Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Peygamberimiz Okuryazar idi!

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Peygamberimiz Okuryazar idi!

    Anlamı yanlış bilinen sözcüklerin en önemlilerinden birisi de " امّىümmî" sözcüğüdür. Kur'an'da peygamberimiz için kullanılmış olan bu sözcüğün yanlış manalandırılması sonucu yüce İslâm dini doğru anlaşılmaz olmuş ve peygamberimiz de yanlış tanıtılmıştır.
    "امّى Ümmî" sözcüğü halk arasında "anasından doğduğu gibi bilgisiz, okur yazar olmayan" anlamında kabul edilmiş, toplumlarda bu anlamıyla kullanılır olmuş ve "anasından doğduğu gibi bilgisiz" olmak hep yerilmiştir. Hem de bu yergi, Şair Eşref'in bir hicvinde yer alan;
    "Rahm-i maderden (ana rahminden) nasıl çıkmışsa hâlâ o hâldedir,
    Gezmeden seyyah-ı âlem bilmeden allâmedir"
    beytinde olduğu gibi veya "Ümmînin ümmîye imameti caizdir (Cahilin cahile imam olması sakıncasızdır" deyimindeki gibi alay eder tarzda yapılmıştır.

    Hâl böyle iken "امّى ümmî" sıfatının peygamberimiz için "anasından doğduğu gibi bilgisiz" anlamında kullanılması, kaş yaparken göz çıkarma deyiminde olduğu gibi övgü amaçlı çabaları sövgüye dönüştürmekte ve bizim gibi kendisine işin doğrusunu Allah'ın yardımı ile öğrenmek nasip olmuş kimselere de bu doğruları anlatmak bir borç hâline gelmektedir.

    Peygamberimizin ümmîliği
    Bilindiği üzere, Müslümanların ekserisi tarafından peygamberimizin okur yazar olmadığına inanılmaktadır. Ama başkaları için söz konusu olduğunda kınanan bu özellik için, peygamberimize bir hayli methiye düzülmüştür. Böylece, bilerek veya bilmeyerek hem peygamberimize hem de yüce dinimize lekeler sürülmüştür. Peygamberimizin "anasından doğduğu gibi bilgisiz" anlamında "ümmî" olduğu yolundaki iddiaya ise, konu ile hiç ilgisi bulunmayan Ankebut suresinin 48. ayeti ile ilk vahyi konu alan meşhur Hıra mağarası senaryolu rivayet kanıt gösterilmiştir.

    Ankebut; 48: Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; ONU sağ elinle de (kendiliğinden) yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar (batıla inananlar) mutlaka kuşku duyacaklardı.

    Bu ayette, peygamberimizin Kitap okumak ve yazmakla meşgul olması hâlinde, Tevrat ve İncil'de bozulmuş olarak var olan konuların gerçeğinin Kur'an'da yer alması sebebiyle onun peygamberliği hakkında şüphe uyanacağı bildirilmekte ve peygamberimizin ehl-i kitap hahamları ve papazları gibi kitap okumak ve yazmakla meşgul olmadığı vurgulanmaktadır.
    Aslında bu ayet, iddiacıların iddialarının aksine peygamberimizin okur yazar olduğunun kanıtıdır. Çünkü, okuma yazma bilmeyen birine "onu sağ elinle (kendin) de yazmıyorsun." ifadesinin kullanılması anlamsızdır. Yani peygamberimiz okuma yazma biliyordu ki kendisine bu şekilde bir ifade yöneltilmiştir. Ayrıca, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine kanıt gösterilen Hıra mağarası rivayetinin de uydurma olduğu ve orada geçen "ma ene bikaiin" ifadesinin de "ben okuma bilmiyorum" demek olmayıp, " ما انا بقارئben okuyucu değilim" demek olduğu, tarafımızdan Alak suresinin tebyininde (İşte Kur'an, cilt 1; s: 26-29) açıklanmıştır.

