Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KISACA İSLAM'IN SİYASİ TARİHİ

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    KISACA İSLAM'IN SİYASİ TARİHİ

    KISACA İSLAM'IN SİYASİ TARİHİ


    İslam'ın Siyasi Ve Mezhebi Düsturu


    İslam Peygamberi'nin (s.a.a), Allah tarafından tebliği için gönderilen din iki bölümden oluşmaktadır:

    1- Tevhit, nübüvvet, imamet, adalet ve ahireti içeren itikadî esaslar.

    2- Füru din veya ibadî, ekonomî, ailevî, siyasî ve hukukî konuları içeren dünyevi programlar.

    İslam ekolündeki ana konu, alemlerin Rabbi olan Allah’a iman etmek ve O'na teslim olmaktır. Bu konu bütün mezheplerin esas olarak kabul ettiği konudur. Bu konuda Allah-u Teala “Deki: Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek olan bir kelimeye gelin (ki o da şudur) Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim O’nu hiçbir şeye ortak koşmayalım..”(1) buyuruyor.

    Raqib-i İsfahani "Müfredat" kitabında şöyle yazıyor: “Rab” kelimesi; eğitmek, ortaya çıkartmak ve yaratığı tedricen kemale erdirmek anlamındadır. Allah-u Teala alemlerin Rabbidir. Yani onları eğiten, kemale ulaştırandır.

    Tabiata baktığımızda alemdeki bütün yaratıkların tekamül yolunu kat ettiğini görmekteyiz. Daima noksan hallerden daha kamil hallere geçmektedirler. Öyle ki tabiatta ne geri dönme vardır, ne de yerinde sayma. Denilebilir ki, var olan her şey tekamül halindedir. Bu tekamül, maddi ve manevi tekamülü de içermektedir. Çünkü İslam, kemale ulaştırmak için her yönden orta halli olan, her çeşit ifrat-tefrit, sağa-sola sapmalardan uzak olan ve insan fıtratıyla uygun olan doğru yolu (sırat-ı müstakimi) izlemektedir.
    “Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyici olarak Allah’ın insanlara yalatılışta verdiği (fıtrat) dine çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır.” (2)

    İmam Humeyni'nin tabiriyle “Bu yolun bir tarafı tabiat, diğer tarafı ise uluhiyettir.”

    “Peki onlar Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde ne varsa istese de, istemese de ona teslim olmuştur ve ona döndürülmektedir.”(3)

    Bu tekamül, nefsaniyet ve bencilliğin, derin ve karanlık kuyusundan Allah’a tapmaya, ilahî sıfatlara ve yeryüzünde Allah’ın halifesi olma makamına erişmeye doğru hicret ve hareket etmektedir. İslam’ın gerçeği, alemlerin terbiye edicisi olan Allah’a imam etmektedir. Bütün alem tekamül halindedir.

    İslam, insanları kemale yöneltmek ve her çeşit irtica ve duraklamaya karşı mücadele vermek için gelmiştir. Ama ne yazık ki insanlar, tarih boyunca kendi asıl fıtratlarının aksine bu önemli gerçekten habersiz kalarak manevi tekamülden, ilahî ve insanî kemallerden geri kalmış, maddi ve dünyevi sorunlar karşısında çıkmaza girmiştir. Peygamberler; insanları bu durgunluk, inhiraf (sapma) ve irticadan kurtarmak, onları maddi ve manevi tekamülün müstakim hattına götürerek orada eğitmek için gelmişlerdir.


    Tekamül Ve Maddi Çöküş



    Tarih boyunca insan, Allah’a kulluk etme, tevhid, birlik, fedakarlık ve kardeşlikten çıkarak bencillik, kendini herkesten üstün görme, tefrika ve ayrılığa yöneldiğinde, artık her şeyi kendisi için istemiş, insanları istismar etmek, her şeyi sultası altına almak, maddi imtiyazlarla üstülüğünü başkalarına göstermek için bu şeytani yolda, her çeşit zulüm ve haksızlığa, kendi türünden olan bütün insanlara uygulayıp onları boyunduruğu altına almak için gerekli şeylere baş vurarak birçok çaba sarf etmiştir. Çevreyi de haksızlık, zulüm, tecavüz, yalan, hile, emniyetsizlik ve güvensizlikle doldurup kendisi için bir cehennem yapmıştır.

    Allah’ın unutulmuş olduğu böyle bir çevrede tağuti ve şeytani güçler, heva ve hevesleri üzere kendileri için öyle bir hücum ve saldırı alanı buluyorlar ki, artık kendilerini halkın ilahları bilip onları kendileri için köle olmaya zorluyorlar. Toplumda iman hükmetmediğinden dolayı insanları, diktatörlükle kontrol etmek istiyorlar.

