Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #31
    Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

    10- Zeynep bint-i Cahş ile Evliliği:

    Masumiyet inancına karşı olanların asıldıkları bir başka konu ise, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Zeyd b. Harise'nin boşadığı eşi Zeynep bint-i Cahş ile evliliği konusunda Kur'ân'da geçen bazı tabirler ve olayla ilgili bazı rivayetlerdir. Onlar bu tabirlerin zahirini ve konuyla ilgili nakledilen bazı uydurma rivayetleri ciddi bir araştırmaya tabi tutmadan ele alıp onlarla Resulullah'ın masum olmadığını ispatlamaya yeltenmişlerdir. Biz önce olayı onların anladığı ve kabul ettiği şekliyle kısaca aktardıktan sonra, hem rivayetlerin sıhhat derecesini, hem de konuyla alakalı ayetlerde asıldıkları bazı cümlelerin gerçek muradını açıklamaya çalışacağız; o zaman Allah'ın izniyle hem olayın onların kabul ettiği şekilde olmadığı, hem de ayetlerde istinad ettiklerin cümlelerin onları hiçbir şekilde desteklemediği ortaya çıkacaktır.

    Söz konusu hadise hakkında Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilen rivayetlerden bir tanesi şöyledir:

    Taberi, Veheb bin Münebbih'ten şöyle rivayet eder: "Allah Resulü (s.a.a) halasının kızı Zeynep binti Cahş'ı, kendi oğulluğu Zeyd bin Harise'yle nikâhlandırmıştı. Bir gün Zeyd'i görmek için onun evine gittiğinde, kapıda asılı perdeyi rüzgar savurdu ve peygamberin gözü, başörtüsüz halde evinde oturan Zeyneb'e ilişti. İşte bu sırada Allah Resulü (s.a.a) Zeyneb'e aşık oldu. Bu olay üzerine Zeynep kocasından soğudu ve bir gün Zeyd Hz. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vararak: "Zeynep'ten ayrılmak istiyorum" dedi. Hz. Resulullah (s.a.a): "Ne oldu? Ondan bir yanlışlık mı gördün?" diye sorunca Zeyd: "Hayır dedi, Ey Allah'ın Resulü, vallahi iyilikten başka şey görmedim ben ondan ..." Taberî Tefsiri, 22/ 10- 11 Beyrut, Dâr'ul-Ma'rife basımı.

    Buna benzer bir rivayet de Hasan Basrî tarafından aktarılmıştır.

    İşte masumiyet karşıtları bu gibi rivayetlere dayanarak, konuyla alakalı ayetleri de yanlış yorumlamış ve böylece kendi iddialarını doğrulamaya gayret etmişlerdir. Önce ayetleri görelim.

    "Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye "eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan da çekinerek, Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun, oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd ondan ilişkisini kesince biz onu seninle evlendirmiş olduk. Böylece evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri -kadınları boşadıkları- zaman, onları evlenme konusunda mu'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. * Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şeyi yerine getirmede peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. Bu daha önce gelip geçen ümmetlerde de olan Allah'ın sünnetidir. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. * Ki onlar -o peygamberler- Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek korkanlar ve Allah'tan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter." (Ahzap, 37-39)

    Evet, bu ayetlerden de özellikle iki cümleyi alıp ellerinde koz olarak kullanmaya çalışmışlardır. O iki cümle şunlardır:

    a) İnsanlardan da çekinerek..
    b) Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun..


    Diyorlar ki evvela masum olan Peygamber nasıl olur da Allah yerine insanlardan çekinir? Saniyen O, Zeyneb'e olan aşkını içinde saklıyordu. Ama Allah bilahare bunu ortaya çıkardı ve Zeyd bunu sezince eşini boşamaya karar verdi!! Masum olan bir peygamber bu duruma nasıl düşer?!