    Diğer taraftan, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine, uydurma olan Hıra mağarası rivayetini kanıt gösteren rivayetçiler, onun okuryazar olduğunu, hatta yazısının pek iyi olmadığını ileri süren ve Buhari Sulh ve İlim kitaplarında da yer alan şu rivayeti ise görmezden gelmektedirler:

    Kitab-ül Megazi; 45. Bab:

    45- Andlaşması Hükmü İle Yapılan Umre Babı

    Bunu Enes, Peygamber(S)den zikretmiştir.

    263- (Rivayet zinciri; el Berâ- Ubeydüllah b. Musa).... : "Peygamber (S) zu`1-ka`de ayı içinde umre yapmak üzere yola çık tı. Fakat Mekke halkı Peygamber`i Mekke`ye girmeye bırakma larını kabul etmediler. Nihayet Peygamber Mekkeliler ile gelecek senede üç gün Mekke`de kalmak üzere, bir andlaşma yaptı. Andlaşma hükümlerini yazdıkları zaman, "Bu, Allah'ın Elçisi Muhammed'in üzerinde andlaşmış olduğu şeylerdir" yazmışlardı.
    Onlar (Mekkeliler):
    - "Biz bunu (senin elçiliğini) ikrar etmiyoruz. Eğer biz senin Allah`ın Elçisi olduğunu bilir ve tasdik eder olsaydık, seni hiçbir şeyden men etmezdik. Ama sen Abdullah oğlu Muhammed'sin" dediler.
    Bunun üzerine o (Rasûlullah):
    - "Ben Allah `in Elçisiyim ve Abdullah oğlu Muhammed'im" dedi.
    Sonra da Alî'ye:
    - "Allah'ın elçisini sil!" dedi. Alî:
    - "Hayır vallahi ben Seni ebediyyen silmem!" dedi.
    Bunun üzerine Rasûlullah, sallallahü aleyhi ve selem kitabı aldı. Rasûlullah kendisi yazı yazmayı güzel yapamıyordu. Akabinde: "Bu, Abdullah oğlu Muhammed'in üzerinde andlaşma yaptığı şeylerin yazısıdır" diye YAZDI:
    - Mekke`ye silâh sokmayacak, yalnız kılıfı içinde kılıç getirecek;
    - Mekkeliler`den bir kişi Muhammed'e tâbi olmak isterse, Mekke`den çıkamayacak. Muhammed'in sahâbîlerinden birisi Mekke'de kalmak isterse, bunun da Mekke'de ikameti men edilmeye cektir.
    Ertesi sene ......

    Rivayetin bundan sonraki bölümleri ertesi sene Mekke'de cereyan eden olayları nakletmekte olup, burada konu edilen antlaşma, adı açıkça geçmese de Hudeybiye Antlaşması'dır.
    Bu rivayetin altını çizdiğimiz bölümünün orijinal metni de aynen şöyledir: "فأخذ رسول اللّه صلى اللّه عليه و سلّم الكتاب و ليس يحسن يكتب فكتب هذا ما قاضى ..... "

    Bu metindeki " كتبketebe (yazdı)" fiili birçok çeviride "yaz(dır)dı" veyahut "yazdırdı" şeklinde yer almıştır. Ayrıca bu rivayetlere göre Siyer ve Tarih yazanlar da her nedense bu rivayetin bizim üzerinde durduğumuz bölümünü görmezden gelmişlerdir. Biz, bu kadar önemli bir konuda, kaynak olarak kabul ettikleri rivayetler arasında yer alan yukarıdaki rivayeti dikkate almayanların bir cinayet işlediklerini düşünüyor ve bu cinayetin ne amaç güttüğünü ise kamu vicdanına havale ediyoruz.

    Peygamberimizin "ümmî" olduğu, Kur'an tarafından bildirildiği için tartışmasızdır. Burada tartışılması gereken konu; peygamberimizin hangi anlamda ve nasıl bir "ümmî" olduğu, daha doğrusu "ümmî"liğin ne anlama geldiğidir. Bize göre meselelerin en doğru ve en kısa çözümleri Kur'an'a müracaat ederek bulunacağı için, bu konudaki gerçeklerin de Kur'an ışığında ve akıl yoluyla gözler önüne serilmesi gerekmektedir.

