Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Reyyan b. Salt'ın "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" kitabı

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Reyyan b. Salt'ın "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" kitabı

    BİSMİLLAHİR RAHMANİR RAHİM
    HAMD OLSUN ALEMLERİN RABBİNE
    VE SELAM OLSUN MEVLAMIZ MUHAMMEDE VE TERTEMİZ EHLİ BEYTİNE

    bundan sonra... bilindiği gibi hadis, tefsir, tarih ve değişik bir çok alanda kitapların yazılması masumlar a.s döneminden itibaren başlamıştır. masumlar a.s'ın sahabeleri'nin bir çoğunun kendi telifleri olan kitapları vardı ki, bu kitaplara "asıl" denilmektedir. bunların bazıları belli başlı büyük kitaplardır. mesela Süleym b. Kays el-Hilali'nin kitabı, Ebu Hamza es-Sumali'nin tefsiri, Ali b. Cafer'in fıkıh kitabı, Berki'nin rical ve hadis kitapları ve benzerleri. bazıları ise küçük bir risale veya özel bir konu hakkında yazılmış küçük kitapcıklardır. mesela Reyyan b. salt'ın az sonra hakkında bilgi vereceğimiz kitabı gibi. bu kitaplardan bazıları günümüze kadar müstakil kitaplar olarak elimize ulaşmıştır, bazıları ise zalimler tarafından yakılmış, yok edilmiş veya zamanla kaybolmuştur. bu yok olan kitaplar kendileri 2 guruba ayrılırlar:

    1. yok olmalarına rağmen içerikleri diğer kitaplarda senedler ile rivayet edilip korunmuş kitaplar.
    2. yok olmakla birlikte içeriğine ulaşamadığımız kitaplar.

    Reyyan b. Salt'ın az sonra hakkında bilgi vereceğimiz kitabı da günümüze ulaşmayıp yok olmuş kitaplar arasındadır. fakat kitabın kendisi yok olmasına rağmen içeriği korunmuş ve Şeyh Saduk r.a tarafından "Uyunu ahbar er-Rıza a.s" kitabında senedlerle rivayet edilmiştir. sözünü ettiğimiz kitabın adı "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" şeklindedir. inşaAllah öncelikle burada Reyyan b. Salt hakkında bilgi verecek, daha sonra onun kitaplarının listesini aktaracak ve son olarak kitabın içeriğini sizlerle paylaşacağız.

    #2
    Ynt: Reyyan b. Salt'ın "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" kitabı

    1. Reyyan b. Salt kimdir? bu şahıs masumlar a.s'dan ikisinin Hz. Rıza ve Hz. Hadi a.s'ın sahabesi ve taifemizin fazilet sahibi, sika (güvenilir) alimlerinden ve gururlarındandır. Seyyid Ebul Kasım el-Hoi r.a onun biografisinde diyor ki:
    • [li]الريّان بن الصلت
      Reyyan b. Salt

      قال النجاشي: ريّان بن الصلت الاشعري القمّي أبو على: روى عن الرضا عليهالسلام، كان ثقة صدوقاً
      وعدّه في رجاله من أصحاب الرضا عليه السلام قائلاً: الريّان بن الصلت: بغدادي ثقة خراساني الاصل
      ومن أصحاب الهادي عليه السلام قائلاً: الريّان بن الصلت البغدادي ثقة
      وعدّه البرقي في أصحاب الرضا والهادي عليهما السلام
      Necaşi dedi ki: "Reyyan b. Salt el-Eşari el-Kummi, Ebu Ali. imam Rıza a.s'dan rivayet etmiştir, sika (güvenilir) ve sadıktır.
      (Şeyh Tusi r.a) onu imam Rıza a.s'ın ashabı içerisinde zikrederek diyor ki: "Reyyan b. Salt, Bağdadi. sika (güvenilir)'dir, aslen Horasanlıdır.
      yine (Şeyh Tusi r.a) onu imam Hadi a.s'ın ashabı içerisinde zikrederek diyor ki: "Reyyan b. Salt, Bağdadi. sika (güvenilir)'dir"
      Berki r.a da onu Hz. Rıza ve Hz. Hadi a.s'ın ashabı içerisinde zikretmiştir.

      فقد روى عن أبي الحسن الرضا وأبي محمد عليهما السلام، وعن يونس.
      وروى عنه ابن فضّال، وإبراهيم بن هاشم، وسهل بن زياد، وعلي بن إبراهيم، ومحمدبن زياد
      o Ebul Hasan er-Rıza, Ebu Muhammed (imam Ali en-Naki el-Hadi) a.s ve Yunus (b. Abdurrahman)'dan rivayet etmiştir.
      ondan ise ibni Faddal, İbrahim b. Haşim, Sehl b. Ziyad, Ali b. İbrahim ve Muhammed b. Ziyad rivayet etmiştirler.

      Seyyid Ebul Kasım el-Hoi r.a, "Mucem ricalil hadis", 8/217, 4648-ci ravi
      [/li]

    Yorum


      #3
      Ynt: Reyyan b. Salt'ın "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" kitabı

      2. Reyyan b. Salt r.a'ın telif ettiği kitap: Reyyan bir kitap telif etmiştir ve onun telif ettiği bu kitabı Necaşi ve Şeyh Tusi r.a Fihristlerinde bildirmiştirler ki, bu kitabın adı "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" şeklindedir. Seyyid Ebul Kasım el-Hoi Reyyan'ın biografisinde diyor ki:
      • [li]قال النجاشي: ريّان بن الصلت الاشعري القمّي أبو على: روى عن الرضا عليهالسلام، كان ثقة صدوقاً. ذكر أنّ له كتاباً جمع فيه كلام الرضا عليه السلام فيالفرق بين الآل والامّة. قال أبو عبد اللّه الحسين بن عبيد اللّه رحمه اللّه: أخبرنا أحمد بن محمد بن يحيى، قال: حدّثنا عبد اللّه بن جعفر عن الريّان ابنالصلت به
        وقال الشيخ: الريّان بن الصلت، له كتاب أخبرنا به الشيخ المفيدوالحسين بن عبيد اللّه، عن محمد بن علي بن الحسين، عن أبيه وحمزة بن محمد ومحمدبن على، عن علي بن إبراهيم، عن أبيه، عن الريان بن الصلت
        Necaşi dedi ki: ".... onun "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" adlı kitabı vardır. Ebu Abdullah Hüseyin b. Ubeydullah r.a dedi ki: Ahmed b. Muhammed b. Yahya bana haber verdi, dedi ki: Abdullah b. Cafer bana Reyyan b. Salt'dan o kitabı anlattı"
        Şeyh (Tusi r.a) dedi ki: "onun bir kitabı vardır. Şeyh Müfid ve Hüseyin b. Ubeydullah bana Muhammed b. Ali b. Hüseyin'den, o babasından, Hamza b. Muhammed'den ve Muhammed b. Ali'den, onlar Ali b. İbrahim'den, o babasından, o da Reyyan b. Salt'dan o kitabı bana haber verdiler"

        Seyyid Ebul Kasım el-Hoi r.a, "Mucem ricalil hadis", 8/217, 4648-ci ravi
        [/li]


      görüldüğü gibi her iki rical alimi Reyyan'ın kitabını zikretmiş ve onu kendi senedleri ile rivayet etmiştirler. ve bu alimlerin her ikisinin Reyyan b. Salt'ın kitabı için zikrettikleri senedler sahih'tir. fakat kitabın senedleri bununla sınırlı değildir. başta da söylediğimiz gibi Şeyh Saduk r.a bu kitabı "Uyunu ahbar er-Rıza a.s" kitabında kendi senedi ile rivayet etmiştir ki, bu sened de şöyledir:
      • [li]حدثنا علي بن الحسين بن شاذويه المؤدب و جعفر بنمحمد بن مسرور رضي الله عنهما قالا حدثنا محمد بن عبد الله بن جعفر الحميري عنأبيه عن الريان بن الصلت
        bana Ali b. Hüseyin b. Şevzeb ve cafer b. Muhammed b. Misvar r.a anlattılar, dediler ki: Muhammed b. Abdullah b. Cafer el-Himyeri babasından, o da reyyan b. Salt'dan anlattı.