    İşte Resulullah (s.a.a), böyle tağutî ve zülmani bir asırda, insanlara iyiliği emretmek, onları kötülükten sakındırmak, karanlıktan aydınlığa çıkarmak ve istismarın boyunlarındaki ağır yüklerini kaldırmak, sömürgecilik zincirlerini çözmek, cehalet, hurafe, taraftarlık gözetme ve ayrımcılığı yok etmek için Allah tarafından gönderilmiştir: “O ümmi, haber getirici olan Peygamber… Onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor”(4)


    Arabistan’ın Siyasi Durumu



    Resulullah (s.a.a), Arabistan bölgesinde zuhur ettiği vakit, Kureyş, ticaret, faiz ve sermayedarlık düşüncesinde idi. Halkın fikirlerine cehalet ve hurafe zincirleri vurmuşlardı, milletin ekseriyeti körü körüne onlara itaat ediyorlardı. Tarihçilerin yazdıklarına göre, İslam Peygamberi, halkı sadece Allah’a davet ettiği müddetçe, Kureyş reislerinin hazretle herhangi bir işleri yoktu. Ama şirk, put ve babalarından kalan dinleri adet eden cahil insanların çoğu, Resulullah’ın, toplumsal ve siyasi işlere müdahale etmesine tahammül edemeyip sömürgecilerle elbirliği yaptılar ve hazrete karşı itirazda bulundular.


    Parayla Satın Almak Ve Tehdit



    Sermayedarlar, düşünce ve fikirleri hep para ve maddiyat etrafında döndüğünden ilk önce Hz. Peygamber'i (s.a.a) parayla satın almayı düşündüler. Bunun için hazretin amcası Ebu Talib’e gelip şöyle bir öneride bulundular: "Eğer Muhammed (s.a.a), kendi iddiasından vazgeçerse istediği kadar ona mal, makam ve para vermeye hazırız."

    Ama Resulullah onlara cevap olarak şöyle buyurdu: “Eğer güneşi sağ elime, Ayı da sol elime bırakacak olursanız, yine de asla kendi davamdan vazgeçmeyeceğim.”


    İşkence



    Resulullah (s.a.a)’ı para ve makamla satın alamadıklarını görünce, Ebu Talib’den, Ammare karşılığında Resulullah’ı kendilerine teslim etmesini istediler. Para ve iktisat, sermayedarlar, faizciler ve maddiyata tapanlar için bir hedeftir. Bu hedefe ulaşmak için insanların, onların yanında hiçbir değeri yoktur. Ebu Talib’in bu öneriyi kabul etmediğini görünce, Peygamber'e küfretmeye ve O’na iman eden kimseleri işkence etmeye başladılar. Ama Müslümanlar, müşriklerin işkenceleri altında öyle bir direndiler ki, müşrikler bu işten de yorulup bıktılar. Nihayet Kureyş'in ileri gelenleri, Hz. Muhammed (s.a.a)’i öldürmek için karar aldılar.


    İktisadi Ambargo



    Müşrikler, Ebu Talip ve Abd'ül-Müttalib oğullarının Peygamberi savunduklarını görünce, bir araya toplanıp Müslümanların aleyhine iktisadi ambargo uyguladılar. Müşrikler, Müslümanları öyle sıkı bir şekilde abluka altına aldılar ki, onların bütün yiyecek maddeleri tükenmeye başladı. Müslümanlar iman ve ihlas gücüyle üç yıl boyunca öylece açlık ve iktisadi ambargoya tahammül ettiler.


    Hz. Peygamber Aleyhinde Şayia



    Sermayedarları ve Kureyş’in ileri gelenlerini tehdit eden en önemli tehlike, hac günleri idi. Çünkü hac mevsimi Resulullah’ın, kendi tevhidi inkılabını Arabistan’ın her tarafına ihraç etmesi ve insanları aydınlığa kavuşturması için çok münasip bir fırsat idi. Müşrikler, Hz. Peygamber'in tebligatını etkisiz hale getirmek ve inkılabın ihracını önlemek için çareyi şayia çıkarmakta buldular. Bu yüzden bir araya toplanıp halkı etkileyici şayialar çıkarmaya ve çıkardıkları şayiaları da onların arasına yaymaya başladılar. Bir gün; “Muhammed büyücüdür, anne ile baba arasında ve baba ile oğul arasında ayrılık çıkarıyor” diyorlardı. Diğer bir gün de; “Muhammed bir şairdir” veya “Muhammed delidir” diyerek sözler çıkarıyorlardı. Ama bu sözlerin, Resulullah’ın gerçek nuru karşısında hiçbir etkisi olmadı.


    İnsanlar İçin Eğlence Vesileleri



    Nihayet o zamanın siyasetçileri insanları eğlenceyle meşgul etmeyi kararlaştırdılar. Nitekim Rum Kayserleri, insanların Hz. İsa hakkında düşünmemeleri için yeme, içme ve eğlence meclisleri düzenliyorlardı. Kur’an’ın cazip ve eğitici kıssaları karşısında da Nasr b. Haris ismindeki bir şahsı Rüstem, İsfendiyar ve İran padişahlarının hikayelerini halka anlatmak için teşvik ediyorlardı. Ama yine de Kur’an’ın kalbe oturan sesini dinlemek için, geceleyin gizlice Resulullah’ın evinin etrafında oturuyorlardı.


