Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Benim halkım Kur’an’ı terk etti

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Benim halkım Kur’an’ı terk etti

    Kur’an, peygamberin kıyamet günü Allah’a şöyle şikayette bulunacağını söyler:

    “Peygamber diyecek ki: “Ey Rabbim! Benim halkım bu Kur’an’ı terketti.” (Furkan; 25/30)

    Ayette geçen “Kur’an-ı mehcur” tabiri terk edilmiş, bir kenara atılmış, bırakılmış, uzaklaşılmış Kur’an demek…

    Peygamber rabbine hangi halkı şikayet edecek dersiniz?

    Kim bu Kur’an’ı bir kenara atan halk?

    ***

    Elinize aldığınız herhangi bir mushafın üzerinde “Kur’an-ı azim” veya “Kur’an-ı Kerim” yazar.

    Büyük, şanlı, asil Kur’an; içinde insanlığın şerefi ve itibarı olan, kemikleşmiş değer ve ilkeleri bulunan, onları ısrarla vurgulayan, insanlığa sürekli bunları hatırlatan (zikr), temel değerlerinin (hablun min’ennâs) savunucusu, vicdanının sesi (basâiru li’nnâs) olan Kur’an demek…

    Ne asil bir isim…

    Demek artık şöyle okuyacağız: Kur’an-ı mehcur…

    “Geçip giden varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından”, viran olmuş yurtların, metruk binaların, ot basmış evlerin örümcek bağlamış duvarlarında asılı duran, artık bir manası kalmamış, bunun için de dönüp bakmaya gerek olmayan, terkedilmiş, bir kenara atılmış, kendi haline bırakılmış Kur’an demek…

    Ne hazin bir isim…

    ***

    “Kur’an Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye meşhur bir söz var…

    Kur’an’ın tarihteki serancamını adeta özetliyor: Nazil oldu… Okundu… Yazıldı…

    Peki nerede anlaşıldı? Nerede yaşandı? O niye yok?

    Manidar değil mi?

    ***

    Kendinizi bir yoklayın.

    En son ne zaman Kur’an’ı okudunuz demiyorum, ne zaman dediğini anlamaya çalıştınız?

    Yani Kur’an’ı en son ne zaman terk ettiniz?

    Biliyorum bir çoğumuz için trajik bir soru.

    Kur’an’ı terk etmek…

    Ondan umudunu kesmek…

    Gerek duymamak…

    Heyecan duymamak…

    Okuduğu halde terk etmek…

    Yazdığı halde terk etmek…

    Konuştuğu halde terk etmek…

    Saygı duyduğu halde terk etmek…

    ***

    Bu kitap bir çoğumuz için artık Kur’an-ı azim değil Kur’an-ı mehcur…

    Yani büyük, şanlı, asil kitabımız; içinde şerefimiz ve itibarımız olan, kemikleşmiş değer ve ilkelerimizi ısrarla vurgulayan, bize sürekli bunları hatırlatan (zikr), temel değerlerimizin (hablun min’ennâs) ve vicdanımızın sesi (basâiru li’nnâs) olan kitap değil; ya çocukluk yıllarımızı, ya mahalle camilerini, ya kandil gecelerini, ya da pişmanlık ve nostaljiyle karışık cemaat ortamlarındaki tefsir derslerini hatırlatan, artık terk ettiğimiz bir kitap…

    Peki, Kur’an nasıl terk edilir?

    Kimimiz Kur’an’ı “okuyarak” terk ederiz.

    Gece gündüz hatim indiririz. Bir ölünün toprağına okuyup geçeriz. Şifa niyetine okur, fal bakar, sağa sola üfürür, şifre arar, güllü yasin hatmeder, teberrüken tilavet ederiz. Hafızlık yarışmalarında birincilikler alırız. Davudi seslerimizle salonları inletiriz. Ne dendiğine hiç bakmayız çünkü önemli değildir. Önemli olan lahuti bir sesin içimizi huzurla doldurmasıdır.

    İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

    İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne mezarlarda okunmak, ne fal bakmak için
    ***

    Kimimiz “saygı göstererek” terk ederiz.

