BİSMİLLAH İR RAHMAN İR RAHİM
RAHMAN 31. AYETİ KERİME VE SAKELEYN SIRRI
Senefruğu lekum eyyuhessekalân.
Yarın size kalacağız ey sekalân
Şimdi konumuza başlamadan önce sekaleyn hadisi şerifinden de bahsetmek istiyorum . Bu hadisi şerifin birden fazla farklı nakil şekilleri olmasına karşın ben buraya ehli beyt ile ilgili olan nakilleri alacağım ve konuma buradan devam edeceğim.
Bu hadisi şerif gerek Sünni gerekse şia kaynaklarında bulunmaktadır ama dediğim gibi farklı varyasyonları mevcuttur.
Bu hadisi şerif şia kaynaklarında Gadir u Hum denilen yerde ResulAllah efendimizin (S.A.V) hutbesinde geçmiştir. İlgili kısmı yazıyorum .
Resulullah: Ben sizden önce (Kevser) havuzun başına gideceğim, siz orada benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği San’a[8] ve Busra arası kadardır. O havuzda, yıldızlar sayısında kadehler vardır. Benden sonra sekaleyn[9] hakkında nasıl davranacağınıza bakın.
Halktan birisi: Ya Resulullah, sekaleyn nedir?
Resulullah: Değerli büyük emanet: Allah’ın kitabıdır; bir tarafı Allah’ın elindedir, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın, sapmayın. Değerli küçük emanet ise: Ehl-i Beyt’imdir. Allah-u Teâlâ bana bildirdi ki, onlar havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bunların birbirinden ayrılmamasını ben de Rabbimden istedim. Onlardan ne öne geçin ve ne de geride kalın; çünkü helak olursunuz.
[2]- Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c. 3, s. 225; İmta-ul Makrizi, s. 510; İrşad-us Sari, c. 6, s. 429.
[3]- Es-Siret-ul Halebiyye, c. 3, s. 283. Siret-u Ahmed Zeyni Dehlan, c. 3, s. 3; Tarih-ul Hulefa, İbn-ül Cevzi, c. 4; Tezkiret-u Havass-il Ümmet, s. 18; Dairet-ul Mearif, Ferid Vecdi, c. 3, s. 542.
[4]- İmta-ul Makrizi, s. 513-517.
Yine bu hadisi şerif bir başka hadisi şerifde şu şekilde geçmektedir.
Terika fiyküm el sakaleyn kitabullah ve itreti .
Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım, biri Allah'ın kitabı, biri de ıtretim (zürriyetimdir)
Elmalılı tefsiri rahman suresi 31. Ayeti kerime (kaynaklar fedailiul sahabe 36-37, darimi fedailiul kuran Ahmet bin hanbel bölüm 3 ,14,17,26,59
Bölüm 4 367,371)
Bu hadisi şerifi birde biri Kuranı kerim diğeride sünnetimdir diyerek nakil edenler de vardır ama bu nakilleri kabul etmediğim için buraya almıyorum sadece bilin diye yazıyorum .
Yine konuma başlamadan evvel bazı kelimelerin anlamlarından ,bazı tefsircilerin bu ayeti nasıl tefsir ettiklerinden be Kuranı Kerimin bir ayetinin neden birden fazla manaya geldiğinden kısaca özet geçip asıl konuma gireceğim.
Elmalılı tefsirinden alıntı;
Nitekim ahiretteki işi beyan için buyuruluyor ki sizin için boş kalacağız.
(Buradaki Senferuğu kelimesinin kökünün ferağ olduğu düşüncesiyle yapılan bir meal)
Ferağ, lugatta boşalmak demektir. Buna göre bir meşguliyetten boşalmak sonradan bir meşguliyeti gerektirir. Halbuki Allah Teâlâ'yı hiç bir iş, diğer işten alıkoyamayacağı için burada özellikle ahiret işleri olan hesap ve cezayı ifade etmek üzere bu suretle bir istiâre veya kinaye yapılmıştır. Yani bugünkü dünya işleri geçecek, bu dünya hayatı ve nimetleri yok ola c ak, bu mühletler, hoşgörüler tükenecek, yarın Allah'a dönüşle mücerred sorumluluk hesap ve ceza için huzura geleceksiniz de sırf sizin işinize bakılacak, sizin sorumluluğunuzun gereği yapılacaktır.
Ey sekelân. Sekalân yahut sekaleyn iki sekal; bundan sonraki âyette de açıklanacağı üzere insan ve cinnin bir adıdır. Sekal, yük ve ağırlık demektir. İsimlendirme şekli anlatılırken deniliyor ki: Arz bir yüklü hayvana insan ve cin de ona yükletilmiş iki ağır yüke benzetilerek bu isim verilmiştir. Buna göre yer yüzünde insan ve cinden başka mahlukat, ilave kabilinden demek olur ki, iki denk (yük) arasına konulan fazlaya veya takılan takıya ilave denilir. İnsan ve cin yeryüzünde gizli ve açık hayatî kuvvetler olması itibarıyla onun esaslı ağırlığı gibi düşünülmüş demek olur. Bir de yer üzerinde ağırlıkları veya görüşlerinin ağırlıkları, itibar ve şöhretlerinin önemi ve büyüklüğü hasebiyle o ismi aldıkları söylenmiştir. Bundan başka sorumlulukla kendilerine ağırlık verilmiş olduğu için bu ismi almış olabilirler. Ayrıca günah ile ağırlaşmasından dolayı bu ismin verildiği nakledilmektedir. Bir hadisde "Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım, biri Allah'ın kitabı, biri de ıtretim (zürriyetim)." buyurulmuş ve bunda sakalân tabiri kitabullah gibi itibar ve şöhreti büyük olan manevî ağırlıklar hakkında kullanılmış bulunduğuna göre bu mânâ, üçüncü hususa uygun olabilir. Yani insan ve cinne maddî taraflarından ziyade manevî şerefleri itibarıyla sakalân isminin verilmiş olması tercihe şâyan görünmektedir.
