Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KUR’AN GERÇEKTEN DE TAHRİF OLMUŞ MUDUR?

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    KUR’AN GERÇEKTEN DE TAHRİF OLMUŞ MUDUR?

    [justify]İslam âleminde her ne kadar da görüş ayrılıklarına dayalı olarak mezhepler oluşmuş ise de, bütün mezhepler bazı konularda ittifak ve görüş birliği etmişlerdir. Örneğin; namaz, oruç, hac vb. dini vaciplerin her ne kadar da ayrıntılarında ayrılıklara düşmüşler ise de vacip olduklarında ittifak etmişlerdir. Tüm Müslümanların kabul etmesi gereken konulara dinin zaruriyeti adı verilir. Yani kabul edilmesi gereken konuyu ne bir mezhep, ne de herhangi bir şahıs reddedemez. Örneğin; namazın vacip oluşunun herkes tarafından kabul edilmesi ve kimse tarafından reddedilememesi gibi.
    Her kim dinin zaruriyeti olarak kabul edilen bir konuyu inkâr ederse dinden çıkmış ve kâfir olmuş olur.[iurl=#_ftn1][1][/iurl] O konulardan biri de Kur’an’ın mukaddes oluşudur. Kur’an’ın mukaddes oluşu Kur’an’a saygısızlık sayılacak herhangi bir iş yapmamayı gerektirir. Kim bunu inkâr eder ve Kur’an’a herhangi bir saygısızlık yaparsa o kâfir olmuştur. Tüm Müslümanlar Kuran’ın mukaddes oluşunu kabul ettikten sonra Kuran hakkında bazı ayrılıklara düşmüşlerdir, örneğin onun tefsiri hakkında görüş ayrılıklarının olması gibi.
    Bazıları Şianın Kuran’ın tahrif olduğu inancına sahip olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddianın sebebi ise Şia kaynaklarında bu olayla ilgili bazı zayıf rivayetlerin olmasıdır.[iurl=#_ftn2][2][/iurl] Hâlbuki Ehlisünnet kaynaklarında da Kur’an’ın tahrif olduğuna delalet eden rivayetler vardır. Fakat kimse Ehlisünnet’in Kur’an’ın tahrif olduğu inancına sahip olduğunu iddia etmemiştir. Eğer sadece hadis kitaplarında Kuran’ın tahrif olduğu ile ilgili rivayetlerden dolayıŞiaya böyle bir şey yakıştırılıyorsa, o zaman aynı şeyin Ehlisünnet için de düşünülmesi gerekir!!! Çünkü Ehlisünnet kaynaklarında da tahrifle ilgili rivayetler mevcuttur. Örneğin; Ahmet İ. Hanbel kendi senedi ile şöyle rivayet ediyor: Übey İ. Ka’b, Zer İ. Hubeyşe sordu “Ahzab suresini kaç ayet olarak okuyorsun?’’ Dedi ki: yetmişüç ayet. Dedim ki:“Yeterli midir!? Ben Ahzab suresini gördüm ki Bakara suresi kadardı (yani yaklaşık iki yüz seksen ayetti) ve onda recm (yaşlı kadınla yaşlı erkek için olan recm) ayeti de vardı.”[iurl=#_ftn3][3][/iurl]
    Maalesef Şia için yapılan bu iddiaya (Şia Kuran tahrife inanıyor iddiasına) hem Ehlisünnet’ten hem de Şiadan bir grup inananlar olmuştur. Hâlbuki Şia kesinlikle tahrife inanmamaktadır. Şianın büyük âlimlerinin görüşlerini inceleyen insaflı biri, Şianın tahrife inanmadığını görür. Belirtmemiz gerekir ki Kuran’ın tahrifine inanan günümüz Şiaları âlim sınıfından olmayıp avam (halk) tabakasındandır. Bunlar ya cahilliklerinden böyle bir inanca sahip olmuşlardır, ya kalplerinde ki hastalıklardan dolayı, ya kalbinde kötülük olan biri onlara bunu doğru olarak göstermiştir, ya da gulattırlar ve bunların sayıları kale bile alınmayacak kadar azdır. Her halükârda hem Ehlisünnet hem de Şia âlimleri Kuran’ın tahrif olmadığına dair görüş birliği etmişlerdir.
