1-İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdu;
“Ey Muhammed! Allah, ezelden birlik ve eşsizliğinde eşsiz ve tek idi. Ondan sonra Muhammed (s.a.a), Ali (a.s) ve Fatıma’yı (s.a) ya-rattı. O üç temiz nur binlerce yıl kaldı. Sonra bütün varlıkları yarattı, O üç nuru varlıkları yarattığına dair şahit tuttu, itaatlerini bütün mahlûkata farz kıldı. Mahlûkatın işlerini tedbir etmeyi onlara havale etti, o halde onlar (Muhammed, Ali ve Fatıma) istedikleri her şeyi helal ve dilediklerini de haram ederler; ancak onlar Allah’ın isteme-diği (rızası göstermediği) şeyleri istemezler.” Sonra İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdu;
“Ey Muhammed! Bu diyanetin özüdür, acele edip onlardan öne geçmeye çalışan sapıklığa düşer ve onları ihmal edip geri kalan helak olur, dinin emirleriyle birlikte ve uyum içinde hareket eden ve ondan ayrılmayan hakka ulaşır. Ey Muhammed! Bu sözü öğren ve ezberle!”
2-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Fatıma, bedenimin parçasıdır, onu sevindiren beni sevindirmiştir ve ona kötülük eden bana kötülük etmiştir. Fatıma benim için insanların en azizidir.”
3-Hz. İmam Cafer Sadık (a.s): “Fatıma’ya (s.a) Zehra denmiştir. Çünkü cennette O’nun kızıl yakuttan bir kubbesi vardır ki yüksekliği bir yıl süren yolculuk kadardır. O kubbe, Al-lah’ın izniyle gökyüzünde bir yere bağlı olmaksızın ve yeryüzünde de bir sütuna ve desteğe bağlı olmadan asılıdır; kubbenin yüz bin kapısı, her kapının yanında yüz bin melek vardır. Sizlerden biri ufuktaki parlak yıldıza baktığınız gibi cennet ehli de ona bakar ve şöyle der: “Bu parlak (kubbe) Fatıma’ya (a.s) aittir.”
4-Hasan Askeri (a.s): “Hz. Fatıma’nın (s.a) parlak yüzü, her gün sabah Emirü’l-Müminin Ali (a.s) için tıpkı sabah güneşi gibi parlıyordu. Öğlen vakti parlak ay ve gün batımında ise yıldız gibiydi.”
5-Hz. İmam Cafer Sadık (a.s): “Fatıma’ya (s.a) Zehra denmiştir. Çünkü cennette O’nun kızıl yakuttan bir kubbesi vardır ki yüksekliği bir yıl süren yolculuk kadardır. O kubbe, Allah’ın izniyle gökyüzünde bir yere bağlı olmaksızın ve yeryüzünde de bir sütuna ve desteğe bağlı olmadan asılıdır; kubbenin yüz bin kapısı, her kapının yanında yüz bin melek vardır. Sizlerden birinin ufuktaki parlak yıldıza baktığı gibi cennet ehli de ona bakar ve şöyle der: “Bu parlak (kubbe) Fatıma’ya (a.s) aittir.”
6-Şöyle rivatet edilmiştir: “Yüce Allah melekleri yaratmak istediğinde, onların üzerine kara bir bulut gönderdi. Onlar birbirlerini göremiyordu; ne ilk baştaki sondakini ne de en sondaki ilk baştakini. Melekler, Allah’tan bu karanlığı gidermesini istediler. Allah, onların isteklerini kabul etti ve oracıkta Hz. Fatıma’nın (s.a) nurunu yarattı. Hz. Fatıma’nın (s.a) nuru kandil gibi etrafı aydınlattı, nurunu arşın sağ tarafına yerleştirdi. O’nun nuruyla yedi gök ve yedi yer aydınlandı. Melekeler, Allah’ı tespih ve takdis ediyorlardı. Allah, meleklere şöyle buyurdu: “İzzet ve celalime andolsun ki sizlerin kıyamete kadar tespih ve takdislerinizden elde edeceğiniz sevapları Fatıma’yı (s.a), babasını, kocasını ve evlatlarını seven dostlarına vereceğim.”
7-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Fatıma, bedenimin parçasıdır, onu sevindiren beni sevindirmiştir ve ona kötülük eden bana kötülük etmiştir. Fatıma benim için insanların en azizidir.”
