Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

    Ayrıca bkz: Tesbih:
    http://www.velayet.com/index.php?topic=12383.0

    Ayrıca bkz: Kuranda tasavvuf yoktur:
    http://www.velayet.com/index.php?topic=10877.0



    Bu incelememiz kendi kişisel yorumumuza veya herhangi bir mezhebin, meşrebin, hizip ya da cemaatin görüş ve ön kabulüne değil, tamamen Kur’ân'a dayanan tahlillerden oluşmaktadır. İncelememizin amacı, konunun Kur’ân ile sağlamasının yapılarak bu alandaki yanlış bakış açılarının düzeltilmesine katkı sağlamaya yöneliktir. Çünkü dine ait bir sözcüğü veya kavramı en iyi ve en doğru şekilde öğrenmenin yolu Kur’ân'a bakmaktır. Zira Yüce Allah, vermiş olduğu görevleri kullarının nasıl yapacağını sadece Kur’ân'da açıklamıştır. Bunları anlamak ve uygulamak için ne kimsenin himmetine ne de izahına gerek vardır. Her inanan, dine ait konuları öncelikle Kur’ân'dan bizzat kendisi okur, anlar ve uygular; yöntem budur.

    Yüce Allah, dinle ilgili olup da Kur’ân'ın indiği dönemde Arap toplumunda var olmayan veya var olmasına rağmen orijinalliğini yitirmiş her sözcük ve kavramı, herhangi bir şekilde tahrifata uğramaması için Kur’ân'da herkesin anlayacağı tarzda açıklamıştır. Buna karşılık, yozlaşmamış, bozulmamış sözcük ve kavramlar ise "Ma'lumu ilam (bilineni tekrar bildirme)" olmasın diye Kur’ân'da izahat verilmeksizin yer almıştır. Zira aksi durum Kur’ân'ın vecizliği ile bağdaşmaz. Meselâ Kur’ân "namaz"ı tarif etmemiştir. Çünkü الصّلوة - es-salât = namaz sözcüğü Araplar arasında bilinen ve "sürekli niyaz etmek" ve "sosyal destek" anlamında kullanılan bir sözcüktü. Gerçekten de salât, İbrâhîm peygamberden itibaren bütün peygamberlere görev olarak verilmiş ve toplumlarda varlığını devam ettirmiştir. (Enfâl Sûresi’nin 35; Tövbe Sûresi’nin 54; Enbiyâ Sûresi’nin 73; Bakara Sûresi’nin 43; Âl-i İmrân Sûresi’nin 43; Hûd Sûresi’nin 87; Meryem Sûresi’nin 31, 55 ve Tâ-Hâ Sûresi’nin 14. Âyetlerine bkz.) Kur’ân'da "namaz" tarif edilmemiştir ama "abdest" adı verilen namaz öncesi temizlik, eski toplumlarda olmadığından Mâide Sûresi’nde açıklanmıştır:

    (Mâide: 6) Ey iman sahipleri! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, topuklara kadar ayaklarınızı da. (meshedin/yıkayın) Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin. …
    Bu konudaki bir başka örnek de yevmü'd-din terimidir. Bu kavram da peygamberimiz ve Arap toplumu tarafından önceden bilinmeyen ve ilk defa Fatiha Sûresinde geçen bir kavramdır. Bu kavramın ne olduğu ise İnfitâr Sûresinde açıklanmıştır:

    (İnfitâr: 15–19) Din günü girerler oraya. Onlar ondan görülmeyecek şekilde uzaklaşmış değillerdir. Ve Din gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Sonra, Din gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Bir gündür ki o, hiçbir kimse başka bir kimse için hiçbir şeye güç yetiremez. Ve o gün buyruk yalnız Allah'ındır.
    Keza leyletü-l-kadr = kadir gecesi tabiri de insanlara ilk olarak Kur’ân ile duyurulmuş ve ne olduğu yine Kur’ân'da açıklanmıştır. Diğer taraftan, eski toplumlara da farz kılınmış bir ibadet olan savm/sıyam "oruç", zaman içerisinde orijinalliğini kaybettiğinden, Kur’ân'da detaylı olarak açıklanmıştır. Orucun ne zaman tutulacağı, orucun süresi, orucu kimlerin tutup kimlerin tutmayacağı, oruçlunun yapabileceği ve yapmaması gereken davranışlar, Bakara Sûresi’nin 183–187. Âyetlerinde herkesin anlayabileceği bir şekilde açıklanmıştır. Böyle olmasına rağmen, oruç ibadetini hâlâ başkalarından öğrenmeye çalışanlara tavsiyemiz, birazcık zahmete katlanarak konuyu Kur’ân'dan okumaları ve bu vesileyle Kur’ân ile tanışmalarıdır.
    Dinlerini Kur’ân'dan öğrenen inananlar öncelikle şunu bilmelidirler ki, Kur’ân Allah'ın koruması altındadır ve hiç kimsenin onu bozması ve içine yalan yanlış şeyler sokması mümkün değildir:

    (Hicr: 9) Hiç kuşkusuz Biz, o Zikr’i Biz indirdik, Biz... Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız.

    Ayrıca dinlerini Kur’ân'dan öğrenenler akıllarından hiç çıkarmamalıdırlar ki, Kur’ân anlaşılmaz, çözümü zor denklemler yumağı değildir. Kur’ân "mübin"dir, "mufassal"dır. Açıklanması gereken her şey onda açıklanmıştır. Yüce Allah'ın mesajını öğrenebileceğimiz tek yetkili kaynak Kur’ân'dır. Bu mesaj orada açık açık anlatılmış ve izah edilmiştir. Örnek olarak İsrâ ve Fussılet Sûreleri’nde Kur’ân'ın "şifa" olduğu bildirilmiştir:

    (İsrâ: 82) Ve Biz Kur’ân'dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve (bu, ) zâlimlerin yıkımını artırmaktan başka katkı sağlamıyor.
    (Fussılet: 44) Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’ân yapsaydık, elbette "Âyetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!" diyeceklerdi. De ki: "O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır." İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’ân onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.
    Kur’ân'ın neye "şifa" olduğu ise Yûnus Sûresinde açıklanmıştır:

    (Yûnus: 57) Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet geldi.

    Görüldüğü gibi, Kur’ân'ın neye şifa olduğu sorusu Yüce Allah tarafından yine Kur’ân'da cevaplandırılmıştır. Allah'ın açıklamalarına göre Kur’ân nezleye, gribe, ülsere, kansere, baş ağrısına, diş ağrısına değil, göğüslerdekine yani düşüncenin, aklın ürünü olan hastalıklara şifadır. Diğer bir ifadeyle, Kur’ân küfür, şirk, her türlü ahlâksızlık ve her türlü rezilliği de içine alan gönül yaralarına, gönül dertlerine şifadır. Âyette bu "şifa"nın "öğüt"te olduğu bildirildiğine göre, demek oluyor ki düşüncenin, aklın ürünü olan hastalıklardan mustarip olanlar, ancak bir şifa olan bu öğüdü [Kur’ân'ı] okuyup anladıklarında bu dertlerinden kurtulacaklardır. (Âmennâ = şüphesiz inandık ve tasdik ettik.) Muskacılara gidip içinde ne olduğunu bilmediği kâğıt parçalarını alarak üstlerinde taşıyanların, Kur’ân'ı süslü kılıflar içinde saygıyla evin en yüksek yerinde asılı tutarak ondan medet umanların, ne anlattığını bilmeden onu hatmedip duranların ne olacağı ise uzun uzun tefekkür edilmesi gereken bir durumdur.
    Dine ait konuların sadece Kur’ân'dan öğrenilmesi gerektiğine dair bu açıklamalardan sonra asıl konuya dönelim:
    - الذّكرzikr sözcüğünün sözlük anlamı anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamak, öğüt almak, unutmamak, ibret almak demektir. [39-145] Sözcük, gerek zikr mastarı ve gerekse diğer tüm türevleri olarak Kur’ân'da hep bu sözlük anlamıyla kullanılmıştır.
    Ancak sözcük ez-zikr olarak [harf-i tarif ile belirtili bir sözcük yapılarak] mecaz-ı mürsel sanatıyla "öğüt verme" anlamı ekseninde Semavî Kitaplar [Vahiy, İlâhî Kitap, , İncil, Tevrât, Zebur Kur’ân] için de kullanılmıştır:
    (Âl-i İmrân Sûresi’nin 58; A'râf Sûresi’nin 63, 69; Hicr Sûresi’nin 6; Enbiyâ Sûresi’nin 7, 42, 50, 105; Furgân Sûresi’nin 29; Şu’arâ Sûresi’nin 5; Yâ-Sîn Sûresi’nin 69; Sad Sûresi’nin 1, 8, 49, 87; Zümer Sûresi’nin 23; Fussılet Sûresi’nin 41; Şu’arâ Sûresi’nin 5; Zühruf Sûresi’nin 36, 44; Kamer Sûresi’nin 25; Kalem Sûresi’nin 51; Tekvir Sûresi’nin 27; Tâ-Hâ Sûresi’nin 14, 99, 113; Sâffât Sûresi’nin 3, 168; Talâk Sûresi’nin 10; Mürselât Sûresi’nin 5; Müminûn Sûresi’nin 71; En'âm Sûresi’nin 90. Âyetleri).
    ذكر- zikr sözcüğü - اللّهAllah sözcüğü ile tamlama yapılıp zikrullâh olarak ifade edildiğinde anlamı "Allah'ı anmak" demek olur ki, üzerinde duracağımız ana konu da budur. Nitekim Kur’ân Âyetlerinde zekera fiili Allah lafzını tümleç alarak … Allah'ı anarlar, ... Allah'ı çokça anın! tarzında kullanılmıştır. Bir kelimeyi kendine mef'ul [tümleç] alan bir fiil, mastar halindeyken o kelimeye "muzaf" da olabilir. Allah'ı çokça anın! ile … Allah'ı anmaya koşunuz, ve Kalpler Allah'ı anmak ile huzur bulur ifadeleri buna örnektir. Allah lafzı birinci cümlede üzkürû fiilinin mef'ulü [tümleci], ikinci ve üçüncü cümlelerde ise zikr mastarının "muzaf"ı olmuştur. Bu Arapça kaidesiyle anlatılmak istenen temel nokta şudur: Bir fiil ile ona tümleç olan sözcük beraberce ne anlama geliyorsa, aynı sözcük isim tamlamasında o fiilin mastarına muzaf olduğunda da beraberce aynı anlama gelir. "Allah'ı anar" ile “Allah'ı anmak" ifadeleri buna örnektir.
    Kur’ân'da yüzlerce Âyette geçen - ذكرzikr mastarı ve bu sözcükle yapılmış zikrullah tamlaması salât, zekât, savm = oruç gibi bir terim olmayıp "yemek", "içmek" gibi eylem ifade eden sözcüklerdir. Bilindiği gibi, salât "namaz", "belirli zamanlarda, belirli beden hareketleriyle, belirli dua ve Âyetlerin okunmasıyla yapılan kulluk" anlamında bir terimdir. Aynı şekilde savm "oruç" da bir terim olup "belirli bir zaman diliminde ve özel bir amaçla yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk etmek" demektir. Zikr ve zikrullah ise birer terim değildir.
    İşin aslı böyle olmasına rağmen, Arapçadan Türkçeye yapılan tüm çevirilerde zikr sözcüğü Türkçeleştirilmeden Arapça olarak bırakılmış ve böylece sözcük, sanki bir dini terim gibi kullanıla gelmiştir. Bu bilgisizlik, her zamanki gibi, açıkgözler ve art niyetliler tarafından istismar edilmiştir. Bu istismara uygun olarak cahil halk arasında zikir halkaları, zikir şekilleri ve zikir aletleri icat edilmiştir. Bu sözcüğün yanlış algılandığının farkında olan İslâm düşmanları ise, binlerce senedir sürdürdükleri faaliyetlerine bu konuyu da dâhil ederek Müslümanların daha fazla uyuşturulmalarını, daha çok perişan edilmelerini, daha derin bir sapkınlığa düşürülmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Bilerek ya da bilmeyerek bu istismara alet olanlar, bu sapkınlığın faziletlerini anlatan kitaplar yazarak bunları Müslümanlara satmışlardır.
    Kur’ân'ın birçok Âyetinde zikrullah [Allah'ın anılması] olgusundan bahsedilerek bunun önemine ve gereğine değinilmektedir:

    (Âl-i İmrân: 191) O [Aklını kullanan] kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler: "Ey Rabbimiz! Sen bunu boşu boşuna yaratmadın! Senin şanın yücedir. Bizi ateşin azabından koruyuver!"
    (Nîsâ: 103) Sonra da namazı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sonra sükûnet bulduğunuzda da, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakitlenmiş bir farz olmuştur.
    (Bakara: 114) Ve Allah'ın mescitlerini, içlerinde Allah'ın adı anılmasın diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zâlim kim olabilir! Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için ahirette de büyük bir azap vardır.
    (Ankebût: 45) Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Şüphesiz ki namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah'ı anmak daha büyüktür. Allah yaptığınız şeyleri bilir.
    (Hadîd: 16) İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ı anmak ve Hakk'tan gelen için ürpersin de daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş de kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.
    (Zümer: 22) Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlardır, açık seçik sapıklık içindekiler.
    (Tâ-Hâ: 42) Sen ve kardeşin Âyetlerimi götürün ve Beni anmakta ikiniz de gevşeklik etmeyin.
    (Tâ-Hâ: 124–126) Kim Benim anılmamdan [beni anmaktan] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşr ederiz. O der ki: "Rabbim, ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?" (Allah) Der ki: "Bu böyledir, Âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun."
    (A'râf: 205) Ve sabah akşam [her zaman] kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!
    (Cinn: 17) Onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin anılmasından yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.
    (Nûr: 37) Öyle erkekler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar kalplerle gözlerin ters döneceği günden korkarlar.
    (Münâfikûn: 9) Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa işte onlar, hüsrana uğramışların ta kendileridir.
    (Cuma: 9) Ey inananlar! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah'ı anmaya koşun, alış verişi de bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
    (Bakara: 152) Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.
    (Ra'd: 28) O kişiler inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişilerdir. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur.

    Kur’ân'da bu kadar önem verilen zikrullah’ın ne demek olduğu, nasıl yapılacağı ancak yine Kur’ân'dan öğrenilebilir. Ne var ki, cehalet, gaflet veya dalalet gibi nedenlerle konu Kur’ân'dan değil, İslâm düşmanlarından öğrenilmeye kalkışılmış, sonuçta ortaya "zikr çekmek" diye tuhaf ve anlaşılmaz uygulamalar çıkmıştır. Bu uygulamalar daha çok geri kalmış, yoksul ve eğitimsiz Müslüman ülkelerdeki cemaat ve tarikatlar eliyle yaygınlaşmış, haftanın belirli gün ve saatlerinde ellerine doksan dokuzluk, binlik, on binlik tespihler alan insanlar, halkalar halinde güya zikir yaptıklarını zannederek "Allah, Allah", "La ilahe illallah, La ilahe illallah" veya "Hu, Hu" diye bağırıp durmuşlardır. İşin en acıklı yanı, bu yaptıklarıyla da kolayca cennete gideceklerine inanmışlardır.
    Kesinlikle bilinmelidir ki, ne bu zikir anlayışı ne de ona bağlı olarak gelişen bu garantici cennet inancı doğrudur. Bu tür yoz ve yozlaştırıcı anlayışların hiç kimseye yararı yoktur. Parayı çok seven veya paraya ihtiyacı olan bir kimsenin herhangi bir para kazanma uğraşısına girmeden, eline bir tespih alıp günde binlerce kez "para, para, para, " diye sayıklamak suretiyle para kazanması nasıl mümkün değilse, ahirette cennetle ödüllendirilmek isteyen bir kimsenin de, yukarıda açıkladığımız yoz ve saçma davranışlarla Allah'ın rızasını kazanması mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah, cennetin bedelini Kur’ân'da bildirmiştir:

    (Tövbe: 111) Kesinlikle Allah, Müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır.


