, ona amel etmez ve Peygamber'in Ehl-i Beyti'ne nefret duyar ve düşmanlıkta bulunursa Hz. Resulullah da ona nefret duyar. Çünkü o adam ilahi farizelerden birini terketmiştir.

                          Bundan daha üstün bir fazilet ve bir şeref var mıdır? Şu ayet: "De ki: sizden tebliğime karşılık hiçbir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir." nazil olduğunda, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih ashabı arasında ayağa kalkıp ALLAH'a hamd u sena etti ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar, ALLAH size bir vazife farz kılmıştır, onu yapar mısınız?" Hiç kimse cevap vermedi. İkinci gün de ayağa kalktı ve aynı sözü tekrarladı. Yine hiç kimse cevap vermedi. Üçüncü gün de ayağa kalkıp:
                          "Ey insanlar, ALLAH size bir vazife farz kılmıştır, onu yapar mısınız?" diye buyurunca yine hiçbir kimse cevap vermedi. Bunun üzerine: "Ey insanlar, bu vazife ne altın ve ne de gümüş gerektirir; ne yiyilecektir ve ne de içilecektir." buyurduğunda halk: "Artık ne buyuruyorsanız buyurun." dediler. Bunun üzerine Resulullah mezkur ayeti onlara tilavet etti. Onlar da: "ALLAH'ın istediği bu olursa, bunu yaparız." dediler. Ama onların çoğu, bu söze bağlı kalmadılar.

                          Daha sonra İmam Rıza aleyhi's-selam şöyle buyurdular:
                          Babam ceddimden, o da babalarından ve onlar da Hüseyin ibn-i Ali'den şöyle rivayet eder: "Muhacir ve Ensar, Resulullah'ın huzuruna varıp şöyle dediler: "Ya Resulullah, hem sizin ve hem de gelen misafirlerin masrafları oluyor. İşte bu (sizin yetkinizde olan) mal ve kanlarımızdır; bu hususta istediğiniz şekilde hüküm verin. Çekinmeden dilediğiniz şeyi bağışlayın ve dilediğiniz şeyi bırakın." ALLAH Teâla (onlara cevap olarak) Ruh-ul Emin'i gönderip şöyle buyurdu: "(Ey MUHAMMED,) De ki Sizden hiçbir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir." Benden sonra da akrabalarımı incitmeyin."

                          Toplantıda bulunanlardan bazıları dışarı çıktıklarında şöyle dediler: "Resulullah teklifimizi, kendisinden sonra yakınlarına özenmemiz için reddetti. Bu, Peygamber'in (kendi yanından uydurup) ALLAH'a iftirasından başka bir şey değildir." Elbette çok ağır bir sözdü bu. Bunun üzerine ALLAH Teâla şu ayeti indirdi: "Yoksa, kendisi onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer onu ben uydurdumsa, bu durumda siz ALLAH'tan bana (gelecek) olan hiçbir şeye (karşı) malik olamazsınız. O sizin, kendisi hakkında ne taşkınlıklar yapmakta olduğunuzu daha iyi bilendir. Benimle sizin aranızda şahid olarak O yeter. O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir."[20]

                          Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih onların peşine birisini gönderdi, geldiklerinde onlara: "Sizler bir şey mi söylediniz?" diye buyurdular. Onlar "Evet, ya Resulullah, bizlerden bazıları bizim için hoş olmayan ağır bir söz söyledi." dediler. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih, nazil olan ayeti onlara okudu. Onlar (bunu duyunca) şiddetli bir şekilde ağladılar.
                          Daha sonra ALLAH Teâla şu ayeti nazil etti: "Kullarından tövbeyi kabul eden ve kötülükleri affeden ve işlemekte olduklarınızı bilen O'dur."[21] Bu da altıncısıdır.

                          Yedinci ayet de şudur: "Hiç şüphesiz, ALLAH ve melekleri Peygamber'e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin."[22] Bunu düşmanlar da biliyorlar ki, bu ayet nazil olduktan sonra halk: "Ya Resulullah, biz sana selam vermeyi biliyoruz, fakat salat nasıl olur?" diye sordular. Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih buyurdular ki, şöyle deyin: "ALLAHumme salli ala MUHAMMED'in ve Âl-i MUHAMMED, kema salleyte ala İbrahim'e ve Âl-i İbrahim, inneke Hamidun Mecid."
                          İmam aleyhi's-selam orada bulunanlara: "Ey Cemaat, sizler arasında bu konuda bir ihtilaf mı var?" diye sordu.
                          Orada bulunanların hepsi: "Hayır." dediler.

                          -Me'mun: Bu konuda asla ihtilaf yoktur, bilakis ittifak vardır. Fakat Ehl-i Beyt hakkında bundan daha açık bir ayet var mı?"

                          -İmam aleyhi's-selam: Söyleyin bakalım "Yâ-sîn ve'l Kur'an'il Hakim, inneke le minel murselin, ala sıratin mustakim" ayetlerinin başında geçen "Yâ-sîn" kelimesinden kasdedilen kimdir? dedi.

                          -Ulema: "Yasin, MUHAMMED'dir ve bunda hiçbir şüphe yoktur."