        Şeyh Saduk r.a, "Uyunu ahbar er-Rıza a.s", 1/210-211, hadis 1
        [/li]


      Necaşi ve Şeyh Tusi'nin senedi gibi Şeyh Saduk r.a'ın da bu kitaba olan senedi muteberdir. nitekim Şeyh asif el-Muhsini Şeyh Saduk r.a'ın senedi hakkında diyor ki:

      Yorum


        #4
        Ynt: Reyyan b. Salt'ın "Rıza a.s’ın itret ve ümmetin farkı hakkında kelamı" kitabı

        3. kitabın içeriği: Şeyh Reyyan b. Salt r.a bu kitabında Abbasi kralı Memun'un sarayında imam Rıza a.s ile muhalif alimlerin arasında cereyan eden munazarayı rivayet etmiştir. başta da söylediğimiz gibi kitabın içeriği "Uyunu ahbar er-Rıza a.s" kitabında korunmuştur. şimdi kitabın içeriğini sizlerle paylaşıyoruz:
        • [li]الريان بن الصلت قال حضر الرضا ( ع ) مجلسالمأمون بمرو و قد اجتمع في مجلسه جماعة من علماء أهل العراق و خراسان فقالالمأمون أخبروني عن معنى هذه الآية ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتابَ الَّذِينَاصْطَفَيْنا مِنْ عِبادِنا فقالت العلماء أراد الله عز و جل بذلك الأمة كلها فقالالمأمون ما تقول يا أبا الحسن فقال الرضا ( ع ) لا أقول كما قالوا و لكني أقول أرادالله عز و جل بذلك العترة الطاهرة فقال المأمون و كيف عنى العترة من دون الأمةفقال له الرضا ( ع ) إنه لو أراد الأمة لكانت أجمعها في الجنة لقول الله عز و جل فَمِنْهُمْ ظالِمٌ لِنَفْسِهِ وَ مِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَ مِنْهُمْ سابِقٌبِالْخَيْراتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ ثم جمعهم كلهم في الجنة فقال عز و جل جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَها يُحَلَّوْنَ فِيها مِنْ أَساوِرَ مِنْ ذَهَبٍ الآية فصارت الوراثة للعترة الطاهرة لا لغيرهم فقال المأمونمن العترة الطاهرة فقال الرضا ( ع ) الذين وصفهم الله في كتابه فقال عز و جل إِنَّما يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَ يُطَهِّرَكُمْتَطْهِيراً و هم الذين قال رسول الله ( ص ) إني مخلف فيكم الثقلين كتاب الله و عترتيأهل بيتي ألا و إنهما لن يفترقا حتى يردا علي الحوض فانظروا كيف تخلفون فيهما أيهاالناس لا تعلموهم فإنهم أعلم منكم قالت العلماء أخبرنا يا أبا الحسن عن العترة أهم الآل أم غير الآل فقال الرضا ( ع ) هم الآل فقالت العلماء فهذا رسول الله ( ص ) يؤثرعنه أنه قال أمتي آلي و هؤلاء أصحابه يقولون بالخبر المستفاض الذي لا يمكن دفعه آلمحمد أمته فقال أبو الحسن ( ع ) أخبروني فهل تحرم الصدقة على الآل فقالوا نعم قال فتحرم على الأمة قالوا لا قال هذا فرق بين الآل والأمة ويحكم أين يذهب بكم أ ضربتم عن الذكر صفحا أم أنتم قوم مسرفون أ ما علمتمأنه وقعت الوراثة و الطهارة على المصطفين المهتدين دون سائرهم قالوا و من أين ياأبا الحسن فقال من قول الله عز و جل وَ لَقَدْ أَرْسَلْنا نُوحاً وَ إِبْراهِيمَوَ جَعَلْنا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَ الْكِتابَ فَمِنْهُمْ مُهْتَدٍوَ كَثِيرٌ مِنْهُمْ فاسِقُونَ فصارت وراثة النبوة و الكتاب للمهتدين دون الفاسقينأ ما علمتم أن نوحا حين سأل ربه عز و جل فَقالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَ إِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَ أَنْتَ أَحْكَمُ الْحاكِمِينَ و ذلك أن الله عز و جل وعده أن ينجيه و أهله فقال ربه عز و جل يا نُوحُ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صالِحٍفَلا تَسْئَلْنِ ما لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجاهِلِينَ

          فقال المأمون هل فضل الله العترة على سائر الناس فقال أبو الحسن إنالله عز و جل أبان فضل العترة على سائر الناس في محكم كتابه فقال له المأمون و أينذلك من كتاب الله فقال له الرضا ( ع ) في قول الله عز و جل إِنَّ اللَّهَ اصْطَفىآدَمَ وَ نُوحاً وَ آلَ إِبْراهِيمَ وَ آلَ عِمْرانَ عَلَى الْعالَمِينَذُرِّيَّةً بَعْضُها مِنْ بَعْضٍ وَ اللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ و قال عز و جل فيموضع آخر أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلى ما آتاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنا آلَ إِبْراهِيمَ الْكِتابَ وَ الْحِكْمَةَ وَ آتَيْناهُمْ مُلْكاًعَظِيماً ثم رد المخاطبة في أثر هذه إلى سائر المؤمنين فقال يا أَيُّهَا الَّذِينَآمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَ أَطِيعُوا الرَّسُولَ وَ أُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ يعني الذي قرنهم بالكتاب و الحكمة و حسدوا عليهما فقوله عز و جل
          أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلى ماآتاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنا آلَ إِبْراهِيمَ الْكِتابَ وَالْحِكْمَةَ وَ آتَيْناهُمْ مُلْكاً عَظِيماً يعني الطاعة للمصطفين الطاهرينفالملك هاهنا هو الطاعة لهم فقالت العلماء فأخبرنا هل فسر الله عز و جل الاصطفاءفي الكتاب فقال الرضا ( ع ) فسر الاصطفاء في الظاهر سوى الباطن في اثني عشر موطنا وموضعا فأول ذلك قوله عز و جل وَ أَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ و رهطكالمخلصين هكذا في قراءة أبي بن كعب و هي ثابتة في مصحف عبد الله بن مسعود و هذهمنزلة رفيعة و فضل عظيم و شرف عال حين عنى الله عز و جل بذلك الآل فذكره لرسولالله ( ص ) فهذه واحدة و الآية الثانية في الاصطفاء قوله عز و جل إِنَّما يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَ يُطَهِّرَكُمْتَطْهِيراً و هذا الفضل الذي لا يجهله أحد إلا معاند ضال لأنه فضل بعد طهارة تنتظرفهذه الثانية و أما الثالثة فحين ميز الله الطاهرين من خلقه فأمر نبيه بالمباهلةبهم في آية الابتهال فقال عز و جل يا محمد فَمَنْ حَاجَّكَ فِيهِ مِنْ بَعْدِ ما جاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعالَوْا نَدْعُ أَبْناءَنا وَ أَبْناءَكُمْ وَ نِساءَناوَ نِساءَكُمْ وَ أَنْفُسَنا وَ أَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْلَعْنَتَ اللَّهِ عَلَى الْكاذِبِينَ فبرز النبي ( ص ) عليا و الحسن و الحسين و فاطمةص و قرن أنفسهم
          بنفسه فهل تدرون ما معنى قوله وَأَنْفُسَنا وَ أَنْفُسَكُمْ قالت العلماء عنى به نفسه فقال أبو الحسن ( ع ) لقد غلطتمإنما عنى بها علي بن أبي طالب ( ع ) و مما يدل على ذلك قول النبي ( ص ) حين قال لينتهينبنو وليعة أو لأبعثن إليهم رجلا كنفسي يعني علي بن أبي طالب ( ع ) و عنى بالأبناءالحسن و الحسين ( ع ) و عنى بالنساء فاطمة ( ع ) فهذه خصوصية لا يتقدمهم فيها أحد و فضل لايلحقهم فيه بشر و شرف لا يسبقهم إليه خلق إذ جعل نفس علي ( ع ) كنفسه فهذه الثالثة وأما الرابعة فإخراجه ( ص ) الناس من مسجده ما خلا العترة حتى تكلم الناس في ذلك و تكلمالعباس فقال يا رسول الله تركت عليا و أخرجتنا فقال رسول الله ( ص ) ما أنا تركته وأخرجتكم و لكن الله عز و جل تركه و أخرجكم و في هذا تبيان قوله ( ص ) لعلي ( ع ) أنت منيبمنزلة هارون من موسى قالت العلماء و أين هذا من القرآن قال أبو الحسن أوجدكم فيذلك قرآنا و أقرأه عليكم قالوا هات قال قول الله عز و جل وَ أَوْحَيْنا إِلى مُوسىوَ أَخِيهِ أَنْ تَبَوَّءا لِقَوْمِكُما بِمِصْرَ بُيُوتاً وَ اجْعَلُوابُيُوتَكُمْ قِبْلَةً ففي هذه الآية منزلة هارون من موسى و فيها أيضا منزلة علي ( ع ) من رسول الله ( ص ) و مع هذا دليل واضح في قول رسول الله ( ص ) حين قال ألا إن هذا المسجدلا يحل لجنب إلا لمحمد ( ص ) و آله قالت العلماء يا أبا الحسن هذا الشرح و هذا البيانلا يوجد
          إلا عندكم معاشر أهل بيت رسول الله صفقال و من ينكر لنا ذلك و رسول الله يقول أنا مدينة العلم و علي بابها فمن أرادالمدينة فليأتها من بابها ففيما أوضحنا و شرحنا من الفضل و الشرف و التقدمة والاصطفاء و الطهارة ما لا ينكره إلا معاندو الله عز و جل و الحمد على ذلك فهذهالرابعة و الآية الخامسة قول الله عز و جل وَ آتِ ذَا الْقُرْبى حَقَّهُ خصوصيةخصهم الله العزيز الجبار بها و اصطفاهم على الأمة فلما نزلت هذه الآية على رسولالله ( ص ) قال ادعوا إلي فاطمة فدعيت له فقال يا فاطمة قالت لبيك يا رسول الله فقالهذه فدك مما هي لم يوجف عليه بالخيل و لا ركاب و هي لي خاصة دون المسلمين و قدجعلتها لك لما أمرني الله تعالى به فخذيها لك و لولدك فهذه الخامسة و الآيةالسادسة قول الله عز و جل قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبى و هذه خصوصية للنبي ( ص ) إلى يوم القيامة و خصوصية للآلدون غيرهم و ذلك أن الله عز و جل حكى في ذكر نوح في كتابه يا قَوْمِ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ مالًا إِنْ أَجرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَ ما أَنَابِطارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّهُمْ مُلاقُوا رَبِّهِمْ وَ لكِنِّي أَراكُمْقَوْماً تَجْهَلُونَ
          و حكى عز و جل عن هود أنه قال يا قَوْمِ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي أَ فَلا تَعْقِلُونَ و قال عز و جل لنبيه محمد ( ص ) قُلْ يا محمد لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبى و لم يفرض الله تعالى مودتهم إلا و قد علم أنهم لايرتدون عن الدين أبدا و لا يرجعون إلى ضلال أبدا و أخرى أن يكون الرجل وادا للرجلفيكون بعض أهل بيته عدوا له فلا يسلم له قلب الرجل فأحب الله عز و جل أن لا يكونفي قلب رسول الله ( ص ) على المؤمنين شي‏ء ففرض عليهم الله مودة ذوي القربى فمن أخذبها و أحب رسول الله ( ص ) و أحب أهل بيته لم يستطع رسول الله ( ص ) أن يبغضه و من تركها ولم يأخذ بها و أبغض أهل بيته فعلى رسول الله ( ص ) أن يبغضه لأنه قد ترك فريضة منفرائض الله عز و جل فأي فضيلة و أي شرف يتقدم هذا أو يدانيه فأنزل الله عز و جلهذه الآية على نبيه ( ص ) قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلَّا الْمَوَدَّةَفِي الْقُرْبى فقام رسول الله ( ص ) في أصحابه فحمد الله و أثنى عليه و قال يا أيهاالناس إن الله عز و جل قد فرض لي عليكم فرضا فهل أنتم مؤدوه فلم يجبه أحد فقال ياأيها الناس إنه ليس من فضة و لا ذهب و لا مأكول و لا مشروب فقالوا هات إذا فتلاعليهم هذه الآية فقالوا أما هذه فنعم فما وفى بها أكثرهم و ما بعث الله عز و جل نبياإلا أوحى إليه أن لا يسأل قومه أجرا لأن الله عز و جل يوفيه أجر الأنبياء و محمد صفرض الله عز و جل طاعته و مودة قرابته على أمته و أمره أن يجعل أجره فيهم ليؤدوهفي قرابته بمعرفة فضلهم الذي أوجب الله عز و جل لهم في المودة إنما تكون على قدرمعرفة الفضل فلما أوجب الله تعالى ذلك ثقل ذلك لثقل وجوب الطاعة فتمسك بها قوم قدأخذ الله ميثاقهم على الوفا و عاند أهل الشقاق و النفاق و ألحدوا في ذلك فصرفوه عنحده الذي
          حده الله عز و جل فقالوا القرابة هم العرب كلها و أهل دعوته فعلى أي الحالتين كان فقد علمناأن المودة هي للقرابة فأقربهم من النبي ( ص ) أولاهم بالمودة و كلما قربت القرابة كانتالمودة على قدرها و ما أنصفوا نبي الله ( ص ) في حيطته و رأفته و ما من الله به علىأمته مما تعجز الألسن عن وصف الشكر عليه أن لا يؤدوه في ذريته و أهل بيته و أن يجعلوهمفيهم بمنزلة العين من الرأس حفظا لرسول الله فيهم و حبا لهم فكيف و القرآن ينطق بهو يدعو إليه و الأخبار ثابتة بأنهم أهل المودة و الذين فرض الله تعالى مودتهم ووعد الجزاء عليها فما وفى أحد بها فهذه المودة لا يأتي بها أحد مؤمنا مخلصا إلااستوجب الجنة لقول الله عز و جل في هذه الآية وَ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحاتِ فِي رَوْضاتِ الْجَنَّاتِ لَهُمْ ما يَشاؤُنَ عِنْدَ رَبِّهِمْ ذلِكَهُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ ذلِكَ الَّذِي يُبَشِّرُ اللَّهُ عِبادَهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحاتِ قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلَّاالْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبى مفسرا و مبينا ثم قال أبو الحسن ( ع ) حدثني أبي عن جدي عنآبائه عن الحسين بن علي ( ع ) قال اجتمع المهاجرون و الأنصار إلى رسول الله ( ص ) فقالواإن لك يا رسول الله ( ص ) مئونة في نفقتك و فيمن يأتيك من الوفود و هذه أموالنا معدمائنا فاحكم فيها بارا مأجورا أعط ما شئت و أمسك ما شئت من غير حرج قال فأنزلالله عز و جل عليه الروح الأمين فقال يا محمد قُلْ لا أَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِأَجْراً إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبى يعني أن تودوا قرابتي من بعدي فخرجوافقال المنافقون ما حمل رسول الله ( ص ) على ترك ما عرضنا عليه إلا ليحثنا على قرابته