    Kur’an’ın tahrif olmadığına ve tüm Müslüman âlimlerinin (tarih boyunca Şia âlimlerinden sadece iki kişi tahrife inanmıştır, onlardan birisi sonradan bu görüşünden dönmüştür) bu konuda ittifak ve icma ettiğine şahitlik etsin diye hem Şia hem de Ehlisünnet âlimlerinin bazı büyüklerinin konu ile ilgili görüşlerini nakletmek faydalı olacaktır.
    Şianın büyük âlimlerinden olan Şeyh Saduk (r.a): “Bizim inancımız şu anda iki kapak arasında toplanan ve herkesin elinde olan ve herkesin ulaşabileceği Kuran, tıpkı peygamberimize nazil (indirilmiş) olan Kur’an’dır. Peygamberimize indirilen Kur’an asla bundan fazla değildi. Şuanda meşhur olan yüz on dört sûre peygambere inen sûrelerdir. Her kim biz Şialara Kuran’ın tahrif olduğuna inanıyorlar derse, kesinlikle o yalancıdır.”[iurl=#_ftn4][4][/iurl]
    Şeyh Müfit (r.a): “Şianın bazı büyük âlimleri şöyle demişler “Kur’an’dan sûre, ayet hatta bir kelime bile azaltılmamıştır.” Ben de bu görüşteyim.”[iurl=#_ftn5][5][/iurl]
    Şehit Seyit Nurullah Şuşteri (r.a) : Bazen Şianın Kuran’ın tahrifine inandığı söyleniyor ama bilinmesi gerekir ki bu; sadece çok az,Şia içerisinde herhangi bir konuma sahip olmayan ve sözlerinin hiçbir değeri olmayan insanların zannından başka bir şey değildir.[iurl=#_ftn6][6][/iurl]
    Şeyh Tusi (r.a): “Kur’an’a bir şey eklenme ihtimali tüm görüş sahipleri (âlimler) tarafından reddedilmiştir. Herkes böyle bir ihtimalin asılsız ve temelsiz olduğu hakkında ittifak ve icma etmişlerdir. Aynışekilde Kurandan bir şeylerin azaldığı ihtimali de tüm Müslümanlar tarafından reddedilmiş ve asılsız bir iddia olarak görülmüştür. Bizim (Şianın) da görüşü böyledir.”[iurl=#_ftn7][7][/iurl]
    Seyit Şerafettin Amuli (r.a): “Her kim Şianın Kuran’ın tahrifine inandığını iddia ederse, Şialara iftira atmış ve onlara haksızlık etmiş olur. Çünkü Kuran’ın mukaddes oluşu dinin ve Şia mektebinin zaruretlerindendir ve eğer Müslümanlardan biri bunda şüphe ederse (Şia âlimlerinin icması ile) mürtet (yani dinden çıkmış) olur.”[iurl=#_ftn8][8][/iurl]
    İmam Humeyninin sözleri ile Şia âlimlerinin bu konu ile görüşlerine son veriyoruz. Ama bilinmesi gerekir ki, Şia âlimlerinin görüşleri sadece burada nakledilenlerden ibaret değildir. Biz konuyu daha fazla uzatmamak için bu kadarı ile yetiniyoruz.
    İmam Humeyni (r.a): “Tahrife inanan insanların delil olarak gördükleri hadisler birkaç sebepten dolayı kabul edilemez; ya zayıftırlar (sahih değildirler), ya uydurmadırlar -ki uyduruldukları her hallerinden bellidir- ya da o hadislerden anlaşılan gerçekten çok uzaktır ki onlara itina edilmez. Bizim görüşümüz şudur; şu anda herkesin elinde olan Kur’an’da ne bir fazlalık, ne de bir eksiltme olmuştur. Kıraatlerde oluşan ihtilaflar ve farklılıklar yeni bir meseledir ve Ruh’ul Emin’in peygamberimizin mübarek kalbine indirdiği vahiy ile alakası yoktur.”[iurl=#_ftn9][9][/iurl]
    Şimdi birkaç tane de Ehlisünnet âliminin konu ile ilgili görüşlerini aktaralım. Ehlisünnet âlimlerinin büyük bir çoğunluğu Şianın Kuran’ın tahrifine inanmadığına dair şahitlik etmişlerdir.
