Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Selman-i Farisî (1)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Selman-i Farisî (1)

    1- SELMAN-İ FARİSÎ'NİN İSLAM'A YÖNELİŞİ

    İmam Musa bin Cafer (a.s)'dan Selman-i Farisi'nin nasıl Müslüman olduğu sorulunca şöyle buyurdular: "Emir'ul- Muminin Ali (a.s), Selman-i Farisi, Ebuzer-i Gifari ve Kureyş'ten bir grup cemaat Peygamber (s.a.a)'in kabrinin yanında toplandıkları bir sırada Hz. Ali (a.s) Selman'a: "Ya Eba Abdillah, nereden gelip nasıl Müslüman olduğunu bize anlatır mısın?" dediğinde, Selman-i Farisi şöyle dedi:
    "Ya Emir'el- Muminin! Eğer senden başkası böyle bir istekte bulunmuş olsaydı, ona anlatmazdım. Ben İsfahan'ın "Cîy" köyündenim (Başka bir nakilde Şirazlı olduğu geçer) ve babam çiftçi birisi idi. Beni haddinden fazla seviyordu ve bundan dolayı evden dışarıya çıkmama izin vermiyordu. Ben çocukluğum sebebiyle Mecus dininden başka inançlardan haberdar değildim.

    Babamın bir tarlası vardı. Bir gün tarlaya gidip orada çalışanlara bir şeyler söylememi emretti. Tarlaya gitmek için evden dışarı çıktım ve yolda Hıristiyan'ların kilisesine uğradım. Orada bir grup cemaatin namaz ve duayla meşgul olduğunu gördüm. Daha fazla bilgi edinmek için kiliseye girdim. Oradaki insanların Allah'a yalvarıp yakarışları beni kendilerine cezp etti. Oradakilerin dininin benim babalarımın dininden daha iyi olduğunu anladım. Akşam olunca eve döndüm. Babam: "Nerede idin, neden geç geldin?" diye sordu.
    Cevaben: "Hıristiyanların kilisesine gitmiştim; onların dinî merasim, namaz ve ibadetleri benim ilgimi çekti; onların dininin babalarımın dininden daha üstün olduğunun farkına vardım" dedim.

    Babam: "Senin babalarının dini daha üstündür" dedi.

    Ben: "Hayır, onların dini daha üstündür. Onlar Allah'a tapıyorlar; O'na ibadet ve kulluk ediyorlar. Ama siz, kendi elinizle yaktığınız ateşe tapıyorsunuz; el çektiğinizde ise o sönüyor" dedim.

    Babam, bu sözlerimden dolayı sinirlenerek beni hapsetti ve ayağıma kelepçe vurdu.
    Birisi vasıtasıyla Hıristiyanlara bir mesaj göndererek onların dinini kabul ettiğimi ve onların dini merkezinin nerede olduğunu sordum.

    Cevaben: "Şam'dadır" dediler.

    Yine onlara bir mesaj göndererek: "Şam'dan bir kervan gelirse, döndüğü zaman onlarla beraber Şam'a gitmem için bana haber verin" dedim. Bir ticaret kervanı Şam'dan gelir gelmez, ayağımdaki zinciri açıp onlarla birlikte Şam'a gittim.

    Selman Hıristiyan Oskoflarının Mektebinde Şam'a ulaştığımda: "Hıristiyan dininin en büyük âlimi kimdir?" diye sordum. "Kilisenin reisi Oskof’tur" dediler. Onun yanına vararak dedim ki: "Sizin hizmetinizde olmak istiyorum, beni eğitin." O da ricamı kabul etti.

    Bir müddet onun yanında ilim tahsil ettim. O dünya seven birisi idi, onu fazla sevmiyordum... Nihayet bu dünyadan göçtü. Onun yerine geçen şahıs, zahit ve takvalı birisi idi. Bir süre istek ve rağbetle yanında kaldım. Ama çok geçmeksizin o da dünyayla vedalaştı.

    O vefat etmeden önce, ondan: "Sizden sonra kimin yanına gideyim, kimi tavsiye ediyorsunuz?" diye bana yardımcı olmasını istedim.