    Cennetin bedelinin canlarımız ve mallarımız olduğunu söyleyen yukarıdaki Âyet Kur’ân'da duruyor iken, bir Müslüman'ın belli sayılarda tespih çekerek Allah'ın rızasını kazanacağını ve cennete gireceğini umması, anlaşılır bir davranış değildir. İslâm düşmanları tarafından uydurulan bu tür yalanlar, Müslümanları gayretten, faaliyetten, rekabetten uzaklaştırıp tembelliğe, miskinliğe ve uyuşukluğa sevk etmektedir. Bu durum, bu yalanlara uyarak dünya hayatını Allah'ın razı olmayacağı şekle sokanların ahiret hayatlarını da karartmaktadır.
    Oysa Allah'ın bizden beklediği doğru davranışların hepsi Kur’ân'da mevcuttur. Bir Müslüman olarak bize düşen, Allah'ın bizden istediklerini Kur’ân'daki şekliyle öğrenip uygulamaktır. Konumuz hakkında da Yüce Allah, kendisini anmamızı emretmiştir. Dinini Kur’ân'dan öğrenen bir Müslüman'ın bunun nasıl yapılacağını öğrenmek için yapacağı tek şey Kur’ân'a başvurmaktır. Çünkü "Mademki Yüce Allah kendisini anmamızı istemiştir, bunun nasıl yapılacağını da mutlaka bize bildirmiştir." mantığı ile başvurulacak ve Allah'ın mesajını taşıyan yegâne kaynak Kur’ân'dır. Nitekim Yüce Allah, zikrullah eyleminin, kendisinin gösterdiği şekilde yapılmasını istemiştir:


    (Bakara: 198) Rabbinizden bir lütuf istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Sonra Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ari-Haram'da Allah'ı anın. Ve O'nu O'nun size gösterdiği gibi anın. Ve siz bundan önce gerçekten sapkınlardan idiniz.

    Yüce Allah'ın bize kendisini anmamız için gösterdiği, öğrettiği şekil ise iki Âyet sonrasında bildirilmiştir:


    (Bakara: 200) Sonra da ibadetlerinizi bitirdiğinizde yine Allah'ı anın, tıpkı babalarınızı andığınız gibi. Hatta daha kuvvetli bir anışla anın. İnsanlardan bazısı, "Ey Rabbimiz bize dünyada ver!" diyen kimselerdir. Onun için de âhirette bir nasip yoktur.


    Âyetlerden açık ve net olarak anlaşıldığı gibi, Yüce Allah kendisini babalarımızı andığımız gibi, hatta daha kuvvetle/şiddetle anmamızı emretmektedir. Bu durumda öncelikle babalarımızı nasıl andığımızı düşünmemiz gerekmektedir. Bir insanın herhangi bir sayaçla gece gündüz "Baba, Baba..." diye diliyle babasını anması söz konusu olamayacağına göre, burada düğümü çözecek olan ipucu, babamızı anmamızın, onu düşünmemizin nasıl olması gerektiğindedir.
    Evlatlarına "Oğlum/kızım, beni unutma!" diye tembih eden babaların bu sözle evlatlarının kendilerini sayıklamalarını kastetmedikleri kesindir. O hâlde babalarımızı anmamız, onları düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız, üzerimizdeki haklarını düşünüp onlara olan maddî ve manevî sorumluluklarımızı hatırlamamız, sevgide ve saygıda kendilerine kusur etmememiz demektir.
    "Zikrullah"ı belirli sayıdaki ifade kalıplarıyla yapmayı doğru bulan zihniyetin, Allah'ın Bakara Sûresi’nin 152. Âyetinde verdiği Beni anın ki, ben de sizi anayım mesajı hakkında ayrıca kafa yormaları ve Allah'ı "Allah, Allah …" diye anan kimselerin, Allah'tan da kendilerini "kulum, kulum …" diye anmasını bekleyip beklemediklerini düşünmeleri gerekir.
    Bu dini en iyi anlayan ve en iyi uygulayanların, peygamberimiz ile onun çağdaşı olan ve dini eğitimlerini ondan alan sahabe olduğu şüphesizdir. O güzide Müslümanlar bu Âyetleri bugünkü tarikat, tekke ve tasavvuf anlayışıyla anlayıp uygulamamışlardır. Onların belirli sayılarla "Allah, Allah ..." diye zikrettiklerini kimse duymamış, hiçbir kitap yazmamıştır. Onlar, kişinin aynasının "iş" olduğunun, lâfına bakılmayacağının bilincindeydiler. Bu nedenle de ömürlerini hep öğrenerek, öğreterek, Allah için mücadele [Cihâd] ederek geçirmişlerdir.

    Zikrullah = Allah'ın anılması, halk arasında uygulandığı şekliyle elde tespih, dil ile "Allah, Allah …" demek değildir. Zikrullah = Allah'ın, Allah'ın biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.
    Allah'ın bizden istediği de budur.



    Hakkı YILMAZ

    #2
    Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

    cok sig bir yazi apollonius kardes
    katildigim yerler oldugu gibi
    bir cok sey cok dar kaliplara sokulmus

    BILMIYORSANIZ ZIKIR EHLINE SORUN
    simdi bu zikir ehli kimdir diye size sorsak
    bir düzine aciklama getireceksiniz
    sizin gibi düsünen bir baskasina daha sorsak oda farkli aciklamalar getirecektir
    acaba kuranda tavsiye edilen bu zikir ehli kimdir? kimin dedigi olacaktir? sakin bu zikir ehli, kuranda sevgisi emredilen ehlibeyt olmasin!

    neyse, diger yaziya zor yetisiyorum, birde burayla ugrasmaya vaktim el vermeyecek

    Allah yanilip sasmaktan korusun cümlemizi


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

      Amin
      "Biz aşkı neynevada öğrendik hani o ihanet diyarında zulme meydan okuyarak baş kaldıran kızıl güllerle."

      Yorum


        #4
        Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

        [quote author=gulistan_2 link=topic=12378.msg74925#msg74925 date=1268314497]
        cok sig bir yazi apollonius kardes
        katildigim yerler oldugu gibi
        bir cok sey cok dar kaliplara sokulmus
        [/quote]

        Kuran kaynaklı olduğu için sığ ve dar gelmiştir size. Bir çok kaynağı da ekleyip genişletirsiniz siz sonra ))

        Yorum


          #5
          Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

          her kaba alacagi kadar su konulur apollonius kardesim
          burada yazdiklariniz size yeterlidir!


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #6
            Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

            ZİKİR

            Sözlük anlamı: Düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, öğüt, ihtar, uyarı.

            Kur'an'da zikir: Kur'anda zikir kelimesi türevleriyle birlikte 250'den fazla yerde geçmektedir. Sadece "zikr" şekliyle 63 defa zikredilmektedir. Sadece emirhaliyle 37 yerde geçmektedir.

            Zikr kelimesinden türetilmiş diğer isimlerden Kur'an'da geçenlerden bazıları şunlardır: "Tezkiratün", "Tezkir" "Mezkür" "Müzekkir", "Zakirat", "Zakiriyn", "zeker", "Zükür", "Zükran"

            Zikir kelimesi fiil şekliyle Kur'an'da daha az geçmekle beraber muzarı hali, mazi halinden daha çok kullanılmıştır. Şimdi bunlardan bazılarını okuyarak anlamlarını tesbite çalışalım:

            "...Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit eden ve Allah'ı çok zikreden kimse, Allah'ın Rasulünde güzel bir örnek vardır." (Ahzab; 33/21) Bu ayette zikir "düşünmek" anlamında kullanılmıştır.

            "Arınan ve Rabbinin ismini zikreden ve namaz kılan kurtuluşa ermiştir." (87 Ala; 15) Burada da" arınma ile düşünce ve inanç, zikir ile "anış" namaz ile de "eylem" dile getirilmiştir.

            "Hayır, Kur'an bir öğüttür. Öğüt (zikr) almak isteyen için." (74/Müddessir: 54-55) aynı ifadeler 80. sure Abese'de de geçmektedir. Burada da "öğüt" anlamı ön plana çıkmıştır.

            "Genç de şöyle demişti: "Gördün mü, kayaya sığınınca ben balığı unuttum. Onu zikrimi (hatırlamamı) unutturan da, şeytandan başkası değildir." (18/ Kehf: 63) "hatırlama" anlamında.

            "Size söylediklerimi elbette zikredeceksiniz/hatırlayacaksanız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Allah, kullarını hakkıyla görendir." (40/Mümin: 44)

            "İnsan, önceden hiçbirşey değilken kendisini yarattığımızı hiç zikretmiyor/düşünmüyormu?"(19 Meryem: 67) "düşünmek" anlamında.

            "... Allah'ın adını zikretsinler/ansınlar" (22/Hac: 28) "anmak" anlamında.

            Esasen "anmak", "hatırlamak" ve "düşünmek" birbirlerini tamamlayan üç unsurdur. Düşünülen şey, hatırlanır, hatırlanan şey de yad edilir, anılır. Dile getirilir. Bu sebeple ayetlerde geçen "zikretmek" ifadesinde bu üç unsuru da görmemiz mümkündür.

            KUR'AN ZİKİRDİR

            Allahu Teala kitabının bir çok yerinde Kur'an'ın bir zikir olduğunu belirtir. İşte bu ayetlerden bazıları:

            "Sana okuduğmuz bunlar, ayetlerden ve hikmet sahibi zikir (Kur'an)dendir." (3/Ali İmran:58)

            "Ey kendisine zikir/Kur'an indirilen kimse sen bir delisin dediler." (15/Hicr: 6)

            "Zikr'i/Kur'an'ı biz indirdik, Onu koruyacak olan da biziz." (15/Hicr:9)

            "Onları apaçık delillerle ve kitaplarla gönderdik. Sana da, insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye zikri/Kur'an'ı indirdik. Belki düşünürler." (16/Nahl: 44)

            Bunlardan başka, zikrin Kur'an olduğu hususunda şu ayetleri de zikredebiliriz: 21/Enbiya:2, 50 25/Furkan:29, 26/Şuara:5, 36/Yasin: 11, 69, 38/Sad: 8, 49, 87, 41/Fussilet:41, 54/Kamer: 17, 22, 25, 323, 40, 68/Kalem: 52, 81/Tekvir: 27.

            ALLAH'IN TÜM KİTAPLARI ZİKİRDİR

            Zikir, uyarı, hatırlatma ve öğüt olduğu için Allah'ın bütün kitapları bir zikirdir. İnsanlara cenneti ve cehennemi hatırlatarak, mükafat ile müjdelemekte, azap ile uyarmakta ve doğru yolda yürümeleri için öğüt vermektedir. Bu kitaplar, Kur'an'ın, kendisine zikir adı verildiği gibi, daha önceden Allah'ın indirmiş olduğu diğer kitaplara da "zikir" ismi verilmiştir.

            Bu hususa örnek olarak Enbiya Suresi'nin 48. ayetini verebiliriz:

            "Biz, Musa'ya ve Harun'a hak ile batılı ayıran ve sakınanlar için bir ışık ve zikir/öğüt olan kitabı verdik." Bu ayette Musa'ya ve Harun'a indirilen tevrat'ın üç özelliğinden biri olarak "zikr" de belirtiliyor. Diğerleri ise hak ile batılı ayırıcı olması (furkan) ve ışık "ziya" özellikleridir.

            Allah'ın kitaplarına "zikir" denildiği gibi, bu kitaplara sahip çıkanlara da "kitap ehli" denildiği gibi "zikir ehli" de denir.

            "Kendilerinden önce helakettiğimiz şehir halkları da iman etmemişlerdi. Bunlar mı iman edecek? Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz adamlardan başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." /(21/Enbiya:6-7) ayetinde olduğu gibi "zikir ehli" ifadesiyle daha önce kendilerine kitap verilen ve bahsedilen olaylardan haberdar olan kimseler kastedilmektedir.

            ZİKRİN GERÇEKLEŞMESİ

            Zikir kelimesinin, düşünme, hatırlama, anma, öğüt ve uyarı anlamlarını taşıdığını görmüştük. Öyleyse zikrin gerçekleşmesi için bu anlamların bir bütünlük arzetmesi gerekir.

            Kitabın zikir olması ile kişinin zikretmesi arasında bir bağlantı vardır. Zikir sadece dil ile bir "anış"tan ibaret değildir. Bir ismi tekrar tekrar söylemek tek başına bir zikir sayılmaz. Söylemenin ötesinde olması gereken şartlar vardır. Bunlar:

            1. Düşünmek: "Onlar, Allah'ı ayakta, da, otururken de yatarken de düşünürler/zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünerek şöyle dua ederler. "Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Seni eksiklikten ve boş şeyler yapmaktan tenzih ederiz. Bizi ateşin azabından koru!" (3/Ali İmran: 191)

            Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, zikir her zaman her yerde Allah'ı düşünmek, Allah'ın yarattığı varlıkları ve yaratılış gayelerini düşünmek ve Allah'a dua etmek şeklinde gerçekleşir.

            Bu ayetin üstündeki 189. ve 190. ayetlere de bir göz atarsak, zikirdeki düşünme yönünün önemini daha iyi kavrarız.

            2. Öğüt almak: Kitabın zikir olduğunu hatırlarsak, bu zikrin sahiplenilmesi için kitabın gösterdiği yolda yürümek gerektiğini ve verdiği verdiği öğütleri düşünmek zaruretini anlarız.

            "Kendilerine öğüt/zikir verildiği zaman öğüt/zikir almıyorlar." (37/Saffat: 13)

            "Rabbinizden size indirilen (zikre) uyun. Onun dışındakileri veli edinip de onlara uymayın. Ne kadar az öğüt dinliyorsunuz! (Tezekkerun)." (7/Araf:3)

            3. Hatırlamak: Allah'ın insan üzerindeki nimetlerini ve lütuflarını hatırlayarak ona şükretmek de zikrin bir yönünü oluşturur.

            "Ey Meryemoğlu İsa, Sana ve annene verdiğim nimetimi zikret / hatırla!" (5/Maide:110) ayetinde olduğu gibi.

            4. Rabbin ismi olması: Zikir ederken Rabbimizi düşümeli ve onu kendi isimleriyle zikretmeliyiz. Herkesi işaret etmesi mümkün olan "zamirler" le değil. Örneğin: "Hu" gibi "Hu" kelimesi "O" anlamına gelen bir zamirdir. Bir değil, bir çok kişinin yerini tutabilir. Oysa, zikirde akla gelmesi gereken tek kişi vardır, Allah... Öyleyse zikir de Allah'ın isimleriyle olmalıdır.

            "Rabbının ismini sabah akşam zikret. Geceleyin de O'na secde et, ve gecenin uzun bir bölümünde O'nu tesbih et.!" (76/İnsan:25-26)

            "Herşeyden kesilip, Ona yönelerek Rabbinin ismini zikret." (73/Müzzemmil:8)

            5. Zikrin çok olması ile bir kelimeyi çok tekrarlama arasındaki fark:

            Rabbimiz, bizden kendisini çok çok zikretmemizi istiyor. "Rabbini çok çok zikret ve akşam sabah ona tesbih et." (Onun her türlü eksik ve noksanlıktan uzak olduğunu ifade et.) (3/Ali İmran: 41)

            "Ey iman edenler, Allah'ı çok zikredin, sabah akşam onu tesbih edin!"(33/Ahzab:41-42)

            "Namaz kılındığı zaman da, yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan rızık arayın! Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz." (62/Cuma: 10)

            Bu ayetlerde bizden istenen zikirin sayısal değerinden bahsedilmiyor. Yani "şu isimleri şu kadar tekrarlayın" şeklinde bir emir yok. Zikrin, sabah akşam çokça yapılması, her yerde her zaman Allah'ı zikretmenin istenmesi gösteriyor ki, dil ile çok çok tekrarlama yerine hatırlama, düşünme, idrak etme ve ifade etme ve öğüt alma, hep zikir halidir. Bilinçsiz bir şekide yapılan çok tekrarın ise bir anlamı yoktur. Gerçek zikir anlamını bilmeden tekrarlanan sözler değil; düşünerek, ibret alarak, vakıf olarak bilinçlice yapılan hareketlerdir.