    Üstat Doktor Muhammed Abdullah Derrazi, Şianın Kuran’ın tahrifine inanmadığına şahadet ederek şöyle diyor; “İslam âleminde on üç asır boyunca yaygın olup ve hala var olan tek kitap Kurandır. Biz burada Şia inancınıŞeyh Saduk’un kitabından naklediyoruz: “Bizim inancımız şu anda bir cilt olan ve herkesin elinde olan ve herkesin ulaşa bileceği Kuran, tıpkı peygamberimize nazil (indirilmiş) olan Kur’an’dır. Her kim biz Şialara Kuran’ın tahrif olduğuna inanıyorlar derse kesinlikle o yalancıdır.”
    El-Ezher üniversitesi üstadı Mahmut Muhammed Medeni: “ “Şianın inancı, Kur’an’ın tahrif olduğudur” diyen kimseden Allah’a sığınıyoruz. Sadece kitaplarında bazı rivayetler mevcuttur ve aynı şekilde bizim de kitaplarımızda böyle rivayetler mevcuttur. Her iki grubun da araştırmacıları bu hadislerin zayıflığını, batıllığını ve geçersizliğini ispatlamışlardır. Şialarda ya da Zeydiyelerde hiç kimse Kur’an’ın tahrifine inanmamaktadır ve aynı şekilde Ehlisünnet’te de kimse buna inanmıyor.”
    Peki, tahrif ne demektir? Râgıb-ı Isfahânî, “Müfredât” kitabında şöyle diyor: Bir kelimeyi tahrif etmek, o kelimeyi iki farklı anlam verebilecek şekilde söylemektir.
    Yukarıdaki ifade, kelime yapısı üzerinde gerçekleşen tahriften ziyade, manasındaki tahrife değinmektedir.
    Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerîm’de manevi tahrife (anlam tahrifine) değinerek şöyle buyurmaktadır:
    “Yahudilerin bir bölümü, kelimeleri (Allah’ın sözlerini) asıl manalarından saptırırlar.”[iurl=#_ftn10][10][/iurl] Bu ayet, Yahudilerin, kelimelerin zahirini korumalarına rağmen, onları asıl manalarından uzaklaştırıp başka manalara yorumladıklarını bildiriyor.
    “Tahrif” kelimesi, manadaki tahrif anlamına gelmesine rağmen, kelime yapısındaki tahrif manasında da kullanılmıştır. Bu açıklamaya göre; tahrif, manevi ve lâfzî olmak üzere iki kısma ayrılır:

    1. MANEVİ TAHRİF
    Kur’an-ı Kerim üzerinde manevi tahrif teşebbüsleri maalesef olmuştur. Bu tür tahriflerin en yaygın olan şekli, ayetleri asıl manasından çıkarıp başka bir anlama gelecek şekilde yapılan yorumlardır. Bu gibi yorumlar, genelde bir takım mezhebi görüşleri desteklemek amacıyla yapılmıştır.
    İmam Muhammed Bâkır (aleyhisselam), bu gibi tahrifler hakkında şöyle buyurmaktadır: Onlar, Kuran’ın harflerini korudular, ama manasını tahrif ettiler; lafzını başkalarına aktardılar, ama manasına dikkat ve riayet etmediler.”
    2. LÂFZÎ TAHRİF
    Bu tür bir tahrifin olduğu, sadece bazı zayıf rivayetlerde yer almıştır. Bu rivayetler, genelde Ehl-i Sünnet yoluyla, bazen de Şia yoluyla nakledilmiştir.
    Bu rivayetler, parmakla sayılacak kadar azdır ve bazı Şii veya Sünni muhaddislerinin dışında herkes tarafından reddedilmektedir.
    Lâfzî tahrif; daha açık bir dille Kur’an’da bazı eksiltmelerin ya da fazlalaştırmaların olduğuna inanmaktır.
    Kur’an’da lâfzî bir tahrif olmadığına dair onlarca delil vardır, biz burada onlardan sadece bir kaçına bile değinsek yeterli olacaktır.
