Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Sönmeyen Nur ve İlahi Uyarı

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Sönmeyen Nur ve İlahi Uyarı

    Sönmeyen Nur


    ‘’Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmeyecektir. Tevbe/32

    Bu ayette ilahi ayinname (Anayasa) olan Kur’an-i Kerim, nura benzetilmiştir. Bilindiği gibi nur (aydınlık) hayatın serçeşmesi ve yeryüzünün bereketi ve hayırlarının menbaıdır. İslam’ın ayinnamesi olan Kur’an-i Kerim, beşeriyetin karanlık dünyasını aydınlatacak bir nur ve insanlık camiasını tekamüle götürecek bir hidayet meş’alesidir. Madde ve manada insanları en üst makamlara götürecek ve insanlara insan olma yolunu gösterecek olan ilahi kelamı, kafirler üflemekle söndürmek isterler. Ayet, bu beyanıyla gayri müslimlerin dine karşı olan düşmanlıklarını beyan ederek, Müslüman halkları onlara karşı duyarlı ve uyanık olmalarını ister. Çünkü Hıristiyanlar, Yahudiler, müşrikler ve kafirler birbirini sevmedikleri halde, İslam dinini yok etmek için ittifak halinde çok ciddi bir şekilde çalışmaktalar.


    Bugün ve tarihin sayfalarını çevirdiğimizde ittifak halinde çalışmakta olan bu şer güçlerin hedefi, var olan gerçek İslam dinini; siyasi, ictima-i, hukuki ve iktisadi yapısını, hayat alanından uzaklaştırmaya çalışmaktır. Bu şer güçler, hedeflerini gerçekleştirmek için tarih boyunca, Müslümanlar arasında kendilerine hizmet edebilecek ve yardımcı olacak satılık köleler alırlar. Ve arzulamış oldukları hedefe, bunlar aracılığıyla ulaşabildikleri kadarına ulaşmak için, ne gerekiyorsa onu harcamak suretiyle kavuşmak isterler. Bu siyasi ve sinsi çalışmalarıyla elde etmiş oldukları zenginler ve siyasetçiler vasıtasıyla İslam ümmetinin haremine girerler. Artık İslam’ı ayakta durmaları için baston ve sopa olarak kullanırlar ve böyle kalacak ümidiyle derin bir nefes alırlar; ama bilmediler ve gafil avlandılar Allah’ın nurunu tamamlayacağı vadini duyamadılar ve göremediler.


    Bin dört yüz küsür seneden beri, ilahi nuru sinelerinde taşıyan ve yaşayan ve yaşatmak için gece gündüz durmadan mücadele veren imanlı gönülleri fark edemediler; beklemedikleri bir coğrafyadan küfrün bileklerini bir bir kırarak, ilahi nur olan Kur’an’ın Hira’dan parlayan mucizevi sesini küfrün başına balyoz gibi indirerek, zalimleri şaşkına uğratacağına hiçte inanamıyorlardı.


    Cılız ayakları üzerinde duramayacak kadar aciz olan küfür cephesinin şark bloku, düşünce ve ideolojik olarak ilahi ses karşısında çökerek tarihin çöplüğüne gömülünce, batı bloku büyük bir vahşet içerisinde Müslüman ülkelerin başında bulunan dostları ve müttefikleriyle birlikte, bütçelerinden ayırmış oldukları para ile yükselmekte olan İslam’ın sesini kesmek için çok yönlü mücadele başlattılar. Önce Müslüman halkların nabzını tutarak, din adamlarının desteğiyle mezhebi İslam ümmetinin gündemine oturtarak yıkılmakta olan batının ayakta durması için koltuk değneği oldular. Bu anda yıkılmaya doğru yüz tutmuş batılılar, Müslüman ülkelerin sahip oldukları para ile ayakta durmaktalar.

    İkinci olarak İslami uyanış karşısında vahşete kapılmış olan batılılar; dinler arası diyalog adı altında yumuşak ve ılıman bir İslam anlayışını kendilerine hizmet etmekte olan din adamları, siyasetçiler, aydınlar ve yazar çizerler aracılığıyla seküler ve laik bir anlayışla Müslümanların zihinlerini karıştırarak ayakta durmalarını sağlamaktalar.

    Üçüncü olarak cami ile meyhanenin, içkihane ile tekkenin, kumarhane ile medresenin, pavyon, bar ve sazla yan yana dergahların birbiriyle rahat bir ortamda yaşayabileceğini kabul eden bir İslam’ı, yukarıdaki elamanlarla topluma kabul ettirerek, Muhammedi (s.a.a) İslam’dan uzaklaştırma mücadelesini vererek, İslam ümmetinin sırtında ayakta durmaktalar.

    Dördüncü olarak; Batılıların varlığı için yıllar yılı İslam ümmetinin kanını döken, işkence eden, hapislerde çürüten ve onları öldürmekten zevk alan dostlarının bazılarının boynuna ip takarak, bazılarının cesedini parça parça ederek, bazılarını sürgüne göndererek ve bazılarını da komaya sokarak sosyal bir patlamanın eşiğinde olan Müslümanların, emniyet sibopunu dostlarının eliyle gevşeterek, demokrasi adı altında ümmetin milli geliri olan petrollerini ülkelerine götürerek ayakta durmalarını sağlamaktalar.

    Beşinci olarak; tüm NATO güçleri ittifak içinde önceden karıştırmış oldukları ülkelere, barış adı altında asker çıkararak, o ülkelerin tabii kaynaklarına el koyarak ayakta durmaktalar.


    Özelde İslam’ın genelde insanlığın düşmanı olan bu zihniyetin sahibi olan Batılıların, geçmişte yaptıklarını ve bugün yapmak istediklerini ve hali hazırda yapmakta olduklarını bize tanıtmakta olan Kur’an-i Mecid, bizlere şu dersi vermekte: İslam düşmanlarının her asırda İslam’ı yok etmek için nasıl bir plan hazırladıklarını ve hazırlamakta olduklarını bizleri şu şekilde haberdar etmekte ve teyakkuzda olmamızı istemekte.


    Önce yükselmekte olan İslam’ın nurunu söndürmek için başta büyük şeytan Amerika olmak üzere, tüm müttefikleriyle birlikte hazırlamış oldukları planı gerçekleştirmek isterler. Halen bunu göremeyecek kadar gaflette olanları bu ayetler başlarına balyoz gibi inerek uyandırmak ister.