Bu tefir buraya kadar.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Fil Zilali Kuran
Ey insanlar ve cinler, yakında sizinle hesaplaşmak için özel vakit ayıracağız: '
Aman Allah'ım! Ne korkunç, ne sarsıcı bir dehşet! Buna insanlar ve cinler şöyle dursun; sıradağlar, yıldızlar ve gezegenler bile dayanamaz.
Allah... Yüceler yücesi Allah. Allah güçlü, her şeyi yapabilen, ezici iradeli, buyruğuna karşı durulmaz, büyük, ulu Allah. Evet, yüceler yücesi Allah, şu iki zavallı, küçücük varlık türü ile, insanlar ve cinler ile hesaplaşmak üzere başbaşa kalacağını bildiriyor. Hem de tehdit ve intikam yansıtan bir dille.
Bu çok önemli bir olay. Büyük bir dehşet. Her türlü düşünceyi, her türlü ihtimali aşan çarpıcı bir gelecek.
Aslında yüce Allah'ın meşgul olması sözkonusu değildir ki, vakit ayırması, zamanını boşaltması sözkonusu olsun. İfadenin amacı olayı insanın idrakine yaklaştırmak, tehdide sarsıcı ve dehşet saçan bir somutluk kazandırmak, bu tabloyu hayalinde canlandıran herkesi tepeden tırnağa titretmektir. Yoksa tüm evren bir tek sözle yaratılmıştır. Bir tek "ol" sözü ile. Buna göre yokedilişi, mahvedilişi için de bir tek söz yeterlidir, o söz üzerine herşey göz açıp kapayıncaya kadar yok olur. Peki yüce Allah sırf insanlarla ve cinlerle başbaşa kalıp da onların hesabına el koyduğunda, onları cezalandırmaya hazırlandığında bu zavallıcıkların halleri nice olur?
Bu tefsir de bu kadar .
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb kelamcıların baş yapıtı ;
Sizin Hesabınıza Bakacağız
"Ey insanlar ve cinler, ileride sizin (hesabınıza) yöneleceğiz. Şimdi Rabbinızın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz" (Rahman, 31-32).
Önce, bu ayetle ilgili olarak söylenen şeyleri, meşâyihin (büyük âlimlerin) görüşlerinden bereket umarak, zikredelim. Daha sonra da bunu, doyurucu bir izah ile, tahkîk edelim. Binâenaleyh diyoruz ki: Müfessirier, bu hususla değişik izahlar yapmışlardır. Çoğu, bu ayet ile, "Ey Sekalân (insanlar ve cinler), bizzat sizi, sizin hesabınızı maksad edinip, özellikle ele alacağız" manasının kastedildiği kanaatindedİrler. Bazıları da bu ifadenin, insanların örfünde-adetinde olduğu gibi, ilahî tehdit olarak söylendiği görüşündedirler. Çünkü efendisi kölesine kızdığında, "Sana öyle bir yöneleceğim, senin için öyEe bir fırsat bulacağım ki!" der. Halbuki o zaten boş oturmaktadır, buna manî bir meşguliyeti yoktur.
Bu hususta bizim izahımız şöyledir: "Boş olmama", failin, onunla beraber herhangi bir fiil yapmasının mümkün olmadığı bir iş üzerinde olması demektir. Çünkü birşey diken kimse, meselâ "yazmaya vaktim yok" der. fakat vaktin olmaması, bazan, iki fiilden birisinin, failin bir başka fiili yapmasına manî olmasından ötürü olur. Bu durumda, "O, şu sebeple, şundan ötürü şunu yapamaz" denilir. Nitekim meselâ bir kimse, "Dikişle meşgul olmam dolayısı ile yazı yazamam" diyebilir. Bazan da boş olmama (yapamama), bir fiilin bir fiile manî olmasından ötürü olur da, fiilin faile mâni olmasından ötürü olmaz. Meselâ, o zamanda teskîni (dindirmesi-durdurması) mümkün olmayan bir zamanda, bir cismi hareket ettiren, onu durdurmaya vakit bulamamış demektir. Fakat bu vakitte, "Ben, hareket ettirmem sebebi ile, durduramıyorum' denilmez. Çünkü bu gibi bir yerde, hernekadar o, durdurmayla meşgul olmasa bite, o failin fiiliyle değilde, bizzat mahallin kendisinde bulunan bir hareketten ötürü failin onu durdurması mümkün olmamıştır. Binâenaleyh failin onu durduramaması, hareket ettirmesi imkânsız olduğu içindir. Halbuki birinci misalde, eğer o kimse dikiş ile meşgul olmasaydı, yazma imkânına sahip olurdu.