    Kur’an’ın tahriften uzak olduğuna delalet eden deliller, akli ve nakli deliller olarak ikiye ayrılır:
    AKLİ DELİLLER
    1. İnsan düşünen ve akıl eden bir varlık olduğu için Allah’ın emir ve yasaklarının muhatabıdır, daha doğrusu Allah’ın tüm emir ve yasakları düşünebilen ve akıl edebilen varlık olduğu için insana özeldir[iurl=#_ftn11][11][/iurl]. Fıkıh kitaplarında da yazıldığı gibi, deli olmayan her yetişkin Allah’ın emir ve yasakları karşısında mükellef ve sorumludur. Yani Allah’ın emir ve yasakları bütün insanları değil, sadece akli dengesi yerinde olan insanları kapsamaktadır. Zaten insanları diğer tüm varlıklardan ayıran tek unsur da akıldır. İnsandaki bu düşünme yetisi yani akılşuna hükmediyor, kendisine bir emir ulaşmadan birini cezalandırmak kötü ve çirkin bir iştir. Çünkü cezalandırılan şahıs kendisini cezalandırana şu soruyu yöneltebilir: “Neden beni cezalandırdın?” Eğer, cevap olarak “emrimi yerine getirmemenden dolayı” derse; cezalandırılan da şu cevabı verebilir: “Sen emrini bana ulaştırmadın ki cezayı hak edeyim. Eğer emrin bana ulaşsaydı haklı olurdun, ama şu durumda (emrin bana ulaşmadığından) ben isyankâr ve emrine itaatsizlik etmiş sayılmam ve herhangi bir cezayı da hak etmiyorum.”
    Bu akli hükümce, eğer birisi Kuran tahrifine inanırsa, Kuran’ın hidayet edici özelliğini ve onun insanlar arasında Allah’ın hücceti oluşunu inkâr etmiş olur. Çünkü emri ulaştırmak emir sahibi için zorunlu bir durumdur. Buna göre tahrife inanmak; Allah’ın emirlerini ve yasaklarını tam olarak kullarına ulaştırmadığına inanmak demektir.
    Dolayısı ile kullar Allah’a “emir ve yasaklarını bize ulaştırman gerekirdi. Emir ve yasaklarını beyan ettiğin kitabı ise (haşa) koruyamadığından dolayı, tüm emir ve yasakların bize ulaşmadı, biz elimizde olan Kur’an’ın peygambere inen kitap olup olmadığında şüpheye düştük, onu bu sebepten dolayı kenara bıraktık ve içindeki emir ve yasakların uydurma olabileceği ihtimalini vererek ona amel etmedik. Elimizde de bir ölçü yoktu doğru ile yanlışı ayırt edebilelim. Her kimin delilleri güçlü idi ise, biz ona uyduk. Onun için bizi yaptıklarımızdan veya yapmadıklarımızdan dolayı cezalandıramazsın” diye itiraz edebilirler. Aslında bu itiraz haklı bir itirazdır. Ama hekim olan Allah kullarından hidayete ulaşmalarını istemiş ise onları hidayet edecek kitabı korumuştur, muhakkak korumak zorundadır da yoksa emir ve yasaklarının değiştirilmiş bir kitapla kullardan hidayete ulaşmalarını istemek adaletsizliktir. Adil olan Allah’a böyle bir şey yakıştırılamaz. Tahrife inanmak sadece Kur’an’ın hidayet edici özelliğine kuşku ve şüphe ile bakmakla sınırlı kalmıyor. Hatta peygamberin risaletinin ve nübüvvetinin devamlılığına da kuşku ve şüphe ile bakılmasına sebep oluyor. Çünkü Kur’an tahrif olduğu için ona amel edilemez ve peygamber de aramızda olmadığı için O’nun sünnetlerine de amel edilemez. Çünkü aramızda olmadığı için yaptıklarını göremiyor, sözlerini duyamıyoruz. Kitaplarda Onun adına rivayet edilen hadisler bizim için hüccet olamaz. Dolayısı ile peygamberin risaleti sadece belli bir dönem için geçerlidir ve devamlılığı yoktur. Eğer Kuran tahrif olmuş ise peygamberin sözleri ve sünneti de tahrif olmuştur. Kur’an’ı tahrif eden zihniyet, peygamberin sünnetini ve sözlerini tahrif etmemiş midir? Peygamberin sünneti ve sözleri daha rahat tahrif edilip değiştirilebilir !!! O zaman Allah’ın, kullarını hidayet etmek için yeni bir kitap ve yeni bir peygamber göndermesi gerekir. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi ise söz konusu bile değildir.