    Uyarıcı ayetler:


    1 - Özel bütçe ayırarak İslami uyanışı sekteye uğratmak isterler.
    ‘’Şüphesiz ki inkar edenler mallarını, insanları Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlup olacaklardır. Küfürde ısrar edenler ise cehennemde toplanacaklardır.’’ Enfal/36

    Günümüz insanı, Bu ayet-i Celile’nin vereceği dersi dikkatle dinleyip almış olduğu manevi feyizle, düşmanın kullanmış olduğu ilk silahı tanımalı ve bilmelidir. Düşman önce insanların midesini satın almak için ortaya güçlü bir para koyar; çünkü insanların en zayıf noktası onun midesidir; ikinci derecede onun lüks ve refah içinde yaşamasıdır. Üçüncü silah ise, kadındır; bu ise en güçlü silahlardan biridir. Ortaya koydukları para ile bu üç kanaldan insanların hayatına girerek, onları mesir-i hakk’dan ayırmaya çalışırlar; bunlarla yapamadıklarında ise, hayat şartlarını ağırlaştırarak aileleriyle ve çocuklarıyla onları zorlayarak, kabul ettirmeye çalışırlar. Halkın elit tabakasından yani okumuşlarından, aydınlarından, yazarlarından başlayarak tabana doğru kademeli olarak para harcaması yaparlar. Alt kademede ise kömür, makarna, sağlık kartı ve çocukların okul masrafı, yaşlıların ve çalışamayanların maaşa bağlanması ile, Batıl’ı hak göstererek kabul ettirirler. Eğer basiret gözümüz varsa, yaşamış olduğumuz ülkede bu uygulama gerçekleşmiştir. Hemen hemen tüm sahalarda ciddi harcamalar yapılmakta; bu harcamaların hedefinde ise, İslami uyanışın önünü tutarak, batıda kabul görebilen bir İslam’ı hızlı bir şekilde yayarak, hakikat nurunu söndürmek vardır. Ama bu harcamalar, onların kursağında kalacak ve onlar için bir yürek acısı olacaktır. Çünkü hakikat mektebinden velayet dersini almış olan velayet aşıkları, imanlarının kendilerine vermiş olduğu basiretle din düşmanlarının oyununu bozarak, yapmış oldukları harcamaları onlar için yüz karası yapacaktır.

    2 - Müslümanların zayıf ve güçsüz olduklarının tebliğatını yaparlar:

    ‘’Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır. Kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir. biz ise elbette uyanık bir cemaatız.’’ diyor ve dedirtiyor. Şuara/54-56

    İslam düşmanları yapmış oldukları bu tebliğatla, Müslümanları mesir-i hakk’tan ayırmak isterler. Büyük şeytan Amerika, İslam ülkelerindeki müttefiklerinin aracılığıyla; o ülkelerin bilginleri, yazarları ve aydınlarına Müslümanların güçsüz ve bir avuç kendini bilmeyen kişiler olarak tebliğatını yaptırarak, uyanmakta olanların kalplerine Amerika ve Batılılar çok güçlüdür korkusunu salarak, tekrar uyumalarını devam ettirirler.

    Yukarıdaki üç ayet ne kadar da güzel bir şekilde günümüzü anlatıyor; o günün firavunları ve bugünün firavunları aynı çizgi üzerinde, Hamanlarını ve Bel’amı Bahuralarını da yanına alarak Müslümanları zayıf, beceriksiz, güçsüz ve bilgisiz göstererek, insanların onlara olan güvenini sarsıyorlar.

    Çalışabildikleri kadar çalışsınlar, tebliğat yapabildikleri kadar yapsınlar. Firavun’un Nil’de boğulduğu gibi, bugünün firavunları da İslam beldelerinde bir gün boğulacaklardır.

    Bugün velayet güneşinin gölgesinde, velayet aşıkları güçlerini dünyaya kabul ettirmiş, ilim ve teknolojide de dünyaya teknolojisini ihraç edecek güce gelmiştir. Her ne kadar zalimler görülmesini istemeseler de, çok kısa bir zamanda dünya buna şahitlik edecektir.

    3 - İktisadi muhasara:

    ‘’Onlar; Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir yardımda bulunmayın ki dağılıp gitsinler, diyorlardı. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.’’ Munafikun/7

    Tarihin hiç bir döneminde eşine rastlanmamış ve rastlanması mümkün olmayan bir gerçeği İran İslam cumhuriyeti otuz yıldır yaşamakta! Bütün dünya, Müslümanıyla, Hıristiyanıyla, Yahudisiyle, ataistiyle ve laikleriyle elele vererek tam otuz üç yıldır iktisadi ambargo uygulayarak, İran İslam Devleti’nin aziz Rehberinin etrafını boşaltarak, ona geri adım attırmak istediler ve istiyorlar. Ama gafiller ne anlarlar ki, velayet ekseninde birbirine kenetlenmiş şahadet aşıklarının (Ma hemey serbaze tuyim Hameney, guş bı fermane tuyim Hameney) (Biz heppimiz senin askerleriniziz Hameney!..Can kulağıyla emrini bekliyoruz Hameney!..) diyen dilaver gençlerin, gelinlik elbisesini giymiş genç kızların, beli bükülmüş nine ve dedelerin yükseltmiş oldukları sesi duymuyorlar mı? Yoksa duymak mı istemiyorlar. Ama duyacaklar!..

    Şer güçlerin yapmış oldukları bu iktisadi muhasara, İslam’ın gücüne güç katarak Ortadoğu’nun en güçlü devleti olduğunu dünyaya kabul ettirdiler. İlimde, bilimde, teknikte, siyasette ve iktisatta dünyanın süper dedikleri güçlerle yarış halinde. Yine arzuları boğazlarına düğümlenecek ve boğulacaklar bi iznillah!..

    4 - Boş ve çirkin şeylerle insanların gündemini meşgul ederek İslam’dan uzaklaştırmak isterler:

    ‘’İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alırlar. İşte onları rüsva edici azap vardır. Lokman /6

    İslam ümmetinin zalimlere karşı ciddi duruşu, batıl cephesine korkulu anlar yaşatmaktadır. Bu korku içinde yaşamakta olan Batılılar; müttefikleriyle birlikte ümmet arasında ihtilaf çıkarmak için, basit ve değersiz sözler üreterek medya aracılığıyla velayet ekseninde birleşmiş, İslam ümmetinin vahdetini bozmak isterler. Bu çirkin ve kendileri gibi değersiz olan sözleriyle, İslami uyanışı gündem dışı bırakmak isterler. Bu basit sözlü eylemleriyle gün geçtikçe insanlar yanında ne kadar basit olduklarını herhalde fark etmemekteler. Bunlar o kadar ahmak ve aptallar ki, bin dört yüz senedir onun aşkıyla hayatını şekillendiren Müslümanların peygamberine hakaret etmekle, çökmekte olan varlıklarını koruyabileceklerini mi sanıyorlar; koruyabilmek bir kenarda dursun, bu davranışları ve saldırıları onların çöküşte olduğunun açık ifadesidir.

    Ümmet, ekseninde hareket ettiği velayetin beşeriyete sunduğu eğitici, öğretici ve uyarıcı mesajlar karşısında titreyen ayakları üzerinde duramaz hale gelmiş. Batılılar son çare olarak satın almış oldukları film ve sözlerle İslam ümmetinin mukaddesatına saldırıya geçmişlerdir. Zannediyorlar ki, velayet çizgisinde hareket etmekte olan imanlı gönülleri oyuna getirecekler. Şunu bilsinler artık hiç bir planları onları kurtarmayacaktır!...

