Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Batı Medeniyetinin Mutsuzluk Tablosu \ Yusuf TAZEGÜN

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Batı Medeniyetinin Mutsuzluk Tablosu \ Yusuf TAZEGÜN

    Bismillahirrahmanirrahim

    15. yüzyıl ile birlikte Batı kendi geri kalmışlığını ortadan kaldıra bilmek ve içinde bulunduğu ortaçağdan kendini sıyırıp kurtara bilmek için arayışa girişti. Bu arayışta batılı akademisyen ve düşünürlerin yapmış olduğu ilk iş; eski Yunan-Roma birikimini yeniden okumak ve bu birikime ilaveten İslam medeniyetini tanıyıp, araştırıp, yorumlamak oldu. Hiç şüphesiz günümüz Batı medeniyetinin temel taşları ve hayat kaynaklarını eski Yunan ve Roma oluşturmaktadır ve hala o kaynaktan beslenmeye devam etmektedir. Eski Yunan'dan hümanizm, sekülarizm, liberalizm alınırken, Roma ise; teknoloji ve askeri idealleri etkilemiştir.

    17. yüzyıl sonrasında Rönesans ve Aydınlanma çağlarıyla da daha bir gelişen Batı medeniyeti için ilk olarak Hegel "Modernity" kavramını kullandı ve modernizm büyük bir iddia ile insanları "mutluluğa götürüyoruz" diyerek son yüzyıllara damgasını vurmaya başladı.

    Fakat bu vaatle birlikte kendisini dünya insanlarının büyük bir kesimden soyutladı, bunu da dini hayattan dışlayarak yaptı, metafiziği, aşkın felsefeyi inkâr ederek. Batı insanı hâkimiyet arayışı ile birlikte kendi çevresiyle savaşa girişti. Her şey "öteki"leşti."Öteki"yi kontrol altına almaya ve yok etmeye başladı. Allah, kitap, insan, doğa, tarihle sıkı bir savaş başladı. Ya bizden olacaksın/modern olacaksın ya da öteki/gayri modern olmayı tercih edeceksin. Öteki olmayı kabullenmek demek ise, Batının (özellikle de Amerika’nın) potansiyel düşman kategorisi içine girmek ve kültürel, sosyal, iktisadî, siyasî ve hatta askerî olarak savaş halinde olduğu "öteki taraf" olmak demektir.

    Dolayısıyla insanlığın bu sözde modernizm, medeniyet ve kültürden almış olduğu nasip; ırkçılık, emperyalizm, zulüm ve sosyal anarşi olmuştur. Mensubu insanların almış olduğu nasip ise; büyük bir mutsuzluk, hayal kırıklığı dolayısıyla intiharların çoğalması yahut tımarhanelerin dolması..

    Evet, Batı gelişti, Batı ilerledi, teknolojik anlamda çok üst seviyelere çıktı, kilisenin hâkimiyeti dönemindeki halkların ezilmişliğine son verdi, ancak hayalini kurabildikleri hakları geri kazandı. Bu büyük bir devrim, muhteşem bir ilerleme. Gelişen bilim ve teknik teşekkür ötesi takdirleri hak ediyor, akılları hayrette bırakıyor.

    Lakin dini ve ahlaki değerleri inkâr ettiklerinden tüm bunlara rağmen batılı, en değerli olanı yani insanlığını kaybetti. Avrupalı bir filozof kitabında şunları yazıyordu:"Çağımız insanı gökyüzünde bir kuş gibi uçmayı, denizin diplerinde bir balık misali yüzmeyi başardı, fakat yeryüzünde insanca yürümesini başaramadı." Başaramaz tabii, çünkü Batı en başından kendisini dinden soyutladı, peygamberlerin geliş amacı olan insana yeryüzünde insanca yürümesini öğretmekten kendini müstağni bildi. Tüm bu gelişmeler onun eliyle yeryüzünü bir felakethaneye çevirdi, insanoğlu ahlaki bir çöküş ile karşı karşıya kaldı.