    Akabe Biati



    Yılların birinde, hac mevsiminde Medine ehlinden Mekke’ye gelen bir grup insan Hz. Peygamber'le karşılaştılar; Peygamber de kendi davetini onlara sundu. “Evs” kabilesine karşı uzun savaşlardan bıkan “Hazrec” kabilesinin büyükleri, hazretin davetini kabul edip, Medine’ye döndüklerinde İslam dinini orada yaymaya başladılar. Sonraki yıl on iki kişi gelerek “Akabe”de Peygamber’e biat ettiler ve Peygamber'den, onlara İslam dinini öğreten birisini göndermesini istediler. Peygamber (s.a.a) de, İslam'ı tebliğ etmek için Mus’ab bin Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Üçüncü yılda da Medineli olan yetmiş üç kişi Mekke'de kendi ailelerini himaye ettikleri gibi Resulullah’ı da himaye edeceklerine dair hazrete biat ettiler.


    Hz. Peygamber'i (s.a.a) Terör Etme Komplosu



    İşte Resulullah, bu meselelerden sonra Müslümanların, Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. Kureyş’in ileri gelenleri, Müslümanların hicret etme meselesinden haberdar olur olmaz Müslümanların, Mekke’nin dışında kudretlerinin çoğalmasının önüne almak için yeni bir komplo planı dana düzenlemeye koyuldular. Bu yüzden bütün kabile fertleri, Peygamber'i terör etmek için bir araya toplanıp şöyle bir karar aldılar: "Bütün kabileler Peygamber'in öldürülme sorumluluğunu, kabilesi onun intikamını alamaması için kendi üzerlerine almalı ve bu meselede ortak olmalıdırlar."
    Bu karar üzerine aynı gece Peygamber'i öldürmek için hazretin evine saldırdılar. Ama bekledikleri şeyin aksine Hz. Ali'yi Peygamber’in yatağında buldular. Evet, Resulullah (s.a.a) o gece Allah’ın emri üzerine Mekke’den ayrılmıştı.


    Hz. Peygamber’in Hicreti



    Peygamber (s.a.a), üç gece gündüz Sur mağarasında saklandıktan sora geceleyin Medine’ye doğru hicret ettiler. Birkaç gün sonra Peygamber’in gelmesini bekleyen binlerce erkek ve kadın, vasf edilmez bir şekilde hazreti karşıladılar. Peygamber (s.a.a), onların sevinç ve şenlik sesleri arasında “Yesrib” (Medine) şehrine ayak bastılar. İşte o günden itibaren Yesrib şehri, “Medinet'ur-Resul” (Resulullah’ın Şehri) diye adlandırıldı.

    Kabile reisi ve Medine’nin ileri gelen kişileri öne gelip her biri Peygamberi kendi evine davet ediyorlardı. Fakat Peygamber (s.a.a) hiç birisinin davetini kabul etmeyip şöyle buyurdu: “Devem nerede durursa orası benim durak yerimdir."

    Resulullah’ın devesi öylece kendi yoluna devam edip şehrin aşağısında, hurmaların kurutulup ambar edildiği bir yerde durdu. Resulullah (s.a.a), o yeri sahibinden satın alıp Müslümanların yardımıyla o yerde bir mescit yaptılar. Resulullah (s.a.a), şehrin güzel havasını ve güzel suyu olan yerini bırakıp, Allah’ın ve insanların evi olan caminin kenarında kendisi için küçük bir bina dikti ve ömrünün sonuna kadar da o binada yaşadı.

    Resulullah (s.a.a), Medine halkının, muhacirlere karşı iyi davranıp misafirperver olduklarından dolayı bu iyiliklerine karşılık onları “Ensar” (yardımcılar), Mekkeden gelenleri ise “Muhacir” olarak adlandırdı. Bu iki grubun arasında kardeşlik akdi okudu. Ali(a.s)’ı da kedisine kardeş olarak seçti.

    Resulullah (s.a.a), Müslümanlar arasında yaptığı bu kardeşlik akdi ile onların arasında bir gönül bağlılığı oluşturdu. Medine halkı, Mekke muhacirlerini kendi evlerine götürüp, kedilerine bir iş bulana kadar onların gereken ihtiyaçlarını temin ediyorlardı.


    Medine Anayasa Kanunu



    Hz. Muhammed (s.a.a), Medine halkının dini ve siyasi önderliğini üstlenip İslam mektebi esası üzerine “Sahife” ismiyle meşhur olan kırk yedi maddelik bir anayasa hazırları.

