
1- İbn-i Şehri Aşub Menakib kitabında şöyle diyor: Tirmizî Şemâilde, Tabarî Tarih’de, Zamehşeri Faik'de, Fettal Revze’de Resulullah (s.a.a)’in vasıfları hakkında bir çok rivayet zikretmişlerdir. Onlardan birisi de Emirü'l Müminin Ali (a.s), İbn-i Abbas, Ebu Hureyre, Cabir b. Semure, Hind b. Ebu Hâle’nin naklettikleri rivayettir:
"Resulullah (s.a.a) her görenin gözüne büyük, ağırbaşlı, saygıdeğer gelirdi. Kalplerde yer alır ve değerle anılırdı. Yüzü ayın on dördü gibi parlardı. Yüzünün rengi kırmızıya çalan beyaz renkte idi.
Ne çok zayıf nede çok şişman idi, çehresi beyaz ve nurani, gözleri büyük, enli ve siyah, bitişik, ince ve siyah kaşlı idi. Başı büyük ve orta boylu idi.
Alnı uzun (geniş), burnu ince, nazik ve çekikdi. Göz beyazında az bir kırmızılık göze çarpıyordu. Bitişik kaşlı, yanakları belirgin, el mafsalları geniş düz ve dirsekleri uzun, omuz mafsalları büyük, geniş ve düz, ellerinin ayası ve ayaklarının altı kalın, iri ve kuvvetli idi.
Göğüs memelerinde kıl yoktu. Ayak altının çukurluğu normalden fazla idi, uzun kirpikli, gür sakallı, bıyığı uzun değil ama gür idi. Yüz ve başında sayılı beyaz kıllar görünüyordu.
Kına vesilesi ile esmer göze çarpıyordu. Ağzı geniş ama mütenasip, dişleri birbirinden ayrı, açık ve beyaz, saçları düzdü ve kıvırcık değildi. Sinesinin ortasından göbeğine kadar kılla çekilmiş ince bir hat vardı, bedeninin bütün uzuvları mutedil idi. Karnı sinesi ile aynı hizada ve sinesi geniş, boynunun güzelliği ham gümüşü hatırlatıyordu.
El ve ayakları düz ve saf, ayak incikleri mutedil ve az etli, çenesi küçük ve mütenasip, alnı azıcık öne doğru çıkıktı. Kalçası çok kalın, kaba ve iri değil ama kalça kemiği cesur erkekler gibi geniş idi.
Bedeninin uzuvları çok sağlam ve kuvvetli, ne çok uzun boylu ve nede çok kısa boylu idi (orta boylu), saçları ne çok kıvırcık ve ne çok açık ve dökük idi. Suratı ne çok etli ne de çok az etli idi, mutedil bir şekli vardı. Mübarek rengi çarpıcı olmayan bir beyazlığa sahipti. Mafsallarının kemikleri iri idi, mafsallarının hareket etmesi tamamen kendi elinde idi.
Burun delikleri dar ve ensiz değildi. Karnı ve sinesinde kıl yoktu. Ama sineden göbeğe doğru kıl ile çekilmiş bir çizgi vardı. İri yarı bir yapısı vardı, bedeninde az kıl vardı ama sineden göbeğe doğru kıl ile bir çizgi bulunuyordu. Kafasının iki tarafında ihtiyarlık alameti olan beyaz kıllar göze çarpıyordu.
Elinin içi esans satıcıları gibi güzel kokulu idi. Avucu geniş, el ve ayaklarının kalem kemikleri uzun idi. Sevinç ve mutlu olduğu zamanlarda çehresi ayna gibi çekici bir parlaklık kazanıyordu.
Vakar ve yavaş bir şekilde yürürdü. Yürürken önüne bakardı, iyi işlerde hep önde idi, yürürken adımlarını yokuş aşağı inen birisi gibi atardı, tebessüm ettikleri zaman dişleri inci taneleri gibi belirir ve anında bir ışıldama dudaklarının altından görünürdü.