    5 - İslam düşmanları; Müslümanların üstün başarılar sağlamasını istemezler:

    ‘’ (Ey müminler!) Gerek Ehl-i kitaptan gerek putperestlerden olsun, kafirler, Rabb’inizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder. Allah büyük lütüf sahibidir.’’ Bakara/105

    Ayetin metninden verilmiş ders, İslam dinine ve Müslümanlara kin ve nefretle kıskançlık duymakta olan batı dünyasının ve onların müttefiki ve dostları olanların yüzlerinde ki maskeyi, velayet makamı sayesinde yükselen atom sanayii ve yüksek teknoloji düşürmüştür. Ve İslam’a olan düşmanlıklarını böylece izhar etmişlerdir. Bütün çıplaklığıyla İslam ümmetinin iki yakasının bir araya gelmesini istemeyen Batılılarla ve bilhassa büyük şeytan Amerika ile el sıkışarak kahkaha atan yöneticilerin arkasından giden Müslümanların aklına şaşmak gerek!.. Ama çokta görmemek gerekir geçim dünyası ağam!..

    6 - Düşmanların tüm çabası, Müslümanların imanlarını zayıflatmaktır:

    ‘’Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar af edip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.’’ Bakara/109

    Yukarıdaki ayeti dikkatle okuduktan sonra, almış olduğun dersle, günümüz dünyasında gelişmekte olan siyasetleri değerlendirerek, batıl cephesinin İslam ümmetinin hayatına nasıl girdiğini ve onların imanlarını nasıl zayıflattıklarını çok rahat bir şekilde göreceksin.

    Batıl cephesinin namaz kılanlarıyla birlikte, beslendikleri Yahudi üçgeninden üç temel ilke ile Müslümanların hayatına girerek, onları peygamberi mektep olan Kur’an ve Ehl-i Beyt mektebinden ayırmışlardır. Bu ayrılışla, ümmetin imanını zafıyete ve batıla hizmet etmeye hazırlamıştır. O üç ilke şöyledir:

    1-Eğitim kurumlarını Müslümanların elinden alıp batılılaştırmak için gereken her vesileyi kullanmayı mubah kabul ederler. Gereken her ne vesile varsa onu kullanarak, Müslümanları maddi ve manevi kaynakları olan Kur’an-i Kerim’den uzaklaştırmak isterler; böylece imanlarını zayıflatır ve onlara hakim olurlar.

    2-Ekonominin ve iktisat kurum ve müesseselerini ele geçirmek için Müslümanların tabii kaynaklarına nüfuz ederek, yardımsever yumuşak bir siyasetle satın almış oldukları zenginler ve siyasetçilerin vasıtasıyla, ümmetin milli geliri olan petrol ve madenlerin üzerine çöreklenir ve muslukların yönünü batıya çevirerek oraya akıtırlar ve Müslümanları da işçi olarak çalıştırır ve imanlarına el koyarlar.

    3-Müslümanların savunma gücünü ele geçirmek için içki, kumar, kadın, servet, makam ve sair ne varsa kullanarak, nüfuz edip ele geçirmek için tüm güçlerini ve imkanlarını kullanırlar. Bu üç eylemle yumuşak bir siyasetle ele geçirebildiklerini ele geçirdikten sonra, Müslümanların ahlaki yapılarını değiştirerek seküler bir din anlayışını onlara kabul ettirirler. Bu yollarla ele geçiremediği ülkelerde de; iç savaş meydana getirerek, halkı bunalıma sokarak, kan ve göz yaşlarına insanları boğarlar ve nihayetinde yine bu üç yolla o ülkeye girmeyi başarırlar. Ancak Kur’an ve Ehl-i Beyt mektebinden beslenmekte olanlar bu oyuna gelmediklerinden tarih süreci içinde hapis, işkence, sürgün ve idamlarla tarihin sayfalarını kanlarıyla imzalayarak, din-i mübini İslama sahip çıkmış ve imanlarını bir ateş koru gibi ellerinde tutarak korumuş ve nesilden nesile emanet etmişlerdir. Ve bugün dünyayı sömürmekte olan müstekbirlerin de korkulu rüyaları olmuşlardır. Batılıların şeytani üçgenini bozan İran İslam Cumhuriyeti, yakın bir tarihte biiznillah yüzlerindeki maskeyi düşürerek onların nasıl İslam düşmanları olduklarını da tüm insanlığa ifşa edecektir.

    7 - Müslümanları maddi ve modern silahlarla korkutmak için ciddi bir şekilde propaganda yaparlar:

    İslam düşmanları müttefik ve dostlarıyla Müslümanları korkutmak için batılıların madden çok güçlü ve yenilmesi mümkün olmayan kimyasal, biyolojik ve öldürücü silahlara sahip olduklarının tebliğatını yaptırırlar. Amerika’nın dostları ve müttefikleri bu görevi baş-göz üzere yaparak kendi toplumlarında yıkılmayan bir Amerika’yı onların zihninde yaşatırlar. Bu tebliğatla, Müslüman milletin teslim olmaktan ve itaat etmekten başka bir çareleri olmadığını da kabul ettirirler. Halbuki yüce Allah; mü’minleri düşmanları karşısında güçlü ve günün silahlarıyla kendilerini modernize etmelerini ister ve şöyle hitap eder:

    ‘’ Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.’’ Enfal/61

    Ayetin metninde çok açık bir ders vardır; o da günün şartlarında kendini yenileyip düşmanları korkutabilecek savunma sanayine ve maddi güce sahip olma kimliğini elde etmeleridir. Çünkü asırlardır ellerindeki silahlarla Müslümanları korkutarak sömürdükleri gibi, onların kalplerindeki imana da nüfuz ederek zayıflatmışlardı; Ancak Humeyni-i Kebir yapmış olduğu devrimle, onların bu korku putunu kırarak düşmanları korkutabilecek günün silahlarını imanlı dostları olan mühendislerinden ister ve gerçekleştirir ve dünyada bugün varmış oldukları noktaya tanıklık eder.


    Genel bir değerlendirme yaparak sonuca bakacak olursak; aslında düşmanlar yapılan tebliğat kadar büyük, oldukça güçlü ve yenilmez bir güç değillerdir. Belki Müslümanlar dağınık ve başsız oluşlarından bu korkuyu yaşamaktalar. Doğrudur, velayet ekseninde olmayıp başsız yaşamakta olanlar korkabilirler; ama bugün artık o korku yaşanmamaktadır; çünkü velayet çizgisinde İslam’ın düşmanlarına karşı baş kaldıran Allah’ın askerleri, batılı şer güçlere korku yaşatmaktadır.

    Şu konuya parmak basarak son vermek istiyorum. Talut’la-Calut meselesi günümüz insanına ibretli bir ders vermektedir. Kur’an-i Kerim ders alabilmemiz için kıssayı şöyle anlatır:

    Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerine dikkat ettin mi? O vakit onlar aralarındaki peygambere:

    ‘’Ne olur, bize bir komutan tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim!’’ demişlerdi. O cevaben: ‘’ Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?’’ deyince

    Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki vatanlarından çıkarılan biz, çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz!’’ dediler.

    Fakat savaş kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler. Allah o zalimleri pek iyi bilir.