    Hz. Muhammed (s.a.a), bu anayasa kanununda; milli, kabilesel ve ırkçı bir sistem yerine, esası Allah ve ahirete iman etmeye, mezhep özgürlüğüne, ferdi ve toplusal haklara dayanan bir ümmet-i vahit teşkil etti.(5)


    Biat Esası Üzere Bir Hükümet



    Resulullah (s.a.a) daha sonra sabit bir biat ve antlaşmayla önderlik esasını sağlamlaştırdı ve bu vesileyle muhtelif kabile ve mezhepleri bir araya toplayarak onları birbirleriyle müttehit kıldı.

    Peygamber (s.a.a)’in zamanında, İslam hükümeti altında yaşamak isteyen herkes Peygamber'e biat ediyordu ve ilahî hükümetin emirlerine itaat edeceğine dair söz veriyordu. Bu biat Allah’a biat etmek mesabesinde idi…

    Hz. Peygamber (s.a.a), peygamber olmasına rağmen işlerinde insanlarla görüş alış verişinde bulunuyordu. Müslümanları daima, kendisine sultan, padişah, kral diye hitap etmekten ve gelirken saygı göstermekten men ediyordu ve şöyle buyuruyordu:

    “Beni sadece Allah’ın bir kulu ve elçisi olarak çağırın. Asla ayağıma kalkmayın, beni övmeyin, bana karşı dalkavukluk yapmayın.”


    Askeri Komutanlık



    Kureyş müşrikleri, Medine’ye hicret eden Müslümanların evlerini yağmalıyorlardı. İşte bu yüzden Muhacir ve Ensar’dan bir grup kişiler, Mekke müşriklerinin önderi olan Ebu Süfyan’ın, Şama yaptığı ticari seferinden haberdar olur olmaz yağmalanan kendi mallarını onlardan almaları için Ebu Süfyan’ın kervanına doğru hareket ettiler. Bu durumdan haberdar olan Ebu Süfyan, müşriklere; "Mallarınız tehlikededir" diye haber vermesi için Mekke’ye haberci gönderdi. Kureyş’in önde gelenleri bu haberi öğrenir öğrenmez, iyi savaşabilen 250 kişi ve 200 süvariyle birlikte Ebu Süfyan kervanının yardımına koştular.

    Resulullah da müşriklerin saldırısından haberdar olur olmaz, Müslümanların askeri komutanlığını üstlenip kendi ashabıyla birlikte “Bedr” suyunun kenarına indiler ve orada bir havuz yapıp içerisini suyla doldurdular.


    Bedir Savaşı



    İslam ve Kureyş ordusu, Bedir’de karşı karşıya geldiler. İlk önce bir taraftan Peygamber’in amcası Hazma, Hz. Ali ve Ubeyde, diğer taraftan ise Utbe, Velid ve Şeybe arasında teke tek savaş başladı. Bu teke tek olan savaşta İslam’ın üç kahramanı müşriklerin reisleri olan Ebu Cehl ve Ümeyye b. Halef gibi şahısların çoğunu öldürdüler ve onlardan çok sayıda kişiyi de esir aldılar. Nihayet Müslümanlar Allah’ın yardımıyla müşriklere galip oldular. Müslümanlar bu savaşta, nice az ordunun, büyük orduları Allah’ın izniyle mağlubiyete uğratmanın mümkün olduğunu açıkça öğrenmiş oldular.

    “Andolsun, siz güçsüz iken Allah size Bedir’de yardımıyla zafer verdi. Şu halde Allah’tan korkup sakının. Umulur ki O’na şükredersiniz.”(6)


    Uhud Savaşı



    Kureyşliler, Peygamber’le savaşa girmek, Bedir’de öldürülen baba kardeş ve oğullarının intikamını almak için birleştiler.

    Resulullah (s.a.a) Kureyş’in, savaşmak için Uhud dağının kenarında yer aldığını öğrenir öğrenmez ashabıyla istişarede bulundu.

    Resulullah’ın görüşü, düşmanları Medine kapısı arkasında beklemek ve onları taş yağmuruna tutmaktı. Ama bu görüşe ifratçı gençler muhalefet ettiler. Onlar şehirden dışarı çıkmak istiyorlardı. Sayıları bin kişi civarında olan savaşçı müslüman gençlerin hepsi camide toplandılar. Resulullah (s.a.a)kendi ordusunu denetleyip savaş sancağını Mus’ab’ın eline verdi, kendisi ise Medine dışındaki bütün güçlerin komutanlığını üzerine aldı. Medine halkının önceki rehberi Abdullah b. Ubey, şehirden dışarı çıkmaya muhalif olduğu için taraftarlarını, Resulullah’la birlikte savaşa gitmekten men etti. Resulullah (s.a.a), diğer askerleriyle birlikte yollarına devam edip Uhud dağına ulaştılar. Resulullah (s.a.a) kendi ordusunu Uhud dağının eteğine yerleştirdi. Bir tabur askeri de diğer bir dağın başına yerleştirdi. Yerlerini kesinlikle terk etmemeleri için üzerine basa basa tekrar etti.