    "Ümmî" ne demektir?
    "امّى Ümmî" sözcüğü, "ana" anlamındaki " امّümm" ile "ya-i nisbiyyeden (bağıntı ‘ya'sından, ‘ ىya' edatından)" oluşturulmuş bir sözcük olup, "anaya mensup "analı" demektir. Çünkü, sözcüklerin sonuna getirilen "ya" bağlantı edatı, genellikle kişilerin hangi şehirli olduklarını ifade etmek için kullanılır. Meselâ; Konevî; Konyalı, Bağdadî; Bağdatlı, Halebî; Halepli, Rumî; Romalı... demektir. Buna göre "ümmî" de; adı "Ümm (Ana)" olan kent mensubu, Analı demektir. Ancak, buradaki "Ana" özel isim olup, cins isim olan "ana (anne)" ile karıştırılmamalıdır. "Ana"nın neresi olduğu konusunda ise rehberimiz her zaman olduğu gibi Kur'an'dır:

    En'âm; 92: Bu da Bizim, Köylerin (kentlerin) anasını (Anakent'i) ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz, kendinden öncekini doğrulayıcı mübarek (bereketli, bolluk dolu) bir Kitaptır. Ahirete inananlar ona da inanırlar ve onlar desteklerine de koruyucudurlar (desteklerini de sürdürürler).

    Bu ayette peygamberimize önce " امّ القرىümm-ül kura"yı, sonra da çevresindekileri uyarma talimatı verilmiştir. Biz biliyoruz ki peygamberimiz Mekke'de elçi seçilip ilk kez Mekkelileri uyarmıştır. O hâlde ayetteki "ümm-ül kura" ifadesi ile Mekke şehrinin kastedildiği açıktır. Nitekim Mekke, tüm yazılı Arap metinlerinde ve çevredeki halkın dilinde "ümm-ül kura"dır. Dolayısıyla Mekke şehrinin Kur'an'da da bu isimle anılması hiç yadırganmamış, bu konuda herhangi bir tartışma olmamıştır. "Ümm-ül kura"; "köylerin/ kentlerin anası, anakent" demek olup, Mekke'nin Arap toplumunda bu isimle anılmasının sebebi ise, Kâbe çevresinde kurulan ilk yerleşim merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Bazı yerleşim birimlerinin, kendi isimleri ile değil de, özelliklerini yansıtan isimlerle anılması Türkçe'de de vardır. Meselâ; Ankara yerine Başkent, Türkiye yerine Anayurt veya Anavatan, Kıbrıs yerine Yavruvatan denmesi gibi...

    "Anakent" nasıl "Ana" oldu?
    Arap dilindeki İzafetlerde (tamlamalarda), bazen "muzafun ileyh hazf olur, ondan bedel olarak da muzafa, lam-ı tarif getirilir". Yani tamlanan kaldırılarak onun yerine tamlayanı belirgin (özel) hâle getiren bir edat getirilir. Burada da " امّ القرىümm-ül kura" tamlamasındaki " القرىel kura" kaldırılarak yerine lam-ı tarif olan " الel" konmak suretiyle iki kelimeden oluşan tamlama " الامّel Ümm (Ana)" şeklinde tek kelime hâline getirilmiş ve "kentlerin anası/ anakent" ifadesi "Ana" olmuştur. Bu gibi durumlarda yeni sözcük özelleşmekte ve artık özel isim hâline gelmiş olan yeni sözcüğün ilk harfinin de büyük harfle yazılması gerekmektedir.