Bunu iyice kavradığına göre, boş olmama - vakit bulamama ikiye ayrılır:
a) Bir işle meşgul olmadan ötürü...
b) Herhangi bir meşguliyet olmadan... Diyoruz ki: Allah Teâlâ, kendi irade ve ihtiyarıyla, insanı yaratıp, sırf kudret ve iradesiyle onu dilediği bir müddet bakî (hayatta) bırakınca, işte bu durumda onu yok etmez. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, faile mâni olmayan, fakat başka bir fiile mâni olan bir fiil içindedir ve biz, bu gibi hallerin "ferağ" (boş zaman) olmadığını beyan ettik. Ama Cenâb-ı Hakk'ın bir meşguliyeti olur ve bu durumda O, önce irade ettiği şeyi icâd eder de, bundan sonra, aynı anda fazlasıyla beraber, yok etme imkânı elde edilirse, "ferağ" tahakkuk etmiş olur. Fakat insan için, hem kendi fiilleri, hem de hemcinsinin fiillerine hasredilmiş müşahedesi bulunup, onlardan boş vakit bulamaması da, meşguliyeti sebebiyle olunca, Allah Teâlâ'nın boş olduğunu sanmıştır. Böylece de yaratma işini, boş olmama manasına almıştır. Dolayısıyla bundan, lafzı manasından başkasına hamletmeyi gerektiren bir işten ötürü, bir iş, kendisini meşgul etmediği halde, O'ndan bir fiilin sudur etmesi gerekmiştir. Bil ki söylediğimiz bu izah, âlimlerinkinden farklı birşey değildir. Aksine bu da onların, ifâdesine "Sizi maksad edineceğiz, size yöneleceğiz" manasını verişlerinin bir diğer izahıdır. Fakat bu, biraz daha açıktır. Bizi, lisan erbabının görüşünden ayrılmadan izahta bulunmamıza imkân veren Allah'a hamdolsun.
Bil ki aslında "ferağ", "huluvv" (boş olma) manasınadır. Fakat bu boş olma, bir mekânla ilgili olursa, bir başkasının imkân bulmasına müsait olur. Eğer zamanla ilgili olursa, bir fiilin yapılmasına müsait olur. Binâenaleyh aslolan, failin zamanının, fiilden boş olup-olmamasıdır. Fakat mekânın boş olduğu, bizzat gözle görülür. Dolayısıyla falanca için, o mekânın boş olduğu manasında "ferağ" kelimesi kullanılır. Ama zamanın "ferağ"
gözükmez. Dolayısıyla boş olup-olmadığı gözükmez. Bundan ötürü de, falanca, falan zamanda boştur" denilir. Çünkü görülebilen şey, zaman değil, falancadır. Aslolan, bu zamanın, falancanın zamanlarından boş bir zaman olmasıdır. Binâenaleyh bu kimseyi, o zamanda herhangi bir fiil yapmakla tavsif etmek mümkün olur. O halde hak Teâlâ'nın "Sizin için fâriğ olacağız" ifadesi, işte aslolan bu durumun düşünülüşüne göre kullanılmıştır. Çünkü mekân boş olduğunda, (falanca İçin) denilir de, (falancaya) denilmez. Zaman da böyledir. Fakat faile nakledilip, "Fail boştur. O boş olduğu zaman, başka bir işe yönelir" denildiğinde, fail hakkında, "Falan işi bitirip falan işe başladı" denilir. Ama zarf hakkında "Şunu bitirip şuna başladı" denilir. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, bu asıl mananın düşünülmesi ile, ayette (isim için) buyurdu. İşte bu durum, biraz önce de bahsettiğimiz gibi, engelin, faile nisbetle değil, fiile nisbetle olduğunu takviye eder.
Ayetteki, (ey) ifadesi hakkında, diyoruz ki: Müpheme nida etmede ve ondan sonra da bir sıfat getirmedeki hikmet, bu nidayı yapanın, sözünü, zâyî olmaktan (boşa gitmekten) koruması içindir. Bu sebeple, nida eden önce, duyan herkes, kendisine yönelsin ve nida edenin sözüne, seslendiği kimse dikkat kesilsin diye, müpheme (belirsiz birisine nida) ederek, "eyy" der, sonra da duyanlar kendisine yöneldiğinde, esas kastettiği kimseye husûsen seslenir de, "er-Racülü" (ey falanca adam) der (yani) Dolayısıyla bu gibi nidalarda, şu iki husus yerine getirilmeye çalışılır:
1) Lâm ile veya ismi işaretle, marife olanı tavsîf etmek... Dolayısıyla meselâ sen, "Ey falan adam", yahut da "ey falanca, ey şu" dersin. Fakat burada, bu ikisinden daha marife olan getirilmez ki bunlardan daha marife olan "alem" isimlerdir. Çünkü her cins için kullanılan müphem (isim) İle, her şahıstan ayrılmış belirti alem arasında, bir uzaklık ve farklılık vardır.