          من بعد إن هو إلا شي‏ء افتراه في مجلسه و كان ذلكمن قولهم عظيما فأنزل الله عز و جل هذه الآية أَمْ يَقُولُونَ افْتَراهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئاً هُوَ أَعْلَمُ بِماتُفِيضُونَ فِيهِ كَفى بِهِ شَهِيداً بَيْنِي وَ بَيْنَكُمْ وَ هُوَ الْغَفُورُالرَّحِيمُ فبعث عليهم النبي ( ص ) فقال هل من حدث فقالوا إي و الله يا رسول الله لقدقال بعضنا كلاما غليظا كرهناه فتلا عليهم رسول الله ( ص ) الآية فبكوا و اشتد بكاؤهمفأنزل عز و جل وَ هُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبادِهِ وَ يَعْفُواعَنِ السَّيِّئاتِ وَ يَعْلَمُ ما تَفْعَلُونَ فهذه السادسة و أما الآية السابعةفقول الله عز و جل إِنَّ اللَّهَ وَ مَلائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ ياأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَ سَلِّمُوا تَسْلِيماً قالوا يارسول الله قد عرفنا التسليم عليك فكيف الصلاة عليك فقال تقولون اللهم صل على محمدو آل محمد كما صليت على إبراهيم و على آل إبراهيم إنك حميد مجيد فهل بينكم معاشرالناس في هذا خلاف فقالوا لا فقال المأمون هذا مما لا خلاف فيه أصلا و عليه إجماعالأمة فهل عندك في الآل شي‏ء أوضح من هذا في القرآن فقال أبو الحسن نعم أخبروني عنقول الله عز و جل يس وَ الْقُرْآنِ الْحَكِيمِ إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ عَلىصِراطٍ مُسْتَقِيمٍ فمن عنى بقوله يس قالت العلماء يس محمد ( ص ) لم يشك فيه أحد قالأبو الحسن فإن الله عز و جل أعطى محمدا و آل محمد من ذلك فضلا لا يبلغ أحد كنهوصفه إلا من عقله و ذلك أن الله عز و جل لم يسلم على أحد إلا على الأنبياء ( ص ) فقالتبارك و تعالى سَلامٌ عَلى نُوحٍ فِي الْعالَمِينَ
          و قال سَلامٌ عَلى إِبْراهِيمَ و قال سَلامٌ عَلى مُوسى وَ هارُونَ و لم يقل سلام على آل نوح و لم يقل سلام على آلإبراهيم و لا قال سلام على آل موسى و هارون و قال عز و جل سلام على آل يس يعني آلمحمد ( ص ) فقال المأمون لقد علمت أن في معدن النبوة شرح هذا و بيانه فهذه السابعة وأما الثامنة فقول الله عز و جل وَ اعْلَمُوا أَنَّما غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْ‏ءٍفَأَنَّ لِلَّهِ خُمُسَهُ وَ لِلرَّسُولِ وَ لِذِي الْقُرْبى فقرن سهم ذي القربىبسهمه و بسهم رسول الله ( ص ) فهذا فضل أيضا بين الآل و الأمة لأن الله تعالى جعلهم فيحيز و جعل الناس في حيز دون ذلك و رضي لهم ما رضي لنفسه و اصطفاهم فيه فبدأ بنفسهثم ثنى برسوله ثم بذي القربى في كل ما كان من الفي‏ء و الغنيمة و غير ذلك مما رضيهعز و جل لنفسه فرضي لهم فقال و قوله الحق وَ اعْلَمُوا أَنَّما غَنِمْتُمْ مِنْشَيْ‏ءٍ فَأَنَّ لِلَّهِ خُمُسَهُ وَ لِلرَّسُولِ وَ لِذِي الْقُرْبى فهذا تأكيدمؤكد و أثر قائم لهم إلى يوم القيامة في كتاب الله الناطق الذي لا يَأْتِيهِ الْباطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَ لا مِنْ خَلْفِهِ تَنْزِيلٌ مِنْ حَكِيمٍحَمِيدٍ و أما قوله وَ الْيَتامى وَ الْمَساكِينِ فإن اليتيم إذا انقطع يتمه خرجمن
          الغنائم و لم يكن له فيها نصيب و كذلك المسكينإذا انقطعت مسكنته لم يكن له نصيب من المغنم و لا يحل له أخذه و سهم ذي القربىقائم إلى يوم القيامة فيهم للغني و الفقير منهم لأنه لا أحد أغنى من الله عز و جلو لا من رسول الله ( ص ) فجعل لنفسه منها سهما و لرسوله ( ص ) سهما فما رضيه لنفسه ولرسوله ( ص ) رضيه لهم و كذلك الفي‏ء ما رضيه منه لنفسه و لنبيه ( ص ) رضيه لذي القربى كماأجراهم في الغنيمة فبدأ بنفسه جل جلاله ثم برسوله ثم بهم و قرن سهمهم بسهم الله وسهم رسوله ( ص ) و كذلك في الطاعة قال يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَ أَطِيعُوا الرَّسُولَ وَ أُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فبدأ بنفسه ثمبرسوله ثم بأهل بيته كذلك آية الولاية إِنَّما وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَ رَسُولُهُوَ الَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَ يُؤْتُونَ الزَّكاةَ وَ هُمْ راكِعُونَ فجعل طاعتهم مع طاعة الرسول مقرونة بطاعته كذلك ولايتهم مع ولايةالرسول مقرونة بطاعته كما جعل سهمهم مع سهم الرسول مقرونا بسهمه في الغنيمة و الفي‏ء فتبارك الله و تعالى ما أعظم نعمته على أهل هذا البيت فلما جاءت قصة الصدقةنزه نفسه و رسوله و نزه أهل بيته فقال إِنَّمَا الصَّدَقاتُ لِلْفُقَراءِ وَ الْمَساكِينِ وَ الْعامِلِينَ عَلَيْها وَ الْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَ فِيالرِّقابِ وَ الْغارِمِينَ وَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَ ابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِنَ اللَّهِ فهل تجد في شي‏ء
          من ذلك أنه سمى لنفسه أو لرسوله أو لذيالقربى لأنه لما نزه نفسه عن الصدقة و نزه رسوله و نزه أهل بيته لا بل حرم عليهملأن الصدقة محرمه على محمد ( ص ) و آله و هي أوساخ أيدي الناس لا يحل لهم لأنهم طهروامن كل دنس و وسخ فلما طهرهم الله عز و جل و اصطفاهم رضي لهم ما رضي لنفسه و كرهلهم ما كره لنفسه عز و جل فهذه الثامنة و أما التاسعة فنحن أهل الذكر الذين قالالله عز و جل فَسْئَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لا تَعْلَمُونَ فنحن أهل الذكر فاسألونا إن كنتم لا تعلمون فقالت العلماء إنما عنى الله بذلك اليهود و النصارى فقال أبو الحسنع سبحان الله و هل يجوز ذلك إذا يدعونا إلى دينهم و يقولون إنه أفضل من دينالإسلام فقال المأمون فهل عندك في ذلك شرح بخلاف ما قالوه يا أبا الحسن فقال أبوالحسن نعم الذكر رسول الله و نحن أهله و ذلك بين في كتاب الله عز و جل حيث يقول فيسورة الطلاق فَاتَّقُوا اللَّهَ يا أُولِي الْأَلْبابِ الَّذِينَ آمَنُوا قَدْأَنْزَلَ اللَّهُ إِلَيْكُمْ ذِكْراً رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْكُمْ آياتِ اللَّهِ مُبَيِّناتٍ فالذكر رسول الله ( ص ) و نحن أهله فهذه التاسعة و أما العاشرة فقول اللهعز و جل في آية التحريم حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهاتُكُمْ وَ بَناتُكُمْ وَ أَخَواتُكُمْ الآية فأخبروني هل تصلح ابنتي و ابنة ابني و ما تناسل من صلبي لرسولالله ( ص ) أن يتزوجها لو كان حيا قالوا لا قال فأخبروني هل كانت ابنة أحدكم تصلح لهأن يتزوجها لو كان حيا قالوا نعم قال ففي هذا بيان لأني أنا من آله و لستم من آلهو لو كنتم من آله لحرم عليه بناتكم كما حرم عليه بناتي
          لأني من آله و أنتم من أمته فهذا فرق بين الآل و الأمة لأن الآل منه و الأمةإذا لم تكن من الآل فليست منه فهذه العاشرة و أما الحادية عشرة فقول الله عز و جلفي سورة المؤمن حكاية عن قول رجل مؤمن من آل فرعون وَ قالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌ مِنْآلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمانَهُ أَ تَقْتُلُونَ رَجُلًا أَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللَّهُ وَ قَدْ جاءَكُمْ بِالْبَيِّناتِ مِنْ رَبِّكُمْ إلى تمام الآية فكان ابنخال فرعون فنسبه إلى فرعون بنسبة و لم يضفه إليه بدينه و كذلك خصصنا نحن إذ كنا منآل رسول الله ( ص ) بولادتنا منه و عممنا الناس بالدين فهذا فرق بين الآل و الأمة فهذهالحادية عشره و أما الثانية عشره فقوله عز و جل وَ أْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْها فخصصنا الله تبارك و تعالى بهذه الخصوصية إذ أمرنا مع الأمةبإقامة الصلاة ثم خصصنا من دون الأمة فكان رسول الله ( ص ) يجي‏ء إلى باب علي و فاطمةع بعد نزول هذه الآية تسعة أشهر كل يوم عند حضور كل صلاة خمس مرات فيقول الصلاةرحمكم الله و ما أكرم الله أحدا من ذراري الأنبياء بمثل هذه الكرامة التي أكرمنابها و خصصنا من دون جميع أهل بيتهم فقال المأمون و العلماء جزاكم الله أهل بيتنبيكم عن هذه الأمة خيرا فما نجد الشرح و البيان فيما اشتبه علينا إلا عندكم
          Reyyan b. Salt dedi ki: İmam Rıza (a.s) Merv’de Memun’un meclisine hazır oldu. Mecliste Irak ve Horasan alimlerinden bir grup vardı. Memun mecliste bulunan alimlere; “Sonra kitabı, kullarımdan seçtiklerimize miras bıraktık.” (Fâtır/32) ayetinin anlamını bana söyleyin, dedi.

