KUR'ÂN'IN TARİH VE HAYAT HİKÂYELERİNİ SUNMA YÖNTEMİ
Kur'ân-ı Kerim, hidayet peygamberlerinin hayatına büyük önem verir, onların hayat hikâyelerini sunarken özgün bir yöntem kullanır. Allah'ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun.
Kur'ân'ın söz konusu yöntemi, bu hidayet önderlerinin hayat hikâyelerinin nasıl sunulacağı konusunda bir dizi ilmî esaslara ve kriterlere dayanır.
Kur'ân bu konuda ilk olarak hidayet unsurundan yola çıkar. Bu unsur, insanı kendisine lâyık kemale doğru harekete yönlendirir. Böylece insan, fertlerin ve milletlerin hayatlarında önemli dönüm noktası oluşturan ve tekâmülü yönünde hareket etmesine yarayacak bilgilerin ve öğretilerin kapılarını açma yolunda bir anahtar konumunda olan bir dizi tarihî olaylar için pratik ve somut amaçlar seçer.
Kur'ân-ı Kerim, bu yüce hedeflere ulaştırmak için çeşitli araçları devreye sokar. O, akla ve akıl sahiplerine hitap ederek bu yolla insan düşüncesinin önüne yeni ufuklar açar. Meselâ şöyle buyuruyor:
"Bu hikâyeyi anlat. Ola ki, düşünürler." [15]
"Onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır." [16]
Bu iki ayetten elde edilen sonuca göre, tarihî olaylar ve hayat hikâyeleri üzerinde "düşünmek" ve "ibret almak" (milletlerin tarihleri ve hidayet önderlerinin hayat hikâyeleri üzerinde düşünüp bunlardan dersler çıkarmak), Kur'ân'ın tarih alanındaki yönteminin iki temel hedefini oluştururlar.
Kur'ân'ın bu alandaki hedefleri sadece bu iki hedefle sınırlı değildir. Bunlar dışında ilâhî risaletle ilgili başka hedefler de gözetilir. Söz konusu hedeflerle ilgili olarak şöyle buyuruluyor:
"(Bu Kur'ân) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri onaylayan, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir hidayet ve bir rahmettir." [17]
"Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı vardır." [18]
Görüldüğü gibi bu iki ayetin her biri peygamberlerle ilgili haberleri verme ve onlar hakkındaki hikâyeleri anlatma konusunda ilâhî risaletle bağlantılı dört amaç içeriyor.
Kur'ân kendine özgü tarih yönteminde şu temel esaslara dayanır:
1- Gerçek
2- Bilgi
3- Olaylarla çağdaşlık (Birliktelik)
4- Olayları kapsamak
Dolayısıyla Kur'ân, anlattığı ve tasvir ettiği eski veya Kur'ân'la çağdaş olgu ve tarihî olaylarda hurafelere ve hayallere değil de gerçeğe ve ilme dayandığına göre şüpheye ve uydurma olma ihtimaline yer bırakmaz. Şu iki ayette bu iki temel esasa vurgu yapılıyor:
"İşte (İsa hakkında) gerçek kıssa budur." [19]
"Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak değildizk." [20]
Bu ayetlerin ikincisinde Kur'ân'ın anlattığı olaylarla çağdaşlık yani olayları yakından izleme unsurunun gözetildiği de vurgulanıyor.
Bütün bunlardan sonra Kur'ân-ı Kerim, tarihi olayları incelerken kimi zaman istidlâle (çıkarsama, bir önermeden yeni bir önerme çıkarma) ve kimi zaman istikraya (genelleme, birtakım özellikleri varlığın tümüne yayma) dayanmasının yanında analizlerinde ve sonuç çıkarmalarında de kendine özgü bir ilmî yöntem kullanır.
Kur'ân peygamberlerin hayatını genel olarak sunduğu zaman onları aynı safta, aynı kulvarda, aynı çizgide gösteren ana hatları dile getirir. Bu çizgi, "Allah katında gerçek din İslâm'dır."[21] Ayetinde açıklanan ki vurguya paralel olarak genel İslâm çizgisidir.