2) İkisinin arasında, tenbih "ha"stnı sokmak... Çünkü (ey) edatında aslolan, son derece müphemlik olduğu için, izafetle kullanılmasıdır. Dolayısıyla böylece, ayırdedilmeye muhtaç olur. Ayırdetmede temel olan ise, daha önceleri de beyan ettiğimiz gibi "izâfef'tir. Dolayısıyla ikisinin arasına, izafetten bedel olsun diye "hâ-l tenbih" getirilmiştir ve yine "eyyü" (ey) edatı kaldırıldığında lâm-ı tarif de hazfedilir. Çünkü sen meselâ, diyemezsin. Zira böyle söylemede, manasız bir uzatma sözkonusu olur. Çünkü sen, biraz önce bahsettiğimiz "dikkat" çekmeyi sağlayamazsın. Ama demen bunu sağlar. Dolayısıyla da lam-ı tarifi getirmeye hacet kalmaz. İşte bu durum, Izâfet-I manevlyye olduğunda da, lamın düşmesini gerektirir. Çünkü izafeti maneviyyede marifelik ifade edince, lâm-ı tarifi getirmek lüzumsuz bir uzatma olur. Çünkü böyle yapmak, İki muarrifin (marife kılan unsurun) arasını cemetmek olur. [80]
Cin ve İns
Ayetteki (iki ağırlık) İfadesi, meşhur olan görüşe göre, cinleri ve insanları anlatır. Bu hususta şu izahlar yapılabilir:
a) Bu iki cins varlık, günahları yüzünden ağır oldukları için bu adı almışlardır.
b) Yeryüzünde bir ağırlıkları olduğu için bu adı almışlardır. Çünkü toprak, hemekadar Hz. Adem (a.s)'in yaratılması tamamlansın diye, yaratma işinde, bir letafet arzederse de, bu durum taprağı, ağır olmaktan kurtarmaz. Ateşe gelince, cinler bundan yaratıldığı için, az da olsa bir kesafet arzeder. Binâenaleyh nasıl toprak (insanda) az da olsa latif İse, ateş de böylece, az da olsa ağırdır. Dolayısıyla bu iki cins, sakfl (ağırdırlar. İşte bundan ötürü "sakaleyn" adını almışlardır.
c) Ağır olan, bunlardan sadece biridir. Diğeri ise, sırf ağır olan Komşuluğundan ötürü bu adı almıştır. Nitekim sadece birisi Ömer olduğu halde, yanyana olan iki kişiye "ömereyn" (iki Ömer), sadece biri ay olduğu halde (ay ile güneş hakkında), kamereyn (iki ay) denilir. Yahut da, bu ifade ile, derleyici iki tür sayesinde umumîlik kastedilmiş olabilir. Nitekim sen meselâ, "Ey şöyle ağır olan, ey şöyle olmayan ağır..." dersin. "Sakal" (ağırlık), büyük ve önemli şey manasına kutlanılır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) "Ben, size, iki ağır (önemli) şey bırakıyorum. (Kur'ân ve hadis)" buyurmuştur.
Bakınız Kelamcıların ünlü eserinde Bu hadisi şerif ;Bazı Sünni kaynakların Ehli Beyti bertaraf etmeyi amaçlayan şeklinde nakil edilmiş ve diğer nakil şekli kale alınmadan tefsir edilmiştir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri ;
31. Ey insan ve cin!. Yakında sizin için teveccüh edeceğiz.
31. (Ey ins ve cin!. Yakında) Yâni kıyamet gününde (sizin için teveccüh edeceğiz.) yâni: Mahşer gününde hesabınızı görmek için sizlere yöneleceğiz, sizleri lâyık olduğunuz mükâfatlara ve cezalara kavuşturacağız, bu ilâhi ihtar da sizlerin hakkında bir ilâhi nimettir ki, bunu düşünesiniz, uyanıp fiil ve davranışlarınızı tanzime muvaffak olasınız.
"Sekaleyn" insanlar ile, cinlere verilmiş bir addır. Bunlar yeryüzünde bulunan diğer mahlûkata göre mükellefiyetleri itibariyle daha büyük bir varlığa sahip oldukları için bu ünvânı almışlardır, veyahut bunlar, yeryüzüne hayatlarıyle ve ölümleriyle bir ağırlık vermekte oldukları için kendilerine böyle sekaleyn denilmiştir.
Bu tefsirde bu kadar.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Taberi Tefsiri ;
31- Ey, günah ağırlığı taşıyan insanlar ve cinler, size de bir vakit ayı¬racağız. (Yakında sizin hesabınızı göreceğiz.)
Bu âyet-i kerime, kullan tehdit etmektedir. Manası: Ey insanlar ve cin¬ler, yakında sizi hesaba çekeceğiz. Günah işleyenleri cezalandırılıp itaat edenle¬ri mükafaatlandıracağiz." demektir.
Abdullah b. Abbas bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Bu ifade, Alla¬hın, kullarını tehdidi mahiyetindedir. Zira Allanın hiçbir zaman meşguliyeti yoktur ki, o meşguliyetleri bir tarafa bırakarak kullarını hesaba çekmeye de va¬kit ayırsın. O, kullarını her zaman hesaba çekebilir.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Safvetü’t-Tefasir
31. Ey insan ve cin topluluğu! Amellerinizden do¬layı hesaba çekeceğiz, ibn Abbâs şöyle der: Bu, Yüce Allah'tan kullarına bir tehdittir. Allah meşgul değildir ki onu bıraksın. [46] Ebû Hayyân da şöyle der: "Kıyamet gününde işlerinize bakacağız" demektir. Yoksa Yüce Allah'¬ın bir meşguliyeti var da, o gün onu bırakacak değildir. Bu tabir, Arapça'da kullanılmaktadır. Kişi, tehdit ettiği kimseye der. Yani, senden intikam almak için, beni meşgul eden herşeyi bırakacağım. [47] Beyzâvî ise şöyle der: Kıyamet günü, sadece sizin hesap ve cezanızla meşgul olacağız. Bunda bir tehdit mânâsı vardır. Bu tehdit, senin, tehdit ettiğin şahsa söylediğin Sadece seninle meşgul olacağım" sözünden müsteârdır. Çünkü, sadece bir şeyle meşgul olan, o konuda daha güçlü ve ciddî olur. İnsan ve cinler demektir. Yeryüzünde ağırlıkları olduklarından dolayı onlara bu isim verilmiliştir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
RAHMAN 31. AYETİ KERİME VE SAKELEYN SIRRI
Senefruğu lekum eyyuhessekalân.