            6. Allah'ın zikri ile kalplerin titremesi: Zikir tam anlamıyla gerçekleştiği zaman kalpler onunla uyanır, titrer ve kendine gelir.

            "İman edenlere, Allah'ın zikri ve hak olarak nazil olan (Kur'an) için kalplerinin titreme vakti daha gelmedi mi? Sakın ola ki daha önce kendilerine kitap verilip de aradan uzun zaman geçince kalpleri katılaşan ve çoğu yoldan çıkan kimseler gibi olmasınlar." (57/Hadid:16)

            "Müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen kimselerdir." (8 Enfal:2)

            Kalbin titremesi, duyarlılık göstergesidir. Allah'tan bahsedilmesine, kendisine Allah'ın hükmü hatırlatılmasına rağmen yanlışı değiştirmeyen, ürpermeyen ve gidişatını düzeltmeyen mümin olma vasfını kaybeder. Böylesi bir duyarlılıktan uzak olarak yapılan zikirler zikir değildir. Sarhoş bir halde atılan "Allah" naraları ancak Allah'ın gazabını celbettirir.

            NİÇİN ZİKİR?

            Zikir, Allah'ın bir emridir. Allah, insanı zikredebilecek bir yaratılışta yaratmıştır. İnsan, zikri seçerek doğru yolda yürür; zikirden uzaklaşarak sapıklığı hak eder. Allah'ın zikri yani Kur'an insana hem dünyada hem de ahirette mutluluk kapılarını açar.

            "Allah sözün en güzelini, ayetleri güzellikle birbirine benzeyen ve mükerrer olarak gelen bir kitap şeklinde indirmiştir. Allah'tan korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar. Bu, Allah'ın doğru yolu gösteren rehberidir. Dilediğini onunla doğru yola iletir. Allah kimi sapıklık içinde bırakırsa onun için hiçbir yol gösteren bulunmaz." (39/Zümer: 23)

            Zikir, Allah'ın verdiği nimetlere hem şükrün bir ifadesi, hem de o nimeterin devamının gereğidir.

            Nitekim Salih Aleyhisselamın kavminden bahseden ayette Ad kavminin yerine getirilişleri hatırlatılırken, Onların uğradığı felakete uğramamaları için Allah'ın nimetlerini zikretmeleri isteniyor.

            "Ad kavminden sonra sizi halifeler yaptığını, ovalarında köşkler kurup, dağlarında evler inşa ettiğiniz bu topraklara yerleştirdiğini bir hatırlayın. Allah'ın nimetlerini zikredin. (düşünün) de yeryüzünde bozgunculuk yaparak taşkınlık etmeyin." (7/Araf:74)

            ZİKİRDEN UZAKLAŞMAK:

            Zikirden uzaklaşmak, kişinin özünden uzaklaşması demektir. Çünkü zikir aklın, düşünce ve duyguların tertemiz bir şekilde faaliyette olması demektir. İnsanın doğru yolda yürüdüğünün işaretidir. Zikirden uzaklaşmak ise batıla geçişin ve çöküşün bir başlangıcıdır. Allah'ın kitabının zikir olduğunu hatırlarsak, Allah'ın kitabından uzaklaşmak delalete düşmektir. Allah'ın kitabının ışığından mahrum olmak, karanlıkta kalmaktır.

            Rabbimiz, kitabına karşı ilgisiz kalan, kimselerin kalplerinin katılaşmış olduğunu bildiriyor ve onlara "yazıklar olsun!" hitabında bulunuyor.

            "Allah'ın göğsünü İslam'a açtığı kimse, Rabbinden gelen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah'ın zikrine karşı katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Bunlar apaçık bir sapıklık içindedir." (39/Zümer: 22)

            Allah'ın zikrinden uzaklaşanlar şeytanın kardeşi olurlar. Şeytan da onları doğru yoldan uzaklaştırır. Batıllarla oyalar. Fakat, insanın bundan hiç haberi olmaz da kendini hidayette zanneder.

            "Allah'ın zikrini kim, umursamazsa, ona bir şeytanı musallat ederiz de, artık o, ondan hiç ayrılmayan bir arkadaş olur. O şeytanlar onları doğru yoldan ayırırlar da onlar kendilerinin hala doğru yolda olduklarını zannederler."(43/Zuhruf:36-37)

            Kıyamet günü Allah'ın zikrinden yani kitabından uzaklaşmış olan kimse feryad ederek şöyle der:

            "Ah, ne olurdu peygamberle birlikte bir yol edinseydim. Yazıklar olsun bana Ne olrudu filanı dost edinmeseydim. İşte beni, bana Rabbinden gelen zikirden uzaklaştırdı. Zaten şeytan insanı yalnız bırakır." diyecektir. Peygamber de diyecektir ki:

            "Ey Rabbim, kavmim bu Kur'an'ı terketti." (25/Furkan:27-30)

            Sonuçta, Rabbin zikrinden uzaklaşmak azabı getirir. "Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, Allah onu çok ağır bir azaba sokar." (72/Cin: 17)

            "Onların ne malları ve ne de evlatları, Allah'ın azabından hiç bir şeyi onlardan savamayacaktır. Onlar cehennem ehlidirler. Orada daimidirler.

            Allah, onların hepsini dirilttiği gün, sana yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını zannedeceklerdir. Haberiniz olsun, işte asıl yalancılar onlardır.

            Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki asıl hüsrana uğrayacak olanlar, şeytanın taraftarlarıdır." (58/Mücadele:17-18)

            Müşrikler, kendileri için bir uyarı olan ve gerçeği gösteren Allah'ın zikrini/Kur'an'ı işittikleri zaman, son derece sinirlenirler, öfkelenirler ve ellerinden gelse kendilerine Allah'ın zikrini okuyan kimseyi gözleriyle yerin dibine geçirmek isterler. Oysa, Allah'ın ayetleri hatırlatıldığı zaman dinlemeleri, düşünmeleri ve öğüt almaları gerekir. Ona karşı düşman kesilmeleri kendilerini ateşe atmaktan başka bir şey değildir.

            "Kafir olanlar, zikri işittikleri zaman, neredeyse, gözleriyle seni yere yıkacaklardı. "O, bir mecnundur." diyorlardı. Oysa, O, herkes için bir uyarı/öğütten başka bir şey değildir." (68 Kalem: 51-52)

            ZİKİRDE YANLIŞ VE BATIL ANLAYIŞLAR

            Zikir, Allah'ın kitabının ismi ve düşünmenin, anlayışın adı iken: Kur'an'la hiçbir ilgisi olmayan ve bilinçsizce yapılan bazı törenler vardır. Bu törenlere hiç de içeriğine uygun olmayan bir isim verilmektedir. "zikir.."

            Zikir, uyanıklığın, düşüncenin ve bilincin esası iken, zikir adı verilen bazı toplantılarda insanlar kendilerinden geçirilmekte, adeta uyuşturucu kullananlar gibi hayal dünyalarında tatlı rüyalara daldırılmaktadır. Kimi tefle, dümbekle, zille, neyle, halay ve dönüp durmakla zikir yaptığını zannediyor; Kimi de kendini kaybedip, hipnotize edildikleri kimseler tarafından çeşitli yerlerinden şişleniyorlar. Kendi nefislerine zulmediyorlar. Bazıları geleneksel bir şekilde tesbihle, bazıları modernist olarak numaratörle, bazıları da daha doğal olarak taşla, çakılla, anlamını bilmedikleri bazı kelimeleri tekrarlıyorlar. Kimileri bağıra çağıra taşkınca; kimileri de sessiz sakin ama şaşkınca "zikir" yapıyorlar.

            Kur'an'ın bize öğrettiği zikir anlayışında belirli sayıda, belirli isim ya da kelimelerin tekrarı yoktur. Zikir, hayatın bütün boyutlarında, düşünceyi, anlayışımızı, duygularımızı ve hareketlerimizi Allah'ın gösterdiği şekilde düzenlemektir. Hayata bakışımızı, Rabbimize kulluk bilinci içerisinde şekillendirmektir. "En yüce ve en üstün Allah'tır" demek, ve "Allah'ın otoritesine boyun eğmektir. Allah'ın kitabını okumak, anlamak ve hayat rehberi olarak benimsemektir.

            Allah'ın kitabına karşı kör, sağır ve dilsiz olup, bazı güzel isimleri sürekli veya belirli sayıda tekrarlamanın insana kazandıracağı önemli bir şey yoktur. Aksine kaybettireceği şeyler çoktur. Birincisi, cehaletini meşru olarak görüp, yaptığı ile tatmin olarak Allah'ın kitabına karşı sorumluluğunu ihmal edecektir.

            İkincisi; anlamını bilmeden tekrarladığı sözler içinde belki de insanı şirke götürecek batıl sözler vardır. Örneğin "La mevcude ilallah" gibi Nedir bu sözün anlamı? Allah'tan başka varlık yoktur." bir başka deyişle "tüm varlık Allah'tır." Yani, iyi kötü yaratılmış ne varsa hepsinin Allah olduğunu iddia etmek. Ne büyük bir hata! Ne dehşetli bir cehalet. Allah'ın yarattığını, Allah'ın kendisi yerine koymak... Çok korkunç bir gaflet. Affedilmez bir suç. Sonra bunun adını zikir koymak, Allah'ın gazabından insanı kurtarabilir mi?!

            Asla kurtaramaz. Öyleyse, dikkat edilmesi gereken nokta anlamını bilmediğimiz kelimeleri durmadan tekrarlamak yerine bilmemiz gereken Allah'ın isimlerini ve vasıflarını öğrenmek, Allah'ı kendi zikri olan Kur'an'dan tanımak ve Allah'ın gösterdiği dosdoğru yolda yürümektir.

            kaynak: kuranyolu.com

            Yorum


              #7
              Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

              Alıntı:
              Zikir konusu çarpıtılan bir konu. Yüzyıllar içine anlamı yamultula yamultula bu hale getirilmiş. Tarikatların elinde oyuncak haline getirilmiş maalesef. İsim Tekrarı ile HİÇ BİR alakası olmadığı halde öyle sanılmış ve azgınlık ve fütursuzluklar yapılarak ayinler tertiplenmiştir. Halen de tertiplenmektedir.

              ZİKRETMEK denilen kavram ile uyanıklık, zindelik, daimi şuur hali kastedilirken zamanla bu anlam kaymış ve en sonunda miskinliğin, ataletliğin ve sersemliğin bir nedeni ve unsuru haline getirilmiş maalesef.

              Kızdığım nokta bu. Yoksa Nisa benim kardeşimdir, arkadaşımdır. Yanlışta olan ve bunda ısrar eden bir forumdaşımdır. Ben de eskiden onun gibiydim ve hatta belki daha da koyu ve ısrarcıydım. 500lük tesbihimle her gün az vird çekmedim. Az halüsünasyon görmedim. Az gitmedim uzayın biryerlerine Az görmedim evliya(!)-i kiramdan ve peygamberi azamdan bazı ulu kişileri. Fazlasını anlatmayayım. Onun şu an yaşadığı ve haz aldığı halleri ben de yaşadım ve kendimi zor kurtardım şeytanın elinden ve cinlerin tesirinden. Benim ki sadece bir tavsiye eski tarikatzede, zikirzede bir arkadaşından Nisa’ya…

              Şimdi mevzunun başka bir yönüne bakalım.

              Allah’ın bir tek özel ismi var o da Allah. (Bunun böyle olup olmadığı da tartışılabilir) Diğer isimler O’nun sıfatlarıdır. İnsan Allah’ın sıfatlarını nasıl tekrarlar ve nasıl bu işlemle belli makamlara ulaşacağını umar?
              http://esmaulhusna1.bizland.com/esma...smaulhusna.htm - http://esmaulhusna1.bizland.com/esma...smaulhusna.htm

              Örneğin; Sabırlı, sabırlı, sabırlı,….. 1000 kere söyleyelim. Yada Affeden, affeden, affeden,…. 1000 kere de bunu söyleyelim. Yada En yüce, en yüce, en yüce veya en büyük, en büyük, en büyük diye 1000 kez tekrarlayalım. Bundan daha büyük bir saçmalık var mı?

              Zikrin isim tekrarı olduğunu bizim zihnimize kazımışlar. Halbuki zikir Düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, öğüt, ihtar, uyarı anlamlarına geliyor. Zikir ne sözlük anlamı olarak ne de Kur’anda kullanıldığı anlam olarak isim tekrarı gibi bir anlama asla gelmiyor.

              Bizler bazı kavramların içini boşaltmışız bazılarını da anlamlarından saptırmışız. Bu saptırma işlemi çağlar boyu devam etmiş ve sonuçta biz o anlam ve içerik kaymasına uğramış kavramları sahiplenmişiz. Zikir de bu kavramlardan birisidir.

              Zikir isim tekrarı olarak beynimize kazınmış. Çağlar boyu tarikat mensupları cehri yada hafi bazı isimleri belli sayılarda tekrarlamışlar. Bunu ibadet saymışlar. Üstelik bu usulle belli makamlara nail olmayı ummuşlar.

              Rabbimizin her bir ismine belli tılsımlar, vefkler hazırlamışlar. Her bir ismin ebced, cifir karşılıklarını bulmuşlar. Bu isimler bu sayılarda çekildiğinde o ismin sorumlu varlığı olan müekkillerle temasa geçeceklerine inanmışlar. Onların frekansına girmek için bu isimleri illaki bu sayılarda çekmeyi zorunlu saymışlar. İşin en enteresan tarafı da astroloji olayına girip herkes için farklı isim formulasyonu/terkibi hazırlamışlar.

              Sonuçta ne olmuş? Sonuçta ortalık paranoyaklarla, şizofrenlerle ve megalomanyak heriflerle dolmuş taşmış. İsim tekrarını az değil çok yapanlardan bahsediyorum.

              Hasılı kelam zikir kavramı anlam kaymasına uğratılmış bir kavramdır. “Rabbinin ismini sabah-akşam zikret” deniliyor. “İsimlerini zikret” denilmiyor yani çoğul değil tekil bir ifade var burada bu birinci nokta. İkinci nokta ise “Rabbinin isimlerini tekrar et” emri yok. Üçüncü nokta ise bu işlemin sabah-akşam yani daima olmasını istiyor Allah. Dördüncü nokta ise ayetteki ifadeye göre zikretmeyenler gafillerdir. Yani gafillerden olmamamız için Rabbimizin adını sabah-akşam zikretmemiz gerekiyor. Bu Allah’ı sürekli gündemimizde tutmak demektir. Bu sürekli uyanık, bilinçli ve diri/dipdiri olma halidir. Allah’ı her an/daima gündeminde tutma halidir. Daimi zikir daimi uyanıklık halidir. Yoksa içinden süreki Allah Allah demek değildir. Meseleleri ne kadar da basit algılıyoruz değil mi?

              Rabb terbiye eden, tertip eden, çeki-düzen veren demektir. Rabbil Alemin örneğin Alemlerin Yaratıcısı, tertip edip düzenleyicisi demek. Neden “Allah’ın ismini zikret” yerine “Rabbinin ismini=sıfatını zikret” dendiği açıktır. Allah deyince aklınızda aşağı yukarı bir şey oluşmaz ama Rabb deyince karşınızda bir sistem, düzen, tasarım ve sanat, estetik harikası bir yapı görürsünüz. Mikro alemden makro aleme tüm sistem bu Rabb isminin tezahürüdür. Yani siz Rabbin İsmini yani sıfatını andığınızda düşünebileceğiniz bir takım şeyler vardır ve o düşündüğünüz şeylerle uyanıklık halini yakalamış olursunuz. Bunu belgesel seyrederek de yaparsınız, kitap okuyarak da, çimlere uzanıp gökyüzünü seyrederek de.

              Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz!Sen bunu boşuna yaratmadın.Şanın yücedir senin.Ateş azabından koru bizi.” (Ali İmran 191)

              Sonuçta Allah’ın diğer isimlerini yani sıfatlarını da zikretmiş olursunuz. Bunları yaparken haddi aşmak ve taşkınlık yapmak yanlıştır. Ben bir başka ayetteki “Rabbini yüksek olmayan bir sesle an” ifadesinden bunu anlıyorum. Çünkü sesi yükseltmek haddi aşmak anlamına da gelir. Örneğin yine ayette “seslerinizi Resulümün sesinden fazla çıkarmayın” anlamında bir emir vardır. Bu emir ses tonuyla yada şiddetiyle alakalı değildir. Mecazi bir söylemdir ve peygamberin söylemine ve sözlerine saygı ve hürmet ile yaklaşmayı ifade eder. Dileyenler bu konuda siyerde geçen hadiseleri okuyabilir.

              Hasılı kelam Zikir düşünerek, kafa yorarak, aklederek yapılır. ZİKRİN başdüşmanı düşünme melekesi devreden çıkarılarak yapılan zikir ayinleridir. Bu ayinlerin afyondan esrardan farkı yoktur. Bu ayinlerle insanlar aptallaştırılmakta ve şapşallaştırılmaktadır. Büyük çok büyük bir yanlış bu. Taban tabanı zıt bir anlama büründürülmüş bu Zikr faaliyeti. Amaç zihin uyanıklığı iken anlam kaydırılarak amaç zihin uyuşukluğu sanılarak çarpıtmanın en büyüklerinden birisi yapılmış maalesef.


              Evet Rabbimizin özel ismi “Allah” ise Allah’ımızı zikredelim. Nasıl zikredeceğimizi de gel kendisinden öğrenelim:

              Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz!Sen bunu boşuna yaratmadın.Şanın yücedir senin.Ateş azabından koru bizi.” (Ali İmran 191)

              Ayette Rabbimiz kimlerin zikir yapacağını ve bu zikri neden, ne zaman ve nasıl yapacağını bildiriyor. Temel şart derin derin düşünmektir. Bu Zikrin yani Rabbimizin yüceliğini derin derin düşünmenin neticesi nedir? Onun şanının yüce olduğunu kavramak ve dua ederek kendine sığınmaktır.

              ***************

              Çarpıtılan bir diğer kavram da tesbihtir. Tesbih etmek Allah’ı her türlü nitelemeden veya noksan sıfatlardan tenzih etmek demektir (Sübhan). Rabbimiz Kur’anda iki türlü tesbihten bahsetmektedir. Birincisi tüm canlıların otomatikman yaptığı, istemdışı yapılan tesbihtir. Bu tesbih yani tenzih işini daha doğrusu yüceltme işini her canlı/cansız mutlaka yapar ama biz bunun farkında değiliz. İkinci tür tesbih=tenzih=yüceltme ise bizden istenendir yani bilinçli/şuurlu olarak Rabbimizi her türlü beşeri nitelemeden uzak saymamız bize Allah emridir.

              Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O'nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz. O Halîm'dir, Gafûr'dur. (isra 44)

              Şimdi sen, Rabbine hamd ile tespih et ve secde edenlerden ol! (Hicr 98)

              “İsim Tekrarı” bize Allah’ın emri değildir. Kur’andaki islamda yoktur. Budizmde falan vardır. Budistler Mantralarını cehri ve hafi olarak çekerler. Maksat çakraları çalıştırmak ve sonuçta Nirvanaya ulaşmaktır.

              ******************

              Şeytan Alimler alimidir. Kandırmayacağı kimselerin sayısı çok azdır. Kimine evliyayım der, kimine peygamberim, kimine de ben senin Tanrınım der. Ve genellikle de kandırır. Çünkü kişi “isim tekrarı” ile kendisini saldırıya ve kandırmaya gayet müsait hale getirmiştir. Cinler trans halindeki bir insana çok daha rahat saldırabilmekte ve kandırabilmektedir. Zemin kaygan ve tehlikelidir. İsim tekrarını abartanların kafayı üşütmelerinin bir sebebi de budur.

              *****************

              Huzur, mutluluk ve haz hissi kişinin kendisinin elinde. Bir Hristiyanın içi kilisede ilahi söylerken huzur dolarken bir budistte mantrasını/virdini çekerken huzur bulur. Bu işin belli bir dini belli bir inancı yok. Kişi mutlu olmaya, haz duymaya şartlanırsa mutlu olur ve haz duyar. Örneğin Tibetli bir Rahip/Lama mabedinde huşu içinde ibadet ederken mis kokuları duyabilir. Bu his onun otohipnozunun derinliğine bağlıdır.

              Sende ister A şeyhine bağlı ol istersen B şeyhine hiç önemli değil. Huzurlu ve mutlu olmak istersen, yaptığından haz duymak ve mis kokuları almak istersen alırsın. Bunu kendin yaparsın başkası değil. Bence yani….







              Zikretmek(anmak/hatırlamak) ile zikir çekmek yerdeğiştirdiği gibi tesbih etmek(tenzih/yüceltme) ile de tesbih çekmek yerdeğiştirmiş.

              Biz insanlar her şeyde olduğu gibi bu iki konuda da şekilciliğe sapmışız. Kestirmeden köşe dönüp Cenneti ve Allah Rızasını böyle basit ve ucuz şekilcilikle kazanacağımızı ummuşuz. Amaçlar unutulmuş, araçlar kutsanmış. Hatta araçlar amaç sanılmış maalesef.

              Allah bize “zikredin” demiş ama biz isim tekrarını zikir sanmışız. Allah bize “tesbih edin beni” demiş ama biz elimizde 99luk bir tesbih ile başlamışız kelime/tamlama tekrarına. Bu en hafif tabirle basitliktir.

              Bir de tutmuşuz Hintli Rahiplerin Tesbih Aletlerine biz de tesbih ismi vermişiz. 33lük, 99luk, 500lük tesbihler yapmışız Brahmanlanlardan esinlenerek.

              Tesbih Aleti hakkında internette kısa bir araştırma yaptım. Şimdilik biz de Tesbih aleti yerine tesbih diyelim. Milattan Önce 800lü yıllarda Hintli Rahipler tarafından icat ediliyor tesbih. Tesbih Budist ve Hindu Kültürlerinde, hatta Brahmanizm gibi çok daha eski Uzak Doğu dinlerinde görülüyor öncelikle. Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlığa da geçmiş sonraları. Günümüzde Museviler bile benimsemiş bu tesbih olayını.

              Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Rafet Özkan’a göre tesbih Hindistan’dan Batı Asyaya yayılmış zamanla.

              Tesbih 2800 yıllık bir geçmişe sahip. Hintli rahiplerin mantralarında/virdlerinde rakamları tutturmak için icat ettikleri bu alet sonraları Kitap ehli insanların dinlerine de sızmış.

              Buda Dininde tesbih çekmek çok büyük öneme sahipmiş. Brahmanlar da kullandıkları tesbihlere “dua tacı” diyorlarmış.



              Sözün özü, Tespihi ilk olarak M.Ö. 800'lü yıllarda Hintli rahipler, Brahmanlar çekmiş. Daha sonra M.Ö. 600'de Budist rahipler. Sonra bize ve herkese bir ibadet aleti olarak girmiş bu tesbih.

              Tesbih ile zikir karıştırılmış. Tesbih çekilerek zikredilir sanılmış. Tarikatçılar bu yanlışlar ile Nirvanayı yani Fenafillahı amaçlamış. Yanlış yanlış üstüne…



              MESELE 3 KERE, 5 KERE YADA 15 KERE ALLAH’IN ADINI TEKRARLAMAK DEĞİL.

              İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. (Enfal 2)

              Namazı dosdoğru kılarlar onlar. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bol bol dağıtırlar. (Enfal 3)

              Gerçek anlamda müminler, işte bunlardır. Rableri katında dereceler, bağışlanma ve bol bir rızık var onlar için.(Enfal 4)


              İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki;
              - Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer,
              - Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır,
              - Yalnız Rablerine güvenip dayanırlar,
              - Namazı dosdoğru kılarlar,
              - kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bol bol dağıtırlar,



              Rabbimizi nasıl analım?

              Anın beni ki, anayım sizi. Şükredin bana, sakın nankörlük etmeyin! (Bakara 152)

              Şükrederek=nankörlük etmeyerek.

              Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz!Sen bunu boşuna yaratmadın.Şanın yücedir senin.Ateş azabından koru bizi.”(Ali İmran 191)

              Derin derin düşünerek ve bu düşünce sonucu Kudret, Yücelik ve İhtişamı sezerek. Evrenin ve kendisinin yaratılışındaki güzelliği ve amacı sezerek ve bu yüzden dua ve hamd ederek.

              Zikretmek kolay değil. Bedavacılık yok. Aklı işletmeden yapılan yada aklı işletmeye yaramayan zikir zikir değil. Boncuk saymak maharet değil.








              Okuma ile Zikr arasındaki ilinti

              Yüce Allah bize Hz. Muhammed’le seslendi. İlk emri “OKU” oldu. Vahyin ilk kelimesinin “OKU” olması çok anlamlıdır. Okuma bilmeyen(?) bir insana “OKU” denilmesi de...

              Okumak en temel farzdır. Bize emredilen ilk farzdır. Bizim yegane amacımız vardır: OKUMAK.

              Okumak aslında gözle olmaz, gönülle ve akılla olur.

              İnsan neden okur? Anlamak, kavramak, çözmek için değil mi? Yani düşünmek için okursunuz. Düşünüp de anlamak anlayıp da çözmek için. Girift meseleleri çözüp de gereğince hayat sürmek için okursunuz. Neyi çözmeniz yada görmeniz gerekir? Allah’ın varlığının delillerini, kudretini, sanatını.

              Okumaktan gaye düşünmektir. Bu yüzden DÜŞÜNMEK EN TEMEL FARZDIR. Bu farzdan daha öncelikli hiçbir farz yoktur.

              Tüm farzlar DÜŞÜNME ile başlar düşünme ile biter, bitmelidir. Din adına yaptığımız tüm işlerimizin, ibadetlerimizin temelinde eğer DÜŞÜNME yoksa bu yaptığımız şeyler hiçbir değeri olmayan kuru birer ameldirler.

              Bize gelen ilk ve sürekli emir “OKU”. Pekala neyi okuyacağız? Ayetleri. Ama hangi ayetleri?

              Şimdi lütfen şu pasajı okuyun.

              Vahyin son kitabının insanlık dünyasına inen ilk kelimesi "oku" emriyle başlamaktadır. Yani iman, tebliğ ve aydınlık adamının ilk işi okumaktır. Ama neyi okuyacaktır insan? Kur'an'a göre insanın önüne, okunmak üzere konan "üç temel kitap" vardır. Kainat kitabı, vahiy kitabı (Kur'an) ve insanın bizzat kendisi.

              Kur'an, bu üç kitabın, belirli pasaj veya parçalarını "ayet" olarak anmaktadır. Kur'an bir ayetler topluluğu olduğu gibi kainat ve insan da ayetler topluluğudur. Ayetler insanı Allah'a götüren işaretlerdir ve insan bu ayetleri okuyabileceği, anlayabileceği, tanıyabileceği ölçüde insandır. (Necmettin Şahinler)

              Evet içinde Allah’ın ayetlerinin olduğu üç kitap vardır. Bu üç kitap birbiriyle entegredir. Birini anlamak için diğerine bakmanız gerekir. Biri diğeriyle tam ve anlamlıdır.

              Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

              Ali İmran 91. Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz!Sen bunu boşuna yaratmadın.Şanın yücedir senin.Ateş azabından koru bizi.”

              Bakın bu ayette okumanın bir çeşidini görüyoruz. BİLİM ile AKIL ile okuma. Allah bize Kur’andaki ayetlerle Kainat Kitabının ayetlerini okumamızı emrediyor. Bu yüzden bu iki kitap arasında tam bir entegrasyon var. İkisini bir bütün olarak okusanız OKUma tamamlanmış olacak. Yoksa sadece Kur’andan bu ayeti okursanız aslında okumamış olursunuz. Yada sadece BİLİM ile okusanız yine Allah’ın emri olan OKUMAyı yapmış olmazsınız. İnsanın bizzat kendisini Okuması ve bunu Kur’an ayetleri eşliğinde yapması da aynen bu mantıkla olmaktadır. (insan hakkındaki ayetlere bakmak ve sonra BİYOLOJİ yada TIP ilmiyle ayetleri bütünleştirerek okumak)



              Rabbimizi nasıl zikredelim?

              Ali İmran 91’de Rabbimiz kendisini zikretmemizi istiyor mu? Evet istiyor. Ama nasıl zikretmemizi istiyor acaba?

              “Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki” bakın ilk şart neymiş. Aklı ve gönlü İŞLETMEK. İşte bunlar “ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler”. Demek ki Allah’ı her durumda, daima (daimi zikir) zikretmek sadece ve sadece aklı ve gönlü çalıştırmakla anlamlı hale geliyor. Bu iki şart olmadan yapılan zikir boş bir eğlenceden öteye geçmiyor.

              Pekala bu zikir neyin öncülüğünde yapılıyor? DERİN DERİN DÜŞÜNMENİN. Zikir için en en temel şart işte bu. Derin Derin düşünerek aklı ve gönlü çalıştırmak ve ayetleri böylece okumak. İşte zikir denilen hadise budur.

              Pekala bu zikir faaliyeti icra edilirken derin derin düşünülen şey nedir? Yerlerin ve Göklerin yaratılışı. İnsan yerlerin ve göklerin yaratlışını ne ile en iyi düşünür? BİLİM ile. İşte bu BİLİM İLE OKUMA faaliyetinin ismi zikirdir.

              Bu Derin Derin düşünme ile bilimden yararlanılarak yapılan okuma faaliyetinin adı olan zikri icra eden kullar ondan sonra ne yaparlar acaba? Bir sonuca varırlar. Artık okumayı tamamlamışlardır onlar. Ve derler ki; “ Sen bunu boşuna yaratmadın, Senin Şanın yücedir” İşte budur okumanın yani zikir faaliyetinin neticesi. İşte bu zikri yapan kul sonra şu duayı yapmaya hak ve ehliyet kazanır: “Sen bizi ateşin azabından koru”.

              Dostlar işte zikir faaliyeti budur. İşte Allah’ı anma konusunun gereği ve sonucu budur. İşte zikir bu üç kitabı birbiriyle entegre ederek AKIL ile DÜŞÜNEREK yapılan OKUmanın adıdır.

              Bu bir örnek, Rabbimizin kendisini nasıl zikretmemiz gerektiğine verdiği bir örnek.

              Yorum


                #8
                Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                Kalbler Zikirle Tatmin Olur

                A-GİRİŞ

                Kur'anî kavramları kendi bütünlüğü içinde yerli yerince kullanmak ve değerlendirmek, Kitab'a inanmanın borcudur. Kur'an kavramlarından Allah'ın muradına uygun anlamlar elde edebilmenin yegane yolu budur. Yani Allah'ın nehyettiği gibi, dilimizi eğip-bükerek (3/78) Kitab'ın ayetlerini çarpıtma hakkına sahip değiliz. Mü'minim diyen insanların buna hakkı olamaz.

                Bu cümleden olarak, bir Kur'anî kavram olan ZİKİR'i bu yazıda işlemeye çalışacağız. Dayanağımız tamamen Kur'an ayetleridir. Yani Kur'an'da çokça kullanılan ZİKİR'in ne anlama geldiğini vüs'atimiz oranında izaha gayret edeceğiz.

                İlk olarak ZİKİR kelimesinin Kur'an'da hangi anlamlarda kullanıldığını tesbit etmeye çalışacağız. İkinci kısımda da, Allah'ın, kullarına zikri salık vermesi münasebetiyle, kalplerimizin zikre olan ihtiyacı üzerinde duracağız.

                Kur'an'da zikir kavramını kategorik olarak belirlemeye çalışırken dayandığımız ayetler sadece o kadar olmayıp daha başka benzer ayetler de bulunmakta ise de, ayetlerin çokluğu ve maksadın anlaşıldığı saikiyle hepsine yer vermedik.