Bunun arkasından Kur'ân, ululazm peygamberlerin her birinin hayatının derinliklerine dalar. Maksat, okuyucunun veya dinleyicinin bu peygamberlerin hayatlarındaki ayrıntıların ve köşe-bucakların en önemlilerini algılamasını sağlamak, dünya durdukça varlığını sürdürecek olan ilâhî risalet çizgisi ile ilgili eski ve yeni olaylarla, anlatılan olay arasında bağlantı kurmasını sağlamaktır.
Tarihî incelemenin tabiatından kaynaklanan şöyle bir problemi var: Tarihte vuku bulan gerçekler çeşitli tahriflere uğrayabileceği gibiOna tahrif eli uzanır, bazen de belirsizlikğin ve gizliliğin örtüsü altında kalır. Kimi zaman da üzerini koyu bulutlar örter. Fakat bir süre sonra yavaş yavaş gerçek ortaya çıkmaya başlar. Bu ortaya çıkış zamanla öyle bir noktaya varır ki, artık insan toplulukları o gerçeği görmezlik edemezler, ondaki gerçekleri yok sayamazlar.
Nitekim yukarda aktardığımız Yûsuf Suresi'nin 111. ayeti, tarihî olaylarda uydurmacılığa ve onlarla oynamaya başvurulabileceğine veya onların abartılabileceklerine, bilgiye dayanmayan incelemeye konu olabileceklerine, günün birinde mutlaka ortaya çıkacak olan gerçeğin yüzüne perde çekilebileceğine işaret ediyor.
Bundan dolayı Kur'ân ekolünün, gerçeği araştıranları bu gerçeği tam olarak ortaya çıkarmaya muktedir kılacak pratik ve somut bir vesileyle donatması silâhla silâhlandırmayı üstlenmesi gerekiyor.
(Bu amaçla da) Kur'ân-ı Kerim, insan düşüncesinin hiçbir durumda göz ardı edemeyeceği sabitler, değişmezler nazariyesini gündeme getirmiş di ve bu değişmezlere "Muhkemât" ve "Ümmü'l-Kitap" (Kitabın Anası) adlarını vermiştirdi. Bunlar insan düşüncesi için değişmez ve kalıcı apaçık gerçeklerdir;. Bunlar hiçbir durumda kuşkuyu, tereddüdü, şüpheyi kabul etmezler.
Bu değişmezler, sürekli olarak madde âleminin kapsamadıklarını kapsayan insan düşüncesinin ana hatlarını ve temel kriterlerini oluştururlar; böylece insan düşüncesi belirsizler ve muğlak konular ve insanlar arasında tartışma konusu olan meseleler karşısında asla çıkmazda kalmazeli bağlı durmaz.
Kur'ân-ı Kerim, belirsizler ve tartışmalı muğlak meseleler karşısında takınılacak tutumla ilgili olarak bilinçli okuyucuyu iki tutum ve iki üslûba doğru yöneltiyor. Ardından da insanın düşüncesine ulaşan her haber hakkında tutum belirlenirken başvurulacak genel bir kural veya kriter oluşturacak açık bir sonuca varmak için bu iki üslûbu mahkemeye, incelemeye tâbi tutuyor.
Düşünce alanına giren haberlere karşı takınılan her tutum belirgin psikolojik köklere dayanır. Ki bu psikolojik kökler, takınılan tutum üzerine gölgesini düşürerek nasıl bir tavır sergilemesini belirler; insana iletilen ve insan düşüncesinden uygun bir tepki göstermesi istenilen her söz karşısındaki tutumunun üslûbuna, tavrına yansır.