    İlk önce İslam kahramanları ile müşrik askerleri arasında teke tek savaş başladı. Peygamber’in amcası Hazma ve Hz. Ali (a.s.) kendi rakiplerini öldürdüler. İşte bu esnada toplu bir savaş başladı. Müşriklerin süvarileri,İslam ordusunu kuşatmak istediler. Ama İslam savaşçıları tam bir cesaretle dağın başından düşman süvarilerini, ok yağmuruna tutarak onları geri çekilmeye mecbur ettiler.

    Müslümanlar, düşmanın işini bitirmeleri yerine ganimet toplamaya başladılar. Dağın tepesinde olan İslam savaşçıları bu hareketi görür görmez artık savaş bitti diye düşünerek Resulullah'ın düsturuna uymayarak kendi mevzilerini terk edip ganimet toplamaya gittiler.

    Düşman bu fırsattan yararlanarak Uhud dağının arasındaki savaşçıların arkasından Müslümanların önüne geçerek Müslümanları ok yağmuruna tutmaya başladılar. Müslümanların galibiyeti ile bitmek üzere olan savaş acı bir faciaya dönüştü.


    Uhud Savaşındaki Yenilginin Sebebi



    “And olsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı, siz O’nun izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer)’i size gösterdikten sonra (şu hatalara duçar oldunuz: )

    1-Yılgınlık gösterdiniz.

    2-İsyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz.

    3-Kendi arzunuza yetişip muzaffer olduğunuzda Peygamberin emrine uymadınız.

    4-"Sizden kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah müminlere karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır."(7)



    Hendek Savaşı



    Medine Yahudileri,İslam dininin yayıldığını ve Müslümanların günden güne gittikçe güçlendiklerini görünce, Hz. Peygamber’e karşı savaş açmak ve ilahî nuru söndürmek için Kureyşlilerle antlaşma yaptılar. Bu sırada Peygamber’in emri üzere Müslümanlardan bir şura oluşturuldu. Selman Kendi ülkesinde elde ettiği tecrübe ile Medine çevresinde geniş ve derin bir hendek kazılmasını önerdi. Peygamber (s.a.a) önerilerin içerisinden, Selman,ın önerisini kabul etti. Ramazan ayı olmasına rağmen Müslümanlar hendek kazmaya koyuldular.

    Ebu Süfyan, bir gün zarfında Müslümanların işini tamamlayacağını sanıyordu. Ama hendek, arzusuna yetişmek için büyük bir engel oldu. Müslümanların, Kureyş ordusu vasıtası ile muhasara edilmesi bir aya yaklaşık sürdü.

    Sonunda cesaretliliği ile meşhur olan "Amr b. Abduved" hendekten geçip Müslümanların karşısında recez okumaya başladı. Peygamber (s.a.a) üç defa müslümaları, O’nun karşısına çıkmaya Müslümanları, onun karşısına çıkmaya davet etti. Her üç defasında da Hz. Ali (a.s.) tam bir cesaretle hazır olduğunu ilan etti. Nihayet Hz. Ali (a.s) yaya olarak Amr b. Abduvet ile savaşmaya gitti ve o ünlü pehlivanı bir darbe ile yere serdi. Bu kadar sert bir darbe, tam bir ihlas ve imanla olduğu için Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali’nin Hendekteki darbesi, sekaleyn (insan ve cinlerin) ibadetinden daha üstündür."

    Düşmanın muhasarası eserinde, soğuk, açlık ve diğer sıkıntılar Müslümanlara yüz çevirmişti. Bu durumu gören Resulullah (s.a.a) ellerini yukarı kaldırıp dua etmeye başladı. Gece vakti soğuk ve fırtına şiddetlenerek düşman çadırlarını yerle bir etti ve ordularını birbirinden ayırdı. Sonunda düşman her ne kadar bir sığınak yeri bulup kendisini, kum, kasırga ve semavi gazaptan kurtarmak için çaba sarf ettiyse de başaramadı. Nihayet çok zorluklarla firarı orada kalmaya tercih ettiler.

    “Ey iman edenler, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti. Böylece biz de onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yapmakta olduklarınızı görmektedir.”(8 )


    Yahudilerin İhanetlerinin Sonucu



    Resulullah (s.a.a), Allah’ın emri gereğince, müşriklerle yardımlaşan Medine Yahudilerinden ihanet edenlerin, kılıçtan geçirilmesini emretti ve bu hüküm onlar hakkında icra oldu. Böylece Medine şehri o komplocu kafirlerin vücudundan temizlendi ve Müslümanlar o şehrin mirasçısı oldular.


