MUHAMMED AK |
|
Allah'ın adıyla Hep diyoruz bir kez daha diyelim: Suriye’de Batı emperyalizmi tarafından çıkarılan fitnenin asıl amacı Müslüman toplumları mezhep eksenli bölmekti. Bizi cahiliye dönemine geri götürüp; önce gücümüzü sonrada haysiyetimizi parçalamak, kitabımızın “Müslümanlar kardeştir” kavlini unutturmak istiyorlardı. Aslında İslam tarihi içerisinde yaşanan nice vahim hadiselerin toplamı hükmündeki cinayetlerin adı olan Aşûra’nın acısını güncelliyorlar. Ters yüz ettikleri gerçekler, iftiralar, karartmalarla Müslüman toplumların bir kesimini diğerinin üzerine salarak nefret tohumları ekiyorlar. Nice büyük bedeller ödenerek elde edilen bilinçlerimizi esir alıp, batılı toplum mühendislerinin taşeronluğunu yapıyorlar. Filistin’in işgal edile edile bir avuç kara parçasına çevrilmesinin en büyük müsebbibi Müslümanların yaşadığı bölük pörsüklük ve şahsiyetsizliğin bu denli unutulmuş olması, bizleri derinden yaralamaktadır. Her biri, Konya kadar dahi olmayan şehir devletlerinin başındaki kukla krallar/ şeyhler yıllarca bu zulmün ortağı oldular. İsrail adlı korsan yapının bunların sayesinde nice Müslümanın kanına girdiği bilinmeyen bir gerçek değil elbet. Her birinin yaşaması, şimdi ülkemizde de bulunan İslam adına uluorta konuşan/ yazan sahtekârların varlığından kat be kat üstün olan değerlerimiz, hunharca katliamlarla aramızdan çekilip alındı. Son Gazze saldırısında yaşanan hadiseler de göstermektedir ki “bölgedeki ABD hükmünde olan İsrail” pervasızlığını bir şekliyle satın aldığı bu kuklalardan cesaret alarak sürdürmektedir. İsrail, biliyor ki; şu anda İslam dünyasında iş yapanlar, hayâsızca, edepsizce konuşanların/ yazanların yanında mazlum kalmaktadır. Düşman bunu çok iyi tespit edip, yıllardır oradan açılan yaraya her daim daha kuvvetlice tuz basmakta. Ancak düşman eskisi kadar rahat da değil artık. Bölgedeki direniş ruhu artık düşmana acı vermeye başladı. Bu ruhun diğer adı İran İslam inkılabından sonra Ortadoğu’ya yerleşen“Kerbela duruşuydu.” Yani “haklıysan az veya çok oluşunun önemi yok!” Düşman, öldürerek bitiremedikleri, hatta daha da büyüttükleri bir güçle karşı karşıya kaldığını anlayınca bir savaş hilesine karar verdiler. ABD/İsrail, bölgedeki dostlarının, Direniş cephesine sızmasına izin verdi. Onları, para ve cezbeyle düşmanın gücünü izole etmeğe, ehlîleştirmeğe, silahlarını ellerinden almaya görevlendirdi. Özellikle son beş yıldır bu konuda hummalı bir çalışma söz konusuydu. ABD’nin stratejik ve model ortaklık kurduğu her bir devlet, oynanan oyunun farklı bir rolünü üstlenmiş durumdaydı. Biri paraya diğeri iknaya odaklı seferberlik başlattı. Önce,İran’a Türkiye’nin yakınlaşması, bir takım söylem bazında desteklerin verilmesi sağlanarak ehlîleştirilmesi amaçlanıyordu. ABD/İsrail “Ambargo kalkacak ama, sende İsrail’den el çekeceksin” ana şartı üzerine izliyordu ilişkileri. 2500 yıllık devlet tecrübesi olan ve Türkiye ve Mısır’la beraber bölgenin en kadim devletlerinden olan İran’ın devlet aklı “Türkiye’ye evet, ama onun üzerinden sızmaya çalışan emperyalist emellere hayır” politikasından geri adım atmayınca, baskılar, ekonomik ambargolar daha da artırılmaya başlandı. Ki, Türkiye hemen petrol alımını %20 azaltmaya zorlandı. GözlerSuriye’ye çevrildi. Daha güçsüz ve devlet tecrübesi az olan Suriye’nin İran’a uzak kalınması tavsiye edildi. İşlerin burada da ters gitmesi istihbarat oyunlarına dönülmesini sağladı. Lübnan’da Hariri’yi öldürerek bu ülkenin askeri gücünü oradan çektirip Hizbullah’ı yalnız bıraktılar. 2006’da bunu fırsat bilerek şimdi Gazze’de olduğu gibi bir bahaneyle ona saldırdılar. 