    İşlemeli kılıflara koyup duvarlara asarız. Belden aşağıya indirmeyiz. Ayağımızı ona uzatarak yatmayız. “Abdestim yok, aybaşıyım” vs. diyerek zinhar el sürmeyiz. Saygımızdan peygamberin ismini bile anmayız. Anınca da kırk çeşit salavat getiririz. Öyle saygılıyızdır ki Kur’an’a, saygımızdan ne dediğini anlamayı bile saygısızlık sayarız.

    İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

    İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için
    ***

    Kimimiz “yazarak” terk ederiz.

    Kufi’den rıka’ya, sülüs’ten cülus’a hat sanatının nadide örnekleriyle bezenmiş türkuaz ve altın sarısı yazmalara işleriz. Hat ve tezhip sanatının mükemmel örneklerini sergileriz. İnceden inceye yazar, bir noktası için kırk divid harcarız.

    İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

    İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için
    ***

    Kimimiz “konuşarak” terk ederiz.

    Kur’an üzerine bol bol konuşuruz. Nutuklar atar, hutbeler irad ederiz. Konuşmalarımızı en güzel ayetlerle süsleriz. Besmele, hamdele ve salvele ile başlar, “hur-i iyn” dualarıyla bitiririz. Tefsir dersleri yapar, tapınaklarda vaaz verir, kürsülerde gerdan kıvırmaya bayılırız.

    İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

    İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için
    ***

    Kimimiz “kenarında dolanıp durarak” terk ederiz.

    Emsile, bina, maksut, avamil, beleğat, usul, hadis, fıkıh, kelam vadilerinde dolanır dururuz. 72 ilmi öğrenmek için bina okur döner döner bir daha okuruz. Ömür biter 72 ilim bitmez. Meslek kaygılarından, kariyer hesaplarından ilahi mesajın özünü unutur gideriz. Peygamberin ağzından “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü” ayetini duyar duymaz kılıcını çekip “Bundan böyle kılıcım bu sözün arkasındadır!” diyen sokaktaki adamın sadeliğini, heyecanını, doğrudan muhataplığını hissetmeye kasınıp durmaktan bir türlü sıra gelmez. Halbuki iş bu kadar sade ve basittir.

    İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için
    ***

    Kimimiz de “açık arayarak” terk ederiz.

    Kur’an’da habire açık ararız. Dörde kadar evlenmeyi emrediyormuş, köleliği onaylıyormuş, erkeğe iki kadına bir hak veriyormuş, kadını aşağılıyormuş, zina edeni taşlayın diyormuş, Muhammed çocuk yaşta kızla evlenmiş, hurafeyle doluymuş vs. diyerek terk ederiz. Kur’an’ı sönmüş bir yıldız gibi görürüz. Eski çağların kitabı muamelesi yaparız. Çağa ayak uyduramadığını söyleriz. Çöl kitabı veya Arap dini olarak görürüz. Bütün bunları gösterebilmek için açık üstüne açık ararız.

    İşte bu Kur’an-ı mehcur’dur…

    İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için
    ***

    Oysa bu kitap esas itibarîyle “yaşayan hayatın” içinde “okunur”. Yaşayan hayattan koptuğu an terkedilmiş (mehcur) olur. Çünkü onun oluş ve doğuş tabiatında dosdoğru “yaşayan hayatın” içinden gelen (kitabun qayyime) özelliği vardır. Keza hakkında bilgi sahibi olurken bile “metafizik bir gerilim” içinde ve “korku ve titreme” (huşu) halinde olmak icap eder. Aksi halde size kendini açmaz.

    Zira bu kitap tapınaklarda değil, varoluş sancısı çeken bir öksüzün mağaradan şehre inmesiyle şehrin sokaklarında, evlerinde, çarşılarında, pazarlarında ve de giderek savaş alanlarında doğmuştur. Bu nedenle onu okurken, içinden, “dışarıda gürül gürül akan hayatın” sesini; diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının yalvarışlarını, kölelerin zincir seslerini, at kişnemelerini, kılıç şakırtılarını, şehit feryatlarını, gazi çığlıklarını duymuyorsanız onu asla okumuş olamazsınız.