          Alimler: Allah-u Teala bu ayette bütün ümmeti kastetmiştir.

          Memun: Ya Ebel Hasan! Sizin görüşünüz nedir?

          İmam (a.s): Onlarla aynı görüşte değilim. Bana göre Allah-u Teala bu ayette Peygamber (s.a.a)’in temiz itretini kastetmiştir.

          Memun: Allah-u Teala nasıl ümmeti değil de sadece Peygamber (s.a.a)’in itretini kastetmiştir?

          İmam (a.s): Eğer ümmeti kastetmiş olsaydı, onların hepsinin cennet ehli olmaları gerekirdi. Zira Allah (üstteki ayetin devamında) şöyle buyuruyor: “Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır, öne geçer. İşte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsandır.” Daha sonra hepsini cennet ehli olarak şöyle tanıtmıştır: “Ebedi olan Adn cennetlerine girerler, orada altın bileziklerle süslenirler.” (Fâtır/33) Bu nedenledir ki miras, tertemiz itrete mahsustur, başkalarına değil.

          Memun: Tertemiz itret kimlerdir?

          İmam (a.s): Onlar Allah-u Teala’nın kendi kitabında şu şekilde vasfettiği kimselerdir: “Ancak ve ancak Allah, siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit ricsi (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzap/33) Yine onlar, Resulullah (s.a.a)’in haklarında şu şekilde buyurduğu kimselerdir: “Ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum; Allah’ın kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt’imi. Bilesiniz ki bu ikisi, havuzun başında bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar. Öyleyse benden sonra bu ikisi hakkında nasıl davranacağınıza dikkat edin. İnsanlar! Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın. Zira onlar, sizden daha alimdirler.”

          Alimler: Ey Ebul Hasan! Acaba “itret” dediğin “Âl”in kendisi midir, yoksa diğer kimseleri de kapsıyor mu?

          İmam (a.s): Onlar “Âl”in ta kendileridirler.

          Alimler: Resulullah (s.a.a)’den “Ümmetim benim Âl’imdir” diye nakledilmektedir. Ashap da inkâr edilmeyecek müstefîz (çeşitli kanallardan naklolunmuş) rivayette “Muhammed’in Âl’i, onun ümmetidir” demişlerdir.

          İmam (a.s): Bana söyleyiniz; acaba sadaka (farz zekât) Âl-i Muhammed’e haram mıdır?

          Alimler: Evet, haramdır.

          İmam (a.s): Sadaka bütün ümmete de haram mıdır?

          Alimler: Hayır.

