Efendimiz...
“... Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur.
Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim”... (En'am-162, 163)
Size gelen “de ki” emri böyleydi ve siz kendinizi böyle tanıttınız bizlere. Sevgili Efendimiz, siz böyleydiniz, hâlâ böylesiniz
ve hep böyle olacaksınız. Üzerinde “Müslümanların İlki” yazılı o parlak künyenizi, hayatınızda da ölümünüzde de ve
sonrasında da, sahip olduğunuz en büyük onur olarak takdim ettiniz.
Efendimiz, nedense Allah'ın emri olarak hayata ve söyleme geçirdiğiniz En'am Suresi'nin bu ayetlerini, biz ahir zaman
yetimlerine de kol kanat gererken hissediyorum hep... Yani siz aslında dünyanızı değiştirmiş olsanız da, sanki hiç
gitmemişsiniz gibi, sanki gülümseyerek ve vakarla, bir yerlerde, bu ayetleri yüksek sesle okuyormuşsunuz gibi geliyor
bana. Ve bu ayetleri okurken, hem sizi çok özlediğimi hem de sizin yüzünüzü görmesem de Rabbe verdiğiniz bu
sözünüzü işitmiş olmanın onurunu bir arada yaşıyorum. Ne de güzel söylemişsiniz, hamdolsun Rabbimize ve şükran
duyarız bu irade ve gayretinize...
Hayata dair tüm bağlardan geçerek, tüm zincirleri ve bağımlılıkları bir bir kırarak, tüm kariyer algılarını ters yüz ederek,
tüm engelleri atlayarak, tüm aracı, dost, arkadaş ve sevgilileri, tüm tiryakisi ve bağımlısı olduğumuz şeyleri aşarak...
Hayatı ve ölümü “Allah İçin”leştirmek... Kelime-i Tevhid'in mana kimyasına çıkıyor bu ayetlerin ilan ettiği kimlik...
Hakiki iman hakiki tevhid, hayattan ölüme her şeyi, “Allah İçin” kılabilmekte yazgılı imiş, bu çıkıyor... Size hem
emrolundu, hem siz de iradenizle ve gayretinizle böyle kıldınız hayata bakışınızı... Sizin için en büyük şeref ve onur,
kulluk bilincinizdi, size en çok yakışan isim; “Müslümanların İlki”ydi... Taktınız boynunuza bu parlak künyenizi ve
yürüdünüz geçtiniz...
Efendimiz, sizi hiç görmedim... Ama sanki görmüş gibiyim. Yani bir gün şayet sizi gösterecek olurlarsa bana,
hiç şaşırmadan sizi hemen tanıyacağımı zannediyorum. Dahası da var Efendim, ne cesaretle böyle düşünüyorsam,
sanki bizi size şayet gösterecek olsalar, sanki siz de bizleri bilip tanıyacakmışsınız gibi geliyor... Efendimiz, sizden
sonra buralardan çok şey gelip geçti, çok şaşırdık, çok yorulduk, çok yol yitirip, çok yol saptık, ama en
kaybolduğumuz anlarda bile sizin sevginiz biz küçüklere, biz sonradan gelenlere, biz tövbekarlara, biz pişmanlara
bir pusula, bir umut, bir rüzgar oldu.
Yani bu kadar hata, bu kadar kusur, günaha rağmen, Sevgili Efendimiz, sizin adınızı anmak, sizi düşünebiliyor olmak
bile, bize bahşedilmiş en büyük hazinedir. Hatta bazen bunun mucizevi bir şey olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı Nuh Peygamber'in tufandan kurtuluş gemisi gibi bir şey sizi sevmek Efendim. Tıpkı İsa Peygamber'in Allah'ın
izniyle dirilttiği ölüler gibi dirildiğimizi, kendimize gelip başımızdaki kabir tozlarını topraklarını silkelediğimizi düşünüyorum,
sizi severken ben... Sizi her hatırladığımda, yeniden dünyaya gelmiş gibi oluyorum. Korktuğumda sizi düşünmek ve
hatırlamak mesela, sanki İbrahim Peygamber'in ateşlerin arasında bulduğu gül bahçesine davet ediyor beni...
Sonra şaşırdığımda, haddi aştığımda ve tüm yollar kesildi işte dediğimde, sizi anmak ve gayretli hayatınızı hatırlamak,
Musa Peygamber ve milleti için açılan deryalar gibi yollarımı açıyor... Yani böyle geliyor bana. Sizi düşünmek, içimi
genişletiyor, darlıktan feraha çıkartıyor ruhumu...