    “Metinde geçmeyeni duyabilmek” işte bu bunun için vardır.

    Çünkü Kuran sadece bir “metin” değildir. Onun meali de metinde görünenin yan tarafına yazılması değildir. Bilakis meal, metinde geçmeyeni duyabilme çabasının adıdır. Zira üzerinde çalıştığınız metin, metinlerden bir metin değildir. Bu metin öyle kolayına ortaya çıkmamıştır. Arkasında yirmi üç yıl boyunca esen bir ruh, dalgalanan bir heyecan ve coşkun bir hareket vardır. Bunlardan nasibiniz yoksa Kuran okumak ha bir kuru emektir…

    Peki, nedir Kuran?

    Kuran, bilgiden ziyade esasında bir bilinç kaynağıdır. Epistemolojiden ziyade ontolojiye dâhildir. Yani bilgi kaynağı olmaktan ziyade, bilgiye ulaşacak olan insanoğluna hitaptır. İnsanı çevresine tepki vermeye çağırır. Onda “Allah şuuru” (takva) uyandırarak hayat yolculuğunda “birlikte yürümeye” davet eder. Bu şuur uyandıktan sonra bilgiye insan kendisi ulaşacaktır.

    Bilgi ise bütün varlığa saçılmıştır; tarih, tabiat ve hayat... Bilgi bütünüyle tek bir kişiye veya bölgeye inhisar edilmemiştir. İnsana düşen bunları aramak, esaslı bir hakikat arayışına girmek, tarihin, tabiatın ve hayatın neresinde ise bulup ortaya çıkarmak, Çin’de de olsa gidip almaktır.

    Kuran sınırlı sayıda bilgi verdiği yerde bile esas itibarîyle şuur oluşturmak istemektedir. Kuran’ın yazılı bir metin olarak, tekrarlı, kesintili, vurgulu ve dalgalı akışında bunu görmek mümkündür. Esasında Kuran, deruni dile ve cânu gönüle yönelmiş bir hitabettir.

    Kuran, insanlığa hiç duyulmamış yepyeni şeyleri getirmez. Bilakis bilindiği halde uygulanmayan, o çok bilenen fakat oralı olunmayan, çeşitli sebeplerle savsaklanan, her insanda fıtraten var olan insanlık vicdanını (basâirun li’n-nâs) uyandırmak ister (45/20). Uyanan vicdanın hayata yansımasını bekler; iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, sevgi, saygı, söz, namus, adalet, erdem, vefa, dostluk, kardeşlik, cömertlik, yiğitlik, mertlik gibi temel insanlık değerleri (hablu’n-nâs) üzerinde ısrarla durur (3/112) ve sürekli olarak bunları talep eder. Bunları aynı zamanda Allah’ın ipi/yolu/değerleri (hablullah) olarak vazeder (3/112).

    Kuran bize hakikat arayışında yoldaş olmak ister. Yardım eder, aptalca bir yanlışlığa düşmememiz için bizi uyarır. “Allah” kavramının peşine düşürerek, her şeyden bağımsızlaşmamızı sağlar. Böylece bizi her tür batıl bağımlılıktan kurtararak özgürleştirir. Bu anlamda Kuran işaret parmağı gibidir. Bilfiil, bizzat ve “hemen şimdi” işaret ettiği yöne gitmemizi ister, işaret parmağının kendisi ile uğraşıp durmamızı değil… (Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal-Tefsir, Önsöz’den, İnşa yayınları, İst. 2007).

    ***

    Bu Kitab’tır: her insana için dışın öğreten
    Gökte, yerde, tende, canda bir Yaratan sezdirten
    Bu Kitab’tır: Her kişiye benlik veren, yol açan.
    İnsanlığın sergisine armağanlar astırtan
    Bu çerağdır: Obalara, konaklara nur saçan
    Bir köylünün işlerini tarihlere basdırtan
    Bu Kitab’tır: Yürekleri iyilikle besleyen
    “El bağına girme” diyen, dost yarasın bağlatan.
    Bu anadır: Her öksüze “Yavrum” diye sesleyen
    Nice canları kardaş eden birbirüçün ağlatan
    Bu Kitaptır; akıllara her bir şeyi sordurtan
    “Düşün sonra inan” diyen, doğru yollar gösteren
    Bu bilgidir: Ululuğun yapıların kurdurtan
    Çıplak dağlar yeşilleten, viran köyler şenleten
    Ey kardaşlar! Şu küçücük armağanım atmayın;
    Bir goncadır; Muhammed’in gül yaprağından derildi
    Sakın, bunu yapma çiçek demetine katmayın
    Bu şey size özünüzü açmak için verildi.
    (M. Emin Yurdakul, Kur’an-ı Kerim)