8-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Ey Fatıma! Cennet kapısına vardığında daha önce kimsenin görmediği 12 bin huri senin mülakatına gelir, bu huriler seni gördük-ten sonra da kimseyi mülakat etmeyeceklerdir. Ellerinde nurdan bir silah vardır; nurdan yaratılmış develer üzerindedirler. Develerin palanı sarı altından ve kızıl yakuttan, yularları ise ıslak incilerdendir. Her devenin üzerinde içinde sulu ve saf mücevherler olan ipekten bir sergi vardır. Cennete girdiğinde, cennet ehli seni gördüklerinden dolayı mesrur olurlar, Şiiler için nurdan yapılmış kürsüler, üzerine serilmiş özel sofralar hazırlarlar, diğer insanlar hesap kitap derdindeyken Şiiler o yiyeceklerden yerler, onlar için daima diledikleri şey-ler hazır edilir.
Allah velileri cennete yerleştiklerinde, başta Hz. Âdem (a.s) ol-mak üzere bütün peygamberler senin ziyaretine gelirler.”
9-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Sana salâvat göndereni Allah bağışlar ve cennette bulunduğum yerde bana kavuşturur.”
10-Ebu Cafer Taberi “Beşaretu’l Mustafa” adlı eserinde Hemmam b. Ali’den şöyle rivayet eder; “K’abul Ahbar’a; “Ali b. Ebu Talib’in (a.s) Şiileri hakkında görüşünüz nedir?” diye sor-dum.
K’abul Ahbar; “Ey Hemmam! Onların sıfatlarını Kuran-ı Ke-rim’de buldum; Onlar Allah’ın hizbi, dininin yardımcıları, velisinin takipçileri, O’nun has ve değerli kullarıdırlar. Allah, onları kendi dini için seçti ve cennet için yarattı. Firdevs-i A’lada gözkamaştırıcı inciden yapılan odalar ile çadırlar arasında sükûnet ederler. Onlar mukarrebler ve iyiler ile birliktedirler, el değmemiş üstü kapalı içeceklerden içerler. Bu içecekler “Tesnim” denilen bir pınardandır, bu onlara mahsustur. Allah Tesnim pınarını, Hz. Muhammed’in (s.a.a) kızı ve Ali’nin eşi Fatıma’ya (s.a) vermiştir.
Bu pınarın kaynağı bir sütunun altındadır; kubbesi soğuklukta kâfur, tadı zencefil, kokusu ise misk gibidir. Sonra pınarın suyu arklardan akıtılır, Fatıma’nın Şiileri ve dostları ondan içerler. O kubbenin dört sütunu vardır; bir sütunu beyaz incidendir; altında ise “Tahur” adında bir pınar vardır. Diğer bir sütunu yeşil zümrüttendir; altında kaynayıp, coşan Tahur (temiz) ve bal pınarları vardır. Bunlardan her biri cennetin alt tarafına doğru akar. Bu pınarlar Tesnim pınarının aksine cennetin alt tarafına akarlar. Ancak Tesnim pınarı ise cennetin üst tarafına doğru akar. Bu ancak cennet ehline mahsustur ve onlar o pınardan içerler. Cennet ehli ise Ali’nin dostları ve Şiileridir. Bu yüce Allah’ın Kuran-ı Kerim’de buyurduğu; “Kendilerine mühürlü halis bir içki sunulur. Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar. Karışımı Tesnîm’dendir. (O Tesnîm Allah’a) Yakın olanların içecekleri bir kaynaktır.” ayetlerinin tefsiridir. Bu nimetler Şiilere afiyet olsun.”
Sonra K’abul Ahbar şöyle dedi; “Allah’a andolsun ki Şiileri ancak Allah’ın kendilerinden ahit ve misak aldığı kimseler sever.”
11-Selman; “Ey efendim! bize Fatıma’nın (s.a) kıyamet günü sahip olacağı makamlardan ve faziletlerinden anlatır mısınız.”
