Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Zor İmtihanlar - 2

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Zor İmtihanlar - 2

    Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) Yahudi'ye dönerek şöyle buyurdu:

    “Ey Yahudi kardeş! Yüce Allah, Peygamber’in vefatından sonra da beni yedi kez imtihan etti ve hepsinde de, kendimi övmekten Allah’a sığınırım, beni sabırlı ve itaatkâr buldu."

    "O imtihanların ilki şudur: Allah Resulü, küçüklüğümde benim bakımımı üstlenerek beni büyüttü. Hasta olduğumda baş ucumda otururdu. Bütün ihtiyaçlarımı karşılar, sıkıntımı giderirdi. O, beni kendi eli altında terbiye ederek Allah katındaki yüksek derecelere ulaştırdı. Böylece ben, hiç kimseyle kıyaslanmayacak şekilde Resulullah’a bağlanmıştım. Ben, ona itaat ederek Allah’a yaklaşırdım. Zorlukta, şiddette onunla huzur bulurdum. Dayanağım o idi. Allah Resulü'nün vefatıyla öyle bir musibete uğradım ki bu dert ve gama dağlar dayanamaz, çöküp giderdi. Bu musibetle ailemden biri kendinden geçmiş, diğeri haykırışlarına yenik düşmüştü; ötekinin gücü kuvveti gitmiş, sabrı tükenmişti. Abdulmuttalip Oğulları’ndan olmayan diğer insanlardan bazısı bizi sabra çağırırken, bazısı da gözyaşlarıyla bize yardıma gelmişti. İşte böyle bir zamanda kendimi sabretmeye zorladım. Sustum da Allah’ın emrettiği işlere koyuldum; Peygamber'in guslüyle, kefeniyle, namazıyla ve defniyle uğraştım. Allah'ın emanetlerini ve kitabını toplamaya koyuldum. Hiçbir şey beni bu işlerden alı koymadı; ne soğuk gözyaşları, ne feryat tufanları, ne yüreği yanık dostlar, ne de musibetin büyüklüğü. Sonunda boynumda olan hakkı eda ettim, emredilen işi yerine getirdim. Sabırla bütün belâlara tahammül ettim."

    Sonra ashabına dönerek; “Söylediklerim doğru değil mi?” buyurdu.

    Onlar da; “Doğrudur, ey Müminlerin Emîri!” dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! O imtihanların ikincisi ise şudur: Allah Resulü kendisi hayatta iken beni ümmetine emîr olarak atadı. Yanında olan herkesten, emrime itaat edeceklerine dair kesin söz ve biat aldı. Ve benim velâyetimi işitip duyan herkesi, bunu diğer Müslümanlara iletmek üzere görevlendirdi. Ben, Allah Resulü'nden sonra ümmetin emîri olduğum gibi, Resulullah zamanında onun emirlerini ümmete ulaştıran elçisiydim."

    "Allah Resulü ölüm yatağında iken, yüce Allah, ona Üsame b. Zeyd’in komutanlığında bir ordu hazırlamasını emretti. Allah Resulü de biatini bozmasından endişelenen ve hilâfet konusunda benim karşımda durabilecek herkesin bu orduya katılmasını emretti. Muhacirlerden, Ensardan, zayıf imanlı Müslümanlardan, düzenbaz münafıklara kadar herkesin Üsame’nin ordusuna katılmasını emretti."

    "Böylece ömrünün son anlarında, onun başı ucunda kendisini üzecek sözlerin söylenmemesini ve vefatından sonra hiçbir kimsenin hilâfet konusunda benimle çekişmemesini sağlamak istiyordu. Resulullah’ın ümmetine son sözleri, Üsame ordusunun bir an önce hareket etmesi ve hiç kimsenin hiçbir bahaneyle ordudan ayrılmaması yönündeydi."

    "Peygamber, bu emrini defalarca vurgulamasına rağmen, vefatından hemen sonra bir de baktık ki Üsame ordusundan bir grup, Resulullah’ın emirlerini ayaklar altına alarak komutanlarının sözlerine aldırmadan atlarına binmiş, hızla gelmekteler. Allah ve Resulü'nün kurduğu düzeni yıkmak, boyunlarındaki ahdi bozmak için birbirleriyle yarışırcasına geldiler. Geldiler de çıkardıkları kargaşada Allah'in ahitlerini bozdular. Abdulmuttalip Oğulları'ndan hiçbirinin görüşünü almadan, hatta benden boyunlarındaki biatimi kaldırmamı istemeden kendi aralarında kendilerine halife seçtiler. Onlar, çıkardıkları bu hercümerçte batıl arzularına kavuşurken, ben Resulullah’ın guslü, kefeni ve defniyle meşguldüm. Çünkü o anda ümmetin en büyük ve en önemli vazifesi, peygamberlerinin defniyle ilgilenmekti."