    Mekke'nin diğer ismi olan " امّ القرىümm-ül kura", yukarıdaki şekilde " الامّel Ümm" şekline dönüşünce "Mekkeli"yi ifade etmek için de sözcüğün sonuna bağıntı " ىya"sı getirmek yeterlidir: " الامّىel Ümmî". Bir başka ifade ile, "anakent" "Ana"ya, "anakentli" "Analı"ya dönüşmüş olduğu için "الامّى el Ümmî" denince "Anakentli" anlaşılmalıdır.
    Yerleşme birimleri ile ilgili olarak bu tarz kısaltmalar Türkçe'de de uygulanmaktadır. Meselâ, Aydın'ın Kuşadası ilçesine, İzmir ve Aydın yöresi halkı tarafından "Ada" denmekte ve halk arasındaki konuşmalarda Kuşadası ile ilgili cümleler; "Ada'ya gittim", "Ada'dan geliyorum", "Ada'nın kaymakamı", "Ada'nın belediyesi", "Ada'lı Ahmet", "Ada'lı Mehmet" vs. gibi ifadelerle söylenmektedir.

    İşte "Ümmî" sözcüğü de, "ümm-ül kura" ifadesinin yukarıda izah edildiği gibi bir değişime uğramış hâli olup, "Ana'ya mensup, Analı", yani "Mekkeli" anlamına gelmektedir. Kur'an'da tekil ve çoğul olarak toplam altı ayette geçen "Ümmî" sözcüğü, bu ayetlerin hepsinde de aynı anlamı ifade etmektedir:

    Bakara; 78: Onlardan bir kısmı da Ümmîlerdir/ Anakentliler'dir. Onlar Kitap'ı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Ve onlar sadece zannederler (kuşkulanırlar).

    Âl-i Imran; 20: Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: "Ben kendimi Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar da." Kitap verilenlere ve Ümmîlere/ Anakentliler'e: "Siz de teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim olurlarsa doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir/ mesajı iletmektir. Allah, kullarını en iyi şekilde görendir.

    Âl-i Imran; 75: Ve ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle emanet teslim etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki, ona bir tek dinar/ kuruş emanet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onların: "Ümmîlerin/ Anakentlilerin bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir." demelerindendir. Onlar, bilip durdukları hâlde, Allah hakkında yalan söylerler de.

    A'râf; 157: Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları Ümmî/ Anakentli nebi elçiye uyarlar; o, onlara iyiliği emreder, kötülükten onları men eder. Güzel/ temiz/ hoş şeyleri onlara helal kılar, pis şeyleri onlara yasaklar. Sırtlarından ağırlıklarını indirir. Üzerlerindeki zincirleri, bağları söküp atar. Ona inanan, onu destekleyen, ona yardım eden, onunla indirilen Nur'a (Kur'an'a) uyan kişiler, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

    A'râf; 158: De ki: "Ey insanlar! Ben, kesinlikle, tümünüze göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan,kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın gönderdiği bir elçiyim. O hâlde Allah ve Rasülüne iman edin; Allah'a ve onun sözlerine inanan o Ümmî/ Anakentli peygambere iman ediniz ve ona uyunuz ki, doğru yolu bulabilesiniz."

    Cuma; 2: O Allah'tır ki Ümmîlere/ Anakentlilere içlerinden bir rasül göndermiştir. O, onlara Allah'ın ayetlerini okur. Onları arıtıp temizler, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Onlar bundan önce tam bir sapıklık içinde idiler.

    Yukarıdaki, "ümmî" sözcüklerinin tekil veya çoğul olarak geçtiği ayetler, bulundukları pasaj ile birlikte dikkatli bir şekilde okunup iyi anlaşılırsa, "Ümmî" kavramının; "Kitap ehli olmayan, yani Tevrat ve İncil'i okumayan veya Yahudi ve Hıristiyan olmayan Mekkeliler" demek olduğu kolayca anlaşılmaktadır.

