Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

    Kur’an Okumak, Gönüle Parlaklık Verir


    Kur’an-ı Kerim zikirdir. Kur’an bu alanda şöyle buyurmaktadır:
    “Şüphe yok ki Zikr’i (Kur'ân'ı) biz indirdik ve şüphe yok ki onu mutlaka koruyacağız.”[14]

    Bu alandaki bir diğer ayet şöyle buyurmaktadır:
    “Ve biz, ona şiir belletmedik ve bu, ona yakışmaz da; bu, ancak bir zikirdir (öğüttür) ve her şeyi açıklayan Kur’ân.” [15]

    Zikir konusuna girmeden önce bir giriş bölümü sunmak durumundayım: İlahi bir ayna konumunda olan gönül, ancak günah pasından arındıktan sonra gaybı yansıtma gücüne sahip olabilir. Kur’an-ı Kerim, kiyamet de dahil olmak üzere hakikatlerin kafirler tarafından yalanlanmasının günah kökenli olduğunu ve bunun da hak ve hakikati görmemeye neden olduğunu şöyle buyurmaktadır:

    “Vay hallerine o gün yalanlayanların. Onların ki yalanlarlardı cezâ gününü. Ve o günü, yalnız haddini aşan ve boyuna suç işleyip duran kişiler yalanlarlar. Onlara âyetlerimizi okuyunca derler ki: Öncekilere âit masallar. İş öyle değil, hayır, kazandıkları şeyler, üstüste kalplerine yığılmıştır da kalpleri pas tutmuştur. İş öyle değil, hayır, şüphe yok ki onlar, o gün elbette Rablerinin lütfünden, bir perdeyle, bir engelle uzak kalırlar.” [16]

    Bilir misin aynan niye berrak değil?
    Çünkü yüzündeki kir-pas alınmamıştır
    Saf bir göğüse sahip olan
    Gaybî resimlere ayna olur
    Bizim sırrımız şüphesiz ki kesindir
    Çünkü mümin Mümin’in aynasıdır.[17]


    Gönüle işleşmiş pası temizlemenin ve arındırmanın etkenleri şöyle sıralanabilir:

    a) Gönüle parlaklık kazandırma vesilesi olan “takva”:

    Müminler Emiri İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır:
    «“Kuşkusuz ki ilahi takva (Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından sakınma), gönüllerinizdeki hastalığının ilacıdır; kalplerinizdeki körlüğün basiretidir/görüş gücüdür; bedenlerinizdeki hastalığın şifasıdır; göğüslerinizdeki fesadın islahıdır; canlarınızdaki pisliklerin temizleyicisidir; gözlerinizdeki karanlığa aydınlıktır; kalplerinizin ıstırabına emniyet vericidir ve (cahillik) karanlığınızın siyahlığına nur yansıtıcıdır...” [18]

    b) Gönül pasını gideren etkenlerden bir diğeri; “nefsini arındırmış erlerin nasihatını dinlemek, onların maiyetinde bulunmak, görüşmek, konuşmak ve haşır neşir olmaktır”.

    Mevlana bu hususta şöyle demektedir:

    Gönül gıdasını şimdi ver bir gönül ehlinden
    Git de devleti devlet sahibi nezdinde ara [19]


    Hafız-ı Şirazî şöyle demektedir:

    Şahlık aynası olan gönül tozlanır bazen
    Allah’tan dilerim aydınlıkla birlikteliği


    Müminler Emiri Ali’nin (a.s) bu alandaki buyruğu şöyledir:
    “Nasihatler, canların berraklığı ve gönüllerin parlaklığıdır.” [20]

    Yüce Peygamberimizin (s.a.a) buyruğu ise şöyledir:
    “Birbirlerinizle müzakere edin, görüşün ve konuşun; çünkü (semavî) söz, gönüllere parlaklık verir. Şüphesiz ki gönüller de kılıçlar gibi paslanır ve onların parlaklığı ise konuşmakladır.” [21]

    c) Gönüllere berraklık ve parlaklık veren bir diğer etken ise “zikirdir”.

    Yüce İslam Peygamberinin (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
    “Demirin paslandığı gibi gönüller de paslanır.”

    Allah Resulüne (s.a.a) sordular: “Ey Allah’ın Resulü (s.a.a)! Peki, gönüllerin parlaklığı ne iledir?”
    Allah Resulü (s.a.a) buyurdu: “Kur’an okumak ve ölümü anmak.” [22]

    Müminler Emiri Ali (a.s), konuyla ilintili olarak şöyle buyurmaktadır:
    “Zikir; aklın nuru, canların hayatı ve göğüslerin parlaklığıdır.” [23]

    Mevlana’nın bu husustaki dizeleri şöyledir:

    Demir kadar kararmış isen de
    Kendini temizle, parlat, arındır ki
    Gönlün resimli bir ayna olsun
    Onun içine her güzel altın taşısın
    Demir kararmış ve ışıksız olsa da
    Celâ bu kararmışlığı giderir
    Demir celâyı görünce yüzü açıldı
    Çünkü artık resimler gösterecekti
    Hâki beden de katı ve kararmıştır
    Parlat onu, çünkü parlayabilir
    Böylece gaybî resimler belirir
    Hûri ve melek resmi de ona yansır
    Aklının celâsı ona vermiştir hak
    Ki onunla aydınlanır ve yumuşar gönül[24]


    Demirin tuttuğu pasın giderilerek parlatılacağı gibi gönülün tuttuğu pas da Kur’an zikri ile giderilebilir.

    Gönülün, alemin hakikatlerinin gerçek anlamıyla algılayabilmesi için düştüğü heva ve heves hastalığından kurtulması ve bu pastan arındırılması gerekmektedir.Gönül gözünü hastalıktan temiz tut

    İşte o zaman köşke çıkmaya göz dik
    Her kim canını heveslerden arındırdıysa
    O hazreti ve arı eşiğini çabuk görmüştür
    Muhammed (s.a.a) bu ateş ve dumandan arındı diye
    Nereye yöneldiyse Allah’ın yüzü oradaydı
    Kötü amaçlı vesvese dostu isen
    Nerden bilirsin “Allah’ın yüzü ordadır” sözü nedir?[25]


    İnsan gönül gözünü hastalıklardan ve pisliklerden arındırdığı vakit her yerde Allah’ı görebilecektir.

