Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kuran ve cagdas Bilim

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #91
    Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

    degilmi

    insan sasiyor


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #92
      Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

      [color=rgb(185, 0, 0)]İKİNCİ MESELE-İ MÜHİMMEDİR:[/color]
      1- ilâ âhir. -2-Şu âyet-i kerime gibi müteaddit âyetler, semâvâtı yedi semâ olarak beyan ediyor. İşârâtü'l-İ'câz tefsirinde, esk-i Harb-i Umumînin birinci senesinde cephe-i harpte ihtisar mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiğimiz o meselenin yalnız bir hülâsasını yazmak münasiptir. Şöyle ki:
      Eski hikmet, semâvâtı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer'îde Arş ve Kürs'ü yedi semâvât ile beraber kabul edip acip bir suretle semâvâtı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhi hükemasının şâşaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hattâ, çok ehl-i tefsir, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur'ân-ı Hakîmin i'câzına bir derece perde çekilmişti.
      Ve hikmet-i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur ve ubûra ve hark ve iltiyâma kabil olmayan, semâvat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semâvâtın vücudunu adeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip, hakikati tamamıyla gösterememişler.
      Kur'ân-ı Hakîmin hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp, hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-i Zülcelâl yedi kat semâvâtı halk etmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi semâ içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadiste -3- denilmiş. Yani, "Semâ, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir."

      [color=rgb(80, 48, 16)]İşte bu hakikat-i Kur'âniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mânâ ile gayet muhtasar bir surette ispat edeceğiz.[/color]
      [color=rgb(80, 48, 16)]Birinci kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki "esir" dedikleri madde ile doludur.[/color]
      [color=rgb(80, 48, 16)]İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.[/color]
      [color=rgb(80, 48, 16)]Üçüncüsü: Madde-i esiriye, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.[/color]
      [color=rgb(80, 48, 16)]Dördüncüsü: Ecrâm-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki, o ulvî âlemlerin tabakatında muhalefet var. Meselâ, Nehrüssemâ ve [/color]Kehkeşan[color=rgb(80, 48, 16)] namıyla maruf, Türkçe Samanyolu tabir olunan, bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o [/color]Kehkeşan[color=rgb(80, 48, 16)]daki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sadık bir hads ile, manzume-i şemsiyenin tabakasına muhalefeti görünüyor. Ve hâkezâ, yedi manzumat ve yedi tabaka birbirine muhalif bulunması, his ve hads ile derk olunur.[/color]
      [color=rgb(80, 48, 16)]Beşincisi:[/color] Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki, bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnuat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur. Meselâ, elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem remad, yani hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüt ediyor. Hem meselâ ateş teşekküle başladığı vakit, hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ müvellidülmâ, müvellidülhumuza ile mezc edildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki, bir madde-i vâhidde teşkilât düşse, tabakata ayrılıyor. Öyleyse, madde-i esiriyede kudret-i fâtıra teşkilâta başladığı için, elbette ayrı ayrı tabaka olarak sırrıyla yedi nevi semâvâtı ondan halk etmiştir.
      [color=rgb(80, 48, 16)]Altıncısı:[/color] Şu mezkûr emâreler, bizzarure, semâvâtın hem vücuduna, hem taaddüdüne delâlet ederler. Madem kat'iyen semâvat müteaddittir. Ve Muhbir-i Sadık, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın lisanıyla yedidir der. Elbette yedidir.
      [color=rgb(80, 48, 16)]Yedincisi:[/color] Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabirat, üslûb-u Arabîde kesreti ifade ettiği için, o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakaları hâvi olabilir.
      [color=rgb(80, 48, 16)]Elhasıl:[/color] Kadîr-i Zülcelâl, esir maddesinden yedi kat semâvâtı halk edip tesviye ederek, gayet dakik ve acip bir nizamla tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer' edip ekmiştir. Madem Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan umum ins ve cinnin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin herbir tabakası, herbir âyât-ı Kur'âniyeden hissesini alacak ve âyât-ı Kur'âniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek surette, ayrı ayrı ve müteaddit mânâları zımnen ve işareten bulunacaktır.
      Evet, hitâbât-ı Kur'âniyenin vüs'ati ve maânî ve işârâtındaki genişliği ve en âmî bir avamdan en has bir havassa kadar derecât-ı fehimlerini mürâât ve mümâşât etmesi gösterir ki, herbir âyetin herbir tabakaya bir veçhi var, bakıyor. İşte bu sırra binaen, "yedi semâvat" mânâ-yı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif yedi kat mânâyı fehmetmişler. Şöyle ki: âyetinde, kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, havâ-yı nesîmînin tabakatını fehmeder.
      Ve kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enâmda "seb'a-i seyyare" ile meşhur yıldızları ve medarlarını fehmeder.
      Daha bir kısım insanlar, küremize benzer zevilhayatın makarrı olmuş semâvî yedi küre-i âharı fehmeder.
      Diğer bir taife-i beşeriye, manzume-i şemsiyenin yedi tabakaya ayrılmasını, hem manzume-i şemsiyemizle beraber yedi manzumât-ı şümusiyeyi fehmeder.
      Daha diğer bir taife-i beşeriye, madde-i esiriyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder.
      Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp bütün görünen gökleri bir semâ sayıp, onu bu dünyanın semâsıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semâvat var olduğunu fehmeder.
      Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise, semâvât-ı seb'ayı âlem-i şehadete münhasır görmüyor; belki avâlim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semâvâtın var olduğunu fehmeder.
      Ve hâkezâ, bu âyetin külliyetinde, mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat mânâları gibi daha çok cüz'î mânâları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semâviyeden herkes rızkını bulur.
      Madem o âyetin böyle pek çok sadık mâsadakları var. Şimdiki akılsız filozofların ve serseri kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semâvat bahanesiyle böyle âyete taarruz etmesi, haylâz ahmak çocukların semâvattaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer. Çünkü âyetin mânâ-yı küllîsinden birtek mâsadak sadıksa, o küllî mânâ sadık ve hak olur. Hattâ vâkide bulunmayan, fakat umumun lisanında mütedâvil bulunan bir ferdi, umumun efkârını mürâât için o küllîde dahil olabilir.

