Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

    Kur’an’a yönelik eksiklik, fazlalık, anlamı çarpıtma ve benzeri iddialara “tahrif”
    denilir. Kavram olarak tahrif, bir yazıyı, bir metni aslî manasını değiştirecek
    şekilde bozma, yazılı metnin doğrudan doğruya değiştirilmesi, aslında doğru
    olan metinlerin okunurken keyfi olarak tağyiri, metinden bazı kısımların çıkarılması
    veya metne ilaveler yapılması, ya da aslî metni yanlış tefsir etme gibi
    muhtelif anlamlara gelir.1 Râgıb el-İsfehânî, bu kavramı, anlamın çarpıtılması
    olarak şöyle yorumlamıştır: “Sözü tahrif etmek, iki yöne hamledilmesi muhtemel
    bir kelimeyi bir tek anlamla sınırlandırmaktır”.2 Tahrif terimi, doğrudan
    olmasa bile farklı varyantlarıyla Kur’an’da da yer almaktadır. Bu çalışmamızda,
    daha çok Kur’an’a ilişkin öne sürülen eksiklik ve fazlalık iddialarını ifade etmek
    için kullanılmıştır.
    Tahrif kelimesinin anlamını bu şekilde izah ettikten sonra, asıl konumuz
    olan Kur’an’ın tahrifi iddialarına gelelim. Bu kavramın, Hz. Peygamber’in vefatından
    belli bir süre sonra ortaya çıkan siyasi mücadelelerde, tarafların kendi
    düşüncelerini meşrulaştırmak amacıyla gündeme getirilmeye başladığını görüyoruz.
    Bu dönemde, Kur’an’da eksiklik-fazlalık, metnin anlamını çarpıtma ve
    benzeri tartışmalar bağlamında kullanılmıştır. Bu çerçevede sahabe döneminde
    Kur’an’ın mushaf haline getirilmesi ve Kur’an nüshaları arasındaki farklılıklara
    ilişkin tartışmalara girmeyeceğiz.3 Biz çalışmamızda daha çok, Kur’an metninden
    bazı kısımların çıkarılması veya ilaveler yapılması anlamındaki tahrif iddialarına
    yönelik III./IX. asır Zeydî âlimleri tarafından yapılan eleştirileri inceleyeceğiz.
    Söz konusu eleştirilere geçmeden önce Kur’an’da eksiklik veya fazlalık
    olduğuna dair iddialardan bazı örnekler vermek istiyoruz. Bu çerçevede Hasan
    b. Muhammed b. el-Hanefiyye’nin, muhtemelen 75-80/694-699 yılları arasında
    yazdığı Kitâbu’l-ircâ adlı eserinde Kur’an’ın tahrifiyle ilgili iddiaların Sebeiyye
    tarafından öne sürüldüğü kaydedilir. Burada Sebeiyye’nin,4 Allah’ın nebisinin
    Kur’an’dan onda dokuzunu gizlediğini iddia ettiği aktarılır.5
    Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kur’an’da tahrif iddiaları II./VIII. asrın
    ortalarına kadar Sebeîyye başta olmak üzere Gulât Şiîler tarafından öne sürülmekteydi.



    1 F. Buhl, “Tahrif”, İA, MEB Yay. , İstanbul 1979, c. IX, s. 667.
    2 Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, Kahraman Yay. , İstanbul 1986, 164.
    3 Bu konuda bkz. F. Buhl, “Kur’an”, İA, MEB, İstanbul 1977, c. VI, ss. 1003-1005.
    4 Sebeiyye ve tarihi gerçekliği ile ilgili olarak bkz. Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe
    Meselesi, Araştırma Yay. , Ankara 2005, ss. 23-141.
    5 Sönmez Kutlu, “İlk Mürciî Metinler ve Kitâbu’l-İrcâ”, AÜİFD, Ankara 1998, c. XXXVII, ss.
    327-328.[/b]

    #2
    Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

    Ancak bu iddiaların, hicrî ikinci asrın ikinci yarısından itibaren
    nassla imamet anlayışının gündeme gelmesiyle birlikte Şiî grupların çoğunluğu
    tarafından benimsenmeye başladığı anlaşılmaktadır. Şîa’nın ileri gelenleri, gerek
    halife meclislerinde, gerekse başka mahfillerde muhalifleriyle girdikleri
    tartışmalarda bu tür iddiaları rahatlıkla öne sürmekteydiler. Gelişen süreç içerisinde bu tür tartışmalarla ilgili pek çok rivayet gündeme gelmiş ve bunlar
    III/IX. asırdan itibaren Şiî hadis literatüründe yer almaya başlamışlardır. Bu
    konuda Ca’fer Sâdık ve oğlu Musa b. Ca’fer’in ashabından olan Ebû Ca’fer el-
    Ahvel Muhammed b. Ali b. Nu’man, Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi kendinden
    sonra imam olacak şahıs olarak açıkça belirttiğini savunur. İbn Hazm, onun
    Kitâbu’l-imâme adlı eserinde Ebû Bekir’in üstünlüğüne delil olarak kullanılan
    Tevbe 9/40. ayetteki “...Mağarada iki kişiden birisi iken arkadaşına ‘üzülme Allah
    bizimle beraberdir’ diyordu...” kısmını Allah’ın kesinlikle söylemediğini ileri sürdüğününakleder.6
    Rafızî-Şiî hadisçi Muhammed b. el-Hasan es-Saffâr (290/903), Besâiru’dderecât
    adlı eserinde Hz. Peygambere inzal edilen Kur’an’ın, Hz Ali ve ondan
    sonra gelen imamlar dışında sadece kendisinde bulunduğunu öne süren kimsenin
    yalancı olduğunu ifade eder.7 Diğer bir Şiî rivayette Sâlim b. Ebî Seleme,
    Ebû Abdullah Cafer Sâdık’ın yanındaki birinden “insanların elindeki Kur’an’da
    bulunmayan metinler” duyduğunu, bunun üzerine Ebû Abdullah’ın onu durdurup,
    bu Kur’an’ı bırakıp insanların elindeki Kur’an’ı okumasını istediği, sonra
    bir mushaf çıkarıp, onun Hz. Ali tarafından Allah’ın Hz. Muhammed’e indirdiği
    gibi yazılan mushaf olduğunu ve o günden sonra onu göremeyeceklerini
    söylediği ifade edilmektedir.8 Yine konuyla ilgili başka bir rivayette Câbir,
    Ebû Ca’fer Muhammed Bâkır’ın şöyle dediğini nakleder: “Rasulullah Mina’da
    ashabı çağırdı ve ey insanlar, ben size Allah’ın kutsal kıldığı emanetleri
    (hurumâtillah), yani Allah’ın Kitabını, benim yakınlarımı ve Kâbe’yi, Beytü’l-
    Haram’ı bırakıyorum” dedi. Devamında Ebû Ca’fer, onların Allah’ın kitabını
    tahrif ettiklerini, Kâbe’yi yıktıklarını, Rasulullah’ın soyunu katlettiklerini ve
    Allah’a verdikleri bütün ahidlerden uzaklaştıklarını belirtir.9



    6 Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm (ö. 456/1064), el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâ ve’n-nihal,
    tahk.: Muhammed Rahim Nasr-Abdurrahman Umeyra, Beyrut ts., c. V, s. 39.
    7 Muhammed b. el-Hasan es-Saffâr (ö. 290/903), Besâiru’d-derecâti’l-kübrâ fî fadâil-i Âli Muhammed,
    takd. tsh. el-Hac Mirza Muhsin Kûçebâğî, Kum-Tahran 1374, ss. 213-214.
    8 Saffâr, age, 213; Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kub b. İshak el-Kuleynî (ö. 328-329/940-941),
    Usûlü’l-kâfî, Farsça çev. ve şerh: Seyyid Cevad Mustafavî Horasânî, I-IV, Tahran, ts. , c. IV, ss.
    443-444. Saffâr, sonraki sayfada da buna benzer rivayetler aktarır.
    9 Saffâr, age, ss. 433-434. Aynı yerde Ebû Ca’fer’in Kitab’ın zail olmayacağını da ifade ettiği
    nakledilir.

