BİSMİHİ TEALA
HAMD ALEMLERİN RABB’İ ALLAH’A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
RABB’İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM[/t]
Selamun Aleykum Aziz Canlar
HAMD ALEMLERİN RABB’İ ALLAH’A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
RABB’İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM[/t]
Selamun Aleykum Aziz Canlar
![]() ![]() Diyorlar ki: “{إِنَّما يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَ يُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً” “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzap, 33)” ayeti peygamber efendimizin eşleri hakkındadır, zira ayetin başında şu ifadeler yer almıştır: “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.” Cevap Bu ayetteki konular, bir soru cevabı kalıbında gelmesinden çok daha geniştir, ancak biz burada bazı noktalara işaret edeceğiz: 1. {وَ قَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَ لا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجاهِلِيَّةِ الْأُولی} “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. (Ahzab, 33)” 2. {وَ اذْكُرْنَ ما يُتْلی فِي بُيُوتِكُنَّ} “Evlerinizde okunan (Allah'ın âyetlerini ve hikmeti) hatırlayın. (Ahzab, 34)” 3. {يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلاَّ أَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ} “Ey iman edenler! Rastgele Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak izin verildiği vakit girin. (Ahzab, 53)” Ancak bu konuda, tekil kipi kullanılarak şöyle demektedir: “اهل البيت”; “Ehle’l beyt”. Bu, beytin (evin) bir tane olduğu ve beytin, peygamberin evi ve onun ehliyle ilintisi olmayan has bir beyit olduğuna delildir. Ve “البيت”; “Elbeyt” kelimesindeki “El” kelimesi ahit anlamındadır. Yani belli ve bilinen evdir ki bu da Hz. Fatımatu’z Zehra’nın (s.a) evinden başka bir ev değildir. 2. “Ayetin başı, Hz. Peygamberin eşleri hakkındadır.” Sözünün kendisi, şüphenin batıl olduğuna dair en açık kanıttır. Zira Kur’an, ‘tathir’ ayetinden önce ve sonra Hz. Peygamberin eşleri hakkında konuşmakta ve zamirleri ‘kadın’ kipinde getirmektedir. 1. {إِنِ اتَّقَيْتُنَّ} ; (takvalı olur, sakınırsanız = kadın kipinde) 2. {فَلا تَخْضَعْنَ} ; (yumuşak, çekici = kadın kipi) 3. {وَ قُلْنَ} ; (söyleyin = kadın kipi) 4. {وَ قَرْنَ} ; (oturun = kadın kipi) 5. {فِي بُيُوتِكُنَّ} ; (evlerinizde = kadın kipi) 6. {وَ لا تَبَرَّجْنَ}، ; (açılıp saçılmayın = kadın kipi) 7. {وَ أَقِمْنَ الصَّلاةَ} ; (namaz kılın = kadın kipi) 8. {وَ آتِينَ الزَّكاةَ} ; (zekat verin = kadın kipi) Ama ‘Tathir’ ayetinde şöyle demektedir: 1. {عَنْكُمُ} ; (sizden = erkek kipi) 2. {يُطَهِّرَكُمْ} ; (sizi tertemiz bir şekilde temizlemek = erkek kipi) Sonra Hz. Peygamberin eşleriyle ilgili olarak başka bir ayete başlamaktadır. Oradaki zamirlerde kadın kipindedir. Şöyle buyurmaktadır: {فِي بُيُوتِكُنَّ} ; (evlerinizde = kadın kipi)[1] Eğer gerçekten ‘Tathir’ ayeti peygamber efendimizin eşleriyle ilgiliyse, ne oldu da bundan önceki ve sonraki hitaplarda kadın kipi kullanılarak hitap edilmekte, ancak ayetin ortasında yani sadece bu ayette zamirler erkek kipinde gelmektedir? Acaba bu, muhatabın iki farklı grup olduğuna kanıt değil midir? “Peygamberin eşlerinin Ehlibeyt’ten olmadığını söylemek, onlara hakarettir” diyenlerin bu açıklamaları bir tür mugalata ve demagojidir. Peygamberin eşlerinin