      Bediüzzaman Said Nursi- 12 Lema Sayfa 72

      [color=rgb(255, 255, 255)]Lemalar | On İkinci Lem´a | 72[/color]
      Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
      Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

      Yorum


        #93
        Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

        "...Allah'in gökten rizik (sebebini) indirip, onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgarlari yöneltmesinde, aklini kullanan kimseler icin isaretler vardir" (casiye 5)
        Bu son ayette, muhtevanin da gösterdigi üzere, verildigi bildirilen rizik, gökten indirilen sudur. baska yerde ise, yagmur düzenini yöneten rüzgarlarin degismesi üzerinde durulur.

        "Gökten bir su indirdi de dereler kendi ölcüsünce (o su ile ) caglayip akti. sel, üste cikan köpügü yüklenip götürdü..." (rad 17)

        "De ki: baksaniza (sabahin birinde ) eger suyunuz cekilse, size kim bir akarsu getirebilir?" (mülk 30)

        "Görmedin mi allah gökten bir su indirdi, onu yerin icindeki kaynaklara gecirdi. sonra onunla cesitli renklerde ekin cikariyor..." (zümer 21)

        "Orada hurma ve üzüm bahceleri yarattik; iclerinde pinarlar fiskirttik" (yasin 34)

        Kaynaklarin önemi ve onlarin, kaynaklara yönelen yagmur sulariyla bslenmeleri, bu son üc ayette vurgulaniyor. bu mesele münasabetiyle, Aristo'nun telakkileri gibi, orta caga hakim olan anlayislar hatirlatilmaya deger. Onlara göre kaynaklar, yeralti gölleriyle besleniyordu. Milli Kir, Su ve Orman mühendisligi okulunda profesör olan M.R. remenieras, Encyclopedia universalisteki "hydrologie" makalesinde, hidrolojinin belli basli asamalarini anlatir ve eski insanlarin, özellikle orta dogulularin sulama alanindaki üstün claismalarini bildirir. Onlara ampirizmin hakim oldugunu, o zamanin fikirlerinin yanlis anlayislardan kaynaklandigini kaydeder, ve devamla söyle der: "sirf felsefi telakkilerin, yerlerini hidrolojik olaylarin objektif gözlemine dayanan arastirmalara birakmasi icin, Rönesansi (yaklasik olarak 1400-1600 yillari arasindaki dönemi) beklemek gerekecektir. Leonardo da vinci (1452-1519), Aristonun fikirlerine karsi cikar. Bernard Palissy, Discours admirable de la nature des eaux et fontaines... (sularin ve hem tabii hem de suni cesmelerin mahiyeti hakkinda hayranlik verici nutuk) adli, pariste 1570'te yayinladigi eserinde, suyun dolasimini, özellikle kaynaklarin yagmur sulariyla beslendigini söyleyerek dogru bir sekilde izah eder"