    Cevaben: "Evladım, ben Musil'de takvalı bir âlim tanıyorum; vefatımdan sonra onun yanına git" dedi.
    Ben Musil'e giderek o âlimin yanına gittim ve: "Filan Oskof beni size gönderdi" dedim. Bir müddet de onun yanında kaldım. Nihayet onun da ölümü yetişti. Son anlarında ona: "Artık siz dünyadan ayrılıyorsunuz; bana kimin yanına gitmemi tavsiye ediyorsunuz?" diye sordum.

    Cevaben: "Oğlum! Nasibin'de çok değerli bir alim vardır; onun yanına git. Ben ondan daha iyi birini tanımıyorum" dedi.

    Onun ölümünden sonra Nasibin'e giderek o âlimin huzuruna vardım; o değerli birisi idi. Bir müddet de onun yanında kaldım ve sonunda onun da ölüm zamanı yetişti. Ölüm zamanı o, Amuriye'de (Şam şehirlerinden biri) bulunan bir âlimin yanına gitmemi tavsiye etti. Ben Amuriye'ye giderek onun tavsiye ettiği Hıristiyan aliminin yanına gittim. O da iyi birisi idi, bir müddet de onun yanında ilim tahsil etmekle meşgul oldum... Onun da eceli yetişti. Ona: "Kimin yanına gitmemi tavsiye ediyorsunuz?" dedim.

    Cevaben şöyle dedi: "Kendim gibi birini tanımıyorum. Ama çok yakın bir zamanda Arap memleketinde bir Peygamber meb'us olacaktır. O peygamber kendi doğduğu yerden (Mekke'den) çok hurmalıklı ve iki taşlı çölün arasında yer alan bölgeye (Medine'ye) hicret edecektir. O peygamberin özellikleri şunlardır:

    1- Onun iki omzu arasında nübüvvet damgası vardır.
    2- Hediyeyi kabul eder ve ondan yer.
    3- Sadakayı kabul etmez.


    Bu nişanelerle onu iyice tanıyabilirsin. Kendinizi ona ulaştırmanız gerekir.

    Selman Medine'ye Hareket Ediyor

    O âlimin vefatından sonra, ticaret için Arabistan'a hareket etmek isteyen bir kervana: "Tüm sermayemi size verirsem, beni de kendinizle birlikte götürür müsünüz?" diye öneride bulundum. Onlar da kabul ettiler. Ama yolun yarısında bana hıyanet ederek bir köle adıyla Yahudilerden birisine sattılar. Beni alan adam, beni evinin bulunduğu hurmalıklı bir yere götürdü. Ben orası vaat edilen bölge olduğu ümidiyle onların yanında yaşıyordum. Ama sonradan anladım ki orası vaat edilen bölge değilmiş. Nihayet Benikurayza Yahudilerinden biri beni o Yahudi'den alarak kendisiyle birlikte Medine'ye götürdü.

    Medine'yi gördüğümde duymuş olduğum nişanelerle oranın, Peygamber (s.a.a)'in hicret edeceği yer olduğunu anlamış oldum ve onun bahçesinde sevinçle çalışmakla meşgul oldum. Hz. Muhammed (s.a.a)'in zuhurunu beklediğim bir sırada O Hazretin Mekke'de zuhur ettiğini öğrenmiş oldum.
    Köle olduğumdan dolayı fazla araştırma yapamıyordum. Nihayet Peygamber (s.a.a) birkaç ashabıyla birlikte Medine'ye hicret ederek "Kuba" isminde bir yere geldiler.

    Selman Hz. Peygamber (s.a.a)'i Tanımak Peşinde

    Ben geceleyin kendimle biraz yiyecek götürüp efendimin evinden gizlice dışarı çıktım. Kuba'da Peygamber (s.a.a)'in yanına vardığımda dedim ki: Duyduğuma göre siz salih bir insansınız ve bir grup insanlar da size uymuşlardır. Ben kendimle fakirlere mahsus olan bir miktar sadaka getirmişim; siz de fakir olduğunuz için bunu benden kabul ediniz.