    İşte bu da Kur’an-ı azim’dir…

    Onu terk eden kendini terkemiştir.

    İhsan Eliaçık

    #2
    Ynt: Benim halkım Kur’an’ı terk etti

    Allah razı olsun

    Yorum


      #3
      Ynt: Benim halkım Kur�n� terk etti

      böyle yazıların dikkat alanımıza girmesi için site kayıtlarında yenilenmesi gerekiyor. bu yazıyı görmedim. muhtemelen siteye pek uğrayamadığım yoğun zamanlarıma denk gelmiş eklenme tarihi olarak yoksa böylesine ilgi alanıma giren Kur'an'ın anlaşılması konusundaki yazıya yorum yazmamamız düşünülemez...

      hele ki Kur'an'ın terk edildiğini söyleyen ve Kur'an'ın şekline karşın ruhundan habersiz günlük ya da mevsimlik törenler kitabı haline gelmesini yaşam biçimine getirilişini eleştiren yazıya karşı..

      bir şii kardeşim bile böyle bir eleştiriyi yazmış olsa bu konu üzerinde konuşulmaya değerdir ki ama bir sünni Kur'an'ın terkedildiğini, anlamının bilinmeden okunduğunu, ibadetlerde ve ölülerin ardından anlamı düşünülmeden okunan kitap haline getirildiğini şekline saygı gösterilip hayat dışına itilerek hayata müdahale edilmeyen bir kitap haline dönüştürüldüğü gibi yerinde ve haklı eleştiriler bir sünni tarafından ya da şia dışındaki mutezili metot olan Kur'an ve akıl ikilemiyle din oluşturma iddiasında olanlar söylemişse bu daha çok ilgi alanımıza girecektir..

      neden çünkü tespit doğrudur ama önerilen çözüm, eleştirilerden daha doğru değildir ya da daha doğru bir yere götürmez bizleri..

      Kur'an Kursundaydım. ilkokul 5ten yeni çıkmıştım. zil gibi sesim vardı ergenlik öncesi. girdiğim Kur'an'ı güzel okuma yarışında il birincisi oldum.. bi sürü para verdi cemaat bireysel olarak.. İhl'ye gittim, orda da Kur'an yarışlarında güzel okumakla ün saldığım için hafız olmadığım halde lakabım hafız olmuştu okulda.. Lise 1'e geldim, Kur'an'ı şekli olarak değil anlam olarak okumalıyız Allah'ın ne dediğini anlamalı sonra onu yaşamalıyız ki kutsal kitabın gönderilme amacına uymuş olalım diyen hocaların etksiyle artık yeni karar aldım. Kur'anı güzel okuma yarışlarına katılmayacağım, onun okunuşuna değil daha çok anlamına ve yaşanmasına önem vermeliyim diye...

      ve ne yaptılarsa artık beni yarışlara sokamadılar...

      o günlerde pakistanlı Muhammed Abdüsselam'ın Fecir yayınlarından tercüme ile neşredilen: "Kur'an Niçin İndirildi" kitabı bizde tam bir gaz etkisi yapmıştı. İmam Hatlip Lisesini ikiye bölmüştük, Ölüler arkasından Kur'an okunur diyenler okunmaz diyenler.. Hocalar da haliyle ikiye bölünmüştü.. gelenekçiler okunur diyor bize yön veren devrimci inkılapçı hocalar ise okunmaz diyenlerdendi..