    Müminler Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
    «“Kuşkusuz ki münezzeh olan Allah, kimseyi Kur’an gibisiyle öğütlememiştir; gerçek şu ki Kur’an, Allah’ın sağlam ipi ve emin vesilesidir. Gönülün baharı ve ilim pınarları ondadır ve Kur’an dışında bir şey gönüle berraklık kazandıramaz.” [26]

    Müminler Emiri Ali’nin (a.s) bu husustaki bir diğer buyruğu şöyledir:
    “Şüphesiz münezzeh Allah, kendini anmayı gönüllerin parlaklığı kılmıştır; (gönüller) sağırlık sonrası bu anma/zikir aracılığıyla duyar, körlük sonrası bu anma/zikir aracılığıyla görür ve hakla düşmanlık sonrası bu anma/zikir aracılığıyla boyun eğerler. Kuşkusuz bir zikir ehli vardır ki onlar, dünyaya bedel olarak zikri almışlardır; ne ticaret ve ne de alış-veriş onları zikirden alıkoymaz. Allah’ı anarak dünya hayatını katederler; gafillerin kulaklarına Allah’ın yasaklarından sakınmayı ulaştırırlar; adaleti buyurur ve adalet üzere hareket ederler; kötülükten sakındırır ve kendileri de sakınırlar. Adeta dünya hayatını katetmiş ve ahirete yönelmişlerdir; adeta dünya ötesini görmekteler; adeta berzah aleminde konaklayanların ikamet ettikleri andan başlayan gizli haberlerini ve kiyametin onlar için verdiği vaatlerin gerçekleştiğini bilmekteler. İşte bunlar, bu perdeyi dünya ehli için aralamışlardır; adeta dünya ehlinin görmediklerini görüyor ve duymadıklarını duyuyorlardır.” [27]

    İmam Ali’nin (a.s) bu buyruğunda dikkat çeken nokta şudur:
    İmam Ali (a.s) zikri, gönülün “celâ” vesilesi bilmektedir. “Celâ” iki anlama gelmektedir: Parlatmak ve göç ettirmek. Göründüğü kadarıyla İmam Ali (a.s) bu hutbede, her iki manada kullandığı için zikir ehlinin zikir ve Kur’an aracılığıyla mülk aleminden melekût alemine, tabiat aleminden gayb alemine kanat açtıklarını, alemin hakikatlerini orada gördüklerini ve duyduklarını, bu göç ve hakikatlerin keşfi sayesinde de gerçek anlamıyla teslimiyet sunduklarını buyurmaktadır.
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      #17
      Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

      Kur’an Okumak, Kalplerin Allah’a Yakınlaşmasını Sağlar


      Kur’an okumak, hem ruh ve hem de bedeni etkiler ve böylece kalplerin Allah’a yakınlaşmasını ve bedenin de huşu edinmesini sağlar.
      Gerçek şu ki bu, gerçek manada Kur’an okumanın özelliklerindendir ve bu özellikten yoksun olan Kur’an okuma, gerçek manada Kur’an okuma sayılmaz.

      İnsanın kalbi, günah işleme sonucunda katılaşır/taşlaşır ve sonuc olarak da o kalbe mühür vurulur; artık ne Allah’ın ayetlerinden etkilenir ve ne de o ayetleri algılayabilir.
      Kur’an-ı Kerim bazı insanları, onların iç dünyasını göz önünde bulundurarak ve gaybi gerçekleri algılama konusuna atıfta bulunarak kör, sağır ve dilsiz olarak tanımlamakta ve şöyle buyurmaktadır:

      “Kâfirler, hiçbir şey duyup dinlemeden bağırıp çağıran kimseye benzerler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da edemez onlar.” [28]

      Hakkın kahrı mühürlemiş gözleri
      Ki ayı görmez de, amma Suha`yı görür
      Allah’ın mührü kulakta ve gözdedir
      Perde ardındaysa nice suret ve sesler var [29]
      Hak kulaklarınıza mühür vurdu
      Ki Allah’ın sesine kulak vermesin [30]
      Mağara da, yar da ezgide O’nunla
      Ama ne fayda ki gözde ve kulakta mühür var [31]
      Sen de Firavun gibisin; gözü ve gönlü kör
      Düşmanla hoş, günahsızları horlayan
      Ey Firavun, ne zamana dek suçsuz öldüreceksin
      Bunca zarara düçar cisminle övüneceksin
      Onun aklı, şahların aklını artırırdı
      Hakkın hükmü, onu akılsız ve kör kılmış idi
      Hakkın mührü göz ve kulağa vuruldu mu
      Eflatun da olsa hayvanlaştırır [32]


      İnsan kendini aşmadıkça ve nefsinden kurtulmadıkça gözü, kulağı, dili ve gönlü iş yapmaz hal alır ve işlevini yerine getiremez.

      Gözler ve kulaklar kapatılmıştır
      Özden kurtulanlar bunun dışındadır [33]


      Yüce Allah, Peygamberine (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
      “Şüphe yok ki sen, ölüye duyuramazsın ve arkalarını çevirip giderlerken çağırsan da sağırlara sesini işittiremezsin.” [34]

      Yüce Allah bir diğer ayette ise batıni algılamalardan yoksun gönülleri şöyle tanımlamaktadır:
      “Ama bundan sonra kalpleriniz katılaştı, taşa döndü, Hattâ taştan da katı bir hale geldi. Çünkü öyle taşlar var ki içinden nehirler kaynar. Öylesi var ki çatladı mı bağrından su fışkırır. Öylesi de var ki Allah korkusundan yerlere yuvarlanır. Allah, yaptığınızdan gafil değil ki.” [35]

      Varlıkların doğal sebep ve nedenlerden etkilenmesi, gerçekte şuura dayalı olarak yüce Allah’ın emrinden etkilenmesidir ve bu da, ilahi korkunun özüdür. Kendi bendini aşamayan, özünden kurtulamayan ve ilahi emre boyun eğmeyen bir varlığın kalbi ise Allah’a itaat etmez ve taştan daha katıdır. Çünkü katılık ve yumuşaklığın ölçüsü, Allah’ın emrine boyun eğmek veya eğmemektir.

      Bizli, benli nice kalpler vardı ki
      Sıfatları “hatta daha da katı” oluverdi


      Mevlana, günahkar kalbin taşa benzetilişinin, gerçekte tabir yetersizliğinden kaynaklandığını ve örnek türünden olduğunu buyurduktan sonra, hakikatin daha farklı olduğuna ve bu benzetmenin uyumlu olmadığına dikkat çekmiş ve şöyle demiştir: Gunahkar kalbin taşa benzetilmesi, kelime yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü günahkar kalp asidir; taş ise itaatkar. Asinin itaatkara benzetilmesi de yakışık almaz.

      Katı kalbi taş diye nitelemek
      Uygun değildir; bu sadece bir misal


      Bakınız Kur`an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “Bu Kur'ân'ı, bir dağın üstüne indirseydik elbette görürdün ki dağ, Allah korkusundan eğilip çatlamış, paramparça olmuş ve işte insanlara bu örnekleri, düşünsünler diye getirmedeyiz.” [36]

      Gerçek de şu ki, eğer Kur`an bir dağa inmiş olsaydı ve dağ, Kur`an`ın öğütlerini, öykülerini, eğiti ve öğretilerini, müjde ve azap vaadlerini duysaydı, parçalanır ve huşu ederdi.