Resul-i Ekrem (s.a.a) Selman’a tebessüm ederek şöyle buyurdu; “Canım kudretinde olan Allah’a andolsun ki Fatıma, deveye binmiş bir halde mahşer meydanından geçer. Başı Allah korkusundan önünde, gözleri ise Allah’ın nurundan parlamaktadır.” Sonra sözlerine şöyle devam etti; “Cebrail bindiği devenin sağ tarafında, Mikail sol tarafında, Ali (a.s) önünde, Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s) ise arkasından hareket ederler. Mahşer meydanından geçene kadar Allah, onun koruyucusu ve gözeticisidir. Bu sırada Allah tarafından şöyle bir nida gelir; “Ey Allah’ın kulları! Başınızı aşağıya eğin! (geçmekte olan ) bu hanım Peygamberinizin (s.a.a) kızı, Ali’nin (a.s) zevcesi, Hasan (a.s) ve Hüseyin’in (a.s) annesi Fatıma’dır. Ardından başında beyaz ve şeffaf bir örtüyle Sırat Köprüsünden geçer.
Fatıma (s.a) cennete girdiğinde Allah’ın kendisi için hazırladığı nimetleri ve rızıkları görünce şöyle der; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Hamd olsun Allah’a ki hüznü bizden giderdi. Şüphesiz ki Rabbimiz çok bağışlayandır ve şükür kabul edicidir. Kendi fazlından bizi ebedi yurda yerleştirdi ve artık hiçbir sıkıntı ve yor-gunluk bize isabet etmez.”
Resul-i Ekrem (s.a.a) sözlerine şöyle devam etti; “Sonra Yüce Allah, Fatıma’ya şöyle vahyeder; “Ey Fatıma! Dile benden ne dilersen. Dilediğini sana verecek ve seni hoşnut kılacağım.”
Fatıma (s.a) şöyle arz eder; “Ya Rabbi! Sen benim ümidimsin, hatta ümidimden ötesin. Senden, dostlarımı ve hanedanımı se-venleri cehennem ateşinden uzaklaştırmanı istiyorum.”
Bunun üzerine Allah, O’na şöyle vahyeder; “İzzet ve celalime andolsun ki yerlerin ve göklerin yaratılmasından iki bin yıl önce kendi zatıma and içtim ki dostlarını ve Ehlibeyt’ini (a.s) sevenleri cehennem ateşinde azap etmeyeceğim.”
12-Merhum Şeyh Saduk (r.a) İbni Abbas’tan uzun ve kap-samlı bir rivayet nakleder; rivayette Resul-i Ekrem (s.a.a) Ehli-beyt’ine (a.s) karşı yapılacak zulümlere işaret etmiştir. Rivaye-tin özeti şöyledir:
“Kızım Fatıma (s.a) her iki cihanda gelmiş ve geçmiş tüm ka-dınların hanımefendisidir. O, bedenimin parçası, gözümün nuru, kalbimin meyvesi ve bedenimdeki ruhumdur; Havra-i İnsiyye’dir (İnsan görünümündeki huridir.) Rabbine ibadet etmek için ibadet mihrabında durduğunda yıldızlar yeryüzü ehline ışık saçtığı gibi O’nun nuru da gökyüzündeki melekler için ışık saçar. Yüce Allah meleklere şöyle hitap eder; “Ey meleklerim, ibadet mihrabında duran cariyelerimin hanımefendisi olan cariyeme bakın. Görün ki benim korkumdan nasıl da bedeni titriyor. Bütün kalbiyle bana yönelmiştir. Sizleri şahit tutuyorum ki onun Şiilerini cehennem ateşinden güvende kılacağım. (Veya sizin yanınızda onun Şiilerini cehennem ateşinden güvende kılacağım.)
Yazar: Resul-i Ekrem (s.a.a) bunları söyledikten sonra şöyle buyurdu; “Fatıma’ya (s.a) her baktığımda benden sonra karşılaşacağı musibetleri hatırlıyorum. Sanki perişan bir halde eve girdiğini ve ona saygısızlık yapıldığını görüyorum. Hakkı gasp edilmiş, mirası elinden alınmış, kaburgaları kırılmış, çocuğunu düşürmüş ve “Va Muhammeda! (ey babacığım) feryatlarını işitiyoryum.