    Dolayısı ile Allah’ın insanlara hüccetini tamamlaması ve onları hidayet etmesi, son peygamberin peygamberliğinin kıyamete kadar devamlılığı ve Kuran’ın her türlü tahriften (azaltılması ve fazlalaştırılması) uzak oluşu ile mümkündür. Eğer durum böyle olmaz ise Allah’ın kullarına hücceti tamamlanmamış olur. Bu da hekim olan Allah’a yakışmaz. Bu konu ile ilgili olarak imam rıza (a.s.) şöyle buyuruyor :kim Allahın kitabının tamamlanmadığını iddia ederse şüphesiz Allahın kitabını reddetmiş olur, Allahın kitabınıreddeden de ona karşı kafir olur.’’[iurl=#_ftn12][12][/iurl]


    2. Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği herkes tarafından hatta tahrife inananlar tarafından bile kabul ediliyor. Tahrife inanlara göre Kurandan bazı ayetler eksilmiştir. Varsayalım dedikleri gibi Kur’an’da eksilme olmuştur. Öyleyse şuan elimizde olan kitaptaki ayetler hakkında görüşleri nedir acaba? Eğer deseler ki; onlarda da herhangi bir değişiklik olmuştur, yani fazlalaştırma vardır, o zaman Ehlibeyt hakkındaki tüm ayetlere de kuşku ile bakılmalıdır. Çünkü Ehlibeyt’in vilayetini, hakkaniyetini ve paklığını beyan eden ayetler şuan ki Kuranda mevcuttur. Eğer vilayetle ilgili ayetler istisna, diğerlerinde oynama ve fazlalaşma olmuştur derseler, bu çelişki içeren bir durum olur. Nasıl olur da kitabın bozulduğunu iddia ediyor, ama bazılarını (hangi delille) istisna ediyorlar!? Akıl asla çelişkiyi kabul etmez. Bu iddia akılla çeliştiği için geçersiz ve boş bir iddia olmaktan öte bir şey olamaz. Yok, eğer deseler ki; kitapta sadece eksilme olmuştur, şuan Kuranda mevcut olan ayetler doğru ve geçerlidir ve bu ayetlerin tahrif olmadığını kabul ediyoruz. Bu da çelişki içeren bir durumdur. Şöyle ki; eğer şuan var olan ayetler geçerli ise ve tahrif olmamışsa Kuran’ın kendisi buyuruyor ki; “Şüphe yok ki Kur’ân’ı biz indirdik ve şüphe yok ki onu mutlaka koruyacağız.”[iurl=#_ftn13][13][/iurl] Tahrif iddiası bu ayetle çeliştiği için, biz bu asılsız iddiaları kenara bırakıp tıpkı peygamber efendimizin ve imamlarımızın buyurdukları gibi asıl olan Kur’an’a sarılıyoruz ve tam bir yakin ile diyoruz ki, Kur’an asla tahrif olmamıştır. Bu sadece kalplerinde hastalık olanların iddiasıdır.

    NAKLİ DELİLLER
    1.HADİSLERİN KURANA SUNULMASI:
    İ. Ebu Umeyr, Hişam b. Hakem ve başkalarından şöyle rivayet etmiştir:Ebu Abdullah Cafer Sadık (aleyhisselâm)buyurdu ki: “Nebi (sallallahu aleyhi ve âlihi) Mina'da Müslümanlara şöyle hitab etti: Ey İnsanlar! Benden rivayet edilip de Kur’ân’a uyan bir sözü ben söylemişimdir, benden rivayet edilip de Allah’ın kitabına uymayan sözü, ben söylememişimdir.”[iurl=#_ftn14][14][/iurl]
    Aynı rivayet zinciriyle İbn Ebu Umeyr, bazı arkadaşlarından şöyle rivayet eder:Ebu Abdullah Cafer Sadık (aleyhisselâm)'ınşöyle dediğini duydum: “Allah’ın kitabına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ninsünnetine karşı çıkan, aykırı hareket eden, kâfir olmuştur.”[iurl=#_ftn15][15][/iurl]
    Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu hadis nakledilmiştir: Benden sonra sizlere birçok hadis nakledeceklerdir. Sizler, benden size ulaşan hadisleri Kurana sunun; Ona uyanı kabul edin, uymayanı reddedin.”
    Yine şöyle buyurmuştur: Her hakkın bir hakikati ve her doğrunun da bir nuru vardır. Sizler, Kurana uyanını kabul, uymayanını ise reddedin.”