    Yorum


      #3
      Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

      Hişam b. Sâlim, Ebû Abdillah’tan naklederek Cebrail’in Hz. Muhammed’e getirdiği Kur’an’ın
      on yedi bin ayet olduğunu ifade eder.10
      Ali b. İbrahim el-Kummî (307/919), Tefsîr’inin girişinde Kur’an’da değişme
      ve bozulma olduğundan bahsederek şöyle der: “Ebû Abdillah (Ca’fer Sâdık)
      ‘Siz insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan,
      Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz’11 ayetini okuyan bir kimseye ‘Emîrü’l-
      Mü’minîn’i ve Hüseyin b. Ali’yi öldürenler mi hayırlı ümmettir’ diye sormuş;
      kendisine ey Allah’ın oğlu öyleyse bu ayet nasıl nâzil olmuştur diye sorulduğunda,
      ‘entüm hayra eimmetin uhricet li’n-nâsi’ (siz insanlar için çıkarılmış
      hayırlı imamlarsınız) şeklinde nâzil oldu demiştir.” Ali b. İbrahim el-Kummî’ye
      göre bu, Kur’an’da eksilme ve bozulma olduğunun en güzel örneğidir. Yine
      ona göre Kur’an’dan bazı hususların çıkarılmış olduğuna Mâide 5/67 (Ey Peygamber!
      Rabbinden sana indirileni tebliğ et), buna açık bir delil teşkil eder. Zira
      ayetteki (Ey Peygamber! Rabbinden sana Ali hakkında indirileni tebliğ et) ‘fî
      Aliyyi’ (Ali hakkında), ibaresi çıkarılmıştır.12
      Kummî, Ebû Abdillah Ca’fer Sâdık’ın yanında “ve’c’alnâ lil-müttakîne
      imâma”13 ayeti okunduğunda “onlar, yüce Allah’tan kendilerini imamlar yapması
      gibi büyük bir şey istiyorlar” dedi. Ona bu nasıl olur denilince, Allah’ın
      bu ayeti “ve’c’al lenâ mine’l-müttakîne imâma” “bizim için müttakîlerden önder
      yap” şeklinde nâzil ettiği cevabını verdiğini aktarır.14 Ca’fer b. Muhammed’in
      “en tekûne ümmetün hiye erbâ min ümmetin”15 (bir ümmetin diğerlerinden
      daha çok olmasından ötürü...) ayetini “en tekûne eimmetün hiye ezkâ min
      eimmetiküm” (İmamların sizin imamlarınızdan daha zeki olmasından ötürü...)
      şeklinde olduğunu, kendisine insanların bu ayeti “hiye erbâ min ümmetin”
      şeklinde okuduklarını söylediklerinde yazılar olsun, “erbâ” nedir, dediğini ve
      eliyle bu kelimenin çıkarılmasını işaret ettiğini nakleder.16



      10 Kuleynî, Usûlü’l-kâfî, c. IV, s. 446. Kuleynî burada (ss. 440-446), tahrife ilişkin başka rivayetler
      de aktarır. Ayrıca o, Hz. Ali ve Ebû Cafer’den, inzal edilen Kur’an’ın üç veya dört parçadan
      meydana geldiğini, birinci parçanın kendileri, ikinci parçanın düşmanları, üçüncü parçanın
      sünen ve emsal, dördüncü parçanın farzlar ve ahkam hakkında olduğunu nakleder. Bkz.
      Kuleynî, age, c. IV, ss. 435-436.

      11 Âl-i İmrân 3/110.
      12 Ebu’l-Hasen Ali b. İbrahim b. Hâşim Kummî (ö. 307/919), Tefsîrü’l-Kummî, I-II, Müessese-i
      Dâri’l-Kitâb, Kum 1404, c. I, s. 10; İhsan İlahi Zâhir, Şîa’nın Kur’an İmâmet ve Takiyye Anlayışı,
      çev.: Sabri Hizmetli, Hasan Onat, Ankara 1984, s. 94.
      13 Furkan 25/74. Tamamı aktarılmayan ayetin bu kısmının meali şöyledir: “...Bizi Allah’a karşı
      gelmekten sakınanlara önder yap.”
      14 Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, c. II, s. 117.
      15 Nahl, 16/92.
      16 Kummî, age, c. I, s. 389.

      Yorum


        #4
        Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

        Kummî, Şuarâ 26/227 ayetinin önce Hz. Muhammed’in Âl’inden ve hidayete ermiş taraftarlarından
        bahsettiğini: “...Ancak inanıp yararlı işler işleyenler ve Allah’ı çok ananlar bunun
        dışındadır” daha sonra Âl-i Muhammed’in düşmanlarını ve onların haklarını
        yiyenleri “ve seya’lemu’l-lezîne zalemû Âl-e Muhammedin hakkahum eyye
        munkalibin yenkalibûn” (Âl-i Muhammed’in haklarına zulmeden kimseler, nasıl
        bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklar) şeklinde zikrettiğini ve bu ayetin böyle
        nâzil olduğunu zikreder.17 Burada zikredilen ‘Âl-e Muhammedin hakkahum’
        ibaresi Kur’an’da yoktur.
        Kuleynî, Ebû Ca’fer Muhammed el-Bâkır’dan nakille, Cebrâil’in Nisâ 4/170
        ayetini Hz. Muhammed’e “yâ eyyühe’n-nâsu kad câekumu’r-Resûlu bi’l-hakkı
        min Rabbikum fî velâyeti Aliyyin. Fe âminû hayran lekum ve in tekfurû fe inne
        lillâhi mâ fi’s-semavâti ve’l-ard.” “Ey insanlar, Peygamber, Rabbinizden Ali’nin
        velayeti hakkında gerçekle geldi, inanın bu sizin hayrınızadır. İnkar ederseniz,
        bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır” şeklinde getirdiğini aktarır.18
        Yine Ebû Ca’fer’den nakille Cebrâil’in İsra 17/89 ayetini Hz. Muhammed’e “fe
        ebâ ekseru’n-nâsi bi-velâyeti Aliyyin illâ küfûrâ.” “İnsanların çoğu, Ali’nin velayetini
        inkar etmede direndiler” şeklinde nâzil olduğunu zikreder.19 Kur’an’da “bivelâyeti
        Aliyyin” ibaresi yoktur. Kuleynî Hz. Ali ve imamlarla ilgili kısımların
        Kur’an’dan çıkarıldığına ilişkin daha pek çok örnek aktarır.20
        Yukarıda örnekleri verilen Kur’an’da eksiklik veya fazlalık olduğuna ilişkin
        iddialar III./IX. asrın sonlarına doğru yoğunlaşmıştır. Bu dönem, imam olacak
        kimsenin “nass yoluyla açıkça belirtilmesi” şeklinde ifade edilebilecek
        İmâmîyye inancının teşekkülünün yaşandığı dönemdir. Söz konusu süreçte,
        İmamiyye kimliğinin temayüz eden niteliği olan imamet nazariyesi tartışılmış,21
        Müslümanlar nezdinde en güçlü meşruiyet kaynağı olan Kur’an’dan ayetlerle
        temellendirilmeye çalışılmış ve bu imâmet anlayışına eleştiriler yöneltilmiştir.22