Efendimiz, hatalarımızdan dolayı Rabbimizden binlerce kere aflar dileriz. Size layık olamadık, sizden de özür dileriz.
Yarın mahşerde, tüm peygamberler milletleriyle Hesap Gününe dizildiğinde, bizi de ardınıza alacak mısınız?
Yani o hengamenin ve o debdebenin içinde, sizi ve Allah'ın razı olduğu diğer büyük Müslümanları da bulacağız
inşallah değil mi Efendimiz? Elbette yüzümüz yok varmaya ama bizi sizden başka kimse almaz ki ardına, siz alır
mısınız Efendimiz? Bunlar da benim kötülerimdir, küçüklerimdir, şaşkınlarımdır, kusurlularımdır, eksiklerimdir, milletimin
tevbekar ve pişmanlarıdır der misiniz? Dünyada bata çıka ve zaten sizden ayrı geçen her günümüzde, size olan
sevgimizi, özledikçe baktığımız bir fotoğrafınız gibi taşımadık mı yırtık gömleklerimizde? Kimini kurtlar, kimini kadınlar,
kimini ticaret bezirganları yırtmıştı o gömleklerimizin... Yarın mahşerde çarnaçar yanınıza vardığımızda, yırtık
gömleklerimizi sitemle bitiştirir, merhametle yakalarımızı ilikler, “bu da bizimdir” der misiniz? “Bu da bizdendir” der misiniz?
Efendimiz, bizler Allah'tan gelecek her türlü yardıma öylesine muhtacız ki ve inşallah sizden gelecek şefaate de o
kadar muhtaç garipleriz ki...
Tüm peygamberlerin şahitlik edeceği o muazzam günde, “Müslüman”dır künyesini taşıyabilme onurunu Sen bize nasip
et Rabbimiz... Sana binlerce kere teşekkür eder, hamdeder ve kusurlarımız için binlerce kere tevbe ve nedamet getiririz...
Bizlere Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizi hediye eden Allah'ımıza sonsuz kere hamd ve senalar ile...
Veladeti, veladetimizdir, salat ve selam Efendimiz'in (sav), âlinin, ehlinin üzerine olsun...
Sibel Eraslan
Vakit
“... Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur.
Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim”... (En'am-162, 163)
Size gelen “de ki” emri böyleydi ve siz kendinizi böyle tanıttınız bizlere. Sevgili Efendimiz, siz böyleydiniz, hâlâ böylesiniz
ve hep böyle olacaksınız. Üzerinde “Müslümanların İlki” yazılı o parlak künyenizi, hayatınızda da ölümünüzde de ve
sonrasında da, sahip olduğunuz en büyük onur olarak takdim ettiniz.
Efendimiz, nedense Allah'ın emri olarak hayata ve söyleme geçirdiğiniz En'am Suresi'nin bu ayetlerini, biz ahir zaman
yetimlerine de kol kanat gererken hissediyorum hep... Yani siz aslında dünyanızı değiştirmiş olsanız da, sanki hiç
gitmemişsiniz gibi, sanki gülümseyerek ve vakarla, bir yerlerde, bu ayetleri yüksek sesle okuyormuşsunuz gibi geliyor
bana. Ve bu ayetleri okurken, hem sizi çok özlediğimi hem de sizin yüzünüzü görmesem de Rabbe verdiğiniz bu
sözünüzü işitmiş olmanın onurunu bir arada yaşıyorum. Ne de güzel söylemişsiniz, hamdolsun Rabbimize ve şükran
duyarız bu irade ve gayretinize...
Hayata dair tüm bağlardan geçerek, tüm zincirleri ve bağımlılıkları bir bir kırarak, tüm kariyer algılarını ters yüz ederek,
tüm engelleri atlayarak, tüm aracı, dost, arkadaş ve sevgilileri, tüm tiryakisi ve bağımlısı olduğumuz şeyleri aşarak...
Hayatı ve ölümü “Allah İçin”leştirmek... Kelime-i Tevhid'in mana kimyasına çıkıyor bu ayetlerin ilan ettiği kimlik...
Hakiki iman hakiki tevhid, hayattan ölüme her şeyi, “Allah İçin” kılabilmekte yazgılı imiş, bu çıkıyor... Size hem
emrolundu, hem siz de iradenizle ve gayretinizle böyle kıldınız hayata bakışınızı... Sizin için en büyük şeref ve onur,
kulluk bilincinizdi, size en çok yakışan isim; “Müslümanların İlki”ydi... Taktınız boynunuza bu parlak künyenizi ve
yürüdünüz geçtiniz...