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #94
          Ynt: Kuran ve cagdas Bilim


          [color=rgb(169, 0, 0)]Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehem[/color]

          Meselâ, tıp bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikati Hakîm-i Mutlakın Şâfî ismine dayanıp, eczahâne-i kübrâsı olan rûy-i zeminde Rahîmâne cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıp, kemâlâtını bulur, hakikat olur.
          Meselâ, hakikat-i mevcudâttan bahseden hikmetü'l-eşya, Cenâb-ı Hakkın (Celle Celâlühü) ism-i Hakîm'inin tecelliyât-ı kübrâsını Müdebbirâne, Mürebbiyâne, eşyada, menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla, şu hikmet, hikmet olabilir. Yoksa, ya hurâfâta inkılâb eder ve mâlâyâniyât olur veya felsefe-i tabiiye misillü, dalâlete yol açar.
          İşte sana üç misâl; sâir kemâlât ve bu bu üç misâle kıyas et.
          İşte, Kur'ân-ı Hakîm, şu âyetle, beşeri şimdiki terakkiyâtında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek "Haydi, arş ileri!" diyor. Bu âyetin hazîne-i uzmâsından şimdilik bu cevherle iktifâ ederek, o kapıyı kapıyoruz.

          Sözler Yirminci Söz 238
          Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
          Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

          Yorum


            #95
            Ynt: Kuran ve cagdas Bilim


            Hem meselâ, hâtem-i dîvân-ı nübüvvet; ve bütün enbiyânın mu'cizeleri onun dâvâ-i risâletine birtek mu'cize hükmünde olan enbiyânın serveri; ve şu kâinatın mâbihi'l-iftihârı; ve Hazret-i Âdem'e (Aleyhisselâm) icmâlen tâlim olunan bütün esmânın bütün merâtibiyle tafsilen "Mazharı" Aleyhissalâtü Vesselâm; yukarıya Celâl ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya Cemâl ile indirmekle yine o parmağından Kevser gibi su akıtan ve bin mu'cizât ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın mu'cize-i kübrâsı olan Kur'ân-ı Hakîmin vücûh-u i'câzının en parlaklarından olan hak ve hakikate dâir beyânâtındaki cezâlet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üslûblarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden,
            gibi çok âyât-ı beyyinâtla ins ve cinnin enzârını şu mu'cize-i ebediyenin vücûh-u i'câzından en zâhir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip, azîm bir teşvik ile, şiddetli bir terğib ile dost ve düşmanları, onu tanzîre ve taklide, yani nazîrini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor; hem öyle bir sûrette o mu'cizeyi nazargâh-ı enâma koyuyor. Güyâ insanın bu dünyaya gelişinden gâye-i yegânesi, o mu'cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip, ona bakarak, netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir.
            Elhâsıl: Sâir enbiyâ Aleyhimüsselâmın mu'cizâtları, birer havârik-ı san'ata işaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın mu'cizesi ise, esâsât-ı san'at ile beraber, ulûm ve fünûnun, havârik ve kemâlâtının fihristesini bir sûret-i icmâlîde işaret ediyor ve teşvik ediyor.Ammâ, mu'cize-i kübrâ-i Ahmediye (a.s.m.) olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân ise, tâlim-i Esmânın hakikatine mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ulûm ve fünûnun doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemâlâtı ve saâdâtı vâzıhan gösteriyor; hem pek çok azîm teşvîkâtla, beşeri onlara sevk ediyor.Hem öyle bir tarzda sevk eder, teşvik eder ki, o tarz ile şöyle anlattırıyor: "Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezâhür-ü Rubûbiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniyedir; ve insanın gâye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlât ile yetişmektir."Hem öyle bir sûrette ifade ediyor ki, o ifade ile şöyle işaret eder ki: "Elbette nev-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir."Sözler Yirminci Söz 239
            Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
            Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

            Yorum


              #96
              Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

              yagmur ve dolu, Nur suresinin 43. ayetinin konusunu teskil eder:

              "görmedin mi Allah bulutlari sürer, sonra onlarin arasini telif eder (bulutlari birbirine gecirerek aralarindaki bosluklari doldurur), sonra onlari birbiri üstüne yigar, arasindan yagmurun ciktigini görürsün. yukaridan, oradaki daglar (gibi bulut parcalarindan) bir dolu indirir de onunla diledigini vurur (ziyana ugratir), dileidginden de onu öteye cevirir (ona refakat eden) simseginin pariltisi nerdeyse gözleri alir"

              gelecek parca (vakia suresi 68-70) aciklamaya deger:
              "ictiginiz suyu düsündünüzmü? siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren bizmiyiz? dileseydik onu tuzlu yapardik. sükretmeniz gerekmezmi?"