Yarın size kalacağız ey sekalân
Şimdi konumuza başlamadan önce sekaleyn hadisi şerifinden de bahsetmek istiyorum . Bu hadisi şerifin birden fazla farklı nakil şekilleri olmasına karşın ben buraya ehli beyt ile ilgili olan nakilleri alacağım ve konuma buradan devam edeceğim.
Bu hadisi şerif gerek Sünni gerekse şia kaynaklarında bulunmaktadır ama dediğim gibi farklı varyasyonları mevcuttur.
Bu hadisi şerif şia kaynaklarında Gadir u Hum denilen yerde ResulAllah efendimizin (S.A.V) hutbesinde geçmiştir. İlgili kısmı yazıyorum .
Resulullah: Ben sizden önce (Kevser) havuzun başına gideceğim, siz orada benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği San’a[8] ve Busra arası kadardır. O havuzda, yıldızlar sayısında kadehler vardır. Benden sonra sekaleyn[9] hakkında nasıl davranacağınıza bakın.
Halktan birisi: Ya Resulullah, sekaleyn nedir?
Resulullah: Değerli büyük emanet: Allah’ın kitabıdır; bir tarafı Allah’ın elindedir, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın, sapmayın. Değerli küçük emanet ise: Ehl-i Beyt’imdir. Allah-u Teâlâ bana bildirdi ki, onlar havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bunların birbirinden ayrılmamasını ben de Rabbimden istedim. Onlardan ne öne geçin ve ne de geride kalın; çünkü helak olursunuz.
[2]- Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c. 3, s. 225; İmta-ul Makrizi, s. 510; İrşad-us Sari, c. 6, s. 429.
[3]- Es-Siret-ul Halebiyye, c. 3, s. 283. Siret-u Ahmed Zeyni Dehlan, c. 3, s. 3; Tarih-ul Hulefa, İbn-ül Cevzi, c. 4; Tezkiret-u Havass-il Ümmet, s. 18; Dairet-ul Mearif, Ferid Vecdi, c. 3, s. 542.
[4]- İmta-ul Makrizi, s. 513-517.
Yine bu hadisi şerif bir başka hadisi şerifde şu şekilde geçmektedir.
Terika fiyküm el sakaleyn kitabullah ve itreti .
Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım, biri Allah'ın kitabı, biri de ıtretim (zürriyetimdir)
Elmalılı tefsiri rahman suresi 31. Ayeti kerime (kaynaklar fedailiul sahabe 36-37, darimi fedailiul kuran Ahmet bin hanbel bölüm 3 ,14,17,26,59
Bölüm 4 367,371)
Bu hadisi şerifi birde biri Kuranı kerim diğeride sünnetimdir diyerek nakil edenler de vardır ama bu nakilleri kabul etmediğim için buraya almıyorum sadece bilin diye yazıyorum .
Yine konuma başlamadan evvel bazı kelimelerin anlamlarından ,bazı tefsircilerin bu ayeti nasıl tefsir ettiklerinden be Kuranı Kerimin bir ayetinin neden birden fazla manaya geldiğinden kısaca özet geçip asıl konuma gireceğim.
Elmalılı tefsirinden alıntı;
Nitekim ahiretteki işi beyan için buyuruluyor ki sizin için boş kalacağız.
(Buradaki Senferuğu kelimesinin kökünün ferağ olduğu düşüncesiyle yapılan bir meal)
Ferağ, lugatta boşalmak demektir. Buna göre bir meşguliyetten boşalmak sonradan bir meşguliyeti gerektirir. Halbuki Allah Teâlâ'yı hiç bir iş, diğer işten alıkoyamayacağı için burada özellikle ahiret işleri olan hesap ve cezayı ifade etmek üzere bu suretle bir istiâre veya kinaye yapılmıştır. Yani bugünkü dünya işleri geçecek, bu dünya hayatı ve nimetleri yok ola c ak, bu mühletler, hoşgörüler tükenecek, yarın Allah'a dönüşle mücerred sorumluluk hesap ve ceza için huzura geleceksiniz de sırf sizin işinize bakılacak, sizin sorumluluğunuzun gereği yapılacaktır.