                          -İmam aleyhi's-selam: ALLAH Teâla, bu konuda MUHAMMED ve Âl-i MUHAMMED'e öyle bir fazilet vermiştir ki, hiç kimse vasfının hakikatine erişemez. Çünkü ALLAH Teâla, peygamberlerin dışında, başka hiç kimseye selam vermemiştir. ALLAH Teâla buyurmuştur ki: "Alemler içinde Nuh'a selam olsun."[23] "İbrahim'e selam olsun."[24] "Musa'ya ve Harun'a selam olsun."[25] Ama ALLAH Teâla "Nuh'un âl'ine selam olsun" veya "İbrahim'in âl'ine selam olsun." veyahut "Musa ve Harun'un âl'ine selam olsun." buyurmamıştır. Sadece Âl-i Yâsîn'e selam olsun. diye buyurmuştur. Yani MUHAMMED'in Ehl-i Beyt'ine.

                          -Me'mun: "Andolsun ki, bu nükte ve bu izah ve beyan, ancak nübüvvet madeninde olabilir." Bu da yedincisidir.

                          Sekizinci ayet de şudur: "Bilin ki, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri muhakkak ALLAH'ın, Peygamber'in ve yakınlarınındır..."[26]
                          ALLAH Teâla, kendine ve Peygamber'ine bir pay ayırdığı gibi yakınlara da bir pay ayırdı. İşte bu, Âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki farktır. Çünkü ALLAH Teâla, Âl'i (Ehl-i Beyt'i) bir mevkide karar kılmış, diğer insanları da ondan aşağıdaki bir mevkide. Kendisi için beğendiğini onlar için de beğenmiştir ve bu konuda onları seçkin kılmıştır. Kendisi ve onlar için beğendiği her fey, ganimet ve diğer şeylerde ilk önce kendisini, sonra Peygamber'i, daha sonra da Peygamber'in yakınlarını zikretmiştir. Nitekim (Humus ayetinde) şöyle buyurmuştur: "Bilin ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri mutlaka ALLAH'ın, Peygamber'in ve yakınlarınındır..."

                          İşte bu ayet ALLAH'ın natık kitabında kıyamete kadar onlar için açık bir te'kid ve daimi bir emirdir. Öyle bir kitaptır ki , "Batıl, ona önünden de ardından da yaklaşamaz. (Çünkü O) Hüküm ve hikmet sahibi olan ve çok övülen (ALLAH) tarafından indirilmiştir."[27]
                          Ama ayetin ardında zikredilen yetim ve yoksullara gelince; (onların durumları yakınlardan farklıdır, çünkü) yetim baliğ olduğunda humus sahipleri sırasından çıkar ve onun için bir pay olmaz. Yoksul da zengin olduğunda ganimetlerden onun için bir pay olmaz; ganimeti almak da onun için caiz değildir. Ama yakınların payı kıyamete kadar, ister zengin olsunlar, ister fakir, onlar için sabittir. Çünkü ALLAH ve Resulü'nden daha zengin hiçbir kimse yoktur, bununla birlikte kendisi ve Resulü için ganimetten bir pay ayırmıştır. Kendisine ve Resulü'ne beğendiği şeyi Zilkurba (yakınlar) için de beğenmiştir. Böylece fey (savaş yapılmadan elde edilen mal) hakkında da kendisi ve Resulü için istediği şeyi Zilkurba için de istemiştir. Ganimette olduğu gibi ilk olarak kendi hakkını, sonra Peygamber'in hakkını ve daha sonra da Zilkurba'nın (Resulullah'ın yakınlarının) hakkını zikrederek Zilkurba'yı ALLAH ve Resulu'nün ismiyle birlikte ve onların peşinden zikretmiştir.

                          İtaat konusunda da durum aynıdır. ALLAH Teâla buyurmuştur ki: "Ey iman edenler, ALLAH'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulü-l emre."[28] (Ulü-lemr, ALLAH ve Resulünden sonra kendilerine itaat edilecek emir sahipleridir.) Burada da yine ilk önce kendisini, sonra Peygamber'i ve daha sonra da Ehl-i Beyt'i zikretmiştir. Velayet ayetinde de ALLAH Teâla şöyle buyurmuştur: "Sizin veliniz, (ve yetki sahibiniz) ancak ALLAH'tır, O'nun Resulüdür ve inananlardır..."[29] Yani Emir-ül Mü'minin Ali'dir.

                          ALLAH Teâla ganimet ve fey'de, kendi payını ve Peygamber'in payını onların payıyla birlikte ve beraber zikrettiği gibi onların velayetini (yöneticilik hakkını) ve Peygamber'e itaati kendisine itaatle birlikte zikretmiştir. Yüce ALLAH'ın, Ehl-i Beyt'e olan bu nimeti ne kadar da büyüktür. Ama sadaka (zekât) meselesi geldiğinde; (ALLAH Teâla) kendisini, Resulü'nü ve Resul'ünün Ehl-i Beyti'ni ondan münezzeh kıldı ve şöyle buyurdu: "Sadakalar, ALLAH'tan bir farz olarak yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kalpleri (İslam'a) ısındırılacaklar, köleler, borçlular, ALLAH yolunda (olanlar) ve yolda kalmışlar içindir."[30]

                          Bunların arasında ALLAH Teâlanın, kendisi, Resul'ü ve Zilkurba (yakınlar) için bir pay tayin ettiğini bulabilir misiniz? Münezzeh kılma sırası geldiğinde, kendisini, Resul'ünü ve Resul'ünün Ehl-i Beyt'ini ondan münezzeh kıldı. Münezzeh kılmakla yetinmeyip sadakayı onlara haram kıldı. Çünkü sadaka MUHAMMED ve Ehl-i Beyt'ine haramdır. Sadaka insanların (malının) kiri olduğu için onlara helal değildir. Çünkü onlar her çeşit kirden münezzeh kılınmışlardır. ALLAH onları her çeşit kirden münezzeh kılıp seçtiğinde kendisine beğendiği şeyi onlar için de beğenmiştir; kendisine beğenmediği şeyi onlar için de beğenmemiştir.