Yüce Allah Kur'ân'ın, güvenilir Peygamberi'ne (s.a.a) indirilen doğruyu eğriden ayırt edici bir kitap olduğunu belirttikten sonra şöyle buyuruyor:
"Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki onlar kitabın anasıdır. Diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve yorumunu yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan ve ilimde derinleşenlerden başkası bilmez. Onlar (ilimde derinleşenler)İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen, en çok bağış yapansın."[22]
İnsanın ruhi yönden nefsinin/psikolojisinin eğrilikten uzak olması, insan ile fitnenin ardına düşmesini önler arasına girer. Böylece bBu sağlıklı ruh hâli gerçeği arayan insanın birden çok anlamlı (müteşabih) ayetlere uymak bahanesiyle çeşitli in tevillere başvurmsına engel olur.ardına düşmekten alıkoyar. Bunun yerine onları Allah'a havale eder.
Çünkü aAkıl insanın ile herhangi bir ilim dışı veya sağlam delile, değişmez gerçeklere dayanmayan yorumu kabul etmesini önler arasında engel olarak durur. Daha doğrusu akıl insanı kesin anlamlı (muhkem) ayetlere sarılmaya, kitabın anasına (ümmü'l-kitap) bağlanmaya yönlendirir. Çünkü Kur'ân'ın özünü oluşturan bu muhkem ayetler asla dışına çıkılmayacak genel çerçeveyi ve değişmez çizgileri oluştururlar. Böyle olunca da artık diğer ayetleri doğal olarak bu değişmez gerçeklerin ve göz ardı edilmesi mümkün olmayan kriterlerin ışığı altında değerlendirmemiz gerekireceğiz.
İşte bu noktada, insan, daha işin başında kesin veya açık anlamlı olmayan ayetler üzerinde zihin yorma konusunda vicdanın ufukları düşünceye başvurmsı gerektiğini anlarnin ufuklarına açılır. Böylece Rabbine inanan iman ve akıllı sahibi olan kişi eğriliğe sapmamayı, karşısına çıkan müteşabih ayetleri yorumlama ve analiz etmekte acele etmemeyi garanti etmiş olur. Dahası, bu ayetler karşısında akllı başında ve bilgece bir tutum takınır. Şöyle ki, eğer bu ayetlerin içerdiği gerçeği ortaya çıkarmayı başaramazsa onu inkâr etmez veya yadırgamaz. Bunun yerine işi kaynağına, bu ayetleri indirmiş olan Rabbine havale ederek O'ndan ondan muradının ne olduğunu anlamasını kendisine nasip etmesini diler, O'ndan hidayetinin sürekliliğini ve rahmetinin sürekliliğini inmesini ister.
Naslarla ilgili olgun ve mantıklı yaklaşımı yansıtan sağlıklı tutum işte budur. Çünkü akıllı kimse yorumlarında ve analizlerinde aceleci davranmaz.
Bu açıdan bakınca, Hûd Suresi'nin başındaki şu ayetin ne demek istediğini daha iyi anlıyoruz: "Elif Lâm Râ. (Bu sana indirilen,) hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır."[23] Çünkü ayrıntılı açıklama, ancak verilmek istenen mesajı temellendirdikten (ihkâm), kitabın özünü (ümmü'l-kitap) oluşturan, esaslar ve değişmez ana hatlar sayılan ayetler belli olduktan sonra mümkün olabilir. Âl-i İmrân Suresi'nin, "Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki onlar kitabın anasıdır." şeklinde yedinci ayetinde açıkça dile getirilen gerçek de budur.
Ra'd Suresi'nin şu ayeti de bu noktaya ışık tutuyor: "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ana kitap O'nun katındadır."[24] Buna göre silme ve değiştirme işlemine maruz kalmayan bölüm, ana kitaptır. Onun dışında kalan bölüm doğal olarak şartlara, durumlara ve sürpriz beklenmedik gelişmelere bağlı olarak silinmeye ve değiştirilmeye uğrayabilir.
Okuduğumuz ayetler, Kur'ân'ın tarihî olaylara karşı takındığı tavra esas olan genel yöntemi yeterince belirlemekte yeterlidirler. Buna göre ayrıntılarda görülen farklılık aslı inkâr etmemize, onu göz ardı etmemize, varlığından emin olduğumuz gerçeği önemsemememize izin vermez.