    "Ey Yahudi kardeş! İşte böyle bir musibete uğramışken ümmetin böyle davranması yüreğimi parçaladı. Peş peşe gelen bu musibetler karşısında yine de sabrımı yitirmedim de sabrettim."

    Sonra ashabına dönerek; “Söylediklerim doğru değil mi?” buyurdu.

    Onlar da; “Doğrudur, Ey Müminlerin Emîri!” dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! O imtihanların üçüncüsü ise şudur: Peygamber'den sonra başa geçen kişi (Ebubekir) hilâfeti süresince hakkımı gasp edip biatimi bozduğu için benden özür diliyor, onu helâl etmemi istiyordu. Ve bu işin günahını başkalarının boynuna atıyordu. Ben de, onun günlerinin çabucak geçip gideceğini ve Allah’ın benim için karar kıldığı hakkın Müslümanlar içinde bir ihtilâf çıkmadan kolaylıkla bana döneceğini zannediyordum. Çünkü İslâm dini ömrünün ilk yıllarını yaşmaktaydı ve cahiliyet döneminden çok fazla bir zaman geçmemişti. Böyle hassas bir zamanda Allah’ın benim için lâyık gördüğü hakka erişmek için bile olsa, kalplere yavaş yavaş yerleşen ve yüzyıllar boyu sürmüş karanlık cahiliyet döneminden arta kalmış lekeleri temizlemeye çalışan bu yeni dine zarar verebilecek hiçbir işe giremezdim. Bu yüzden kendi hakkımı istemedim ve sabrettim. Bu arada Peygamber'in has dostlarından küçük bir grup, bazen gece, bazen gündüz, bazen gizli, bazen aşikâr, bana gelip hakkımı istemem için tavsiyeler ediyor ve bu konuda her türlü fedakârlığa hazır olduklarını bildiriyorlardı. Ama ben onları sabra ve tahammüle davet edip, bu işin kargaşasız bir şekilde bitmesini umduğumu söylüyordum. Çünkü Peygamber’den (s.a.a.) sonra halkın birçoğu yolu şaşırıp bunalmıştı. Hilâfete lâyık olmayanlar, ona özenmişti. Herkes, halifenin kendi kabilesinden olması gerektiğini söylüyordu. Ancak kendi aralarında ihtilâfta oldukları hâlde benim hilâfetime muhalefette birlik içerisindeydiler."

    "Derken birincinin zamanı doluverdi. Ebubekir'in hilâfeti, ölümüyle sona erince, işi (hilâfeti) dostuna bıraktı. Yine benim hakkım gasp edildi. Bu sefer de Peygamber (s.a.a.)’in ashabından, bazıları hâlâ hayatta ve bazıları da vefat etmiş olan bir grup, yanıma gelip tekrar hakkımı almak için beni teşvik ettiler. Ama ben onlara verdiğim cevabı tekrarladım; onları sabretmeye davet ettim. Çünkü Allah Resulü'nün, bin bir zahmetle tesisi etmiş olduğu bu dinin kökünden yıkılmasından korkuyordum. Allah Resulü bu dini tesis etmek ve bu insanları bu din altında toplamak için çok büyük fedakârlıklarda bulunmuş, kendisinin ve biz Ehlibeyt'in bütün imkânlarını Müslümanların vahdeti için harcamıştı. Bu yolda biz Ehlibeyt'e ait olan ve ihtiyacımız olan fey'i de Müslümanara vermişti. Bu harcamalar sonucunda biz Ehlibeyt günlük ihtiyaç maddelerine bile muhtaç bir duruma gelmiştik, ama buna karşılık Müslümanların içinde bir birlik oluşmuştu."