              Tabiatta tatli olan bir suyu, Allah'in, dilemis olsaydi tuzlu ve aci yapacagini bildirmek, ilahi kudreti anlatma tarzlarindan biridir. insanin, buluttan yagmur indiremeyecegine dair meydan okuma da, yine ayni mutlak kudreti hatirlatmanin bir baska yoludur. bunlardan birincisi sirf bir latife ise, -teknigin suni olarak yagmur yagdirmaya imkan verdigi cagdas dönemde- ikincisi de böyle sayilmak gerekmez mi? insanligin yagmur celbetme imkani, kuranin bildirdigine aykiri olabilirmi?



              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #97
                Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                Durum böyle degildir, zira öyle anlasiliyor ki, bu alanda insanligin imkanlarinin sinirlarini göz önünde tutmak gerekir.
                Milli meteoroloji kurumunda yüksek mühendis olan M.A Facy, Encyclopedia universalis'te yazdigi "yagislar" makalesinde sunlari yaziyor: "Bir yagmur bulutu özelliklerini ortaya koymayan, yahut henüz (olgunluk bakimindan) uygun bir gelisme derecesine varmamis olan bir buluttan, hicbir surette yagmur indirilemez" su halde insanin yapabilecegi tek sey, tabii sartlari, zaten tamamlanip gerceklesmis olan yagmur sürecini, elverisli teknik imkanlar sayesinde cabuklastirmaktan ibarettir. eger durum baska türlü olsaydi, pratikte kurakligin ortadan kalkmis olmasi gerekecekti. bunun böyle olmadigi da meydandadir. güzel havaya ve yagmura hakim olmak, yine de, bir hayal olarak kalmaya devam ediyor.


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #98
                  Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                  Insan, tabiatta suyun dolasimini saglayan, yerlestirilmis bu deveran nizamini, kendi keyfine göre durduramaz. Bu deveran nizamini, cagdas hidrolojinin bildirdiklerine göre su sekilde özetleyebiliriz:

                  Günes isisi, acik denizlerin ve yeryüzünün su ile kapli veya islak olan bütün yüzeylerinin buharlasmasina sebep olur. Böylece cikan su buhari, atmosferde yükselir ve yogunlasmak suretiyle, orada bulutlari olusturur. O zaman bu sekilde meydana gelmis olan bulutlari, degisik uzakliklara sevketmek üzere, rüzgarlar ise müdahale ederler. bu bulutlar bazen yagmur vermeksizin kaybolurlar; bazen daha büyük yogunlasmalar meydana getirmek üzere onlarin kitlelerinin daha baska kitlelere katildigi görülür;; bazen de bulutun olgunlasmasinin belirli bir derecesinde yagmur vermek icin parcalanirlar. yagmur, -yerküresinin yüzeyinin %70'ini olusturan- denizlere ulasinca, devre cabucak kapanip tamamlanir. Karaya düsen yagmurlar ise, kismen bitkiler tarafindan icilir ve onlarin gelismesine yardim eder; bitkiler de, sira kendilerine gelince, terlemeleri suretiyle, suyun bir kismini atmosfere geri gönderirler. Kalan kismi az cok topraga girer, topraktan da ya su akintilariyla acik denizlere dogru gider, ya da topragin altina sizarak, kaynaklar veya baska cikis yollari ile yeniden yeryüzü sebekesine geri gelir.

                  Cagdas hidrolojinin bu bilgileri, bu bahiste nakledilen müteaddit kuran ayetleriyle karsilastirilirsa, ikisi arasinda tam bir uyumun varligi görülecektir.