        17 Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, c. II, s. 125; Zâhir, Şîa’nın Kur’an İmâmet ve Takiyye Anlayışı, s. 104.
        Kummî, En’am 6/93 ayetinde de benzer bir iddia öne sürer. Bkz. Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, c. I,
        s. 211.
        18 Kuleynî, Usûlu’l-kâfî, c. II, s. 295.
        19 Aynı eser, c. II, s. 296.
        20 Bu hususta bk. Kuleynî, age, c. II, ss. 279-314; c. IV, ss. 443-444. Kur’an metninin tahrif edildiğiyle
        ilgili rivayetler ve bunların değerlendirmesi için bkz. Zâhir, Şîa’nın Kur’an İmâmet ve
        Takiyye Anlayışı, ss. 68-139; Şaban Karataş, Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, Ekin Yay.,
        İstanbul 1996, 116-154; Mehmet Atalan, “Şiî Kaynaklarda Ali b. Ebî Tâlib ve Fâtıma Mushafı”,
        Dinî Araştırmalar, Ankara, Eylül-Aralık 2005, c. 8 sayı:23, ss. 93-107. Ayrıca Şîa’dan tahrifle ilgili
        rivayetleri aktaran yazarlar hakkında bkz. Karataş, age, ss. 158-173.
        21 Bu dönemde imamette açık nass anlayışını öne sürenlerle ilgili olarak bkz. Mehmet Ümit, Şiî-
        Mu’tezilî İmâmet Tartışmaları ve İskâfî’nin Yeri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1996, ss.
        25-38.
        22 Bu konuda bazı Mu’tezilîler, açık nass anlayışını öne süren Şiî kelamcılara karşı çıkmışlardır.

        Yorum


          #5
          Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

          Kur’an’dan temellendirme yaparken istenilen deliller bulunamadığında
          “Kur’an’ın elimizdeki Kur’an metninden çok daha fazla olduğu”, “onun çoğunun
          yok olduğu,”23 “Hz. Ali ve ondan sonra imam olacak şahıslarla ilgili kısımların
          ve Kureyş’ten pek çok kimsenin ismen kâfir olduğunun belirtildiği kısımların
          çıkartıldığına” ilişkin rivayetler aktarılmıştır.24 Dolayısıyla imameti temellendirebilmek
          uğruna Kur’an feda edilmiştir. Nitekim Kur’an’da tahrif iddialarının,
          amaçlanandan çok daha büyük sıkıntılara yol açacağı, çeşitli gruplarca
          verilen sert tepkilerin de etkisiyle sonraki İmamî âlimlerin çoğunluğu tarafından
          anlaşılarak bu iddialar reddedilmiş ve Kur’an’ın elimizdeki Kur’an olduğu
          ifade edilmiş,25 hatta bazıları bu konuya ilişkin müstakil eserler kaleme almışlardır.
          26 İmamın nassta açıkça belirtilmesi gerektiği şeklinde formüle edebileceğimiz
          imamet nazariyelerini de, bir yandan elimizdeki Kur’an’ın bazı ayetlerini
          te’vil yoluna giderek, diğer yandan da Kur’an dışında aklî ve ahbara dayalı
          yollarla ispatlamaya çalışmışlardır.27
          Farklı mezheplere mensup pek çok âlim, Kur’an’da tahrif olduğuna ilişkin
          söz konusu iddiaları reddetmekle birlikte bu meseleye en fazla tepki gösteren
          gruplardan biri de Zeydîler olmuştur. Bu çerçevede III./IX. asırda Kur’an’ın
          eksikliğine ilişkin öne sürülen iddiaları değerlendirip, onlara cevap veren iki
          Zeydî âlim öne çıkıyor: Kâsım b. İbrâhim er-Ressî (246/860) ve onun torunu,
          Yemen Zeydî Devletini kuran Hâdî ile’l-Hakk Yahya b. el-Hüseyin (298/910).
          Bu Zeydî yazarlardan Kâsım Ressî, konuyu genel olarak ve kısaca ele alırken,
          torunu Hâdî ile’l-Hak ise ayrıntılı ve daha sistematik olarak incelemiştir. Bu da
          bizde, onun döneminde Kur’an’da eksiklik iddialarının daha organize olmuş
          gruplarca gündeme getirildiği ve çok daha ciddi boyutlara ulaşmış olduğu kanaatini
          uyandırmaktadır. Yine onun yaşadığı dönem, İmamîlerce Gaybet-i
          Suğra dönemi (260-329/874-941) olarak adlandırılan dönemdir. Kur’an’da eksiklik
          iddiaları hususunda önce Kâsım Ressî’nin verdiği cevapları inceleyelim.
          Bkz. Ümit, Şiî-Mu’tezilî İmâmet Tartışmaları ve İskâfî’nin Yeri, s. 48; Aydınlı, Mu’tezilî İmâmet
          Düşüncesinde Farklılaşma Süreci, Araştırma Yay. , Ankara 2003, ss. 154-156. Ayrıca Zeydiyye
          içinden de bu anlayışa eleştiriler gelmiştir.



          23 Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, İlk Dönem İslam Mezhepleri Makâlâtu’l-İslamiyyîn ve İhtilafu’l-Musallîn,
          çev.: Mehmet Dalkılıç, Ömer Aydın, İstanbul 2005, s. 72.
          24 Kuleynî, Usûlü’l-kâfî, c. II, ss. 279-314, c. IV, ss. 440-446.
          25 Şeyh Sadûk (ö. 381/991), Şeyh Müfîd (ö. 413/1022) ve Seyyid Murtazâ (ö. 436/1044), Kur’an’da
          eksiklik iddialarını reddeden İmâmî alimlerden bazılarıdır. Bu konuda geniş bilgi için bkz.
          Mazlum Uyar, İmâmiyye Şîası’nda Düşünce Ekolleri Ahbârîllik, Ayışığı Yay., İstanbul 2000, ss.
          257-258; Karataş, Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, ss. 174-188.
          26 Şiîler tarafından tahrif iddialarını reddetmek için yazılan eserlerle ilgili olarak bkz. ; Karataş,
          Şia’da ve Sünni Kaynaklarda Kur’an Tarihi, ss. 188-189.
          27 Uyar, Ahbârîllik, ss. 256-257.