Peygamberlerle ilgili siyer kitaplarında, İslâm tarihinde ve İslâm öncesi tarihte, peygamberler ve onların ümmetleri hakkında verilen bütün bilgiler bu ilkenin ışığı altında değerlendirilebilir. Çünkü tarihî değişmezler ışık saçan istasyonlardır. Onlar, göz ardı edilmeleri ve dışlarına çıkılması mümkün olmayan muhkemlerdir. Tarih kitaplarında karşımıza çıkan ve hem doğru, hem de yanlış bölümleri içeren bilgileri yorumlayıp kabul veya reddederken bu değişmezlerin hakemliğine başvururuz.
Çünkü gerçeklerle yanlışların bir karışımı olan tarih alanı, değişmez gerçeği bütünü ile ortaya çıkarmamıza yardımcı olacak araçlar kullanmamızı gerektirir. İşte tam bu bağlamda, aklın ve naklin muhkem esasları tarafından desteklenen tarihin değişmezleri herhangi bir yorumun, analizin, yargılamanın ve önemsizleştirmenin hareket noktası konumundadırlar.
Kur'ân-ı Kerim de bu yöntemi, bize bütün peygamberlerin ortak oldukları açık bir portre çizdiği zaman onların ve ümmetlerinin hayatına doğrudan uygulamış ve elçiliğekle seçilmişliğin, her peygamberin kişiliğinde bulunan temel niteliklerden kaynaklandığını açıklayarak bunların, o önderin eli ile insanların hidayete erdirilmeleri için Allah tarafından seçilmeye ehil sayılmasının gerekçesi olduğu vurgulanmıştır. Bu nitelikler ise akılda, bilinçte, iyilikte ve sabırda mükemmellik ile Allah'a yönelik bilince ve basirete dayalı tam bir kulluktur. Nitekim yüce Allah Hz. Peygamber'e (s.a.a) şöyle buyuruyor: "De ki: Ben Rabbimden gelen açık bir delil üzerindeyim..." [25], "De ki: İşte benim yolum budur, basiretle Allah'a çağırırım. Bana uyanlar da öyle yaparlar..." [26]
İşte Kur'ân'ın, muhkemliği ve değişmezliği temsil eden mantığı budur... Yüce Allah tarafından seçildiğinin ve elçi olarak gönderildiğinin bilincinde ve idrakinde olmayan, görmüş olduğu Allah'ın ayetlerine ancak başkalarının güvendirmesi ile güvenebilen kimse nasıl Allah tarafından peygamber olarak gönderilebilir? Dolayısıyla, peygamber olarak insanlara gönderildiğini bilmeyen veya görevi konusunda şüphesi ya da tereddüdü olan, dahası doğru yola ileteceği beklenen kimselerden gerçeği öğrenmeyi tasavvur eden bir kimsenin seçilip peygamber olarak gönderilmesi akla sığmaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "De ki: ...İnsanları doğru yola ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa başkasının kılavuzluğundan yararlanmadıkça doğru yolu kendi kendine bulamayan mı? O hâlde size ne oluyor da böyle yanlış hüküm veriyorsunuz?"[27]
Peygamberlerin kişiliği ile ilgili olarak Kur'ân'ın çizdiği ve aklın muhkem prensipleri tarafından teyit edilen bu açık portre, Tevrat'tan ve İncil'den sızan ve "Sihah" diye adlandırılan eserler ile peygamberlerin bazı hikâyelerini içeren çeşitlitüm tarih kitaplarında karşımıza çıkan her portreyi süzgeçten geçirmekte kullanacağımız muhkem dayanak ve değişmez kriterdir. Bu peygamber ister Hz. İbrahim (a.s), ister Hz. Musa (a.s), ister Hz. İsa (a.s), ister Hz. Muhammed (s.a.a) olsun. Ayrıca bu portreyi nakleden kimse ister önde gelen bir mümin, ister bir sahabî, ister Hz. Peygamber'in (s.a.a) uzak veya yakın bir akrabası olsun.