    Peygamber (s.a.a) ashabına: "Onun getirdiği yiyecekten yiyiniz" buyurdu. Ama kendisi yemedi. Ben kendi kendime: "Onun, sadaka olan maldan bir şey yememesi, bana söylenilen peygamberlik özelliklerinden biridir" dedim. Daha sonra bulunduğum eve döndüm. Hz. Peygamber (s.a.a)'de Medine'ye geldi. Ben yine kendimle bir miktar yiyecek Peygamber (s.a.a)'in yanına götürerek: "Sizin sadaka olan maldan bir şey yemediğinizi gördüğümden dolayı bunu hediye olarak size getirdim" dedim. Hz. Peygamber ve ashabı hep birlikte o yiyecekten yediler. Kendi kendime dedim ki: "Hediyeyi kabul etmesi de peygamberlik özelliklerinden ikincisidir." Daha sonra büyük bir sevinçle eve döndüm. Üçüncü özellik peşinde idim. Tekrar Peygamber (s.a.a)'in yanına gittim. Hazret ashabıyla birlikte cenaze merasimine katılıp bir cenazeyi teşyi ediyorlardı. Üzerinde iki aba vardı; onlardan birini giyip diğerini ise, omzuna atmıştı. Peygamberlik nişanesi olan damgayı görmek için Peygamber (s.a.a)'in etrafında dolaşıyordum. Benim ne için dolaştığımın farkına vardığında abayı omzundan kaldırdı. Peygamberlik damgası ve nişanesini bana söyledikleri gibi gördüm. Kendimi O'nun ayağına atarak öpüp ağladım. Beni kendi yanına çağırdı, ben de gidip O'nun kenarında oturdum. Peygamber (s.a.a) başımdan geçen olayları ashaba anlatmamı istedi. Ben de başımdan geçen macerayı evvelden sonuna kadar anlattım. İşte o zamandan itibaren İslam'ı kabul edip Müslüman oldum.

    Köle olduğumdan dolayı İslam programlarından serbestçe yararlanamıyordum. İşte bundan dolayı İslam Peygamber'inin önerisi üzerine beni alan efendimle, beni aldığı parayı ona yavaş yavaş ödeyerek hür olmam için bir antlaşma yaptık. Müslümanların yardımı ve Allah'ın lütfüyle özgürlüğe kavuştum. Şimdi bir Müslüman olarak özgürce yaşıyorum. Gerçi köle olduğumdan dolayı Resulullah (s.a.a)'in kenarında Bedir ve Uhud savaşlarına katılamadım. Ama Hendek ve diğer savaşlara katıldım."

    (Bihar, C. 22, S. 355 ve 362. İki rivayetten yani 2 ile 5. rivayetlerden yararlanılmıştır.)

    2- KABİR VE BERZAH ÂLEMİNDEN BİR RAPOR

    Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın seçkin yarenlerinden olan Esbeğ b. Nebate şöyle diyor:
    Selman, Hz. Ali (a.s)'ın Medain valisi idi, ben de sürekli onunla birlikte idim. Selman hastalanınca ben onun ziyaretine gittim. Ömrünün son günlerini yaşıyordu. Bana şöyle dedi: "Ey Esbeğ! Resulullah (s.a.a) bana bildirmiştir ki, ölümüm yaklaştığında ölüler benimle konuşacaktır. Birkaç kişiyle birlikte, ölümümün yetişip yetişmediğini öğrenmem için beni bir tabuta bırakarak mezarlığa götürünüz." Selman'ın emrine itaat ettik, onu mezarlığa götürdük, kıbleye doğru yere bıraktık. Selman yüksek bir sesle ölülere hitaben şöyle dedi:
    "Selam olsun size ey topraktan evde oturanlar, ey dünyaya gözlerini kapayanlar!"
    Bir cevap gelmedi, tekrar şöyle seslendi: "Selam size ey örtüleri toprak olanlar; selam size ey dünyadaki amelleriyle karşılaşanlar; selam size ey kıyamet gününü bekleyenler! Allah ve Peygamber aşkına, sizlerden biri benim cevabımı versin, ben Resulullah (s.a.a)'in kölesi Selman'ım! Peygamber (s.a.a) bana haber vermiştir ki, ölümüm yaklaştığında bir ölü benim cevabımı verecektir, ölümümün yaklaşıp yaklaşmadığını öğrenmek istiyorum."