peygamberin ehlibeytinden olduğu kesindir, ancak konumuz ‘tathir’ ayetidir ve bu ayetin sadece ‘beş has kişi’ için olduğu ve başkalarını kapsamadığı konusudur. Başka bir söz ise: Ehlibeyt’in ismet ve paklığını konu alan konuşmaların olduğu yerde, maksat Hz. Peygamberin abasını üstlerine attığı ve onları muayyen ettiği has bir gruptur, ancak geniş anlamda peygamberimizin ehlibeytinden bahsedildiğinde peygamberin tüm eşlerini kapsamı altına alır. Konunun detaylarını “Menşur-u Cavid” kitabında okuyabilirsiniz. 2. Şüphe “Tathir” Ayeti Veya Risalet Hanedanın Şeref Madalyası Diyorlar ki: “Bizim ayetten anladığımız her Müslüman’ın tahir ve pak olabileceğidir. Allah, Kur’an’da taharet ve paklığı tüm Müslümanlar için mümkün bilmekte ve şöyle buyurmaktadır: ‘Eğer sizler tövbe ederseniz, Allah sizin tövbenizi taharetiniz için karar kılacaktır.’ Dolayısıyla her insan tathir ve pak olabilir ve bu ehlibeyte has değildir, gerçi bu ayet Ehlibeyt hakkındadır, ancak onların başkalarından üstün olduğuna sağlam delil teşkil etmez!!” Cevap Kur’an’da iki çeşit taharet ve paklıktan bahsedilmiştir: 1. Elbise ve bedenin temizliği anlamında zahiri ve görsel taharet ve paklık. örneğin şöyle buyurmaktadır: {وَ يُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّماءِ ماءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِهِ} ; “Sizi temizlemek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. (Enfal, 11)” 2. Ahlaki şirk ve kirlerden paklık. Örneğin aşağıdaki iki ayet gibi: a) {خُذْ مِنْ أَمْوالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَ تُزَكِّيهِمْ بِها} ; “(Ey Peygamber!) Onların mallarından sadaka (zekat) al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. (Tövbe, 103)” Buradaki temizlikten maksat ahlaki ve manevi temizliktir. b) {فِيهِ رِجالٌ يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا وَ اللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ} ; “Onda (Kuba mescidinde) temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever. (Tövbe, 108)” Bu iki taharet dikkate alındığında, ‘Tathir’ ayetindeki taharetin ikinci anlamdaki taharet ve temizlik olduğu ortaya çıkar. Zira zahiri ve görsel taharet, mümin ve müşrikleri de içine alan herkesi kapsayan bir taharettir. Manevi taharet ise tüm semavi dinlerin vurguladığı iki şekilde söz konusu olmaktadır: 1. Bazen ‘teşrii’ bir surette herkes hakkındadır, yani Allah, herkesin kendilerini her türlü kirden temizlemelerini emretmektedir. Bu teşrii emir, herkesi hatta Firavun’u bile kapsamına almaktadır. Hz. Musa’ya (a.s) burada emrettiği gibi: {اذْهَبْ إِلی فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغی * فَقُلْ هَلْ لَكَ إِلی أَنْ تَزَكَّی}; "Firavun'a git; çünkü o, azdı. Ona de ki: "(şirk ve günahtan) temizlenmek ister misin? (Naziat, 18 - 19)” Ayrıca şöyle buyurmaktadır: {إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ}؛ ; “Şüphe yok ki Allah, adamakıllı tövbe edenleri ve iyice temizlenenleri sever. (Bakara, 222)” Tüm enbiyaların temel amacı insanları şirk, günah ve aykırılıklardan taharet ve paklığa davettir. Gerçek ise bir grup bu emre uymakta ve bir grupta buna uymamaktadır ve bu, tathir ve temizlik emrine mahsus bir durum değildir, kitap ve sünnetle gelen Allah’ın bütün emirleri, herkesi kapsar ve teşrii ve kanunidir, ancak davetin kapsamlılığı onun tüm insanlarda tahakkuk bulmasına delil teşkil etmez, zira bir grubun bunu inadından dolayı reddetmesi mümkündür ve bu Allah’ın teşrii iradesinin kapsam ve ihatasına zarar getirmez, çünkü teşrii iradede zorlama ve icbar yoktur, bilakis insanlar onun karşısında özgür ve serbesttirler. Emre de uyabilirler, onu redde edebilirler. 