Kur'ân-ı Kerim, hidayet peygamberlerinin hayatına büyük önem verir, onların hayat hikâyelerini sunarken özgün bir yöntem kullanır. Allah'ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun.
Kur'ân'ın söz konusu yöntemi, bu hidayet önderlerinin hayat hikâyelerinin nasıl sunulacağı konusunda bir dizi ilmî esaslara ve kriterlere dayanır.
Kur'ân bu konuda ilk olarak hidayet unsurundan yola çıkar. Bu unsur, insanı kendisine lâyık kemale doğru harekete yönlendirir. Böylece insan, fertlerin ve milletlerin hayatlarında önemli dönüm noktası oluşturan ve tekâmülü yönünde hareket etmesine yarayacak bilgilerin ve öğretilerin kapılarını açma yolunda bir anahtar konumunda olan bir dizi tarihî olaylar için pratik ve somut amaçlar seçer.
Kur'ân-ı Kerim, bu yüce hedeflere ulaştırmak için çeşitli araçları devreye sokar. O, akla ve akıl sahiplerine hitap ederek bu yolla insan düşüncesinin önüne yeni ufuklar açar. Meselâ şöyle buyuruyor:
"Bu hikâyeyi anlat. Ola ki, düşünürler." [15]
"Onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır." [16]
Bu iki ayetten elde edilen sonuca göre, tarihî olaylar ve hayat hikâyeleri üzerinde "düşünmek" ve "ibret almak" (milletlerin tarihleri ve hidayet önderlerinin hayat hikâyeleri üzerinde düşünüp bunlardan dersler çıkarmak), Kur'ân'ın tarih alanındaki yönteminin iki temel hedefini oluştururlar.
Kur'ân'ın bu alandaki hedefleri sadece bu iki hedefle sınırlı değildir. Bunlar dışında ilâhî risaletle ilgili başka hedefler de gözetilir. Söz konusu hedeflerle ilgili olarak şöyle buyuruluyor:
"(Bu Kur'ân) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri onaylayan, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir hidayet ve bir rahmettir." [17]
"Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı vardır." [18]
Görüldüğü gibi bu iki ayetin her biri peygamberlerle ilgili haberleri verme ve onlar hakkındaki hikâyeleri anlatma konusunda ilâhî risaletle bağlantılı dört amaç içeriyor.
Kur'ân kendine özgü tarih yönteminde şu temel esaslara dayanır:
1- Gerçek
2- Bilgi
3- Olaylarla çağdaşlık (Birliktelik)
4- Olayları kapsamak
Dolayısıyla Kur'ân, anlattığı ve tasvir ettiği eski veya Kur'ân'la çağdaş olgu ve tarihî olaylarda hurafelere ve hayallere değil de gerçeğe ve ilme dayandığına göre şüpheye ve uydurma olma ihtimaline yer bırakmaz. Şu iki ayette bu iki temel esasa vurgu yapılıyor:
"İşte (İsa hakkında) gerçek kıssa budur." [19]
"Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak değildizk." [20]
Bu ayetlerin ikincisinde Kur'ân'ın anlattığı olaylarla çağdaşlık yani olayları yakından izleme unsurunun gözetildiği de vurgulanıyor.
Bütün bunlardan sonra Kur'ân-ı Kerim, tarihi olayları incelerken kimi zaman istidlâle (çıkarsama, bir önermeden yeni bir önerme çıkarma) ve kimi zaman istikraya (genelleme, birtakım özellikleri varlığın tümüne yayma) dayanmasının yanında analizlerinde ve sonuç çıkarmalarında de kendine özgü bir ilmî yöntem kullanır.
Kur'ân peygamberlerin hayatını genel olarak sunduğu zaman onları aynı safta, aynı kulvarda, aynı çizgide gösteren ana hatları dile getirir. Bu çizgi, "Allah katında gerçek din İslâm'dır."[21] Ayetinde açıklanan ki vurguya paralel olarak genel İslâm çizgisidir.