          Yorum


            #6
            Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

            Kâsım Ressî’nin Cevapları

            Zeydiyye içinde, mezhep esaslarını ilk olarak sistematize eden, aklı öne çıkaran
            ve Mu’tezile esaslarını -ayrıntılarda farklılık olsa da- ilk benimseyen kişi, Kâsım
            b. İbrâhim b. İsmail b. Tabataba er-Ressî (169-246/785-860)’dir. O bu konuyu,
            Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr28 ve oğlu Muhammed’in kendisine sorduğu sorulara
            cevapları içeren Mesâilu’l-Kâsım29 adlı risalelerinde ele alır.
            Kâsım Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr’de Kur’an’da bir eksilme ve kaybolmanın
            olmasının şu ayetlerle çelişeceğini ifade eder: “Allah bir kavmi doğru
            yola ilettikten sonra, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açıklamadıkça
            onları saptıracak değildir. Allah her şeyi bilendir.”;30 “ ‘Ey cin ve insan topluluğu,
            içinizden, size ayetlerimi anlatan ve bugününüzle karşılaşacağınıza dair sizi
            uyaran elçiler gelmedi mi?’ ‘Kendi aleyhimize şahidiz’ dediler. Dünya hayatı
            onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler.”;31 “İşte Rabbinin
            doğru yolu budur. Biz, öğüt alanlar için ayetleri geniş geniş açıkladık.”32
            Yukarıdaki ayetlerde Kur’an’da, Allah’ın sırât-ı müstakiminin açıklandığı,
            insanların hesaba çekileceği ve onun insanlar için hidayet rehberi olduğu ifade
            edilir. Dolayısıyla Kâsım Ressî, bu hususların gerçekleşebilmesi için mantıken
            onda herhangi bir eksilme veya kaybolmanın mümkün olmaması gerektiğini ve
            Allah’ın buna müsaade etmeyeceğini ifade eder.33
            Yine Kâsım, İsra 17/934 ayetini aktardıktan sonra, bundan sonra herhangi
            bir kimsenin bir özrü ve gerekçesinin kalamayacağını, Allah’a Kur’an’ın bir
            kısmını zayi etmesi gibi bir iftiranın atılamayacağını ve Allah’ın, kullarına,
            kendisine itaat etmelerini emrettiğini belirtir.35


            28 Kâsım b. İbrâhim b. İsmâil b. İbrâhim b. Hasen b. Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib (ö. 246/860),
            Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, (a.mlf, Mecmûu Kütübi ve resâili’l-imâm el-Kâsım b. İbrâhim el-Ressî, I-II,
            tahk.: Abdülkerim Ahmed Cedbân, San’a 2001) içinde c. II, ss. 7-28. Bundan sonra Medîhu’l-
            Kur’ani’l-kebîr’e bulunulan referanslarda verilen sayfa numaraları da, Kâsım’ın Mecmûu içinde
            yer alan metnin sayfa numaralarıdır.
            29 Kâsım b. İbrâhim b. İsmâil b. İbrâhim b. Hasen b. Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib (ö. 246/860),
            Mesâilu’l-Kâsım, (a.mlf, Mecmûu Kütübi ve resâili’l-imâm el-Kâsım b. İbrâhim el-Ressî, I-II, tahk.:
            Abdülkerim Ahmed Cedbân, San’a 2001) içinde c. II, ss. 551-663. Bundan sonra Mesâilu’l-
            Kâsım’a bulunulan referanslarda verilen sayfa numaraları da, Kâsım’ın Mecmûu içinde yer
            alan metnin sayfa numaralarıdır.
            30 Tevbe 9/115.
            31 En’am 6/130.
            32 En’am 6/126.
            33 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, ss. 15-16.
            34 Bu ayetin meali şöyledir: “Gerçekten bu Kur’an en doğru yola iletir ve iyi işler yapan mü’minlere,
            kendileri için büyük bir ecir olduğunu müjdeler”.
            35 Ressî, age, ss. 16-17.

            Yorum


              #7
              Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

              Dolayısıyla itaatin nasıl olacağının
              bildirildiği Kur’an’da herhangi bir eksikliğin bulunması durumunda Allah’a kulluğun gereği gibi yerine getirilemeyeceği, bunun kullardan kaynaklanan
              bir durum olmadığı gibi onun Allah için de düşünülemeyeceğini îmâ eder.
              Söz konusu hususu desteklemek için En’am 6/153, A’raf 7/3, En’am 6/155 ayetlerini
              aktarır.36 Eksiklik iddiasında bulunanların, farkına varmadan Kur’an’a
              iftira attıkları ve bilmedikleri konuda Allah’a iftirada bulunduklarını zikreder.37
              Kâsım Ressî yukarıda belirtilen ayetlerin mantıki sonucu olarak Kur’an’da
              eksikliğin olamayacağını ifade ettikten sonra Allah’ın Kur’an’ı koruyacağını
              açıkça bildirdiği ayetleri aktarır.38 Burada “Kur’an’ı korumayı Allah taahhüt
              etmişken onun bir kısmının kaybolması nasıl mümkün olabilir” der.39 O,
              Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğu bilgisini salih bir kimseden rivayet ettiğini
              söyleyen kişinin sözüne de itibar edilmeyeceğini, çünkü Allah Resulünün ashabından
              pek çok kimse yazı ve kıraat olarak Kur’an’ı biliyorken bunun mümkün
              olmadığını zikreder.40
              Kâsım Ressî, kendi zamanında Kur’an ayetlerini okuyanlardan eksiltme ve
              çoğaltma yapanlar arasında pek çok ihtilaf olduğunu ve söz konusu eksiltme ve
              çoğaltmalardan (Kur’an ayeti okurken araya başka bir ayeti katmak gibi) hak
              ve doğru olanların Kur’an’dan, yalan ve batıl olanların ise şeytandan olduğunu
              kaydeder. Bu çerçevede, Rafızîler ve Gulât’tan “Vallahu’l müstean mine’l-
              Kur’an” ifadesini “vallahu’l-müstean mine’l-Kurât” diye okuyanlar olduğunu
              duyduğunu ifade eder.41
              Buraya kadar aktardıklarımızdan, yazarın Müslümanlardan Kur’an’ın eksikliğini
              iddia edenlere karşı, Kur’an ayetlerinden deliller sunduğu ve bu delillerin
              mantıki sonucu olarak Kur’an’da herhangi bir eksikliğin olmasının mümkün
              olmadığına işaret ettiği görülmektedir.



              36 Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “İşte benim doğru yolum budur, ona uyun, (başka) yollara uymayın
              ki sizi O’nun yolundan ayırmasın! Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti” (En’am 6/153;
              “(Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O’ndan başka velîlere uymayın. Ne kadar da az
              öğüt alıyorsunuz!” (A’râf 7/3); “İşte bu (Kur’an) da indirdiğimiz mübarek kitaptır. O’na uyun ve ve
              korunun ki size rahmet edilsin!” (En’am 6/155).
              37 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, s. 17.
              38 Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “O zikri (Kitab’ı) biz indirdik; ve onun koruyucusu da elbette biziz!”
              (Hicr 15/9); “Hayır, (Kur’an, onların dedikleri gibi bir söz değil), o, şerefli bir Kur’an’dır. Korunan bir
              levhada (yazılı)dır.” (Buruc 85/21-22).
              39 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, s. 17; a.mlf, Mesâilu’l-Kâsım, s. 612. Ayrıca Kâsım Mesâil’de (s.
              612), Muavvizateyn’in Kur’an’dan olup olmadığına ilişkin soruya cevabında onların
              Kur’an’dan olduğunu kaydeder.
              40 Ressî, Medîhu’l-Kur’ani’l-kebîr, s. 17. Burada, eksiklik olduğunu ifade edenin getirdiği deliline
              karşılık Allah’ın delilinin daha üstün olduğunu belirtir ve bu bağlamda En’am 6/149 ve Enbiya
              21/18 ayetlerini aktarır.
              41 Ressi, Mesâilu’l-Kâsım, s. 595.