2. Bazen bazı kişiler hakkında ‘tekvini’ bir surettedir, yani Allah, fiilen açıklanmasının yeri olmadığı bir dizi alanlarda, bazı yüce insanların üzerine bir tür günahtan korunma özelliği koymuştur. Artık günah ortamına düşmeyecekleri gibi günah düşüncesi bile onlarda oluşmaz. Bu onur Hz. Meryem’in (a.s) nasibi olmuştur. Allah, meleklerine ona şöyle demelerini emretmektedir: {يا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفاكِ وَ طَهَّرَكِ وَ اصْطَفاكِ عَلی نِساءِ الْعالَمِينَ} ; “Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (Al-i İmran, 42)” Bu ayetteki ‘tathir’den maksat, ne cismi ve zahiridir ve ne de teşrii taharettir, zira birincisi mümin ve müşrikleri de kapsamı altına almakta ve Hz. Meryem’e has değildir. ikincisi ise Hz. Meryem’in özelliklerinden değildir, zira Allah manevi tahareti herkesten istemiştir, doğal olarak bu taharet has bir taharettir. Şöyle ki bir dizi geçmiş ve sonraki dönemdeki yaşananlar, (özgürce iradesiyle birlikte) Hz. Meryem’de onu günahlar karşısında sigorta altına alacak bir cevherin oluşmasına sebep olmuştur. İşte bu enbiyalarda da olan ismetin ta kendisidir. Bu ön mukaddime ışığında “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzab, 33)” ayetindeki tathirden maksadın Hz. Meryem içinde olan tathirin aynısıdır. Yani Allah, risalet ailesinin her türlü kirden temiz olmasını istemiştir. Bu istek, herkesi kapsamı altına alan teşrii ve kanuni anlamında değildir. Bilakis istek ve irade tekvini iradedir. Allah Teala, bu konuda şöyle buyurmaktadır: {إِنَّما أَمْرُهُ إِذا أَرادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ} ; “Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin, 82)” Bu açılamayla, bu tür tathirin günah ve aykırı şeylerden korunma anlamına gelen ‘tekvini tathir’ olduğu açıklığa kavuşmuş olur. Bu, risalet ailesinin başına konmuş faziletlerin tacıdır ve başkaları bu onurda onlarla ortak değildir.[2] Bu açıklamalar ışığında “Netice olarak bu ayet onların başkalarından üstün olduğuna sağlam delil teşkil etmez!!” sözünün temelden yoksun asılsız bir iddia olduğu ortaya çıkmış olur. Eğer bu söz doğruysa öyleyse Allah’ın Hz. Meryem hakkındaki “seni arındırdı” sözü de onun için bir onur ve iftihar teşkil etmez. Halbuki Kur’an, bu sözü onun için şeref madalyası unvanıyla açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır: {وَ إِذْ قالَتِ الْمَلائِكَةُ يا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفاكِ وَ طَهَّرَكِ وَ اصْطَفاكِ عَلی نِساءِ الْعالَمِينَ}. “Hani melekler: "Ey Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.” Ahzab suresinin 33. Ayetindeki ‘Tathir’ ayetinin, tekvini ve yaratışsal olduğuna ve sadece bu aileye has bir yönünün olduğuna dair delilerden biride Ehli sünnet muhaddislerinin naklettikleri bir çok hadistir ki ‘Tathir’ ayeti nazil olduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) abasını bu dört kişinin yani, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in üzerine attı. O esnada işaret parmağı gökyüzüne gelecek şekilde şöyle buyurdu: “اللّهم إنّ لِكُلِّ نَبيٍّ أهلَ بَيتٍ وَ هؤلاء أهلُ بَيتي” ; “Allah’ım! Her peygamberin bir ailesi vardır ve bunlar da benim ehlibeyt’imdir.”