Ey sekelân. Sekalân yahut sekaleyn iki sekal; bundan sonraki âyette de açıklanacağı üzere insan ve cinnin bir adıdır. Sekal, yük ve ağırlık demektir. İsimlendirme şekli anlatılırken deniliyor ki: Arz bir yüklü hayvana insan ve cin de ona yükletilmiş iki ağır yüke benzetilerek bu isim verilmiştir. Buna göre yer yüzünde insan ve cinden başka mahlukat, ilave kabilinden demek olur ki, iki denk (yük) arasına konulan fazlaya veya takılan takıya ilave denilir. İnsan ve cin yeryüzünde gizli ve açık hayatî kuvvetler olması itibarıyla onun esaslı ağırlığı gibi düşünülmüş demek olur. Bir de yer üzerinde ağırlıkları veya görüşlerinin ağırlıkları, itibar ve şöhretlerinin önemi ve büyüklüğü hasebiyle o ismi aldıkları söylenmiştir. Bundan başka sorumlulukla kendilerine ağırlık verilmiş olduğu için bu ismi almış olabilirler. Ayrıca günah ile ağırlaşmasından dolayı bu ismin verildiği nakledilmektedir. Bir hadisde "Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım, biri Allah'ın kitabı, biri de ıtretim (zürriyetim)." buyurulmuş ve bunda sakalân tabiri kitabullah gibi itibar ve şöhreti büyük olan manevî ağırlıklar hakkında kullanılmış bulunduğuna göre bu mânâ, üçüncü hususa uygun olabilir. Yani insan ve cinne maddî taraflarından ziyade manevî şerefleri itibarıyla sakalân isminin verilmiş olması tercihe şâyan görünmektedir.
Bu tefir buraya kadar.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Fil Zilali Kuran
Ey insanlar ve cinler, yakında sizinle hesaplaşmak için özel vakit ayıracağız: '
Aman Allah'ım! Ne korkunç, ne sarsıcı bir dehşet! Buna insanlar ve cinler şöyle dursun; sıradağlar, yıldızlar ve gezegenler bile dayanamaz.
Allah... Yüceler yücesi Allah. Allah güçlü, her şeyi yapabilen, ezici iradeli, buyruğuna karşı durulmaz, büyük, ulu Allah. Evet, yüceler yücesi Allah, şu iki zavallı, küçücük varlık türü ile, insanlar ve cinler ile hesaplaşmak üzere başbaşa kalacağını bildiriyor. Hem de tehdit ve intikam yansıtan bir dille.
Bu çok önemli bir olay. Büyük bir dehşet. Her türlü düşünceyi, her türlü ihtimali aşan çarpıcı bir gelecek.
Aslında yüce Allah'ın meşgul olması sözkonusu değildir ki, vakit ayırması, zamanını boşaltması sözkonusu olsun. İfadenin amacı olayı insanın idrakine yaklaştırmak, tehdide sarsıcı ve dehşet saçan bir somutluk kazandırmak, bu tabloyu hayalinde canlandıran herkesi tepeden tırnağa titretmektir. Yoksa tüm evren bir tek sözle yaratılmıştır. Bir tek "ol" sözü ile. Buna göre yokedilişi, mahvedilişi için de bir tek söz yeterlidir, o söz üzerine herşey göz açıp kapayıncaya kadar yok olur. Peki yüce Allah sırf insanlarla ve cinlerle başbaşa kalıp da onların hesabına el koyduğunda, onları cezalandırmaya hazırlandığında bu zavallıcıkların halleri nice olur?
Bu tefsir de bu kadar .
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb kelamcıların baş yapıtı ;
Sizin Hesabınıza Bakacağız
"Ey insanlar ve cinler, ileride sizin (hesabınıza) yöneleceğiz. Şimdi Rabbinızın hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz" (Rahman, 31-32).
Önce, bu ayetle ilgili olarak söylenen şeyleri, meşâyihin (büyük âlimlerin) görüşlerinden bereket umarak, zikredelim. Daha sonra da bunu, doyurucu bir izah ile, tahkîk edelim. Binâenaleyh diyoruz ki: Müfessirier, bu hususla değişik izahlar yapmışlardır. Çoğu, bu ayet ile, "Ey Sekalân (insanlar ve cinler), bizzat sizi, sizin hesabınızı maksad edinip, özellikle ele alacağız" manasının kastedildiği kanaatindedİrler. Bazıları da bu ifadenin, insanların örfünde-adetinde olduğu gibi, ilahî tehdit olarak söylendiği görüşündedirler. Çünkü efendisi kölesine kızdığında, "Sana öyle bir yöneleceğim, senin için öyEe bir fırsat bulacağım ki!" der. Halbuki o zaten boş oturmaktadır, buna manî bir meşguliyeti yoktur.
Bu hususta bizim izahımız şöyledir: "Boş olmama", failin, onunla beraber herhangi bir fiil yapmasının mümkün olmadığı bir iş üzerinde olması demektir. Çünkü birşey diken kimse, meselâ "yazmaya vaktim yok" der. fakat vaktin olmaması, bazan, iki fiilden birisinin, failin bir başka fiili yapmasına manî olmasından ötürü olur. Bu durumda, "O, şu sebeple, şundan ötürü şunu yapamaz" denilir. Nitekim meselâ bir kimse, "Dikişle meşgul olmam dolayısı ile yazı yazamam" diyebilir. Bazan da boş olmama (yapamama), bir fiilin bir fiile manî olmasından ötürü olur da, fiilin faile mâni olmasından ötürü olmaz. Meselâ, o zamanda teskîni (dindirmesi-durdurması) mümkün olmayan bir zamanda, bir cismi hareket ettiren, onu durdurmaya vakit bulamamış demektir. Fakat bu vakitte, "Ben, hareket ettirmem sebebi ile, durduramıyorum' denilmez. Çünkü bu gibi bir yerde, hernekadar o, durdurmayla meşgul olmasa bite, o failin fiiliyle değilde, bizzat mahallin kendisinde bulunan bir hareketten ötürü failin onu durdurması mümkün olmamıştır. Binâenaleyh failin onu durduramaması, hareket ettirmesi imkânsız olduğu içindir. Halbuki birinci misalde, eğer o kimse dikiş ile meşgul olmasaydı, yazma imkânına sahip olurdu.