                B-ZİKRİN ANLAMI

                I- Kelime Anlamında Zikir

                Zikir (ez-Zikru) sözcüğü kelime olarak, bir şeyi zihinde tutmak, ezberlemek, hatırlamak, yâd etmek, Allah'ı tesbih etmek, şükretmek, ayıplamak v.b. bir dizi anlam içermektedir. Şimdi Kur'an'da, daha ziyade kelime anlamında kullanıldığı yerleri tesbite çalışalım.

                a) Hatırlamak: 2/282; 18/63; 79/35; 89/23.

                Bu ayetlerden ilk ikisinde dünya yaşamında "hatırlama" olayı konu edilirken, diğer ikisinde ise ahiretteki hatırlama konu edilmektedir. Felsefe diliyle bu ikisine "eskatolojik ayetler" diyebiliriz. Zira bu iki ayette, bu dünyada iken anlayıp-öğüt almayanların, öbür dünyada anlayacakları, tehdit üslubuyla dile getirilmiştir. 18/63. Ayette, Musa (a.s) ile genç arkadaşının yolculuktan esnasında, balığı unutması hakkında kullanılmaktadır. 2/282'de ise borçlanmayı yazarken iki kadın şahit bulundurulmasının gerekçesi, birinin unuttuğunda diğerinin hatırlatması olarak belirlenir.

                b) Anmak, yâdetmek: 12/85; 19/16,41, 51, 54, 56; 38/17,41 v.d.

                Bu ayetlerde bir kimseyi anmak, bahsetmek, yâdetmek, anlatmak anlamları bulunmaktadır. Örneğin, Yusuf’ un kardeşleri, babalarına, hâlâ Yusuf’u dilinden düşürmediğini, onu anıp durduğunu söyleyip (12/85) çıkışmaktadırlar.

                c) Kadınları konuşmak: 2/235. Evlenilmesi düşünülen kadınlar hakkında konuşulanlar, onlar hakkında ölçüp-biçici değerlendirmeler söz konusu edilmektedir.

                d) Sataşmak, diline dolamak: 21/36,60.

                "Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?"; "bunları diline dolayan bir genç..." 1. ayette Hz. Muhammed, 2. ayette de Hz. İbrahim (a.s)dan bahsedilmektedir.

                e) Ün, şan: 94/4. "Şanını/ününü (zikrini) yüceltmedik mi?"

                II- Kavramsal Anlamında Zikir

                a) Allah'ın/Rabb'in adını anmak, zikretmek: 3/41; 33/21, 41; 87/15. Yatarken, otururken, ayakta iken Allah'ı anmak: 3/191; 4/103. Münafıklar Allah'ı pek az anarlar: 4/142. Bu ayetlerdeki zikir, Allah'a dua etmek, ibadet etmek, yalvarmak, O'nu hep hatırda tutmak anlamındadır.

                b) Anlamak, akletmek, ibret almak, düşünmek: 6/80, 126; 7/57; 13/19; 19/67; 24/1, 27; 32/4; 38/29; 39/9; 40/58 v.d. Bu ayetlerde istenen, insanın düşünmesi, aklını işletmesi, Allah'ın hikmetlerini fehmetmesidir. İşte bunun adı zikirdir. Bu ayetlerde salt Allah'ın adını terennüm değil, tefekkür mahiyetinde, yaratılışın sırrını kavrama türünde Allah'ı düşünüş zikir sözcüğü ile ifadelendirilmiş olmaktadır.

                c) Şükretmek, Allah'ı hatırda yutup küfretmemek: 2/40,47, 122, 231; 3/103; 5/7,11, 20, 110; 8/26; 14/6; 33/9; 35/3; 43/13.

                Bu ayetlerde Allah, insana ne kadar lütufda bulunduğunu hatırlatıyor, O'nun keremini, ihsanını hiç bir zaman aklından çıkarmamasını telkin ve ihtar ediyor. Bu, bir başa kakma olmayıp, Allah'ın azametini hatırlatmaktan ibarettir.

                d) İbadet, dua: 2/114, 203, 239; 5/91; 7/55, 56; 20/34; 22/40; 24/37; 62/9; 63/9; namaz: 20/14; 62/9. Bu ayetlerde namaz gibi ibadetlere ve Allah'a benzer şekilde dua etmeye zikir denmiştir. Namaz gerçek anlamda bir zikirdir. Bunun gibi Allah'ı her türlü anış, O'na yakınlaşmak için yapacağımız cabalar zikirdir.

                e) Hayvan keserken besmele çekmek: 5/4; 6/121; 138; 22/28, 34, 36.

                e) Öğüt almak/öğüt vermek: 37/13; 38/87; 50/45; 52/29; 54/17, 22, 32, 40; 74/55; 80/12; 3/7; 13/19; 38/ 29 v.b. Allah öğüt verendir.

                Kullar ise öğüt almaları gerekendir.

                g) Peygamberler uyarıcıdır (müzekkir): 88/21.
                h) Tevbe anlamında: 3/125.
                ı) Peygamberlere gönderilen Kitablar:

                - Tevrat: 5/13; 7/69; 21/105;
                - Kur'an: 3/158; 7/63; 15/6, 9, 16, 44; 21/50; 36/ 11; 38/8; 41/41; 43/36; 65/10; 68/51. İlahî kitaplara, özellikle de Kur'an'a zikir denmesine bilhassa dikkat edilmelidir. Yani bu kitaplar bir hatırlatmadır, bir öğüttür, uyarıcıdır. Dense ki en büyük zikir Kur'an'dır ve Kur'an'ı okumaktır; isabet edilmiş olur sanırım.

                j) zikir ehli (bilenler): 16/43; 21/7.

                Özellikle bu iki ayetin, Allah'dan çok az korkanlarca tamamen çarpıtılarak kendi heva ve istekleri doğrultusunda kullanıldığına çokça şahit olmaktayız. Her iki ayette de Allah, Hz. Muhammed'e, kendinden önce de peygamberler gönderildiğini, eğer şüphe eden varsa gidip bilenlere sorması gerektiğini tavsiye etmektedir.

                Hz. Peygamber'in zamanında, geçmiş peygamberlerin (elçi olarak) gönderildiğini bilebilecek olanlar kimler olabilir? Herhalde bu kişiler Tevrat'ı ve İncil'i okumuş, bunların mesajına vakıf olanlar olmalıdır. Dolayısıyla ayetlerin anlamı, "eğer bilmiyorsanız Ehli kitabın alimlerine sorun" şeklinde anlaşılmalıdır.

                Bu manaya kıyasla, ayetten genel anlamda, aciz kalınan yerlerde bilgi sahibi olanlara sormanın gereği çıkartılabilirse de, ayetin asıl anlamı asla gözden ırak tutulmamalıdır.

                Bunun yanında ayeti tamamen kendi uyduruk dinleri doğrultusunda yorumlayıp buradaki "zikir ehli"ni, "zikri" adını verdikleri bid'atı icra eden kişilerce, bunların şeyhlerine teşmil edenler kesin bir yanılgı içindedirler.


                C- KALPLER ANCAK ZİKİRLE MUTMAİN OLUR

                Kur'an'da Ra'd suresinin 28. ayetinde ve birazdan bahsedeceğimiz benzeri başka ayetlerde "zikir"in kalplerin tatmin olmasını sağlayan, kalpleri titreten mü'minlere fayda veren olması üzerinde durulur.

                Ra'd suresinin 27 ve 28. ayetleri şu şekildedir:

                "Kafir olanlar diyorlar ki, Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki, kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine yöneleni hidayete erdirir. (İşte onlar) iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükunete erenlerdir. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla sükûnet bulur."

                27. Ayette Allah "kendisine yönelenleri hidayete erdirir" buyurduktan sonra, bunların sıfatları olarak, iman edenler olduklarını, gönülleri, Allahı'ı zikretmekle mutmain olanlar olduklarını beyan buyurmaktadır. Akabinde ise konuyu daha net açıklayan ve Allah'ın yaratmasına ilişkin bir yasayı ifadelendiren bir cümle yer almaktadır

                "Dikkat edin! kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur!"

                Bu emri ilahi, çok büyük, çok mühim bir gereği bize ihbar ediyor. Hiç bir şek ve şüphemiz -yok ki, Allah'ın yarattığı insan varlığı da ancak ve ancak Yaratanına teslim olmakla, O'nu anmakla mutmain olur. O'nu zikretmekle huzur ve sükûn bulur.

                Bu ayeti destekleyen daha pek çok Kur'an mesajı bulunmaktadır. Mesela bunlardan birisi Enfal suresi 2. ayetidir. Bu ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

                "Mü'minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir."

                Bu ayette vurgulanan, mü'minlerin Allah'a tam bir teslimiyetle teslim oldukları, Allah'ı zikretmenin onları son derece etkilediği ve kalplerini imanla dopdolu hissettikleri gerçeğidir. Aynı şekilde, "Allah anıldığı zaman kalpleri titrer" ifadesi Hacc suresi 35. ayetinde tekrar edilmektedir.

                Zümer suresinin 23. ayetinde de "Rabblerinden korkanların bu kitaptan derileri ürperirir" buyurularak, sonra da, hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar buyurulmuştur.


                Kalpleri Mutmain Eden Zikir Nedir?

                Şimdi Allah'ı zikretmekle kalplerin mutmain olması ve kalplerin titreyip, imanın artması konusunda karşımızda iki soru durmaktadır: Birincisi, bu zikir nedir, nasıl bir şeydir? İkincisi de kalbin mutmain olması, bir diğer ifadeyle kalplerin titremesi neyi ifade etmektedir? Şimdi bu sorulara cevap aramaya çalışalım.

                İnsanı balçıktan (15/33), pişmiş çamurdan (55/14) ve alelade bir sudan yaratan Cenabı Hak, onu yalnız bırakmamıştır. Yeryüzünde insanı halife olarak görevlendirirken, orada ne yapması gerektiğini etraflıca açıklayan kendi cinsinden kılavuzları (rasulleri) ona yardımcı kılmıştır.

                İnsan, kendi bünyesinde olduğu gibi aynı zamanda tabiatta, Kur'anî deyimle âfakta (dış dünyada) da (41/53) kendisini Hakk'a ulaştıran ayetlerle (yoldaki işaretlerle) çevrelenmiş vaziyettedir. Dolayısıyla insan çok şanslı bir varlıktır. Geriye kalan şey ise bellidir: Kılavuzlara uyarak ve tabiatı doğru okuyarak Rabbine doğru bir yol tutacaktır.

                İnsan Allah'ın eseridir, O'nun kuludur. Öyle ise bu eser başka hiç bir yere değil yine O'na yani Allah'a muhtaçtır. Yönünü O'na dönmelidir. Hem de O'na çokça şükretmelidir. Hem, iyiliğin karşılığı iyilikten başka birşey değil ki... (55/60). İnsanın Allah'dan müstağni olması asla düşünülemez. O, Allah'a bütün şeylerin bir başka şey'e olduğundan daha fazla bağımlıdır, düşkündür. İşte bu yaratığın huzuru, sükunu, tatmini, rahatı Allah'dadır, yani yaratıcısındadır...



                Taşlaşan kalpleri zikrullah canlandıracaktır. (80/43; 87/9-10). Allah, zikrin mü'minlere fayda vereceğini bildirmektedir. (51/55).

                Şu hâlde insanı zikr'e davet etmeliyiz! İnsanla zikri tatlı bir atmosferde buluşturmalıyız. Kendi kurtuluş reçetesini bilmeyen bu zavallı insanlığa onu ulaştırmak en büyük ödevimiz olmalıdır.

                Zikirden Ne Anlamalıyız?

                Kalpleri mutmain eden zikrin ne olduğu açıktır. Hemen peşinen söyleyelim ki, Allah'ın Kitabı'na aykırı olarak tarikat kültürünün üretip geliştirdiği zikir halkalarının Kur'an'da karşılığını bulamıyoruz. Bu zikir halkalarının kalpleri tatmin ettiğinde de katılmıyoruz. Zikri ikiye ayırıp açık (celî) olanını Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye: gizli (hafi) olanını da Hz. Ebubekir'e gizlice talim ettirdiği iddiası tamamen asılsızdır, uydurmadır.

                Yazımızın baş tarafında zikrin anlamlarını izaha çalıştık. Bu anlamları bir kaç cümleyle özetlersek karşımıza şu çıkar: Zikir,
                l- Allah'ı anma, O'nu hatırda tutma, sadece O'nu büyük tanıma, O'na kulluk etme.
                2-Allah'ın gönderdiği vahyin adıdır. Öyle ise Allah'ın öğütleri ile öğüt almak Allah'ı zikirdir. Bu zikir insana doğru hedefler çizdiği için insanı mutlu edecektir.

                Olayı biraz daha geniş kapsamlı düşünebiliriz. Rabbimiz Kitabında, bir çok ayeti celilesinde gökler ve yer arasında bulunan her şeyin Allah'ı tesbih ettiğini duyurmaktadır. (57/1; 59/1, 23; 61/1; 17/44; 24/41; 621 1; 64/1). İsra suresi 44. ayeti bu konuya daha kapsamlı ve net bir şekilde ortaya koymaktadır:

                "Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ne var ki onların tesbihini anlamazsınız."

                Bu ve diğer ayetler, kainattaki bir dinamizmi, devingenliği, deprenişi anlatıyor. Bu dinamizmi aslında çıplak gözle görebiliyoruz. Bu dinamizme Kur'an tesbih/zikir adını veriyor.

                Bir gül yaprağının bütün o rengi ve endamı ile duruşu, Allah'ı anış değil de nedir? Arının bal yapması, karıncanın çalışması, kayısı ağacının o güzelim meyvesini insanlığa gayet kibar bir ikram ile buyur etmesi Allah'ı tesbih ve zikir olsa gerektir. Bütün bunlardan akıl sahipleri için Yaratıcıyı gösteren bir iz, bir işaret vardır. Bütün her şey Yaratıcı'sının ona biçtiği rolü ifa etmekle zikrini yapmış olmaktadır.

                İnsana gelince, insanın zikri her şeyden önce Allah'a iman etmesi sonra da O'na kulluk yapmasıdır. Ardından, insan hayatının her alanında ve her anında Allah'dan bağımsız olmadığını, Allah'a ait olduğunu ve O'na döneceğini (2/156) idrak etmek zorundadır. Haramlardan Allah için kaçınır, helalleri Allah'ın bir lütfü olarak işler. Her nimete karşı Allah'a şükreder. Bütün güzelliklerin, nimetlerin Allah'ın lütfü olduğuna inanır. Musibetlere Allah için sabreder (2/156). Yeryüzünde Allah'ın adının yüce olmasını ister, iyiliği emredip kötülükten sakındırır (3/104). Yetimi gözetir, fakir doyurur, namazı kılar, Allah için oruç tutar.


                D- SONUÇ

                Allahu Teala gizlice yalvararak, sabah akşam Rabbimizi anmamızı emir buyurmaktadır (7/205). Zira şeytanın vesvesesine karşı ancak Allah'ı anarak korunabiliriz (7/201).

                Allah'ın zikrinden ise ancak kalpleri katılaşmış olanlar yüz çevirirler (39/22). İnanmayanlar, Allah'ın adı anılınca kalpleri tiksinir (39/45). Rabbimiz, "kim Rahman'ın zikrinden (Kitab'dan) yüz çevirirse Allah ona bir şeytan arkadaşı verir" buyurmaktadır (43/36).

                Ve şüphesiz Allah'ın ayetleri hatırlatıldıktan sonra yüz çevirenlerden daha zalim yoktur! (32/22; 18/57).

                Mü'min her nerede bulunuyorsa oraya Allah'ın adını, şanını taşımalı, Allah'ı yüce tutmalıdır. Allah'ın yüceltildiği, bütün hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah'a tanındığı her eylemin zikir olduğuna inanıyoruz.

                En büyük zikrin Allah'a dua, ibadet ve Kur'an okumak olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız.

                http://www.kuranislami.com/terbiye/islamda_zikir.html

                Yorum


                  #9
                  Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                  RABBİMİZİ NASIL ZİKREDELİM? SAYIKLAYARAK MI, YOKSA OKUYARAK VE DÜŞÜNEREK Mİ?