    Peygamberleri onlara dedi ki: ‘’ Allah size komutan olarak Talut’u tayin etti:’’

    Onlar ise:’’ Biz komutanlığa ondan daha layık iken nasıl olur da o bize komutanlık edebilir! Üstelik servetten de nasibi fazla değil’’ dediler.

    Peygamber şöyle cevap verdi: ‘’Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi. Allah hakimiyeti dilediğine verir. Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.

    Peygamberleri devamla şöyle dedi:’’ Onun komutanlığının alameti, size içinde Rabb’inizden bir sekine ile Musa ve Harun’un manevi mirasından bir bakıyenin bulunduğu ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir. Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin için delil vardır.’’

    Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi: ‘’Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir: onun suyundan içen benden sayılmayacaktır; sadece avucunuzun aldığı miktar muaf olmak üzere, kim onun suyunu içmezse o da benden sayılacaktır.’’ Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler.

    Talut ile yanındaki mü’minler ırmağı geçince o vakit beri yanda kalanlar; “Bugün bizim Calut ve ordusuna karşı duracak takatımız yoktur’’ dediler.

    Ölümden sonra dirilip Allah’a döneceklerini bilenler ise şöyle dediler: ‘’Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmişlerdir. Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.’’

    Talut’un beraberindeki mü’minler ise Calut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki:

    ‘’Ya Rabbena, üstümüze (bolbol) sabır yağdır. Ayaklarımıza sebat ver ve kafir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle’’

    Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davut Calut’u öldürdü. Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şeyi öğretti. Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu. Lakin “Allah alemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir.’’ Bakara/ 246- 251

    Calut ve Talut meselesini ayrı bir makale ile ele alacağız; ancak bu kıssanın sahnesini oluşturan Talut, Calut ve söz verip döneklik yapan Ben-i İsrail oğulları, beraber yola çıkıp sonra geri dönenler ve içlerindeki nebi.

    Kur’an-i olan bu sahneyi günümüzde icra edecek olursak:

    Bugünün Calut’u kimdir? (..........)

    İçlerindeki ismi belli olmayan nebinin görevini kim yüklenmiştir? (...........)

    Yurtlarından kovulmuş olan Ben-i İsrail oğullarının yerine kimler konulmalıdır? (..................)

    Talut’un üstlenmiş olduğu görevi kim bugün üstlenmiştir? (...............)

    Emre uymayıp suyu içenler bugün kimler olabilir? (...........)

    Talutun emrini dinleyip su içmeden Caluta karşı savaşıp az olmalarına rağmen, Calutun ordusunu yenen müminlerin yerine bugün kimleri koya biliriz? (............)

    Yoruma açıktır!..


    Muhammed Avcı
    Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

    Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


    İmam Cafer-i Sadık (a.s)

    #2
    Ynt: Sönmeyen Nur ve İlahi Uyarı

    İlahi Uyarı


    ’'Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın tepesine indirmiş olsaydık, şüphesiz onu Allah’ın azameti karşısında boyun eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.’’ Haşr/21

    Mü`min ve muvvahit gönülleri muhatap alan bu ilahi uyarı, imanının insana yüklediği ağır sorumluluğu hatırlatmaktadır. Gaflet ve tembelliği kabul etmeyen yukarıdaki ayet, işin ciddiyetine işaret ederek iman etmiş olanları görevlerini yerine getirmelerini ister.

    Ayetteki verilmiş misalle, inanmış mü´minlerin dikkatini çekerek, iman edip kabul ettiği dinin ne kadar gıran-baha ve değer bakımından ne kadar üstün olduğuna işaret ederek her mü´minin düşünüp tefekkür etmesini ister!

    Tefekkür: Yerin ve gögün, bu ikisinin içinde bulunanların, varlığını ve görevlerini sana bildiren Rabb’in kudretini düşün ve tefekkür et!. Nehirlerin, denizlerin ve okyanusların var oluşunu ve sema ile irtibatını sağlayan ilahi gücü düşün ve tefekkür et! Dağların, ovaların, ormanların ve çöllerin bir düzen içinde var oluşlarını dengeli tutan gücün kime ait olduğunu düşün ve tefekkür et! Karadaki ve denizlerdeki canlıların varlığının hikmetini ve nasıl tekvini iradeye boyun eğip teslim olduklarını düşün ve tefekkür et!

    Ve bu varlık aleminin varoluşundaki hikmeti düşün ve tefekkür et!. Ve kainattaki bu İlahi düzeni en ince noktalarıyla sana anlatan ilahi kelam olan Kur’an-ı oku, düşün ve iyice tefekkür et ki aldatıcı dünyanın senden almış olduğu değerleri yeniden kazanmış olasın; çünkü Kur’an-i kerim, senin yerini, makamını ve görevini bildiren ilahi bir kitaptır.


    Bu nedenledir ki bu kitap seni muhatap almış ve senin görevini sana bildirmektedir. Dikkat et ve iyice düşün ve tefekkür et, dağların bile çekemeyeceği bu ağır yükün sorumluluğu ve korunması sana verildiğini bil ve gafletten uyan ve görevini yap! Zira manevi bir ağırlığa sahip olan Kur’an-i Kerim, emanet olarak sana verilmiştir. Bu ilahi kitabın korunması, yaşatılması ve hayata hükmettirilmesinin görevi sana verilmiştir. Bu ulvi görevin sahibi olan sen, onunla almış olduğun değeri, makamı ve şerefi koru! Zira Allah’ın yeryüzündeki halifesi olma saadetini elde etmenin mukafatının elbette yükününde ağır olması onun makamının buyük olmasına delildir.

    Allah cellecelaluhu bir dağı örnek vermesinde ki hikmet, beni ademin yaratılmışlar içinde nekadar güçlü nekadar yüce bir makama sahip olduğunu beyan etmek içindir. Bunun içindir ki gaflete düşmemesinin uyarısını yapar. Ve İnsan oğlunun yüklenmiş bulunduğu emanetin ağırlığını ona his ettirmek için vermiş olduğu misalle ona anlatmak ister.

    Bu nedenledir ki Allah, gaflet içindeki müslümanları çeşitli vesilelerle ve çeştli misaller vererek insanı kendi özünü tanımaya ve görevini yapmaya davet eder.