      Muhammed Abdüsselam'ın kitabı harika bir giriş ile başlamıştı, (yukarıdaki İhsan Eliaçık'ın yazısından daha enfes sloganlarla!..):

      "Fesübhanellah! Bu Kur'an mezarlıklarda okunsun anlamı bilinmeden ibadetlerde müsiki parçası gibi tekrarlansın diye, insanlar uyuşsun diye mi indi... Akif'in de şiirinden bir beyit eklenir bu tür yazılara: "inmemiştir hele bu Kur'an bunu hakkıyla bilin, ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.."

      ve Türkiye'de bu düşünce hızla yayılmaya başladı.. Diyanet, İlahiyattaki akademisyenler, yenilikçiler başta olmak üzere tüm cemaatler sırayla Kur'an'ın anlamı üzerinde durmaya giriştiler. Hayata yön vermesi üzerindeki konuşmaları çoğalttılar da çoğalttılar. FM bandından yayın yapan özel radyoların çıkışıyla bir de sırf meal okuma yayını yapan radyo da kuruldu. Neredeyse devrim oldu ya da olacak sandık.. öylesine heyecanlanmıştık ki...

      mealler çoğaldı tv'lerde meal okumalar, meal üzerine sohbetler, Kur'an bilgi yarışmaları.. en moda Kur'an çalışmaları oldu çıktı.. Biz daha ileri olmalıydık her zaman, ve 12 arkadaş bir sohbet gurubu oluşturduk.1 İlçe müftüsünün de aramızda bulunduğu.."En mükemmel çalışmayı yapmalıyız" demiştik; çünkü müftü de ilahiyat mezunu olduğundan ihl'de çalışan 6-7tane ilahiyatçı ile dini konularda çok okumayı seven hocalardan oluşuyordu gurubumuz. yöntem, konularına göre Kur'an tefsiri idi.

      Çünkü Mehmet Yaşar Soyalan'ın çıkardığı "Kalem dergisi" yazıları bu yöntemi belirlemede etkili olmuştu. kendisi şöyle anlatır:

      " 80li yıllardan önce Kur'an'ı anlama çalışmaları için tefsir dersleri yapmaya başlamıştık. Var olan tüm türkçe, ve arapça bilen kardeşler de arapça tefsirlerden hazırlanır toplandığımızda tüm bu hazırladığımız tefsirleri özetlerdik. yıllar süren bu çalışmamızdan sonra bir gün meal okuyalım dedi içimizden biri.. meal okuduğumuzda bir de ne görelim Kur'an'ı anlayalım diye baş vurduğumuz tefsirler bizi meğer ki Kur'an'dan uzaklaştırmışlar. Ve bu andan itibaren konularına göre meal çalışması yapmaya başladık. Çünkü Kur'an'ın bir ayeti diğer ayetini açıklıyordu. En iyi tefsir Kur'an'ın kendi içinde var olan bizzat ayetlerin ayetler yoluyla tefsir edilmesiydi biz de ayn konuda tüm Kur'an'ı tarayarak bir konuda Kur'an'ın tüm ayetlerini birden görebiliyorduk.."

      işte biz de Sayın Soyalan'ın bu yöntemini aynen aldık. Herkese Kur'an'ı eşit şekilde bölüp dağıttık yaklaşık 25 sayfa düşüyordu.. her hafta bir konu belirliyorduk, örneğin Kur'an'da Mü'minlerin özellikleri diğer hafta Kur'an'da münafıkların özellikleri bir sonraki hafta Kur'an'da nikah vs. Her hafta herkesin okuduğu sayfalar da değişiyordu. örneğin ben bu hafta 0-25. sayfaları okuyorsam gelecek hafta 26-50 sayfaları bi sonraki hafta bi sonraki bölümü okuyor o hafta belirlenen konunun geçtiği ayetleri yazıyordum.. herkes böylece 12 haftada bir de meal hatmi yapmış oluyordu. Bu güzel çalışmanın elimizde kalıcı hale dönüşmsi için içimizden üç kişiyi belirledik. onlar tüm çalışmaları alıyorlar birbirinin aynı olan ayetleri eliyorlar geriye kalan ayetleri de birisi yazıyor bi sonraki haftaya 12 tane fotokopi yapıp dağıtıyorlardı. böylece elimizde konularına göre derlenmiş, tekrarları çıkarımış ayetler de oluyordu..