                  Okuma ile Zikr arasındaki ilinti
                  Allah bize Hz. Muhammed’le seslendi. İlk emri “OKU” oldu. Vahyin ilk kelimesinin “OKU” olması çok anlamlıdır. Okuma bilmeyen(?) bir insana “OKU” denilmesi de çok anlamlıdır.
                  Okumak en temel farzdır. Bize emredilen ilk farzdır. Bizim yegane amacımız vardır: OKUMAK.

                  Okumak aslında gözle olmaz, gönülle olur.

                  İnsan neden okur? Anlamak, kavramak, çözmek için değil mi? Yani düşünmek
                  için okursunuz. Düşünüp de anlamak anlayıp da çözmek için okursunuz. Girift
                  meseleleri çözüp de gereğince hayat sürmek için okursunuz. Neyi çözmeniz yada görmeniz gerekir? Allah’ın varlığının delillerini, kudretini, sanatını.

                  Okumaktan gaye düşünmektir. Bu yüzden DÜŞÜNMEK EN TEMEL FARZDIR. Bu farzdan daha öncelikli hiçbir farz yoktur.

                  Tüm farzlar DÜŞÜNME ile başlar düşünme ile biter, bitmelidir. Din adına
                  yaptığımız tüm işlerimizin, ibadetlerimizin temelinde eğer DÜŞÜNME yoksa bu yaptığımız şeyler hiçbir değeri olmayan kuru birer ameldirler.

                  Bize gelen ilk ve sürekli emir “OKU”. Pekala neyi okuyacağız? Ayetleri. Ama hangi ayetleri?

                  Şimdi lütfen şu pasajı okuyun.

                  Vahyin son kitabının insanlık dünyasına inen ilk kelimesi "oku" emriyle
                  başlamaktadır. Yani iman, tebliğ ve aydınlık adamının ilk işi okumaktır. Ama neyi
                  okuyacaktır insan? Kur'an'a göre insanın önüne, okunmak üzere konan "üç temel
                  kitap" vardır. Kainat kitabı, vahiy kitabı (Kur'an) ve insanın bizzat kendisi.






                  Kur'an, bu üç kitabın, belirli pasaj veya parçalarını "ayet" olarak anmaktadır.
                  Kur'an bir ayetler topluluğu olduğu gibi kainat ve insan da ayetler topluluğudur. Ayetler insanı Allah'a götüren işaretlerdir ve insan bu ayetleri okuyabileceği, anlayabileceği, tanıyabileceği ölçüde insandır. (Necmettin Şahinler)

                  Evet içinde Allah’ın ayetlerinin olduğu üç kitap vardır. Bu üç kitap birbiriyle
                  entegredir. Birini anlamak için diğerine bakmanız gerekir. Biri diğeriyle tam ve anlamlıdır.

                  Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

                  Ali İmran 91. Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan
                  yatarken hep Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz!Sen bunu boşuna yaratmadın.Şanın yücedir senin.Ateş azabından koru bizi.”

                  Bakın bu ayette okumanın bir çeşidini görüyoruz. BİLİM ile AKIL ile okuma. Allah bize Kur’andaki ayetlerle Kainat Kitabının ayetlerini okumamızı emrediyor. Bu
                  yüzden bu iki kitap arasında tam bir entegrasyon var. İkisini bir bütün olarak
                  okusanız OKUma tamamlanmış olacak. Yoksa sadece Kur’andan bu ayeti
                  okursanız aslında okumamış olursunuz. Yada sadece BİLİM ile okusanız yine
                  Allah’ın emri olan OKUMAyı yapmış olmazsınız. İnsanın bizzat kendisini Okuması
                  ve bunu Kur’an ayetleri eşliğinde yapması da aynen bu mantıkla olmaktadır.
                  (insan hakkındaki ayetlere bakmak ve sonra BİYOLOJİ yada TIP ilmiyle ayetleri
                  bütünleştirerek okumak)

                  Rabbimizi nasıl zikredelim?

                  Ali İmran 91’de Rabbimiz kendisini zikretmemizi istiyor mu? Evet istiyor. Ama nasıl zikretmemizi istiyor acaba?

                  “Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki” bakın ilk şart neymiş. Aklı ve gönlü
                  İŞLETMEK. İşte bunlar “ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler”. Demek ki Allah’ı her durumda, daima (daimi zikir) zikretmek sadece ve sadece aklı ve gönlü çalıştırmakla anlamlı hale geliyor. Bu iki şart olmadan yapılan zikir boş bir eğlenceden öteye geçmiyor.

                  Pekala bu zikir neyin öncülüğünde yapılıyor? DERİN DERİN DÜŞÜNMENİN. Zikir için en en temel şart işte bu. Derin Derin düşünerek aklı ve gönlü çalıştırmak ve ayetleri böylece okumak. İşte zikir denilen hadise budur.

                  Pekala bu zikir faaliyeti icra edilirken derin derin düşünülen şey nedir? Yerlerin ve Göklerin yaratılışı. İnsan yerlerin ve göklerin yaratlışını ne ile en iyi düşünür?
                  BİLİM ile. İşte bu BİLİM İLE OKUMA faaliyetinin ismi zikirdir.

                  Bu Derin Derin düşünme ile Fizik, astronomi vd. Bilim dallarından yararlanarak yapılan okuma faaliyetinin adı olan zikri icra eden kullar ondan sonrane yaparlar acaba? Bir sonuca varırlar. Artık okumayı tamamlamışlardır onlar. Ve derler ki; “ Sen bunu boşuna yaratmadın, Senin Şanın yücedir” İşte budur okumanın yani zikir faaliyetinin neticesi. İşte bu zikri yapan kul sonra şu duayı yapmaya hak ve ehliyet kazanır: “Sen bizi ateşin azabından koru”.






                  Dostlar işte zikir faaliyeti budur. İşte Allah’ı anma konusunun gereği ve sonucu budur. İşte zikir bu üç kitabı birbiriyle entegre ederek AKIL ile DÜŞÜNEREK yapılan OKUmanın adıdır.
                  Bu bir örnek, Rabbimizin kendisini nasıl zikretmemiz gerektiğine verdiği bir örnek.


                  ZİKİR ÇEKMEK=ZİKRİ KATLETMEK

                  Bir çok kavramda olduğu gibi zikir kavramında da ikili bir durum var. İlki
                  Kur'anda Rabbimizin tariflediği zikir. İkincisi ise bizim Kur'andışı kaynakları
                  referans alarak kafamıza göre şekillendirdiğimiz zikir. Bu ikinci tür nasıl vücuda geliyor? Önce kavramın içi boşaltılarak, sonra da yabancı mistik öğretilerin
                  metodlarına uyarlanarak.
                  Tarikatların yaptığı işte budur. Allah'ın zikir tanımı çöp sepetine, birilerinin
                  Budistlere ve Hindulara özenerek uydurduğu zikir tanımı başın üstüne... Bir
                  tarikatçı için "zikir" zikir çekmektir, çünkü şeyhi öyle öğretmiştir. Test etmesi
                  bedava. Yoldan çevirin bir tarikatçıyı ve sorun Kur'anda Zikrin hangi ayetlerde, ne anlamda kullanıldığını...
                  Tarikatların yüzyıllar sürecinde zihnimize kazıdığı "zikir çekme" inancı bir kenara
                  bırakılmalıdır. Daha önce de değindiğim gibi "Zikir" ve "Çekme" birbirine düşman
                  iki kelimedir. Çünkü ilki uyanıklığa, ikincisi ise uyuşukluğa sebebiyet vermektedir.
                  Örneğin Ahmet Hulusi'nin anladığı ve anlattığı zikre bakalım bir de Kur'anda
                  Allah'ın anlattığı zikre bakalım. Açıktır ki arada dağlar kadar fark bulunmaktadır. Zikrin kapsamı ile ilgili olarak Hulusi, tekrarcılığı meziyet olarak sunarken, Kur'an "Rabble bağlantıyı koparmama" olarak sunar. Hulusi gibiler Kur'andaki Zikr
                  kavramını yozlaştırmaktadırlar. ("2000 kere şunu, 3000 kere bunu, 6000 kere de şunu çekersen bunlar olur" söyleminin neresi Kur'anidir?)
                  Zikir konusunda önce beyinlerimize güzel bir format çekmeliyiz. Sonra da
                  Kur'anda Zikir nasıl tanımlanmışsa onu zihnimize yüklemeliyiz. Yoksa bizzat kendi üretimimiz olan tanımı Kur'ana onaylatma adına çok mesailer harcarız.

                  Yapılan şey ototelkindir
                  Meselenin özünde otohipnoz yatmaktadır. Kişi birtakım Arapça kelimeler
                  yardımıyla kendi bilinçaltına seslenerek, ototelkin ile kendisini hipnotize etmekte
                  ve hayal ettiği özelliklerde birisi olduğunu kendisine kabul ettirmektedir. Yada kişi çektiği sıkıntıların bu Arapça terimleri veya pasajları 1111 kez tekrarladığında son bulacağına kendisini şartlandırmaktadır. Bu yolla kişi kendini kandırarak
                  rahatlatmaktadır.
                  Halbuki ana dili Türkçe olan kişi bu ototelkini Arapça değil Türkçe kelimelerle yada pasajlarla yapsa etkinin dozajı da hızı da artacaktır.
                  Örneğin kişi demektedir ki "ben şeyhimin ders olarak verdiği evrad-u ezkarı
                  çekersem iyi bir Müslüman olmuş olacağım" yada "Veli Efendi hazretlerinin
                  tavsiye buyurduğu duayı 5000 kez okursam kız kurusu olmaktan kurtulacağım". Halbuki kişi kendisini, anlayacağı dille gazlasa daha derin hülyalara dalacağı, büyülenmenin kat kat artacağı kuşkusuzdur.








                  Kavramlar katlediliyor
                  Kişiler kendilerini rahatlatma adına şekilciliğe ve böylece kolaycılığa saparak
                  umduklarına nail olmaya çalışıyorlar ama kavramlar da bu esnada tahrif edilmiş oluyor maalesef. Örneğin tarikatçı adama göre iyi bir Müslüman aynı zamanda iyi bir zakirdir. İyi bir zakir ise günde bilmem kaçkez isim tekrarı yapandır. Halbuki Kur’an Müslümanına göre iyi bir zakir her an zihnen Rabble bağlantıda olan
                  kişidir. Bu kişiye göre Zikir yani hatırlatma, tavsiye, öğüt kitabı Kur’andır, zakir ise Kur’anın boyasıyla boyanandır.
                  Bunun gibi Kur’ana göre “Zikir Ehli” kitap sahibi elçilerdir ama tarikatçıya göre
                  zikir Ehli daimi Zikrin sahibi olan Mürşid efendilerdir. Onların anladığı “daimi zikir” farklıdır, Kur’anın anlattığı farklı.

                  Lafla peynir gemisi yürümez
                  Konu bununla da sınırlı değil. Evde kalmış bir kız 5555 kez bir şeyi
                  tekrarladığında sihirli bir netice ummaktadır ama umduğuna acilen nail
                  olamayınca çökmektedir. Bu sihirli cümleleri sihirli sayıda okumak netice
                  vermeyince kişi daha fazla içe kapanmakta ve asosyalitesi artmaktadır. Halbuki bu kızın yapması gereken bellidir. Tesbihi bırakıp koca aramak)
                  İşleri kötü giden esnaf da işyerinin duvarına 100 tane besmele asmak yada bereket dualarını 3333 kez okumak yerine iş ve müşteri politikalarını gözden geçirmelidir.

                  Zihni afyonlamanın kime ne faydası var?
                  Örneklerden de anlaşılacağı gibi birtakım Arapça isim yada pasajların tekrarı ile yapılan şey kolaycılık ve alınan netice ise sadece miskinliğin neticesi olan
                  çökkünlüktür. Pekala bu bedavacılığın hiç mi faydası bulunmamaktadır? Birtek faydası var: Hayal dünyasında gezinmenin verdiği kısıtlı keyif hissi.


                  Bedavacılık varken zorlanmak neden?
                  İşte bu bedavacılığın din alanındaki yansıması “zikir çekme” işidir. Elde tesbih
                  Allah’ın isim yada sıfatlarını tekrarlamak elbette o sıfatların derinliğini anlamaya
                  çalışıp gereğince bir yol haritası çizmekten daha kolaydır. İyi bir Müslüman
                  olabilmek için eldeki zikir(!) formülünü icra etmek mi kolaydır yoksa Kur’anı derin
                  derin düşünerek okumak ve onu Furkan olarak görüp Hanif bir Müslüman olmak
                  mı?
                  Zor olan (düşünmek, araştırmak, soruşturmak, üretmek) terk edilmekte, kolay olan (şekilcilik, bedavacılık, kolayca köşe dönmecilik) maharet sayılmaktadır. (Sevapçılık anlayışının özünde de elbette bu bedavacılık yatmaktadır)

                  Geriliğimizin sebebi beleşçiliğimizdir

                  İslam Coğrafyasında Din ve Bilim alanında büyük çaplı düşünen ve nitelikli bilgi
                  üreten beyinlerin olmayışının en büyük sebebi bu tarikatların aşıladığı bedavacı
                  zihniyettir. Bilim ve medeniyet yarışında nal toplamımızın sebebi bedeviliği ve






                  beleşçiliği meziyet saymamızdır. Bilim ve akılla dünyanın imarı ve hanif bir imanla hayatın Kur’anla inşası günümüz müslümanına çok uzaktır.

                  Zikir Çekmek = Zikri Katletmek

                  Sözün özü, “zikir çekmek” zikri katletmekle eşdeğerdir. Bir yanda uyanıklık, şevk, heyecan, motivasyon, aktivasyon etkisi yaratan zikretme hali, diğer yanda
                  uyuşukluk, pasiflik, hayalcilik, bedavacılık, kolaycılık etkisi oluşturan “zikir
                  çekme” hali. Bir tarafta Kur’anla dipdiri olma ve her an online olma hali, diğer
                  tarafta sihirli kelime yada pasajlardan medet umma hali.

                  Aklı işletmenin en temel farz olduğu benimsendiğinde, bu trajikomik ve düşük anlayış da terk edilecektir.




                  Alıntıdır.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                    DİNE YAMANAN UYDURMA
                    Allah “Zikir edin” demiş, “zikir çekin” değil. “Tesbih edin” demiş “tesbih çekin” değil. Bu ayrım çok çok önemli. Neden?

                    Zikir etmek (anmak, hatırda tutmak) ve Tesbih etmek (noksanlıktan uzak
                    görmek, yücelemek) düşünsel bir eylemdir. Fakat zikir çekmek (kelime tekrarı, sallabaşlık) ve tesbih çekmek (boncuk saymak) şekilciliktir, yüzeyselliktir.
                    İki kavram arasında bütünleyicilik mevcuttur. Kavramlar birbirine akraba.

                    Şimdi soralım; Allah “tesbih edin” diyor mu? Evet. Pekala “bunu kelime tekrarı
                    yaparak icra edin” diyor mu? Hayır. Tesbih gibi düşünsel bir ibadet olan zikir için de aynı durum geçerli.

                    O halde nasıl oluyor da tarikatçı güruh bazı kelimeleri papağan gibi tekrarlamayı
                    ibadet sayabiliyor? Hem de en büyük ibadet. Velezikrullahi Ekber (!) bu ya...
                    Halkalar kurarak, tepinerek, bağırıp çağırarak yapılan bir ibadet. Yada bağırıp çağırmadan sessizce ve topluca ama bu sefer taşlar yada boncuklarla bir şeyin 1555 kez tekrarlanmasıyla icra edilen bir ibadet. Saçmalığa bakın.

                    İşte bu saçmalığın ne Kur’anda yeri vardır, ne hadislerde, ne de siyerde. Bu
                    dandik ve uyduruk ritüeli ne bu dinin peygamberi yapmıştır ne arkadaşları ne de onların takipçileri. Bu yapılan şeyin mezheplerde bile yeri yoktur. Aynen rabıta gibi bu da uydurulmuştur ve dine sonradan sokulmuştur.