    Rıdvan Biati



    “Bir gece Resulullah uykusunda, güven içerisinde kuşkusuzca Mescid'ül-Haram'a girdiğini gördü."(9)


    Bu uyku üzerine Resulullah (s.a.a) Müslümanlardan bin dört yüz kişi ile birlikte Umre haccı için Mekke’ye doğru yola çıktı. Resulullah'ın devesi, "Hudeybiye" denilen yerde durdu. Mekke müşrikleri Resulullah’ın onlarla savaşmak için geldiğini zannederek Peygamber'in bu seferden hedefinin ne olduğunu anlamak için hazretin huzuruna elçiler gönderiyorlardı. Resulullah onlara, "Hac merasimlerini yapmak için geldik” buyurdu. Ama Kureyşliler bu cevapla ikna olmadılar. Resulullah (s.a.a), Kureyş reislerine, gelmelerinin amacının ne olduğunu daha iyi anlatsın diye kendi tarafından bir elçiyi Mekke’ye göndermeyi uygun gördü.

    Peygamber'in, Mekke’ye gönderdiği elçinin gecikmesinden dolayı Müslümanlar arasında onun müşrikler tarafından öldürüldüğüne dair söylentiler çıktı. Bu haber Peygamber'e ulaştığında Peygamber (s.a.a) Müslümanları bir ağacın altında topladı. Bu toplantıda Müslümanlar, son nefeslerine kadar Allah yolunda savaşacaklarına ve savaştan kaçmayacaklarına dair samimiyetle Peygamber'e ölüm biati ettiler.

    Bu biat, "Rıdvan Biati" olarak adlandırıldı. Çünkü Allah-u Teala bu biat hakkında şöyle buyurdu:

    “Andolsun, Allah sana o ağacın altında biat ederken müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş ve öylece üzerlerine güven duygusu ve huzur indirmiştir. Ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılığı) olarak vermiştir.”(10)


    Müminler İmtihan Alanında



    Hudeybiye olayı, hakikatte ilahî bir imtihan idi. Allah-u Teala tarih boyunca, Allah karşısında teslim olmayı iddia eden her milleti imtihan etmektedir. Bu imtihanın bir benzeri, Hz. İbrahim’i oğlu Hz. İsmail ile imtihan etmesidir. Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:

    "Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “gerçekten ben seni rüyamda boğazlarken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine)teslim olup (babası, İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona; “Ey İbrahim!“ diye seslendik. Gerçekten sen rüyayı doğruladın. Hiç şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Doğrusu bu apaçık bir imtihandır.”(11)

    Allah-u Teala, Ben-i İsrail’i Mısır’dan ve Firavunların elinden kurtardıktan sonra onları da imtihan etmiştir. Hz. Musa Ben-i İsrail’e vaat edilen ülkeye yaklaştığında onları, o ülkenin tağutlarına karşı savaşmaya davet etti. Fakat Ben-i İsrail kavmi Hz. Musa'ya şöyle dedi:

    “Ey Musa, biz, onlar orada durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidip savaşınız. Biz burada duracağız.”(12)


    Ama Müslümanlar, Hudeybiye’de Resulullah'a şöyle dediler: “Sen ve Rabbin gidip savaşın, biz de son nefesimize kadar sizinle beraber savaşacağız.”


    Allah İle Muamele



    Allah-u Teala, ihlasla Peygamber'e biat etmeleri hakkında şöyle buyuruyor:

    “Şüphesiz sana biat edenler ancak Allah’a biat etmişlerdir.”(13)


    “Bey' ” kelimesinden türeyen biat kelimesi, akid manasının yanı sıra alış veriş ve muamele manasını da kapsamaktadır. Muamele manasına gelmesi 9. surenin 111. ayetinde şöyle izah ediliyor:

    “Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve öldürülürler; (bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur'ân’da O‘nun üzerine gerçek olan bir vaattir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinip müjdeleyiniz. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur.”(14)


    Müslümanların İmtihan Edilmelerinin Neticesi



    Allah-u Teala imtihanı başaran Müslümanları, savaş çıkmaksızın ve kan dökülmeksizin ard arda gelen büyük zaferlerle mükafatlandırdı. Bu mükafatlar şunlardır:

    1- Müslümanların kalbine huzur ve güven duygusu indirdi.

    2- Peygamber'in elçisi, Kureyş elçileriyle birlikte sağ-salim geri döndü. Müslümanlarla Kureyş arasında, Hudeybiye anlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya, 10 yıl süreyle savaşılmayacağı ve gelecek yıllar Müslümanların hac için Mekke’ye gidebileceklerine dair maddeler eklendi.

    3- Müslümanlar ilk önce bu sulhun neticelerini iyi anlayamadılar. Ama bu antlaşma Müslümanların kısa bir süre içerisinde rahatlıkla kendi dinlerini, halkın arasında tebliğ etmelerine ve inkılabı bütün dünyaya sunmalarına vesile oldu.

    4- Müslüman topluluk öyle bir süratle çoğaldı ki, Resulullah (s.a.a) bir sonraki yıl, on bin kişiyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı.