                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #99
                    Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                    Denizler

                    Kuran genel olarak suyun tabiattaki dolasimi konusunda, cagdas bilgilerle karsilastirma imkani veren malzeme ihtiva ettigi halde, denizler hakkinda durum böyle degildir. Denizlerle ilgili olan Kuran ayetlerinden hicbiri, kelimenin tam anlamiyla bilimsel verilerle bir karsilastirma yapmayi düsündürmez. bununla beraber, Kuranin denizler hakkindaki her hangi bir ifadesinin, indigi devrin inanc, efsana ve hurafelerini yansitmadigini belirtmek de zorunludur.

                    Denizlerle ve denizcilikle ilgili olan bazi ayetler, her zamanki gözlem olaylarindan cikan ve Allah'in mutlak kudretinin isaretleri olan hususlari, düsünme konusu olarak göz önüne sererler:

                    "Allah, (...) buyruguyla denizde akip gitmesi icin gemileri emrinize verdi, irmaklari da emrinize verdi" (ibrahim:14,32).

                    "(Allah) denizi de hizmetinize ram etti ki ondan taptaze et yiyesiniz ve ondan takacaginiz (inci, mercan gibi) süsler cikarasiniz. görüyorsun ki gemiler, (gürültü ile) denizi yara yara akip gitmektedir (bütün bunlar) Allah'in lutfunu aramaniz ve ona sükretmeniz icindir" (nahl 16,14)

                    "(Allah) size, bir kisim isaretlerini göstersin diye, Allahin nimetiyle gemilerin denizde gittigini görmedin mi? süphesiz bunda sabreden, sükreden herkes icin ibretler vardir" (lokman 31)

                    "Denizde koca daglar gibi akip giden yüksek gemiler de O (Allah)'indir" (Rahman 24)

                    "Onlar (insanlar) icin bir isaret de, onlarin nesillerini dolu gemilerde tasimamiz ve kendilerine, onun gibi bindikleri nice seyleri yaratmamizdir. Dilesek onlari (denizde) bogariz, ne kendilerine imdad (eden) bulunur, ne de kurtarilirlar; ancak Biz'den bir rahmet ve bir süreye kadar yasatma vardir (bundan) dolayi onlari hayatta birakiyoruz)" yasin 41-44


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                      Bellidir ki burada; daha önce Hz. Nuh'u ve beraberinde olanlari tasiyan ve onlarin karaya cikmalarini saglayan gemi gibi, insanlari denizde tasiyan gemi söz konusudur.

                      Denizle ilgili bir baska gönlem olayi, ona tahsis edilmis bulunan bütün Kuran ayetlerinden cikarilabilir; cünkü bu olay özel bir taraf ortaya koyar: böylece üc ayet, denizlere dökülmesi sirasinda, büyük nehirlerin gösterdikleri bazi özelliklere isaret eder.

                      Denizlerin tuzlu sulari ile büyük nehirlerin tatli sularinin birbirine karismamasi seklinde cokca rastlanan olgu, pekiyi bilinmektedir. Kuran bu konuya deginir. bir araya gelerek satturlarab denilen 150 kilometre uzunlugunda -tabir caiz ise- bir "deniz" olusturan Firat ve Dicle nehirlerinin agzina isaret ettigi zannedilmektedir. Körfezin dibinde, med cezirin etkisi, tatli suyun, karanin icinde geri cekilmesi olayini meydana getirmekte ve memnunluk verici bir sulama saglamaktadir. Metni iyice anlamak icin, Fransizcadaki "mer" (deniz kelimesinin arapca bahr kelimesinin sadece genel anlaminin karsiligi oldugunu, aslinda bahr kelimesinin büyük su kitlesi demek olup, okyanus icin kullanilabildigi gibi, mesela Nil, Dicle ve Firat gibi, büyük irmaklar hakkinda da kullanilabilecegini bilmek gerekir.

                      Bu olguyu bildiren üc ayetin meali söyledir:
                      "O (Allah), iki denizi birbirine salmistir, bu tatli, susuzlugu giderici; su tuzlu ve acidir. ve ikisinin arasina, birbirine kavusmalarina engel olan bir perde koymustur (hic birbirine kavusmazlar)" (furkan 53)

                      "iki deniz bir olmaz: su tatli, susuzlugu keser, icimi (bogazdan) kayar; su da tuzlu, (bogazi) yakar. hepsinden de taze et yersiniz ve takindiginiz (Inci, sedef gibi) süs (esyasi) cikarirsiniz" (fatir 12)