    Kur’an-i Kerim’deki her bir misal veya anlatılan bir kıssa günümüz müslümanlarını uyarmak içindir. Zira refah ve rahat bir hayat, insanı gafletin uyku tulumuna sokar ve ona asıl görevini yapmayı unutturur; böylece o görevli insan namaz kıldığı halde oruç tuttuğu halde hacc’a gittiği halde asıl görevini terk ettiğinin farkında bile olmaz. Bu nedenle Allah, insanın görevinin sadece namaz kılmak, oruç tutmak hacca gitmek, camilerde camaatla namaz kılmak ve güzel sesle Kur’an okuyup tekkelerde zikir etmek olmadığının uyarısını yaparak, asıl görevinin Kur’an-i Kerim’i tümüyle yaşanmasını ister ve şöyle buyurur:

    ‘’ Yoksa siz kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz? İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir. Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.’’ Bakara/ 85


    Bu ilahi uyarı, iman edip kabul edilen bu ilahi kelamın içinde bir kısmını seçerek işine gelen veya begendiğini alarak onunla hayatını şekillendirip diğer bir kısmını bırakanların dünya ve ahirette alacakları ağır cezanın haberini vermektedir. Kur’an-i Kerim’in bir bütün olarak hayata alınması emrolunmuştur. Aksi halde felc olmuş sakat bir insan gibi başkasının yardımına muhtaç olan özürlü bir insana benzer. Ne ölüdür; ne de diri ikisi arasında acı ve çile dolu bir hayat yaşar. Dinin tamamını yaşamayan bir insan, bir topluluk ve bir devlet aynen hasta insan gibidir; ne ölüdür ne de diri; yerde kalmış sahipsiz bir cesede benzer, artık soyguncular soymaya başlar, kimi çeketini alır kimisi şalvarını, kimisi külahını alır kimisi sarığını, kimisi ayakkabısını alır kimisi çorabını, böylece soyup kuşa çevirirler; mukaddes islam dinini! Yukaridaki ayeti celile bu insanların dünyada rüsva olacaklarını ve zillet altında yaşayacaklarını ve ahirettede acı bir azaba çarptırılacaklarının haberini verir ve akıl sahiplerini uyarır!

    İlahi uyarı şöyledir: ‘’ Fitne kalmayıp din, tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın. Allah zaten onların yaptıklarını görmektedir.’’ Enfal/ 39

    Bu ayeti celile dinin tamamının hayata gelmesini ister ve tamamının hayata hükmetmesinin önündeki engelleri kaldırmak için mücadele etmesini ve hatta gerektiği zaman önündeki engelleri kaldırmak için savaşmasını emreder.

    Ayette geçen fitne kelimesi lugat olarak şu manalara gelir.

    Fitne: bir şeyi yabancı maddelerden arıtmak için altına ateş bırakarak eritip özünü almaktır. Ayrıca sınama, imtihan etme, işkence, musibet, bela, günah, fesad manalarına gelebilir. Şirki ve dinsizliği yaymak, dinden döndürmek, Allah’ın helal ve haramını çiğnemek manalarına gelmektedir.

    Bu ayetteki lugat manası Allah’ın dinini tüm yabancı unsurlardan yani laiklikten, demokrasiden, sosyalizmden, komunizmden velhasıl tüm beşeri sistemlerden ayırarak ve arındırarak dini Allah’a halis kılmak emri verilmekte ve gerektiğinde savaş bile yapılmasını emretmektedir.

    İlahi din olan İslam dini, katkı ve yabancı unsurları kabul etmeyen saf ve tertemiz bir dindir. Mükemmel ve kamil olan bu din, hiç bir diğer dine veya beşeri düzenlere muhtaç değildir ve dünya durdukça beşeriyetin her asırda ve zamanda sorunlarını çözecek ve sorularınıda cevaplandırack ilmi bir hazineye sahiptir. İlmi bir değere sahip olan İslam dini tüm akıl sahiplerine şu çağırıda bulunur: Ve dikkatle ayetin okunmasını ister.

    ‘’’ Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta (Kur’ani Kerim’de) hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rabb’lerinin huzuruna getirilecekler.’’ En‘am/38

    ‘’ Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilemez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.’’ En‘am/ 59

    İlahi ve semavi bir din olan İslam dini, yerde ve göklerde varolan ilahi hazinelerin çözüm ve cevabının evrensel olan Kur’an-i Kerim’de olduğunun haberini vererek, yaratılmışların ve özelde beşeriyetin hayatında tekvini ve teşri-i kanunlarında noksansız ve kamil bir şekilde işlediğini müsbet ilim onaylamaktadır. Akıl sahiplerini uyaran bu ilahi kelam, yer ve göklerin ve bunlarda varolan varlıkların hayatlarında işleyen tekvini kanunlarda en ufak bir noksanlık görülmemiştir ve görülemiyecektir. Bilhassa insanın kendisinde işleyen tekvini kanunlar akıllara durgunluk vermekte, ve teşri-i kanunlarla bu mükemmel işleyişi dıştan ve içten gelecek zararlı ve tehlikeli unsurlardan korumak için Allah’tan geldiği şekliyle hayata alınması istenilmekte ve adaletli olmayı da emretmekte.

    ‘’ De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi O’ yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.’’ A’raf/29

    Ayetlerin vermiş olduğu uyarı ilahi hükümlerin tamamının beşer hayatında uygulanmasını istemektedir; yaşanması ve yaşatılması için yapılması gereken mücadelenin verilmesi de emir olunmaktadır. Mucadeleyi terk edenlere çok açık bir uyarıda Hazreti Peygamberden gelmektedir: (Emribilmaruf ve nehyi anil münker görevini terk ederseniz Allah sizin kötülerinizi sizin başınıza getirir. Sizin iyileriniz dua etselerde duaları müstecap olmaz, uyarısını yapar. Ve Hadisi şerif üzerinde müslümanları düşünmeye ve tefekkür etmeye davet eder.

    Çünkü bazı müslümanlar yaşantılarına bir zarar gelmemesi için gününü gün ederek cami kenarlarında cennet sevdasıyla yaşarlar.

    Allah, Ankebut suresinin 1 ve 2. ayetleriyle cami kenarlarında cennet sevdasıyla yaşayan müslümanlara uyarı yaparak insanın başı boş bir varlık olmadığını ve birgün bu hayattan sorulacağını haberdar eder ve şöyle buyurur:

    ‘’İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece <İman ettik> demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, şimdiki müminleri de imtihan edip iman iddiasında sadık olanlarla, samimiyetsiz olanları elbette bilecektir.’’ Ankebut/1-2

    ‘’Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizimi sandınız.’’ Al-I İmran/142

    ‘’Yoksa, Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızımı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’’ Tevbe/16
    Uyarı devam eder!

    Bakara suresinin 214. Ayetile yüce Allah kullarına şöyle uyarıda bulunur:

    ‘’Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?

    Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara duçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamberle yanındaki müminler bile <Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?> diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.’’

    Bu ayetler, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Ve aynı zamanda Allah’ın rızasının ve cennetinin de ucuz olmadığının haberini vermektedirler; zira değerce yüksek olan kıymetli bir şeye kavuşma ve elde etme arzusunda olan her insan gayretli, azimli, sabırlı, sadakatlı ve samimi bir çalışma yapması gerekir ki ta istediğine kavuşabilsin. Yukardaki ayette <meta nasrullah> <Allah’ın nusreti ne zaman gelecek> diyecek kadar sıkıntılara girenler ve ağır bedeller ödeyenlere <Ela inne nasrallahi karib> <üzülmeyin Allahın yardımı çok yakın> müjdesi verilmekte. Hakk yolunda çekilen böyle sıkıntıların mukafatı elbette Allah’ın yardımı ve O’nun rızasının geldiğini ona his ettirecek ve onu o sıkıntıdan elbette kurtaracaktır.