Bunun arkasından Kur'ân, ululazm peygamberlerin her birinin hayatının derinliklerine dalar. Maksat, okuyucunun veya dinleyicinin bu peygamberlerin hayatlarındaki ayrıntıların ve köşe-bucakların en önemlilerini algılamasını sağlamak, dünya durdukça varlığını sürdürecek olan ilâhî risalet çizgisi ile ilgili eski ve yeni olaylarla, anlatılan olay arasında bağlantı kurmasını sağlamaktır.
Tarihî incelemenin tabiatından kaynaklanan şöyle bir problemi var: Tarihte vuku bulan gerçekler çeşitli tahriflere uğrayabileceği gibiOna tahrif eli uzanır, bazen de belirsizlikğin ve gizliliğin örtüsü altında kalır. Kimi zaman da üzerini koyu bulutlar örter. Fakat bir süre sonra yavaş yavaş gerçek ortaya çıkmaya başlar. Bu ortaya çıkış zamanla öyle bir noktaya varır ki, artık insan toplulukları o gerçeği görmezlik edemezler, ondaki gerçekleri yok sayamazlar.
Nitekim yukarda aktardığımız Yûsuf Suresi'nin 111. ayeti, tarihî olaylarda uydurmacılığa ve onlarla oynamaya başvurulabileceğine veya onların abartılabileceklerine, bilgiye dayanmayan incelemeye konu olabileceklerine, günün birinde mutlaka ortaya çıkacak olan gerçeğin yüzüne perde çekilebileceğine işaret ediyor.
Bundan dolayı Kur'ân ekolünün, gerçeği araştıranları bu gerçeği tam olarak ortaya çıkarmaya muktedir kılacak pratik ve somut bir vesileyle donatması silâhla silâhlandırmayı üstlenmesi gerekiyor.
(Bu amaçla da) Kur'ân-ı Kerim, insan düşüncesinin hiçbir durumda göz ardı edemeyeceği sabitler, değişmezler nazariyesini gündeme getirmiş di ve bu değişmezlere "Muhkemât" ve "Ümmü'l-Kitap" (Kitabın Anası) adlarını vermiştirdi. Bunlar insan düşüncesi için değişmez ve kalıcı apaçık gerçeklerdir;. Bunlar hiçbir durumda kuşkuyu, tereddüdü, şüpheyi kabul etmezler.
Bu değişmezler, sürekli olarak madde âleminin kapsamadıklarını kapsayan insan düşüncesinin ana hatlarını ve temel kriterlerini oluştururlar; böylece insan düşüncesi belirsizler ve muğlak konular ve insanlar arasında tartışma konusu olan meseleler karşısında asla çıkmazda kalmazeli bağlı durmaz.
Kur'ân-ı Kerim, belirsizler ve tartışmalı muğlak meseleler karşısında takınılacak tutumla ilgili olarak bilinçli okuyucuyu iki tutum ve iki üslûba doğru yöneltiyor. Ardından da insanın düşüncesine ulaşan her haber hakkında tutum belirlenirken başvurulacak genel bir kural veya kriter oluşturacak açık bir sonuca varmak için bu iki üslûbu mahkemeye, incelemeye tâbi tutuyor.
Düşünce alanına giren haberlere karşı takınılan her tutum belirgin psikolojik köklere dayanır. Ki bu psikolojik kökler, takınılan tutum üzerine gölgesini düşürerek nasıl bir tavır sergilemesini belirler; insana iletilen ve insan düşüncesinden uygun bir tepki göstermesi istenilen her söz karşısındaki tutumunun üslûbuna, tavrına yansır.