                      "iki denizi saliverdi, birbirine kavusuyorlar (temas ediyorlar), aralarinda bir engel vardir, birbirine gecip karismiyorlar, (....) ikisinden de inci ve mercan cikar" (Rahman 19-20,22)

                      Esas olayi bildirmekten fazla olarak, bu ayetler, hem tatli hem de tuzlu sulardan cikarilacak faydalari da belirtiyorlar, onlar da balik ve süs esyasi olarak inci ile mercandir. irmak agizlarindaki sularin denizde karismadan durmasi olgusuna gelince, bunun dicle ile firata mahsus olmadigini da bilmek gerekir, zaten bu iki nehir ayette ismen gecmemekte, sadece onlara isaret edilgidi güsünülmektedir. MIssissipi ve yang-ce gibi yüksek debili nehirler de ayni özelligi gösterirler: onlarin tatli suyu ile denizin tuzlu suyunun karismasi bazen, deniz kiyisindan cok iceride meydana gelir.


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                        Yeryüzü sekilleri

                        Yerin tesekkülü karmasiktir. yer küresinin tesekkülü, günümüzde kabataslak söyle düsünülüyor: cok yüksek derecedeki bir sicakligin hüküm sürdügü ve özellikle -kayalarin erime halinde oldugu- merkezi bir tabakayi ihtiva eden derin bir tabaka ile kati ve soguk olan yerkabugundan yani yüzey tabakasindan meydana gelmektedir. bu tabaka cok incedir. yerin yaricapi 6000 kilometreden fazla oldugu halde, bu yüzey tabakasi, birkac kilometre ile birkac on kilometre arasinda bir kalinlik teskil eder. bu da, yerkabugunun ortalama olarak, yerküresinin yaricapinin yüzde biri kadar bile olmadigi anlamina gelir. jeolojik olaylar, iste -denilebilirse- bu ince deri üzerinde meydana gelmistir. bunlarin temelinde, dag silsilelerinin esasi olan kivrilmalar bulunur; daglarin olusumuna jeolojide orogenese (dag olusmasi) denilir. bu olusum sürecinin büyk bir önemi vardir, cünkü bir agi meydana getirecek olan bir engebeye, yerlatinda, yerkabugunun ayni orandaki bir gömülmesi tekabül eder ki bu yere cakilma da, alt tabakada, ona bir temel saglar.

                        Denizlerin ve karalarin yerküresinin yüzeyindeki dagiliminin tarihi, yakin zamanlarda elde edilmis ve henüz cok eksik durumda olan bilgilerdendir. bu eksiklik, en iyi bilinen zaman bakimindan en yakin devreler icin bile sözkonusudur. hydrosphere'i (suküreyi) meydana getiren okyanuslarin ortaya cikmasi, muhtemelen yaklasik olarak yarim milyar il kadar önce olmustur. baslangic döneminin sonunda, muhtemelen bir tek kitle halinde bulunan karalar, daha sonra ayrilmis olmalidir. öte yandan, kitalar veya kita parcalari, okyanus bölgesindeki daglarin olusmasi ile ortaya cikmislardir. (mesela, kuzay atlantik kitasinin ve avrupanin bir kisminin durumu böyledir)

                        cagdas bilgilere göre, yüzeyde kalan kara parcalarinin olusum tarihine hakim olan durum, dag silsilelerinin ortaya cikmasidir. birinci devirden dördüncü devire kadar, karalarin gelismesi, "orogeniques" (dag olusumu safhalari" esasina göre siniflanir. orogeniques safhalar da, ayni adi tasiyan devrelere (cycles) ayrilir, her dag engebesinin olusmasinin, karalarla denizler arasindaki denge yönünden etkileri vardir. bu (denge), baskalarini cikarmak üzere, su yüzündeki karalarin bazi kisimlarini yok etmis ve yüz milyonlarca yildan beri, kara ve deniz alanlarini yeniden düzenlemistir. kara parcalari, simdiki durumda yer küresinin, sadece onda ücünü meydana getirir.


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                          Gecen yüz milyonlarca yil süresince gerceklesmis olan degisiklikler, cok eksik olarak özetlenebilir.