                    Yıllarım bu tarikatların içinde geçti. Hangi ayetleri nasıl çarpıttıklarını biliyorum artık. Çarpıtma yapmaya mecburlar çünkü yaptıkları ile Allah’ın buyrukları
                    arasında uçurumlar var.

                    Sadece bir tanesine değineceğim; Araf 205. Bu ayette Rabbimiz kendisini
                    “yüksek olmayan bir sesle” sabah-akşam zikretmemizi istiyor. Şimdi burada üç
                    tane kilit kavram var. Yüksek olmayan ses, sabah-akşam ve zikir etmek. Bu üç
                    kavramın geçtiği diğer ayetlere bakınız. “Yüksek Ses” kabalığı ve aşırılığı ifade






                    etme adına kullanılmış. Sabah-Akşam sıklığı ve devamlılığı ifade etmek için. Zikir ise Rabbimizi hatırda tutma ve buna uygun davranma hali için. Yani bu ayette tarikatçıların iddia ettiği gibi kelime tekrarı yapma basitliği yok. Bu yapılan
                    basitlik Allah ile ve Kur’an ile dalga geçmekle eşdeğerdir.

                    İSİM TEKRARCILIĞI MAHARET DEĞİL
                    İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. (Enfal 2)
                    Namazı dosdoğru kılarlar onlar. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bol bol dağıtırlar. (Enfal 3)
                    Gerçek anlamda müminler, işte bunlardır. Rableri katında dereceler, bağışlanma ve bol bir rızık var onlar için.(Enfal 4)


                    İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki;
                    - Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer,
                    - Allah'ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır,
                    - Yalnız Rablerine güvenip dayanırlar,
                    - Namazı dosdoğru kılarlar,
                    - kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bol bol dağıtırlar,

                    Rabbimizi nasıl analım?
                    Anın beni ki, anayım sizi. Şükredin bana, sakın nankörlük etmeyin! (Bakara 152) Şükrederek=nankörlük etmeyerek.
                    Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: “Ey Rabbimiz!Sen bunu boşuna yaratmadın.Şanın yücedir senin.Ateş azabından koru bizi.”(Ali İmran 191)
                    Derin derin düşünerek ve bu düşünce sonucu Kudret, Yücelik ve İhtişamı
                    sezerek. Evrenin ve kendisinin yaratılışındaki güzelliği ve amacı sezerek ve bu yüzden dua ve hamd ederek.

                    Zikretmek kolay değil. Bedavacılık yok. Aklı işletmeden yapılan yada aklı
                    işletmeye yaramayan zikir zikir değil. Boncuk saymak maharet değil.





                    Şu Dua'yı (....) Kez Okursan...!?
                    Salatı Tefriceyi (4444) kez okursan ...
                    yada
                    Şu Duayı Şu kadar kez okursa ...
                    şu İsteğin -yada Tüm isteklerin- olur / kabul edilir...!?

                    Böyle bir Düşünce / İnanç;
                    Doğrudan ve Düpedüz...
                    "Kuran'ın Allah'ına İftiradır"

                    Neden...?
                    Uzun uzun yazmaya gerek yok...
                    İki Noktadan kısaca açıklayalım:

                    1- Dua bir yakarıştır. Ne dediğini ne istediğini "Bileceksin" Tüm Ruhunla "Hissedeceksin"
                    Yaratan'ından istenilen şeyin bir "Anlamı" olacak!
                    Anlamını, Ne istediğini bilmeden, Bir şey duyamadan... Papağan tekrarları...
                    2- Şu Kadar Kez...!
                    -haşa- Kumar makinesi gibi:
                    (4444)'ü Tutturdun
                    Paralar önünde / Tüm isteklerin kabul...
                    (4443) yada (4445) oldu...
                    Hesap hatası yada başka bir nedenle...
                    Olmadı...!? Sil Yeni Baştan...?

                    1. maddede yazılanları -bir an- görmeyelim. Kuran'ın "Mutlak Adil" Allahı;
                    Hesap hatası yada başka zorunlu bir nedenden; Bir Eksik yada bir fazla oldu diye;
                    Tüm Emeğınizin karşılığını (Sıfır) olarak hesaba geçiyor...

                    "Bir Dua'yı" Bir Kişi "Şu Kadar kez" okumuştur...
                    Ruhunda duyamamıştır. Gayesi tam Halis değildir... Benzer Nedenler vardır... Kabul edilmemiştir...
                    Ve Başka bir Kişi: "Bir defa okumuş" Kabul edilmiştir... Tüm İyi Niyeti ile... Tüm benliğinde duyarak...
                    "Neden?" diye soracak, yada Yaratan'ın Adaletine / Taktirine "Hata bulacak" durumda mısınız...

                    Eğer Hata yapmak istemiyorsak...?
                    "Kuran'ın Allah'ını" Kuran'ın Anlattığı gibi anlamak durumundayız...





                    ALLAH 4444 KEZ SÖYLEYİNCE Mİ DUYACAK?

                    Dua nedir? Kişinin şuurlu bir şekilde Allah'tan talepte bulunması değil midir? O halde bir metni binlerce kez tekrarlamanın dua ile alakası nedir?
                    İnsanlar kendi aralarında birbirilerinden birşeyler isterken bunu 4444 kez söylemiyorlarken Allah'tan birşey isterken niye bunu yaparlar?
                    Kur'anda dua konusuna bakarsak onun birşey talep ederken ne dediğini bilen insanların işi olduğunu görürüz. Bu önemlidir.

                    İyiniyet tek başına yeterli değildir. Doğru olanı yapmak gerekir. Kur'an dua
                    konusunda bizlere en doğru yolu göstermektedir. Dua konusunın işlendiği hiçbir ayette bir şahsın, anlamadığı bir dilde binlerce kez, bir metni tekrarlaması üstelik sonra da içerikle hiç alakası olmayan bir talepte bulunması dua olarak
                    tanıtılmamıştır.

                    Duanın mutlaka ve mutlaka anadilde yapılması gerekir. Yada kişi hangi
                    cümlelerle neyi talep ettiğini bilmelidir. Hem Allah'tan bir talepte bulunurken
                    bunu hatim tadında 4444 kez söylemekten haya edilmelidir. Allah kişinin bir
                    isteğini samimiyetle birkez söyleyince kabul etmeyecek de binkez tekrarlayınca mı kabul edecek?

                    Hem Salat-ı Tefriciye kutsal bir metin değilki. Ana dili Arapça olan bir insanın lafları. (Hem de ne laflar? Peygamberin hürmetine yağmur yağdığı iddia edilen sakat laflar)
                    Bir Japonun kendi dilinde bir dua metni hazırlaması ve benim de bunu 5000 kez tekrarlamam ile bir Arabın kendi dilinde hazırladığı bir metni 5000 kez
                    tekrarlamam arasında hiçbir fark yok. İkisi de yanlış.


                    ZİKRİN VE DUANIN KATDEDİLMESİNE BİR
                    ÖRNEK; 4444 KEZ SALAT-I TEFRİCİYE OKUMA

                    Müslümanları Sersemleştirme Operasyonu
                    Salatı Tefriciye, Salat-i Nariye, Salat-i-Münciye, Salat-i-Fethiye, Salat-i-Ümmiye
                    gibi uyduruk dualar Müslümanları uyuşturma operasyonunun bir parçasıdır. Bu
                    papağanvari tekrarcılık eşliğindeki duacılık anlayışı pilavımızın içindeki beyaz
                    taştır.
                    Bu zihin uyuşturma operasyonunu din düşmanları yürürlüğe koymadı. Bilakis
                    bizden görünen şahıslar bu zırvayı dinimize soktu. Bu sokuşturmayı huşu ile icra
                    edenler de yine bizden olan insanlar. Bu tip gerilikleri din edindiğimiz için
                    beyinlerimiz sulanmakta ve örneğin ateistler haklı olarak bizlere bomba gibi
                    eleştiriler yöneltmekte. Zira bu 4444 kere bilmem neyi okuma anlayışı “din
                    afyondur” tezini işleyenlere iyi bir malzeme teşkil etmektedir. Bakın bir ateist
                    sitede bizim yobazların saçmalıkları onlar tarafından din sanıldığı için nasıl
                    Müslümanlara yüklenilmiş: http://www.islamiyetgercekleri.org/dua.html (sayfanın sonunu
                    okuyunuz)






                    Bu ateistler hangi dinin düşmanlığını yapıyorlar?

                    Salat-ı Tefriciye Kampanyaları
                    Bazı Müslümanlar din adına sergiledikleri saçmalıkları internet ortamına da
                    taşımışlar. İnternette çeşitli forum sitelerinde kampanyalar düzenleniyor. İnsanlar
                    bu siteler sayesinde 999 milyon kelime-i tevhid okuma, 400 yasin okuma, 4444
                    kere Salat-ı Tefriciye okuma gibi belaları defedici(!) ve uğur getirici(!) özelliliği
                    bulunan hayır(!) işlerinde yardımlaşıyorlar. Yani kendi elleriyle beyinlerini
                    uyuşturuyorlar, dinlerini yozlaştırıyorlar ve aleme de maskara oluyorlar.

                    İslamcı(!) sitelerden iki örnek verelim:
                    4444 Salatı Tefriciye Hatmi Yapılacaktır! Dostlar, Kendisine cinlerin musallat
                    oldugu bir kardeşimiz için (Bayram Kandemir), çok acil Salat-ı Tefriciye hatmi (4444 kez okunacak) yapılacaktır... Bilenlerin dikkatine!.. Acilen bize kaç adet okuyacagınızı bildiriniz... Bayramın son günü duası yapılacaktır... Haydi
                    dostlar... Dua kervanına sizleri de bekleriz...

                    Sa, sevgili kardeşlerim. Sizlerden bir ricada bulunmak istiyorum inşallah..Çok
                    yakında üniversite sınavlarına girecek olan kardeşlerimiz var. onlara Salat-
                    Tefriciye okumaya başladık inşallah. siz kardeşlerimizden de yardımcı olmanızı
                    talep ediyoruz inşallah..Hep beraber duamıza katılır mısınız ? Şu ana kadar
                    3630 adet okundu ..kalan 814 adette yardımınızı bekliyoruz inşallah...
                    kimler kaç tane okuyabilirse adedini de yazarsa çok memnun
                    olacağız..perşembe günü duası yapılacak inşallah..Allah hepinizden razı olsun
                    can kardeşlerim…

                    Çağdaş Yobaz Hocalar da Aynı Yolda
                    Yobazlık başa bela. İlim, Bilim, Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanoğlu
                    düşün dünyasını ne kadar ilerletirse ilerletsin ataperestlikten yakayı sıyırmadıkça yobazlık kaçınılmazdır. Furkan (ölçüt) olarak yalnız Kur’an belirlenmedikçe
                    zırvaları din diye pazarlamak Din Adamlığının(!) ayrılmaz bir parçasıdır. Bu zırva pazarlamacılarından birisi de Fethullah Gülen. Hani şu bizim Modern Müslüman Alim Fethullah Gülen. Bakın sitesinde ne buyuruyor bu üstad:
                    http://tr.fgulen.com/a.page/bulten/a12372.html
                    “Ayrıca dua kitaplarında geçen aşağıdaki Salât-ı Tefriciye duasına da 11 gün boyunca devam edilmeli ve bu dua her gün 4444 defa okunmalıdır.”

                    "Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ
                    Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukdâ bihilhavâicu ve tünâlü bihir-reğâibü ve hüsnül-havâtimi ve yusteskal ğamâmu
                    bivechihil Kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lûmin lek."

                    "Kendisiyle düğümlerin çözüldüğü, sıkıntıların açılıp zâil olduğu, ihtiyaçların
                    yerine getirildiği, arzu, istek ve güzel neticelere ulaşıldığı, kerim yüzü suyu
                    hürmetine yağmur istendiği Efendimiz Muhammed'e, Onun âl ve ashabına her






                    göz açıp kapama, her nefes alıp verme, Sana ma'lum herşey sayısınca kâmil salât ve eksiksiz selâm et Allahım."
                    Dine Hizmet Adına…
                    Hizmete bakın hizmete. Vatandaş dine hizmet adına yanıyor tutuşuyor. Bu
                    yangınla bakın nasıl yazılımlar vücuda geliyor. Bu öyle biz yazılım ki kişiler bu
                    program sayesinde Salatı Tefriciye’yi okuyabiliyor, dinleyebiliyor ve kaçıncı sırada kaldığını kaydedebiliyor. Böylece uğur getirici, bela defedici, kısmet açıcı bir
                    ibadet en modern şekilde icra edilmiş oluyor.
                    http://www.inndir.com/program.php?id=34635



                    Bu Deli Zırvasını Kim Uydurdu?
                    Salat-ı Tefriciye zırvası tabiki Kur’anda yok. Hadislerde de yok. Pekala hangi
                    mutfakta pişirildi bu zehirli aş? Bu aşın ustası İmam Kurtubi denilen şahıs. Bakın hazret ne buyurmuş:
                    Bir kimse, çok önemli bir işinin veya önemli bir dileğinin gerçekleşmesini, ya da üzerinde devam edip duran büyük bir belanın üzerinden çekilip gitmesi
                    (kalkması) için "Salât-i Tefriciye"yi (4444) defa okuyup, bu mübarek Salâtü
                    Selâm ile Yüce Peygamberimizi vesile edinse, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki,
                    Yüce Allah, okulunun istek ve muradının olması için hayırlı bir sebeb yaratır ve ona muradını verir."
                    Görüldüğü gibi bunu Müslümanlık İnancı içine ilk defa sokan, Müslümanları ilk önce budala yerine koyan şahıs Kurtubi. Onun dindarlığımıza soktuğu saçmalık hala çağdaş izleyicileri tarafından hararetle savunulmakta. Hala bir kısım
                    Müslümanlar papağanlıktan medet ummakta.

                    Papağanlık neden makbul bir ibadet olarak görülmekte?
                    Öncelikle bilinmesi gereken şey bir yazıyı yada bir kelimeyi 4444 kere papağan
                    gibi tekrarlamanın insan aklına hakaret olduğudur. İkinci olarak bilinmesi gereken
                    şey de bu tekrarlarda övülen varlığın Allah değil beşerden birisi olan
                    Peygamberimiz olduğudur. Yani papağanlığın kökeninde Peygamberperestlik
                    yatmaktadır. Ona ithafen binlerce kez okunacak bir metin sayesinde Hz.
                    Muhammed’ten torpil beklenmektedir. İbadet tadında yapılan bu iş ile Dünyada
                    ve Ahirette bir beşere “el medet” çekilmektedir. Yalnız Allah’a rağbet (İnşirah 8)
                    edilmesi gerekirken, odaktan sapılmakta ve beşere yağcılıkla kurtuluş
                    umulmaktadır.

                    Salavat çekmek ne kadar sevap?
                    Bu “Şefaat Ya Resulallah” yada “El medet Ya Rasulallah” deyişlerinde özet
                    ifadesini bulan şey Peygambere yaranarak Allah’a yaklaşma anlayışıdır. İşte bu anlayışın en tipik belirtisi Salavat Çekme İbadetidir. Bakın bu hurafeyi bugün kimler öğütlemekte:
                    Zaman Gazetesi: Bir Demet Salatu Selam
                    http://www.zaman.com.tr/kutludogum/selatuselam7.php

                    Salavat Çekmenin kimseye zerre kadar faydası yok. Aklı başında bir insan hele
                    elinde Kur’an gibi bir ayıraç da varsa elbette bu tip bir saçmalığın dine sonradan






                    sokulduğunu hemen anlayacaktır. Lütfen bu konuda aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okuyunuz: http://www.istekuran.com/index.php?p...e15d9fc663f0e0 522ef168dc9a&id=26

                    Son Söz:
                    Zikir Kur’anın bir ismi iken “Zikir Çekmek” diye bir şey uyduran bizler, Resul bize
                    Tanrının mesajını ileten bir beşer iken ona papağanvari bir şekilde medhiyeler
                    düzüp el-medetler çeken bizler, evet bizler bu güzelim dini bu hale getirdik.