                          Dokuzuncusu da şudur: Biz zikir ehliyiz; öyle zikir ehli ki ALLAH Teâla, kitabında (onların hakkında) şöyle buyurmuştur: "Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun."[31]

                          -Ulema- ALLAH bu ayetten Yahudi ve Hıristiyan alimlerini kasdetmiştir.

                          -İmam aleyhi's-selam: "Böyle bir şey mümkün mü? O zaman bizi kendi dinlerine çağırırlar ve "bizim dinimiz İslam dininden daha üstündür" derler."

                          -Me'mun: "Ya Ebe-l Hasan, bunların sözünün reddinde bir izah ve beyanın (delilin) var mıdır?"

                          -İmam aleyhi's-selam: "Evet, zikir Resulullah'tır, biz ise zikrin ehliyiz. Talak suresinin şu ayetiyle bu konu açıklığa kavuşmuştur: "Ey inanan akıl sahipleri, ALLAH'tan korkup sakının. Doğrusu ALLAH, O'nun apaçık ayetlerini size okuyacak bir resul, bir zikir indirmiştir."[32] Bu ayetteki zikir Resulullah'tır, biz ise onun ehliyiz. Bu da dokuzuncusudur.

                          Onuncusu da şu tahrim ayetidir: "Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz... size haram kılındı."[33]
                          Söyleyin bakalım, Eğer Resulullah hayatta olsaydı benim kızım veya oğlumun kızı veyahut soyumdan gelen kızlarla evlenmesi doğru olur muydu?"

                          -Ulema: "Hayır, olmazdı."

                          -İmam aleyhi's-selam: "Sizin kızlarınızla nasıl; evlenebilir miydi?

                          -Ulema: "Evet evlenebilirdi."

                          -İmam aleyhi's-selam: "Öyleyse bu, bizim O'nun Ehl-i Beyt'i olduğumuza bir delildir, sizin değil. Eğer O'nun Ehl-i Beyt'inden olsaydınız, bizim kızlarımızın O'na haram olduğu gibi sizin de kızlarınız O'na haram olurdu. Demek ki biz onun Ehl-i Beyt'indeniz, siz ise onun ümmetindensiniz. İşte âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki fark budur. Âl (Ehl-i Beyt) Peygamber'in kendisindendir, fakat ümmet böyle değildir. Bu da onuncusudur.

                          Onbirincisi de Mü'min suresindeki şu ayettir: "Firavun âl'inden (ailesinden) imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: Siz, benim Rabbim ALLAH'tır, diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır..."[34]
                          Bu adam Firavun'un dayısı oğluydu. ALLAH Teâla onu, nesebinden dolayı Fıravun'a nisbet etmiştir, dininden dolayı değil. Böylece biz de doğum yönünden Peygamber'in Ehl-i Beyt'i olduğumuz için O'na mahsus kılınmışız, din yönünden ise bütün insanlar gibi sayılmışız. Bu da âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki diğer bir farktır. Bu da onbirincisidir.

                          Onikincisi de şu ayettir: "Ehline namazı emret ve kendin de ona karşı sabırlı ol."[35]
                          ALLAH bizi bu özellikle üstün kılmıştır. Çünkü bizi de onunla beraber namaza emretmiştir. Sadece bizi bu özellikle üstün kılmıştır, ümmeti değil. Resulullah bu ayet nazil olduktan sonra dokuz ay boyunca her gün beş defa namaz vakitlerinde Ali ve Fatıma aleyhi's-selam'ın kapısına gelip şöyle buyuruyordu: "Namaza! ALLAH size rahmet etsin." ALLAH Teâla, Peygamber'in bütün ailesi içerisinde bize yaptığı bu bağışı, peygamberlerin evlatlarından hiçbiri hakkında yapmamıştır. Bu da âl (Ehl-i Beyt) ve ümmet arasındaki diğer bir farktır.

                          Hamd Alemlerin Rabb'i olan ALLAH'a mahsustur ve ALLAH'ın salatı peygamberi MUHAMMED'e olsun.
                          ________________
                          Dipnotlar:

                          [1]- Fatır/32.
                          [2]- Fatır/33.
                          [3]- Ahzab/33.
                          [4]- Uyun kitabının nakli şöyledir: "İlk ayetteki miras ve ikinci ayetteki tathirin seçkinler ve hidayete kavuşmuş olanlar hakkında olduğunu bilmiyor musunuz?" Bu nakil daha uygundur. Çünkü söz konusu olan, ayettir; rivayet değil.
                          [5]- Hadid/26.
                          [6]- Hud/45.
                          [7]- Hud/46.
                          [8]- Âl-i İmran/33,34.
                          [9]- Nisa/54.
                          [10]- Nisa/59.
                          [11]- Şuarâ/214.
                          [12]- Ahzab/33.
                          [13]- Âl-i İmran/61.
                          [14]- Yunus/87.
                          [15]- İsrâ/26.
                          [16]- Şura/23.
                          [17]- Hud/29.
                          [18]- Hud/51.
                          [19]- Şura/23.
                          [20]- Ahkaf/8.
                          [21]- Şura/25.
                          [22]- Ahzab/56.
                          [23]- Saffat/79.
                          [24]- Saffat/109.
                          [25]- Saffat/120.
                          [26]- Enfal/41.
                          [27]- Fussilet/42.
                          [28]- Nisâ / 59
                          [29]- Mâide/55.
                          [30]- Tövbe/60.
                          [31]- Nahl/43.
                          [32]- Talak/10,11.
                          [33]- Nisa/23.
                          [34]- Mü'min/28.
                          [35]- Tâhâ/132.
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                            HİKMET, ÖĞÜT, ZÜHD, VE TAKVA HAKKINDAKİ KISA SÖZLERİ