[3] Sabah namazını kılmak için evden ayrıldığı her sabah Hz. Zehra’nın (s.a) evine ulaştığında bu ayeti tilavet ederdi.[4] bu hadislerin ravileri peygamber efendimizin sekiz sahabesidir: 1. Ebu Saidi Hudri, 2. Enes ibn Malik, 3. Abdullah İbn Abbas, 4. Ebu Hureyre Dusi, 5. Saad İbn Vakkas, 6. Vasilet İbn Eskaa, 7. Bilal İbn Haris, 8. Ummü Seleme. Bizim sıkıntımız, bu sözleri söyleyenlerin Kur’an ve hadis hakikatlerinden uzak olan insanlar olmasıdır. Kayıt cihazı gibi sınıfta söylenen her şeyi, bir şeyi eksiltip çoğaltmadan kaydedip piyasaya sürmeleridir. Şaşılacak şey ise Kur’an’a şöyle nispette bulunmaktadırlar: “Eğer sizler tövbe ederseniz, Allah sizin tövbenizi taharetiniz için karar kılacaktır.” Kur’an’ın neresinde böyle bir ayet vardır? Evet, tövbe kalplerin günah ve kötü şeylerden arınma kaynağıdır, ancak anlamın doğruluğu, bir şey, bu sözü Kur’an’a nispet vermek başka bir şeydir. Böyle sahte ayetlerle tüm müfessir ve ravilerin Ehlibeyt için şeref madalyası olarak bildikleri ayeti inkar edemezler. 3. Şüphe “Ehle’l Beyt” ayetinden maksat Hz. Peygamberin (s.a.a) eşleri midir? Şialar şöyle demektedirler: “Tathir ayeti, beş pak kişi için, yani Hz. Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olmuştur. Orada zikredilen zamirlerin erkek kipinde gelmesi hasebiyle Peygamberin eşleri hakkında değildir. Ayet şöyle demektedir: {لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَ يُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً} ; “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Ancak burada zamirlerin erkek kipinde gelmesinin nedeni peygamberden (s.a.a) dolayıdır. Zira peygamber ehlibeytin, yani peygamberin eşlerinin başıdır. Cevap Eğer, gerçekten zamirlerin erkek kipinde gelmesinin nedeni peygamberin vücudundan dolayıysa, öyleyse bir önceki ve sonraki ayetlerde de bu noktaya riayet edilmelidir. Halbuki bir önceki ve sonraki ayetlerdeki zamirlerin tamamı müennes, kadın kipindedir. 1. {إِنْ كُنْتُنَّ} 2. {تُرِدْنَ} 3. {فَتَعالَيْنَ} 4. {أُمَتِّعْكُنَّ} 5. {أُسَرِّحْكُنَّ} 6. {وَ إِنْ كُنْتُنَّ} 7. {تُرِدْنَ اللَّهَ} 8. {لِلْمُحْسِناتِ} 9. {مِنْكُنَّ أَجْراً} 10. {مِنْكُنَّ بِفاحِشَةٍ} 11. {لَهَا الْعَذابُ} 12. {يَقْنُتْ مِنْكُنَّ} 13. {نُؤْتِها} 14. {أَجْرَها} 15. {أَعْتَدْنا لَها} 16. {لَسْتُنَّ} 17. {إِنِ اتَّقَيْتُنَّ} 18. {فَلا تَخْضَعْنَ} 19. {وَ قُلْنَ} 20. {وَ قَرْنَ} 21. {فِي بُيُوتِكُنَّ} 22. {وَ لا تَبَرَّجْنَ} 23. {وَ أَقِمْنَ} 24. {وَ آتِينَ الزَّكاةَ} 25. {وَ أَطِعْنَ اللَّهَ} ‘Tathir’ ayetinden önce zikredilen bu ayetlerdeki zamirlerin tamamı erkek çoğul kipinde gelmiştir. Hepsinden maksatta peygamberin eşleridir. Neden bu ayetlerin hiçbirinde –sırf peygamber içlerinde olduğu için- bir kez dahi olsun erkek kipinde bir zamir gelmemiştir. Bu 25 zamir tathir ayetinden önceki ayetlerde gelmiştir. Tathir ayetinden sonraki zamirler de müennes yani kadın kiplidir. 