1- Yalnız olduğunu görüp ona bir uyku verir, eğe kemiklerinin birini alıp ondan Havva'yı yaratır. İkisi de çırçıplaktır, fakat utanmayı bilmezler. Kur’an'daki Şeytan yerine Ahd-i Atıyk'te hayvanların en zekisi olan yılan geçer. Yılan, bu ağaçtan yerseniz gözleriniz açılır, hayrı şerri tanır, Tanrılar gibi olursunuz diyerek önce Havva'yı kandırır, ağacın meyvesinden yedirir, sonra Adem de yer. Çıplak olduklarını anlarlar, utanıp incir ağacının yaprağıyla edep yerlerini örterler. Tanrı, yılana, sen karnının üstünde sürüneceksin, insanoğlu, topuğuyla başını ezecek der. Kadına, sen de doğururken zahmet çekeceksin der. Adem'e de rızkını güçlükle kazan deyip her üçünü de bahçeden çıkarır. Ahd-i Atıyk'te meleklerin Adem'e secde etmesi yoktur. Ahd-i Atıyk'teki hikayelerin çoğu, halk rivayetlerine girmiştir.
2- Hunefa ise bir insan vasıtasıyla ulaşılacağını söyleyerek peygamberliği ve peygamberleri kabul ederler. Sabie, ruhanileri, yani yıldızları takdis ederlerdi (Beyrut, al-Matbaat-al-Ananiyye, taş basması, s. 136-137). Cevher, araz, akıllar, nefisler gibi hükema felsefesini geliştiren ve tasavvufu besleyen esaslar, hep bunlardan ve bunların inançlarından geçmiştir (Aynı eser, s. 151 ve devamı). Bunlara, Mandeens denirdi. Bu ad, ilim ve irfan anlamına gelen yunanca Gnosis kelimesinin müradifi olan Manda sözünden alınmıştır. Zemahşeri, bunları Ehl-i Kitap’tan bir fırka sayar. Yahûdilikten dönüp melekleri kutlarlar. No'man-İbn-i-Sabit'e isnad edilen bir rivayete göre Hıristiyanlardan bir fırkadır ve Zebur okurlar. Müslümanlığın başlangıcında merkezleri, Urfa'nın güneyindeki eski Haran şehriydi. Hille ve Kerbela'da da hala bu mezhebe tabi kişiler vardır. Bunların Ginza denen birtakım mukaddes kitapları mevcuttur. Bunlar vaftizi de kabul ederler. Bunlarca İsa yalancıdır, gerçek peygamber Yahya'dır. Manihaizmin kurucusu Mani de önce bu mezhepteydi (M. Şemseddin: Kablelislam Araplar ve Tedeyyünleri, Darülfünün, İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1. sene, sayı. 3, İst. Evkaf Matbaası, 1926, s. 113-176. Sabie hakkındaki kısım, s. 164-166). Buharı, Kureyş'in, Ebu-Zerr-i Gıfari'ye, Sabii dediklerini kaydediyor (al-Tecrid, c. 2, s. 48).
Mecusi, Zertüşt dinine uyanlara denir, sonradan, puta tapan ve Kitap Ehli olmayanların hepsine denmiştir. Ayette, Zerdüşt dinine uyanlar kasdedilmiştir. Ömer, Avf oğlu Abdurrahman, Hz. Muhammed (s.a.a)'in Yemen'deki Mecusilerden cizye aldığına tanıklık edinceye dek onlardan cizye almamıştı (al-Tecrid, Kitabu Bed'il-halk, 2, 39). Bu hadis, bize, Hz. Muhammed (s.a.a)'in Mecusilerden Kitap Ehli'nden aldığı gibi cizye aldığını göstermesi bakımından pek önemlidir.
3- Matyus İncil’inin son babı olan 28. babının 19. ayetinde Baba, Oğul, Ruh-ül-Kudüs teslisine rastlarız. Yuhanna İncil’inde, İsa'nın müjdelediği teselli edici gerçeklik ruhu da Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs'tür (14, 16-17). Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs, Tanrı kudretidir ve Baba'yla Oğul'dan, yani hayatla kelamdan ayrılmaz. Peygamberler ve erenler, olağanüstü şeyleri bu kudretle yaparlar. Müslümanlarsa İncil'de geçen teselli ediciyi, Paraklet (Arapça’da Firaklit) tarzında kabul edip Hz. Muhammed (s.a.a)'in İsa tarafından müjdelendiğini iddia ederler (Mesela bakınız; Seyyid Hibetüddin-i Şehristani: Rah-nüma-yı Yahûd ü Nasara ya Beybilha, Encümen-i Tebligat-i İslami yayınlarından, Tehran - Şemşi-hicri 1323, bilhassa s. 107-117).