    Bu uyarılar ve verilen misaller ancak akıllı ve düşünen insanlar içindir. Zira sinesini Hakk’ın hakimiyeti için zulme karşı siper etmiş mü’minlere verilecek mükafatın yaratıcıya ait olduğunun inancını taşırlar. İşte bu inanc insanın hayatına yön vererek ona ilahi rızaya kavuşmayı hedef gösterir.

    Rıza-i Hakk: Söylenilmesi oldukca rahat, ne para ister nede pul, herkesin ağzında sakız gibi dolaşan basite alınmış bir söz!
    Hakk’ın sesi olan dini mübini İslam, zalim ve sömürgeci güçlerin sermayesi olmuş ve diledikleri gibi evirip çevirenler karşısında, adeta ölü toprağı üzerine serpilmiş bir hayatı devam ettirirlerken cami kenarlarında tekkelerde uyuşuk ve korkak veya göbek büyüten leziz yemekler veya dayalı döşeli koltuklar üzerinde istirahat eden zevatın Rızay-ı Hak demesi, İslam‘ın sinesine hançer saplamaktan başka birşey değildir. Bilal-i Habeşi’yi anlatır ve dramatik göz yaşlarıyla da onu anarlar ama Bilal gibi hakkın davası için kızgın kumlara yatırılıp karnına taş konulup işkence edilmesini asla aklından bile geçirmez ve istirahatını da bozmaya hiçte niyeti olmaz; ama Bilal’lerin yolunda yürüdüğünü zan ederler!

    Evet! Rızay-ı Hakk’a kavuşmak için <Meta nasrullah> diyecek kadar sıkıntıya girmek, onu lemsetmek (Hissetmek) ve onu yaşamak gerekiyor ki ta <Ela inne nesrallahi karib> müjdesi verilmiş olsun. Bu ilahi mektebin terbiye etme metodudur.

    İyileri kötülerden, sadık ve doğru olanları yalancılardan ve samimi olanları samimiyetsizlerden ayırmak için konulmuş terbiye metodudur; İnanmış olduğu hak davada samimi olup olmadığının nişanesi gayretli, azimli ve fedakarlık göstererek çalışmasıdır. Yüce İslam peygamberi dininde samimi olanları geçmiş ümmetlerden misal vererek şöyle tanımlamak ister. <<Sizden önceki ümmetlerin başına gelenler sizin başınıza gelmedikçe cennete gireceğinizimi sanıyorsunuz; onlar, dinleri uğruna ateş çukurlarında işkence edilir ve demir taraklarla vucutları taranırdı ve öyle sıkıntılara girerlerdiler ki ” Allah’ın nusreti nezaman” diye feryat ederlerdi; Allah da samimi olan kullarına Allah’ın nusreti çok yakındır müjdesini vermişti.>>

    Bu hadisi şerif bir mektebin mensuplarının dinlerinde ne kadar fedakar insanlar olduklarından bahsederek günümüz müslümanlarını uyarmak ister.

    Peygamberimizin yapmış olduğu bu uyarı, Ehl-i Beyt mektebi mensubu olan zevattan mektebe olan sadakatını eylemleriyle ve söylemleriyle isbat etmelerini ister.

    Sadece mersiyeler okuyarak Huseyniye’lerde halkı ağlatmakla din korunmaz ve Huseyni kıyamın manası ve felsefesi de anlaşılmaz; belki bu tip merasimler var olan din istismarcılarının dini sömürmelerine katkı sağlanmış olunur.

    Ancak Huseyni (a.s) kıyamın felsefesini, mantığını ve manasını bilerek zalim ve istismarcı günün yezitlerine karşı Huseyni (a.s) bir duruş sergiliyerek onun okumuş olduğu mersiyeler ona korku vermiş olsun!..

    O günün yezitlerine karşı, Allah’ın dinini hayata alıp yaşanması için verilmiş yetmişiki şehidin kanı, bugünün yezitlerine karşı kıyam etme çağırısını yapmaktadır.


    O gün İmam Hüseyn’in (a.s) kıyadetinde (Önderliginde); dini istismar eden ve dine yabancı unsurları katan yezide karşı kıyam eden gönüllü askerler, günümüz Huseynilerine sunmuş oldukları mesaj, günümüz yezit ve munafıklarına karşı ciddi bir duruş sergileyerek ve Huseyn-i davayı omuzunda taşıyan günümüzun Ali’si Ayetullah Hameneyi’nin kıyadetinde, din istimarcısı olan günün yezitlerine karşı kıyam etme çağırısı yapmaktalar.


    Zira hak ve adaletin tecellisi için dökülen o temiz kanlar, birgün her asırdaki yaşayan ve ben “Ehl-i Beyt taraftarıyım” diyenlerden hesap soracaklar!.


    Allah, bu dünyaya çalışma kanununu koymuştur, atalete, gevşekliğe ve tembelliğe yer yoktur. Bu dünya rahatlık yeri değil hizmet yeridir. Mükafat yurdu ise ahirettir. Eğer dünya rahatlık ve refah yeri olmuş olsaydı Allah; sevdiği peygamberlerini yaşatırdı ve onlara safanın zevkini tattırırdı; ama geçici ve hiç bir manevi değeri olmayan ve solmaya, yok olmaya mahkum olan maddi dünyanın zevk ve neşesi de geçici ve yok olmaya mahkumdur. Bu nedenle peygamberler ve onlara inanan ve onların yolunu takip edenler kendilerini nefsin istediği ve arzu ettiği süfli arzulardan arındırarak ve mevlasının emirlerine boyun eğerek emrolundukları görevi yerine getirerek gerçek zevki yaşamışlardır.

    Bütün peygamberlerin ümmetlerine müşterek mesajı

    ‘’ Ey kavmim! Ben, bu <peygamberliğe> karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hala aklınızı kullanmıyor musunuz?’’ Hud/51

    Gayretli ve çalışkan insanların mevlasıyle kurmuş oldukları iftiharamiz bir hayatın ifadesi <Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir.> Tüyleri ürperten, kalplere güven ve huzur veren ve insanın gerçek şahsiyet ve kimliğini ortaya koyan ve yere göge sığmayan manevi bir söz!

    <Benim ücretim beni yaratan Rabb’ime aittir.> demesi kişinin Rabb’isi ile olan yakınlığını ve onu lems etmesini ve onu yaşadığını ifade etmektedir. Bu nedenledir ki sevdiklerini rahatlıkla Rabb’isine kurban vermektedirler. Bu tarihin bir hakikatıdır ve bizlere bu hakikat miras olarak bırakılmıştır. Sevdiğini, en çok sevdiğine kurban etmek mirasıdır!..

    Cahil toplumlar karşısında sağlam adımlarla, yükümlü bulundukları ilahi görevi yerine getirmek için sinesini siper eden ilahi elçiler ve onlarla beraber olan mü’minler, insanlığın aklına sığmayan en kötü ve çirkin işkencelere tabi tutulmalarına rağmen görevlerini yerine getirmede asla kusur etmemişlerdir. Bu duruş ve ciddiyet, inandığına olan sadakatının ve davasına olan samimiyetinin izahı ve isbatıdır. Zira inandığını yaşıyor ve inandığına kavuşmak istiyor. Geçici ve fani olan değerleri ebedi ve kalıcı olan Rızay-ı Hakk’a kurban ediyor. İşte imanın iktiza ettiği manada budur!