    "Hâl böyle iken, ben ne pahasına olursa olsun, Peygamber’in oluşturduğu bu vahdeti korumalıydım ve ihtilâfa sebep olacak her hareketten kaçmalıydım. Eğer o gün ben de hilâfetimi ilân edip halkı kendi itaatime çağırsaydım, halk iki tehlike arasında kalırdı: Ya bana uyup muhaliflerimle savaşıp öleceklerdi, ya da emrime uymayıp dinden çıkacaklardı. Çünkü benimle bu ümmetin misali, Harun ile Musa’ın (a.s) kavmi gibiydi. Baktım susup sabretmekten başka çare yok, Allah'a tevekkül ettim ve Allah'tan benim için en iyi şeyi takdir etmesi ümidiyle sabredip bekledim."

    "Ey Yahudi kardeş! Ben İslâm’ın maslahatı için kendi hakkımı istemeye kalkmadım. Yoksa bu makama yegane lâyık kişi bendim. Herkesin bildiği gibi Resulullah (s.a.a) zamanında en çok taraftara sahip bendim. Ben, en aziz ve en şerefli kabiledendim. Hilâfette benim delillerim herkesinden daha açık ve netti. İslâm dininde benim faziletlerim, kahramanlıklarım ve eserlerim herkesinkinden daha çoktu. Peygamber'e olan yakınlığımdan ve parlak geçmişimden başka, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir vasiyet vardı arada, Peygamber’in vasiyeti! Ayrıca hilâfette hak iddia edenlerin de boynunda benim biatim vardı."

    "Peygamber (s.a.a) vefat etmeden önce hilâfet onun ve Ehlibeyti’nin elindeydi. Acaba Allah'ın Kur'ân'da övdüğü, tathir ettiği ve masum kıldığı bu Ehlibeyt’ten başkası hilâfete lâyık mıydı?...”

    "Sonra ashabına dönerek; “Böyle değil mi?” buyurdu.

    Onlar da; "Öyledir, ey Müminlerin Emîri!" dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! Onların dördüncüsü ise şudur: Bu yeni gelen halife devamlı işlerinde benimle müşavere eder, bir sorunla karşılaştığında benim görüşlerimi öğrenmek isterdi, ümmetin maslahatını gözeterek beyan ettiğim fikir ve düşüncelerimi harfiyen uygulardı. Onun yanında hiç kimse böyle bir konuma sahip değildi. Herkesin gözünde ondan sonra tek halife adayı ben idim. Derken birden onun ölümü gelip çattı. Ben, yine ümmette bir kargaşa çıkmadan hakkıma ulaşmayı arzu ederken, o ömrünün sonunda hilâfet için altı kişi seçti ve beni onların altıncısı olarak saydı. Oysaki onlar hiçbir yönden; ne İslâm tarihindeki geçmişleri, ne ilim ve fazilet ve ne de Peygamber’e yakınlık yönünden benim dengim değillerdi. Ama o, bütün bunların hepsini unuttu da bir şûra kurdu; oğlu Abdullah'ı da bu şûranın başına dikti ve emrine uyulmadığı takdirde bu altı kişinin başının vurulmasını emretti."

    "Ey Yahudi kardeş! Bu acı olay karşısında sabır ve tahammülün ne kadar zor olduğunu bir bilseydin! Derken, şûra belirtilen müddet içinde bahse koyuldular. Onların her biri kalkıp kendi faziletlerini, özelliklerini anlatırken ben susup beklemekteydim. Sonunda benden de görüş istediler; ben de kalkıp unutulan şeyleri hatırlattım. Önce kendi konumumu, sonra tek tek onların geçmişlerini, Peygamber-i Ekrem’in benim hakkımdaki vasiyetlerini ve onların boynundaki biatimi onlara hatırlattım. Ama makam, mal ve dünya sevgisi, onları hakikati kabullenmekten alıkoymuş, hakları olmayan bir makama el atmaya yeltenmelerine sebep olmuştu. Ben, onlardan her biriyle baş başa kalınca, kendisine Allah'ın hesabını ve kıyamet gününü hatırlatıyordum; o da benden yana olmak için bir şart koşuyordu. Hepsinin şartı, kendimden sonra onu halife olarak tanıtmamdı. Sonunda benim Allah ve Resulü'nün hidayet yolundan ayrılmayacağımı ve bu boş arzularına benim yardımımla ulaşmalarının mümkün olmayacağını anlayınca benden el çektiler. Derken onlardan biri (Abdurrahman bin Avf) hilâfetten kendisine bir pay yetişeceğini ümit ederek Osman’ı öne çıkardı. Ama onun İslâm’da hiçbir fazileti yoktu; hatta Müslümanların büyük başarılarından biri olan Bedir Savaşı'na bile katılmamıştı. Hep beraber onu bu makama seçtiler; ama seçtikleri gün geceye ulaşmadan yaptıklarına pişman oldular da kendilerini kınadılar. Ve çok geçmeden onların her biri, Osman’ı kâfir ilân edip ilişkilerini kestiler, hayatı ona zindan edip hilâfetten çekilmesini istediler."