    İmam Caferi Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Kurana muhalif olan her hadis bâtıldır.”[iurl=#_ftn16][16][/iurl]
    Eğer iddia edenlerin dediği gibi Kur’an gerçekten de tahrif olsaydı neden o zaman peygamber ve imamlar kendilerine isnat edilen sözlerin gerçekten de onlara ait olup olmadığını anlamak için insanları Kurana yönlendiriyorlar ve Kuran’ı halka ölçü olarak veriyorlar? Bunun için birkaç sebep düşünülebilir. Birincisi, peygamber ve imamlar halkı Kur’an’a yönelterek ve halka Kur’an’ı ölçü vermekle hata yapmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez bir sebeptir. Bunun kabul edilemez bir sebep olduğunun nedenlerini açıklarsak konumuzun dışına çıkmış oluruz. İkincisi, bu rivayetler peygamberin ve imamların adına uydurulmuştur. Bu da kabul edilemez bir sebeptir. Çünkü bu rivayetler tevatür[iurl=#_ftn17][17][/iurl] haddine ulaşmıştır. Üçüncüsü ise Kuran gerçekten de tahrif olmadığı için peygamber ve imamlar insanları Kur’an’a yöneltmişlerdir ki, şüphesiz asıl sebep de budur.
    2. KUR’AN’IN MUCİZE OLUŞU:
    Kur’an’ın tahrif olma şüphesi ile tezat içinde olan ve bu şüpheyi kesinlikle reddeden konulardan biri de Kuran’ın mucize olması meselesidir. Âlimler Kuran’ın mucize olması meselesini tahrif şüphesinin reddi için en büyük delil saymışlardır. Zira eğer bazılarının dediği gibi Kuranda ayetler fazlalaştırılmış ise, bunun gereksinimi Kurana benzer bir sûre ya da ayetin getirilmesi demektir. Acaba insan Kurana benzer bir ayet ya da bir sûre getirme kudretine sahip midir!?
    Eğer insanın böyle bir kudreti var dersek, bu durum Kuran ile çelişir. Çünkü Kuran tüm insanlara hatta cinlere meydan okuyarak buyuruyor ki: De ki: “And olsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”[iurl=#_ftn18][18][/iurl]
    “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin.”[iurl=#_ftn19][19][/iurl]
    “Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin[iurl=#_ftn20][20][/iurl]
    Bu ve buna benzer ayetler Kur’an’a hiç kimsenin hiçbir şey ekleyemeyeceğini ispatlıyor. Eğer birileri bu Kurana bir şeyler eklendiğini iddia ediyor ise, bu iddianın gereksinimi meydan okumanın hükmünü yitirmesidir. Dolayısı ile eğer Kurana bir şeyler eklenebiliyorsa demek ki, Kuran mucize oluşunu kaybetmiştir. Bu iddia da hem Kuran ve hem de akılla çeliştiği için kabul edilemez.
    Aynışekilde Kuran’ın eksiltilmesi de Kur’an’ın ilk düzenini kaybetmesine ve yapısının bozulmasına neden olur. Bu da kesinlikle kelamın belagat yöntem ve tarzında etkilidir ve yeni düzen (eksilmiş) ilk belagatin yöntem ve tarzının aynısı olamaz. Nitekim bu durumda yeni düzenin vahiy ve ilahi düzenin kendisi olduğu söylenmemelidir. Bu konu hakkında söylenen en ahmakça söz; bir ayet arasında Kuran’ın üçte biri çıkarılmıştır, sözüdür. Bunlar diyorlar ki: “Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlarla evlenin.[iurl=#_ftn21][21][/iurl] Ayetinin ortasından iki binden fazla ayet eksiltilmiştir. Bu yüzden ayetin düzeni bozulmuş ve ayetteki karmaşıklık ayan olmuştur. Kuran hakkındaki bu gibi iddialar yersiz ve batıldır. Dolayısıyla Kur’an’a ilave olunduğu veya Kur’an’dan eksiltildiği ya da kelimelerinin değiştirildiği düşüncesi Kuran düzeninin mucize olmasıyla tezat ve çelişki içindedir.[iurl=#_ftn22][22][/iurl]
    Eğer bazıları dese ki bu ayetler ve hadisler şuan ki Kuran’ın tahrif olmadığına değil, İmam-ı Zaman (a.s)’ın yanında ki Kuran’ın bozulmadığına delalet ediyor.