    Allah (celle celaluhu) mü’min kullarına ahiret için hazırlık yapma uyarısı

    ‘’Ey iman edenler! Allah’ın azabına maruz kalmaktan korkun. Herkes yarın ahireti için ne gönderdiğine dikkat etsin ve baksın.

    Allah’ın azabına duçar olmaktan korunun. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.’’ Haşr/18

    ‘’Sakın şunlar gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttukları için, Allah da kendi öz canlarını kendilerine unutturdu. (Fayda ve zararlarını dahi bilemiyorlar.) İşte yoldan çıkanlar bunlardır.’’ Haşr/19

    Rabb’ini unutup terkeden kimse, aslında kendi öz varlığını terketmiş, kendi kendisine yabancılaşmış demektir.Zira insanın asıl kimliği Rabb’ine mensub olması, O’nun kulu olmasıdır ve verilen ilahi görevi yerine getirmesidir.

    Görevini yerine getirmeyen ve en buyük namus olan din-i mübin-i İslam‘ı korumayan ve yaşaması ve yaşatılması için mücadele etmeyen her insan, Allah’ı unuttuğu gibi kendi öz kimliğinide unutmuş veya çok ucuza satmıştır. İlahi görevi bırakan her insan, kendisini aldatan ve oynatan basit ve değersiz bir insandır. Artık hiç bir kıymeti ve değeri olmayan şeylerin hizmetçisi olur. Ve böylece o değerli ömrünü ruzgara verir ve perişan bir vaziyette Rabb’isine dönüş yapar. Artık pişmanlığın kabul edilmediği bir günde utançla Rabb’isinin huzurunda duran bir mücrim olarak hesaba çekilir. İşte bu acı günü yaşamamak için Allah Kullarına uyarıda bulunur.

    ‘’Ey iman edenler! Gerek mallarınız, gerek evlatlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın! Bilinki böyle yapanlar, en büyük kayba uğrarlar.’’ Münafikun/9

    Evet buyük kayıp! İnsan için taktir edilmiş ömür, oldukça değerli ve insan için buyük bir sermayedir. Bu sermaye belirlenmiş ilahi ölçüler ve çizgiler içinde tüketilmediği taktirde buyük kayıba uğramış olur. Asır suresinin 1 ve 2. ayeti bu hakikatı şöyle beyan eder:

    ‘’Yemin ederim zamana.’’

    ‘’İnsanlar ziyandadır.’’

    Zaman dilimi içinde tüketilen şey insanın ömrüdür; ömür ise insanın en büyük sermayesidir. Zaman dilimi içinde yaşamakta olan insan, her nefes alıp verdikçe tüketmekte olduğu şey onun ömrüdür. İnsanı oyalayıp ömrünü tüketen ise mal ve evlattır. Zira insan bu ikisi için çalışmakta ve ömrünü de bu ikisine vakfetmektedir.

    İnsan hayatında ciddi bir şekilde yer edinmiş olan bu iki şey ilahi organizasyona alınmadığı taktirde insanı Allah’ı hatırlamasına engel olur. Bu engel insanda manevi bir çöküntü getirdiği gibi buyük sermayesi olan ömrünü de rüzgara vererek iflas etmiş müflislerden olur.

    Arka arkaya yapılan ilahi uyarılar hesap gününün çok yakın olduğuna işaret etmekte ve uyarmakta.

    ‘’İnsanların hesap verme vakti yaklaştı. Ama onlar hala derin bir gaflet içinde haktan yüzçevirmekteler.’’ Enbiya/ 1

    ‘’Rab’leri tarafından kendilerine gelen her yeni uyarıyı, alaya alıp kalpleri eğlenceye dalarak dinlerler.’’ Enbiya/2

    Bu iki ayetteki iki uyarıyı her müsluman dikkatle okuması gerekir. Zira Allah, her mü’mini ve her insanı muhatap alarak uyarı yapmaktadır. Buna binaen her müsluman okuyacağı bu iki ayetin muhatabı olduğunun bilinci içinde okumalıdır. Şayet dinleyen veya okuyan kendisini ayetin muhatabı olduğunu anlayamayacağı kadar kalbi ve zihni başka şeylerle meşgul ise artık kendi notunu kendisi vermelidir!

    Kur’an-ı Kerim’in iki temel ilkesi olan düşünme ve akletme, kamil insanların kimliğidir. Yüce Allah bu konuda şöyle uyarı yapar.

    ‘’Düşünüp tefekkür etsinler diye onlar için indirdiğimizi onlara açıklayasın diye bu Kur’an-ı da sana indirdik; senden öncekilere de mucizeler ve kitaplar vermiştik.’’ Nahl/44

    İnsan düşünen bir varlıktır; düşüne bildiği için diğer yaratılmış varlıklardan üstün bir kimliğe sahiptir. Bu nedenle yaratan Allah, yarattığı kullarını düşünmeye davet eder.

    Zira Kendisinde gizlenmiş esrar-ı Hakk’ı çözüp ona kavuşa bilmesi için düşünüp tefekkür etmesi gerekir ki diğer yaratılmışlardaki sırrı çözerek zat-i akdesi ilahinin eşyadaki tecelliyatını his ederek onu lems edebilsin. Bu mesir insanın kemalete varabilmesinin yol haritasıdır.

    İnsanın kemalete gidebilmesinin yol haritasının ikinci ilkesi olan akletme, düşünüp tefekkür etmenin ikinci kanadını teşkil eder. İlahi vahyın muhatap aldığı insandır ki var olan cevher akıldır.

    İnsan, yaratılmışlar arasında yerini, konumunu ve görevli bulunduğu makamı aklın sayesinde koruma altına alarak iyi ile kötüyü birbirinden ayırarak hak ve doğru üzerinde karar vermesini sağlar.

    İlahi vahy insanı muhatap alırken yaradılışını ve zatını tanımayı önererek şöyle uyarı yapar.

    ‘’Halka iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa? Halbuki siz kitabı okuyup duruyorsunuz. Artık aklınızı başınıza almayacakmısınız?’’ Bakara/44

    Andolsun! size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hala akıllanmazmısınız?’’ Hud/10

    ‘’Size de, Allah’ı bırakıp kullukta bulunduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmazmısınız?’’ Hud/67

    Bu üç ayetle insana ciddi uyarılar yaparak kendisini tanımaya davet eder. Önce insanı kendi kendisini tanımaya ve onarmaya davet ederek akletmesini ister, İkinci ayette ise beşeriyetin hayat kaynağı olan semavi kitapları ve son ilahi kitap olan Kur’an-i Kerim’i okumaya davet eder ve akletmesini diler.

    Üçüncü ayette ise kulluğun sadece ve sadece Allah’a ait olduğunu, kıymetsiz, değersiz ve geçici şeylere gönül bağlayarak ilahi görevini aksatanlara öf olsun! kınamasını yaparak akletme uyarısında bulunur.