    "Ey Yahudi kardeş! Bunlar, başıma gelen önceki olaylardan daha acı ve daha zordu. O zaman çektiğim zorlukları ve üzüntümü anlatmam mümkün değil. Ama yine sabır dedim de sabrettim; çünkü başka çarem yoktu."

    "O kargaşalı günlerde (Osman’ın son zamanları) şûra ehlinden sağ kalanlar benim yanıma gelip, bana şûrada yaptıkları zulümden dolayı pişman olduklarını, onları affetmemi ve hakkımı almam için kıyam edip Osman’ın işine son vermemi istiyorlardı. Bu yolda benim için canları pahasına her türlü fedakârlığa hazır olduklarını dile getiriyorlardı."

    "Allah'a andolsun, öncekilere karşı neden susup sabrettiysem, Osman’a karşı da onun için kıyam etmedim. Yani beni kıyamdan alıkoyan tek şey, İslâm dinine gelebilecek bir zarardan çekinmemdi. Yoksa, ben ölümden korkmadığım gibi, Allah yolunda ölmek benim en büyük arzumdur. Ben, amcam Hamza, kardeşim Cafer ve amcam oğlu Ubeyde, Allah yolunda şehit olmak için ahdettik; ama onlar benden önce bu ahde ulaştılar. Ben geride kaldım, Allah Teala bizim hakkımızda şu ayeti nazil etti: “İnananlardan öyle erler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakatle dururlar. Onlardan bazısı ahdini yerine getirdi, bazısı da bekliyor; sözlerini asla değiştirmediler.” (Ahzab/ 23) Ahitlerine sadık kalarak şahadete erişenler; Hamza, Cafer ve Ubeyde'dir; ben de şahadeti beklemekteyim ve Allah'a andolsun ki ahdimi değiştirmedim."

    "Osman başa geldiğinde, onun huyunu suyunu bildiğim için, sonunda halkı canından bezdirip kendisine karşı ayaklandıracağını tahmin ettim ve yavaş yavaş kabaran kargaşalara hiç karışmadım. Kendimi kenara çekip, dostlarıma sabrı ve sükutu tavsiye ettim. Çok geçmeden tahminlerim doğru çıktı, kargaşa her yeri kapladı. Bu arada ben Osman aleyhinde ya da lehinde bir kelime bile söylemiş değildim. Çünkü onun lehinde davransaydım, ona yardım edenlerden olup onun işlerine ortak sayılacaktım; onun aleyhinde bir söz söyleseydim, bu durumda da onun muhaliflerinden ve katillerinden sayılacaktım."

    "Bu kargaşada ben evinde oturmuş bir muhacirdim. Halkın ona yaptıklarında hiç kimse beni suçlayamaz ve iftira edemez."

    "Her işlerinde acele etmeye alışan halk, sonunda onu öldürdü ve hemen benim başıma toplanıverdiler. Allah biliyor ki ben bu hilâfetin kabulünde isteksizdim; çünkü başıma toplananlar mal ve dünya tamahıyla gelmişlerdi yanıma. Ben işin başına geçtiğimde tamahları ve arzuları boşa çıkınca, biatimi bozmak için bahane aramaya koyuldular, muhalefet bayrağı açtılar.”

    Sonra ashabına dönerek; “Böyle değil mi?” buyurdu.

    Onlar da; “Öyledir, ey Müminlerin Emîri!” dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! O imtihanların beşincisi ise şudur: Bazıları bana biat ettikten sonra bahane arayıp sorun çıkarmaya koyuldular. Benim yanımda aradıklarını bulamayanlar, o kadını (Aişe) bana karşı kışkırttılar. Oysaki ben, onun emir sahibi ve Resulullah’ın vasiyeti üzere onun velisiydim. Ama buna rağmen ihtilâf ateşini körükleyenler, onu bir deveye bindirip susuz kuru çöllerde gezdirdiler. Hav’eb'de köpekler ona havladılar. Onlar, bana karşı başlattıkları bu harekette ilerledikçe pişmanlıkları artıyordu. Çünkü ikinci kez biatimi bozuyorlardı. İlkin Resulullah'ın zamanında ve ikinci kez Osman’ın ölümünden sonra bozdular biatimi."