                            1- Mü'min, kendisinde üç haslet olmadıkça mü'min olmaz: Rabbinden bir sünnet, Peygamber'inden bir sünnet ve imamından bir sünnet. Rabbinden olan sünnet, sırrı gizlemektir. Peygamber'inden olan sünnet, halkla iyi geçinmektir. İmamından olan sünnet de sıkıntı ve zorluklarda sabırlı olmaktır.

                            2- Nimet sahibi olan kimse, ailesine rahat bir geçim sağlamalıdır.

                            3- İbadet, çok (mustahap) namaz kılmak ve çok (mustahap) oruç tutmak değil; ibadet, ALLAH'ın işleri hakkında çok düşünmektir. (Çünkü ancak bu yolla insan ALLAH'a iyice tanıyabilir ve ihlasla ona ibadet eder.)

                            4- Peygamberlerin sıfatlarından biri de temizliktir.

                            5- Üç şey paygamberlerin sünnetindendir: Güzel koku kullanmak, bedendeki kılları kesmek ve çok cima yapmak.[1]

                            6- Emin, sana hıyanet etmemiş, sen haine güvenmişsin. (Bu söz, emaneti zayi edilen bir kimse için söylenmiştir. Maksat, emin insanlara su-i zanda bulunmamak ve herkesi de emin saymamak gerektiğini açıklamaktır.)

                            7- ALLAH bir işi irade ettiği zaman kulların aklını alır; böylece emrini gerçekleştirir, iradesi yerini bulur. Emrini gerçekleştirdikten sonra herkese aklını geri verir. O zaman "Bu (olay) nasıl oldu ve nerden ortaya çıktı?" diye şaşırırlar.

                            8- Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Susmak, (boş yere konuşmamak), muhabbet kazandırdığı gibi her hayrın da kılavuzudur.

                            9- Boş işler, boş sözleri gerektirir.

                            10- Büyük kardeş baba yerindedir.

                            11-"Adi insan kimdir?" diye sorduklarında İmam: "Sahip olduğu şey, kendisini ALLAH'tan alıkoyan (gafil eden) kimsedir." buyurdular.

                            12- İmam aleyhi's-selam yazının üzerine (onu kurutmak için) toprak serpip; "(Bunun) sakıncası yoktur." buyuruyordu. Bir şeyleri not etmek istediğinde
                            de: "Bismillahirrahmanirrahim, inşaALLAH hatırlarım." yazıp sonra dilediği şeyi yazardı.

                            13- Sözünü ettiğin kimse hazırsa künyesini, hazır değilse ismini zikret.

                            14- Herkesin dostu onun aklıdır; düşmanı ise cehaletidir.

                            15- İnsanlara muhabbet beslemek aklın yarısıdır.

                            16- ALLAH dedikoduyu, malı zayi etmeyi ve her şey için insanlara ağız açmayı sevmez.

                            17- Müslümanda on haslet olmadıkça aklı kemale ermez: "İyiliği umulmalı, kötülüğünden emin olunmalı, başkalarının az iyiliğini çok görmeli, kendisinin çok hayrını az saymalı, ihtiyacı olanların müracaatından bıkmamalı, ömür boyu ilim talep etmekten yorulmamalı, ALLAH yolunda fakir olmayı zengin olmaya tercih etmeli, ALLAH yolunda aşağı olmayı düşmanların içerisinde aziz olmaktan üstün bilmeli, tanınmamayı meşhur olmaya üstün tutmalı, onuncusu ve en önemlisi olan ise ilk karşılaştığı herkesi kendisinden daha iyi ve daha takvalı bilmesidir.
                            İnsanlar iki kısımdır: Kendisinden daha iyi ve takvalı olan; ve kendisinden daha kötü ve daha aşağı olan. (Nazarında) Kendisinden daha kötü ve daha aşağı olan biriyle karşılaştığında şöyle demelidir: "Belki onun iyiliği gizlidedir ve bu onun yararınadır. Benim iyiliğim ise açıktadır; bu da benim zararımadır." Ama kendi-sinden daha hayırlı ve daha takvalı birini gördüğünde de, ona ulaşmak için karşısında tevazu etmelidir. Bunu yaparsa makamı yücelir, iyilikleri temiz olur, ismi iyi anılır ve zamanının efendisi olur.