33 gün savaşı Şehid İmad Muğniye’nin dâhiyane savaş stratejisiyle düşmana acı bir yenilgi yaşattı. ABD/İsrail’in başarısızlığı bu cephelerdeki başarısızlığı, tüm taarruzun Hamas'ın üzerine yönelmesini sağladı. Bölgedeki müttefikleri, birebir markaj metoduyla bu örgütün ıslah edilmesi için mesai harcadı. Suriye’den Katar’a çekilen Halid Meş’al, Tayyip Erdoğan’ı “İslam ülkelerinin lideri” ilan etti. Erdoğan, Gazze saldırısında bar bar bağırıyor fakat Hükümetinin İsrail’le tavan yapan ticaretini izah edemiyordu. Meş’al’in kişisel tarihinde nice ihanetlerini birebir bildiği Arap kralları artık Filistin’in hamisi olmuştu. Tabi bu arada çok ciddi bir İran düşmanlığı başlatıldı. İran, Şii oluşu itibarıyla kukla Arap devletlerinin Sünniliğine kurban verilmeğe başlandı. Zaten mezhep savaşı onun için imal edilmişti. Suriye üzerinden oynanan oyunun asıl hedefi olan bu ülke, ABD/İsrail için direnişin başıydı ve ezilmeliydi. Hem de maşa kullanılarak. Maşa ’da Müslümanlardan olmak kaydıyla. Son Gazze saldırısında İran adı geçmesin, üstünlük onsuz olsun diye büyük çaba sarf edildi. Ahmed el- Caberi’yi“başsız beden” eden hunharca saldırı karşısında İslami Cihad ve Hamas’ın Fecr-5 adlı füzeyi kullanmaları düşmana aynen 2006 Hizbullah mukavemetini yaşattı. Yaşattı yaşatmasına ama bizimkilerin karnına ağrı doldu. Tayyip Erdoğan’ın çok da bir şey ifade etmeyen söylemleri İran’ın eyleminden üstün görülmeğe başlandı. Davutoğlu’nun ABD ile “stratejik ortak” bir ülkenin dışişleri bakanı olduğu unutularak Gazze’ye gitmesi “çok önemli” addedildi. Oysa o saatlerde ABD, tavizsiz, tartışmasız olarak İsrail’in arkasında durduğunu ilan ediyordu. İşte tam bu noktada İslami Cihad Lideri Ramazan Abdullah Şallah’ın “söylemler bir şey ifade etmiyor “sözü büyük anlam buldu. Erdoğan ve Mursi’yi Gazze konusunda ileri itip İran’a karartma uygulayan kalemler bırakın bu füzelerin kader değiştiren rolünü konuşmayı İran’ı suçlayıcı yazılar yazmayı becerdiler maalesef. Hatta isimlerini anmak dahi istemediğim niceleri zaten yıllardır İran’a karşı besledikleri garazlarını yalana, iftiraya dolayarak İran’ı suskun kalmakla, direnişin yanında olmamakla suçladılar. Bunların gözünde ikisi de ABD ile bir biçimde müttefik olan Erdoğan ve Mursi neredeyse Gazze’nin hamisi olmuş ancak İran ise direniş cephesini terk eden… İşin ilginç yanı İran’da yaşanan son Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan yeşil fitne sahipleri İran’ı Filistin’le ilgilenip kendi halkını ihmal etmekle suçlarken yine bu kalemler onların arkasında durmuş mevcut yönetime saydırdıkça saydırmışlardı. İran’ın yakasından bir türlü düşmeyen bu garazlı kalemlere yanıt, ateşkes antlaşması için Halid Meş’al ve Ramazan AbdullahŞallah’ın yaptığı basın toplantısında geldi. Halid Meş’al;“Elimizdeki silah bize çok büyük katkı sağladı. İran’a teşekkür ediyoruz onlar bu silahları bize verdi” derken Ramazan Abdullah Şallah;“Direnişe katkı sağlayan, özellikle silah noktasında katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum” diyecekti. Bu açıklamalardan kısa bir süre sonra Hamas’ın Siyasi Büro Başkan yardımcısı Ebu Merzuk ise İsrail’in diz çöküşünü şu cümlelerle anlatıyordu: İsrail tüm sınır kapılarını açmayı ve Filistinlilere yönelik suikastları durdurmayı taahhüt etti. Evet! İsrail’in burnu çok net bir şekilde ikinci kere sürtülüyordu. İran önderliği, 2500 yıllık devlet geçmişi ve antiemperyalist duruşuyla İsrail’i bir kez daha durduğu yerin gerisine itmeği başarmıştı. İslam inkılabından sonra bölgede büyük acılar çeken İran’a karşı İsrail’in hıncı elbette her geçen gün daha da büyümekte. Bunca baskılara, ambargolara, uluslararası tedrice rağmen İran’ın elde ettiği üstünlükler ve bunun ümmetin çalınan toprağı Filistin’e yansımaları karşısında durumun ne olup ne olmadığı cephenin içinde olanlar ve düşman tarafından gayet net bir şekilde biliniyor. Bizdeki batılı toplum mühendislerinin taşeronu kalemlerin durumu ise, gördüğünüz gibi rabbimizin kaldırdığı perdeler sayesinde alçaklıktan çukurluğa dönüşüyor işte. Hamdolsun! |
Duyuru
Daraltma
Henüz duyuru yok.
Fecr-5, Gazze savaşında neyi ifade etti?
Daraltma
X
-
Fecr-5, Gazze savaşında neyi ifade etti?
Etiketler: Yok