    O dönemde, peygamberimizin içinde yaşadığı toplumu; ehl-i kitap olanlar (Yahudi ve Hıristitanlar) ve ehl-i kitap dışındakiler olarak farklı iki zümreye ayırmak mümkündür. Yahudiliğin "millî din" olması sebebiyle, Yahudilerin aslen Mekkeli olmadıkları zaten bilinmektedir. Ehl-i kitap zümresinin diğer bölümü olan Hıristiyanların da, Mekke'nin "anakent" olması dolayısıyla Mekke'de yaşadıkları, Mekke'ye başka yörelerden göç etmiş oldukları, çeşitli kaynaklarla doğrulanmış bir gerçektir. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan ve "zımmî" adı verilen bu yabancıların hukukî varlıkları, peygamberimizin devlet başkanı olduğu dönemde yasalarla belirlenmiştir (Ana Britannica, c: 32, s: 393). Toplumun ehl-i kitap dışında kalan diğer zümresi ise, Kur'an'dan öğrendiğimize göre kitap (Tevrat, İncil) bilmeyen, sadece kuruntu ve zanlarıyla hareket edenlerdir ki bu zümre Mekke'de doğup büyümek suretiyle Mekkeli olanlardır. İşte Kur'an'da bu kesime mensup olanlara, yani Mekke'nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış olanlara, taşralı olmayanlara, bedevî olmayanlara "Ümmî" denmektedir. Bunun böyle olduğu, hem Kur'an ayetleri hem de tarihî belgelerle sabittir.

    Demek oluyor ki, peygamberimizin "امّى Ümmî" oluşu onun okuma yazma bilmediğini değil, Mekke'nin ehl-i kitap dışındaki zümresine mensup olduğunu göstermektedir.

    Konuya aklî olarak yaklaşıldığında da netice aynı olmaktadır:
    Elçi olarak seçilmeden önce Mekke'de ticaretle uğraşan peygamberimizin, bir tüccar olarak okuma yazma bilmemesi mümkün değildir. Ayrıca Mekke'nin emini olması dolayısıyla herkesin malının, parasının kaydını, okuması yazması olmadan tutması da imkânsızdır.

    Elçilik görevine seçildikten sonra, kendisine gelen ilk vahylerde "Oku! En üstün olan Senin Rabbin ise kalemle öğretendir." (Alak; 3, 4) talimatı verilmiştir. Bu ifade aslında, peygamberimize aldığı vahyleri yazmasını bildiren dolaylı bir emirdir. Okur yazar olmayana ise böyle bir emir verilmez. Ayrıca, Kur'an'da okuyup yazmayı özendiren, cehaleti yeren onlarca ayet mevcuttur. Eğer peygamberimiz okur yazar olmasa idi, sürekli onun açığını arayan müşrikler bunu kendilerine malzeme yaparlar, kendisi okuma yazma bilmeyen birisinin bunu başkalarına ne yüzle emredebildiğini sorarlar, üstelik bu tip davranışların Bakara suresinin 44. ve Saff suresinin 2. ayetleri ile yasaklandığı için kendisinin çelişki içinde olduğunu söylerlerdi.

    Bir an için peygamberimizin elçi seçilmeden önce okuma yazma bilmediği var sayılsa bile, yirmi üç senelik elçilik hayatında da onun okuma yazma öğrenmediğini iddia etmek mümkün değildir. Çünkü, ilimi, bilgilenmeyi emreden ayetler karşısında, bu emirlere ilk muhatap ve ilk teslim olan insan olarak onun bu emirlere kayıtsız kalması ve bu süre içinde okuma yazma öğrenmemesi mantıksızdır. Kaldı ki peygamberimizin, Bedir Savaşı esirlerini, okuma yazma bilmeyen Müslümanlara okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması gibi, Kur'an emirleri doğrultusunda ilmi ve irfanı tavsiye eden bir çok önerisi ve uygulaması vardır.

    Kısaca söylemek gerekirse; herkese ilim, irfan emredilirken, peygamberimize "Sakın sen okuma yazma öğrenme" diye özel bir emir verilmediğine göre, onun okuma yazma bilmediğini söylemek, mantıksızlığın ötesinde peygamberimize yapılan büyük bir haksızlıktır.