      iyi hoş tüm bu çalışmalar da ama Kur'an yine hayatımıza gelmiyordu. anlıyorduk ama hayatımızda uyglayamıyorduk. Mü'minlerin özelliklerini Kur'an'da geçtiği gibi uygulayacak bir topluluk oluşmamıştı. Seyyid Kutub'un dediği yola geliyorduk:

      "Kur'an kendisini uygulama amacıyla okuyanlara açar tüm hazinelerini... Tartışmalarda deliller elde etmek için Kur'an okumak, kafasındaki konunun cevabının ne olduğunu merak için Kur'an'a bakmakla Kur'an anlaşılmaz. ancak onu okuyup uygulayanlar anlar ve uygulamak için okuyanlar.." (Yoldaki İşaretlerden özetle)

      Sünni toplumda buna benzer bi sürü çalışmalar yapıldı Kur'an'la ilgili.. Meal hatimleri eklendi Arapça hatimlere.. ama bi türlü hayata gelmedi Kur'an..

      Konularına göre Kur'an çalışmaları yapan arkadaşlar da bir süre sonra dağıldı gittiler. öyle oldu ki farklı siyasi düşünce ve cemaat içine girdikten sonra Kur'an ayetlerini anlama konusunda, ilgili ayetleri kendi cemaatine yorma konusunda samimiyet ya da doğru istinbat bakımından birbirlerine üstünlük sağlayan, birinin yanlış diğerinin doğru olduğuna dair bir sonuca ulaşılmayacak durumla karşılaştık..

      konularına göre Kur'an çalışmasında bir konu hayata nasıl aktarılacak tam bir somut öneri ve yaşam biçimi çıkmıyordu.. Kur'an çok öz ve teorikti çünkü. Kur'an'ı açıp hayata uygulamak için okumakla hayata uyarlanmıyordu Kur'an. Kur'an dışı bi sürü hadisler vardı ki bunların hepsi Kur'an'ın yaşanması için Resule vahyedilmiş ilahi bilgilerdi.. bunların hesaba alınmadığı bir Kur'an okuması pratik yaşamda tutunabilmesi imkansızdı.. Çünkü Peygamber sünni hadislerde de geçtiği gibi: Bana Kur'an ve bir o kadar misli daha verildi" buyurmaktaydı... Hadislere baktığımızda Kur'an'a oranla daha somut örneklikler ve yaşam biçimi görülüyordu..

      ama onların da aralarında uydurma olanları, birbirine zıt olanları vardı.. oysa vahyin içinde çelişki ve zıtlıkların olması muhaldi...

      Tüm bu açmazların çözümünü Ehlibeyt mektebi önerdi. Kur'an'ın ne olduğunu nasıl bir kitap olduğunu, nasıl yaşanabileceğini sünnet ve hadisin geliş yollarının en mükemmel şekilde nasıl olması gerektiği konusunda asla eleştirilecek bir olumsuzluğu barındırmayan bir yöntem.. Öyle ki ne konularına göre ne nüzul sırasına göre ne tefsirlere göre yapılmış Kur'an çalışmaların engelleyemediği, Kur'an'ı farklı anlama problemine düşürmüyor, Kur'an'ın nasıl anlaşılabileceği hayata nasıl uyarlanabileceği konusunda net çözümler sunuyordu..

      Şia diyordu ki: Peygamber iki ağır emanet bıraktı. ki bunlara sarıldığımız sürece asla sapıklığa düşmeyiz. Bunların ikisi birbirinden daha üstündür. ( Bu cümle Süneni Tirmizideki hadisten bir cümledir) Bunların ikisi birbirinden kıyamete değin asla zerrece ayrılmazlar.. Kur'an ve Ehlibeyt.

      Kur'an ve sünnet diye uydurma bir rivayet değildi bu. Çünkü Kur'an ve sünnetin emanet olarak bırakıldığı kütübü sittede mevcut değildir. Sünnet bölümü veda hutbelerine sonradan eklenmiş bir tahribat örneğidir. Oysa metinlerde kütübü sitte de dahil olmak üzere tüm şii kaynaklarında bırakılan iki ağır emanet Kur'an ve Ehlibeyt idi..