                    Derin uykudan uyanma vakti…


                    ALıntıdır

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                      BURAM BURAM PEYGAMBERPERESTLİK
                      "Tefriciye" yazıldığında google'ın gösterdiği rakam 21600. Görünen o ki bu saçmalığa büyük bir kesim bel bağlamış durumda.
                      Bu insanların ne kadar boş bir heves ve tavır içinde oldukları net bir dille ifade edilmelidir. Bu ifadelendirme konunun önemi açısından uyandırıcı ve sarsıcı nitelikte olmalıdır. Tarzım eleştirilebilir fakat bunu özellikle bu tip konularda bilinçli olarak yapmaktayım.
                      Bir insan bir paragrafı 4444 kere okursa ve bundan medet umarsa hele de o
                      paragrafın içeriği buram buram Peygamberperestlik kokarsa işte buna şiddetle
                      karşı durulmalıdır. Düşmanlık ve kindarlık adına değil dindarlık adına, şahısları
                      karalama adına değil yanlışları(nı) ifşa etme adına dik bir duruş sergilenmelidir.
                      Fethullah Gülen gibi bir insan eğer "11 gün boyunca hergün 4444 kere salatı
                      tefriciye okuyun, dertlerinize derman olsun" diyorsa bu adam da yüksek sesle
                      eleştirilmelidir. Birilerinin önünde duranların bu oranda saçmalamaya hakları
                      bulunmamaktadır. Kişi bir tefriciyeyi yarım dakikada okursa 4444 tefriciyeyi
                      kaç saatte okur? 37 saatte. Bir gün 24 saat olduğuna göre??? Bu papağanlıktan
                      öte birşey...
                      Samimiyet ve iyiniyet tekbaşına yeterli değildir. Yanlışları samimiyetle icra etmek felakettir. Hele de bu yanlışlar dinimizi karalamaya malzeme edilebilecek
                      türdense. İşte o zaman vah bize.
                      Şimdi şu tefriciyenin birkısmının Türkçesine bir daha bakalım:
                      "Kendisiyle düğümlerin çözüldüğü, sıkıntıların açılıp zâil olduğu, ihtiyaçların yerine getirildiği, arzu, istek ve güzel neticelere ulaşıldığı, kerim yüzü suyu hürmetine yağmur istendiği Efendimiz Muhammed'e...
                      Bir müslüman bu lafları nasıl söyler? Bunu nasıl olur da papağan gibi 4444 kez
                      tekrarlar? Bu şirk ve saçmalık içeren sözlerin kısmetini açacağına nasıl inanır? Bu islamlığa da insanlığa da hakaret değil midir?
                      Lütfen diğer bazı forumlara ve sitelere ibretle bakınız. "Bilmem kaç kez şu
                      satırları okursan şu kadar sevap, bunları okursan bu kadar sevap yada al şunu
                      1111 kez oku bahtın açılsın" geyiklerine ve müslümanları aptal yerine koymalara buradan hem de yüksek bir sesle "hayır, hayır bu yaptığınız saçmalık" demek
                      gerekmiyor mu?
                      Salatı Tefriciye ve benzeri safsatalara sözbirliği içinde karşı çıkmalıyız.






                      ÇIKTIM GİTTİM GÖK KAPISINA
                      Bana şu dua ezberletilmişti:
                      Çıktım gittim gök kapısına. "Niye geldin" dediler. Hz. Ali için. "Hz. Ali namazda,
                      iki elleri duada". Cennette bir ağaç bitmiş, kökü iskember gibi, yapracığı Kur'an
                      gibi. Bunu gecede yedi kere okuyan Cennet helal Cehennem haram. Halusü,
                      Hulusü.
                      Ne kadar komik bir dua değil mi? Aynen büyüklere ezberletinler gibi.
                      Bu duayı çocuk aklımla yıllarca okudum. Her gece yedi kez bu duayı okumak benim için bir zorunluluktu o günlerde.
                      Sonra büyüdüm ve bu duanın saçma olduğunu gördüm. Bu sefer başka duaları sevap diye okumam söylendi. Salatı Tefriciye gibi. Ve çok şükür ki gün geldi bu duacılık işinin baştan sona saçmalık olduğunu kavradım.
                      Sevapçılık da, Duacılık da saçmalık. Aklı örten, beyni uyuşturan, atalete sebebiyet veren her ne varsa saçmalık.
                      Tekrarcılığı ve kula odaklılığı kutsayan ve insanları robotlaştıran Tarikatçı Öğretiye ve onun sıradan halk nezdindeki uygulamalarına HAYIR.
                      Yalnız Kur'anı rehber edinerek hanifçe düşünmeye ve böylece doğru bilinen yanlışları alabildiğine sorgulamaya ve her an diri-dipdiri olmaya EVET.


                      DİNDARLIK ADINA İBADET UYDURMAK MÜSLÜMANA YAKIŞIR MI?

                      “Zikir Çekmek” iddia edildiği gibi eğer bir ibadet olsaydı bunu Yüce Allah bize
                      apaçık bir dille emretmez miydi? Emredilen bu şeyi Resullerimiz bizzat yaparak bizlere örnek olmazlar mıydı? Bizlere Kur’anda hayatı anlatılan hangi Allah elçisi 1111 kez bir kelimeyi sayıklamayı ibadet olarak bellemiş ve belletmiş?

                      Alıntıdır

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                        Evet nihayet yaziyi bitamam inceleme firsati buldum
                        Aslinda incelemenin tamamini yersiz kilan bir ince husus vardir:
                        Efendim;
                        Bu yaziyi yazan kim?
                        HAKKI YILMAZ
                        Kimdir bu hakki yilmaz?
                        Acaba kendisinin ehlibeyte bir üstünlük iddiasimi var?
                        Kurani incelerken „kendi aklinin ürünü“ olmadigini beyan ederken, kurani tahlil ederken, acaba bizzat kuranda
                        1- Ey iman edenler Allahtan korkun ve sadiklarla beraber olun
                        2- Allah ancak siz ehli beytten kiri (günah ve cirkinligi) gidermek ve sizi tertemiz kilmak ister
                        3- Deki ben buna karsilik sizden bir ücret istemiyorum. Ancak yakinlarimi sevmekten baska
                        4- De ki, gelin ogullarimizi ve ogullarinizi, kadinlarimizi ve kadinlarinizi, nefsimizden olanlari ve nefsinizden olanlari cagiralim, sonra gönlülden lanetle dua edelim de, Allahin lanetini yalancilarin üstüne atalim
                        5- Ve topluca Allahin ipine sarilin ve ayrilmayin
                        6- Ey inananlar! Allaha itaat edin, elciye ve sizden (icinizden) olan emir sahiplerine itaat edin
                        7- Kimde kendisine dogru yol belli olduktan sonra elciye karsi gelir ve müminlerin yolundan baska bir yola uyarsa, onu döndügü yola yöneltiriz ve cehenneme sokariz. Ne kötü bir gidis yeridir orasi
                        8- Sen ancak bir uyaricisin, her toplumun bir yol göstericisi vardir
                        9- Bizi dogru yola ilet, nimet verdigin kimselerin yoluna
                        10- Kim Allaha ve elcisine itaat ederse, iste onlar Allahin nimet verdigi peygamberler, siddiklar, sehitler ve salihlerle beraber olur
                        11- Sizin veliniz ancak Allah, onun resulü, namaz kilanlar ve süku halinde zekat verenlerdir. Kim Allahi ve onun resulünü ve müminleri veli edinirse (bilsin ki) galip gelecek olan yalniz Allahin taraftarlaridir
                        12- Ve ben, tövbe eden, inanan ve yararli is yapan, sonra da yola gelen kimseye karsi cok bagislayiciyimdir
                        13- Biz emaneti göklere, yerlere ve daglara sunduk, onu yüklenmekten kacindilar onun sorumlulugundan korktular. Onu insan yüklendi (bununla beraber onun hakkini tam yerine getirmedi) dogrusu o, cok zalim, cok cahildir
                        14- Ey inananlar, hepiniz birlikte islama girin, seytanin adimlarini izlemeyin, cünkü o size apacik düsmandir
                        15- Sonra o gün nimetten sorulacaksiniz
                        16- Ey Resul! Rabbinden sana indirileni duyur, eger onu yapmazsan onun elciligini duyurmamis olursun. Allah seni insanlardan korur. Dogrusu Allah kafirler toplumunu hidayet etmez
                        17- Bugün sizin icin dininizi kamillestirdim ve size nimetimi tamamladim ve size din olarak islama razi oldum
                        18- Bir isteyen inecek azabi istedi. Kafirlerin basina ki, onu savacak yoktur. Yükselmek derecelerinin sahibi Allahtir.
                        19- Durdurun onlari cünkü onlar sorguya cekileceklerdir
                        20- Senden önce gönderdigimiz elcilerimizden sor
                        21- Rabbin adem ogullarindan, onlarin bellerinden zürriyetlerini almis ve; ben sizin Rabbiniz degilmiyim? Diye onlari kendilerine sahit tutmustu. Evet, sahidiz dediler
                        22- Adem Rabbinden bir takim kelimeler aldi, bunun üzerine onun tövbesini kabul etti.
                        23- Yoksa Allahin lütfundan insanlara verdigi seyler yüzünden onlari kiskaniyorlarmi?
                        24- Araf üzerinde de hepsini yüzlerindeki isaretleriyle taniyan erkekler vardir
                        25- Müminlerden öyle erkekler var ki, Allaha verdikleri sözde durdular, onlardan kimi adagini yerine getirdi, kimi de beklemektedir, sözlerini asla degistirmemislerdir.
                        26- Allahin yükselmesine ve iclerinde adinin anilmasina izin verdigi evlerdir. Onlarin icinde sabah aksam onu tesbih ederler. Kendilerini, ne ticaretin ne de alisverisin Allahi anmaktan namaz kilmaktan, zekat vermekten alikoymadigi erkekler. Yüreklerin ve ögzlerin ters dönecegi günden korkarlar.
                        27- Onun nuru icinde lamba bulunan bir kandile benzer, lamba cam icerisindedir. Cam, sanki inciden bir yildiz. Mübarek bir agactan yakilir
                        28- Ve o (o inancta ve amelde duraklamadan) ileri gecenler, iste Allaha yaklastiranlar
                        29- Allaha ve resulüne inananlar, iste Rableri yaninda onlar siddiklar ve sehidlerdir.
                        30- Yarattiklarimizdan bir ümmet var ki, hakka iletirler ve hak ile adalet uygularlar
                        31- Yoksa biz inanip iyi isler yapanlari, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibimi tutacagiz, yoksa korunanlari yoldan cikanlar gibimi tutacagiz?
                        32- Yoksa kötülük kazananlar, kendilerini iman edenler ve iyi islerde bulunanlarla esitmi tutacagiz. Hayat ve ölümlerini onlarla bir mi kilacagiz? Ne de kötü hükmediyorlar?
                        33- Inananlar ve iyi islerde bulunanlarsa, süphe yok ki onlardir yaratilmislarin en hayirlilari
                        34- Su iki zümre, Rablerinin dini hakkinda birbirleriyle cekisen iki düsmandir. Kafir olanlara atesten libaslar bicilmistir, tepelerine de kaynar su dökülecek
                        35- Inanan kisi inanctan cikan kisiye benzermi hic? Esit olmaz bunlar. Inananlara ve iyi islerde bulunanlaradir. Me’va cennetleri, yaptiklarina karsilik konuk olmak icin. Fakat buyruktan cikanlara gelince onlarin yurtlari atestir. Oradan cikmak istedikleri zaman tekrar, atilirlar oraya ve onlara denir ki: tadin ylaanladiginiz atesin azabini
                        36- Hacilara su verme ve mescidul harami imar etme isiyle ugrasanlarin derecesini, Allaha ve ahiret gününe inanip Allah yolunda savasan kimsenin derecesiyle bir mi tutarsiniz? Allah zulmeden toplulugu dogru yola sevk etmez
                        37- Insanlardan öyleside vardir ki, Allah rizasini almak icin canini verir. Allah rizasini alir, Allah kullarini pek esirger
                        38- Mallarini gece ve gündüz, gizli ve acik harcayanlar yokmu, onlarin ecirleri Rableri katindadir ve onlara ne korku vardir ne de mahzun olurlar
                        39- Dogrulukla gelen kisiye ve onun dogru oldugunu tasdik edene gelince onlardir cekinenleri ta kendileri
                        40- Ve iyice bilin ki ganimet olarak elde ettiginiz seyin mutlaka beste biri Allahin ve peygamberin ve yakinlarindir
                        41- Süphe yok ki Allah ve melekleri salavat getirir peygambere, ey inananlar sizde ona salavat geirin, tam teslim olarak da selam verin
                        42- SONRA KITABI SECTIKLERIMIZE MIRAS BIRAKTIK DERKEN ONLARDAN NEFSINE ZULMEDEN VAR VE ONLARDAN MUTEDIK HAREKET EDEN VAR VE ONLARDAN HAYIRLARDA HERKESTEN ILERI GIDEN VAR ALLAH IZNIYLE ISTE BU PEK BÜYÜK BIR LÜTUF VE IHSANDIR
                        43- BILMIYORSANIZ ZIKIR EHLINE SORUN

                        Basta bu ayetler olmak üzere daha niceleri ile anlatilanlarin kimler olduguna dair de aciklamasi varmidir?

                        Yine zikir hakkinda bu listede yer alan ayetleride bir zahmet ehlibeyte basvurarak kac tanimlamasi vardir? Arti salavat bir emir iken yazida gecen su cümle „Salavat Çekmenin kimseye zerre kadar faydası yok“ ehlibeytten kopmanin insani nerelere sürükleyebileceginin acik bir göstergesidir.

                        Dolayisi ile kardesim, ehlibeytsiz her aciklama yarimdir, onlardan ileri gecen de, onlardan geride kalanda helak olmaya mahkumdur. Bu nedenle burada yazdiklariniz ancak sizleri baglar.
                        Allah selamet versin


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                          Bu başlıktaki yazıların hepsi farklı farklı kaynaklardandır. Kaynaklarını altlarında belirttim.

                          Her başlıktaki yazıya, yazılana ve yazanlara çemkirmek yerine sizler de bildiklerinizi yazabilirsiniz. Ben burada bir şeyin propagandasını yapmak için bulunmuyorum bir şeyler öğrenmek için bulunuyorum. Konusu açıldıkça elimdekileri paylaşıyorum. Bahisleri başka bir başlıkta geçtiği için bu konuları açtım. Ben şii değilim ve kendi savunduğum her görüşe dair bir başlık açmıyorum sitenizde. Özellikle sizi incitecek konularda açmamaya gayret ediyorum. Bir çok tartışmamı sizlerin o konudaki inancını anlayınca sizleri kırmamak için yarım bıraktım (ehlibeytin_izinde olan kardeşle olan tartışmalarımız). Sizin de dikkat etmenizi rica ediyorum. Manasız şekilde copy paste yapacak olsam size çöp gibi gelecek milyarlarca bilgi var milyonlarca konuda.

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: ZİKR (ZİKİR) / ZİKRULLAH YANILGISI

                            kardesim, ilk önce ehlibeyt diye diye (yaza yaza) elimiz nasir bagladi
                            zikir, salavat gibi ehemmiyetli konulari niyetiniz ögrenmek arastirmaksa münazara, soru cevap gibi bölümlerde yazabilirsiniz
                            fakat daha önceki tartismalarimizdan da yola cikarak iyi biliyoruz ki siz bu yazdiginiz görüsleri tasiyorsunuz, bu görüstesiniz!
                            burada ki mesajiniz gayet acik
                            ehlibeyt falan hikaye, siz kurandan filan fülan gibi yorum cikaricilar kadar akil sahipleri degilsiniz ve kurandan da uzaksiniz
                            bu vurgularinizi daha önceki konularda görmedikmi?


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum

                            YUKARI ÇIK
                            Çalışıyor...
                            X