Boyu posu çok güzeldi, sevimli bir huyu vardı, iyi bir meclis insanıydı, halk ile karşılaştığı zaman alnının nuru onları kendisine çekerdi. Ter tanecikleri çehresinde inci taneleri gibi yuvarlanırdı, o hazretin ter kokusu misk ten daha temiz ve güzel kokuyordu, nübüvvet mühürü iki omuzu arasında görünüyordu.[5]
2- Ebu Hureyre diyor ki: Hazret arkasına veya önüne bakmak istediği zaman bütün vücuduyla dönerdi.[6]
3- Cabir b. Semure şöyle diyor: Hazretin ayakları ince ve latif idi.[7]
4- Ebu Cehife şöyle diyor: Hazretin yüz, yanak ve çenesinde beyaz kıllar göze çarpıyordu.![8]
5- Ümmi Hâni diyor: Resulullah (s.a.a)’in dört örgülü saçı vardı. İbn-i Şehr-i Aşub diyor ki: Doğrusu hazretin iki örgülü saçı vardı ve buda hazretin değerli ceddi Hâşim’in adeti idi.[9]
6- Enes b. Malik diyor: Resulullah (s.a.a) saç ve yüzünde sadece on dört tane beyaz tel gördüm.[10]
7- On yedi beyaz saç teli olduğu şeklinde de rivayet gelmiştir.[11]
8- Abdullah b. Ömer diyor: O hazretin ihtiyarlığının alameti olarak yirmi beyaz saç teli vardı.[12]
9- Bera b. Âzib diyor: Hazretin saçının uzunluğu omuzlarına kadar ulaşıyordu.[13]
10- Enes b. Malik diyor: Saçları kulak ardına ulaşıyordu.[14]
11- Ayşe diyor: Hazretin saçının uzunluğu kulak ardını geçiyordu, ama omuzlarına ulaşmıyordu.[15]
12- Enbiyaların Kıssaları kitabında şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a)’in geçtiği yollardan daha sonra geçenler o hazretin güzel ter kokusunun farkına varırlardı. Her ağaç ve taşın yanından geçse o hazrete secde ederlerdi.[16]
13- Seffar Besairu'd-Derecat kitabında İmam Bakır (a.s)’dan şöyle rivayet ediyor: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Biz peygamberlerin gözleri uykuya dalsa da kalpleri uyumaz, önümüzü gördüğümüz gibi arkamızı da görürüz."[17]
14- Kutbu Râvendi el-Haraic ve'l Ceraih kitabında diyor: Mütevatir hadisler, Kafir ve müminlerinde itiraf ettiği gibi Resulullah (s.a.a)’in mucizelerinden birisi de hazretin omuzları üzerine düşmüş saçlarının arasından görünebilen nübüvvet mühürüdür.[18]
15- İbn-i Şehri Aşub Menakib kitabında şöyle diyor: Resulullah (s.a.a)’in gölgesi yere düşmezdi. (Yani gölgesi yoktu.)[19]
16- Kuleyni el-Kâfî kitabında kendi senediyle rivayet etmiştir: Ali b. Muhammed Nufeli şöyle diyor: İmam Rıza (a.s)’ın huzurunda ses konusunda sohbet açıldı, hazret şöyle buyurdular: İmam Zeynelabidin (a.s) Kuran okuduğunda bazı kereler millet hazretin güzel sesinden dolayı bayılıp düşerlerdi.
Eğer İmam kendi güzel ve hoş sesini izhar ederse, milletin bu sesi duymaya gücü kudreti olmaz. Ravi diyor: İmamdan sordum ki, Resulullah (s.a.a) millete namaz kıldırmıyor muydu, yüksek sesle Kuran okumuyor muydu? İmam Rıza (a.s) cevapta şöyle buyurdu: Resulullah (s.a.a) milletin gücü, kudreti ve tahammülü miktarınca sesinin güzelliğini izhar ediyordu.[20]
Müellif : Bu hadis bir çok başka senetler ile de nakledilmiştir.
17- Şeyh Saduk Maani'l-Ahbâr kitabında üç yolla İmam Hasan-ı Müçteba (a.s)’dan şöyle buyurduğunu nakleder: Resulullah (s.a.a.)’ı vasıf edenlerden birisi olan kendi dayım Hind b.Ebu Hâle’den hazretin vasıflarını anlatmasını istedim, bu şekilde hazrete sevgi ve muhabbetimin daha çok artacağını düşündüm. O’da kabul edip şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a) her görenin gözüne büyük, ağırbaşlı, saygıdeğer gelirdi. Güzel yüzlüydü ve dolunay gibi çehresi parlardı.
Boyu kısa boylulardan uzun, uzun boylulardan kısa idi, başı büyük ve kıvrımlı saçı vardı. Eğer saçını bir araya toplamasaydı, dağınık olurdu, eğer toplasaydı kulak memesini geçmezdi. Suratı beyaz ve nurlu, alnı açık, geniş ve düz, keman ve çekik bir kaşı vardı. Birleştiği halde ayrıymış gibi görünüyordu. Kaşlarının arasında bir damar vardı, sinirlendiği zaman o damar kanla dolardı. İnce, nazik ve çekik burnu vardı ki ondan nur göze çarpıyordu.