Yüce Allah Kur'ân'ın, güvenilir Peygamberi'ne (s.a.a) indirilen doğruyu eğriden ayırt edici bir kitap olduğunu belirttikten sonra şöyle buyuruyor:
"Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki onlar kitabın anasıdır. Diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve yorumunu yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan ve ilimde derinleşenlerden başkası bilmez. Onlar (ilimde derinleşenler)İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen, en çok bağış yapansın."[22]
İnsanın ruhi yönden nefsinin/psikolojisinin eğrilikten uzak olması, insan ile fitnenin ardına düşmesini önler arasına girer. Böylece bBu sağlıklı ruh hâli gerçeği arayan insanın birden çok anlamlı (müteşabih) ayetlere uymak bahanesiyle çeşitli in tevillere başvurmsına engel olur.ardına düşmekten alıkoyar. Bunun yerine onları Allah'a havale eder.
Çünkü aAkıl insanın ile herhangi bir ilim dışı veya sağlam delile, değişmez gerçeklere dayanmayan yorumu kabul etmesini önler arasında engel olarak durur. Daha doğrusu akıl insanı kesin anlamlı (muhkem) ayetlere sarılmaya, kitabın anasına (ümmü'l-kitap) bağlanmaya yönlendirir. Çünkü Kur'ân'ın özünü oluşturan bu muhkem ayetler asla dışına çıkılmayacak genel çerçeveyi ve değişmez çizgileri oluştururlar. Böyle olunca da artık diğer ayetleri doğal olarak bu değişmez gerçeklerin ve göz ardı edilmesi mümkün olmayan kriterlerin ışığı altında değerlendirmemiz gerekireceğiz.
İşte bu noktada, insan, daha işin başında kesin veya açık anlamlı olmayan ayetler üzerinde zihin yorma konusunda vicdanın ufukları düşünceye başvurmsı gerektiğini anlarnin ufuklarına açılır. Böylece Rabbine inanan iman ve akıllı sahibi olan kişi eğriliğe sapmamayı, karşısına çıkan müteşabih ayetleri yorumlama ve analiz etmekte acele etmemeyi garanti etmiş olur. Dahası, bu ayetler karşısında akllı başında ve bilgece bir tutum takınır. Şöyle ki, eğer bu ayetlerin içerdiği gerçeği ortaya çıkarmayı başaramazsa onu inkâr etmez veya yadırgamaz. Bunun yerine işi kaynağına, bu ayetleri indirmiş olan Rabbine havale ederek O'ndan ondan muradının ne olduğunu anlamasını kendisine nasip etmesini diler, O'ndan hidayetinin sürekliliğini ve rahmetinin sürekliliğini inmesini ister.
Naslarla ilgili olgun ve mantıklı yaklaşımı yansıtan sağlıklı tutum işte budur. Çünkü akıllı kimse yorumlarında ve analizlerinde aceleci davranmaz.
Bu açıdan bakınca, Hûd Suresi'nin başındaki şu ayetin ne demek istediğini daha iyi anlıyoruz: "Elif Lâm Râ. (Bu sana indirilen,) hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır."[23] Çünkü ayrıntılı açıklama, ancak verilmek istenen mesajı temellendirdikten (ihkâm), kitabın özünü (ümmü'l-kitap) oluşturan, esaslar ve değişmez ana hatlar sayılan ayetler belli olduktan sonra mümkün olabilir. Âl-i İmrân Suresi'nin, "Ondan bir kısım ayetler muhkemdir ki onlar kitabın anasıdır." şeklinde yedinci ayetinde açıkça dile getirilen gerçek de budur.
Ra'd Suresi'nin şu ayeti de bu noktaya ışık tutuyor: "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ana kitap O'nun katındadır."[24] Buna göre silme ve değiştirme işlemine maruz kalmayan bölüm, ana kitaptır. Onun dışında kalan bölüm doğal olarak şartlara, durumlara ve sürpriz beklenmedik gelişmelere bağlı olarak silinmeye ve değiştirilmeye uğrayabilir.
Okuduğumuz ayetler, Kur'ân'ın tarihî olaylara karşı takındığı tavra esas olan genel yöntemi yeterince belirlemekte yeterlidirler. Buna göre ayrıntılarda görülen farklılık aslı inkâr etmemize, onu göz ardı etmemize, varlığından emin olduğumuz gerçeği önemsemememize izin vermez.