      Hak diyor ki: Ey mağrur kör
      Adımla parça parça olmadı mı Tur
      Ki biz kitabı bir dağa indirsek
      Parçalanır, dağılır ve göçer
      Eğer Uhud dağı benden haberdar olsaydı
      Dağdan oluk oluk kan akardı [37]


      Yüce Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
      Hadisi rivayet eden şahıs diyor ki: Allah Resulü (s.a.a), Kur`an okumamı istedi. Ben de Nisa suresini okumaya başladım.
      Şu ayete “Ne olacak halleri her ümmetten bir tanık getirdiğimiz, seni de hepsine tanık tuttuğumuz gün? (Nisa, 41)” vardığım zaman, Allah Resulünün (s.a.a) gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

      Allah Resulü (s.a.a) bana şöyle buyurdu: “Bu kadarı yeter... Kalpleriniz bir araya toplanıncaya ve derileriniz onunla yumuşayıncaya kadar Kur`an okuyun. İhtilaf ve çekişmede olduğunuz zaman bilin ki, gerçek Kur`an okuyucusu değilsiniz.[38] Kur`an-ı Kerim bu hususta şöyle buyurmaktadır:

      Bir Allah'tır ki sözün en güzelini indirmiştir bir kitap halinde, bir kısmı, bir kısmına benzer, bir kısmı, bir kısmını gerçekleştirir, her şeyi tekrar-tekrar bildirir; Rablerinden korkanların tüyleri diken-diken olur onu dinlerken, sonra da bedenleri ve gönülleri, Allah'ı anmak için yumuşar; işte bu, Allah'ın bir hidâyetidir ki dilediğini, onunla doğru yola sevk eder ve Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa ona yol gösterecek yoktur.” [39]

      Bu ayetin içerdiği bazı noktalara dikkat etmek gerekmektedir:
      a-Allah`ı anmak ve Kur`an okumak, hem korkuya düşürücü ve hem de huzur vericidir. İnsan, büyük bir komutanın huzurunda olduğunu hisseder; hem korkuya kapılır ve hem de huzur içinde olur.

      Kur`an-ı Kerim bir ayette, mümin insanların vasıf ve özelliklerini şöyle sıralamaktadır:
      “İnananlar, ancak onlardır ki Allah anılınca yürekleri titrer, onlara âyetleri okununca da inançlarını arttırır ve Rablerine dayanırlar. Onlardır ki namaz kılarlar ve rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını harcarlar. Onlardır gerçek inananlar, onlarındır Rableri katında dereceler, yarlıganma ve dâimî, bitmez-tükenmez rızık.” [40]

      Yüce Allah, Kur`an-ı Kerim`in bir diğer ayetinde de şöyle buyurmaktadır:
      “İnananlar, öyle kişilerdir ki Allah'ı anmakla yatışır, kuvvetlenir gönülleri. İyice bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.” [41]

      Bu korku, Allah karşısında duyulan korkudan başka bir şeydir. Mevlana bunu, arslanın ağzında bulunmaya benzetmekte ve şöyle buyurmaktadır:

      Ansızın bir arslan yetişti
      Adamı kaptı ve inine çekti


      b-Şanı yüce Allah Zümer suresinde, Kur`an`ın etki ve nüfuzunu şöyle beyan etmektedir: Kur`an-ı Kerim, azaları etkilemekle birlikte insanın derisini bile titretir; bu da Kur`an-ı Kerim`in insan üzerindeki derin ve çok yönlü etkisinin bir göstergesidir.

      c-Bu ayette vurgulanan bir diğer nokta ise, insanın dehşet sonrası huzur bulacağı gerçeğidir.
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        #18
        Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

        Kur’an Okumak, Hastalıklara Şifadır


        İmam Cafer-i Sadık (a.s), İbn-i Sinan’a şöyle buyurmaktadır:
        “Kur’an’ın şifa vermediği kimseye Allah şifa vermez.”[42]

        Yüce Peygamberimiz (s.a.a) de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
        “Kur’an’dan başkasından şifa dileyene Allah şifa vermez.”[43]

        Yüce Allah Yunus sûresinde Kur’an-ı Kerim’i “öğüt, şifa, hidayet, rahmet” vasıflarıyla tanımladıktan sonra şöyle buyurmaktadır:
        “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifâ, inananlara hidâyet ve rahmet geldi.”[44]

        Kur’an-ı Kerim, her ne kadar bu ayette gönül hastalıklarının şifası olarak tanımlanmış ise de hakikatte beden ve ruh hastalıklarının tümünün şifasıdır. Bunu şöyle açıklamak mümkündür:
        Kur’an-ı Kerim’in sunduğu formüllerin doğru olarak değerlendirilmesiyle gönül ve ruh hastalıklarına kesinlikle şifa vereceği gibi, aynı formüllerin yine doğru olarak kullanılmasıyla beden, hayal gücü, aza ve güç donanımlarına da şifa vereceği kesindir.

        Kur’an-ı Kerim bir diğer ayette şöyle buyurmaktadır:
        “Ve biz, Kur'ân’dan, inananlara şifâ ve rahmet olan âyetleri indirmedeyiz ve bunlar, zâlimlerin ancak ziyanlarını arttırır.” [45]

        Ayette geçen “müminler” kelimesi, mutlak manada kullanılmış olup imanın bütün aşamalarını içermektedir.
        Yüce Allah’ın Yunus sûresinde Kur’an’ı, gönül hastalıklarının şifası olarak tanımlaması, o hastalığın Kur’an dışında bir şeyle şifa bulamayacağı anlamınadır. O hastalık ise, bütün hastalıkların başı ve anasıdır.

        Gönül hastalığı, gönül ve ruhun direnç kaybettiği haldir; ki bu durumda hakkı çabuk anlayabilir ama çabuk inanamayabilir. Kalbin katılaşması/taşlaşması ise bunun tam karşı kutbunda yer almaktadır. Bu durumda gönül, hakkı geç algılar ve geç de inanır.

        Hasta ve katılaşmış gönül, şeytanî vesveseleri hem çabucak algılar ve hem de çabucak inanır.

        Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
        “Bu da, Şeytan'ın katmak istediği şeyi, gönüllerinde hastalık olanlarla yürekleri katı bulunanlara bir sınama yapmak içindir ve şüphe yok ki zâlimler, gerçekten pek uzak bir ayrılık içindedir.” [46]

        Kalbin/gönlün hastalığı, gerekli imanın olmayışıdır; kalbin şüphe ve gaflette oluşudur. Nifak ve küfr ise kalbin ölümüdür; münafık ve kafirin kalbi hasta değil, ölüdür. Aşağıdaki ayet, gerçekte onların halini şerhetmekte ve şöyle buyurmaktadır:
        “Kalplerinde hastalık var, Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylediklerinden dolayı onlara elemli bir azap var.” [47]

        Bu bağlamda değerlendirilebilecek bir başka ayet şöyle buyurmaktadır:
        “Bir sûre indirilince içlerinden bu hanginizin imanını artırdı diyen de var. Fakat inen sûreler, inananların inançlarını artırır ve onlar birbirlerini müjdelerler. Ama gönüllerinde hastalık olanların pisliklerine pislik katarak küfürlerini artırır ve onlar, kâfir olarak ölüp giderler.” [48]

        Kur’an hem işlevini yerine getirmekte olan sağlıklı kalpleri etkiler ve hem de işlevini yerine getiremeyen çöküş içindeki kalpleri; sağlıklı kalplerin imanını artırır, çöküş içindeki kalplerin ise sapkınlığını.

        Kur’an buyurdu ki: Bu Kur’an’ın batını
        Kimini hidayet eder ve kimini de saptırır


        İmam Cafer-i Sadık (a.s), Allah’tan başka hiç bir şeyi barındırmayan kalbi “salim-sağlıklı” kalp olarak tanımlamaktadır.

        Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
        “Ancak Allah'a, selim bir gönülle gelen faydalanır.” [49]

        İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu ayetin tefsiri bağlamında şöyle buyurmaktadır:
        “Kalb-i selim, Allah’ı mülakat ettiğinde Allah’tan başka hiç bir şeyin bulunmadığı kalptir...Şirk veya şüphe bulunan kalp, işlevini yerine getiremez çöküş içindeki kalptir.” [50]

        Kur’an-ı Kerim, kalp/gönül hastalıklarının şifasıdır. Kalbin şifası, kalpteki ahlakî sapkınlık ve çöküşün telafisidir; Kur’an-ı Kerim de önce öğüt, nasihat ve öykülerle kalbi gaflet uykusundan uyandırır. İkinci aşamada insanları güzellik ve şefkatle hak öğretilere, yüce ahlaka ve güzel davranışlara davet eder ve bunu, imanla ve imanın gereklerine uymakla pekiştirir.

        Müminler Emiri Ali (a.s), konuyla ilintili olarak şöyle buyurmaktadır:
        “Bilin ki şu Kur’an, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur’an’la oturup kalkan, doğrulukta, fazla bir şeye ulaşmayan, körlükte noksana erişmeden oturup kalkar. Bilin ki hiç kimseye Kur’an’dan sonra bir ihtiyaç, bir yoksulluk gelip çatmaz; hiç kimseye O’na uyduktan sonra bir zenginlik ulaşmaz. Dertlerinize ondan şifa dileyin; güçlüklerinize O’ndan yardım isteyin; çünkü O en büyük derde bile devadır ki o da küfürdür, nifaktır, azgınlıktır, sapıklıktır.” [51]

        İmam Ali (a.s) bu buyruğunda, küfür ve nifakın büyük dertler olduğuna vurgu yapmaktadır. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir: Şek ve şüphe, küçük ölüm diye nitelenebilecek bir hastalıktır. Küfür ve nifak ise ölümdür ve bu da büyük bir derttir. Hastalık ölümün elçisi olduğu gibi, gönül şüphesi ve hastalığı da gönlün ölüm elçisidir. Yani, küfür ve nifakın elçisidir.

        Mevlana Celaleddin, hastalık ve solgunluğun ölüm elçisi olduğunu şöyle buyurmaktadır:
        İşte bunlar gam ve hastalığın eserleridir
        Bunların her biri ölümün elçisidir
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          #19
          Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

          Kur’an Okumak Ruhu Güçlendirir


          Kur’an okumak ruhun güçlenmesine neden olur. Çünkü (maddî olmayan) soyut ruh, ilahi nurla beslenir; ondan gıda ve güç alır.
          İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
          “Kur’an ile bütünleşen insan, dağı yerinden kaldıracak kadar güçlenir.”

          Aslında İmam Ali (a.s) bu buyruğunda, sadece vasat bir örnek belirtmektedir; yoksa Kur’anî ruhun gücü, bunun çok ötesindedir.

          İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
          “Her kim, Kur’an’ın her hangi biryerinden yüz ayet okur ve bunun ardından yedi defa ‘Ya Allah’ derse, Allah dilerse bu duasıyla dağı yerinden söker.” [52]

          Buna binaen, Allah’ın izniyle alemin mutlak gücü olan Cebrail’in gücünün yemekten kaynaklanmadığı gibi ve güneşin güç ve aydınlığının pamuk ve yağdan kaynaklanmadığı gibi, maddeden soyut olan ruhun güç ve kudreti de yemekyen kaynaklanmamaktadır.

          Gücün hakkın gücünden doğar
          Sıcaklıktan fışkıran damarlardan değil
          Bu aydın olan güneş çerağı
          Fitil, pamuk ve yağdan değil
          Bu daim dönen semanın çarkı
          İp ve direk yardımıyla ayakta değil
          Cebrail’in gücü yemekten değildir
          Mihriban yaratıcının mülakatındandır
          Hak abdallarının bu gücünü de
          Haktan bil, yemekten ve tabaktan değil
          Cisimlerini de nurdan yoğurmuşlardır
          Ki ruh ve melekten öteye yücelmişlerdir
          Yüce’nin vasıflarıyla vasıflanmış olduğundan
          Halil gibi hastalıklar ateşinden geç
          Ki ateş sana da serin ve esenlik olsun
          Tüm faktörler, isteğine köle kesilsin [53]


          Madeden soyut ruh sevgiliyi görmekle, sevgilinin sesini duymak ve tatmakla güç ve kudret kazanır.
          Evliyanın gücü, ilahın gücündendir
          Fırlatılan oku yoldan geri çevirirler


          İmam Ali b. Ebutalib (a.s), dönemin pehlivanlarının hareket bile ettiremediği Hayber kalesinin kapısını yerinden söküp fırlatır ve “Elim kapıya değmedi bile.” buyurur. Bu hadis Ehl-i sünnet kanalıyla da rivayet edilmiştir.

          İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur:
          “Andolsun Allah’a! Ben Hayber’in kapısını bedeni gücümle değil, rahmanî gücümle yerinden söktüm.” [54]

          İbn-i Hacer-i Askalanî’nin “El-İsabe” kitabında, Kadı Dehlan’ın “Siret’ün Nebeviyye” kitabında ve diğer Ehl-i sünnet alimleri şöyle nakletmişlerdir:
          “Savaşın bitiminden sonra kırk kişi birleşerek bu kapıyı eski yerine getirebildiler.”

          Şii kaynaklarında ise İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:
          “Andolsun Allah’a! Hayber kapısını bedenî gücümle ve beslenmeden kaynaklanan hareketle yerinden söküp kırk zirâ’ (takribî olarak 18 metre) öteye fırlatmadım ve hatta azalarım bunu hissetmedi bile; ancak melekutî bir güçle desteklendim ve Rabbinin nuruyla aydınlanan can ile onu yerinden söktüm.” [55]

          İşte bu güç ve kudret, hakkın nurundan kaynaklanan bir güçtür ve bu da, canın güçlenmesine neden olan Kur’an’ın meşhudî ilminden ibarettir.

          O, bu yurdun özellerinin yemeğidir
          Boğaz ve alet olmaksızın yenir
          Güneşin yemeği arşın nurundandır
          Hasetli ve devinkiyse halı tozudur
          Şehitler için ‘rızıklanırlar’ buyurmuştur Hak
          Bu yemek için ne ağız, ne tabak gerek
          Gönül her sevgiliden bir yemek yer
          Gönül her ilimden bir sefa alır [56]


          Güneşin arş nurundan beslenip sıcaklık ve aydınlık aldığı ve şehitlerin Allah ile mulakattan huzur ve mutluluk aldıkları gibi, Kur’an’la bütünleşen insan da aynen böyle Kur’an’dan beslenir.

          Kur’an’la bütünleşerek ruhlarını güçlendiren insanların bedenleri de güçlenir ve ruhun kazanmış olduğu güç, bedene de yansır. Bunun nedeni şudur: Ruh cevherdir, beden ise ilinek; ilinek de cevhere tabidir.

          Kudret kemalinden erlerin bedenleri
          Nedensiz nur içinde tahammül kazandı [57]


          İlim, yüce Allah’ın ism-i a’zamıdır ve insan, bu ilim sayesinde bütün varlıklara hükmeder, bütün varlıkları isteğine ram eder.