Ancak feryadına koşan olmaz, yardım ister ancak kimse ona yardım etmez. Benden sonra daima mahzun ve gözleri ağlardır. Bazen vahyin evinden kesildiğini düşünür, bazen de benden ayrı-lık acısını hatırlar. Artık gece yarılarında namaz için Kuran se-simi işitmediğinde korkmuş ve ürpermiş bir halde uykusundan uyanır. Ancak şimdi sesimi işitmiyor. Kendisini babasının zama-nında aziz ve değerli bulduktan sonra şimdi ise perişan ve mah-zun bulur. İşte bu zamanda Allah meleklerini ona dost ve arka-daş kılar. Melekler, Meryem (s.a) ile konuştukları gibi O’nunla da konuşurlar ve O’na şöyle hitap ederler; “Ey Fatıma! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı ve bütün dünya kadınlarına üstün kıldı. Ey Fatıma! O halde Rabbin için ibadet et, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et!
Sanki bir hastalığa yakalandığını ve bir bakıcıya ihtiyacı oldu-ğunu görüyorum. Allah, İmran’ın kızı Meryem’i (s.a) bakıcılığına gönderir. O sırada Rabbiyle şöyle razü niyaz eder; “Ya Rabbi yaşa-maktan bıktım ve artık yoruldum, dünyaperestler yüzünden soldum, beni babama kavuştur!”
Bunun üzerine Allah O’nu (s.a) bana kavuşturur. O, Ehli-beyt’imden mahzun, hakkı gasp edilmiş ve öldürmüş bir halde ya-nıma gelecek ilk kimsedir. Bu sırada Rabbime şöyle arz ederim; “Ya Rabbi! O’na zulüm edenleri kendi rahmetinden uzaklaştır. Hakkını gasp edenleri cezalandır. O’nu perişan duruma düşürenleri zelil et. Kaburgalarına darbe vurup, karnındaki çocuğunu düşürenleri ebe-di olarak cehennem ateşine at. Benim bu dualarımdan sonra melek-ler âmin derler ve ya melekler; “Ya Rabbi onun dualarını kabul et!” derler.
13-Allah Resulü (s.a.a); “Fatıma’nın (s.a) hoşnutluğu hoşnutluğum, öfkesi de öfkemdir. Kızım Fatıma’yı seven beni sevmiştir, Fatıma’yı hoşnut eden beni hoşnut etmiştir ve Fatıma’yı öfkelendiren kuşkusuz ki beni öfkelendirmiştir.”
“Ey Muhammed! Allah, ezelden birlik ve eşsizliğinde eşsiz ve tek idi. Ondan sonra Muhammed (s.a.a), Ali (a.s) ve Fatıma’yı (s.a) ya-rattı. O üç temiz nur binlerce yıl kaldı. Sonra bütün varlıkları yarattı, O üç nuru varlıkları yarattığına dair şahit tuttu, itaatlerini bütün mahlûkata farz kıldı. Mahlûkatın işlerini tedbir etmeyi onlara havale etti, o halde onlar (Muhammed, Ali ve Fatıma) istedikleri her şeyi helal ve dilediklerini de haram ederler; ancak onlar Allah’ın isteme-diği (rızası göstermediği) şeyleri istemezler.” Sonra İmam Cevad (a.s) şöyle buyurdu;
“Ey Muhammed! Bu diyanetin özüdür, acele edip onlardan öne geçmeye çalışan sapıklığa düşer ve onları ihmal edip geri kalan helak olur, dinin emirleriyle birlikte ve uyum içinde hareket eden ve ondan ayrılmayan hakka ulaşır. Ey Muhammed! Bu sözü öğren ve ezberle!”
2-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Fatıma, bedenimin parçasıdır, onu sevindiren beni sevindirmiştir ve ona kötülük eden bana kötülük etmiştir. Fatıma benim için insanların en azizidir.”
3-Hz. İmam Cafer Sadık (a.s): “Fatıma’ya (s.a) Zehra denmiştir. Çünkü cennette O’nun kızıl yakuttan bir kubbesi vardır ki yüksekliği bir yıl süren yolculuk kadardır. O kubbe, Al-lah’ın izniyle gökyüzünde bir yere bağlı olmaksızın ve yeryüzünde de bir sütuna ve desteğe bağlı olmadan asılıdır; kubbenin yüz bin kapısı, her kapının yanında yüz bin melek vardır. Sizlerden biri ufuktaki parlak yıldıza baktığınız gibi cennet ehli de ona bakar ve şöyle der: “Bu parlak (kubbe) Fatıma’ya (a.s) aittir.”
