Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KAİNATIN YÜZ AKI’NIN VARLIK ALEMİNİ ŞEREFLENDİRİŞİ \ Zeki TÜMAY

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    KAİNATIN YÜZ AKI’NIN VARLIK ALEMİNİ ŞEREFLENDİRİŞİ \ Zeki TÜMAY

    Bismillahirrahmanirrahim

    İnsanlık tarihi boyunca kimi zaman dini motifli, kimi zaman milli ve bazen de siyasi kökenli olaylar, genel kamu vicdanında yer etmiş olacaklar ki söz konusu o toplumlarda bir devrin ve bir devrin başlangıcı olarak kabul görmüşlerdir.

    Örneğin; Hz. Musa (A.S.)ın Firavuna baş kaldırışı, Yehud halkı için Hz. İsa Mesihin doğumu, Hristiyanlar için ve İslam Peygamberlerinin de hicretleri, Müslümanlar için birer tarih ve takvim olmuşlardır. Ki bu dinlerin taraftarları kendi yaşam koşulları ve hadiselerini, onunla dengeler ve tartarlar. Kimi milletler asil bir tarihlerinin yanı sıra bir takım olayları da bir tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Örneğin kimi batılı ülkelerde; Fransa’da büyük devrim ve Sovyetler Birliğinde 1917 Ekim devrimi yani Komünizm gibi olaylar. O ülkelerde bir çok akımların öncüsü ve başlangıcı olmuştur. Geri kalmış bir kısım ülkeler ise böylesi siyasi ve dini avgümanlardan yoksun olduklarından olacak ki bir takım olağanüstü hadiseleri kendileri için bir tarih başlangıcı olarak kararlaştırırlar. İşte bu yüzdendir ki cahiliye dönemi Arap coğrafyasında elle tutulur, gözle görülür bir medeniyet emaresi olmadığından karşılaştıkları savaş, deprem, kuraklık veya olağandışılık arz eden bir takım olayları kendileri için tarih yapmışlardır. Bu yüzden tarihin tozlu sayfalarında Araflar için değişik ve sayısız tarihler göze çarpmaktadır. Öyle ki onların sonuncusu (Almülfil) fil senesi ve (Ebrehe) nin fil ordusuyla Kabi’yi yıkmak üzere saldırışıdır ki, Miladi 570’te vuku bulan bu olay bir tarih olmuştur. Arap yarımadasında. İşte aynı yılda Peygamber efendimizde dünyaya gözlerini açmış ve hangi yıl doğmuştur sorulduğunda fil senesinde dünyaya geldi diye cevap verilir. Yani Araplar o nahoş hadiseyi kendilerine tarih yapmışlardır.