    5- Savaş çıkmaksızın ve kan dökülmeksizin gerçekleşen Mekke’nin büyük fethi de müminlerin Allah ve peygamberine ettikleri biatin neticelerinden idi. Resulullah (s.a.a), 9 yıl hicret ve sürgünden sonra, 10 bin kişiyle birlikte büyük bir azamet ve celalet içerisinde özgürce Mekke’ye döndü ve kendi düşmanlarını affetti. Ka'be’de 360 tane putun karşısında durarak onları işaret ederek şöyle buyurdu: “Hak geldi batıl yok oldu, hiç şüphesiz batıl yok olucudur”(15)

    Putlar, bu sözlerle Hz. Ali (a.s)’ın darbeleriyle devrildiler.


    Peygamber (s.a.a)’ın İnkılabının İhracı



    Allah-u Teala Hz. Muhammed (s.a.a)’i bütün insanların hidayeti için gönderdiğinden Resulullah (s.a.a) komşu ülkelerin padişah ve sultanlarına elçiler gönderip onları İslam’a davet etmeye, İslam’ı ve insan haklarını bütün dünyaya yaymaya karar verdi.

    Resulullah (s.a.a) kendi zamanının imparatorlarına mektuplar yazarak elçileri vasıtasıyla o ülkelerin hükümdarlarına gönderdi. Bu vesileyle Peygamber'in elçileri, büyük İslam inkılabını bütün dünyaya yaymak için Medine kapılarını tüm insanların yüzüne açmış oldular.


    Tâif Savaşı Ve Yeni Silahtan İstifade



    Hz. Peygamber (s.a.a) elde ettiği zaferi geliştirmek için bayındır bir şehir olan ve Hicaz’ın yaylası sayılan ve tağutların eğlenme yeri ve Huneyn savaşından kaçanlar için de güvenilir bir sığınak olan Tâif şehrini muhasara altına aldı. Tâif şehrinin çevresini çepeçevre saran bir hisar vardı. (Bu nedenden dolayı oraya saldırmak pek kolay değildi.) Tâif muhasarası sırasında yeni bir silahın yapıldığı ve örneğinin de Yemen’de görülmüş olduğu Peygamber’e haber verildi. Bu silaha “Debbabe” (bugünün kale yıkan tanklarının gelişmemiş şekli) diyorlardı. Selman-i Farsi ve Yezid b. Refa’ya, o silahın nasıl yapıldığını öğrenmeleri için Yemen’e gitmeleri görevi verildi.(16)

    Nakledildiğine göre Hz. Selman bu silahı (debbabe/tank) yapmaya muvaffak oldu. Resulullah (s.a.a) bu silahtan bir savaş aracı olarak istifade etti.(17) Tâif halkı 25 veya 40 gün muhasaradan sonra telim oldular.(18 )


    Rum Ordusunun Saldırısı



    Mekke hükümetinin yıkılışı, İslam’ın zaferi ve Peygamber’in inkılabının ihracı, dıştaki düşmanların tam bir vahşete kapılmasına neden oldu. Rum imparatoru bu sebepten dolayı askeri bir saldırıyla Müslümanları gafil avlayıp İslam inkılabını yok etmeyi tasarladı.

    Resulullah (s.a.a), Rumların askeri saldırısından haberdar olur olmaz Müslümanları savaşa çağırdı. 30 bin kişi savaşa katılmak için hazırlandı. İslam ordusu uzun bir yol kat ettikten sonra, Tebuk topraklarına ayak bastılar. Ama Rum ordusu, Allah’ın kendi kalplerine indirdiği korkudan ve Müslümanların Mute savaşındaki şecaat ve cesaretlerini görmüş olduklarından, kendi ülkelerine dönüp Müslümanların aleyhine askeri saldırı haberini de yalanladılar.

    İslam ordusu, büyük bir iftihar ve onurla Medine’ye geri döndü. Resulullah (s.a.a) bu hareketiyle, Müslümanların cesaret ve kendilerine güvenmelerini daha da artırıp Şam’ın fethini kolaylaştırmış oldu. Bu yüzden Müslümanlar Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra ilk olarak Şam ve Suriye topraklarını fethettiler.


    Mescid-i Dırar



    Resulullah (s.a.a), Tebuk savaşından döndükten sonra münafıkların yaptıkları Mescid-i Dırar komplosuyla karşılaştı. Onların böyle bir şeyi yapmaktan maksatları, din ve İslam adına bir grup Müslüman'ı yanlarına almak ve onları siyasi gruplaşmaya çekerek kendi grup ve hiziplerinin planlarını uygulamaktı.