                            18- Bir adam, "Kim ALLAH'a tevekkül ederse O, ona yeter." ayetinin manasını İmam'a sordu; İmam şöyle buyurdular: "Tevekkülün dereceleri vardır. Bir derecesi; bütün işlerinde O'na güvenmen, O'nun tüm işlerine razı olman, hiçbir hayır ve hiçbir hususta senin hakkında kusur (haksızlık) etmediğini ve hükmün de O'nun elinde olduğunu bilmendir. Öyleyse O'na tevekkül et ve işleri O'na bırak. Diğer bir derecesi de; ilminin kuşatmadığı gayb-ı ilahi'ye iman etmendir; o gaybın ilmini ALLAH'a ve O'nun eminlerine bırakman, gayb ve gayb olmayan her şeyde ALLAH'a güvenmendir."

                            19- Ahmed ibn-i Necm; "Ameli batıl eden bencillik nedir?" diye sorduğunda İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdu: "Bencilliğin dereceleri vardır: Bazen bencillik insanın kötü amelini onun için süsler, insan onu iyi görür, ondan hoşlanır ve iyi bir iş yaptığını zanneder. Bazen de insan Rabbine iman eder ve bununla ALLAH'a minnette bulunur. Oysa imanı için de ALLAH'a minnet borçludur.

                            20- Fazl şöyle diyor; İmam Rıza aleyhi's-selam'a: "Yunus ibn-i Abdurrahman, marifetin (ALLAH'ı tanımanın) iktisabi olduğuna (kazanıldığına) inanıyor." dediğimde; şöyle buyurdular: "Hayır, o hata etmiştir. ALLAH, marifeti dilediğine verir. Bunu bazılarında sabit kılar, bazılarında ise emanet bırakır. Sabit kılınan, ALLAH'ın asla geri almıyacağı şeydir. Emanet verilen şey de insana verilip sonradan geri alınan şeydir.

                            21- Safvan ibn-i Yahya şöyle diyor: Hz.Rıza aleyhi's-selam'dan "Kulların marifet (ALLAH'ı tanıma) konusunda herhangi bir rolü var mı?" diye sorduğumda İmam: "Hayır, yoktur." buyurdular. Marifet hususunda sevapları var mı? dediğimde de: "Evet, vardır. ALLAH onlara, hem marifet vermiş, hem de doğruyu[2] ihsan etmiştir." buyurdular.

                            22- Fuzayl ibn-i Yesar şöyle diyor: Hz. Rıza aleyhi's-selam'dan, "Kulların fiilleri mahluk mu, değil mi?" diye sordum; Hz. Rıza aleyhi's-selam: "ALLAH'a andolsun ki, onlar mahluktur." buyurdular. -İmam Hazretleri'nin fiillerin mahluk olmasından maksadı takdiri yaratılıştır, yoksa tekvini değil.- Daha sonra şöyle buyurdular: "İman, İslam'dan bir derece üstündür, takva da imandan bir derece üstündür, insanlara yakinden daha üstün bir şey de verilmemiştir."

                            23- "Kulların en seçkini kimlerdir?" diye sorduklarında: "Kulların en iyisi, iyi iş yaptığında hoşnut olan, kötü iş yaptığında mağfiret dileyen, kendisine bir nimet verildiğinde şükreden, sıkıntıya düştüğünde sabreden ve sinirlendiğinde de affeden kimsedir." buyurdular.

                            24- "Tevekkülün haddi nedir?" diye sorduklarında: "ALLAH'tan başka hiçbir kimseden korkmamaktır." buyurdular.

                            25- Evlenirken yemek vermek sünnettir.

                            26- İmanın dört rüknü vardır: ALLAH'a tevekkül etmek, ALLAH'ın kazasına rıza göstermek, ALLAH'ın emrine teslim olmak ve işleri ALLAH'a bırakmak. Salih kul (Mü'min-i Âl-i Fir'avun) şöyle dedi: "Ben işimi ALLAH'a bırakıyorum... (Bunun üzerine) ALLAH onların düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu."[3]

                            27- Bir yudum suyla bile olsa sıla-ı rahimde bulun. En iyi sıla-i rahim, akrabaya eziyet etmemektir. ALLAH Teâla kitabında şöyle buyurmuştur: "Sadakalarınızı minnet ve eziyet ederek batıl etmeyin."[4]

                            28- Hilim (olgunluk) ve ilim, derin anlayışın nişanelerindendir. Susmak, hikmet kapılarından bir kapıdır. Susmak (boş yere konuşmamak) muhabbet kazandırdığı gibi her hayrın da kılavuzudur.

                            29- Ailesini geçindirmek için rızık peşinde olan kimsenin mükâfatı, ALLAH yolunda cihat eden kimsenin mükâfatından daha fazladır.

                            30- İmam hazretlerine: "Nasıl sabahladınız?" dediklerinde şöyle buyurdular: Yakınlaşan bir ecel, (azalan bir ömür) ve korunan bir amelle sabahladım; ölüm yanıbaşımızda beklemekte; ateş arkamızda durmakta ve bize ne yapılacağını da bilmiyoruz.

                            31- Asaletinde güvenilirlik, tabiatında kerem, ahlakında sebat, nefsinde şeref ve kalbinde ALLAH korkusu bulunmayan kimseden, dünya ve ahiret işlerinden hiçbiri için hayır bekleme.

                            32- Karşı karşıya gelen iki gruptan, ancak affı çok olan grup (ALLAH tarafından) yardım görür (zafere kavuşur).

                            33- Cömert, yemeğini yesinler diye halkın yemeğini yer. Ama cimri, yemeğini yemesinler diye halkın yemeğini yemez.