              Yorum


                #8
                Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                Bu hususu, yukarıda naklettiğimiz,
                oğlu Muhammed b. Kasım’ın sorduğu çeşitli sorulara verdiği cevaplardan oluşan Mesâilu’l-Kâsım’da, döneminde Râfıza ve Gulât’tan bazılarının Kur’an’dan
                bazı kelimeleri farklı okuduklarını ifade etmesi de teyit eder.
                Kâsım Ressî, bir başka yerde mushaf hakkında ihtilaf olup olmadığı sorusuna
                şöyle cevap verir: “Ali b. Ebî Tâlib’in, Selman’ın ve Mikdad’ın hattıyla/
                yazısıyla yazılmış mushafı gördüm. O, inzal edildiği gibi olup, Hasan oğullarından
                birinin yanındadır. İmam imametini ilan ettiğinde siz onu okuyacaksınız.
                O mushafla elimizdeki mushaf arasında “Kâtilû ve uktulû” gibi okunuş
                farkları dışında bir fark yoktur. Surelerin dizilişi de aynıdır.”42
                Ayrıca Kâsım Ressî, Garanik hadisesine de değinir. Bu çerçevede, cümle
                dizilişindeki bozukluğu, çirkinliği ve zayıflığı açık olan bir ifadeyi, Arapların
                belâğat sahiplerinden biri bile söylemezken akılların kavrayamadığı ve hikmet
                yönünden sözünün benzeri olmayan Allah veya Resulünün söylemesinin
                mümkün olmadığını ifade eder.43
                Kasım Ressî’nin, Rafıza’nın Kur’an’ın eksik olduğu şeklindeki iddialarına
                yönelik cevapları, genel olarak yukarıda aktardığımız çerçevede olmuştur. Kasım
                Ressî gibi alimler, söz konusu iddiaları eleştirseler de benzer fikirler bazı
                Şiîler tarafından daha uzun süre gündemde tutulmaya devam etmiştir. Hatta
                Kur’an’a yönelik eksiklik ithamları, III/IX. asrın ikinci yarısından itibaren teşekkül
                etmeye başlayan İmamiyye Şiası içerisinde de taraftar bulmuş, onlara
                karşı benzer cevaplar yine verilmişti.
                Dönemin Kur’an’a yönelik eksiklik iddialarına cevap verenlerden biri olarak
                da, yine bir Zeydî ve aynı zamanda Kasım Ressî’nin torunu olan Hâdi ile’l-
                Hakk (298/910)’ı görmekteyiz.

                3. Hâdî İle’l-Hakk’ın Cevapları

                Hâdi ile’l-Hakk Yahya b. el-Hüseyin b. el-Kâsım er-Ressî (245-298/859-910),
                imâmeti Zeydî mezhep esasları içine dahil eden ve Yemen’de Zeydî Devletini
                kuran kimsedir. Dolayısıyla hem yazdığı eserler hem de devlet başkanı olarak
                fikirlerini pratiğe yansıtması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. O, Kur’an’ın
                eksikliği iddialarını reddetmek için er-Redd alâ men zeame enne’l-Kur’ane kad
                zehebe ba’duhu44 başlıklı müstakil bir risale kaleme almıştır.



                42 Ressi, Mesâilu’l-Kâsım, s. 631.
                43 Aynı eser, s. 595.
                44 Hâdî ile’l-Hakk Yahya b. el-Hüseyin b. Kâsım b. İbrâhim b. İsmâil b. İbrâhim b. Hasen b.
                Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib (ö.298/910), er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu,
                [a.mlf, Mecmûu resâili’l-imâm el-Hâdî ile’l-Hakk el-Kavîm Yahya b. el-Hüseyin b. el-Kâsım b. İbrâhim:
                er-Resâilu’l-usûliyye, tahk.: Abdullah b. Muhammed eş-Şâzelî, Amman-Sa’de 2001] içinde
                ss. 460-464. Bundan sonra er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu’ya bulunulan
                referanslarda verilen sayfa numaraları, Hâdî’nin Mecmûu resâil’i içinde yer alan metnin sayfa numaralarıdır.

                Yorum


                  #9
                  Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                  Hâdî ile’l-Hakk, bu konuyu, karşısında Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğunu
                  benimseyen bir kimseyi tahayyül ederek soru-cevap tarzında ele alır. Bu
                  çerçevede insanların elindeki Kur’an’ın Hz. Muhammed’e inzal edilen Kur’an
                  olduğunu, onda bir eksiklik veya fazlalık olduğunu kabul eden ve Kur’an’ın bir
                  kısmının kaybolduğunu ileri süren kimseye, Allah’ın kullarına karşı delillerinin
                  kaç tane ve neler olduğunu sorar? Ona göre, karşısındaki hayali muhatabı da
                  kaçınılmaz olarak şöyle cevap verir: Kitaplar, elçiler, akıllar ve hidayete/doğru
                  yola ulaştıran imamlar. Muhatabı bunları itiraf ettiğinde ona, Allah’ın her bir
                  hüccetinde gereğinin yerine getirilmesi gereken pekiştirilmiş farzları yok mudur?
                  sorusunu sorar. Bu soruya ‘hayır’ cevabını verirse küfre gireceğini söyler,
                  ‘evet’ derse ona söz konusu hüccetlerden her birinin işlevinin ne olduğu ve
                  Allah’ın söz konusu hüccetleri yaratmasının ne anlama geldiğini sorar. Muhatabı
                  cahilse zaten bunları bilmeyeceğini, bilgili ise buna delille ve doğru bir
                  şekilde şöyle cevap vereceğini ifade eder: Akıl delili, idrak edebildiği mahlukâttan
                  yola çıkarak yaratıcıya ulaşsın (fiilden faili idrak edebilsin) ve dolayısıyla
                  Allah’ı ikrar edip, eşyayı birbirinden ayırt edebilsin ve neyin kötü neyin iyi
                  olduğunu bilsin diye yaratılmıştır. Nebiler, insanları Allah’a imana davet etmek,
                  buluşma/hesap günü hakkında uyarmak, kullara bir olan yaratıcıya ilişkin
                  deliller sunmak, onlara ihtilaf ettikleri hususları beyan etmek ve buna benzer
                  amellere davet etmek için gönderilmiştir. İmamlar, nebîlerin şeriatlarına yöneltmek,
                  kullar arasında adaletle hükmetmek, yeryüzünde bozgunculuk ve
                  fesadı ortadan kaldırmak için var kılınmıştır. Kitaplara gelince, onların içinde
                  Allah’ın farzları, delilleri, helali ve haramı vardır. Kullarına helal kıldıkları ve
                  haram kıldıklarının açıklaması, onlara yapmalarını emrettiği ve yasakladığı
                  şeyler, kulları hakkındaki kesinleştirdiği hükümleri ve uymadıkları takdirde
                  aleyhlerine olacak şeyler vardır.45 Yazar burada Enfal 8/42. ayetin “...Helak olan
                  açık delille helak olsun; yaşayan da açık delille yaşasın. Çünkü Allah, işitendir, bilendir”
                  kısmını aktarır. Bununla, az önce belirtilen Allah’ın delillerinin apaçık olduğunu
                  ve bundan sonra sorumluluğun insana kaldığına işaret eder.
                  Hâdî, muhatabı yukarıdaki gibi cevap verdiğinde, onun gafletine, şaşkınlığına
                  cehaletine dikkat çeker ve onu ne söylediğini bilmemekle itham eder. Kitapların
                  ve onların en büyüğü Hz. Muhammed’e indirilen rahmet, şifa, rehber
                  olan, yapılması gereken farzların ve inanç esaslarının içinde bulunduğu, helaliharamı
                  açıklayan Kur’an’ın, yukarıdaki şekilde olduğunu kabul ettiği halde Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğunu söylemesinin çelişki olduğuna işaret
                  eder.