    SONUÇ OLARAK:
    Naklen ve aklen sabittir ki, Kur'an'da geçen ÜMMÎ ifadesi "Anakentli (Mekke'nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan)" demektir. Bu ifade, Mekkelilere peygamberimizin kendi içlerinden biri olduğunu, hemşehrileri olduğunu, yakından tanıdıkları ve yabancı olmayan birisi olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır. Kur'an'da, peygamberimizin Mekkelilerin kendi içlerinden biri olduğu konusu üzerinde duran daha bir çok ayet vardır (Sad; 4, Kaf; 2, Tövbe; 128). Yani peygamberimiz; okuyup yazabilen, Ümmî/ Anakentli (Mekke'nin içinde doğmuş, büyümüş, yaşamış, taşralı olmayan, bedevî olmayan) birisidir.

    Hakkı Yılmaz

    #2
    Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

    güzel bir paylaşım teşekkürler apollonis.Bizde hayatımızın en az 25-30 yılını okuma yazma bilmeyen cahil bir peygambere iman ederek geçirmiş birisi olarak bu gerçeklerin herkes tarafından okunması ve bilinmesi önemli.
    Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanızın bir anlamı yoktur
    İmam Ali (a.s)

    Yorum


      #3
      Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

      Mekke'de ticaretle uğraşan peygamberimizin, bir tüccar olarak okuma yazma bilmemesi mümkün değildir.

      Bu konu ile ilgili bir şey daha ekleyebiliriz.

      Peygamberimiz zamanındaki Arapçada rakamlar yokmuş. Yani rakamsal hesap işleri bile harflerle yapılıyormuş (CİFR denen kavram buradan geliyor sanırım)

      Dolayısıyla rakamlar yerine harflerin hesap aracı olarak kullanıldığı o dönemde ticaretle uğraşan birisinin harfleri bilmiyor olması düşünülemez.

      Yorum


        #4
        Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

        herşeyden evvel gerçekten peygamberimiz s.a.a.nın ticaretle uğraştığı gözönüne alınırsa mantık açısındanda okuma yazma bildiği sonucuna varılır
        sağolun kardeşim
        "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

        Yorum


          #5
          Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

          Günümüz`de bile ticaretle uğraştığı halde okuma-yazma bilmeyen ticarette çok başarılı olmuş tüccarlar var.Modern Mısırın kurucusu sayılan Kavalalı Mehmet Ali Paşa`da okuma yazma bilmiyormuş.Harflerin anlamını bilmek okuma yazma bilmek anlamına gelmez.Rahmetli dedem harfleri sayıları 4 işlemi bilirdi ama okuyup yazamazdı.
          Hem bu şekilde bazı Hristiyanların peygamberimizin Tevratı ve İncili okuyup haşa onlardan ilham alarak peygamberlik iddiasında bulunduğu yolundaki hezayanları güçlendirmiş olursunuz.
          Ama sonradan öğrenmiş olabilir.Çünkü Bedir Savaşından sonra 10 Müslümana okuma yazma öğreten esiri serbest bıraktıran bir peygamberin kendisinin okuma yazma öğrenmemesi düşünülemez.

          Yorum


            #6
            Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

            Kardeşim zaten "ümmi" demek ehli kitapla ilişkisi hiç olmayan demek anlamına da geliyor işin özünde. Yani okuma yazma bilmeyen değil, tevrat ve incille alakası bulunmayan demektir gibi de düşünebilirsin. Benim anladığım ikinci şey de bu. Ayrıca dedeniz ile peygamberimizin durumu biraz farklı. Ticaret işi 4 işlemle yürümez. kayıt kuidat da gerekir. Ayrıca o zamanlar rakam da yokmuş. Yani o dönemde okuma yazmayı öğrenmemek için özel çaba sarfetmek gerekir diye düşünüyorum. Bununla ilgili başka kanıtlar da vardı. Daldan dala atlarken bilgisayarım karman çorman oldu, her şey birbirine girdi. Kaydetmiştim hepsini ama bulamadım. Buldukça eklerim ben bu başlığa. Aksi yöndeki iddiaları da eklerim, onlar da vardı bende.

