Bismillahirrahmanirrahim
1. Bölüm:
Hiç kuşkusuz, tarihin kesin bilgilerinden biri şudur: Arap kökenli Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a) -yaklaşık olarak- on dört asır önce gelmiş ve peygamber olduğunu söyleyerek insanların sunduğu davete iman etmelerini sağlamak için kıyam etmiştir. Araplardan ve başka uluslardan oluşan bir ümmet getirdiği dine inanmıştır. Bu arada Kur'ân adında bir kitap getirmiş ve bu kitabı Rabbine nispet etmiştir. Bu kitap onun sunduğu genel bilgileri ve şeriatın temel ilkelerini içermektedir. Hz. Muhammed (s.a.a) bu kitapla karşıtlarına meydan okur, onu peygamberliğinin bir kanıtı olarak gösterirdi.
Yine tarih şunu kesin olarak bildirir ki, bugün elimizde bulunan Kur'ân, Hz. Peygamber'in (s.a.a) getirdiği ve genel olarak dönemindeki insanlara alenen okuduğu Kur'ân'ın aynısıdır. Yani Kur'ân'ın aslı, tümüyle kaybolacak, sonra bu aslın yerine dizilişinde ona benzeyen veya benzemeyen başka bir kitap uydurulacak, ardından bu uydurulan kitap Peygamber'e (s.a.a) nispet edilerek insanlar arasında ona indirilen Kur'ân olarak ünlenecek şekilde zayi olup ortadan kalkmamıştır.
İşte tüm bunlar, kimsenin kuşku duymadığı gerçeklerdir. Ancak zihninde problemi olan, anlama zorluğu çeken aptallar bu tarihsel gerçeklerden kuşku duyabilir. Gerek muhalif ve gerekse taraftar hiçbir araştırmacı, tahrif meselesini gündeme getirmemiş, böyle bir olasılığı savunmamıştır.
Yalnızca bazı muhalif veya taraftar kimseler bir cümle veya ayetin (1) fazladan ilave edildiğini ya da eksiltemeye gidildiğini veyahut bir ayetin bazı kelimelerinin ya da irabının (harekesinin) değiştirildiğini söylemişlerdir. Fakat ilâhî kitap Hz. Peygamber (s.a.a) dönemindeki orijinalitesini korumuştur; ne zayi olmuş, ne de kaybolmuştur.
Ayrıca Kur'ân'ın, bütün ayetleriyle ilintili birtakım nitelikler bazında hasımlarına meydan okuduğunu görüyoruz. Yine elimizdeki Kur'ân'da, yani Mushaf'ın iki kapağı arasındaki ilâhî kitapta, meydan okumasına konu aldığı niteliklerin tümünü, en ufak bir değişikliğe uğramadan, hiçbir şeyi gözden kaçırmadan ve hiçbir şeyi yitirmeden meydan okuduğu ilk günkü gibi durduğunu bizzat gözlemliyoruz.
Aynı şekilde Kur'ân belâgati, etkileyiciliği, fesahati, açıklığı ile meydan okumaktadır. Elimizdeki Mushaf'ın akıllara durgunluk veren olağanüstü edebî bir yapıya sahip olduğunu, hiçbir belâgatçinin, hiçbir söz ustasının kaynaklarda yer alan, rivayet edilen şiir, hitabet, risale veya diyalog türü sözlerine benzemediğini, onlarla aynı kefeye konamayacak bir eşsizliğe ve benzersizliğe sahip olduğunu görüyoruz. Bu edebî benzersizliği bütün ayetlerde görebiliyoruz. Bu, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan öyle bir kitaptır ki, onun etkisinden tüyler ürperir, kalpler titrer.
Yine Kur'ân, "Hâlâ Kur'ân (ayetleri) üzerinde durup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz birçok şeyler bulurlardı." (Nisâ, 82) diyerek, herhangi bir çelişki, herhangi bir tutarsızlık içermediğini meydan okuyucu bir tarzda bildirmektedir. Biz de elimizdeki Mushaf'ın buna en güzel şekilde örnek oluşturduğunu gözlerimizle görüyoruz. Bir ayette herhangi bir ipham veya eksiklik gibi algılanan bir yön bulunuyorsa, mutlaka bunun bir diğer ayet tarafından açıklığa kavuşturulduğu, tamamlandığı en güzel örnekleriyle gözlerimizin önündedir. İlk bakışta tutarsızlık veya çelişki gibi görünen bir anlatım, bir başka yerde, öyle olmadığı anlaşılacak şekilde ortaya konmakta, açıklığa kavuşturulmaktadır.
(1) - Meselâ, İslâm'ı din olarak benimsemeyen bazı kimseler, "Muhakkak sen öleceksin, onlar da öleceklerdir." [Zümer, 30] ayetinin, Peygamber'in öldüğünü söyleyenlere karşı kılıcını çekip "kim peygamber öldü derse onu öldüreceğim." diyen Ömer'i yatıştırmak için Ebu Bekir tarafından uydurulduğunu iddia etmişlerdir.
Devamı Var...
Yorum