    Batılı yazarların içinde, kitaplarını beğenerek okuduğum Alexis Carrel "İnsan Denen Meçhul" adlı kitabında buna işareten şunları yazıyor: "Kimse eskiye oranla eğitim, sağlık, iletişim vb. konularda elde edilen gelişmeleri göz ardı edemez fakat alkolün, uyuşturucunun bir veba salgını gibi her tarafı kuşattığı da inkâr edilmemelidir. Batı tarihte görülmemiş bir şekilde gelişti, ama bununla beraber tarihte hiç görülmemiş bir şekilde de çıldırdı, bu gün Avrupa’nın her şehrinde akıl hastaneleri dolup taşmaktadır. Özellikle cinsellikle ilgili dini öğretilerin topyekûn rafa kaldırıldığı günümüzde gençlerin çok erken denecek yaşta kişisel özgürlük adına yaşadıkları tabii olmayan deneyimlerin açtığı yaraları görmezlikten gelemeyiz. Sözde özgürlükler sonucu ortaya çıkan tedavisi mümkün olmayan bazı hastalıklarla insanlık bugün mücadele etmekte. Söz konusu hastalıklara müptela kişilerin çektikleri fiziki acıların yanı sıra maruz kaldıkları depresyonlar ve psikolojik travmalar ise meselenin hassasiyetini çok daha açık gözler önüne sermektedir."

    Modernlikle birlikte, toplumların ve nesillerin bel kemiği olan aile de tamamen çöktü, gayri meşru hayatı aile ortamına tercih eden, ya da part time evlilikle hayatlarını sürdüren bireylerin aile kurumunu ne derece yıprattığı herhalde tartışma götürmez. Hâlbuki İslam’ın iman esaslarından sonra gelen en önemli tekitlerinden birisi de eşler arasındaki hak, hukuk, saygı ve sevginin tesisiyle ilgilidir, zira İslam’ın korunmasını özellikle istediği meselelerin başında aile ve nesil gelmektedir.

    Bu bağlamda, Batı kültürü/modernizm en büyük hatayı dini hayattan dışlamakla yapmıştır; bu katı sekülerleşmenin sonucu da din, bütün emir ve yasaklarıyla gözetilmesi gereken bir müessese olmaktan çok, son derece sığ bir biçimde algılanmakta ve sadece kültürel bir değer olarak bireyin hayatında kendisine yer bulabilmesidir. Oysa din olmaksızın insan kendisini hep boşlukta hisseder, yaşam manasını yitirir. İnsan karşılaştığı çile, zorluk, stres ve ıstıraplarda dini dayanaktan mahrum kaldığı için güçsüz duruma düşer, iradesiz olur, dinsiz bir toplum mızmız bir topluma dönüşür. Paranoyak kesilir, umudunu yitirir, umuduyla birlikte mutluluğunu da kaybeder.

    Yani günümüz Batı medeniyeti oluşur. Yani milyonluk büyük şehirleri dolduran yalnız insanlar, ölümü tek başına bir odada bekleyenler, psikiyatristlerde kuyruğa girmiş agresifler, sabah akşam antidepresan kullananlar, stres, bunalım, depresyon ve buhranlarla boğuşanlar.

    Aynı şekilde dini hayattan çıkaran bir toplum; kadının iffet, onur ve üstünlüğünün yok edildiği bir topluma dönüşür, cinsellik ar perdesini yırtıp artık pazara dökülür. İnsanlar daha çocuk denecek yaşlarda cinsellikteki mahdudiyetsizlikle hayvanlardan daha aşağı konuma yuvarlanır, sınırsız bir rezillikle yaşamaya çalışır.

    Sonrasında mı? Bunalıma girmiş erdemden yoksunlar, yalancı mutluluğa ulaşa bilmek için meyhaneleri doldururlar. Mutsuzluklarını unutmak, akıllarını devre dışı bırakmak için…

    İşte size Batı medeniyetinin ve modernizmin görkemli hediyesi; tımarhaneler, umumhaneler, meyhaneler…

    Modernizmin bu görüntüsüne bakınca ister istemez dilimizden şu cümleler dökülüyor: Güzeller iffetsiz, sözler diyanetsiz ve dostlar sadakatsiz ise şayet, yerin altının üstünden hayırlı olduğu zaman dilimi gelmiş demektir.