          İmam (a.s): İşte “Âl” ve “ümmet” arasındaki fark budur. Yazık sizlere! Nereye götürülüyorsunuz? Kur’an’dan yüz mü çevirdiniz? Yoksa haddi aşan bir kavim misiniz? Acaba veraset ve taharetin (miras ve tathirin) hidayet bulmuş seçkinler hakkında olup başkaları hakkında olmadığını biliyor musunuz?

          Alimler: Ey Ebul Hasan! Bu konuyu neye dayanarak diyorsunuz?

          İmam (a.s): Şu ayete: “Ve andolsun ki biz, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, soylarına da peygamberlik ve kitap verdik, öyle iken onlardan doğru yolu bulanlar var ve çoğuysa fasıktırlar.” (Hadid/26) Sonuçta, nübüvvet ve kitap mirası fasıklara değil, hidayet olmuşlara mahsus oldu. Nuh’un rabbinden şöyle bir istekte bulunduğunu biliyor musunuz: “De ki: Rabbim, şüphe yok ki oğlum, ehlimdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen de hakimlerin hakimisin.” (Hud/45) Bu dileğin sebebi şuydu ki Allah (c.c) ona, kendisini ve ehlini (ailesini) kurtaracağına dair vaatte bulunmuştu. Rabbi de cevabında şöyle buyurdu: “Ey Nuh! O, kesin olarak senin ehlinden değil. Çünkü o, kötü bir iş yapmıştır. Artık bilmediğin şeyi isteme benden. Şüphe yok ki ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt vermedeyim.” (Hud/46)

          Memun: Acaba Allah (c.c), itreti diğer insanlardan üstün mü kılmıştır?

          İmam (a.s): Allah (c.c) itretin diğer insanlardan üstünlüğünü kitabında açıklamıştır.

          Memun: Kur’an’ın neresinde?

          İmam (a.s): Şu ayette: “Şüphe yok ki Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu seçti, alemlere üstün etti. Birbirlerinden türemiş bir soydur onlar ve Allah işiten ve bilendir.” (Âl-i İmran/33-34) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: “Yoksa Allah’ın lütfedip insanlara ihsan ettiği şeylere haset mi ediyorlar? Gerçekten de biz, İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir saltanat ihsan ettik.” (Nisa/54) sonra bu ayetin ardından diğer müminlere hitap ederek şöyle buyurmuştur: “Ey inananlar! Allah’a, Peygamber’e ve içinizden emir sahiplerine itaat edin” (Nisa/59) Yani kitap ve hikmetle birleştirdiği (kitap ve hikmeti onlara miras olarak verdiği) kimselere itaat edin. İşte bu iki mirastan dolayı onlara haset edildi. Öyleyse şu ayetten: “Yoksa Allah’ın lütfedip insanlara ihsan ettiği şeylere haset mi ediyorlar? Gerçekten de biz, İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir mülk (saltanat) ihsan ettik” maksat, tertemiz olan seçkinlere itaat etmektir. Ayette mülkten kasıt da onlara itaat etmektir.

          Alimler: Anlatınız bize; acaba Allah (c.c) seçkinleri kitabında açıklamış mıdır?

          İmam (a.s): Allah-u Teala, bâtın hariç, zahirde de Kur’an’ın oniki yerinde seçkinleri açıkça beyan etmiştir. Bu, Kur’an’ın tefsirlerinin dışında kalan, bâtınında ve tevilinde olan miktardır.

          Birinci ayet şudur: “En yakın akrabalarını (ve ihlas sahibi yakınlarını) korkut.” (Şuarâ/214) Bu ayet Ubey bin Kâb’ın kıraatinde böyledir (yani “ve ihlas sahibi yakınlarını” cümlesi de ilave edilmiştir). Bu, Abdullah bin Mesud’un mushafında da sabittir. Allah-u Teala’nın bu ayette Hz. Peygamber’in Âl’ini kaydetmesi ve onu peygamberine zikretmesi (onlar için) yüksek bir makam, büyük bir fazilet ve yüce bir şereftir.

          İkinci ayet de şudur: “Ancak ve ancak Allah, siz Ehl-i Beyt’ten ricsi (her çeşit günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzap/33) Bu ayet de katı düşmanın dışında kimsenin habersiz olmadığı ve inkâr etmediği bir fazilettir. Çünkü taharetten (tertemiz olmaktan) daha üstün bir fazilet düşünülemez.

          Üçüncü ayet: Allah-u Teala yaratıklarından tertemiz olanları ayırdığında mübarek ayetinde peygamberine onlarla beraber mübahele (lânetleşme) yapmaya gitmesini emrederek şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Artık sana gelen bunca ilimden sonra da gene bu hususta seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra da dua edelim ve Allah’ın lânetini yalancıların üstüne kılalım.” (Âl-i İmran/61) Bu ilahi emirden sonra Resulullah (s.a.a) Ali, Hasan, Hüseyin, ve Fâtıma’yı (Allah’ın salâtı ve selamı onlara olsun) dışarı çıkarıp onları kendi yanına aldı. Ayette geçen “kendimiz” ve “kendiniz” ibaretinin anlamını biliyor musunuz acaba?

          Alimler: Allah-u Teala onunla Peygamber’in kendisini kastetmiştir.

          İmam (a.s): Yanıldınız; çünkü Allah-u Teala onunla Ali bin Ebu Talib (a.s)’ı kastetmiştir. Bunun delillerinden birisi Resulullah (s.a.a)’in şu sözüdür: “Ya Velîaoğulları bu işlerinden vazgeçecekler, ya da kendim gibi birisini (onlara karşı koymak için) göndereceğim.” Yani Ali bin Ebu Talib (a.s)’ı. Ayetteki “oğullar”dan kasıtsa Hasan ve Hüseyin (a.s)’dır. “Kadınlar”dan kasıt da Fâtıma (s.a)’dır. İşte bu, hiç kimsenin o fazilette onlardan öne geçemeyeceği bir özelliktir. Hiç kimsenin o özellikte onlara ulaşamayacağı bir üstünlüktür ve hiçbir yaratığın o üstünlükte onları geçemeyeceği bir şereftir. Çünkü Hz. Peygamber, Ali’nin nefsini (kendisini) kendi nefsi saymıştır. Bu da üçüncü ayettir.

          Dördüncü ayet: Peygamber (s.a.a) itretinin dışında herkesi camiden dışarı çıkardı. Bu duruma halk ve Abbas itiraz edip şöyle dediler: “Ey Allah’ın resulü! Neden Ali’yi bırakıp da bizi çıkardın?” Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular: “Onu orada bırakıp sizi çıkaran ben değilim, bunu Allah (c.c) böyle yapmıştır.”[42] İşte bu söz, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye buyurduğu “Ey Ali! Sen bana nispetle, Hârun’un Mûsa’ya olan nispeti gibisin” hadisini de aydınlatıyor.

          Alimler: Bu mevzu Kur’an’ın neresinde geçiyor?

          İmam (a.s): Bu konuda size Kur’an’dan delil getirip okuyacağım.

          Alimler: Getirin!

          İmam (a.s): Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Mûsa’ya ve kardeşine; Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yapın (onları kıbleye yöneltin)...diye vahyettik.” (Yûnus/87) Bu ayet, Hârun’un Mûsa’nın yanındaki ve Hz. Ali’nin de Peygamber (s.a.a)’in nezdindeki makamını beyan etmektedir. Bununla beraber Peygamber (s.a.a)’in şu sözünde de (Ehl-i Beyt’inin üstünlüğüne dair) apaçık bir delil vardır: “Bu mescide Muhammed ve Âl-i Muhammed hariç, hiç kimsenin cünüp ve hayız olarak girmesi caiz değildir.”