4- ...böylece çocuğun tam Hıristiyan olduğuna inanırlardı, ayet, yaratılışı gerçek vaftiz, yani doğru dine sahip oluş diye kabul ediyor (al-Müfredat, s. 275). Hz. Muhammed (s.a.a) de "Her doğan çocuk, Tanrı yaratışına uygun doğar, sonra dil beller de anası babası, onu Yahûdi yapar, Hıristiyan yapar, Mecusi yapar" mealindeki hadisinde, Tanrı yaratışını, Müslümanlık olarak kabul etmiştir (Süyuti: al-Camii-al-Sakıyr fi Ahadis-il-Beşir-in-Nezir, Matbuat-ül-Hariyye- 1321 h. c. 2, s. 79).
5- Yüklü kadına, çocuk emzirene, çok yaşlı kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü, sonradan neshedilmiştir. Bazılarına göreyse "Yutıykuunehu" sözünde, bir "la" takdir edilmiştir ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler anlamına gelir. Fakat bu söz, ayetteki, "Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır" sözüne aykırı olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'a göre çok yaşlı, susuzluk illetine tutulmuş, yahut bunlara benzer kişilere aittir. Gene aynı hazretten, ramazan ayında hastalanıp orucunu yiyen kişi iyileşir, fakat öbür ramazan ayına kadar yediği günleri kaza etmezse bu kişi, ramazan geçince yediği oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir yoksulu doyurur (Mecma'ül-Beyan, 1, 115).
6- Ancak Hz. Muhammed (s.a.a), karısını tekrar alabilmesi için bir başkasıyla evlendirene ve kadını, tekrar boşayıp kocasına helal etmek için alana, yani şeriatte helal kılmak anlamına gelen "tahlil-i şer'i" yapana ve yaptırana lanet etmiştir (al-Cami-üs-Sagıyr, 2, 103).
7- Ebû-Hanife de bunu kabul eder. Rikatları uzun ve kısa olan namazların ortasında, üç rikattan ibaret olduğu için akşam namazıdır diyenler, orta namazını, sabah ve yatsı namazı olarak kabul edenler de vardır (Mecma'ül-Beyan, 1. s. 145).
8- Yapraklar forma haline getirilince, bir araya toplandığı cihetle "kürrase" ve bunun yanlış söylenişi olan "kerrase" adiyle anılır. Kirs, bir şeyin aslı manasını da ifade eder. İbn-i Abbas'ın rivayetine göre kürsi, Tanrı bilgisidir. Saltanat, tedbir ve tasarruftur da denmiştir. Batlamyus mesleğine uyanlarca yedi göğü kavrayıp kaplayan ve sabitelerin göğü olan sekizinci kat göktür (al-Müfredat, s. 441. Kürsi hakkındaki çeşitli rivayetleri anlamak için bakınız: Mecma'ül-Beyan, 1. s. 154. Hasan Basri Cantay: Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, c.1. İst. 1372-1953, s. 71-72, not. 213).
9- ve kelimenin İbraniceden geldiğini söyleyenler bulunmuştur (Aynı kitap, s. 484). Manen yomlulukla ve bereketle meshedildiği, suçlardan arındığı, zeytin yağıyla, inananları meshettiği, körlerin gözlerini, eliyle meshederek açtığı, hastaları, eliyle sıvazlayarak iyileştirdiği için bu adla anılmıştır diyenler, hatta doğduğu vakit Cebrail tarafından, kanadıyla meshedildiği için bu adı aldığını söyleyenler bile vardır (Mecma'ül-Beyan 1, s.189).
10- En doğru söz, Peygamberin yakınlarından olduklarından temiz kişiler anlamına gelen bu adı aldıklarıdır. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Avvan oğlu Zübeyr'e ümmetimden benim havarimdir dediği rivayet edilmiştir (al-Cami'üs-Sagıyr, c.2, s. 23-24).