                            34- Biz tıpkı Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih gibi verdiği sözü yerine getirmeyi kendisi için borç bilen bir Ehl-i Beytiz.

                            35- Öyle bir gün gelir ki, afiyet (rahatlık) on cüz' olur: Dokuz cüz'ü insanlardan uzaklaşmakla ve bir cüz'ü de susmakla sağlanır.

                            36- Muammer ibn-i Hallad İmam aleyhi's-selam'a: "ALLAH ferecinizi (kurtuluşunuzu) yakın eylesin." dediğinde buyurdular ki: "Ey Muammer, bu ferec sizin kendi ferecinizdir. Bana gelince, ALLAH'a andolsun ki, o benim için, içinde bir avuç kavut bulunan ağzı mühürlü dağarcıktan başka bir şey değildir.

                            37- Güçsüze yardım etmek en iyi sadakadır.

                            38- Kulda şu üç haslet olmadıkça imanın hakikatinin kemaline erişemez: "Dinde derin anlayış sahibi olmak, geçimini güzel bir şekilde ayarlamak ve musibetlere karşı sabırlı olmak."

                            39- İmam aleyhi's-selam Ebu Haşim Davud ibn-i Kasım-ı Caferi'ye şöyle buyurdular: "Ey Davud, bizim Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'den dolayı sizin üzerinizde hakkımız vardır; sizin de bizim üzerimizde hakkınız vardır. Bizim hakkımızı bilenin hakkı (bize) farz olur. Bizim hakkımızı bilmeyenin üzerimizde hakkı olmaz.

                            40- Bir gün İmam aleyhi's-selam, Me'mun'un meclisine geldiğinde Zürriyaseteyn (Me'mun'un şii veziri) de mecliste hazır bulunuyordu. Gece ve gündüz ile bunların hangisinin daha önce yaratıldığı hakkında söz açıldı. Zürriyaseteyn, bu meseleyi İmam aleyhi's-selam'a sordu; İmam aleyhi's-selam da: "Cevabı ALLAH'ın kitabından mı vereyim, yoksa senin bildiğin muhasebe yoluyla mı?" buyurdular. Zürriyaseteyn; "İlk önce muhasebe yoluyla cevap vermenizi istiyorum." dedi. Bunun üzerine İmamaleyhi's-selam şöyle buyurdular: "Siz dünyanın Tali'inin[5] yengeç olduğunu ve yıldızların da en yüksek derecede olduğunu söylemiyor musunuz?"
                            Zürriyaseteyn; "Evet, öyle söylüyoruz." dedi. İmam aleyhi's-selam buyurdular ki: "Buna göre, Zühal (Saturn gezegeni), Terazi burcunda, Müşteri (Jupiter) Yengeç'te, Merih Oğlak'ta, Venüs Balık'ta, Ay Boğa'da, Güneş de göğün ortasında olup Koç burcunda olduğunda, o zaman ancak gündüz olur." Zürriyaseteyn: "Evet, öyledir." dedi ve, "Şimdi de ALLAH'ın Kitabından cevap verin" dedi. İmamaleyhi's-selam buyurdular ki, ALLAH'ın kitabından olan delil de şu ayettir: "Ne Güneş'in, Ay'a erişip yetişmesi yaraşır, ne de gece gündüzden öne geçer"[6] Yani gündüz geceden öncedir.

                            41- Ali ibn-i Şuayb şöyle diyor: Hz. İmamRıza aleyhi's-selam'ın huzuruna vardığımda Hazret: "Ey Ali, yaşantısı herkesten daha güzel olan kimdir?" diye sordular. Ben de: "Efendim, siz daha iyi bilirsiniz" dedim. İmam aleyhi's-selam: "Ey Ali, (yaşantısı herkesten daha güzel olan) başkasının yaşantısını kendi yaşantısı sayesinde güzel eden kimsedir." buyurdular. İmam aleyhi's-selam: "Ey Ali, yaşantısı herkesten daha kötü olan kimdir?" sorduklarında da yine "siz daha iyi bilirsiniz" dedim. İmam aleyhi's-selam: "Yaşantısı herkesten daha kötü olan, kendi yaşantısı sayesinde bir başkasını barındırmayan kimsedir." buyurdular. Daha sonra İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdular: "Ey Ali, nimetlerin kadrini bilin (onların şükrünü yerine getirin). Çünkü nimetlerin kadri bilinmezse, kaçarlar; kaçtılar mı da bir daha geri dönmezler. Ey Ali, insanların en kötüsü, yardımını (halkdan) esirgeyen, (sofrasına kimseyi davet etmeyip) yalnız yemek yiyen ve kölesine kırbaç vuran kimsedir."

                            42- Bir adam, Fıtır bayramı günü İmamaleyhi's-selam'a: "Ben bugün hurma ve Hz. Hüseyin'in mezarının toprağıyla iftar ettim." dediğinde İmam aleyhi's-selam: "Sünnet ve bereketi cemetmişsin." buyurdular.

                            43- İmam aleyhi's-selam Ebu Haşim-i Caferi'ye şöyle buyurdular: "Ey Ebu Haşim, akıl ALLAH'ın bir armağanıdır. Edep zahmetle elde edilen bir şeydir; zahmetine katlanan onu elde eder. Ama zahmet ve zorluğa katlanarak akıl elde etmeye çalışan, ancak cehaletini artırır.