            Yorum


              #7
              Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

              evet çok güzel ve yararlı bir paylaşım bunun için apolloniusun alıntısına teşekkürler

              şia zaten Resul s.a.a. ve diğer İmamların a.s. öğretmeni olmaksızın okuma yazma öğrendiklerini ve her dili konuşabildiklerini biliyor...

              Şianın gerçekte tüm inançları hem akla hem de bilimsel bulgulara bire bir uyumludur. ama biz bunları sünni dünyada dile getirdiğimizde korkunç tepki ile karşılaşıyoruz.. Peygamber s.a.a.in masumiyeti konusunda da da atılan iftiraları temizlemek için var gayretimizle çalışıyoruz Rabbim bu millete basiret versin...

              Yorum


                #8
                Ynt: Peygamberimiz Okuryazar idi!

                Burada itiraz eden yok ama tefsirlerden alıntı yapıp itiraz edenler oldu bazı forumlarda. Bu yüzden oraya yazdığım yanıtları aynen buraya da aktarmak istedim.


                Aslında beni de bu konuda araştırmaya iten 48. ayet idi.

                "Okuryazar değildin" diye yanlış olarak çevrilen Ankebut 48. i Muhammed Esed şöyle çevirmiş.

                Çünkü, [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; öyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati çürütmeye çalışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi.

                Beni bu konuda peygamberimizin okur yazar olduğu yönünde düşündüren hususları madde madde sıralamam gerekirse:

                1) İlk vahyedilen Alak suresindeki "Yaratan rabbinin adıyla oku" ayetiyle ilgili rivayetin de şüpheli oluşu. Bu konuda şüpheye neden olan en bariz husus, Cebrail tarafından üç kere "oku" vahyinin gelmesi ve bunların Kuran ayeti olarak sayılmaması??? Elif Lam Ra gibi vahyedilen harfler bile Kuran'da var iken, bu ayetten önce gelen üç tane oku ayetinin(!) neden Kuranda olmadığını düşündüm taşındım çözemedim. Allahtan, rivayetlere göre çeviri yapanlar bu ayeti yorumlarken parantez içinde (oku oku oku) yazma küstahlığında bulunmamışlar!

                2) el-ümmi kelimesinin "mekkede doğup büyümüş" ve "tevrat ve incille alakası olmayan" gibi anlamları olmasına rağmen (örnek ümmül-kura) meal/tefsircilerin rivayetlerin etkisinde kalarak bunu "okur yazar olmayan" olarak çevirmesi. Bu şekilde çeviriyi tembellik olarak görüyorum. Zira bu iş daha detaylı araştırılabilir. Fakat insanlar işin kolayına kaçmışlar, kaçarken büyük ihtimalle şunları düşünmüşler.
                a) Bakalım yüzlerce uydurma hadisin de bulunduğu hadis havuzunda ümmilikle ilgili bir hadis var mı? aaa evet varmış. demek ki ümmilik okur yazar olmayan demekmiş. O halde öyle tefsir edeyim.
                DOĞRULUĞU ASLA KANITLANAMAYACAK OLAN Hadislere göre tefsir yapmak ne kadar doğrudur bu tartışılır. Bence doğru değildir.
                b) Tefsiri yapan kişi: "peygamberimiz okuma yazma bilmiyorsa ve buna rağmen Kuran indirilmişse bu büyük bir mucizedir, Heey, yaşasın, dinimle ilgili yeni bir mucize buldum" psikolojisine girmiş olabilirler.
                Halbuki gerçek mucize zaten ankebut suresinde (48) iyice belli edildiği gibi peygamberimizin tevrat ve incil okumamış olmasına rağmen aynı anlatımda aynı makamdan başka bir kitap vahyine elçi oluyor olmasıdır. Yani o kitaplarda yeralan peygamber kıssalarını, emirleri vs. bilmiyor ve ÇOKTANRILI bir muhitte yaşıyor iken tevhidden ve onların kitaplarındaki kıssa ve emirlerden bahsetmesi yeterince büyük bir mucizedir. Ayrıca başka şekilde düşünüldüğünde Tevrat ve İncilde peygamberimizin çıkacağı YER olan MEKKE de açıkça belli edilmiş olabilir. Ama tefsirciler bu mucizeyi yeterli büyüklükte bir mucize olarak görmemiş olacaklar ki ümmiliği rivayete dayanarak okuryazar olmama şeklinde yorumlama kolaylığına kaçmış olabilirler.