    Bir de 15. ve özellikle de 17. yüzyıl sonrasında insanlığı "Mutluluğa götürüyoruz" vaatleriyle etraflarına toplamışlardı. Kendilerine katılmayanları da "Canım biraz modern ol, sende amma gericisin" tarzında cümlelerle kendilerine katma çabası içerisine girmişlerdi.

    Fakat modernizm kurucularını da, mensuplarını da mutlu edememiştir. Modern insan mutsuzdur. İnsanları mutlu kılmak için gevezelik yapanlar, kimi salonları dolduranlar, aslında en mutsuz insanlardır, hem güldüren şovmenler ve hem de zoraki mutluluk için gülenler. Modernizmin faturası, mutsuzluktur. Ali Şeraiti'nin de "Dua" kitabının önsözünde dediği gibi: "Modernizm büyük bir iddia ile insanları 'mutluluğa götürüyoruz' derken, ellerindeki gösterişsiz mutluluktan etmiştir, yerine görkemli mutsuzluk vermiştir. Satre’nin yenilgisi, Albert Camus’un boşluk felsefesi, Andre Gide’nin abes fiilleri, Heideger’in yabancılaşma ekolü… bütün bunlar gerçeğin değişik türde deyimlenmesidir ve modern insanın bunalımının/mutsuzluğunun göstergesidir."

    Zira tüm bu Avrupalı düşünürler ve takipçileri mutluluğu yanlış yerde aradılar bu yüzden de hiçbir zaman mutlu olamadılar, olamazlar da, çünkü insanı mutlu kanaatkâr kılan maneviyattır, dünyevi istek ve şehvetler değildir. Makam-mevki, ilim-bilgi, güzellik-zarafet ve zenginlik-refah değildir. İnsanı mutlu kılacak olan sadece dindir, yalnız Allah sevgisidir, Allah aşkıdır, münhasıran "Ela bi zikrillahi tatmeinnul kulûb "dur.

    Öyleyse Batılılaşmanın karşısında durmaya, bu kültürel savaşa (tehacümü ferhengi) karşı direnmeye ve modernizmi aşmaya gerek var mı? Sorusuna elbette ki hiç duraksamadan "Evet" demeliyiz.

    Müslümanlar bunların her türlü zahiri cazibesine kendisini kaptırmadan ve her çeşit tarafgirlikten sıyrılarak birlik içinde sadece İslam medeniyetini ve kültürünü yaşamaya ve yaşatmaya çalışmalıdır. Buna ilaveten kesinlikle onları dost kabul etmemelidirler. Oysa ne yazık ki, Müslümanların özelliklede Batılılaşmak için gecesini gündüzüne katan toplumumuzun ilk yanlışı ve en büyük yanlışı düşmanını dost zannetmesiyle oldu. Hâlbuki Kuran-ı Kerim'in buyurduğu üzere batılıları hiçbir zaman kendimize dost olarak görmememiz gerekmektedir. "Ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar, sen onların dinlerine tâbi olmadıkça asla senden razı olmazlar." (Bakara:120)

    Batıya ve sözde modern yaşama hayranlık duyanlar, mensuplarını alkışlayanlar, seçip başa geçirenler demek ne kadar da büyük bir delaletin içerisindeler. Ahiret ehli olmuş gerçek mümin sadece mümini kendisine dost kabul eder, İslam'ı ve Müslümanları en üstün görür, kâfirleri ise; her ne kadar pozitif bilimlerde gelişseler bile, en muhteşem teknolojik gelişmelere imza atsalar dahi yine de sevmez, üstün görmez, dost kabul etmez.

    Fakat şunu da unutmayalım: "Hiçbir zaman gökten gül yağmaz; daha çok gül istersek, daha çok fidan dikmemiz ve yetiştirmemiz gerekir."

    Selam ve dua ile…
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X