Burnunun üstünde bir çıkıntı olduğu görünür gibiydi. Gür sakallı, yanakları belirgin, inci taneleri gibi aralı dişleri, sinesinin ortasından göbeğine kadar inen kılları ince idi, boynunun güzelliği insana ham gümüşü hatırlatıyordu. Bütün uzuvları uygun ve mütenasip idi. Karnında ve memelerinde kıl yoktu.
Sinesinin üstü, dirsekleri ve omuzları kıl ile doluydu. El mafsalları geniş ve düz, ellerinin ayası ve ayaklarının altı kalın, iri ve kuvvetli, el ve ayakları saf, düz ve çıkıntısız idi, el ve ayaklarının kalem kemikleri uzundu. Ayak altının derinliği normalden fazla idi.
Topukları düz,saf ve yumuşak idi. Yolda yürürken adımlarını yavaş yerden kaldırarak, vakarla hızlı, adeta yokuş aşağı yürüyen birini anımsatır gibiydi. Herhangi bir tarafa dönmek istediği zaman bütün vücuduyla dönerdi. Melûl gözleri vardı, gökyüzünden çok yere bakardı, kimseye gözünü dikmezdi, bakması bir andan fazla değildi, kimi görse önce selam verirdi."[21]
İmam Hasan (a.s) hazretin nasıl sohbet ettiğini anlatmasını istedi. Şöyle devam etti: "Resulullah (s.a.a) üzüntü, keder ile iç içe, düşünceli gibi görünüyordu. Hiçbir zaman rahatlığı yoktu. Çoğu zaman sessiz idi. Gerektiği zamanlar dışında konuşmazdı. Konuşmaya başladığı zamanlarda sözünün başından sonuna kadar sakin konuşurdu.
Kelamı kısa ama manalı, câmi ve gereksiz açıklamaları içermezdi. Bütün maksadına vakıf ve vefalı idi. Yumuşak huylu ve kimseye cefa etmez, kimseyi de küçümsemezdi, her ne kadar da az olsa nimeti büyük görür hiçbir nimeti küçümsemezdi. Yiyecek ve içecekleri küçümsemediği gibi onları da övmezdi.
Dünya ve onun zorlukları onu hiçbir zaman gazaplan-dırmazdı,[22] birisinin hakkı çiğnendiği zaman kimse onu gazabından dolayı tanımaz ve hiçbir şeyden korkmazdı. Böylelikle hakka yardım ederdi.
Bir şeye işaret ettiği zaman bütün eliyle gösterirdi. Bir şeye şaşırdığı zaman ellerini ters düz ederdi sohbet ettikleri zaman ellerini birleştirir, sol başparmağını sağ elinin içine vururdu. Öfkelendiği zaman rahatsızlığından dolayı yüzünü çevirirdi. Sevindiği anlar ise gözlerini kapardı.
Gülmelerinin çoğu tebessüm idi ve tebessüm ettikleri zaman dişleri inci taneleri gibi parlardı." Saduk (r.a) kitabında şöyle diyor: Buraya kadar rivayeti Ebul Kasım b. Muni, İsmail b. Muhammed b. Cafer b. Muhammed’den, bundan sonraki sonuna kadar olan kısmı ise Abdurrahman nakletmiştir.
İmam Hasan (a.s) buyuruyor: Bu konuları bir süre Hüseyin (a.s)’dan gizledim. Daha sonra bunları ona anlattığımda bu konuda benden öne geçtiğini anladım.
Ona kimden duyduğunu sordum, babam Ali (a.s)’dan duyduğunu söyledi, Resulullah (s.a.a)’in ev içinde ve dışındaki işleri konusunda, meclislerini, şekil ve Şemâilini sordum, hiçbir şeyi atlamadan hepsini bana anlattı.
Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu : Babamdan Resulullah’ın (s.a.a) ev içindeki ve dışındaki davranışını sordum, şöyle buyurdu: "Eve istediği zaman giderdi ve eve gittiklerinde vakitlerini üçe ayırırdı, bir kısmını Allah’a ibadet, bir kısmını ev ahalisi için diğer kısmını ise kendisine için ayırırdı.
Kendisine ayırdığı bölümde, özel ashabı için milletin müşkül, zorluk ve işlerine yardımcı olmaları için emirler buyururdu. Bu bölümde şahsi işleri ile ilgilenmezdi. Hazretin huy ve adetlerinden biriside fazilet ehli insanları her zaman kabul edip, herkese dinde ki fazilet miktarınca ihtiram göstermesi idi.