Bunu iyice kavradığına göre, boş olmama - vakit bulamama ikiye ayrılır:
a) Bir işle meşgul olmadan ötürü...
b) Herhangi bir meşguliyet olmadan... Diyoruz ki: Allah Teâlâ, kendi irade ve ihtiyarıyla, insanı yaratıp, sırf kudret ve iradesiyle onu dilediği bir müddet bakî (hayatta) bırakınca, işte bu durumda onu yok etmez. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, faile mâni olmayan, fakat başka bir fiile mâni olan bir fiil içindedir ve biz, bu gibi hallerin "ferağ" (boş zaman) olmadığını beyan ettik. Ama Cenâb-ı Hakk'ın bir meşguliyeti olur ve bu durumda O, önce irade ettiği şeyi icâd eder de, bundan sonra, aynı anda fazlasıyla beraber, yok etme imkânı elde edilirse, "ferağ" tahakkuk etmiş olur. Fakat insan için, hem kendi fiilleri, hem de hemcinsinin fiillerine hasredilmiş müşahedesi bulunup, onlardan boş vakit bulamaması da, meşguliyeti sebebiyle olunca, Allah Teâlâ'nın boş olduğunu sanmıştır. Böylece de yaratma işini, boş olmama manasına almıştır. Dolayısıyla bundan, lafzı manasından başkasına hamletmeyi gerektiren bir işten ötürü, bir iş, kendisini meşgul etmediği halde, O'ndan bir fiilin sudur etmesi gerekmiştir. Bil ki söylediğimiz bu izah, âlimlerinkinden farklı birşey değildir. Aksine bu da onların, ifâdesine "Sizi maksad edineceğiz, size yöneleceğiz" manasını verişlerinin bir diğer izahıdır. Fakat bu, biraz daha açıktır. Bizi, lisan erbabının görüşünden ayrılmadan izahta bulunmamıza imkân veren Allah'a hamdolsun.
Bil ki aslında "ferağ", "huluvv" (boş olma) manasınadır. Fakat bu boş olma, bir mekânla ilgili olursa, bir başkasının imkân bulmasına müsait olur. Eğer zamanla ilgili olursa, bir fiilin yapılmasına müsait olur. Binâenaleyh aslolan, failin zamanının, fiilden boş olup-olmamasıdır. Fakat mekânın boş olduğu, bizzat gözle görülür. Dolayısıyla falanca için, o mekânın boş olduğu manasında "ferağ" kelimesi kullanılır. Ama zamanın "ferağ"

Ayetteki, (ey) ifadesi hakkında, diyoruz ki: Müpheme nida etmede ve ondan sonra da bir sıfat getirmedeki hikmet, bu nidayı yapanın, sözünü, zâyî olmaktan (boşa gitmekten) koruması içindir. Bu sebeple, nida eden önce, duyan herkes, kendisine yönelsin ve nida edenin sözüne, seslendiği kimse dikkat kesilsin diye, müpheme (belirsiz birisine nida) ederek, "eyy" der, sonra da duyanlar kendisine yöneldiğinde, esas kastettiği kimseye husûsen seslenir de, "er-Racülü" (ey falanca adam) der (yani) Dolayısıyla bu gibi nidalarda, şu iki husus yerine getirilmeye çalışılır:
1) Lâm ile veya ismi işaretle, marife olanı tavsîf etmek... Dolayısıyla meselâ sen, "Ey falan adam", yahut da "ey falanca, ey şu" dersin. Fakat burada, bu ikisinden daha marife olan getirilmez ki bunlardan daha marife olan "alem" isimlerdir. Çünkü her cins için kullanılan müphem (isim) İle, her şahıstan ayrılmış belirti alem arasında, bir uzaklık ve farklılık vardır.
2) İkisinin arasında, tenbih "ha"stnı sokmak... Çünkü (ey) edatında aslolan, son derece müphemlik olduğu için, izafetle kullanılmasıdır. Dolayısıyla böylece, ayırdedilmeye muhtaç olur. Ayırdetmede temel olan ise, daha önceleri de beyan ettiğimiz gibi "izâfef'tir. Dolayısıyla ikisinin arasına, izafetten bedel olsun diye "hâ-l tenbih" getirilmiştir ve yine "eyyü" (ey) edatı kaldırıldığında lâm-ı tarif de hazfedilir. Çünkü sen meselâ, diyemezsin. Zira böyle söylemede, manasız bir uzatma sözkonusu olur. Çünkü sen, biraz önce bahsettiğimiz "dikkat" çekmeyi sağlayamazsın. Ama demen bunu sağlar. Dolayısıyla da lam-ı tarifi getirmeye hacet kalmaz. İşte bu durum, Izâfet-I manevlyye olduğunda da, lamın düşmesini gerektirir. Çünkü izafeti maneviyyede marifelik ifade edince, lâm-ı tarifi getirmek lüzumsuz bir uzatma olur. Çünkü böyle yapmak, İki muarrifin (marife kılan unsurun) arasını cemetmek olur. [80]
Cin ve İns
Ayetteki (iki ağırlık) İfadesi, meşhur olan görüşe göre, cinleri ve insanları anlatır. Bu hususta şu izahlar yapılabilir:
a) Bu iki cins varlık, günahları yüzünden ağır oldukları için bu adı almışlardır.