11- Necranlılar, mübaheleye cesaret edememişler, vergi vermeye razı olmuşlardı (Mecma'ül-Beyan, 1. s. 193). Kur’an'da hususi bir adla anılan ayetler arasında bulunan bu ayete "İbtihal" ve "Mübahele ayeti" denir.
12- Aynı bölümün 22. babında İbrahim Peygamberin, gökten inen koçu, Tanrıya mahrika olarak sunduğu bildiriliyor (13). Gene aynı kitapta, günah kurbanının iç yağıyla karaciğerinin üst tarafındaki zarının ve daha bazı uzuvlarının yakılması emredilmekte (Huruc, 29, 104), kahin kurbanın etinden ve ekmeğinden sabaha kadar kalan kısmın da yakılması buyrulmaktadır (Aynı bab, 34). Laililer kısmında ve daha birçok yerlerde kurban yakmaktan bahis vardır (1). İlk zamanlarda kurbanın kabulü, yıldırım düşerek kurbanın yanmasıydı. Tanrının Habil'in kurbanına nazar edip kabul etmesi, bu inancın ifadesidir.
13- "Ansar" dır diyenler olduğu gibi Yemenlilerdir diyenler de olmuş ve bu ayet inince Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Abu - Mûsa-l Aş'ariyi işaret ederek bunun kavmidir onlar dediği rivayet edilmiştir. Gene bir rivayete göre Hz. Muhammed(s.a.a)'e bu ayetteki kavim hangi kavimdir diye sorulunca Selman'ın omzuna vurup Fars kavmidir. Biatten dönenlerle, biat etmeyenlerle ve Haricilerle savaşması dolayısıyla Hz. Ali ve ashabıdır diyenler de vardır ki sahabeden Ammar, Huzayfa ve İbni Abbas bu fikirdedir. Muhammed-al Bakır ve Ca'fer-al Sadık'tan da bu rivayet edilmiştir. Mehdi ve ashabı hakkındadır diyenler olduğu gibi her zamanda, kötülüğe ve kötüye karşı koyanlardır diyenler de olmuştur (Macma-al Beyan).
14- Bunun üzerine Ali, rükûdayken elini uzatmış, yoksul, parmağındaki yüzüğü alıp gitmişti. Bu ayet Ehli Beyt imamlarına, Sa'labi'ye, Tabari'ye, Abû-Bekr-al Razi'ye göre bu olay üzerine inmiştir. Başka çeşitli rivayetler de vardır (Macma).
15- Mûsevilerle Hıristiyanları dine davetten çekinmemesi, müşriklerin tanrılarının asılsız olduğunu söylemekten vazgeçmemesi için indiğine dair rivayetler de vardır. Bir başka rivayete göreyse Vida haccından dönerken inmiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.a), Gadiru Humm denen yere konmuş, öğle ve ikindi kılındıktan sonra deve hamutlarından yapılmış olan minbere çıkıp, ey insanlar, bilmez misiniz ki ben, insanlara, nefislerinden evlayım ve bilmez misiniz ki erkek-kadın, her inanana, nefsinden evlayım demiş; herkes tasdik edince Hz. Ali'nin elini tutup kaldırarak, ben kimin mevlasıysam, yani kimin üstünde tasarrufum varsa, yahut kimin efendisiysem, yahut da kimin dostuysam bu Ali de onun mevlasıdır, demiştir (Sa'labi Tefsiri, İst. Üniv. K. Arap. yaz. 1703, 32. a - 34 - a - Başka rivayetler içinde aynı kitaba b.)
16- Bir derde uğrayan, bir hastalığa tutulan, bir dileği bulunan, bir deve adardı. Derdi veya hastalığı geçince, yahut dileği olunca bu deveyi koyuverirdi. Başı boş dolaşan, yemden, sudan men edilmeyen bu deveye "Saibe" denirdi (Ragıb-ı İsfahani, bunun da bahire gibi beş batın doğurmuş dişi deve olduğunu söylüyor: s. 246. Siret-ün-Nebi, aynı cilt, aynı sahifeler). Koyun, dişi doğurursa yavrunun kendilerine, erkek doğurursa putlara ait olduğunu kabul ederlerdi. İkiz olarak dişi ve erkek yavrusu olursa dişi, erkek kardeşine kavuştu derler ve erkeği de dişi yüzünden kurban etmezlerdi. Buna "vasile" adı verilirdi (al-Müfredat, s. 446-547, Sire, s. 95-98). Erkek bir deveden on döl alınmışsa onun sırtı korunmuştur derler, üstüne binmezler, yazıyla koyuverirler, sudan, yemden menetmezlerdi. Buna da "ham" denirdi (al-Müfredat, s. 132, Sire, aynı sahifeler).