          Süleyman mülkünün mührüdür, ilim
          Bütün evren surettir, ilimdir canı
          İnsanın bu sanatından biçare oldu
          Denizlerin mahlukatı, dağ ve çöl mahluku
          Kaplan ve aslan, bir fare gibi korkar ondan
          Köpekbalığının ödü kopar, deniz kaynamada
          Peri de, dev de ondan uzaklaşmıştır
          Her biri gizli bir yerde saklanmıştır [58]


          İlimlerin kaynağı olan Kur’an’dan ilim alan bir ruh güçlenir. Bu ilim kaynağından pay alabilen bir insan, olağanüstü işler yapar. Hz. Süleyman (a.s) mektebinin öğrencilerinden olup semavî kitab ilminden biraz pay almış olan Asıf b. Berhiya, çok uzak bir mesafede bulunan Seba kraliçesi Belkıs’ın tahtını Hz. Süleyman’ın (a.s) huzuruna getirir.

          Bu hususta Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
          “Ey ulular dedi, onlar, bana teslîm olup gelmeden onun tahtını kim getirebilir bana? Cinlerden bir ifrit, sen yerinden kalkmadan dedi, ben onu sana getiririm ve şüphe yok ki ben, elbette güvenilecek bir kuvvete sâhibim. Kitaba âit bir bilgiye sâhib olansa ben dedi, gözünü yumup açmadan onu getiririm sana. Derken baktı ki taht yanında durmada, onu görünce bu dedi, Rabbimin lûtfundan, ihsânından, şükür mü edeceğim, nankör mü olacağım, beni sınamak istiyor. Fakat şükreden, mutlaka kendisini faydalandırmış olur ve nankörlük edene gelince hiç şüphe yok ki Rabbim, kullarından müstağnîdir, onlara karşı lütuf ve kerem sâhibidir.” [59]

          Bir ifrit, onun tahtını fend ile
          Getiririm, sen yerinden kalkmadan
          Asıf dedi, ben O’nun yüce ismiyle
          Bir nefeste huzuruna getiririm
          Gerçi ifrit, büyü üstadı idi
          Ama taht Asıf’ın nefesiyle ortaya çıktı [60]


          İmam Muhammed-i Bakır’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:
          “Allah’ın yüce ismi yetmiş üç harftir ve Asıf ise bunlardan sadece birini biliyordu. Bildiği o harfle konuştu, böylece kendisiyle Belkıs’ın arasındaki mesafe kısaldı, eli Belkıs’ın tahtına ulaştı. Yer, bir göz açıp kapama süresinden daha kısa zamanda eski haline döndü. Bizim nezdimizde ise ism-i a’zamın yetmiş iki harfi vardır; bir haf de yüce Allah’ın katındadır ve onunla katındaki gayb ilmini etkiler. Şanı yüce Allah’tan başka güç ve kudret yoktur.” [61]

          Dikkat edilmesi gerekir ki bu yetmiş üç harften ibaret olan Allah’ın yüce ismi, normal türden ve göreceli isim ve harflerden değildir; isim sahibinin canında yer etmiş olan ve ruha güç bahşeden gerçeklerden ibarettir.

          Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
          “Kur’ân'la dağlar yürütülse, yahut yeryüzü parçalansa, yahut da ölü konuşsa. Fakat bütün işler, ancak Allah'ın. İnananlar anlamazlar mı ki Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi. Kâfir olanlarsa, yaptıklarına karşılık, Allah'ın vaadi yerine gelinceye dek, bir belâya uğrayıp dururlar, yahut da yurtlarına yakın bir yere iner bu belâ. Şüphe yok ki Allah, vaadinden dönmez.” [62]

          İmam Muhammed-i Bakır (a.s) bu ayetin yorumu bağlamında şöyle buyurmuştur:
          “Dağların yürütüldüğü, şehirlerin paramparça edildiği ve ölülerin diriltildiği şeyleri (şifreleri) içeren bu Kur’an’ın varisleriyiz bizler.” [63]
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            #20
            Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

            Bu konuyla ilintili olarak iki noktaya temas etmeliyim:

            -Kur’anî ilim, iktisabî değildir; ırsîdir. Bunun açılımı şöyledir: Kur’anî gerçekler, ancak ve sadece nefsi eğitmek ve arındırmak ile sahiplenilebilir. Ancak bu gerçeklerin tümü, bu uğurda gayret etmekle de elde edilemez. Yüce Allah Resulü (s.a.a), gayretleri sonucunda Kur’an’ın indiği şahıs konumuna ulaşmadı.

            -İnsan Kur’anî ilme varis olmakla, alemin bütün varlıklarına hükmeder konuma yükselir. İşte Kur’an sayesinde bütün varlıklar ve etkenler, Kur’anî ruhun emrine tabi olur.

            ____________________________
            [1] Usul-u Kafi, c: 2, s: 630
            [2] Usul-u Kafi, c: 2, s: 603
            [3] Usul-u Kafi, c: 2, s: 604
            [4] Bihar’ul Envar, c: 14, s: 476
            [5] Et-Terğib ve’t Terhib, c: 3, s: 497
            [6] Müstedrek’ü Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 262
            [7] Vesâil’iş Şia, c: 2, s: 9
            [8] Men La Yahzuruh’ul Fakih, c: 2, s: 294
            [9] Müstedrek’u Vesâil’iş Şia, c: 12, s: 173
            [10] El-Kafi, c: 2, s: 602
            [11] Müstedrek’u Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 238
            [12] Ra’d, 28
            [13] Vesâil’uş Şia, c: 8, s: 351
            [14] Hicr, 9
            [15] Yasîn, 69
            [16] Mutaffifîn, 10-15
            [17] Mesnevi, 1. defter, 3146-3147. beyitler
            [18] Nehc’ül Belaga, 198. hutbe
            [19] Mesnevi, 1. defter, 726. beyit
            [20] Gurer’ul Hikem
            [21] Bihar’ül Envar, c. 1, s: 202
            [22] Müstedrek’u Vesâil’iş Şia, c: 2, s: 104
            [23] Gurer’ul Hikem
            [24] Mesnevî, 4. defter, 2469-2476. beyitler
            [25] Mesnevî, 1. defter, 1390-1398 beyitler
            [26] Bihar’ül Envar, c: 89, s: 23
            [27] Bihar’ül Envar, c: 66, s: 325
            [28] Bakara, 171
            [29] Mesnevi, Mevlana, 2. defter, 679. beyit
            [30] Mesnevi, Mevlana, 2. defter, 2881. beyit
            [31] Mesnevi, Mevlana, 1. defter, 406. beyit
            [32] Mesnevi, Mevlana, 4. defter, 1921-1924. beyitler
            [33] Mesnevi, Mevlana, 3. defter, 837. beyit
            [34] Neml, 80
            [35] Bakara, 74
            [36] Hasr, 21
            [37] Mesnevi, Mevlana, 2. defter, 508-512. beyitler
            [38] Müstedreku Vesail`is Sia, c: 4, s: 238
            [39] Zümer, 23
            [40] Enfal, 2-4
            [41] Ra`d, 28
            [42] Vesâil’uş Şia, c: 6, s: 236
            [43] Müstedreku Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 311
            [44] Yunus, 57
            [45] İsra, 82
            [46] Hac, 53
            [47] Bakara, 10
            [48] Tevbe, 124-125
            [49] Şuarâ, 89
            [50] El-Kafi, c: 2, s: 16
            [51] Müstedreku Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 239
            Nehc’ül Belağa, 176. hutbe
            [52] Vesâil’uş Şia, c: 7, s: 65
            [53] Mesnevî, 3. defter, 3-10. beyitler
            [54] İhkak’ul Hak, c: 8, s: 383
            [55] Beşaret’ül Mustafa, s: 235. Taberî, İmaduddin, meclis: 77. Emalî, Saduk. Bihar’ul Envar, c: 21, s: 26
            [56] Mesnevî, 2. defter, 1086-1089. beyitler
            [57] Mesnevî, 6. defter, 3066. beyit
            [58] Mesnevî, 1. defter, 1030-1033. beyitler
            [59] Neml, 38-40
            [60] Mesnevî, 4. defter, 903-905. beyitler
            [61] Usul-u Kafi, c: 1, s: 230
            [62] Ra’d, 31
            [63] Usul-u Kafi, c: 1, s: 226
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              #21
              Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