    Resulullah (s.a.a) bu mescidin yerle bir edilmesini emretti. Hazretin bu tavrı, nifak teşkilatının komplo ve düzenlerine karşı ağır bir darbe oldu.(19)


    Gadir-i Hum



    Hicretin 10. yılında Resulullah (s.a.a) büyük bir kalabalıkla Mekke’ye gitti. Son defa hac görevini ifa edecekti. Arafat dağının başında halka hitap etti. Kur’an'ın en son inen suresi olan Mâide Suresi’ni halka okuyup onlarla vedalaşıyordu. Haccet'ül-Veda’dan dönerken "Gadir-i Hum" ismindeki bir su kuyusunun yanına vardılar. Resulullah (s.a.a), Allah’ın emri üzerine tekrar halka konuşma yaptı. Bu konuşmasında Hz. Ali (a.s.)’ın elinden tutarak onu herkese tanıttı ve “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” buyurdu.(20)


    Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vefatı



    Peygamber (s.a.a)'in, kısa bir hastalıktan sonra Sefer ayının 28’inde pak ve yüce ruhu bu dünyadan ayrılıp Allah’a doğru kanat açtı. Böylece Müslümanları gam ve üzüntü içerisinde bıraktı. Ama peygamber-i Ekrem’in ölümü, muhaliflerin sandıkları gibi İslam inkılabının yok olmasına sebep olmadı. Hazretin talim ve terbiyesi kalplere öyle yerleşmişti ki, İslam inkılabı kısa bir süre içerisinde dünyanın çeşitli yerlerine yayıldı.


    Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vefatından Sonra



    Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra Müslümanların çoğu dünyanın çeşitli yerlerine sefer etmeye başladılar. Bu seferlerden maksat, İslam’ın mesajını bütün dünyaya ulaştırmak ve İslam İnkılabını insanlara armağan olarak götürmekti.

    Ama her dönemin hükümdar ve çevrelerindeki insanlardan birçoğu, saltanat sahibi olduktan sonra azıp doğru yoldan sapmışlardır. Neticede kendilerine tapıp maddiyata yönelmiş, manevi tekamül ve Allah’a doğru hareketten geri kalmışlar. Saltanat perestlik ve gösteriş yolu uğrunda her çeşit zulüm, tecavüz ve kendi dindaşlarını istismar etmişler. Allah’a ve O’nun sıfatlarına yakın olan ve Allah’ın halifelik makamını yeryüzünde üstlenen hidayet İmamları, veliler ve dinine bağlı basiret sahibi alimler, bu zalim ve tağutların karşısında bir an bile susmayıp kıyam etmişler. Bunlar hareket, şahadet, eğitim ve öğretimleriyle, insanları doğru yola yönlendirmek için çok çaba sarfetmişler...

    ________________

    1- Âl-i İmran/64
    2- Rum/30
    3- Al-i İmran/83
    4- Araf/157
    5- Medine anayasasını teferruatıyla “Siyer-i İbn-i Hişam” kitabında ve “Mohammed Prophet and Statesman, watt” ve "Mohammed Constiution of Medinan, Welhausen" ve "Evvelin Kanun-i Esasi-yi Mektub der Cihan" kitaplarında mütalaa edebilirsiniz.
    6- Âl-i İmran/123
    7- Al-i İmran/152
    8- Ahzab/9
    9- Fetih/27
    10- Fetih/18
    11- Saffat/102-106
    12- Mâide/24
    13- Fetih/10
    14- Tevbe/111
    15- İsra/81
    16- Fetava-yi Sahabey-i Kebir-i Selman-i Farisi S. 101-102.
    17- Zindegani-yi Hz. Muhmmed-i Hatemü'l-Enbiya, s.583.
    18- Tarih-i Cengha-yi Peygamber –s.a.a)
    19- Tevbe/107-110. Siyer-i İbn-i Hişam, c.2, s.530
    20- Sahih-i Termizi, c.2, s.298; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.281; Sahih-i İbn-i Mace, c.12; Müstedrek'üs-Sahiheyn li’l Hakim, c.3, s.109; Ed-Dür'ül-Mensur, Ahzab Suresi: “En-nebiyyu evla bilmuminin...” ayetinin şerhine bakılsın. Tefsir-i Kebir-i Fahri Razi, Mâide suresindeki "Ya eyyüher resul belliğ ma unzile ileyke...” ayetinin şerhine bakılsın. Hilyet'ül-Evliya-i Ebu Naim, c.5, s.26; Hatib-i Bağdadî, c.8, s.290; Feyz'ül-Kadir, c.6, s.217 ve bir de Allame Eminî'in, Gadir-i Hum adlı kitabına bakılsın.

    [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

    #2
    Ynt: KISACA İSLAM'IN SİYASİ TARİHİ

    Allah hocamıza uzun ömürler ihsan etsin inşallah

    Yorum


      #3
      Ynt: KISACA İSLAM'IN SİYASİ TARİHİ

      [quote author=Ebul Fazl link=topic=9344.msg59775#msg59775 date=1257196413]
      Allah hocamıza uzun ömürler ihsan etsin inşallah
      [/quote]

      amin
      [img]http://img240.imageshack.us/img240/6638/salam83fb18fb1sqqm1ec6.gif

      Yorum


        #4
        Ynt: KISACA İSLAM'IN SİYASİ TARİHİ

        [quote author=Ebul Fazl link=topic=9344.msg59775#msg59775 date=1257196413]
        Allah hocamıza uzun ömürler ihsan etsin inşallah
        [/quote]

        Yorum

        YUKARI ÇIK
        Çalışıyor...
        X