Efendimiz, sizi hiç görmedim... Ama sanki görmüş gibiyim. Yani bir gün şayet sizi gösterecek olurlarsa bana,
hiç şaşırmadan sizi hemen tanıyacağımı zannediyorum. Dahası da var Efendim, ne cesaretle böyle düşünüyorsam,
sanki bizi size şayet gösterecek olsalar, sanki siz de bizleri bilip tanıyacakmışsınız gibi geliyor... Efendimiz, sizden
sonra buralardan çok şey gelip geçti, çok şaşırdık, çok yorulduk, çok yol yitirip, çok yol saptık, ama en
kaybolduğumuz anlarda bile sizin sevginiz biz küçüklere, biz sonradan gelenlere, biz tövbekarlara, biz pişmanlara
bir pusula, bir umut, bir rüzgar oldu.
Yani bu kadar hata, bu kadar kusur, günaha rağmen, Sevgili Efendimiz, sizin adınızı anmak, sizi düşünebiliyor olmak
bile, bize bahşedilmiş en büyük hazinedir. Hatta bazen bunun mucizevi bir şey olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı Nuh Peygamber'in tufandan kurtuluş gemisi gibi bir şey sizi sevmek Efendim. Tıpkı İsa Peygamber'in Allah'ın
izniyle dirilttiği ölüler gibi dirildiğimizi, kendimize gelip başımızdaki kabir tozlarını topraklarını silkelediğimizi düşünüyorum,
sizi severken ben... Sizi her hatırladığımda, yeniden dünyaya gelmiş gibi oluyorum. Korktuğumda sizi düşünmek ve
hatırlamak mesela, sanki İbrahim Peygamber'in ateşlerin arasında bulduğu gül bahçesine davet ediyor beni...
Sonra şaşırdığımda, haddi aştığımda ve tüm yollar kesildi işte dediğimde, sizi anmak ve gayretli hayatınızı hatırlamak,
Musa Peygamber ve milleti için açılan deryalar gibi yollarımı açıyor... Yani böyle geliyor bana. Sizi düşünmek, içimi
genişletiyor, darlıktan feraha çıkartıyor ruhumu...
Efendimiz, hatalarımızdan dolayı Rabbimizden binlerce kere aflar dileriz. Size layık olamadık, sizden de özür dileriz.
Yarın mahşerde, tüm peygamberler milletleriyle Hesap Gününe dizildiğinde, bizi de ardınıza alacak mısınız?
Yani o hengamenin ve o debdebenin içinde, sizi ve Allah'ın razı olduğu diğer büyük Müslümanları da bulacağız
inşallah değil mi Efendimiz? Elbette yüzümüz yok varmaya ama bizi sizden başka kimse almaz ki ardına, siz alır
mısınız Efendimiz? Bunlar da benim kötülerimdir, küçüklerimdir, şaşkınlarımdır, kusurlularımdır, eksiklerimdir, milletimin
tevbekar ve pişmanlarıdır der misiniz? Dünyada bata çıka ve zaten sizden ayrı geçen her günümüzde, size olan
sevgimizi, özledikçe baktığımız bir fotoğrafınız gibi taşımadık mı yırtık gömleklerimizde? Kimini kurtlar, kimini kadınlar,
kimini ticaret bezirganları yırtmıştı o gömleklerimizin... Yarın mahşerde çarnaçar yanınıza vardığımızda, yırtık
gömleklerimizi sitemle bitiştirir, merhametle yakalarımızı ilikler, “bu da bizimdir” der misiniz? “Bu da bizdendir” der misiniz?
Efendimiz, bizler Allah'tan gelecek her türlü yardıma öylesine muhtacız ki ve inşallah sizden gelecek şefaate de o
kadar muhtaç garipleriz ki...
Tüm peygamberlerin şahitlik edeceği o muazzam günde, “Müslüman”dır künyesini taşıyabilme onurunu Sen bize nasip
et Rabbimiz... Sana binlerce kere teşekkür eder, hamdeder ve kusurlarımız için binlerce kere tevbe ve nedamet getiririz...
Bizlere Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizi hediye eden Allah'ımıza sonsuz kere hamd ve senalar ile...
Veladeti, veladetimizdir, salat ve selam Efendimiz'in (sav), âlinin, ehlinin üzerine olsun...
Sibel Eraslan
Vakit
Yorum