    Sonra Selman biraz sustu, aniden kabrin içerisinden şöyle bir ses geldi:

    "es-Selam-u aleyke ve rahmetullahi ve berekatuh. Ey bina ve fena ehli ve dünya işleriyle meşgul olanlar! Sesini duyuyoruz ve cevap vermeye hazırız, Allah sana rahmet etsin, istediğin şeyi sorabilirsin."
    Selman: "Ey ses sahibi! Sen cennet ehlinden misin yoksa cehennem ehlinden mi?"
    Ölü: "Ben, Allah'ın, kendisine bağış ve lütufta bulunduğu ve rahmetiyle (Berzah) cennetine bıraktığı kimselerdenim."

    Selman: "Ey Allah'ın kulu! Ölümü bana tarif et; ölüm aşamasını nasıl geçtin, ne gördün ve sana ne yaptılar?"
    Ölü: "Ey Selman! Allah'a and olsun ki, eğer makasla doğransaydım veya penseyle bedenimin etleri koparılmış olsaydı, benim için ölüm zorluğundan daha kolay olurdu. Bil ki ben dünyada, Allah'ın lütfüyle hayır işler yapardım, farzları yerine getirirdim, Kur'an okurdum, anne ve babamın hizmetinde bulunmaya gayret gösterirdim, haramlardan sakınırdım, kimseye zulüm etmezdim, gece gündüz, sorgulanmak ve durdurulmaktan korktuğum için helal rızk peşinde koşardım, en güzel şekilde mutluluk ve refah içerisinde yaşıyordum. Aniden hastalandım, birkaç gün geçtikten sonra ölüm yatağına düştüm, bu sırada büyük cüsseli ve korkunç simalı bir şahıs karşımda belirdi. Ne göğe yükselebiliyordum, ne de yere girebiliyordum. O, gözüme işaret etti kör oldum, kulağına işaret etti sağır oldum, dilime işaret etti lal (dilsiz) oldum. Artık bedenim ne görüyor, ne de duyuyordu. Bu esnada ailem ve dostlarım ağlamaya başladılar, ölüm haberi her tarafa yayıldı.

    Bu sırada iki güzel simalı şahıs yanıma geldiler; biri sağımda, diğeri ise solumda oturdular, bana selam verdikten sonra şöyle dediler: "Amel defterini getirmişiz, al oku! Biz, sürekli senin yanında bulunan ve amellerini yazan iki meleğiz."

    İyi işlerimle ilgili defteri okuduğumda güldüm ve çok sevindim. Bu defter Rakib'in elinde idi. Ama Atid'in elindeki günahlarımla ilgili defteri okuduğumda, gördüğüm şeyler beni çok üzdü ve ağlattı. Bu esnada o iki melek şöyle dediler: "Seni müjdeliyoruz, hayırla karşılaşacaksın."

    Daha sonra ilk şahıs (Azrail) bana yaklaşarak ruhumu çekip çıkardı. Bu esnada yapılan ve söylenen her şeyi görüp duyuyordum. Akrabaların ağlaması ve çığlıkları şiddetlenince, ölüm meleği öfkeyle onlara bakarak şöyle dedi: "Ey cemaat! Neden ağlıyorsunuz? Allah'a andolsun ki ben ona zulüm ve haksızlık yapmadım. O halde neden bağırıp çığlık atıyorsunuz? Hepimiz Allah katında eşitiz. Eğer siz bizim hakkımızda, bizim sizin hakkınızda emir olunduğunuz gibi emir olunmuş olsaydınız, bizim yaptığımız işi siz de yapacaktınız. Allah'a andolsun ki onun rızkı bitmedikçe ve süresi dolmadıkça biz onun canını almadık. O, Kerim olan Rabbine döndü; O da onun hakkında istediği hükmü verecektir. O her şeye kadirdir. Sabrederseniz mükafatlanırsınız, sabırsızlık yaparsanız günah işlemiş olursunuz. Ben çocuklarınızın, anne ve babalarınızın ruhlarını almak için size çok uğrayacağım."