26. {وَ اذْكُرْنَ} 27. {بُيُوتِكُنَّ} Dolayısıyla Kur’an, Hz. Peygamber efendimizin eşleri hakkında konuştuğunda zamirleri kadın kipinde, ancak sadece peygamberin zevceleri ile ilgi ayetlerin arasında gelen tathir ayetinden konuştuğunda ise müzekker yani erkek kipinde getirmiştir. Bu, tathir ayetinden maksadın peygamberin eşleri olmadığını göstermektedir. Bunun dışında oldukça fazla rivayet hatta tevatür haddindeki rivayetler Hz. peygamberin (s.a.a) kendisi ve dört kişiyi abasının altına aldığı ve şöyle dediği geçmiştir: اللهم إنّ لكل نبي أهل بيت و هؤلاء أهل بيتي ; “Allah’ım! Her peygamberin ehlibeyti vardır ve bunlarda benim ehlibeytimdir.”[5] 4. Şüphe “El-Yevm Ekmeltu” ayetinin hükmüyle ilahi din tekmil olmuştur; İmamın tayin edilmesinin gerekliliğinin ne anlamı vardır? Cevap “İkmal” ayetindeki dinin ‘ikmal’ından maksat, füru (ve ahkam) anlamında değildir. zira bu ayetten sonra da Hz. peygambere başka ahkamlar vahiy olmuştur. Örneğin “Kelale” mirası ve başkaları. Bilakis buradaki ‘ikmal’den maksat hayatta kalma faktörlerinin temelini atmaktı. Sosyal ve semavi bir oluşum, oluşturucu ve tesis ediciye bağlı olduğu gibi kendi bekası içinde sebeplerden ihtiyaçsız değildir. onun beka ve kalıcılık faktörlerinden biri de Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra işlerin idaresini üstlenmesi için birinin tayin edilmesidir. İkmal ayeti: {أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ} ; “Sizin için dininizi kemale erdirdim. (Maide, 3)” Gadir günü nazil olmuş ve Hz. Ali’nin (a.s) tayin edilmesiyle din kamil olmuştur. Şüpheyi tasarlayan ilk önce dinin tamamlandığını, daha sonra Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi imamete tayin ettiğini tasavvur etmekte ve sonra şöyle demektedir: “Dinin tekmil olmasından sonra Hz. Ali’nin (a.s) dinin ikmali için tayin edilmesinin ne anlamı var?” İlginç olan ise, bu şüpheleri tasarlayanlar Kur’an’ın bir sayfasını bile okumamışlardır. Tüm peygamberlerin vasileri bulunmaktaydı ve peygamberlerin vasisinin peygamberin ölümünden sonra olmasının anlamsız olduğu düşüncesi hiç kimsenin aklından bile geçmemiştir. Bu vasinin üzerine vahyin nazil olmasını gerektirmektedir. Halbuki peygamberin kendisi yaşadığı dönemde dinin bekası için birisini tayin etmeli ve dindarlara yol göstermesini sağlamalıdır. 5. Şüphe Şura suresindeki {إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبی} “İstediğim, ancak yakınlarıma / Ehlibeytime sevgidir” ayetinden maksat nedir? Vahabi tebliğcisine: {إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبی} “İstediğim, ancak yakınlarıma / Ehlibeytime sevgidir” ayeti hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden Peygamber Ehlibeytine saygısızlıkta bulunuyorsunuz? Diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Kurba / yakınlarım’dan maksat peygamberin ehlibeyti değildir, yakınlarımla ehlibeyt arasında fark vardır. Eğer Allah isteseydi {إلاّ المودّة في أهل بيتي} “İstediğim, ancak Ehlibeytime sevgidir” derdi. Ayetten maksat peygamberin tüm yakınlarını sevmemizdir. Sahabelerde peygamberin yakınlarındandır, peygamberin eşleri de onun yakınlarıdırlar.” Cevap Sanki bazılarının kulağına “tefsir-i bir rey”in (kendi görüşüne göre Kur’an’ı yorumlamak) İslam’da büyük günahlardan biri olduğu ulaşmamıştır. Maalesef bu ayet üzerinde tefsir-i bir rey yapılmış ve sözleri için hiçbir delil de zikredilmemiştir. “قربی”; “Kurba” kelimesi Arapça dilinde, insana nesebi veya sebebi bir tür yakınlığı olan yakın akrabalar için kullanılır.