    Üçüncü ayetteki kulluk (abd) kelimesi oldukça dikkatli okunması gerekir! Kulluk, insanın herşeyden daha çok sevdiği ve sevdiğini de eylemleri ve söylemlerle ispat ettiği şey ve şeyler karşısında fedakarlığını ispat etmektir.

    Ey insan! Samimi ve ciddi bir duruşla önce düşün iyice düşün, hemen üstünden geçme, derin derin tefekkür et!.., zira senin hayati meselendir! Kime kulluk ettiğini isbatlamaya çalışacaksın, bu nefse çok ağır gelen bir meseledir; ama sen nefse karşı diren, zira düşünup tefekkür etmen ve akıllıca karar vermen seni gizli şirkin pencesinden kurtaracaktır. Ve senin özün ve gerçeğinle tanışmana sebep olacaktır. Böylece tutsak olduğun madde çukurundan kurtulmuş olacaksın.

    Ey insan! Düşün ve tefekkür et!. Yolcu olduğunu sakın unutma, azığını iyi hazırla, yol; oldukca meşakkatli ve çileli, sermayene iyi bak, sakın eli boş olma, zira bu yolculuk birgün sona erecek, eliboşluluk ve sermayesizlik insanı küçültür, boynunu önüne eğdirir ve utandırır.



    İlahi uyarılardan bir diğeri;


    ‘’Körle - gören, karanlıkla - aydınlık, gölge ile sıcaklık bir olmaz.’’

    ‘’Dirilerle ölülerde bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekileri işittiremezsin!’’ 35/ 19-20-21

    İman, hikmet, marifet, ilim, bilgi ve akıl sahibi, ahlaklı faziletli kimseler ile bunların takip ettiği hak yol ve nail olacakları uhrevi nimetler ile imansız, hikmetsiz, marifetsiz, akıl, basiret, ahlak ve faziletten yoksun kimseler ve bunların takip ettikleri batıl yol ve uğrayacakları uhrevi azap, kesinlikle bir tutulamaz.

    Ayetteki ’’Kabirlerdekileri sen işittiremezsin’’ ifadesi insana ciddi bir uyarı yapmakta; bu uyarı bu dünyadan ahirete göçmüş ve irtibatını dünyadan kesmiş artık hiç bir mesuliyeti ve görevi kalmamış olan insanlara yapılmamakta, belki maneviyattan yoksun, hava ve hevesinin esiri olmuş ve “nefsinin kabrine” kendisini gömmüş olanları muhatap almakta.

    Evet! Yaradılışının manasını bilmeyen, ilahi azametin kendisinde nasıl tecelli ettiğini görmeyen biriyle yaradılışının manasını bilen ve ilahi tecelliyatı eşyada gören ve görevini yapan hiç bir olurmu? Nefsin karanlık arzularının isteklerini yerine getirerek gününü gün eden ve vakitlerini boş beleş geçirenlerle iman nuruyla hayatını şekillendiren, nefsini kendi kontrolunda tutan ve Rabb’isine karşı görevini bilen, gayretli ve fedakar çalışma yapan hiç bir olurmu!?

    Bu uyarılar akıllı insanların düşünüp tefekkür etmesini istemektedir. Verilmiş misallerin insanların hayatını ilahi şekillendirmede önemli bir yere sahip olduğu açıkca müşahede edilmektedir. Hakikat aynasından basiretle bakmasını bilen her insan yapılan uyarılarda ve verilen misallerde alınması gereken buyük dersler vardır. Ama düşünen ve tefekkür eden akıl sahipleri için!..

    Netice olarak yapılan uyarılar verilen misallar her akıl sahibini görevinin başına davet eder. Tembelik, uyuşukluk, ve rahatlık içinde gününü gün etme arzusu mü’min olma kimliğiyle bir arada olmasının mahal olduğunun ikazını yapar. Zira iman gayretli çalışmayı, fedakarlığı ve davasına sahip çıkmayı insandan ister. Çünkü iman aşktır, iman zulme karşı kıyamdır, iman Allah’ın velayetine muhalif olan beşeri düzenlere karşı kıyasıya mücadeledir.


    İman, Küfürle asla uyum içinde olmaz; iman, beşeri düzenleri benimsemeyi, onu desteklemeyi ve onunla beraber olmayı asla kabul etmez, Demokrasi ve laiklik beşeri düzenlerin adıdır.


    Batının ürettiği ve hazırlayıp İslam dünyasına sunduğu gayri Islami olan bir yönetim şeklidir. Hedefleri bunu gündeme alarak İslam ümmetine Kur’an-i ve peygamberi olan ilahi sistem ve yönetim şeklini unutturmaktır. Sinsice hareket ederek demokrasinin ve laikliğin gömleğini zorla İslam ümmetine giydirmek istiyorlar. Bunuda müslüman görünümlü ve kendisini İslam olarak tanıtanların eliyle gerçekleştirmek istiyorlar ve yaptırıyorlarda. Buna binaen yüce Allah mü’min kullarına çok açık ve anlaşılır bir dille uyarıda bulunur.

    ‘’Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsinki ondan hiç bir şey kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır.’’ Al-i İmran/85

    ‘’Allah nezdinde hak din İslam’dır Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkar edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.’’ Al-i İmran /19

    ‘’Göklerde ve yerde bulunan her ne varsa, gerek isteyerek gerekse istemeyerek Allah’a itaat ederken, hepsi döndürülüp O’na götürülürken, onlar kalkıp Allah’ın dininden başka bir dinmi arıyorlar?’’ Al-i İmran/ 83

    ‘’O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.’’ Tevbe/ 33

    ‘’Fitne kalmayıp din, tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın. Allah zaten onların yaptıklarını hakkıyla görmektedir.’’ Enfal/39

    Ey mü’minler! Yukaridaki ayetleri düşünerek, tefekkür ederek ve aklederek oku! Seni şirkten küfürden, nifaktan ve şirke dayalı düzenlerden kurtaracak olan ilahi ayetleri iyice oku! Sakın es geçme!.. zira senin dünya ve ahiretine düzen verecek ve seni yaratanınla tanıştıracak.

    Evet! Bu ilahi uyarılar insanı, açık ve gizli şirke düşmemesi için ona Hak yolla batıl olan yolun haritasını sunar ve dikkat alarmını verir.

    Sonuç olarak ilahi uyarılar beşeriyetin hayatının şekillenmesinde konulmuş ilahi hükümlerdir. Bu nedenle dikkatle okunması, üzerinde düşünüp tefekkür edilmesi gerekli ve hayati bir meseledir. Okuyup üzerinden geçilerek basite alınacak olunursa gelecek azabın sonucunada razı olması gerekir.

    Muhammed Avcı
    Tevekkülle elde edilen sırlar; bir tek yakîn haddini bilenlere mahsustur.

    Hakikî Şialarımız da yakîn sınırını koruyanlardır, ki onlardan «Allah'ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaları»nı bekleriz!


    İmam Cafer-i Sadık (a.s)

    Yorum

    YUKARI ÇIK
    Çalışıyor...
    X