Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kur’ân’ın Nüzulü Peygamberimizin Yüceliğinin Nişanesi

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Kur’ân’ın Nüzulü Peygamberimizin Yüceliğinin Nişanesi

    Bilginlerin ve seçkin kişilerin yüceliğini anlamanın yollarından biri, yaşadıkları dönemde ortaya koydukları eserler ve buluşlardır. Bu açıdan bakıldığında, Peygamber efendimizin (s.a.a) makamını tanımak istersek hangi yöntemleri kullanmamız gerekir?

    Her şeyden önce şu hususa dikkat etmeliyiz ki: Acaba beşerin inanç, ahlâk ve hukuk öğretileri alanındaki o yüce gerçekleri keşfetmesi peygambersiz mümkün müydü? Bütün bilginler bir yerde toplansalardı Kur’ân-ı Kerim’de açıklanan dünya ve ahiret hayatında insanın saadete erişmesine neden olan küçük bir fıkhî hükmü, bir helali veya haramı, hatta bir mekruh veya müstehabbı kendi akıllarıyla keşfedip kesin bir yaşam programı olarak sunabilirler miydi?

    Buna göre insanoğlunun keşfedemeyeceği binlerce şeyin bu yüce Peygamber vasıtasıyla insanlara sunulduğunu itiraf etmemiz gerekiyor.

    Bütün bu keşifler, Hz. Muhammed’in (s.a.a) büyük keşfi diye adlandırabileceğimiz “Kur’ân-ı Kerim” ismindeki değerli bir kitapta bütün insanlara sunulmuştur.

    Bazıları, bu konuda Peygamberimizin sıradan bir aracı rolünün olduğunu sanabilirler. Hâlbuki bu yanlış bir düşüncedir. Âlemin bütün alanlarında cereyan eden uyumluluk ilkesi bunun aksini ispatlamaktadır. Eğer Kur’ân-ı Kerim, Allah’ı ve O’nun isim ve sıfatlarını tanıma; tevhidin sırları, ilâhî elçilerin ve peygamberlerin özellikleri, gayb âleminin sırları konularında en yüce ilâhî öğretileri ve insanoğlunun ebedî saadet ve mutluluğa erişmek için muhtaç olduğu toplumsal, hukukî, iktisadî ve siyasî sistemleri içeriyorsa; ayı şekilde eğer Kur’ân-ı Kerim Allah Teala’nın en yüce nurunun tecellisi, varlık âlemindeki Hakk’ın öğretileri ise, bu durumda kalbi, melekût âleminden bu öğretileri alma liyakat ve yeteneğine sahip olan bir kişinin bu öğretilerle tam anlamıyla bir uyum içerisinde olması gerekir ve madde âleminden öyle bir şekilde soyutlanabilmeli ki bu gerçekleri tam olarak algılayıp açıklayabilsin. Bu konuda İmam Ali el-Hâdi’den (a.s) şöyle nakledilmiştir:

    “Peygamber (s.a.a.) kırk yaşını doldurunca, Allah Teala onun kalbine baktı ve onun kalbini herkesin kalbinden daha üstün, daha itaatkâr, daha huzu ve huşu içerisinde buldu. Bunun üzerine gökyüzünün kapılarına izin verdi de açıldılar. Sonra Muhammed gökyüzüne baktı, Allah izin verince melekler yere indiler. Muhammed onları görüyordu. Peşinden Allah rahmetine emretti, rahmeti arştan Muhammed’in başının üzerine kadar inip Muhammed’i (s.a.a) kapsadı. Sonra o, etrafı nurla kuşatılan ve meleklerin tavusu olan Ruhu’l-Emin Cebrail’e baktı. Cebrail, Peygamber’in küçük parmağını tutup salladı ve peşinden: ‘Ey Muhammed, oku!’ dedi. Muhammed: ‘Ne okuyayım?’ dedi. Cebrail dedi ki: (Ey Muhammed!) Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”

    “Sonra Allah Teala’nın kendisine buyurduklarını Peygamber’e vahyedip gökyüzüne çıktı. Peygamber (s.a.a) dağdan aşağı indi. Allah’ın azamet ve yüceliği onu kapsamıştı. Allah Teala’nın kalbine inen makamının yüceliğinden ateşlenip titremeye başladı. Kureyş’in yalanlamasından, kendisini delilikle ve şeytanın ona musallat olmasıyla suçlamasından endişelendi. Bu durum Peygamber’e ağır geldi. Hâlbuki o, hayatının ilk günlerinden beri Allah’ın en akıllı, en değerli ve en yüce kuluydu; şeytan ve delilerin söz ve hareketlerine her şeyden daha fazla öfkelenirdi. Allah Teala Peygamber’in kalbini güçlendirmeyi irade etti ve onun için dağları, kayaları ve çakıl taşlarını konuşturdu. Allah Resulü bunlardan her birine ulaştığı zaman kendisine seslenerek şöyle diyorlardı: Selam olsun sana ey Muhammed, selam olsun sana ey Allah’ın velisi! Müjdeler olsun sana! Yüce Allah seni geçmiş ve gelecek insanlardan üstün kıldı; seni süsleyip yüceltti...”1