[6] Kur’an-ı Mecid’de bu kelime, 12 surede 16 yerde gelmiştir ve hepsinde de aile ve akrabalar için kullanılmıştır. Hatta {وَ الْجارِ ذِي الْقُرْبی} ; “Yakın komşuya. (Nisa, 36)” ayetteki ilk ihtimal, insanla akrabalık bağı olan yakın komşudur. Şimdi konuyla ilgili olarak birkaç ayete değiniyoruz: 1. {وَ بِالْوالِدَيْنِ إِحْساناً وَ بِذِي الْقُرْبی وَ الْيَتامی} ; “Ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilikle davranın… (Bakara, 83)” 2. {وَ آتَي الْمالَ عَلی حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبی وَ الْيَتامی وَ الْمَساكِينَ} ; “Mala olan sevgisine rağmen, onu yakın akrabalara, yetimlere, yoksullara veren. (Bakara, 177)” 3. {وَ إِذا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَ لَوْ كانَ ذا قُرْبی} ; “Söz söylediğiniz zaman, yakın akrabalarınız dahi olsa adaletli olun. (En’am, 152)” Dolayısıyla “Kurba”nın ifade ettiğimiz anlamı dışındaki tefsirleri lügat ve sözlük anlamına aykırı olduğu gibi tüm Kur’an ayetlerine de aykırıdır. Ve her ne zaman rivayetlere başvuracak olursak, bir çok rivayette Hz. Peygamber efendimizin “Kurba”yı Ehlibeyt’e yorumladığı ortaya çıkar. Şimdi bu rivayetlerden bazılarına değiniyoruz: 1. Ahmed, “Fezailu’s Sahabe” kitabında kendi senediyle Said bin Cubeyr’den o da Amir’den şöyle rivayet etmektedir: لمّا نزلت {قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبى}، قالوا: يا رسول الله من قرابتك؟ من هؤلاء الذين وجبت علينا مودّتهم؟ قال: علي و فاطمة و ابناهما[:] و قالها ثلاثاً “İstediğim, ancak yakınlarıma / Ehlibeytime sevgidir” ayeti nazil olduğunda dediler ki: “Ey Allah’ın resulü! senin sevgisi bize farz olan yakınların kimlerdir?” şöyle buyurdular: “Ali, Fatıma ve onların çocukları ve sözünü üç kere tekrarladı.”[7] 2. Hakim, “El-Müstedrek Ale’s Sahiheyn” kitabında İmam Ali b. Hüseyin (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Müminlerin Emiri Ali (a.s) şehit olduğunda, Hüseyin bin Ali (a.s) insanlara bir kısmı şöyle olan bir hutbe okudu: إنّا مِنْ أهلِ الْبَيتِ الَّذِينَ افْتَرضَ اللهُ مَوَدَّتَهم عَلی كُلِّ مُسلمٍ فَقالَ تَبارکَ وَ تَعالی لِنبيِّه[ص]: {قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبى وَ مَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ فِيها حُسْناً}، فَاقْتِرافُ الْحَسَنةِ مَودّتُنا أهلَ الْبَيتِ. “Kuşkusuz bizler Allah’ın sevgisini tüm Müslümanlara farz kıldığı Ehlibeytiz. Allah Teala peygamberine şöyle buyurmuştur: “De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma / Ehlibeytime sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun sevabını fazlasıyla veririz. (Şura, 23)” Buradaki iyi iş yapmaktan maksat biz Ehlibeyte sevgidir.”[8] 3. Suyuti, “Ed-Durru’l Mensur” kitabında Mücahit’ten nakletmektedir ki İbn Abbas adı geçen ayeti şöyle tefsir etmektedir: أن تحفظوني في أهل بيتي وتودّوهم بي. “Benim hakkımı Ehlibeytimde koruyun ve onları benim hatırıma sevin.”[9] İrşat memurunun: “Eğer Allah’ın maksadı Ehlibeyt olsaydı, şöyle demesi gerekirdi: ‘إلاّ المودّة في أهل بيتي’ ; “İstediğim, ancak Ehlibeytime sevgidir” sözü ne kadar da ilginçtir. Öyleyse Allah, öteki on beş ayette de bu sözcük yerine “Ehlibeytim” sözcüğünü getirmesi gerekirdi. Bu irşat memurunun mantığı ne kadar da rüsvadır!! Başka bir nokta ise {الْقُرْبى} “El Kurba” sözcüğündeki “ال” “El” takısı ahit anlamındadır. Başka bir anlamda “naip menab”ı “yay-ı mütekellim”dir. (ben zamiri yerine geçmektedir) Yani “Kurbay” (Benim yakınlarım) anlamındadır. Dolayısıyla