Bazılarının bir, bazılarının iki, bazılarının daha fazla hacetleri olurdu, Resulullah (s.a.a) onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Onların eksiklerini gidermek ile meşgul olurdu, onlardan ümmet hakkında sorular sorardı. Onlara gerekli olan konuları söyler hatırlatmalarda bulunurdu ve bunları orada hazır olanların hazır olmayanlara iletmesini emrederdi.
Bana ulaşamayanların hacet ve ihtiyaçlarını bana söyleyin, kim zayıf ve muhtaç insanların ihtiyaçlarını sultanın yanına götürürse Allah kıyamet günü onun kademlerini sabit kılacaktır buyururdu.
Hazretin olduğu meclislerde bunun dışında konular konuşulmazdı. Kimseden bunun dışında şeyi kabul etmezdi. Onlar feyizlenmek, ilim öğrenmek için hazretin huzuruna geliyorlardı. Bir şey öğrenip tatmadan hiç kimse ayrılmazdı. Ayrıldıklarında her biri birer kılavuz oluverirlerdi."[23]
Babam Emirü'l Müminin’den Resulullah’ın (s.a.a) ev dışında ki sîresi hakkında sordum. Şöyle buyurdular: "Resulullah (s.a.a) gerekli olmayan şeyler için kesinlikle ağzını açmazdı.
Milletle çabuk kaynaşırdı, onları kendisinden uzaklaştırıp, dışlamazdı, her kavmin büyüğüne ihtiram gösterir, onu kavmine hakim kılardı, millete karşı yüzünü ekşitmeden ve kötü huylu olmaktan kaçınır ve kendini korurdu. Milletin ve ashabının hal hatırını sorardı. İyi işi över onu desteklerdi.
Her kötü işi ayıplayıp kınardı. Bütün işlerinde mutedil idi. İfrat ve tefrit etmezdi. Sapıklığa düşmesinler diye milletin işlerinden gafil olmazdı. Hak konusunda taviz vermezdi ve hakkın dışına çıkmazdı, Hazretin etrafında bulunanlar milletin iyi ve Salih olanları idi. Yanında onların en üstünü millete nasihatte bulunan, din kardeşleri hakkında eşitlik ve hayır peşinde en çok koşanları idi."
Hüseyin (a.s) buyurdu: Babamdan Resulullah (s.a.a)’ın meclisteki ahlakı hakkında soru sordum, şöyle buyurdu: "Meclislerde her oturup kalktığında Allah’ı anardı. Özel bir yeri yoktu ve yer seçmezdi. Özellikle böyle bir şeyden nehy ederdi. Bir meclise girdiği zaman boş olan yerde otururdu. Ashabına da böyle yapmalarını emrederdi.
Mecliste bulunanların her birinin hakkını riayet ederdi. Hiç kimse hazretin yanında başkasının daha değerli muhterem olduğunu ihsas etmezdi, hazret milletin kendi yanından kalkıp gidinceye kadar sabrederdi, bir sorunu veya ihtiyacı olan ya arzusuna ulaşır, ihtiyacı giderilir veya hazretin şirin beyanına kanâat ederek razı olurdu.
O kadar şefkatli, yumuşak huylu idi ki millet onu şefkatli bir baba olarak görürlerdi. Herkes onun yanında eşit hakka sahipti. Meclisi hilim, haya, sadakat ve emanet meclisiydi. Orada sesler yükseltilmezdi. Kimseye saygısızlık yapılmazdı. Birisi yanlışlık yapıp dili sürçse başka yerde söylenmezdi. Mecliste bulunan herkes birbirine karşı adil bir şekilde davranırlardı.
Birbirlerine karşı davranışları takvalı insanlar gibi ve alçak gönülle idi. Yaşlılara saygı, küçüklere sevgi gösterirlerdi. Muhtaç olanları kendilerine tercih edip garip olanları korurlardı."
Sonra Resulullah (s.a.a.)’in arkadaşlarına karşı sîresini sordum. Şöyle buyurdu: "Her zaman güler yüzlü, güzel ve yumuşak huylu idi. Katı, sert, kaba yapıya sahip olmadığı gibi ayıp arayan ve küfürbaz değildi. Kimseyi haddinden fazla övmezdi, sevmeyip hoşlanmadığı şeylerde gaflet içindeymiş gibi yapardı. Öyle ki millet ondan ümitsiz ve ümitli olmazdı.