                            44- Ahmed ibn-i Ömer ve Hüseyn ibn-i Yezid şöyle derler: İmam Rızaaleyhi's-selam'ın huzuruna varıp İmam'a: "Biz nimet ve refah içindeydik, fakat şimdi durumumuz biraz fark etmiştir; dua edin ALLAH önceki nimet ve refahımızı geri çevirsin." dedik. İmam aleyhi's-selam şöyle buyurdular: "Ne istiyorsunuz? Padişah olmak mı istiyorsunuz? Tutmuş olduğunuz yolun (Şia mezhebinin) dışında başka bir yolda olup da Tahir (Me'mun'un ordu komutanı) ve Herseme (ordunun ünlü subayı) gibi olmak mı sizi memnun eder?" Ben: "Hayır, ALLAH'a andolsun ki, bu mezhebin dışında olup da dünya ve dünyada olan bütün servet, altın ve gümüşlerin benim olması, asla beni mutlu etmez" dedim. İmam buyurdular ki, ALLAH Teâla şöyle buyuruyor: "Ey Davud ailesi, şükredin; kullarımdan şükretmekte olanlar azdır."[7] ALLAH'a iyi zanda bulunun. Kim ALLAH'a iyi zanda bulunursa, ALLAH onun zannına göre ona karşı muamelede bulunur. Kim az rızka razı olursa, ALLAH da onun az amelini kabul buyurur. Kim helal olan az mala razı olursa, geçim masrafı azalır, ailesi refaha kavuşur, ALLAH dünyanın derdini de, dermanını da ona öğretir ve onu dünyadan salim olarak esenlik yurduna götürür.

                            45- İbn-i Sikkit[8]: "Bu gün insanlara hüccet nedir?" diye sordu; İmam: "Akıldır'' diye buyurdu. Çünkü insan onunla ALLAH'a isnat edilen doğruyu anlayıp tasdik eder; ALLAH'a isnat edilen yalanı anlayıp tekzip eder." İbn-i Sikkit: "Evet ALLAH'a andolsun ki cevap işte budur." dedi.

                            46- Kişi, kişinin elini öpmemelidir. Çünkü bu amel ona tapmak gibidir.

                            47- Anne ağzından, kız kardeş yanağından, İmam da iki gözü arasından öpülür.

                            48- Cimrinin rahatlığı, kıskancın lezzeti, çabuk usananın vefası ve yalancının da yiğitliği olmaz.
                            _____________
                            Dipnotlar:

                            [1]- Bunun önemi insanın şehvet vasıtasıyla duçar olduğu günahları önlemektir.
                            [2] - Hadisin metninde "doğru" anlamına gelen "savap" kelimesi geçmişse de soruya uyumlu olarak aslında "sevap" olduğu ve nakilde hata yapıldığı muhtemeldir. Bu ihtimale göre şöyle tercüme edilmelidir: "ALLAH onlara, hem marifet vermiş, hem de sevap ihsan etmiştir."
                            [3]- Mü'min/44,45.
                            [4]- Bakara/264.
                            [5]- Tali, eski astronomi ilmine göre herhangi bir şeyin talii, o şeyle ilgili farzedilen belirli bir zamanda doğu ufkuna rastlayan Burçlar Dairesi'nin bir bölümüne denir.
                            [6]- Yâsin/40.
                            [7]- Sebe/13.
                            [8]- İbn-i Sikkit, Arap edebiyatını çok iyi bilen, Şia'nın iftihar ettiği, ilim, hürriyet ve yiğitliğiyle tanınmış dinini paraya satmayan bir alimdi. Zamanın tağutu olan Mütevekkil-i Abbasi: "Ey İbn-i Sikkit, benim oğullarımı mı daha fazla seviyorsun, yoksa Hasan ve Hüseyn'i mi?" dediğinde İbn-i Sikkit yiğitçe şöyle cevap verdi: "ALLAH'a andolsun ki, Ali (a.s)'ın hizmetçisi olan Kanber'i bile senden ve senin oğullarından daha fazla seviyorum." İmamet ve hürriyet yolunda gösterdiği bu cesaret sonucu özgürlük ve izzet-i nefs suçuyla Mütevekkil-i Abbasi'nin emriyle dili ağzından çıkartılarak şehit edildi.
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                              İBRETLİ ÖYKÜLER

                              [color=navy]1- Memun Ve Hırsız

                              Muhammed b. Sinan şöyle naklediyor:
                              Horasan'da mevlam Hz. Rıza (a.s)'ın yanında idim. Memun o zamanları genellikle İmam Rıza (a.s)'ı sağ tarafında oturtuyordu.
                              Memun'a bir adamın hırsızlık yaptığını bildirdiler. Memun o adamın ihzar edilmesini emretti. Hazır olduğunda Memun, alnındaki secde izinden dolayı onu zahitler kıyafetinde gördü. Bundan dolayı hırsıza: "Öf bu güzel ize ve bu çirkin işe! Acaba (alnındaki) gördüğüm bu güzel eser ve zahitlik simasıyla mı seni hırsızlık yamakla suçluyorlar?"

                              - Sofu adam: "Ben bu işi (hırsızlığı) çaresiz olduğumdan dolayı yaptım. Çünkü sen, humus ve ganimetlerden benim payımı vermekten çekinmişsin!"

                              -Memun: "Senin humus ve ganimetlerde ne hakkın vardır?"