                3) Peygamberimizin ticaretle uğraşmış olması. O dönemde Arapçada RAKAMLAR mevcut değildi. ve hesap aracı olarak harfler kullanılmaktaydı. Rakamlar peygamberimizin ölümünden daha sonra Arapçaya dahil olmuştur.

                4) Peygamberimizin bir köyde, ufak bir yerde değil bir şehirde yaşıyor oluşu (okur yazar istatistiklerine göre farkediyor)

                5) Peygamberimizin Mekkenin hakim ailelerinden birine, Kureyş kabilesine mensup oluşu (okuryazar istatistiklerine göre farkediyor)

                6) Peygamberimizin erkek olması (okuryazar istatistiklerine göre farkediyor)

                7) Arapçanın okuma yazmasının öğrenilmesinin Arapça bilen bir Araba göre çok kolay bir şey oluşu. Şu an Suudi arabistanda 4 işlem için harf değil, rakamların kullanılmasına ve bizdeki gibi zorunlu eğitim uygulaması olmamasına rağmen okur yazar oranı %80'dir.

                8) Peygamberimizin ümmiliğinin Kuranda ehli kitaba karşı olarak söylenen bir kavram olduğu ve mekkeli müşriklere karşı peygamberimizden bu şekilde bahsedilmediği dikkatimi çekti. Şimdi ümmiliği tefsirciler gibi yapıp okur yazar olmama şeklinde düşünsem zaten peygamberimiz sağır da değildir herhalde. Hristiyanlar/Yahudiler buna itiraz edip "yahu okumadıysan duymuşsundur bizim papaz/haham efendiden" diye bir itiraz öne sürebilirlerdi. Böyle bir şey diyemediklerine göre bu "EL ümmi"lik "ehli kitapla alakası olmayan" veya Mekkeli/anaşehirli anlamına gelen ümmiliktir diye düşündüm. Aşağıda listeleyeceğim ümmilikle ilgili ayetlere bakarsanız daha iyi anlarsınız. Kuran'ın kendisi ümmiyi açıklıyor, neden Kuranda bu kadar açık yeralan bir konuda rivayetlere bakma gereği duyuyoruz onu anlamış değilim.

                KURANDA GEÇEN ÜMMİLİK İLE İLGİLİ AYETLER

                Bakara:
                78.Bunların (Yahudilerin) bir de ümmî takımı vardır; Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar.

                Ali imran:
                20.Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.

                75."Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.

                Araf:
                157.Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

                Kasas:
                59.Senin rabbin 'ana yerleşim merkezlerine' (ümmiha) onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve biz ehli (halkı) zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.

                Cuma:
                2.O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.

                3.O resulü, ümmîlerden olup da henüz onlara katılmamış bulunan başka kimselere de gönderdi. O'dur Azîz, O'dur Hakîm.


                Sizce burada (Cuma suresinde) okur yazar olmayanların kendilerine kendi içlerinden gönderilen peygamber mi denmek istenmiştir yoksa ana şehirlilere kendi içlerinden peygamber mi denmek istenmiştir yoksa ilahi bir kitabı olmayanlara mı denmek istenmiştir? Okuryazar olanlara anlamında kullanılmadığı kesin değil mi anlatımdan?


                Bu madde madde yazdığım hususlar sebebi ile peygamberimizin okur yazarlığı konusunda tüm tefsircilerin aksine olarak ve ilk yazıda alıntısını verdiğim Hakkı Yılmazın görüşüne yakın olarak düşünüyorum. Tabi ki en doğrusunu Allah bilir.

                Yorum

                YUKARI ÇIK
                Çalışıyor...
                X