                  45 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 460. Yazar burada
                  Enfal 8/42. ayetin bir kısmını aktarır. Bu kısmın meali şöyledir: “...Helak olan açık delille helak
                  olsun; yaşayan da açık delille yaşasın. Çünkü Allah, işitendir, bilendir”.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                    Yine Kur’an’daki, “...Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır...” (En’am
                    6/38), “...Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan, Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve
                    müjde olarak indirdik” (Nahl 16/89) ayetlerini, Allah’ın resulüne Kitab’a ve onun
                    içindekilere uymasını emrettiği; “Rabbinden sana vahy olunana uy...” (En’am
                    6/106),46 ayetini benimsedikten sonra, “Kur’an’ın bir kısmı kayboldu, elimizde
                    onun az bir bölümü kaldı.” diyemeyeceğini, böyle demesinin bir çelişki olduğunu
                    ifade eder; “Kur’an, Rahman’ın kullarına gönderdiği esasları içerir,
                    Kur’an’da Allah’ın işlerinden muhtaç olunan her hususla ilgili her şey vardır.
                    Eğer Kur’an’ın bir kısmı kaybolmuş olursa, Allah’ın farzlarının çoğu kaybolmuş,
                    Allah’ın hücceti ortadan kalkmış, terk edilmiş, iptal edilmiş ve reddedilmiş
                    olur. Batılın şaşkınlığı ve karanlığı Hakk’ın nuru ve güzelliği ile değiştirilmiş
                    olur.”47
                    Hâdî ile’l-Hakk, bunun sonucu olarak da, kulların bilmedikleri hususlarda
                    doğruyu/hakkı bilmemeleri nedeniyle fesadı işlemelerinden, Allah’ın Kitabı’nın
                    kaybolan kısımlarındaki farzları terk etmelerinden dolayı en ufak bir günahlarının
                    olmayacağını, çünkü onların o farzlardan habersiz olduklarını, onları bilmediklerini,
                    o farzları bulamadıklarını ve o farzlara muttali olup, onların bilgisine
                    sahip olmadıklarını ifade eder.48
                    Hâdî ile’l-Hakk, Kur’an’ın eksikliğiyle ilgili iddialara bu şekilde cevap
                    verdikten sonra, Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğu şeklindeki iddialar kabul
                    edildiği takdirde bunun meydana getireceği sonuçları ortaya koymaya çalışır.

                    3.1. Kur’an’ın Bir Kısmının Kaybolduğunu İleri Sürmenin Dinî Değeri/
                    Değersizliği

                    Hâdî ile’l-Hakk, dedesi Kâsım Ressî’den farklı olarak bu konuya değinir ve onu
                    ayrıntılı olarak ele alır. Ona göre Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğunu söyleyen
                    kimsenin bu sözünden dolayı dini ve düşüncesi/yapıp ettikleri bozulur. Bu
                    durumda o, ne sağlıklı herhangi bir delil getirebilir ne de onun herhangi bir
                    açıklaması makbul olur. Onun getirdiği delilin ve izahın bir değeri de olmaz.
                    Zira biri ona dese: “Sen ey münazaracı, Kur’an’da nasih-mensuh, emir-nehiy ve
                    haber bulunduğunu bildiğin halde Kur’an’ın bir kısmının hatta çoğunun kaybolduğunu
                    ileri sürüyorsun.



                    46 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 461.
                    47 Aynı yer.
                    48 Aynı yer.

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                      neshedilmiş kısmıdır ve hiç bir hüküm ifade etmez. Hüküm ifade eden kısım
                      ise, mevcut metni nesh etmiş olup, kaybolmuş olan metnin içinde bulunur.”
                      Hâdî ile’l-Hakk, bununla onu susturmuş ve onun, savunduğu Kur’an’ın bir
                      kısmı kaybolmuştur görüşünü de çürütmüş olur. Bu durumda söz konusu kimse
                      ya bütün Müslümanlar tarafından bilinen Kur’an’daki hükümleri geçersiz
                      kılmak zorunda kalır veya mecburen hakka döner ve Kur’an hakkında doğru
                      olanı söyler. Mevcut metnin indirilmiş Kur’an’ın bizzat kendisi olduğunu, ondan
                      hiçbir şeyin/kısmın kaybolmadığını, onun her türlü tahriften korunmuş,
                      her türlü bozulmaya karşı muhafazalı olduğunu ikrar eder.49 Böylece Hâdî onu
                      ilzam etmiş olur. Çünkü muhatabı, Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğunu ileri
                      sürmektedir. Hâdî’ye göre bu görüşü öne süren kimse, Müslümanların elinde
                      olan Kur’an’daki farzların nâsih mi mensuh mu olduğunu bilmemektedir. Bunu
                      kesin bir şekilde bilmeyen bir kimsenin kesin bilgisi olmadığı bir şeyle amel
                      etmesi bir tarafa onu ikrar/kabul etmesi bile gerekmez.
                      Burada Hâdî, konuyu açmak için tasarlamış olduğu hayali tartışmaya,
                      Kur’an’dan bir kısmın kaybolduğunu benimseyen üçüncü bir şahsı katar. Bu
                      üçüncü şahıs aynı görüşü paylaşan ikinci şahsa: “Kur’an’dan kaybolan kısım
                      bende var. Ben onu esas alıyor ve onunla amel ediyorum. O, elimizde bulunan
                      Kur’an’ın tümünü nesh etmektedir. Ben bu nesh edilmiş olan hükümleri uygulamıyorum,
                      onları nesheden hükümleri uyguluyorum. İnsanların elinde kalan
                      Kur’an’ı nesheden ve bu Kur’an’dan kaybolmuş olan Allah’ın farzlarıyla ona
                      ibadet ediyorum. Ben bunu biliyorum, çünkü o, bende ve elimde bizzat mevcut.
                      Sonra farz olan oruç Recep orucudur, nasıl ki Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’e
                      dönerek namaz kılma ve buna benzer diğer hükümler nesh olunmuşsa Ramazan
                      orucu da nesh olunmuştur, Kur’an’dan kalan kısımda belirtilen vakitlerde
                      namazı kılmıyorum, çünkü bu elinizde bulunan mensuhtur, onu kaybolan kısımdaki
                      hükümler neshetmiştir. Aynı şekilde zina eden sopalanmaz, eli kesilir;
                      hırsızın eli kesilmez, yüz değnek vurulur. Bu hüküm Kur’an’ın kaybolan kısmında
                      sabittir, ben hükmü oradan anlayıp, öğrendim. İnsanların elinde eksiksiz
                      olarak bulunduğunu iddia ettiğin bu Kur’an kalıntısında yer alan hırsız ve
                      zânî hakkındaki hüküm mensuhtur. Kur’an’dan kaybolmuş olan ve bilinmeyen
                      kısım onu nesh etmiştir. Ben nâsih ile amel ediyor ve mensuhu terk ediyorum.”
                      iddialarında bulunsa ve mevcut Kur’an’ın eksik olduğunu savunan ikinci şahsa
                      bütün farzlar konusunda bu şekilde karşı çıksa, eksik olduğunu iddia eden,
                      büyük olsun küçük olsun Kur’an’ın bütün farzları konusundaki bu iddiayı
                      (üçüncü şahsın iddiasını) kabul etmek zorunda kalır. Çünkü o, ona uymuş ve