    İmam Cafer Sadık (a.s) ise şöyle buyurmaktadır:

    “Allah Teala varlıkları yaratınca onları iki gruba ayırdı ve seçtiği kulunu onlardan birisinin arasında kıldı. Sonra onları üç gruba ayırdı ve seçkin kulunu o üç gruptan birinin arasında kıldı. Bu şekilde seçimi devam etti, nihayet Abdumenaf’ı seçti, Abdumenaf’tan Haşim’i seçti, Haşim’den Abdulmuttalib’i, Abdulmuttalib’den Abdullah’ı, Abdullah’tan da, Resulü Muhammed’i seçti. Peygamber’in doğumunu herkesten güzel ve temiz kıldı. Sonra Allah onu müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. Ona Kitab’ı indirdi ve Kitap’taki her şeyi ona açıkladı.”2

    Bu iki hadiste, Hz. Muhammed’in (s.a.a) birtakım manevî makamlarına değinerek Kur’ân-ı Kerim’in ona nazil olmasının nedeni, onun yeryüzünün en seçkin, en temiz ve en yüce insanı oluşu olarak açıklanmıştır.

    Kur’ân ve Peygamber’in Mukayesesi

    Burada şu noktayı da açıklamakta fayda görüyoruz: Her ne kadar Kâbe ve Kur’ân-ı Kerim Allah Teala’ya intisap ettikleri için (“Beytullah” ve “Kitabullah”) insanlara dindarlık ve amel örneği olmaları hasebiyle Peygamber ve Ehlibeyt Kâbe ve Kur’ân’a saygı duymakla mükelleftiler, hatta o ikisini korumak için canlarından bile geçmeye hazırdılar; ancak bu, o ikisinin makamının Peygamber ve Ehlibeyt’ten üstün olduğu anlamına gelmez. Nitekim Hz. Muhammed ve Ali’nin (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) nurlarının (âlemlerden önce) yaratıldığını bildiren hadislerden de anlaşıldığı üzere Hz. Muhammed ve Ehlibeyt’in (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) makamları Kur’ân-ı Kerimc ve Kâbe-i Muazzama da dâhil bütün yaratılmışlardan üstündür.

    Şia’nın seçkin âlimlerinden olan Merhum Kaşifu’l-Gıta bu konuda şöyle diyor:

    “O (Kur’ân-ı Kerim) bütün semavî kitaplardan, peygamberlerin ve onların vasilerinin buyruklarından daha üstündür; ancak Peygamber efendimiz ve onun vasilerinden -Allah’ın selamı onların üzerine olsun- üstün değildir. Ancak onlara bile Kur’ân ve Kâbe’ye saygı duymaları farz kılınmıştır. Çünkü emir altında olanlar sultana yakın olsalar bile onun buyruklarına, ailesine, evine ve elbisesine saygı duymak zorundadırlar; çünkü bunlara saygı göstermek sultana saygı duymaktır. Haceru’l-Esved, Kâbe, Kur’ân-ı Kerim ve Kur’ân’daki isimler, sıfatlar ve diğer yazılar da bu türdendirler; ama onun şeref ve yüceliğini artırmazlar.”4

    Elbette bu konu Kur’ân-ı Kerim’in zahirî görünümü ve yazısı içindir; fakat Kur’ân-ı Kerim’in yüce mertebelerine gelince, “Hayır, o (sana vahyedilenler) kendilerine bilgi verilmiş olanların göğüslerinde bulunan açık açık ayetlerdir.”5 ayeti gereğince, Kur’ân-ı Kerim Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyt’in varlığıyla bütünleşir ve birbirinden ayrılmaz.

    (Sonnot)

    1- Biharu’l-Envar, Allâme Meclisî, c.17, s.309, İmam Hasan Askerî’nin (a.s) Tefsir’inden naklen.

    2- Ayyâşî Tefsiri, c.1, s.6; Biharu’l-Envar, c.89, s.94.

    3- Kur’ân-ı Kerim’in kadim olduğu söylentisi, yerinde genişçe açıklandığı gibi yanlıştır.

    4- Keşfu’l-Gıta, Şeyh Cafer Kaşifu’l-Gıta, c.2, s.298.

    5- Ankebût, 49
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X