    Cevap olarak diyoruz ki; bu iddia Kur’an’ın mucize oluşu ile çelişmektedir. Zira bu ayetlerde ve hadislerde geçen Kuran herkesin elinde olan Kuran olmasa, bunun gibi bir ayet, ya da bunun gibi bir sûre getirin ” ayetleri ile insanlara hatta cinlere meydan okumanın anlamı kalmaz!! Herkes Allah’a “nasıl ispatlayalım sana, senin kitabında ki ayetler veya sureler gibi bir şey getirebileceğimizi? Kitabın aramızda değil ki, biz bakalım gerçekten de onun gibi bir ayet ya da sure getirebiliyor muyuz, yoksa getiremiyor muyuz!?”
    Dolayısı ile herkese böyle meydan okuyan ve mucize olduğu iddia edilen bir kitabın halkın arasında olması gerekir ki, hem meydan okumasının hem de mucize oluşunun bir anlamı olsun. Yoksa kitap İmam-ı Zaman (a.s)’ın yanında ya da lehvi mahfuzda iken yani insanların elinin ulaşamayacağı bir yerdeyken insanlara böylesi bir meydan okumak uygunsuz ve yakışıksız bir iş olur ki, bu da hekim olan Allaha yakışmaz. Eğer böyle bir meydan okuyorsa, adaleti gereği kitabın İmam-i Zaman (a.s)’ın yanında değil halkın arasında olması gerekir ki, bakalım insanlar onun gibi bir şey getirebiliyorlar mı!?
    Aynışekilde biz indirdik ve biz de koruyacağız ayeti de boş ve anlamsız olur. Eğer Allah kitabı insanlardan uzak tutarak böyle bir iddiada bulunursa, bu onun hekimliği ve adaleti ile çelişir. Yani kitap insanların arasında iken her türlü tahriften korunabiliyorsa mucizedir. Eğer insanların elinin ulaşamayacağı (İmam-ı Zaman (a.s)’ın yanında olduğundan ) bir yerde olduğundan tahriften uzak kalırsa bu mucize olamaz.!!!
    Bu durum aynı şuna benziyor; bir güreşçi beni hiçbir pehlivan yenemez diye herkese meydan okuyor, ama bununla birlikte de kimseyle güreşmek için meydana çıkmıyor. Bu güreşçiye herkes bir meydana çık da bakalım doğru mu diyorsun, yoksa yalan mı? Bu adamın iddiasının doğru olup olmadığı ancak meydana çıkıp tüm pehlivanlarla güreşerek onları yendikten sonra belli olur. Kur’an’da da aynı durum söz konusudur. Herkese meydan okuyorsa herkesin elinin ulaşacağı bir yerde olmalıdır ki, o zaman belli olur iddiasının doğru olup olmadığı. İmam-ı Zaman (a.s)’ın yanında herkesten uzak olursa, güreş minderine çıkmadan herkese meydan okuyan bir güreşçiye benzer. Böyle bir şey asla kudret sahibi Allah için düşünülemez. Şunu da belirtmemiz gerekir ki Kuran’ı tahrif etmek isteyen birinin öncelikle bu ayeti (biz indirdik biz de koruyacağız) Kurandan çıkarması gerekirdi ki, böylelikle Kur’an’ın kendisi bozulmayacağına şahadet edemesin !!!
    Kur’an’ı Kerim’in şuan aramızda olduğuna delil olsun diye Hz. Ali (a.s)den bir hadisle yazımızı sonlandırıyoruz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor : Allah’ın kitabı sizin aranızdadır. O asla yorulmayan bir konuşmacıdır; direkleri sarsılmayan bir binadır, dostları mağlup olmayan bir kıvanç vesilesidir.[iurl=#_ftn23][23][/iurl]Acaba imam Allah’ın kitabı sizin aranızda derken yalan mı konuşuyor? Kesinlikle hayır! Böyle bir şey düşünülemez bile. İmam değil, ama “kitap İmam-ı Zaman (a.s)’ın yanındadır” diyenler yalan konuşuyorlar.
    Yazımızın bundan daha fazla uzamaması için bu kadarı ile yetiniyoruz. Allah bizi basiretli ve dininde sağlam adımlarla ilerleyen salih kullarından kılsın. Herhangi yanlış ve sapık fikirlere uymaktan bizi kendi lütfu ve keremi ile korusun inşallah.