Üç şeyden kaçınırdı: Cidâl, çok konuşmak ve faydasız konuları hakkında konuşmak. Millete karşı da üç şeyden sakınırdı; Kimseyi azarlamaz ve ayıbını aramazdı, milletin hatalarını ve sürçmelerini araştırmazdı. Doğru ve faydalı olan yerler dışında sohbet etmezdi. Sohbet ettiklerinde milleti kendine öyle cezp ederdi ki kimsenin nefes aldığı duyulmazdı.
Hazret sustukları zaman konuşmaya başlarlardı. Hazretin huzurunda bir konu hakkında tartışmazlardı. İçlerinden biri konuşmaya başladığı zaman diğerleri susup konuşanın konuşması bitinceye kadar dinlerlerdi. Hazretin huzurunda sırayla sohbet ederlerdi. Mecliste gülünecek bir şey olduğu zaman hazrette onlarla birlikte gülerdi.
Şaşılacak bir şey olunca hazrette şaşırırdı. Ashabı müdahale etmesine kadar zahmet veren yabancı birisinin saygısız sohbetine, sorusuna, karşı sabrederdi. Muhtaç birini gördükleri zaman ona yardım edip ihtiyaçlarını gidermelerini emrederdi. Kimsenin senası teşekkür unvanı ile olmazsa kabul etmezdi. Birisi meşru sınırları aşmadığı takdirde sözünü kesmezdi. Meşru sınırları aştığında nehy ederdi. Veya kalkarak sözünü keserdi."
İmam Hüseyin (a.s) buyurdu: Babam Emirü'l Müminin’den Resulullah (s.a.a)’ın sükutu hakkında soru sordum, şöyle buyurdu: "Hazret dört şeyden dolayı susardı. Hilim, korunmak, takdir ve tefekkür için. Takdirde sükutunun nedeni milletin hepsini bir göz ile görüp herkesin sözünü bir şekilde dinlemek içindi.
Tefekkürde sükutu ise baki ve fani olacak şeyler içindi. Hilimde sükutu kendisinde bulunan sabır içindi. Öyle ki gazaplanmaz, nefret etmezdi. Kaçınmak konusunda sükutu dört yerdeydi. Başkalarının kendisine iktida etmesi için iyi işleri yapardı. Milletin kötü işlerden kaçınmaları için kötü, çirkin işlerden kaçınırdı.
Ümmetin işlerinin düzeltilmesi için doğru ve sahih reyin seçiminde çok ciddiydi. Dünya ve ahiret hayrı olan işleri yapardı."[24]
Müellif: Bu rivayeti Mekarimu'l-Ahlak kitabının sahibi Muhammed b. İshak b. İbrahim Talikani’den güvenilir yolla İmam Hasan ve Hüseyin (a.s)’dan nakletmiştir. Merhum Allame Meclisi Bilaru'l-Envar’da şöyle söyler: Bu rivayet meşhurdur, Ehl-i Sünnet te bu rivayeti bir çok kitaplarında nakletmişlerdir.[25]
18- Tabersi Mekarim kitabında Enes b. Malik’ten rivayet eder: "Resulullah (s.a.a)’in yüz ve çehresinin rengi mercan gibi parlak ve beyazdı. Sakin bir şekilde adım atardı. Hiçbir amber ve misk kokusunun hazretin esans kokusundan daha güzel koktuğunu ve hiçbir ipek kumaşının hazretin elinin içinden daha yumuşak olduğunu görmedim."[26]
19- Yine Tabersi Keb b. Malik’ten rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) bir şeyden hoşlanıp sevdiği zaman çehresi dolunay gibi parlardı."[27]
20- Gazali İhyau'l-Ulum kitabında rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.a)’in sözleri, sohbeti herkesten daha fasih ve şirin idi. Hazret şöyle buyurmuştur: "Ben Arabın en fasihiyim cennet ehli Muhammed’in dili ile konuşacaklardır."Rivayetin devamında şöyle gelmiştir.
Söz ve sohbeti kısa, kapsamlı ve her türlü gereksiz açıklamalardan uzak aynı zamanda söylediklerine vakıf, vefalı idi. Kelimeleri bir biri ile irtibatlı olarak tane tane buyururdu, dinleyiciler kolaylıkla akıllarında tutabilirlerdi. Sesi yüksek ve ritmi en güzel olandı."[28]
21- Menakib kitabında Ayşe’den rivayet edilmiştir ki şöyle dedi: "Resulullah’a (s.a.a) şöyle dedim: Siz müsterahtan (tuvaletten) çıktıktan hemen sonra ben giriyorum. Ama misk kokusundan başka bir koku almıyorum, Hazret şöyle buyurdu: "Biz Peygamberlerin bedenleri cennet ehlinin ruhları menzilesindedir, çıkan şeyleri yer içine çeker."[29]
Yorum