4-Hasan Askeri (a.s): “Hz. Fatıma’nın (s.a) parlak yüzü, her gün sabah Emirü’l-Müminin Ali (a.s) için tıpkı sabah güneşi gibi parlıyordu. Öğlen vakti parlak ay ve gün batımında ise yıldız gibiydi.”
5-Hz. İmam Cafer Sadık (a.s): “Fatıma’ya (s.a) Zehra denmiştir. Çünkü cennette O’nun kızıl yakuttan bir kubbesi vardır ki yüksekliği bir yıl süren yolculuk kadardır. O kubbe, Allah’ın izniyle gökyüzünde bir yere bağlı olmaksızın ve yeryüzünde de bir sütuna ve desteğe bağlı olmadan asılıdır; kubbenin yüz bin kapısı, her kapının yanında yüz bin melek vardır. Sizlerden birinin ufuktaki parlak yıldıza baktığı gibi cennet ehli de ona bakar ve şöyle der: “Bu parlak (kubbe) Fatıma’ya (a.s) aittir.”
6-Şöyle rivatet edilmiştir: “Yüce Allah melekleri yaratmak istediğinde, onların üzerine kara bir bulut gönderdi. Onlar birbirlerini göremiyordu; ne ilk baştaki sondakini ne de en sondaki ilk baştakini. Melekler, Allah’tan bu karanlığı gidermesini istediler. Allah, onların isteklerini kabul etti ve oracıkta Hz. Fatıma’nın (s.a) nurunu yarattı. Hz. Fatıma’nın (s.a) nuru kandil gibi etrafı aydınlattı, nurunu arşın sağ tarafına yerleştirdi. O’nun nuruyla yedi gök ve yedi yer aydınlandı. Melekeler, Allah’ı tespih ve takdis ediyorlardı. Allah, meleklere şöyle buyurdu: “İzzet ve celalime andolsun ki sizlerin kıyamete kadar tespih ve takdislerinizden elde edeceğiniz sevapları Fatıma’yı (s.a), babasını, kocasını ve evlatlarını seven dostlarına vereceğim.”
7-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Fatıma, bedenimin parçasıdır, onu sevindiren beni sevindirmiştir ve ona kötülük eden bana kötülük etmiştir. Fatıma benim için insanların en azizidir.”
8-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Ey Fatıma! Cennet kapısına vardığında daha önce kimsenin görmediği 12 bin huri senin mülakatına gelir, bu huriler seni gördük-ten sonra da kimseyi mülakat etmeyeceklerdir. Ellerinde nurdan bir silah vardır; nurdan yaratılmış develer üzerindedirler. Develerin palanı sarı altından ve kızıl yakuttan, yularları ise ıslak incilerdendir. Her devenin üzerinde içinde sulu ve saf mücevherler olan ipekten bir sergi vardır. Cennete girdiğinde, cennet ehli seni gördüklerinden dolayı mesrur olurlar, Şiiler için nurdan yapılmış kürsüler, üzerine serilmiş özel sofralar hazırlarlar, diğer insanlar hesap kitap derdindeyken Şiiler o yiyeceklerden yerler, onlar için daima diledikleri şey-ler hazır edilir.
Allah velileri cennete yerleştiklerinde, başta Hz. Âdem (a.s) ol-mak üzere bütün peygamberler senin ziyaretine gelirler.”
9-Resul-i Ekrem (s.a.a): “Sana salâvat göndereni Allah bağışlar ve cennette bulunduğum yerde bana kavuşturur.”
10-Ebu Cafer Taberi “Beşaretu’l Mustafa” adlı eserinde Hemmam b. Ali’den şöyle rivayet eder; “K’abul Ahbar’a; “Ali b. Ebu Talib’in (a.s) Şiileri hakkında görüşünüz nedir?” diye sor-dum.
K’abul Ahbar; “Ey Hemmam! Onların sıfatlarını Kuran-ı Ke-rim’de buldum; Onlar Allah’ın hizbi, dininin yardımcıları, velisinin takipçileri, O’nun has ve değerli kullarıdırlar. Allah, onları kendi dini için seçti ve cennet için yarattı. Firdevs-i A’lada gözkamaştırıcı inciden yapılan odalar ile çadırlar arasında sükûnet ederler. Onlar mukarrebler ve iyiler ile birliktedirler, el değmemiş üstü kapalı içeceklerden içerler. Bu içecekler “Tesnim” denilen bir pınardandır, bu onlara mahsustur. Allah Tesnim pınarını, Hz. Muhammed’in (s.a.a) kızı ve Ali’nin eşi Fatıma’ya (s.a) vermiştir.