                      49 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, ss. 461-462.

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                        Kur’an’ın bir kısmının hatta iddiasına göre çoğunluğunun kaybolduğu hususunda
                        onunla fikir birliği etmiştir.
                        Hâdî ile’l-Hakk’a göre eğer Kur’an gerçekten böyle olsaydı, insanların tümü
                        bu tür iddialardan her hoşlarına gideni ileri sürebilirler, bu durumda da
                        Allah’ın farzları ve hadleri geçersiz olur ve Allah adına kullar üzerine hiçbir
                        sınırlama konmamış olurdu. Çünkü onun bu ileri sürdüğü iddia gerçek olmuş
                        olsaydı, Rasulullah’ın “hadleri şüphelerle düşürünüz” hadisi gereğince hadler
                        düşerdi. Ve bu çürük, muhal, yalan, saptırıcı ve sapık görüşün sahibine Müslümanlar
                        uysalar veya bu görüşü Müslümanların kabul etmesi caiz olsa,
                        mü’minlerin kendilerinin ve imamlarının Kur’an’ın nâsihini mensuhunu ve
                        kaybolan kısmın tümünü ortaya koymaları gerekir. Aksi takdirde onların haddi
                        hak eden kişiye had uygulama yetkileri söz konusu olmaz. Çünkü yaptığı bir
                        şeyden dolayı üzerine had vacip olan her had uygulanacak şahıs, Allah’ın bu
                        konudaki had hükmünün mensuh olduğunu iddia eder ve işlediği suçtan dolayı
                        mevcut Kur’an’da belirtilen haddin uygulanamayacağını, Kur’an’ın eksik
                        olduğunu iddia edenin iddiasına göre elde bulunan Kur’an kalıntısındaki haddin
                        dışında başka bir haddin bu suçun haddi olduğunu belirtir ve “kaybolan o
                        hükmü getirin ve bana okuyun. Eğer orada bu mevcut olanı nesheden bir şey
                        bulamazsanız mevcut olan haddi bana uygulayın, benim iddia ettiğimi orada
                        bulursanız o zaman beni bırakın”, der.50 Dolayısıyla insanlar için inzal edilmiş
                        olan Kur’an, onlar için geçerliliğini yitirmiş, Allah’ın cin ve insanlara karşı delili
                        olma niteliğini de kaybetmiş olur ve Kur’an’da bildirilen emir ve yasakların da
                        bir anlamı kalmaz.

                        3.2. Kur’an’da Eksiklik ve Fazlalık Olmadığını Naklî Delille Temellendirme
                        Hâdî ile’l-Hakk, Kur’an’dan herhangi bir şeyin kaybolmasının mümkün olmadığını
                        önce mantıken ifade ettikten sonra burada, Allah’ın bizzat kendisinin
                        Kur’an’ı koruduğunu ifade eden ayetleri aktarır. Bu çerçevede, Kur’an’ın latif,
                        habir ve bir olanın delili iken ve onda mahlukâta farz kıldığı şeyler varken ondan
                        az veya çok bir bölümün kaybolmasının mümkün olmadığını onu bizzat
                        Allah’ın koruma altına almış, ona ilişebilecek her şeye engel koymuş olduğunu
                        ifade eder. Kur’an’ın Allah tarafından korunduğunun Buruc 85/21-22’de
                        Fussilet 41/42’de açıkça belirtildiğini söyler.51


                        50 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, ss. 462-463.
                        51 Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “Hayır, (Kur’an, onların dedikleri gibi bir söz değil), o, şerefli bir
                        Kur’an’dır. Korunan bir levhada (yazılı)dır.” Buruc 85/21-22; “Ne önünden ne arkasından onu boşa
                        çıkaracak bir söz gelmez. (O) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)dan indirilmiştir.” Fussilet
                        41/42.

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                          Ayrıca Hicr 15/9’da Allah’ın, indirmiş olduğu zikrin koruyucusu olduğunu bildirdiğini kaydeder.52 Bu açık
                          ayetlerden sonra Kur’an’ın korunmadığı gibi bir iddianın, zır cahil, akıl ve sağduyudan
                          yoksun ve Allah’ın ayetlerini hiçe sayan, Allah’ın onu koruduğuna
                          dair sözünü inkar eden kimsenin dışında başkasının ağzından çıkmayacağını
                          kaydeder.53
                          Hâdî ile’l-Hakk daha sonra Kur’an’da bir eksiklik ve fazlalık olmadığı hususunu
                          teyit etmek için babasından dedesi Kâsım Ressî’nin, Hasan oğullarından
                          yaşlı bir kadının elinde gördüğü mushafla ilgili rivayeti aktarır. Buna göre
                          Hâdî’nin babası Hüseyin, babası Kâsım Ressî’nin şöyle dediğini nakleder:
                          “Emîrü’l-Mü’minin Ali b. Ebî Talib’in mushafını Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali
                          b. Ebî Tâlib’in soyundan ihtiyar bir kadının yanında okudum. O mushafın değişik
                          el yazılarıyla cüzler halinde yazılmış olduğunu, cüzlerden birinin en alt
                          kısmında Hz. Ali b. Ebî Tâlib’in yazdığı bir yazı olduğunu, diğer bir cüzün en
                          altında Ammar b. Yasir’in yazdığını, bir diğerinde el-Mikdâd’ın yazdığını, bir
                          diğerinde Selman el-Fârisî’nin yazdığını, bir diğerinde Ebû Zer el-Gıf’arî’nin
                          yazdığını gördüm. Sanki onlar, bu mushafın yazımında yardımlaşmış gibiydiler.”
                          Sonra Kâsım Ressî, o mushafı okuduğunu, onun, insanların elinde bulunan
                          Kur’an’ın aynısı olduğunu, sadece Kâtilû’l-lezine yelûnekum mine’l-küffâr
                          yerine Uktulû’l-lezîne yelûnekum mine’l-küffâr yazılmış olduğunu, ayrıca bu
                          mushafta Muavvizeteynin de yer aldığını ifade eder.54
                          Burada dikkat çeken husus, başta Hz. Ali olmak üzere Mushafın cüzlerini
                          yazdığı belirtilen sahabiler Şîa’nın hayırla andığı ve haklarında kötü herhangi
                          bir söz aktarmadığı kimselerdir. Bu rivayet Kâsım Ressî’nin eserinde de geçmekteydi.
                          Onda Ali b. Ebî Tâlib, Selman ve Mikdâd dışındaki şahıslar zikredilmemektedir.
                          Bu söz konusu rivayete bazı eklemelerin yapılmış olabileceğini
                          ihsas ettirmektedir. Ayrıca Muavvizeteyn’in Kur’an’da olduğunun belirtilmesi
                          de, söz konusu dönemde farklı görüş öne sürenlerin bulunduğunu îmâ eder.
                          Daha sonra Hâdî ile’l-Hakk, dedesi Kâsım’dan farklı olarak,
                          Rasululullah’ın şu hadisinin de, Kur’an’ın korunması, onun farklılaştırılması,
                          bir kısmının kaybolması, zevali ve eksilmesi gibi iddiaların çürütülmesi hususunda
                          delil olduğunu ifade eder: “Ben size öyle bir şey bırakıyorum ki benden
                          sonra ona sarıldığınız sürece ebediyyen sapmazsınız; Allah’ın Kitabı, ıtretim ve
                          Ehl-i Beytimdir.