          Alimler: Ey Ebul Hasan! Bu beyan siz Ehl-i Beyt’ten başkası yanında bulunmaz.

          İmam (a.s): Resulullah (s.a.a): “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim şehrini dileyen onun kapısından gelmelidir” buyururken bizim bu mevkiimizi kim inkâr edebilir? Açıklayıp izah ettiğim sözlerdeki (mevcut olan) fazilet, şeref, üstünlük, seçkinlik ve temizliği inatçı düşmanlardan başka hiç kimse inkâr etmez. Bu makamdan dolayı Allah’a şükürler olsun. Bu da dördüncüsüdür.

          Beşinci ayet: “Akrabalarının hakkını ver.” (İsra/26) Bu, aziz ve cebbar olan Allah’ın Ehl-i Beyt’e mahsus kıldığı bir özelliktir. Allah-u Teala onları bütün ümmetten seçkin kılmıştır. Bu ayet Resulullah’a nazil olduğunda Fâtıma (s.a)’yı yanına çağırdılar. Fâtıma (s.a) geldiğinde Resulullah (s.a.a): “Ey Fâtıma!” diye buyurdu. Fâtıma (s.a); “Emredin ey Allah’ın resulü!” dedi. Resulullah buyurdular ki: “Şu Fedek, savaşsız elde edilen ganimetler arasındadır. Bu yüzden (Allah’ın hükmüne göre) bana aittir; başkalarının onda hakları yoktur. Şimdi Allah (c.c) emrettiği için onu sana bağışladım. Öyleyse onu kendin ve evlatların için al.” Bu da beşincisidir.

          Altıncı ayet: Allah-u Teala’nın buyurmuş olduğu şu ayettir: “De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim ancak yakınlarıma sevgidir.” (Şûra/23) Bu, kıyamet gününe dek Peygamber (s.a.a)’e, bir de onun Âl’ine mahsus olan bir özelliktir; diğer kimselere değil. Çünkü Allah-u Teala Kur’an’da Nuh (a.s)’dan şöyle dediğini naklediyor: “Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum; benim ecrim ancak Allah’a aittir ve ben, inananları kovacak da değilim. Şüphe yok ki onlar, rablerine kavuşacaklar. Fakat ben, sizi cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.” (Hud/29) Allah-u Teala Hud’dan da şöyle naklediyor: “De ki: Ey kavmim; ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim ancak beni yaratana ait, hâla akıl etmeyecek misiniz?” (Hud/51) Ama Allah-u Teala Peygamberi Muhammed (s.a.a)’e şöyle buyurmuştur: “De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, isteğim ancak yakınlarıma sevgidir.” (Şûra/23) Allah (c.c) onların kesinlikle dinden uzaklaşmayacaklarını ve hiçbir zaman sapıklığa yönelmeyeceklerini bildiğinden dolayı onların sevgisini ve dostluğunu farz kılmıştır. Onları sevmenin farz olmasının diğer delili de şu ki; olabilir ki bir insan, birisini sever ama, ailesinden bazıları onunla düşman olduğu için onu tam kalpten, ihlasla sevemez. Allah-u Teala da Resulullah’ın kalbinde müminlere karşı hiçbir kırgınlık olmasını istemediği için Resulullah (s.a.a)’in akrabalarının sevgisini müminlere farz kıldı. Öyleyse kim bu farza uyarak Resulullah (s.a.a)’i ve onun Ehl-i Beyt’ini severse Resulullah (s.a.a) artık ona kin beslemez; kim de bu vazifeyi terk edip ona amel etmez ve Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine kin güderse Resulullah (s.a.a)’in de ona kin gütmesi gerekli olur. Çünkü böyle birisi, Allah’ın farz kıldığı şeylerden birini terk etmiştir. Şimdi bundan daha üstün veya bunun ayarında olabilecek herhangi bir fazilet ve şeref var mıdır?...

          Yedinci ayet de şudur: “Şüphe yok ki Allah ve melekleri, salât ederler Peygamber’e. Ey inananlar! Siz de ona salât edin ve selam verin.” (Ahzap/56) Bu ayet nazil olduğunda halk; “Ey Allah’ın resulü! Sana selam vermeyi biliyoruz, fakat sana salât nasıl olur?” diye sordular. Resulullah (s.a.a) buyurdular ki, şöyle diyeceksiniz: “Allahumme salli ala Muhammedin ve Âl-i Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala Âl-i İbrahim, inneke hamidun mecîd” (Allah’ım! İbrahim’e ve Âl’ine salât ettiğin gibi, Muhammed ve Âl-i Muhammed’e de salât eyle. Şüphesiz sen hamit ve mecitsin.) Şimdi bu konuda ey cemaat, aranızda bu söz hususunda bir ihtilaf var mıdır?” Oradakiler hep birlikte “Hayır” dediler...

          Memun: Andolsun ki, bu noktanın izah ve beyanının ancak nübüvvet madeninde olabileceğini anlamış oldum.

          İmam (a.s): Sekizinci ayet de şudur: “Ve iyice bilin ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeyin beşte biri, muhakkak Allah’ın, Peygamber’in ve zilkurbânın (yakınların)dır.” (Enfal/41) Allah-u Teala bu tarz beyanıyla yakınların (Peygamber (s.a.a)’in yakınlarının) payını, kendi payıyla Resulullah’ın payına yanaştırmıştır. Bu da “Âl” ile ümmet arasında bir çeşit farklılıktır. Çünkü Allah-u Teala “Âl”i (Ehl-i Beyt’i) bir mevkide, diğer insanları da ondan aşağıdaki bir mevkide karar kılmıştır. Kendisi için beğendiğini onlar için de beğenmiştir ve bu konuda onları seçmiştir. İlk önce kendisinden başlamış, sonra peygamberini ve ardından da Peygamber (s.a.a)’in yakınlarını zikretmiştir. Fey, ganimet vs. şeylerden kendisi için beğendiği şeyi onlar için de beğenmiştir. Nitekim (humus ayetinde) şöyle buyurmuştur: “Ve bilesiniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri, mutlaka Allah’ın, Peygamber’in ve zilkurbânın (yakınların)’dır.” (Enfal/41) İşte bu ayet, Allah’ın nâtık kitabında kıyamete kadar onlar için bâki kalacak vurgulanmış bir beyan ve eserdir.

          O öyle bir kitaptır ki, “Bâtıl ona önünden de, arkasından da yaklaşamaz. (Çünkü) hüküm ve hikmet sahibi olan ve çok övülen (Allah) tarafından indirilmiştir.” (Fussilet/42)

          Ama ayetin devamında zikredilen “yetimler ve yoksullar”a gelince; (onların durumları yakınlardan farklıdır; çünkü) yetimin yetimliği ortadan kalkınca (baliğ olunca) ganimetler hükümden (humus sahipleri sırasından) çıkar ve onun için bir pay olmaz. Yoksul da öyledir; o da zengin olduğunda ganimetlerden onun için bir pay olmaz, ganimeti almak da onun için helal değildir. Ama “zilkurbâ”nın (yakınların) payı; ister zengin olsun, ister fakir, kıyamete dek onlar için sabittir. Çünkü Allah’tan ve Resulünden daha zengin olan bir kimse yoktur. Buna rağmen kendisi ve resulü için bir pay ayırmıştır. Kendisine ve resulüne beğendiği şeyi zilkurbâ (yakınlar) için de beğenmiştir.