                          Yeryüzü engebeleri konusunda tabir caiz ise Kuran, yalniz daglarin olusumundan bahseder. gercekten yerin olusmasi ile ilgi kurarak, Allahin insanlara karsi inayetini ifade eden ayetler hakkinda, su anda biim konumuz bakimindan denilebilecek cok az sey vardir:

                          "Allah, yeri sizin icin bir sergi yapmistir, onun genis yollarinda gezip dolasasiniz diye" (nuh 19-20)
                          "Yeri biz dösedik, (biz) ne güzel döseyiciyiz" (zariyat 48)

                          Acilip yayilan sergi, üzerinde yasama imkani buldugumuz, katilastirilmis bir kabuk olan yerkabugudur. yer küresinin alt tabakalari ise cok sicak ve akiskan olup, hayatin hicbir cesidi icin elverisli degildir.

                          Kuran'in, daglarla ilgili ifadeleri ve onlarin birtakim kivrilma hadiselerinin sonucunda, sabit bir sekilde yerlerine oturduklarina isaret eden ayetler cok önemlidir.

                          "Bakmiyorlarmi (....) daglara, yere nasil dikildi? ve yere, nasil yayilip dösendi?" (gasiye 19-20)

                          Yeraltindaki kök fikri, burada metinden acikca ortaya cikiyor.

                          Gelecek ayetler ise, ayni fikri baska yönleriyle de belirtirler:
                          "yeri, bir yatak (gibi) yapmadikmi? daglari da kaziklar (gibi) yapmadikmi? (nebe 6-7)

                          Burada isaret olunan kaziklar (veted'in cogulu evtad) cadiri yere tesbit etmek icin kullanilan kaziklardir.

                          Cagdas jeologlar, yer kivrilmalarinin, bir kilometreye hatta onlarca kilometrelere varan degisik boyutlarda olan engebeler halinde yerlersmis olduklarini bildirirler. yerkabugunun saglamligi da, bu kivrilma olayindan ileri gelir.

                          Keza, kuranin bazi parcalarinda, daglar hakkinda su fikirleri görmek de dikkati cekmektedir:
                          "Daglari da (Allah) sapasaglam cakti" (naziat 32)
                          "(..)sizi sarsmasin diye yere de saglam ve sabit daglar atti" (lokman 10)

                          Ayni cümle Nahl suresi, ayet 15'de de tekrarlanir. yine ayni kavram, az farkli bir bicimde Enbiya suresi, ayet 31'de de anlatilir.

                          "Yer onlari sarsmasin diye onun üstünde saglam ve sabit (daglar) yarattik"

                          Bu ayetler daglarin, istikrari (stabilite) saglayabilecek tarzda yerlestirildiklerini ifade etmekte olup, jeolojinin bildirdikleriyle tam bir uyum ortaya koymaktadirlar.


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            Ynt: Kuran ve cagdas Bilim

                            Dünya Atmosferi

                            Özellikle gögün bazi durumlarini bildiren ve gecen bölümde incelenen konulardan baska, kuran, atmosferde meydana gelen bazi olaylarla ilgili olan pasajlar da ihtiva eder. bunlarin cagdas bilimle karsilastirilmasi hakkinda, baska yerlerde oldugu gibi bu hususta da, sadece sunu kaydetmekle yetinelim: Bahsedilen olaylarla, bugün sahip oldugumuz bilimsel veriler arasinda, hicbir surette zitlik yoktur.

                            Yükseklik

                            Dogrusunu söylemek gerekirse, yüksege cikildigi nisbette gittikce artan bir SIKINTI duyulmasi, artik iyice bilinen siradan bir bilgidir. Bu durum en'am suresinin 125. ayetinde anlatiliyor:

                            "Allah kimi dogru yola iletmek isterse, onun gögsünü islama acar; kimi de saptirmak isterse onun gögsünü, (o kimse) göge cikiyormus gibi dar ve tikanik yapar"

                            Hz. Muhammedin (s.a.a.) yasadigi cagdaki Araplarin, yükselme halindeki SIKINTI fikrini bilmediklerini öne sürenler olmustur. Fakat durumun böyle olmadigi düsünülebilir: Arap yarimadasinda 3500 metreyi asan zirvelerin bulunmasi, yükselmenin dogurdugu, nefes alma güclügünün bilinmedigi seklindeki iddianin, pek makul olmadigini gösterir. hatta bazi tefsirciler, bu ayette, insanlarin uzaya gideceklerinin bildirildigini görmek istemislerdir. bu iddianin hic degilse bu pasaj icin, kesinlikle dogru olmadigi söylenebilir.


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum

                            YUKARI ÇIK
                            Çalışıyor...
                            X