    "Ama o kadın bana karşı olan muhalefetinde ayak diretiyor, bir türlü vazgeçmiyordu. Sonunda elleri kısa, sakalları uzun, akılları az ve fikirleri bozuk bir şehir halkını yoldan çıkarttılar. Onlar da sorup bilmeden delicesine kılıç sallayıp ok fırlattılar."

    "Ben onlarla karşılaştığımda iki sorunla karşı karşıyaydım: Eğer onları kendi başlarına bırakacak olsaydım, ayaklanmaktan vazgeçmeyip çıkardıkları fesadı yayacaklardı. Ve eğer onların önünü almaya kalksaydım, iş istemediğim bir yere (savaşa) varacaktı."

    "Bu yüzden önce onlarla konuşmak istedim. Onların delillerini batıl edip bahanelerini kesip attım. Onları vaatler ve tehditlerle işlerinden alıkoymaya çalıştım. O kadına bizzat haber göndererek evine dönmesini tavsiye ettim. Onu bu çöllere getirenlerle konuşup bana verdikleri söze ve ettikleri biate sadık kalmalarını istedim. Onları bu yoldan alıkoymak için elimden geleni yaptım."

    "Zübeyir ile sohbete oturup ona hakikati hatırlattım; elbette o kabul ederek ordusundan ayrıldı. Sonra halka doğru yöneldim ve onları ikna etmeye çalıştım."

    "Mümkün olduğunca savaşı ertelemeye çalıştım; ama beyhude! Ben onları sulha davet ederken, onlar daha da cüretkâr oldular, cahilleştiler ve dalaletleri daha da arttı. Savaştan başka hiçbir şeye razı olmuyorlardı. Sonunda onların batıl hayallerine, kudurmuş fikirlerine ve yaydıkları fesada son vermek için savaştan başka yol bulamadım. Savaş bineğine binip, çıplak kılıcımla fesat kafilesine saldırdım. Savaş hemen onların aleyhine dönüverdi ve ağır hasarlar alarak kolayca yenildiler. Allah Teala, onlarla benim aramda güzel bir şekilde hükmedip, işe son verdi. Allah bizim aramızda olup bitene şahittir."

    Sonra ashabına dönerek; “Böyle değil mi?” dedi.

    Onlar da; “Öyledir, ey Müminlerin Emîri!” dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! Altıncı imtihan, hakemlik olayı ve Hz. Hamza’nın ciğerini yiyen Hind'in oğluyla aramızda çıkan savaştı. Bu lânetlenmiş adam, tâ başından beri Allah'a, Peygamber'e ve iman edenlere karşı düşmanlık güdüyordu. Ama Mekke’nin fethi günü gelince, babasıyla beraber teslim olmak zorunda kaldı. O gün ondan ve babasından, benim için itaat yemini alındı. Ve bu yemin değişik münasebetlerle üç kez tekrarlandı."