    Sonra benden vazgeçti, ama ruh onunla birlikte idi. Bu esnada onun yanına diğer bir melek geldi, sonra ruhumu ondan alarak beni kendisiyle götürüp Rabbimin karşısına bıraktı. Rabbimin karşısında yer alınca, büyük-küçük her şey hakkında soru sordular; namaz, oruç, hac, Kur'an, zekat, sadakalar, geçirmiş olduğum vakit ve günler, anne ve babaya itaat, haksız yere adam öldürmek, yetim malını yemek, geceleri ibadetle meşgul olmak ve diğer birçok şeylerden soru sordular.

    Daha sonra Allah'ın izniyle bir melek ruhumu yeryüzüne geri çevirdi. Bu sırada bir şahıs bedenimin yanına gelerek gusül vermek için elbiselerimi çıkardı ve beni yıkamaya başladı. Bu esnada ruhum şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu! Bu güçsüz bedene merhamet et, Allah'a and olsun ki kendisinden çıktığım bütün damarlar kopmuş, bütün organlar kırılmıştır."

    Allah'a and olsun ki, eğer gusül veren şahıs bu sözü duysaydı, kesinlikle ölüye gusül vermezdi. Gusül ve kefenleme işlerinden sonra ailemi ve komşuları benimle vedalaşmaya çağırdılar, vedalaştıktan sonra beni bir tahtanın üzerine bıraktılar, ruhum bu esnada yüzümle kefenim arasında idi. Sonra bana cenaze namazı kıldılar. Namazdan sonra beni götürüp kabre bıraktılar. Derken büyük bir dehşete kapıldım.

    Ey Selman! Bil ki kabre koyulunca adeta gökten yere düştüm. Üzerime toprak döktüler, Bu esnada ruh, dilime, kalbime ve kulağıma döndü. Mezarlıktan eve dönmek için seslendiklerinde, çok pişman oldum, keşke ben de dönenlerden olsaydım dedim. Bu esnada kabir tarafından birisi şöyle cevap verdi: "Bu, boş bir arzudur, kıyamet gününe kadar bir berzah vardır (artık dönüş mümkün değildir)." O cevap verene: "Sen kimsin?" diye sordum.

    Cevaben şöyle dedi: "Ben, münebbih (uyandırıcı) isminde bir meleğim, Allah tarafından insanların yapmış oldukları bütün amelleri, ölümlerinden sonra onlara haber vermekle görevliyim."
    Sonra beni çekerek oturttu ve şöyle dedi: "Amellerini yaz."
    Dedim ki: "Ben onları sayamam."
    Melek: "Rabbinin şu sözünü duymamış mısın?: "Allah, onları saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır."(Mücadele/6)

    Sonra şöyle dedi: "Yaz, ben sana söyleyeceğim."
    Dedim ki: "Kâğıt yoktur."
    Melek kefenimin bir köşesinden tutarak: "İşte kâğıt, yaz!" dedi.
    Dedim ki: "Kalem yoktur."
    Melek: "İşaret parmağın senin kalemindir" dedi.
    Dedim ki: "Mürekkebim yoktur."
    Melek: "Ağzının suyu mürekkeptir" dedi.
    Sonra o, dünyada yapmış olduğum küçük ve büyük bütün amelleri bana yazdırdı;
    Daha sonra amel defterimi mühürleyerek dürdü ve boynuma astı. O kadar ağırdı ki sanki dünya dağlarını boynuma bırakmışlardı.

    Nihayet Münebbih melek gitti ve çok korkunç olan Münker adında bir melek geldi.
    Bana: "Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir? Ne inanç üzeresin? Dünyadaki sözün nedir?" diye sordu. Onun korkusundan dilim tutuldu, şaşkınlığa uğradım, ne diyeceğimi bilemedim, korkudan vücudumdaki bütün organlar birbirinden ayrıldı. Derken Rabbimden taraf bir rahmet bana geldi, kalbimi sakinleştirdi, dilimi açtı. Bunun üzerine Münker'in cevabında şöyle dedim:

    "Ey Allah'ın kulu! Neden beni korkutuyorsun? Ben bunların cevabını biliyorum. Ben tanıklık ediyorum ki Allah'tan başka bir ilah yoktur, Muhammed (s.a.a) O'nun elçisidir, Allah Rabbimdir, Muhammed (s.a.a) Peygamberimdir, İslam dinimdir, Kur'an kitabımdır, Ka'be kıblemdir, Ali imamımdır, müminler kardeşimdir.
    Yine şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, o tektir, ortağı yoktur, Muhammed (s.a.a) O'nun kulu ve resulüdür. Bu benim sözüm ve inancımdır ve Rabbimi bu inanç üzere mülakat edeceğim."
    Bu esnada "Münker" şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu şimdi seni esenlikle müjdeliyorum, şüphesiz kurtuldun."
    Bu sözlerden sonra benden ayrıldı. Bu esnada Nekir isminde diğer bir melek geldi, korkunç bir ses çıkardı, ilk sesten daha korkunçtu. Parmaklar birbirine geçtiği gibi azalarım birbirine geçti. Sonra bana şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu! Şimdi amelini bana getir."

    Şaşkınlık içerisinde kaldım, nasıl cevap vereceğimi düşünüyordum. Bu esnada Allah-u Teâlâ o korku ve dehşeti benden giderdi, hüccetimi (delilimi) bana ilham etti, güzel yakin ve tevfik verdi. Derken onun cevabında da şöyle dedim:

    "Ey Allah'ın kulu! Bana karşı yumuşak davran. Ben dünyadan şu inanç üzere ayrıldım: Ben, Allah'tan başka bir ilahın olmadığına, O'nun tek ve ortağının olmadığına şahadet ediyorum. Yine şahadet ediyorum ki, Muhammed (s.a.a) O'nun kulu ve elçisidir; Şüphesiz cennet haktır; cehennem haktır; sırat (köprü) haktır; mizan (terazi) haktır; hesap haktır; Münker ve Nekir'in sorgu ve suali haktır; öldükten sonra dirilmek haktır; cennet ve Allah'ın vaat ettiği ondaki nimetler haktır; ateş ve Allah'ın kendisiyle korkuttuğu ondaki azap haktır; kıyamet gelecektir, onda bir şüphe yoktur; şüphesiz Allah-u Teâlâ kabirde olanları diriltecektir."
    Nekir sonra şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu! Daimi olan nimet ve sürekli olan bir hayırla seni müjdeliyorum."
    Daha sonra o beni sağ kolum üzerine yatırtarak şöyle dedi: "Gelinin yattığı gibi (rahat) yat."
    Daha sonra o (Münker melek), benim için başımın yanından cennete, ayak tarafından da cehenneme bir kapı açtı. Sonra şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu! Kendisine doğru gideceğin cennet ve nimetlerine ve de kendisinden kurtulduğun yakıp kavurucu cehennem ateşine bir bak."

    Daha sonra ayak tarafından açılmış olan kapıyı kapattı ama baş tarafından cennete açılmış olan kapı öylece açık kaldı. Cennetin ravh ve nimetinden bana getirdi, kabrimi göz alabildiği kadar genişletti ve sonra benden ayrıldı.

    İşte bu benim durumum, sözüm ve karşılaştığın şeylerdi. Ben, Allah'tan başka bir ilahın olmadığına, O'nun tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed (s.a.a)'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ediyorum. Ey benden soru soran! Seni sorgulayacak olan meleklerin sorgu suali korkusundan ve dehşetinden dolayı sürekli Allah'ı göz önünde bulundur."

    Esbeğ sözünün devamında şöyle diyor: "Bu esnada, konuşan ölünün sesi kesildi. Selman şöyle dedi: "Allah size merhamet etsin beni yere bırakın."

    Selman'ı yere bıraktığımızda: "Beni bir şeye dayayın" dedi. Onu dayadığımızda göğe bakarak şöyle dedi: "Ey her şeyin varlığı elinde bulunan ve kendisine dönülecek olan! Sana iman ettim, Peygamberine tabi oldum, kitabını tasdik ettim ve vaat ettiğin bana geldi; beni kendi rahmetine götür ve keramet evine yerleştir. Ben şahadet ediyorum ki Allah'tan başka ilah yoktur; O tektir ve ortağı yoktur. Yine şahadet ediyorum ki Muhammed (s.a.a) Allah'ın kulu ve elçisidir." Selman'ın şehadeteyni kamil olduğunda, ölümü yetişti ve canını Allah'a teslim etti.." (Bihar, c. 22, s. 374)
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X