Peygamberlerle ilgili siyer kitaplarında, İslâm tarihinde ve İslâm öncesi tarihte, peygamberler ve onların ümmetleri hakkında verilen bütün bilgiler bu ilkenin ışığı altında değerlendirilebilir. Çünkü tarihî değişmezler ışık saçan istasyonlardır. Onlar, göz ardı edilmeleri ve dışlarına çıkılması mümkün olmayan muhkemlerdir. Tarih kitaplarında karşımıza çıkan ve hem doğru, hem de yanlış bölümleri içeren bilgileri yorumlayıp kabul veya reddederken bu değişmezlerin hakemliğine başvururuz.
Çünkü gerçeklerle yanlışların bir karışımı olan tarih alanı, değişmez gerçeği bütünü ile ortaya çıkarmamıza yardımcı olacak araçlar kullanmamızı gerektirir. İşte tam bu bağlamda, aklın ve naklin muhkem esasları tarafından desteklenen tarihin değişmezleri herhangi bir yorumun, analizin, yargılamanın ve önemsizleştirmenin hareket noktası konumundadırlar.
Kur'ân-ı Kerim de bu yöntemi, bize bütün peygamberlerin ortak oldukları açık bir portre çizdiği zaman onların ve ümmetlerinin hayatına doğrudan uygulamış ve elçiliğekle seçilmişliğin, her peygamberin kişiliğinde bulunan temel niteliklerden kaynaklandığını açıklayarak bunların, o önderin eli ile insanların hidayete erdirilmeleri için Allah tarafından seçilmeye ehil sayılmasının gerekçesi olduğu vurgulanmıştır. Bu nitelikler ise akılda, bilinçte, iyilikte ve sabırda mükemmellik ile Allah'a yönelik bilince ve basirete dayalı tam bir kulluktur. Nitekim yüce Allah Hz. Peygamber'e (s.a.a) şöyle buyuruyor: "De ki: Ben Rabbimden gelen açık bir delil üzerindeyim..." [25], "De ki: İşte benim yolum budur, basiretle Allah'a çağırırım. Bana uyanlar da öyle yaparlar..." [26]
İşte Kur'ân'ın, muhkemliği ve değişmezliği temsil eden mantığı budur... Yüce Allah tarafından seçildiğinin ve elçi olarak gönderildiğinin bilincinde ve idrakinde olmayan, görmüş olduğu Allah'ın ayetlerine ancak başkalarının güvendirmesi ile güvenebilen kimse nasıl Allah tarafından peygamber olarak gönderilebilir? Dolayısıyla, peygamber olarak insanlara gönderildiğini bilmeyen veya görevi konusunda şüphesi ya da tereddüdü olan, dahası doğru yola ileteceği beklenen kimselerden gerçeği öğrenmeyi tasavvur eden bir kimsenin seçilip peygamber olarak gönderilmesi akla sığmaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "De ki: ...İnsanları doğru yola ileten mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa başkasının kılavuzluğundan yararlanmadıkça doğru yolu kendi kendine bulamayan mı? O hâlde size ne oluyor da böyle yanlış hüküm veriyorsunuz?"[27]
Peygamberlerin kişiliği ile ilgili olarak Kur'ân'ın çizdiği ve aklın muhkem prensipleri tarafından teyit edilen bu açık portre, Tevrat'tan ve İncil'den sızan ve "Sihah" diye adlandırılan eserler ile peygamberlerin bazı hikâyelerini içeren çeşitlitüm tarih kitaplarında karşımıza çıkan her portreyi süzgeçten geçirmekte kullanacağımız muhkem dayanak ve değişmez kriterdir. Bu peygamber ister Hz. İbrahim (a.s), ister Hz. Musa (a.s), ister Hz. İsa (a.s), ister Hz. Muhammed (s.a.a) olsun. Ayrıca bu portreyi nakleden kimse ister önde gelen bir mümin, ister bir sahabî, ister Hz. Peygamber'in (s.a.a) uzak veya yakın bir akrabası olsun.
Yorum