    IĞDIR EHLİBEYT ALİMLERİ DERNEĞİ

    [hr]
    [iurl=#_ftnref1][1][/iurl] İmam Humeyni tam ilmihali 106.mesele
    [iurl=#_ftnref2][2][/iurl] .Bu rivayetlerden bazıları Usul-u Kâfi kitabin da rivayet edilmiştir. Kitabın yazarı merhum Kuleyni bu hadisleri naklettiği halde kendisi Kur’an’ın tahrifine inanmamıştır. Ama kalplerinde hastalık olan ve art niyetli olan bazı insanlar bu zayıf rivayete isnat ederek Kur’an’ın tahrif olduğunu iddia ediyorlar. Bu insanlar ya tağuta hizmet ediyorlar ya da kendileri tağut olmuşlardır. Her halükarda Şia mektebine zarar vermekteler. Vahabilerin Şia’nın kanını helal saymasına sebep olan şeylerden birisi de Şia’nın tahrife inanmasıdır. Kalplerinde hastalık olan bu insanlar bu iddia ile dünyadaki Şia’ların canını tehlikeye atmaktadırlar, vahabi ve selefiler tarafından öldürülen Şia’ların kanına ortak olmaktadırlar.



    [iurl=#_ftnref3][3][/iurl] .Ahmet i. Hanbel, Musnet c.5, s.219
    [iurl=#_ftnref4][4][/iurl] İtikati İmamiyye On Birinci Bab s.93 ve 94
    [iurl=#_ftnref5][5][/iurl] Evail’il Megalat s.54 ve 56
    [iurl=#_ftnref6][6][/iurl] Elair-Rehman 1.cilt s.25 ve 26
    [iurl=#_ftnref7][7][/iurl] Et-Tibyan c.1 s.3
    [iurl=#_ftnref8][8][/iurl] Fusul-ul Muhimme s.163
    [iurl=#_ftnref9][9][/iurl] Tehzib-ul Usul Tegriri Allame Süphani c.2 s.165
    [iurl=#_ftnref10][10][/iurl] Nisa suresi, 46. ayet
    [iurl=#_ftnref11][11][/iurl] Zariyet suresinin 56. ayetinde şöyle buyuruyor: Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Konumuz insanları ilgilendiren bir mesele olduğundan sadece insanları konu ediniyoruz.
    [iurl=#_ftnref12][12][/iurl] Usulu Kafi 1.cilt 519.hadis
    [iurl=#_ftnref13][13][/iurl] Hicr suresi 15. ayet
    [iurl=#_ftnref14][14][/iurl] Usulu Kafi 203. hadis
    [iurl=#_ftnref15][15][/iurl] Usul-u kafi 204.hadis
    [iurl=#_ftnref16][16][/iurl] Her üç hadisin kaynağı için bkz: Es-Sahih-u Min Siret’in-Nebî, c.1, s.30, Usûl’ul-Hanefiyye, s.43’den naklen; Vesâil’uş-Şiâ, c.18, s.78 ve 79, El-Kâfî, El-Mehâsin, El-Emâlî ve Abdurrazzak’ın Musannef’inden naklen; Tehzib-u Tarih-i Dimaşk, c.15, s.134; El-Burhan Tefsiri, c.1, s.28 ve Et-Tibyan Tefsiri, c.2, s.28.
    [iurl=#_ftnref17][17][/iurl] Birbiri ardınca gelmek, kesilmeksizin devam etmek manalarına gelen tevatür, yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir. Bu kalabalığın yalan üzerinde birleşmeleri imkânsızdır. Tevatür yoluyla nakledilen habere ise mütevatir adı verilir.
    [iurl=#_ftnref18][18][/iurl] İsra süresi 58.ayet
    [iurl=#_ftnref19][19][/iurl] Bakara süresi 23.ayet
    [iurl=#_ftnref20][20][/iurl] Yunus süresi 38.ayet
    [iurl=#_ftnref21][21][/iurl] Nisa süresi 3.ayet
    [iurl=#_ftnref22][22][/iurl] Ayetullah marifetin makalesinden alıntıdır.
    [iurl=#_ftnref23][23][/iurl] Nehcü’l-Belağa133. hutbe
    [/justify]
    ZB
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X