Bu pınarın kaynağı bir sütunun altındadır; kubbesi soğuklukta kâfur, tadı zencefil, kokusu ise misk gibidir. Sonra pınarın suyu arklardan akıtılır, Fatıma’nın Şiileri ve dostları ondan içerler. O kubbenin dört sütunu vardır; bir sütunu beyaz incidendir; altında ise “Tahur” adında bir pınar vardır. Diğer bir sütunu yeşil zümrüttendir; altında kaynayıp, coşan Tahur (temiz) ve bal pınarları vardır. Bunlardan her biri cennetin alt tarafına doğru akar. Bu pınarlar Tesnim pınarının aksine cennetin alt tarafına akarlar. Ancak Tesnim pınarı ise cennetin üst tarafına doğru akar. Bu ancak cennet ehline mahsustur ve onlar o pınardan içerler. Cennet ehli ise Ali’nin dostları ve Şiileridir. Bu yüce Allah’ın Kuran-ı Kerim’de buyurduğu; “Kendilerine mühürlü halis bir içki sunulur. Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar. Karışımı Tesnîm’dendir. (O Tesnîm Allah’a) Yakın olanların içecekleri bir kaynaktır.” ayetlerinin tefsiridir. Bu nimetler Şiilere afiyet olsun.”
Sonra K’abul Ahbar şöyle dedi; “Allah’a andolsun ki Şiileri ancak Allah’ın kendilerinden ahit ve misak aldığı kimseler sever.”
11-Selman; “Ey efendim! bize Fatıma’nın (s.a) kıyamet günü sahip olacağı makamlardan ve faziletlerinden anlatır mısınız.”
Resul-i Ekrem (s.a.a) Selman’a tebessüm ederek şöyle buyurdu; “Canım kudretinde olan Allah’a andolsun ki Fatıma, deveye binmiş bir halde mahşer meydanından geçer. Başı Allah korkusundan önünde, gözleri ise Allah’ın nurundan parlamaktadır.” Sonra sözlerine şöyle devam etti; “Cebrail bindiği devenin sağ tarafında, Mikail sol tarafında, Ali (a.s) önünde, Hasan (a.s) ve Hüseyin (a.s) ise arkasından hareket ederler. Mahşer meydanından geçene kadar Allah, onun koruyucusu ve gözeticisidir. Bu sırada Allah tarafından şöyle bir nida gelir; “Ey Allah’ın kulları! Başınızı aşağıya eğin! (geçmekte olan ) bu hanım Peygamberinizin (s.a.a) kızı, Ali’nin (a.s) zevcesi, Hasan (a.s) ve Hüseyin’in (a.s) annesi Fatıma’dır. Ardından başında beyaz ve şeffaf bir örtüyle Sırat Köprüsünden geçer.
Fatıma (s.a) cennete girdiğinde Allah’ın kendisi için hazırladığı nimetleri ve rızıkları görünce şöyle der; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Hamd olsun Allah’a ki hüznü bizden giderdi. Şüphesiz ki Rabbimiz çok bağışlayandır ve şükür kabul edicidir. Kendi fazlından bizi ebedi yurda yerleştirdi ve artık hiçbir sıkıntı ve yor-gunluk bize isabet etmez.”
Resul-i Ekrem (s.a.a) sözlerine şöyle devam etti; “Sonra Yüce Allah, Fatıma’ya şöyle vahyeder; “Ey Fatıma! Dile benden ne dilersen. Dilediğini sana verecek ve seni hoşnut kılacağım.”
Fatıma (s.a) şöyle arz eder; “Ya Rabbi! Sen benim ümidimsin, hatta ümidimden ötesin. Senden, dostlarımı ve hanedanımı se-venleri cehennem ateşinden uzaklaştırmanı istiyorum.”
Bunun üzerine Allah, O’na şöyle vahyeder; “İzzet ve celalime andolsun ki yerlerin ve göklerin yaratılmasından iki bin yıl önce kendi zatıma and içtim ki dostlarını ve Ehlibeyt’ini (a.s) sevenleri cehennem ateşinde azap etmeyeceğim.”