    Evet! Ortaçağın o karanlık döneminde esasen insanlık ölmüştü diyebiliriz, ayaklar altına düşürülmüş ve insanlığın onuru zedelenmiş ve bir ticaret meta olarak algılanmaktaydı. Hak hukuk rafa kaldırılmış, sesini biraz olsun yükseltmek isteyenler susturulmuş ve kölelik etiketi, yaftası ve prangaları o günkü insanlığın olmazsa olmaz aksesuarı oluvermişti. Tokluk sözcüğü onların semasından adeta kayıp gitmiş, açlık ve sefalet onların adeta gölgeleri gibi olmuştu. Hani gölgesi insanın yanı başından hiç eksik olmaz ya sadece kara toprağa girdikten sonra gölgede kaybolur. İşte öyle bir şey. Kalem sadece onları tanımlamaya çalışıyor asıl yaşayan bilir. Tertemiz kız çocuklarını alınlarında kara bir lekeymiş gibi algılıyor ve tez elden o lekeyi yok etmenin çareleri aranıyordu. Ne kadar çalışkan olsa da, günlük kazancı sadece karnının doyurmaya yeterdi. O günün insanlarının velhasıl misafirlerin sarhoşluk naralarıyla açların açlık feryatları içleri burkan bir melodi oluşturup Mekke gecelerinin derin sessizliğini yırtarak gök kubbeye birlikte yükselirlerdi. Yüce yaratanın manevi huzuruna böylesi bir tablo sunuluyordu. Alemin, zifiri küfür karanlığının yırtılması ve yerini kalıcı bir aydınlığa bırakması gerekiyordu. İte o an gelmişti. Kureyş’in elit tabakasının nefsani tutumlarıyla harmanlanmış, kural tanımazlığıyla meşhur o günün kültürü ve değer yargılarının yeniden ve sil baştan yorumlanması ve dizayn edilmesi gerekiyordu. Taşlar yerinden oynatılmalı ve roller değişmeliydi. İnsanlık başını kaldırıp üzerine kendi elleriyle serpelenmiş, miskinlik tozunu atmalı ve kendisine gelmeliydi. Sanırım öylesi bir dizi haksızlık ve kötülükler üzerine kurulmuş bir düzeni yıkmak ancak ve ancak ilahi patentli birisinin eliyle mümkün olabilirdi. Aksi takdirde gücünü Allah’tan almayan birisi mutlak surette münci ve kurtarıcı olamazdı. Sadece (Kulu la ilahe illallah Tüflihu) Allah’tan başka ilah yoktur deyin kurtulun diye halkı hep doğru yöne yönlendiren birisi kurtarıcı olabilirdi. Kesraların saraylarının sarsılışı, bir bölümünün yıkılışı ve koskoca Roma’nın panikleyişine böylesi ilahi bir rolün verildiği yüce bir şahsiyetin doğumu sebep olmuştu. Avam tabakaya pek fazla yansıtılmayan, su götürmez bu gerçeği, baştaki idareciler sezmiş olacaklardı ki alemde bir şeylerin değiştiğini fark etmişlerdi. Kuranı Kerimde Hz. Musa (A.S.) ın doğumunu çok ilginç tabirlerde özetlemiştir. Yüzlerce günahsız çocuk, onun doğmaması için öldürülmüştür diye nakleder. Fakat ilahinin iradesi şöyle tecelli etmiştir. O hazreti düşmanları kendi ellerinde büyüttü ve o hazretin ilahi vergisi gücü ile devredildi ve cihanda çok kötü bir nam bıraktı. Hz. İsa Mesih’in doğumu ise ondan çok daha ilginçliklerde doluydu. Hiçbir beşerin kendisine dokunmamasına rağmen Yüce Allah’ın emriyle Cebrail (A.S.) ın onun ensesinden üfleyişiyle hamile kalarak doğum sancıları tuttuğunda kuru bir hurma ağacına ilahinin emriyle yaslanıp sallaması ve anında o kuru ağacın yeşerip hurma vermesi ve ağaçtan düşen taze hurmadan yiyerek doğumun kolay geçmesiyle yüzleşip daha sonra çocuğunu ne yapacağı konusunda tereddüde düştüğünde ve herkesin kendisine şüphe gözüyle bakması ve şüphe dolu şeyler sorması neticesinde çocuğa işaretle onunla konuşun. Onun da Kelime-i Şahadet getirerek ve kendi peygamberliğini ilan ederek söze başlaması o gün bu gündür imanlı insanların b.ütün şüphelerini gidermiş. İşte bu peygamberler ve diğer peygamberlerin hakkındaki sayısız mucizeler varken ve inanılıyorken İslam peygamberinin doğum anındaki vuku bulmuş olağanüstü hadiselere inanmamak elde değil. Save gölünün kuruması, başta Kabe olmak üzere dünyadaki bütün putların o gece yıkılması, Fars’ın ateş kedesinin bir anda kendiliğinden sönmesi, o hazretin mübarek vücudundan gökyüzüne bir nurun yükselmesi ve çok geniş bir bölmeyi aydınlatması, Enu Şirevan ve saraylıların o gece çok korkunç rüyalar ve kabuslar görmeleri olaya bir başka boyut katmıştı. Yani karanlıklar artık yerini aydınlıklara bırakacaklardı. Yani Allah nurunu tamamlayacaktı, kafirler istemeseler de. Kuranı kerimde Ali İmran 144, Muhammed 2, Feth 29 ve Azhab 40 ıncı ayetlerde Muhammed (S.A.A.S) ve Sef Suresi 6 ıncı ayette de Ahmed diye geçer. Sadece üç gün kendi annesi Amine Hatun’un sütünü emdi. Daha sonra 4 ay boyunca Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe ondan sonra da Halime Saaddiyyeden süt emmişlerdir. Dedesi Abdulmüttalip’ten sonra kendisini 42 yıl boyunca amcası EBu Talip himaye etmiş ve kollamıştır.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X