2- Hunefa ise bir insan vasıtasıyla ulaşılacağını söyleyerek peygamberliği ve peygamberleri kabul ederler. Sabie, ruhanileri, yani yıldızları takdis ederlerdi (Beyrut, al-Matbaat-al-Ananiyye, taş basması, s. 136-137). Cevher, araz, akıllar, nefisler gibi hükema felsefesini geliştiren ve tasavvufu besleyen esaslar, hep bunlardan ve bunların inançlarından geçmiştir (Aynı eser, s. 151 ve devamı). Bunlara, Mandeens denirdi. Bu ad, ilim ve irfan anlamına gelen yunanca Gnosis kelimesinin müradifi olan Manda sözünden alınmıştır. Zemahşeri, bunları Ehl-i Kitap’tan bir fırka sayar. Yahûdilikten dönüp melekleri kutlarlar. No'man-İbn-i-Sabit'e isnad edilen bir rivayete göre Hıristiyanlardan bir fırkadır ve Zebur okurlar. Müslümanlığın başlangıcında merkezleri, Urfa'nın güneyindeki eski Haran şehriydi. Hille ve Kerbela'da da hala bu mezhebe tabi kişiler vardır. Bunların Ginza denen birtakım mukaddes kitapları mevcuttur. Bunlar vaftizi de kabul ederler. Bunlarca İsa yalancıdır, gerçek peygamber Yahya'dır. Manihaizmin kurucusu Mani de önce bu mezhepteydi (M. Şemseddin: Kablelislam Araplar ve Tedeyyünleri, Darülfünün, İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1. sene, sayı. 3, İst. Evkaf Matbaası, 1926, s. 113-176. Sabie hakkındaki kısım, s. 164-166). Buharı, Kureyş'in, Ebu-Zerr-i Gıfari'ye, Sabii dediklerini kaydediyor (al-Tecrid, c. 2, s. 48).
Mecusi, Zertüşt dinine uyanlara denir, sonradan, puta tapan ve Kitap Ehli olmayanların hepsine denmiştir. Ayette, Zerdüşt dinine uyanlar kasdedilmiştir. Ömer, Avf oğlu Abdurrahman, Hz. Muhammed (s.a.a)'in Yemen'deki Mecusilerden cizye aldığına tanıklık edinceye dek onlardan cizye almamıştı (al-Tecrid, Kitabu Bed'il-halk, 2, 39). Bu hadis, bize, Hz. Muhammed (s.a.a)'in Mecusilerden Kitap Ehli'nden aldığı gibi cizye aldığını göstermesi bakımından pek önemlidir.
3- Matyus İncil’inin son babı olan 28. babının 19. ayetinde Baba, Oğul, Ruh-ül-Kudüs teslisine rastlarız. Yuhanna İncil’inde, İsa'nın müjdelediği teselli edici gerçeklik ruhu da Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs'tür (14, 16-17). Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs, Tanrı kudretidir ve Baba'yla Oğul'dan, yani hayatla kelamdan ayrılmaz. Peygamberler ve erenler, olağanüstü şeyleri bu kudretle yaparlar. Müslümanlarsa İncil'de geçen teselli ediciyi, Paraklet (Arapça’da Firaklit) tarzında kabul edip Hz. Muhammed (s.a.a)'in İsa tarafından müjdelendiğini iddia ederler (Mesela bakınız; Seyyid Hibetüddin-i Şehristani: Rah-nüma-yı Yahûd ü Nasara ya Beybilha, Encümen-i Tebligat-i İslami yayınlarından, Tehran - Şemşi-hicri 1323, bilhassa s. 107-117).