Yemenli, Medineli sahabeler veya Arabistan yarımadasındaki hiç kimse asla peygamberin “kurbası” olarak sayılamazlar. Her ne kadar Müslüman olarak Hz. Peygamberi (s.a.a) gördükleri unvanıyla has saygınlıkları olsa bile. Eğer bu konunun burhan ve delil üzerine aydınlanmasını istiyorsak şu üç konuya nazarda tutmamız gerekmektedir: 1. İstisnanın her zaman müstesna minhu ile bir çeşit ilişki ve bağının olması gerekmektedir. Eğer “cael kavm illa Zeyd” ; “Kavim geldi, sadece Zeyd gelmedi” diyorlarsa müstesna’nın müstesna minhu’da dahil olması gerekmektedir. Dolayısıyla fasih kelamda münkati istisna varit olmaz. Ancak has bir teville bu olabilir. 2. Ayetin başında şöyle buyurmaktadır: “la eselukum aleyhi ecren” Ben tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum.” Burada her türlü ücreti yasaklamaktadır. 3. “İlle’l meveddete fi’l kurba” cümlesinde “kurba” sevgisini ücret unvanıyla talep etmektedir. Söylenmeden açıktır ki meveddet / şiddetli sevgi –zahiri bir şekilde bile olsa- Hz. Peygamberin (s.a.a) mükafatıdır. Onun neticesi (sevgi) onun kendisine dönmektedir. Ve eğer “kurba” sözcüğü onun yakın akrabalarına tefsir edilirse peygambere (s.a.a) karşı bir saygı olur ve onunun ruhunu mutlu eder. Ve eğer “kurba”dan maksadın Yemenli, Mekkeli, Medineli, Habeşli… peygamberi gören herkes olduğunu söylersek, bu durumda istisna doğru bir anlamda kullanılmamış olur. Farklı cinslerdeki bu kadar insanın peygamberden (s.a.a) ne alakası var ki onun mükafatı olsun? Elbette Hz. Peygamberin (s.a.a) Müslümanların birbirlerini sevmeleri için emretmesi ve şöyle buyurması mümkündür: “Birbirinizi sevin, muhabbet besleyin” ancak konu ve söz bu değil, başka bir yerdedir. Acaba edebi ve belagat açısından peygamberin şöyle buyurması doğru mudur: “Yaptıklarıma karşılık sayısız sahabelerime sevgiden başka bir şey istemiyorum!” gerçekte bunların peygamberle hiçbir (akrabalık) bağı yoktu ve sadece yaşadığı dönemde ona iman etmişlerdi. Peygamberin (s.a.a) ücreti, görüntüde de olsa ona geri dönecek türden olmalıdır. Her ne kadar bu ücret zahiri bir ücrette olsa. Ancak gerçekte gerçek ücreti Allah’ın yanında mahfuzdur. {إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلی رَبِّ الْعالَمِينَ} ; “Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. (Şuara, 109)” Ayetullah uzma Cafer Subhani Tebrizi ABNA.İR -------------------------------------------------------------------------------- [1] -Arapçada erkek ve çoğul kipi için (کم ; kum) kadın ve çoğul kipi için (کن ; kunne) kullanılmaktadır. (m.) [2] -Tekvini iradenin şimdiki ve geniş zaman kipinde “yuriydu” şeklinde gelmesinin Kur’an’da örnekleri vardır. Örneğin: {وَ نُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَی الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا} [3] -Tefsir-i Tabari, c. 22, s. 5 – 7; Ed-Durru’l Mensur, c. 5, s. 198 ve 199. [4] -A.g.e. [5] -Tefsir-i Taberi ve Durru’l Mensur tefsirleri, adı geçen ayetin zeylinde. [6] -Rağıb İsfahani, Müfredat kitabının “gurb” maddesinde şöyle yazmaktadır: “Gurba” kelimesi iki nispetin yakınlık ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Daha sonra buna örnek olarak bahsi geçen bu ayeti getirmektedir. [7] -Fezaiulu’s Sahabe, c, 3, s. 119. [8] - El-Müstedrek Ale’s Sahiheyn, c. 3, s. 172. [9] -Ed-Durru’l Mensur, c. 6, s. 70. Allah'a emanet olun... |