          Böylece fey (savaşmadan elde edilen mal) hakkında da kendisi ve peygamberi için isteyip razı olduğu şeyi zilkurbâ için de istemiştir. Nitekim, ganimette de onlar için pay ayırmıştır. İlk olarak kendi hakkını, sonra resulünün hakkını, ardından da zilkurbânın hakkını zikretmiştir. Onların payını Allah ve resulünün payı ile birlikte saymıştır.

          İtaat konusunda da durum aynıdır. Allah-u Teala buyurmuştur ki: “Ey inananlar! Allah’a, Peygamber’e ve içinizden emir sahiplerine itaat ediniz.” (Nisa/59) Allah (c.c) bu ayette de kendisiyle başlamış, sonra peygamberini ve ardından da onun Ehl-i Beyt’ini zikretmiştir. Velayet ayetinde de durum aynıdır: “Sizin veliniz (yetki sahibiniz) ancak Allah’tır, onun resulüdür, namaz kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir.” (Maide/55)

          Allah-u Teala ganimet ve feyde, kendi payıyla Peygamber’in payını, onların payı ile birlikte zikrettiği gibi, onların itaat ve velayetlerini de Peygamber ve kendisinin itaat ve velayetiyle yanaştırarak birlikte zikretmiştir. Allah-u Teala’nın Ehl-i Beyt’e olan bu nimeti ne kadar da büyüktür.

          Ama sadaka (zekât) meselesi geldiğinde Allah-u Teala hem kendisini, hem resulünü, hem de resulünün Ehl-i Beyt’ini ondan münezzeh kıldı ve şöyle buyurdu: “Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kalpleri (İslam’a) ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmışlar içindir.” (Tevbe/60)

          Acaba bu söylenenler arasında Allah-u Teala’nın kendisi, resulü ve zilkurbâ (yakınlar) için bir pay zikrettiğini bulabilir misiniz? Tenzih etme sırası geldiğinde kendisini, resulünü ve resulünün Ehl-i Beyt’ini sadaka (farz zekât)’dan münezzeh kıldı; hatta sadakayı onlara haram bile etti. Çünkü sadaka Muhammed (s.a.a)’e ve onun Ehl-i Beyt’ine haramdır. Sadaka (zekât), gerçekte insanların (malının) kiri olduğu için onlara helal değildir; zira onlar her çeşit kötülük ve kirden münezzeh kılınmışlardır. Allah-u Teala onları tertemiz kılıp seçtiğinde, kendisine beğendiği bir şeyi onlar için de beğendi ve kendisine beğenmediği bir şeyi onlar için de beğenmedi.

          Dokuzuncu ayet: Biz Kur’an’ın buyurduğu zikir ehliyiz. Zira Kur’an şöyle buyurmuştur: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun.” (Nahl/43) İşte zikir ehli bizleriz; o halde bilmiyorsanız bizden sorun.

          Alimler: Allah bu ayetten Yahudî ve Hıristiyanları kastetmiştir.

          İmam (a.s): Süphanallah! Böyle bir şey mümkün mü? Bu durumda onlar bizi kendi dinlerine çağırır ve “Bizim dinimiz İslam dininden daha üstündür” derler.

          Memun: Ey Ebul Hasan! Onların dediklerinin aksini ispatlayacak bir açıklamanız var mıdır?

          İmam (a.s): Evet; zikir, Resulullah (s.a.a)’dir ve biz de zikrin (onun) ehli (ailesi)’yiz. Bu konu Talak suresinde apaçık gelmiştir. Allah orada şöyle buyuruyor: “Artık çekinin Allah’tan ey aklı başında olanlar; ey iman edenler, andolsun ki Allah, size zikir olan bir peygamberi göndermiştir ki, Allah’ın apaçık ayetlerini okumaktadır size.”

          Bu ayetteki zikir, Resulullah (s.a.a)’dir ve biz de onun ehli (ailesi)’yiz. Bu da dokuzuncusudur.

          Onuncu ayet: Nisa suresindeki şu tahrim ayetidir: “Anneleriniz, kızlarınız ve kızkardeşleriniz... Size haram kılındı.” (Nisa/23) Şimdi söyleyiniz eğer şu an Resulullah (s.a.a) hayatta olmuş olsalardı, benim kızım ve oğlumun kızı yahut benim neslimden olan diğer kızlarla evlenmesi doğru olur muydu?

          Alimler: Hayır, olmazdı.

          İmam (a.s): Söyleyin bakalım, eğer Resulullah hayatta olsaydı sizin kızlarınızla evlenebilir miydi?

          Alimler: Evet, evlenebilirdi.

          İmam (a.s): İşte bunun kendisi, benim o hazretin Âl’inden olduğuma bir delildir, sizin değil. Eğer siz onun Âl’inden olsaydınız, benim kızlarımın o hazrete haram olduğu gibi sizin kızlarınız da ona haram olurdu. Demek ki ben, onun Âl’indenim, siz ise onun ümmetindensiniz. İşte bu, Âl ve ümmet arasındaki başka bir farktır. Çünkü Âl (Ehl-i Beyt), ondandır, fakat böyle olmadığına göre ondan değildir. Bu da onuncusudur.

          Onbirinci ayet de Mümin suresinde bulunan şu ayettir: “Firavun ailesinden imanı gizlemekte olan mümin bir adam dedi ki: Siz, benim rabbim Allah’tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır.” (Mümin/28)

          Bu adam Firavun’un dayısının oğluydu. Allah (c.c) onu soyundan dolayı Firavun’a nispet etmiştir, dininden dolayı değil. Böylece biz de doğum yönünden Hz. Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inden olduğumuzdan soy yönünden özelleştirilmişiz, ama din yönünden bütün insanlar gibi sayılmışız. Bu da Âl ve ümmet arasındaki diğer bir farktır. Bu da onbirincisidir.

          Onikinci ayet de şudur: “Ve ehline namazı emret ve kendin de ona (namaza) karşı sabırlı ol.” (Tâha/132) Allah-u Teala bizi bu özellikle ayrıcalıklı saymıştır (üstün kılmıştır). Çünkü (bir defasında) bize ümmet ile beraber namazı emretmiş, daha sonra bize (Peygamberle birlikte namazı emrederek) üstün kılmıştır, ümmeti değil. Resulullah (s.a.a) bu ayet nazil olduktan sonra dokuz ay boyunca her gün beş defa namaz vakitlerinde Ali ve Fâtıma (s.a)’nın kapısına gelerek şöyle buyurdu: “Namaza! Allah size rahmet etsin!” Allah-u Teala, peygamberlerin evlatlarından hiç kimseye, bize ikram ettiği derecede ikram etmemiştir; peygamberler ailesinden sadece bizi has kılmıştır.

          Memun ve alimler: Allah bu ümmet tarafından siz Ehl-i Beyt’e hayır (mükâfat) versin. Biz müphem meselelerin gerekli açıklama ve izahını ancak sizin nezdinizde bulabiliyoruz.
          [/li]

        Yorum

        YUKARI ÇIK
        Çalışıyor...
        X