                              - Sofu: "ALLAH-u Teala humusu beş yere taksim edip şöyle buyurmuştur:
                              "Biliniz ki elde ettiğiniz ganimetin humusu (beşte biri) ALLAH'ın, Resulün, zevil kurbanın (Peygamber'in akrabalarının), yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur." [1]

                              Yine ganimeti de altı yere bölüp şöyle buyurmuştur: "ALLAH'ın o (fethedilen) şehir halkından peygamberine verdiği fey (mal, servet, toprak vb.), ALLAH'a, Peygamber'e, yakın akrabalığı olanlara (Ehl-i Beyt'e), yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir? Öyle ki (bu mal ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın." [2]

                              Bu ayetlerin gereğince, ben yolcu ve yoksul olduğuma göre sen beni hakkımdan mahrum bırakmışsın."

                              - Memun: "Acaba ben, senin bu sözlerinle ALLAH'ın hüküm ve cezalarından birini terk mi edeyim?"

                              - Sofu: "İlk önce kendini arındır, daha sonra başkalarını arındırmaya çalış! İlk önce ALLAH'ın haddini (cezasını) kendine uygula, daha sonra başkalarına uygula!"

                              Memun artık cevap veremedi, İmam Rıza'ya dönerek: "Bu konuda senin görüşün nedir?" dedi.

                              - İmam Rıza (a.s): "Bu adamın maksadı şudur ki, sen hırsızlık yaptığın için o da hırsızlık yapmıştır!"

                              - Memun bu sözden öfkelenip hırsızlık yapan adama dönerek şöyle dedi: "ALLAH'a ant olsun ki senin elini kestireceğim."

                              - Sofu: "Acaba sen mi benim elimi kestiriyorsun, oysaki sen benim kölemsin?!"

                              - Memun: "Yazıklar olsun sana, ben nasıl senin kölen oldum?!"

                              - Sofu: "Senin annen Müslümanların malıyla alındığından dolayı seni azat etmedikleri serece bütün Müslümanların kölesisin; ben de seni azat etmemişim.

                              Üstelik sen humusu da yutmuşsun! Binaen aleyh ne Resulullah'ın Ehl-i Beyt'inin hakkını eda etmişsin, ne de benim ve benim gibi olanların hakkını vermişsin. Bir de kirli (suçlu) birisi, kendisi gibi çirkefli birisini temizleyemez; temiz bir kimsenin bulaşık bir şeyi temizlemesi gerekir. Hadde (şer'i cezaya) layık olan birisi kendisinden başlamadan önce başka birisine had uygulayamaz! ALLAH Teala'nın şöyle buyurduğunu duymamış mısın?:
                              "Siz insanlara iyiliği emrediyorken kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz ALLAH'ın kitabını okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?" [3]

                              -Bu esnada Memun İmam (a.s)'a yönelerek: "Bu şahıs hakkında görüşün nedir?" diye sordu.

                              İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
                              ALLAH Teala, Hz. MUHAMMED (s.a.a)'e şöyle buyurmuştur:
                              "ALLAH Teala'nın kullara verdiği bir hüccet-i baliğası (üstün ve apaçık delili) vardır. Hüccet-i baliğa öyle bir hüccettir ki, cahil bir şahısa yetiştiğinde alim bir şahıs gibi onu anlar, dünya ve ahiret hüccetle ayakta durmuşlardır!"

                              İmam Rıza (a.s)'ın sözü buraya vardığında Memun, sofu adamın serbest bırakılmasını emretti.
                              Memun bu olaydan sonra, halkın arasına çıkmıyordu, Hz. Rıza (a.s) hakkında düşünceye dalmıştı; nihayet İmam (a.s)'ı zehirleterek şehit etti.[4]
                              _________________
                              [1] - Enfal/41
                              [2] - Haşr/7
                              [3] - Bakara/44
                              [4] - Bihar'ul-Envar, c. 49, s. 288
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                #45
                                Ynt: İmam Ali Rıza’nın (as) Hayatı, Fazileti, Siresi ve Sözleri

                                2- ALLAH Aşkına Her Ne Söylediyse Yapma!

                                Celludi isminde bir adam, Harun Reşit hükümeti tarafından Medine'de Ebu Talip evlatlarının evlerine saldırdı. İmam Rıza (a.s)'ın evine vardığında hanımların ziynet eşyalarını almak için içeri girmek istedi. İmam (a.s) bu durumu görünce şöyle buyurdu:
                                "Bu zulmü uygulamaya görevli olduğuna göre birazcık sabret; benim kendim ziynet eşyalarını sana getireyim."

                                İmam (a.s) dediği şekilde de yaptı. Bu meselenin üzerinden bir müddet geçti ve siyasetler değişti, İmam Rıza (a.s)'ı veliaht ettiler. Bu sırada Celludi'yi zindana attılar. Muhakeme zamanı gelince İmam (a.s) Memun'a: "Bu ihtiyar kişiyle işin olmasın, onu bana bağışla" dedi.

                                Uzaktan İmam'la Memun'un konuşmasına şahit olan Celludi, İmam'ın Memun'dan onun idamını istediğini zannetti; bundan dolayı Memun'a: "ALLAH aşkına bu kişi sana benim hakkımda her ne söylediyse yapma."

                                Memun da cevaben şöyle dedi: "Şimdi kendin yemin verdirdin. O halde kötü kader seni beklemektedir. Memun daha sonra onun idam fermanını imzaladı.

                                (Sefinet'ul-Bihar)
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X