                          52 Ayetin meali şöyledir: “O zikri (Kitab’ı) biz indirdik; ve onun koruyucusu da elbette biziz”.
                          53 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 463.
                          54 Aynı eser, ss. 463-464. Bu rivayet yukarıda naklettiğimiz Mesâilu’l-Kâsım’da geçen rivayetle
                          anlam olarak aynı olmasına rağmen ona bazı eklemelerin yapıldığı görülmektedir.

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

                            Latif ve habîr olan Allah bana bildirdi ki o ikisi havza ulaşana kadar birbirinden ayrılmaz.”55 Böylece Hâdî ile’l-Hakk, Rasulullah’ın, onlardan
                            her ikisinin kalıcı/sabit olduğunu ve her ikisinin Allah katından mahlukâtı üzerine
                            Allah’ın arzında kıyamet günü âlemlerin haşr edileceği zamana kadar bir
                            hüccet olarak kalacaklarını bildirdiğini zikreder.
                            Sonuç
                            İlk defa I/VII. asrın sonlarında Sebeiyye tarafından gündeme getirilen
                            Kur’an’da tahrif iddiaları, III./IX. asrın sonlarına doğru Şiî grupların çoğunluğu
                            arasında yoğunlaşmış ve tehlikeli bir boyut kazanmıştır. Bu dönem, imam olacak
                            şahsın nassta açıkça belirtilmesi anlayışı ve bunu temellendirme tartışmalarının
                            arttığı zamana denk gelmektedir. Bu süreçte Gulât Rafıza ve bazı İmâmî
                            düşünürler, Kur’an’da eksiklik veya fazlalık olduğu iddialarını sıkça öne sürmüşlerdir.
                            Şîa’nın bir alt grubu sayılan Zeydiyye’ye mensup olan Kâsım Ressî
                            (246/860) ve Hâdî ile’l-Hakk (298/910) ise, söz konusu iddiaları reddedip,
                            Kur’an’da herhangi bir eksiklik ve fazlalığın olmadığını ispata girişmişlerdir.
                            Onların girişimleri, aynı zamanda dönemlerinde bu hususla ilgili tartışılan ve
                            öne sürülen fikirlerin tespiti bakımından da önemlidir.
                            Bu çerçevede Kâsım Ressî, önce Kur’an’da Allah’ın kullarına itaati emrettiği
                            ayetlerden bazılarını delil getirip, bu ayetlerin mantıki sonucu olarak onda
                            bir eksikliğin olmasının mümkün olmadığını ispata girişir. Çünkü Allah’a hakkıyla
                            itaat edebilmek için Kur’an’daki emir ve yasaklardan herhangi bir şeyin
                            eksik olmaması gerekir. Ona göre eksiklik iddiasını salih bir kimseye isnat etmenin
                            de bir anlamı yoktur. Çünkü Rasulullah’ın ashabından pek çok kimse
                            yazı ve kıraat olarak Kur’an’ı biliyorken onda bir eksilme ve ekleme olması
                            mümkün değildir. Bu mantıki delillendirmelerinden sonra Kâsım, Hasan oğullarından
                            birinin yanında Hz. Ali, Selman ve Mikdat’ın hattıyla yazılmış bir
                            mushaf gördüğünü ve o mushafın mevcut Kur’an’ın aynısı olduğunu kaydeder.
                            Hâdî ile’l-Hakk ise, genelde aynı hususlara dikkat çekmekle birlikte konuyu
                            daha sistematik bir tarzda ele alır. Bu çerçevede önce Allah’ın kullarına karşı
                            delillerini zikreder. Bunlar arasında yer alan Kur’an’da, emir ve yasakların,
                            kullar için gerekli her şeyin bulunduğunu, onun insanlara gönderilmiş bir kitap
                            olduğunu ve Allah’ın ona uymayı emrettiğini Kur’an’dan ayetlerle ortaya koyar.
                            Sonra Allah’ın bu emir ve yasaklarına riayet edebilmek için insanların bunlardan
                            haberdar olması gerektiğini, dolayısıyla Kur’an’da bir eksiklik olmaması
                            gerektiğini ifade eder. Kâsım Ressî’den farklı olarak, Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğu kabul edildiği takdirde ortaya çıkacak sonuçlardan bahseder. Bu
                            çerçevede Kur’an’da emir ve yasaklar, nâsih-mensuh bulunduğunu bilip, mevcut
                            Kur’an’da bir eksiklik olduğu kabul edildiği takdirde had cezalarından hiç
                            birinin yerine getirilemeyeceğini, emir ve yasaklara riayet edilemeyeceğini belirtir.
                            Çünkü bu durumda Kur’an’ın tamamına muttali olunamadığı için hangi
                            ayetin nâsih hangisinin mensuh olduğuna karar verilemeyecektir. Dolayısıyla
                            Allah’ın insanlara kitaplar göndermesinin hikmeti gerçekleşmeyecektir. Bu ve
                            benzeri mantıki çıkarımlardan sonra Hâdî ile’l-Hak, Allah’ın Kur’an’ı koruduğunu
                            ifade eden ayetleri ve sekaleyn hadisini zikredip, bunların da onda bir
                            eksiklik ve fazlalık olmaması gerektiğinin delili olduğunu ifade eder. Sonra
                            dedesi Kâsım Ressî’nin, Ali oğullarının elinde gördüğü mushafın mevcut
                            Kur’an’ın aynısı olduğunu ifade ettiği rivayeti de delil olarak aktarır.
                            Her iki yazarı karşılaştırdığımızda Hâdî ile’l-Hakk’ın konuyu Kâsım
                            Ressî’ye göre daha sistematik ve ayrıntılı olarak ele aldığını görüyoruz. Bu da
                            onun döneminde Kur’an’ın tahrifiyle ilgili tartışmaların daha ciddi boyutlara
                            ulaştığına işaret eder.



                            55 Hâdî ile’l-Hakk, er-Redd alâ men ze’ame enne’l-Kur’ane kad zehebe ba’duhu, s. 464.

                            Yorum

                            YUKARI ÇIK
                            Çalışıyor...
                            X