4- ...böylece çocuğun tam Hıristiyan olduğuna inanırlardı, ayet, yaratılışı gerçek vaftiz, yani doğru dine sahip oluş diye kabul ediyor (al-Müfredat, s. 275). Hz. Muhammed (s.a.a) de "Her doğan çocuk, Tanrı yaratışına uygun doğar, sonra dil beller de anası babası, onu Yahûdi yapar, Hıristiyan yapar, Mecusi yapar" mealindeki hadisinde, Tanrı yaratışını, Müslümanlık olarak kabul etmiştir (Süyuti: al-Camii-al-Sakıyr fi Ahadis-il-Beşir-in-Nezir, Matbuat-ül-Hariyye- 1321 h. c. 2, s. 79).
5- Yüklü kadına, çocuk emzirene, çok yaşlı kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü, sonradan neshedilmiştir. Bazılarına göreyse "Yutıykuunehu" sözünde, bir "la" takdir edilmiştir ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler anlamına gelir. Fakat bu söz, ayetteki, "Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır" sözüne aykırı olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam Ca'fer-üs-Sadık (a.s)'a göre çok yaşlı, susuzluk illetine tutulmuş, yahut bunlara benzer kişilere aittir. Gene aynı hazretten, ramazan ayında hastalanıp orucunu yiyen kişi iyileşir, fakat öbür ramazan ayına kadar yediği günleri kaza etmezse bu kişi, ramazan geçince yediği oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir yoksulu doyurur (Mecma'ül-Beyan, 1, 115).
6- Ancak Hz. Muhammed (s.a.a), karısını tekrar alabilmesi için bir başkasıyla evlendirene ve kadını, tekrar boşayıp kocasına helal etmek için alana, yani şeriatte helal kılmak anlamına gelen "tahlil-i şer'i" yapana ve yaptırana lanet etmiştir (al-Cami-üs-Sagıyr, 2, 103).
7- Ebû-Hanife de bunu kabul eder. Rikatları uzun ve kısa olan namazların ortasında, üç rikattan ibaret olduğu için akşam namazıdır diyenler, orta namazını, sabah ve yatsı namazı olarak kabul edenler de vardır (Mecma'ül-Beyan, 1. s. 145).
8- Yapraklar forma haline getirilince, bir araya toplandığı cihetle "kürrase" ve bunun yanlış söylenişi olan "kerrase" adiyle anılır. Kirs, bir şeyin aslı manasını da ifade eder. İbn-i Abbas'ın rivayetine göre kürsi, Tanrı bilgisidir. Saltanat, tedbir ve tasarruftur da denmiştir. Batlamyus mesleğine uyanlarca yedi göğü kavrayıp kaplayan ve sabitelerin göğü olan sekizinci kat göktür (al-Müfredat, s. 441. Kürsi hakkındaki çeşitli rivayetleri anlamak için bakınız: Mecma'ül-Beyan, 1. s. 154. Hasan Basri Cantay: Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, c.1. İst. 1372-1953, s. 71-72, not. 213).
9- ve kelimenin İbraniceden geldiğini söyleyenler bulunmuştur (Aynı kitap, s. 484). Manen yomlulukla ve bereketle meshedildiği, suçlardan arındığı, zeytin yağıyla, inananları meshettiği, körlerin gözlerini, eliyle meshederek açtığı, hastaları, eliyle sıvazlayarak iyileştirdiği için bu adla anılmıştır diyenler, hatta doğduğu vakit Cebrail tarafından, kanadıyla meshedildiği için bu adı aldığını söyleyenler bile vardır (Mecma'ül-Beyan 1, s.189).
10- En doğru söz, Peygamberin yakınlarından olduklarından temiz kişiler anlamına gelen bu adı aldıklarıdır. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Avvan oğlu Zübeyr'e ümmetimden benim havarimdir dediği rivayet edilmiştir (al-Cami'üs-Sagıyr, c.2, s. 23-24).
11- Necranlılar, mübaheleye cesaret edememişler, vergi vermeye razı olmuşlardı (Mecma'ül-Beyan, 1. s. 193). Kur’an'da hususi bir adla anılan ayetler arasında bulunan bu ayete "İbtihal" ve "Mübahele ayeti" denir.