              KURAN OKU


              Kur'an oku, Kur'an oku; güzel yavrum, Kur'an oku
              Ondan ögren dogrulari; ondan ögren hak hukuku

              Kur'an dertlere demandir; Ilahi bir gülistandir
              Kurtulusun tek yolu var, o da sadece Kur'an'dir

              Kur'an essiz bir mucize, Hakki'in mesajidir bize
              Kur'an oku güzel yavrum; hacet yoktur baska söze

              Kur'an haktir, hakikattir; Kur'an en büyük nimettir
              Kur'an ilim ve hikmettir; Kur'an yolu saadettir

              Aman yavrum, aman dikkat! Aldanma seytana heyhat
              Kur'an'sizlik cehennemdir; cennettir Kur'an'la hayat

              Kur'an sözlerin basidir; Kur'an adalet marsidir;
              Aydinliklar dünyasidir; zulme, zulmete karsidir

              Kur'an sönmez bir günestir; ondan nurlanmayan leştir
              Kur'an'dan etkilenmeyen kalpler, vallahi bir taştir

              Okulumuz Kur'an, Sünnet; ögretmen Ehl-i Beyt elbet
              Hem Kur'an, hem de Ehl-i Beyt, Resul'den bize emanet

              Kur'an Hak'la konusmaktir; ötelerle tanismaktir
              Kur'an'i okumak yavrum, yüce Rabb'e danismaktir

              Yavrum daima hakki söyle, Kur'an oku, amel eyle
              Kur'an'i ve Ehl-i Beyt'i degistirme hic bir şeyle!!
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                #22
                Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

                Kur’an Hidayet Ve Saadet Kitabıdır


                Kur’an-ı Kerim, insan için hidayet ve saadet kitabıdır. İnsan, dünya ve ahiret hayatlı bir varlık olduğundan dolayı Kur’an-ı Kerim, insan hayatının her iki boyutunu güvenceye alır ve iyileştirir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
                “Hâ mîm. Rahman ve rahîmden indirilmiştir.” [1]

                Ayetteki “Rahman” vasfı, yüce Allah’ın dünya hayatında mümin ve kafirleri kapsayan genel rahmetine ve “Rahim” vasfı ise, kıyamette sadece imanlı kullara nasip olacak özel rahmetine işaret etmektedir. Bu kısa açıklamanın sonucu şudur: Kur’an-ı Kerim, insanların dünya ve ahiret hayatını ıslah eder. Çünkü insanı mutlu kılacak her neden ve etken Kur’an-ı Kerim’de anılmıştır. Kur’an-ı Kerim, bu bağlamda şöyle buyurmaktadır:
                “Her ümmete, kendi cinsinden bir tanık getireceğiz ve seni de bunlara tanık tutacağız ve biz, sana her şeyi açıklayıp anlatan ve Müslümanlara hidâyet, rahmet ve müjde olan kitabı indirdik.” [2]

                Yaratılış, mead, vahiy, peygamberlik, nefsi arındırma, eğitim... gibi konular Kur’an-ı Kerim’de hem çok açık olarak işlenmiş/açıklanmış ve hem de bu tür konularda insanın yarar ve mutluluğu beyan edilmiştir. Hadislerden anlaşıldığı kadarıyla bilim dallarının çoğu Kur’an’dan çıkarsanmıştır ve bu çıkarsamayı gerçekleştirenler ise, ancak Kur’an’ın indiği insanlardır.

                İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
                “Ben, Resulullah’ın (s.a.a) çocuğuyum. Ben, Allah’ın kitabını en iyi bilen kimseyim. Kur’an’da ilk yaratılış anlatılır. Kıyamet gününe kadar olacaklar da açıklanır. Göklerin ve yerin haberi onda yer alır, cennet ve cehennemin haberi de. Bu güne kadar olanların, olacakların haberlerini vermektedir. Kur’an’ı avucumun içi gibi bilirim. Şüphesiz ki Allah şöyle buyurmuştur: Onda her şeyin açıklaması vardır.” [3]

                İmam Cafer-i Sadık (a.s) bir diğer hadisinde şöyle buyurmaktadır:
                “İki insanın, ihtilafa düştüğü hiçbir konu yoktur ki, onun ‘aslı’ yüce Allah’ın kitabında olmasın. Ancak sıradan insanların akılları buna ermez.” [4]

                Yine İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
                “Kuşkusuz ki ben, göklerde ve yerde olanı bilirim; cennette olanı bilirm; cehennemde olanı bilirim; olanı ve olacağı bilirim.” İmam daha sonra biraz durakladı ve bu sözün, dinleyici için ağır olduğunu gördü ve şöyle devam etti: “Bunların tümünü Kur’an’dan öğrendim. Şüphesiz ki Allah şöyle buyurmuştur: Onda her şeyin açıklaması vardır.” [5]

                Evrenin yaratıcısı yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’i hidayet kitabı olarak tanıtıp şöyle buyurmaktadır:
                “Ey kitap ehli, kitapta olduğu halde gizlediklerinizin çoğunu apaçık size bildiren, çoğunu da affedip yüzünüze vurmayan Peygamberimiz gelmiştir size; Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir size. Allah, kendi rızasına uyanları, onunla esenlik yollarına götürür ve dileğiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola sevk eder.” [6]

                Şanı yüce Allah bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır:
                “Şüphe yok ki bu Kur’ân, insanları en doğru bir yola sevk eder ve iyi işlerde bulunan inanmış kimselere, gerçekten de büyük bir mükâfâta nâil olacaklarını müjdeler.” [7]

                Hidayet iki kısımdır: Teşriî hidayet ve tekvinî hidayet
                Teşriî hidayet: Yolu göstermek, kılavuzluk etmek, helalı/haramı ve farzı/yasağı... açıklamak anlamı taşımaktadır.

                Tekvinî hidayet: Eksik ve nakıs varlığı, kendine yakışır olgunluğa ulaştırmaktan ibaret olup, hidayetin bu türüne “maksada ulaştırmak” da denmektedir.
                Kur’an-ı Kerim, saadeti temin eden hüküm ve etkenleri beyan ederek teşriî anlamda her kesi hidayet etmiştir.