    "Onun babası, dün (Ebubekir zamanında) bana Emîr'ül-Müminin hitabıyla selâm verip hakkımı almam için tavsiyelerde bulunuyor ve her zaman bana sadakatini ilân edip biatini yeniliyordu. Ama o (Muaviye), beni Müslümanların halifesi olarak gördüğünde Allah'ın benim hakkımı bana iade ettiğini anladı. Müslümanların dördüncü halifesi olma hayali suya düşünce, Amr bin As’a yönelip geniş Mısır yöresini onun emrine verdi. Oysa onun böyle bir hakkı yoktu. Hiç kimsenin beytülmalden bir dirhem fazla pay almaya hakkı olmadığı gibi, hükümdarın da hiç kimseye hakkından daha fazla bir şey vermeye hakkı yoktur. Muaviye, onun yardımıyla İslâm şehirlerinde zulüm ve tuğyana başladı. Bana ettiği biati bozduğu yetmemiş gibi, bir de karşımda saf çekip, İslâm diyarında kargaşa çıkarttı. Bunların haberi art arda bana gelirken, Muğeyre bin Şu'be yanıma geldi; nasihat verircesine tavır alıp; “Bu kargaşalık dinene kadar Muaviye’ye dokunma; bırak senin valin olarak Şam’da hükûmet etsin.” dedi. Elbette bu söz o günün siyasetine göre isabetli bir düşünceydi. Eğer Allah katında böyle bir işin günahından ve Muaviye’nin benim valim unvanıyla yapacağı zulümlerden bir kaçış yolu bulabilseydim, böyle yapardım. Ama onun görüşünü hemencecik reddetmedim. Bu görüş hakkında Peygamber-i Ekrem’in değerli ashabının görüşlerini aldım; Bedir Savaşı'na katılanlarla, Peygamber’in yanında sevgi, saygı ve hürmet sahibi olanlarla müşavere ettim. Onlar da, Allah'a şükürler olsun, benim görüşümü benimseyip Hind oğlu Muaviye’nin Müsümanların başında serbest bırakılmasına Allah katında bir yol bulamayıp bu görüşü reddettiler. Ve beni, Muaviye gibi sapık insanları iş başına getirerek kendi hükûmetimi güvenceye almak gibi bir işten sakındırdılar."

    "Ben, yaptığı zulümlerden vazgeçmesi ve çıkardığı bu kargaşa ateşini söndürmesi için Muaviye’ye elçiler gönderdim. Cerir bin Abdullah Becelî ve Ebu Musa Eş'arî’yi onun yanına gönderdim; ama onların ikisi de heveslerine uyup Muaviye’nin yanlışlarını tasdik ettiler."

    "Muaviye’nin artık haddi aşıp ilâhî kuralları çiğnemekten bir korkusu olmadığını anlayınca, onunla savaşmaya hazırlandım. Ama savaşı ben başlatmadım. Onu savaş fikrinden vazgeçirmek için mektuplar ve elçiler gönderdim. Ben, onu yaptığı büyük zulümlerden sakındırırken, o bana alaylı mektuplar yazıp Allah'ın, Peygamber’in ve hiçbir Müslümanın razı olmayacağı şartlar ileri sürüyordu."

    Bazı mektuplarında Peygamber’in en iyi ashabından olan bazılarını ona teslim etmemi istiyordu. Örneğin, Ammar bin Yasir’i ona vermemi istiyordu. Acaba Ammar gibi birini bulmak mümkün mü? Allah'a andolsun, o Peygamber’in has ve yakın ashabındandı. Ammar, her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Eğer biz beş kişi Peygamber’in yanında olsaydık, Ammar altıncımızdı ve eğer dört kişi olsaydık, o beşincimizdi."

    "Muaviye, Osman’ın öldürülmesi bahanesiyle böyle bir kişiyi benden alıp dar ağacında asmak istiyordu. Ama Allah'a yemin ederim ki halkı Osman aleyhine kışkırtan Muaviye’ydi. Yüce Allah'ın Kur’ân’da lânetlediği ağacın dalları olan Muaviye ve onun Benî Ümeyye'den olan adamları, halkı Osman’ı öldürmeye tahrik ettiler."

    "Her neyse; Muaviye, şartlarını kabul etmeyeceğimi anlayınca bana karşı ayaklandı ve batıl hayallere kapılarak bu itaatsizliğiyle böbürlendi. O, akılları ve idrakleri olmayan bir grup aptal ve ahmağı etrafına toplamak için dünya malından gereğince harcadı ve onları toplayıp gerçekleri ters göstererek bizim üzerimize kışkırttı. Biz de onların karşısında direnerek kendimizi savunduk ve Allah'ın yardımıyla her zamanki gibi düşmana galip geldik. Bizim elimizde Peygamber’in bayrağı vardı. Muaviye ise babasından kalan küfür ve inat bayrağıyla savaşıyordu. Muaviye son anlarını yaşıyordu, ölümle onun arasında fazla bir fasıla kalmamıştı. Savaştan kaçmaktan başka çaresi yoktu. Bu yüzden atına atlayıp bayrağını yere fırlattı; eli ayağı birbirine karışmışken Amr bin As’tan yardım istedi. O da Kur’ân sayfalarını mızraklara asmayı ve bizi Kur’ân’ın hakemliğine çağırmayı teklif etti. İbn-i As, Muaviye’ye; 'Ali ve adamları dindardır ve kan dökmeye meraklı değiller; onlar işin başında seni Kur’ân hükümlerine davet etmişlerdi. Bugün sen Kur’ân’ın hakemliğini teklif edecek olsan, bunu kabul edeceklerdir.' dedi. Muaviye de başka çaresi olmadığını görünce bu hileye baş vurdu."