12-Merhum Şeyh Saduk (r.a) İbni Abbas’tan uzun ve kap-samlı bir rivayet nakleder; rivayette Resul-i Ekrem (s.a.a) Ehli-beyt’ine (a.s) karşı yapılacak zulümlere işaret etmiştir. Rivaye-tin özeti şöyledir:
“Kızım Fatıma (s.a) her iki cihanda gelmiş ve geçmiş tüm ka-dınların hanımefendisidir. O, bedenimin parçası, gözümün nuru, kalbimin meyvesi ve bedenimdeki ruhumdur; Havra-i İnsiyye’dir (İnsan görünümündeki huridir.) Rabbine ibadet etmek için ibadet mihrabında durduğunda yıldızlar yeryüzü ehline ışık saçtığı gibi O’nun nuru da gökyüzündeki melekler için ışık saçar. Yüce Allah meleklere şöyle hitap eder; “Ey meleklerim, ibadet mihrabında duran cariyelerimin hanımefendisi olan cariyeme bakın. Görün ki benim korkumdan nasıl da bedeni titriyor. Bütün kalbiyle bana yönelmiştir. Sizleri şahit tutuyorum ki onun Şiilerini cehennem ateşinden güvende kılacağım. (Veya sizin yanınızda onun Şiilerini cehennem ateşinden güvende kılacağım.)
Yazar: Resul-i Ekrem (s.a.a) bunları söyledikten sonra şöyle buyurdu; “Fatıma’ya (s.a) her baktığımda benden sonra karşılaşacağı musibetleri hatırlıyorum. Sanki perişan bir halde eve girdiğini ve ona saygısızlık yapıldığını görüyorum. Hakkı gasp edilmiş, mirası elinden alınmış, kaburgaları kırılmış, çocuğunu düşürmüş ve “Va Muhammeda! (ey babacığım) feryatlarını işitiyoryum.
Ancak feryadına koşan olmaz, yardım ister ancak kimse ona yardım etmez. Benden sonra daima mahzun ve gözleri ağlardır. Bazen vahyin evinden kesildiğini düşünür, bazen de benden ayrı-lık acısını hatırlar. Artık gece yarılarında namaz için Kuran se-simi işitmediğinde korkmuş ve ürpermiş bir halde uykusundan uyanır. Ancak şimdi sesimi işitmiyor. Kendisini babasının zama-nında aziz ve değerli bulduktan sonra şimdi ise perişan ve mah-zun bulur. İşte bu zamanda Allah meleklerini ona dost ve arka-daş kılar. Melekler, Meryem (s.a) ile konuştukları gibi O’nunla da konuşurlar ve O’na şöyle hitap ederler; “Ey Fatıma! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı ve bütün dünya kadınlarına üstün kıldı. Ey Fatıma! O halde Rabbin için ibadet et, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et!
Sanki bir hastalığa yakalandığını ve bir bakıcıya ihtiyacı oldu-ğunu görüyorum. Allah, İmran’ın kızı Meryem’i (s.a) bakıcılığına gönderir. O sırada Rabbiyle şöyle razü niyaz eder; “Ya Rabbi yaşa-maktan bıktım ve artık yoruldum, dünyaperestler yüzünden soldum, beni babama kavuştur!”
Bunun üzerine Allah O’nu (s.a) bana kavuşturur. O, Ehli-beyt’imden mahzun, hakkı gasp edilmiş ve öldürmüş bir halde ya-nıma gelecek ilk kimsedir. Bu sırada Rabbime şöyle arz ederim; “Ya Rabbi! O’na zulüm edenleri kendi rahmetinden uzaklaştır. Hakkını gasp edenleri cezalandır. O’nu perişan duruma düşürenleri zelil et. Kaburgalarına darbe vurup, karnındaki çocuğunu düşürenleri ebe-di olarak cehennem ateşine at. Benim bu dualarımdan sonra melek-ler âmin derler ve ya melekler; “Ya Rabbi onun dualarını kabul et!” derler.
13-Allah Resulü (s.a.a); “Fatıma’nın (s.a) hoşnutluğu hoşnutluğum, öfkesi de öfkemdir. Kızım Fatıma’yı seven beni sevmiştir, Fatıma’yı hoşnut eden beni hoşnut etmiştir ve Fatıma’yı öfkelendiren kuşkusuz ki beni öfkelendirmiştir.”
Yorum