                Yüce Allah’ın tekvinî hidayeti ise, teşriî hidayetten faydalanan insanlara verilen özel bir mükâfattır.
                Yüce Allah, teşriî hidayetin her kes hakkında geçerli olduğunu şöyle beyan buyurmaktadır:

                “Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla bâtılı ayırt eden Kur’ân, bu ayda indirildi. Sizden kim, bu aya erişirse orucunu tutsun. Hasta olan ve yolcu bulunan, hastalığında, yolculuğunda orucunu yer, sonra yediği günler kadar tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük değil. Bu da sayıyı tamamlamanız, Allah'ın size doğru yolu göstermesine karşılık onu ululamanız içindir, böylece de ona şükretmiş olabilirsiniz.” [8]

                Yüce Allah bir başka ayet şöyle buyurmaktadır:
                “Elif lâm râ. Bir kitaptır bu ki insanları karanlıklardan nûra çıkarman, Rablerinin izniyle üstün ve gerçekten de hamde lâyık olan Tanrı yoluna götürmen için onu sana indirdik.” [9]

                Kur’an-ı Kerim, tekvinî hidayetin Müslümanlara, müminlere ve takva ehline özgü olduğunu da şöyle buyurmaktadır:
                “Her ümmete, kendi cinsinden bir tanık getireceğiz ve seni de bunlara tanık tutacağız ve biz, sana her şeyi açıklayıp anlatan ve Müslümanlara hidâyet, rahmet ve müjde olan kitabı indirdik.” [10]

                Bir başka ayet şöyle buyurmakta:
                “Şüphe yok ki bu Kur’ân, İsrâil-oğullarına, ihtilâfa düştükleri birçok şeyleri anlatmadadır. Ve şüphe yok ki Kur'ân, elbette hidâyettir ve rahmettir inananlara.” [11]

                Yine bu bağlamdaki bir diğer ayet şöyledir:
                “Elif lâm mîm. Bu, bir kitaptır ki onda şüphe yok. Tokvâ sahiplerine yol göstericidir.” [12]

                Yüce Allah, tekvinî hidayeti, teşriî hidayet için ödül ve mükâfat kıldığını da şöyle beyan buyurmaktadır:
                “Hiçbir felâket, Allah'ın izni olmadıkça gelip çatmaz ve kim inanırsa Allah'a, o da, onun gönlüne doğru yolu ilhâm eder ve Allah, her şeyi bilir.” [13]

                Yine bu husustaki bir ayet şöyledir:
                “Ve doğru yolu bulanlara gelince: Onların hidayetini arttırmaktadır ve onlara, korunma duygusu vermektedir.” [14]

                Konuya ışık tutan bir diğer ayet de şöyle buyurmaktadır:
                “Onların ahvâlini gerçek olarak sana haber veriyor, hikâye ediyoruz. Şüphe yok ki onlar, Rablerine inanmışlardı ve biz de hidâyetlerini arttırmıştık onların.” [15]

                Kur’an-ı Kerim, teşriî hidayetten kendilerini mahrum eden ve bununla bağlantılı olarak da Kur’an’ın sunduğu tekvinî hidayetten nasip alamayan ve böylece mutluluk ve olgunluğa ulaşamayan fasıklar hakkında şöyle buyurmaktadır:

                “Şüphe yok ki Allah, sivrisineği de örnek getirmekten çekinmez, ondan üstün olanları da. İnananlar bilirler ki bu örnek, yerindedir ve Rablerindendir. Fakat inanmayanlar, Allah bu örnekle ne demek istiyor ki derler. O, bununla çoklarını şaşırtıp azdırır, çoklarını da doğru yola getirir. Azdırıp şaşırttıkları, ancak kötü işler yapanlardır.” [16]

                Niceleri Kur’an ile yoldan çıktı
                Bu halatla bir kavim kuyuya düşt
                Bu halatın ne suçu var ey ianatçı?!
                Senin yükselme isteğin yoktu [17]
                İşte böyle nice kavimler onunla sapıttı
                Agâh gönül de onunla hidayet buldu [18]


                Dr.İbrahimiyan
                Tercüme.C.Bayar

                ________________________
                [1] Fussilet, 1-2
                [2] Nahl, 89
                [3] Usul-u Kafî (Türkçe tercümesi), c: 1, s: 79
                [4] Usul-u Kafî (Türkçe tercümesi), c: 1, s: 77
                [5] Usul-u Kafi, c: 1, s: 261
                [6] Mâide, 15-16
                [7] İsrâ, 9
                [8] Bakara, 185
                [9] İbrahim, 1
                [10] Nahl, 89
                [11] Neml, 76-77
                [12] Bakar, 1-2
                [13] Teğabun, 11
                [14] Muhammed, 17
                [15] Kehf, 13
                [16] Bakara, 26
                [17] Mesnevî, 3. defter, 4210-4211. beyitler
                [18] Mesnevî, 6. defter, 3661. beyit
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  #23
                  Ynt: AYET VE HADİSLERDE KUR'AN

                  Kur’an ve Öğüt


                  Kur’an-ı Kerim açısından gerçeğe ulaşma yollarından biri öğüttür. Öğüt, dinleyicinin ruhunu ve kalbini yumuşatan açıklama türüdür.

                  Rağıb-i İsfahanî, “Müfredat” kitabında şöyle yazmıştır: “Öğüt, bir insanı korkutarak her hangi bir işten alıkoymaktan ibarettir.”

                  Muhatap üzerinde etki gösteren, kötülükler hususunda korkutan ve kalbini iyiliklere yönlendiren her söz “öğüt”tür. İşte bundan ötürü de Kur’an-ı Kerim öğüttür.

                  Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’in bir öğüt olduğuna vurgu yapmış ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
                  “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifâ, inananlara hidâyet ve rahmet geldi.” [1]

                  Konuyla ilintili bir diğer ayet şöyle buyurmaktadır:
                  “Kadınları boşadınız da boşandıktan sonraki müddetlerini geçirdiler mi artık onları ya iyilikle tutun, yahut hoşlukla salıverin. Haklarında aşırı muâmelede bulunmak için zararlarına olarak onları zorla tutmayın. Bunu kim yaparsa ancak kendisine zarar eder. Allah'ın âyetlerini şaka sanmayın. Size verilen Allah nîmetlerini, öğüt vermek için indirdiği kitabı ve ondaki hikmeti anın. Sakının Allah'tan ve bilin ki o, her şeyi bilir.” [2]

                  Bu hususta rivayet edilen bir hadis şöyledir:
                  “Allah’tan sakınanlar için en güzel söz ve en açık-seçik öğüt, izzet ve hikmet sahibi Allah’ın kitabıdır.” [3]
                  Kur’an-ı Kerim, öğreti, hikmet ve öyküleri açıklamakla müminlerin kalplerini yumuşatmakta ve böylece de hidayete ermeleri için zemin hazırlamaktadır.