      Kur'an'sız Ehlibeyt'e uymanın mümkün olmadığı gibi Ehlibeyt'siz Kur'an'ın da anlaşılıp yaşanması mümkün değildi. Ehlibeyti atıp yerine sünneti koymak çözüm değildi. Çünkü sünnet de canlı konuşan bir şey değildi ki aynı Kur'an gibi sessiz metin olup kendisini okuyanın yorumuna tabi idi. kimseye: "beni yanlış anlıyorsun," demeyeceği gibi, farklı anlayan iki kişi arasında da doğrusu şu diyebilecek bir hükm verebilecek konuşma özelliği de yoktu. Oysa Ehlibeyt masum olarak asla yanılması mümkün olmayan ve yanlış anladığında insanlara doğru vahyi ve yorumunu açıklayacak olan canlı bir kişi idi..

      diğer yandan doğru anlamayı, tek şeyi anlamayı sağladığı gibi, Canlı, yaşayan bir Ehlibeyt temsilcisi İmam, insanları kendi emri altında toparlayacağı için, bölünmeyi, aynı şeyi farklı kelimelerle bayraklaştıran sünni guruplar gibi oluşu da engelliyordu.. ümmeti vahdete kavuşturuyordu. Tıpkı Allah'ın Tevratı bir süre koruyup, ölen peygamberler yerine Tevratı yanlış yorumlayan israiloğullarını doğru yoruma ulaştırmak ve toparlamak için peşpeşe bi sürü peygamber göndermesi ve onları bu peygamberlerin canlı hakemlik ve itaatine çağırması gibi.. Kur'an değişmiyor ama anlamı değiştirilyor her okuyan samimi olmasına rağmen farklı kültür, ihtiyaç ya da akıl düzeyi sebebiyle farklı anlıyabilirdi. oysa bu, Kur'an'ın korunmasının pratikte bir işe yaradığını göstermezdi.. bu yüzden Allah canlı, toparlayacak, samimi insanların aynı ayetten farklı hükme ulaştıklarında onlara doğru hükmü söyleyecek, yanlışa yanlış diyecek masum bir hakem lider imam var etmişti. bu yüzden Kur'an ve Ehlibeyti sapıtmamak için itaati şart olan ikili diye ilan ettirmişti Allah. Ve tüm ekollerin kitabına da bu hadisi sokmuştu ki ahirette insanların bir mazereti kalmasın..

      Gaybet döneminde de 12. imamın bu görevini velayeti fakih üstleniyor, taklit mercii canlı yaşayan fakihler yoluyla bu misyon sürüyordu. bu yüzden samimi şiiler arasında dağılma olmadığı gibi tüm şiiler arasında ibadetlerin şekilleri ve Kur'an'ın hayata uygulanışı konusunda hiç bir ayrılık bulunmuyordu.. Kur'an ve sünnet taraftarları gibi sayılamayacak kadar parçalanmışlık, başsızlık, din adına herkesin bi şey söylediği bir dini yapılanma yoktu..

      Elhamdülillah sonunda Kur'an'ın nasıl hayata uygulanacağının yolunu görmüştüm.. şimdi bana düşen var gücümle bu hikmet dolu sonucu ve yöntemi yaşamakla, ulaşabildiğim herkese iletmekti...

      Yorum


        #4
        Ynt: Benim halkım Kur�n� terk etti

        Bana Kur'an ve bir o kadar misli daha verildi"

        Kuranı terk etmede en çok kullanılan söz bence bu söz olmuştur.

        Geriçi hurafeci yobazından , mezhepçilere, din bezirganlarından hurifilere, batinilere kadar bir sürü guruh bu sözü istismar ederek malesef Kur'an hakikatlerini perdelediler ve halkla ilişkisini kopararak terk etme cinayetine alet ettiler.