b) Yeryüzünde bir ağırlıkları olduğu için bu adı almışlardır. Çünkü toprak, hemekadar Hz. Adem (a.s)'in yaratılması tamamlansın diye, yaratma işinde, bir letafet arzederse de, bu durum taprağı, ağır olmaktan kurtarmaz. Ateşe gelince, cinler bundan yaratıldığı için, az da olsa bir kesafet arzeder. Binâenaleyh nasıl toprak (insanda) az da olsa latif İse, ateş de böylece, az da olsa ağırdır. Dolayısıyla bu iki cins, sakfl (ağırdırlar. İşte bundan ötürü "sakaleyn" adını almışlardır.
c) Ağır olan, bunlardan sadece biridir. Diğeri ise, sırf ağır olan Komşuluğundan ötürü bu adı almıştır. Nitekim sadece birisi Ömer olduğu halde, yanyana olan iki kişiye "ömereyn" (iki Ömer), sadece biri ay olduğu halde (ay ile güneş hakkında), kamereyn (iki ay) denilir. Yahut da, bu ifade ile, derleyici iki tür sayesinde umumîlik kastedilmiş olabilir. Nitekim sen meselâ, "Ey şöyle ağır olan, ey şöyle olmayan ağır..." dersin. "Sakal" (ağırlık), büyük ve önemli şey manasına kutlanılır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) "Ben, size, iki ağır (önemli) şey bırakıyorum. (Kur'ân ve hadis)" buyurmuştur.
Bakınız Kelamcıların ünlü eserinde Bu hadisi şerif ;Bazı Sünni kaynakların Ehli Beyti bertaraf etmeyi amaçlayan şeklinde nakil edilmiş ve diğer nakil şekli kale alınmadan tefsir edilmiştir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri ;
31. Ey insan ve cin!. Yakında sizin için teveccüh edeceğiz.
31. (Ey ins ve cin!. Yakında) Yâni kıyamet gününde (sizin için teveccüh edeceğiz.) yâni: Mahşer gününde hesabınızı görmek için sizlere yöneleceğiz, sizleri lâyık olduğunuz mükâfatlara ve cezalara kavuşturacağız, bu ilâhi ihtar da sizlerin hakkında bir ilâhi nimettir ki, bunu düşünesiniz, uyanıp fiil ve davranışlarınızı tanzime muvaffak olasınız.
"Sekaleyn" insanlar ile, cinlere verilmiş bir addır. Bunlar yeryüzünde bulunan diğer mahlûkata göre mükellefiyetleri itibariyle daha büyük bir varlığa sahip oldukları için bu ünvânı almışlardır, veyahut bunlar, yeryüzüne hayatlarıyle ve ölümleriyle bir ağırlık vermekte oldukları için kendilerine böyle sekaleyn denilmiştir.
Bu tefsirde bu kadar.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Taberi Tefsiri ;
31- Ey, günah ağırlığı taşıyan insanlar ve cinler, size de bir vakit ayı¬racağız. (Yakında sizin hesabınızı göreceğiz.)
Bu âyet-i kerime, kullan tehdit etmektedir. Manası: Ey insanlar ve cin¬ler, yakında sizi hesaba çekeceğiz. Günah işleyenleri cezalandırılıp itaat edenle¬ri mükafaatlandıracağiz." demektir.
Abdullah b. Abbas bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Bu ifade, Alla¬hın, kullarını tehdidi mahiyetindedir. Zira Allanın hiçbir zaman meşguliyeti yoktur ki, o meşguliyetleri bir tarafa bırakarak kullarını hesaba çekmeye de va¬kit ayırsın. O, kullarını her zaman hesaba çekebilir.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Safvetü’t-Tefasir
31. Ey insan ve cin topluluğu! Amellerinizden do¬layı hesaba çekeceğiz, ibn Abbâs şöyle der: Bu, Yüce Allah'tan kullarına bir tehdittir. Allah meşgul değildir ki onu bıraksın. [46] Ebû Hayyân da şöyle der: "Kıyamet gününde işlerinize bakacağız" demektir. Yoksa Yüce Allah'¬ın bir meşguliyeti var da, o gün onu bırakacak değildir. Bu tabir, Arapça'da kullanılmaktadır. Kişi, tehdit ettiği kimseye der. Yani, senden intikam almak için, beni meşgul eden herşeyi bırakacağım. [47] Beyzâvî ise şöyle der: Kıyamet günü, sadece sizin hesap ve cezanızla meşgul olacağız. Bunda bir tehdit mânâsı vardır. Bu tehdit, senin, tehdit ettiğin şahsa söylediğin Sadece seninle meşgul olacağım" sözünden müsteârdır. Çünkü, sadece bir şeyle meşgul olan, o konuda daha güçlü ve ciddî olur. İnsan ve cinler demektir. Yeryüzünde ağırlıkları olduklarından dolayı onlara bu isim verilmiliştir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yorum