    "Benim ordumda söz sahibi değerli komutanlar şehit olmuş, kalan diğerleri de uzun süren bu savaştan yorulmuş ve Muaviye’nin davet ettiği hükme sadık kalacağını sanmışlardı. Bu yüzden onların birçoğu bu hileye aldanarak Muaviye’nin davetini kabul ettiler."

    "Bu arada ben, bunun apaçık bir hile olduğunu söyledimse de sözümü dinlemediler, karşımda durup hayasızca; 'Sen istesen de, istemesen de biz savaşmayacağız. Muaviyenin davetinin kabul ediyoruz.' dediler. Bazıları rezillikte haddini aşıp; 'Ali hakeme gidilmesini kabul etmese, onu öldürür ya da onu ve ailesini Muaviye’ye teslim ederiz.' dediler. Allah da şahittir ki ben kendi görüşüme göre hareket edebilmek için elimden geleni yaptım, ama boşunaydı."

    "Fesadın kökünü kesmek için az bir zaman istedim, (devenin sütünü sağabilecek kadar) ama kabul etmediler. Ben kendi görüşüme göre hareket etmekten hiçbir korkum yoktu; fakat baktım ki eğer hakeme gidilmesini kabul etmesem, Peygamber'in bu iki oğlu (İmam Hasan ve İmam Hüseyin) boş yere öldürülecek ve Peygamber'in nesli kesilecekti. Eğer onların isteğini kabul etmeseydim, bunların da (Abdullah bin Cafer ve Muhammed bin Hanefiye) kanı boş yere dökülecekti. Bundan dolayı istemeden onların isteğini kabul ettim."

    "Ama biz savaştan el çekip, kılıçlarımızı yere koyunca, Kur'ân'a davet edenler, Kur'ân'ı kenara iterek kendi isteklerine göre hüküm verdiler. Eğer benim elimde olsaydı, hakemlik olayını kabul etmezdim; çünkü savaşın bizim lehimize olduğu bir anda hakem seçmek büyük bir yanlıştı."

    "Ama maalesef bunu seçtiler. O gün savaşı durdurup hakem seçmekten başka bir şeye razı olmadılar. Ben, kendi yaranlarımın bilgisizlik ve cehaletiyle kuşatılmış bir vaziyette, hakemlik için akıl ve idrak sahibi imanlı birini önermek istiyordum. Ama ben her kimi önerdiysem, Hind'in oğlu kabul etmedi. Bütün hak sözlerimi reddetti. Benim aldanmış adamlarım da onu destekliyorlardı; ve sonunda öyle birini seçtiler ki As'ın oğlu onu kandırıp rezil etti. Rezaletini doğuda, batıda işitmeyen kalmadı; kendisi de rezil olduktan sonra hakem olduğuna pişman oldu.”

    Sonra ashabına dönerek; “Böyle değil mi?” dedi.

    Onlar da; “Öyledir, ey Müminlerin Emîri!” dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! Yedinci imtihan da şudur: Peygamber-i Ekrem ömrümün son yollarında namaz kılan, oruç tutan, Kur’ân okuyan, gece namazı kılan ve benim yanımda yer alan adamlarla savaşmak zorunda kalacağımı ve onların bana muhalefet edeceklerini ve benimle savaşmaları nedeniyle yaydan fırlayan ok gibi dinden çıkacaklarını ve aralarında "Zussedy" adlı birinin olacağını haber vermişti."

    "Hakemlik olayından sonra buraya (Kûfe) dönünce, hakemlikte ayak diretenler işlerinden pişman oldular ve birbirlerini kınamaya başladılar. Kısa bir süre sonra bu işin günahını benim üstüme yıkmaktan başka çare bulamadılar. Onların; 'Bizim emîrimiz Ali, bu yanlışımıza katılmamalıydı; kendisinin ve yakınlarının ölümüyle de sonuçlansaydı, kendi görüşüne göre hareket etmeliydi. Ama o, görüşümüzün hatalı olduğunu bilmesine rağmen bize uydu ve bu işiyle kâfir oldu. Onun tövbe etmesi lâzım. Eğer tövbe etmezse, onun kanı bize helâldir, onu öldürmek lâzımdır.' dediler.”