        Yorum


          #5
          Ynt: Benim halkım Kur�n� terk etti

          bu uydurma bir söz mü demeye getiriyorsunuz? Peygamber s.a.a.'e Kur'an dışı vahy gelmemiş midir? Ona gelen vahiyler Kur'an'dan ibaret mi diyorsunuz?

          yanlış emsal teşkil etmez. konunun yanlışa çekilip uygulanışına bakarak o konunun yanlışlığına hükmedilemez. Eğer böyle yapmak doğru olsa sahte müslümanlara bakıp İslam'ı, gösteriş için namaz kılanlar yüzünden namazı, sahtekarlar yüzünden sakalı... hatta muaviye kullandı çıkarcıların aleti oldu diye Kur'an'ı kötüleyebilir miyiz? sanırım bunu dmek istemiyorsunzudur?

          Yorum


            #6
            Ynt: Benim halkım Kur�n� terk etti

            bu uydurma bir söz mü demeye getiriyorsunuz?

            aynen öyle diyorum.

            Peygamber s.a.a.'e Kur'an dışı vahy gelmemiş midir? Ona gelen vahiyler Kur'an'dan ibaret mi diyorsunuz?

            Bu konuda haddimi biliyorum. Seciçi bir mantıkla beni direk ilgilendiren, efendimizin tebliğ ettiği , üzerinde çelişki, batıl, saptırıçıların sapıklıklarının olmadıgı apaçık vahyini anlamak ve hayatıma aktarmakla ilgili sorumlulugumu önemsiyorum.

            Sonraki yazdıklarınızla da zerre kadar ilgilenmiyorum. Ama yukarıdaki rivayetin bir çok yanlışlarını pek çok gördüm.İddiamın arkasındayım. Kuranı terk etmede dahası heva ve heveslerine göre yorumlamanın aleti olarak kullanıldıgını çok gördüm. Hemde bu sözün dogru olmayacagına dair bir çok kuran ayetleri olmasına ragmen.

            Bu ayetleride yazardım ama geç oldu.

            Yorum


              #7
              Ynt: Benim halkım Kur�n� terk etti

              anlamadım şimdi Peygamberimize Kur'an dışınd vahiy gelmiş mi gelmemiş mi?

              Yorum


                #8
                Ynt: Benim halkım Kur’an’ı terk etti

                [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=11419.msg83817#msg83817 date=1274652377]
                anlamadım şimdi Peygamberimize Kur'an dışınd vahiy gelmiş mi gelmemiş mi?
                [/quote]

                Necm 3-4:
                O, nefis arzusu ile konuşmaz. Size söylediği (Kur'an) ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.

                Kur'an, Zat makamıdır... Yani Hakkın zahir olduğu makamdır... Buna Vahiy de denir...
                Hakkın batın olduğu makamda, Vahiy de batın olur...

                Yani Allah zahir olduğunda, Muhammed batın olmuştur (buna Vahiy denir)... Muhammed zahir olduğunda da, Allah batın olmuştur...

                Güneş zahir olduğunda, Ay batın olur... Ay zahir olduğunda, Güneş batın olur...


                ''Senin hakkında ne düşünüyorsam, Allah bana 10 mislini versin''

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Benim halkım Kur�n� terk etti

                  ben böyle şeylerden anlamam...

                  biraz sığım..

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Benim halkım Kur’an’ı terk etti

                    [quote author=mecal link=topic=11419.msg87185#msg87185 date=1275739329]

                    Allah zahir olduğunda, Muhammed batın olmuştur (buna Vahiy denir)... Muhammed zahir olduğunda da, Allah batın olmuştur...

                    Güneş zahir olduğunda, Ay batın olur... Ay zahir olduğunda, Güneş batın olur...

                    [/quote]

                    ehli sünnet ve tasavvuf kisvesi altına sığınmış bir müşrik demiştiki "allah eşittir muhammed tek fark eti kemiğidir"

                    sonunda bu necis müşrik geberdi gitti.

                    umarım yukarıdaki Allah - resul kıyası yapan, ay güneş benzetmesi yapan kişide bu sözlerinden ötürü ölmeden önce tevbe eder. yoksa ilk verdiğim örnekteki müşrikle hesap günü kolkola gezeceği aşikardır.

                    Yorum

                    YUKARI ÇIK
                    Çalışıyor...
                    X