Bir elmasın her kesitinde ayrı bir rengin ışıltısı parlar. İsmi tarihlere kazınmış bir kutlu kadının ruh portresinde de aynı pırıltılar görünür.
Böyle bir bakışla...
Hazret-i Fatıma’ya ait bir “Ruh portresi” çizmek için yola çıksak, belki de en öne çıkan renk, ona, bizzat Peygamber babasının yaptığı vasıflandırma olurdu: “Ümmü Ebiha - Türkçesiyle - Babasının annesi...”
Anne ki, Allah Rasulü için derin bir hasrettir.
Anneliği en küçük kızına libas olarak giydirir, onunla teselli bulur.
Demek bu küçük kızda bir annelik kumaşı var. Hatta Peygamber’e anne olacak bir kumaş var.
Hazret-i Fatıma ile ilgili olarak okuduğum metinlerde, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin, o geldiğinde ayağa kalktığına, yer gösterdiğine, hatta elini öptüğüne dair bilgilere rastladım.
Ne kadar çarpıcı.
“Gönlümün sevinci” diyor Sevgililer Sevgilisi O’nun için...
“Benim nezdimde en aziz olan...” diyor...
“Tahire” O’nun bir sıfatı... Pirü pak demek.
“Zehra” bir başka sıfatı... Gönüllerde çiçekler açtıran bir sima...
Henüz 28 yaşında iken dünya ömrünü tamamlamış olduğunu okuduğumda şaşırdım. Yani “Babasının annesi” diye anılmak için o kadar genç... Ama belki de böylesine genç bir yaşta “Peygamber’in anneliği” sıfatıyla şereflenmek en çarpıcı olanı... Oysa içimde O’nun için çok daha ileri yaşlarda bir simanın olgunluğu yer etmiş.
Nasıl olmuş da böyle olmuş? Ya da nasıl olur da böyle olur insan?
Herhâlde Peygamber mutfağında pişe pişe...
Vahiyle, sevgiyle ve çileyle...
Üzerine deve işkembesi atılan bir “Peygamber Baba”yı göre göre... Onu teselli ede ede...
Panayırlarda “La ilâhe illallah deyin kurtulun” çağrıları ile dolaşan ve arkasından amcasının “Buna inanmayın, bu aklını kaçırdı.” diye taşlar savurduğu bir “Kutlu Baba”nın üzerindeki tozları minik elleriyle sile sile...
Böyle bir bakışla...
Hazret-i Fatıma’ya ait bir “Ruh portresi” çizmek için yola çıksak, belki de en öne çıkan renk, ona, bizzat Peygamber babasının yaptığı vasıflandırma olurdu: “Ümmü Ebiha - Türkçesiyle - Babasının annesi...”
Anne ki, Allah Rasulü için derin bir hasrettir.
Anneliği en küçük kızına libas olarak giydirir, onunla teselli bulur.
Demek bu küçük kızda bir annelik kumaşı var. Hatta Peygamber’e anne olacak bir kumaş var.
Hazret-i Fatıma ile ilgili olarak okuduğum metinlerde, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin, o geldiğinde ayağa kalktığına, yer gösterdiğine, hatta elini öptüğüne dair bilgilere rastladım.
Ne kadar çarpıcı.
“Gönlümün sevinci” diyor Sevgililer Sevgilisi O’nun için...
“Benim nezdimde en aziz olan...” diyor...
“Tahire” O’nun bir sıfatı... Pirü pak demek.
“Zehra” bir başka sıfatı... Gönüllerde çiçekler açtıran bir sima...
Henüz 28 yaşında iken dünya ömrünü tamamlamış olduğunu okuduğumda şaşırdım. Yani “Babasının annesi” diye anılmak için o kadar genç... Ama belki de böylesine genç bir yaşta “Peygamber’in anneliği” sıfatıyla şereflenmek en çarpıcı olanı... Oysa içimde O’nun için çok daha ileri yaşlarda bir simanın olgunluğu yer etmiş.
Nasıl olmuş da böyle olmuş? Ya da nasıl olur da böyle olur insan?
Herhâlde Peygamber mutfağında pişe pişe...
Vahiyle, sevgiyle ve çileyle...
Üzerine deve işkembesi atılan bir “Peygamber Baba”yı göre göre... Onu teselli ede ede...
Panayırlarda “La ilâhe illallah deyin kurtulun” çağrıları ile dolaşan ve arkasından amcasının “Buna inanmayın, bu aklını kaçırdı.” diye taşlar savurduğu bir “Kutlu Baba”nın üzerindeki tozları minik elleriyle sile sile...
Yorum