                  Kur’an-ı Kerim bu hususta şöyle buyurmaktadır:
                  “İnananlara, o çağ gelmedi mi henüz, Allah'ı anış ve Kur’ân'dan inen şeyler, onların gönüllerini yumuşatsın da tamâmıyla korkup itâat etsinler ve önceden kendilerine kitap verilenlere benzemesinler; onların, peygamberleriyle araları, uzayıp açıldıkça kalpleri katılaştı ve onların çoğu, buyruktan çıktı.” [4]

                  Ayette vurgulanan “huşu”, önemli bir hakikat veya önemli bir şahıs karşısında insanın bulunduğu hem bedensel ve hem de ruhsal anlamda alçakgönüllülük ve saygı halidir.

                  Fuzayl b. İyaz, İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) hadis rivayet eden güvenilir biridir ve aynı zamanda da meşhur zahitlerdendir. Fuzayl, ömrünün son dönemini Kâbe’nin komşuluğunda yaşamış ve bir Aşura günü de dünyadan ayrılmıştır.

                  Fuzayl, önceleri acımasız bir soyguncu idi ve insanların ondan ödü kopardı. Bir gün bir mahalleden geçerken bir kız görür ve ona ilgi duyar. Bu ilgi, giderek yakıcı bir aşka dönüşür. Bu aşk ile takatını yitiren Fuzayl, bir gece kızın evinin duvarına çıkmaya ve ne pahasına olursa olsun, aşık olduğu kıza kavuşmaya karar verir. Bu kararını gerçekleştirmek üzere duvardan yukarı çıktığı esnada, etraftaki evlerden birinden Kur’an sesi gelir. Bu gönül gözü açık olan insan, tam da şu ayeti okumaktaydı:

                  “İnananlara, o çağ gelmedi mi henüz, Allah'ı anış ve Kur’ân'dan inen şeyler, onların gönüllerini yumuşatsın...”

                  Bu ayet, bir ok gibi yer etmişti Fuzayl’ın kirlenmiş kalbine. Fuzayl tam bir değişim ve dönüşümle ansızın söylenmeye başladı: “Andolsun Allah’a ki o vakit gelip çatmıştır!”

                  Duvardan aşağı inerek, bir kervanın konakladığı ve gitmek istedikleri yere nasıl gidebilecekleri hakkında istişare eden insanların bulunduğu bir harabeye girdi. Bu insanlardan bazısı şöyle diyordu: “Fuzayl ve çetesi mutlaka yoldadır. Eğer hareket edecek olsak yolumuzu kesecek ve kervanın yükünü yağmalayacaktır.”

                  Bu sözleri duyan Fuzayl sarsıldı ve bu yüzden kendini kınayarak kendi kendine şöyle dedi: “Ne kadar da kötü biriymişim ben!”

                  Gökyüzüne bakındı ve tövbe eden kalbiyle yakardı: “Allah’ım! Ben sana döndüm ve tövbemin temeli de hep senin evinin komşuluğunda yaşamaktır. Allah’ım! İşlediğim kötülüklerden dolayı acılar içindeyim; acılarımı dindir ve derdimi derman eyle. Çünkü bütün acıları dindiren sensin ey yüce, ey her türlü eksiklikten münezzeh, ey benim kulluğuma ihtiyacı olmayan Allah! Benim hiyanetimi rahmetinle affeyle!”
                  Yüce Allah da onun dualarını icabet eder ve bağışlar.

                  Bazı tefsir bilginleri, Abdullah b. Abbas’tan şöyle rivayet etmişlerdir:
                  “Bir gün ashabtan bazıları İslam Peygamberine (s.a.a) şöyle dediler: Ey Allah Resulü (s.a.a)! Bizim için bir hadis buyur da kalplerimizin pasını gidersin.”

                  İşte ashabın bu isteğinden sonra “İnananlara, o çağ gelmedi mi henüz, Allah'ı anış ve Kur’ân'dan inen şeyler, onların gönüllerini yumuşatsın...” ayeti nazil oldu.

                  Şanı yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
                  “Bir Allah'tır ki sözün en güzelini indirmiştir bir kitap halinde, bir kısmı, bir kısmına benzer, bir kısmı, bir kısmını gerçekleştirir, her şeyi tekrar-tekrar bildirir; Rablerinden korkanların tüyleri diken-diken olur onu dinlerken, sonra da bedenleri ve gönülleri, Allah'ı anmak için yumuşar; işte bu, Allah'ın bir hidâyetidir ki dilediğini, onunla doğru yola sevk eder ve Allah, kimi doğru yoldan saptırırsa ona yol gösterecek yoktur.” [5]

                  Yüce Allah öğüt vericidir ve insanlara öğütler vermiştir. Allah-u teala Kur’an-ı Kerim’de, emaneti sahibine ulaştırmayı ve adalet üzere hükmetmeyi öğütlemekte ve şöyle buyurmaktadır:

                  “Şüphe yok ki Allah, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten de Allah, size ne de güzel öğüt vermede. Şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar, görür.” [6]

                  Bir diğer ayette adaleti, iyiliği, akrabaları gözetip kollamayı, günahtan ve kötülükten sakınmayı, sınırları aşmamayı emretmekte ve şöyle öğütlemektedir:

                  “Şüphe yok ki Allah, adâleti, lütuf ve keremde bulunmayı ve yakınlara ihtiyaçları olan şeyleri vermeyi emreder ve çirkin olan, kötü görünen şeylerle haksızlığı nehyeder; öğüt alasınız diye de size öğüt vermededir.” [7]

                  Bir başka ayet şöyle buyurmaktadır:
                  “Eğer inanmışsanız Allah size öğüt vermededir bir daha ebedîyen buna benzer birşeye dönmemeniz hakkında.” [8]

                  Kur’an-ı Kerim, Allah’ın öğütlerinden faydalananların sadece takvalılar olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur:
                  “Sizden önce nice dinler gelip geçti. Yeryüzünü gezin, dolaşın da yalanlayanların sonucu ne olmuş, bakın, görün. Bu, insanlara açıklamadır ve sakınanları doğru yola sevk etmedir, öğüttür onlara.” [9]

                  Bu husustaki bir diğer ayet şöyledir:
                  “O zaman bunu görenlerle sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da bir öğüt olmak üzere onları maymun şekline sokmuştuk.” [10]

                  Katılaşmış kalplerin, öğütlerden etkilenmeyeceği bir gerçektir. Hz. Hûd’un (a.s) kavminin sözü, bunun bir örneğidir. Onlar, Hz. Hûd’a (a.s) şöyle demişlerdi:
                  “Bizce bir dediler, ister öğüt ver bize, istersen öğüt verenlerden olma.” [11]

                  “Varlık letafetinde şüphe olmayan yağmur
                  Bahçede lale yeşertir ve tuzlakta diken bitirir”

                  “Ve biz, Kur'ân’dan, inananlara şifâ ve rahmet olan âyetleri indirmedeyiz ve bunlar, zâlimlerin ancak ziyanlarını arttırır.” [12]

                  _______________________
                  [1] Yunus, 57
                  [2] Bakara, 231
                  [3] Men La Yehzuruh’ul Fakih, c: 1, s: 517
                  [4] Hadid, 16
                  [5] Zümer, 23
                  [6] Nisâ, 58
                  [7] Nahl, 90
                  [8] Nûr, 17
                  [9] Âl-i İmran, 137-138
                  [10] Bakara, 66
                  [11] Şuarâ, 136
                  [12] İsrâ, 82
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum

                  YUKARI ÇIK
                  Çalışıyor...
                  X