12- Aynı bölümün 22. babında İbrahim Peygamberin, gökten inen koçu, Tanrıya mahrika olarak sunduğu bildiriliyor (13). Gene aynı kitapta, günah kurbanının iç yağıyla karaciğerinin üst tarafındaki zarının ve daha bazı uzuvlarının yakılması emredilmekte (Huruc, 29, 104), kahin kurbanın etinden ve ekmeğinden sabaha kadar kalan kısmın da yakılması buyrulmaktadır (Aynı bab, 34). Laililer kısmında ve daha birçok yerlerde kurban yakmaktan bahis vardır (1). İlk zamanlarda kurbanın kabulü, yıldırım düşerek kurbanın yanmasıydı. Tanrının Habil'in kurbanına nazar edip kabul etmesi, bu inancın ifadesidir.
13- "Ansar" dır diyenler olduğu gibi Yemenlilerdir diyenler de olmuş ve bu ayet inince Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Abu - Mûsa-l Aş'ariyi işaret ederek bunun kavmidir onlar dediği rivayet edilmiştir. Gene bir rivayete göre Hz. Muhammed(s.a.a)'e bu ayetteki kavim hangi kavimdir diye sorulunca Selman'ın omzuna vurup Fars kavmidir. Biatten dönenlerle, biat etmeyenlerle ve Haricilerle savaşması dolayısıyla Hz. Ali ve ashabıdır diyenler de vardır ki sahabeden Ammar, Huzayfa ve İbni Abbas bu fikirdedir. Muhammed-al Bakır ve Ca'fer-al Sadık'tan da bu rivayet edilmiştir. Mehdi ve ashabı hakkındadır diyenler olduğu gibi her zamanda, kötülüğe ve kötüye karşı koyanlardır diyenler de olmuştur (Macma-al Beyan).
14- Bunun üzerine Ali, rükûdayken elini uzatmış, yoksul, parmağındaki yüzüğü alıp gitmişti. Bu ayet Ehli Beyt imamlarına, Sa'labi'ye, Tabari'ye, Abû-Bekr-al Razi'ye göre bu olay üzerine inmiştir. Başka çeşitli rivayetler de vardır (Macma).
15- Mûsevilerle Hıristiyanları dine davetten çekinmemesi, müşriklerin tanrılarının asılsız olduğunu söylemekten vazgeçmemesi için indiğine dair rivayetler de vardır. Bir başka rivayete göreyse Vida haccından dönerken inmiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.a), Gadiru Humm denen yere konmuş, öğle ve ikindi kılındıktan sonra deve hamutlarından yapılmış olan minbere çıkıp, ey insanlar, bilmez misiniz ki ben, insanlara, nefislerinden evlayım ve bilmez misiniz ki erkek-kadın, her inanana, nefsinden evlayım demiş; herkes tasdik edince Hz. Ali'nin elini tutup kaldırarak, ben kimin mevlasıysam, yani kimin üstünde tasarrufum varsa, yahut kimin efendisiysem, yahut da kimin dostuysam bu Ali de onun mevlasıdır, demiştir (Sa'labi Tefsiri, İst. Üniv. K. Arap. yaz. 1703, 32. a - 34 - a - Başka rivayetler içinde aynı kitaba b.)
16- Bir derde uğrayan, bir hastalığa tutulan, bir dileği bulunan, bir deve adardı. Derdi veya hastalığı geçince, yahut dileği olunca bu deveyi koyuverirdi. Başı boş dolaşan, yemden, sudan men edilmeyen bu deveye "Saibe" denirdi (Ragıb-ı İsfahani, bunun da bahire gibi beş batın doğurmuş dişi deve olduğunu söylüyor: s. 246. Siret-ün-Nebi, aynı cilt, aynı sahifeler). Koyun, dişi doğurursa yavrunun kendilerine, erkek doğurursa putlara ait olduğunu kabul ederlerdi. İkiz olarak dişi ve erkek yavrusu olursa dişi, erkek kardeşine kavuştu derler ve erkeği de dişi yüzünden kurban etmezlerdi. Buna "vasile" adı verilirdi (al-Müfredat, s. 446-547, Sire, s. 95-98). Erkek bir deveden on döl alınmışsa onun sırtı korunmuştur derler, üstüne binmezler, yazıyla koyuverirler, sudan, yemden menetmezlerdi. Buna da "ham" denirdi (al-Müfredat, s. 132, Sire, aynı sahifeler).
Yorum