    "Bunlar böyle batıl bir görüş üzere toplanıp büyük bir cemaat oluşturdular ve; 'Hüküm ancak Allah'ındır.' sloganları attılar. Sonra birkaç gruba ayrılıp, üç değişik yere doğru hareket ettiler."

    "Bunlar, yolda gördükleri her Müslümandan birkaç soru soruyor, görüşünü alıyor ve görüşleri kendi görüşleriyle tutmadığında onun kanını helâl bilip öldürüyorlardı."

    "Ben önce onların iki grubuyla görüştüm; onları hakka uymaya, Allah'a itaat edip O’na döneye davet ettim. Ama kabul etmediler. Hasta kalpleri savaştan başka bir şeye razı olmuyordu. Sonunda onlarla savaşmak zorunda kaldık ve Allah Teala onları helâk etti."

    "Ey Yahudi kardeş! Eğer onlar inatlarından ve cehaletlerinden vazgeçip kendilerini ölüme atmasaydılar, şimdi İslâm'ın gelişmesine yardım edecek çok büyük bir güç olurlardı."

    "Sonra onlardan arta kalan üçüncü gruba mektuplar yazdım ve onların yanına züht ve takva sahibi olarak tanıdıkları elçiler gönderdim. Ama sanki bunları alın yazsı öteki dostlarının kaderleriyle düğümlemişti. Bunlar da önceki grubun yolunu takip ettiler de önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçirmeye başladılar. Onların işlediği cinayetler art arda bana ulaşıyordu. Onları hidayet yoluna eriştirmek için elimden geleni yaptım. Onlara; bu işlerden vazgeçip tövbe edecek olsalar, kendilerini affedeceğimi, can ve mallarının saygınlığını koruyacağımı yazdım. Bu mesajı defalarca bunlarla (Malik-i Eşter, Hunayf bin Kays, Sa'd bin Kays-i Erhebî) gönderdim. Ama hiç fayda vermedi ve sonunda onlarla savaştık. Onlar dört bini aşkın bir orduydu. Sonunda birkaç kişi hariç hepsi öldüler. Ben, bu ashabımın huzurunda, kadın memesi bir memesi olan "Zussedy”in cesedini ölülerin arasından çekip çıkardım."

    "Böylece fitnenin gözünü çıkarıp, fitne ateşini söndürdüm. Bu işi benden başka hiç kimse yapamazdı."

    Sonra ashabına dönerek; “Böyle değil mi?” diye sordu.

    Onlar da; “Öyledir, ey Müminlerin Emîri!” dediler.

    Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:

    "Ey Yahudi kardeş! Bunlar, Peygamber-i Ekrem’in hayatında ve ondan sonra başıma gelen on dört imtihandı. Allah'ın yardımıyla hepsinden başarıyla çıktım. Ama son bir imtihan kaldı, onun da zamanı, çok geçmez, gelip çatar.”

    Bunu duyan ashap ve Yahudi haham şiddetle ağladılar ve bu son imtihanın ne olduğunu sordular.

    İmam (a.s) eliyle anlına ve sakalına işaret ederek; “Bu sakalımın, başımın kanıyla boyanmasıdır.” buyurdu.

    Bunu duyan halkın camide yüksek sesle ağlayış ve haykırışı, Kûfe şehrine yayıldı. Evlerinde oturan insanlar bu sesi duyup sokağa döküldüler.

    Bu olay üzerine Hz. Ali'nin (a.s) huzurunda Müslüman olan Yahudilerin reisi, Hz. Ali'nin (a.s) şahadetine kadar Kûfe’den ayrılmadı. İmam Ali (a.s), lânetli İbn-i Mülcem tarafından şehit edilince, İbn-i Mülcem’i yakalayıp İmam Hasan'ın (a.s) huzuruna getirdiklerinde, eskiden Yahudi olan o adam, İmam Hasan'a (a.s.) hitaben; 'Ey Ebu Muhemmed, Allah bunu öldürsün, bunu öldür. Ben Hz. Musa'ya (a.s.) inen kitapta, bu adamın, kardeşini öldüren Kabil'den ve Hz. Salih'in (a.s.) devesini öldüren katilden daha günahkâr ve daha sapık olduğunu gördüm." dedi.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...