    Bu sözleri söyleyenler, nasıl olur da gözü kapalı ve hiç hicap duymadan en çirkin şeyleri dahi Allah'ın en sevgili ve değerli kuluna isnad etmekten çekinmez, sıkılmazlar?!! İnsan normal bir kimseye dahi bu tür şeyleri isnad ederken bin düşünüp bir söylemelidir. Kaldı ki hakkında ileri geri konuştukları Seyyid-i Kainat'tır, Server ve Hatem-i Enbiya'dır, Habib-i Kibriya'dır…

    Her halükarda önce konu hakkında nakledilen rivayet hakkında bir iki cümle söyleyip ayetlere geçelim. Bu rivayetler iki raviden nakledilmiştir, biri Veheb bin Münebbih diğeri ise Hasan-ı Basri. Bu iki ravi Resulullah'ın bu evliliğiyle ilgili naklettikleri rivayetin benzerlerini Hz. Davud'un, kendi komutanlarından olan Urmiya'nın eşiyle evliliğinin keyfiyeti hakkında da nakletmişlerdir ki insan dile getirmekten dahi haya ediyor. Ama konunun daha iyi anlaşılması için bunlardan kısa olan birisini nakletmeye mecburuz:

    Taberi ve Suyuti, tanınmış tefsirlerinde Hasan Basri'den şu rivayeti naklederler:

    "Hz. Davud (a.s) günlük veya haftalık zamanını 4'e ayırmıştı. Her gün vaktinin belli bir kısmını kadınlarına, bir kısmını ibadete, bir kısmını yargı ve hakemliğe, bir kısmını da İsrailoğullarını ziyarete ve dostluk görüşmelerine ayırırdı, bu ziyaretlerde onlarla konuşur, sohbet eder, dînî konuşmalar yapar ağlar ve onları da ağlatırdı.
    Bu ziyaret ve görüşme vakitlerinden biriydi, Davud, yanındaki İsrailoğullarına "Buyrun, sözünüzü söyleyin" dedi, onlardan biri "İnsanın hiç günah işlemediği bir gün olmuş mudur?" diye sordu. Bunun üzerine Davud, kendisinin böyle -günah işlemeyen- biri olduğunu geçirdi içinden.


    İbadet vakti gelince Davud kapıları kapatarak rahatsız edilmemesini istedi ve Tevrat'ı tilavete koyuldu. Tevrat okuduğu sırada altın sarısı bir güvercin gelip tam önüne konuverdi, çok güzel ve alımlı bir güvercindi. Davud onu yakalamak isteyince uçup biraz ötede yere kondu. Davud, yıkanmakta olan çok güzel bir kadını görerek ona aşık oldu. Davud'un gölgesini -veya siluetini- gören kadın hemen saçlarını çözerek vücudunu gizlemeye çalıştı ki onun bu davranışı Davud'un ona duyduğu ilgiyi daha da kırbaçladı.

    Davud, o kadının kocasını özel bir savaş vazifesiyle görevlendirmişti. "Falanca yerlere git, filan yerlerde savaş" diye ona mektup yazdı ve onu, sonu mutlaka ölüm olan tehlikeli bir göreve gönderdi. Adam emri yerine getirdi ve o savaşta öldü, Davud da onun dul karısını nikâhladı!" Taberi Tefsiri, c. 23 s. 95, 96, Beyrut, Dâr'ul-Ma'rife basımı. Ed-Dürrü'l-Mensûr (Suyûtî), 5- 148. (Biz Taberî'den naklettik).

    Veheb bin Münebbih'in naklettiği ise daha geniş ve daha iğrenç şeyleri içermektedir. Taberî Tefsiri c. 23 s. 95, 96, Beyrut, Dâr'ul-Ma'rife basımı.

    Şimdi asıl konumuza dönelim.

    Bu iki ravinin biyografisi konusunda şu ilginç noktayı hatırlatmamız yeterli olacaktır. Bunların her ikisi de Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) vefatından yıllar sonra dünyaya gelmiş olduklarından, Resulullah'ın zamanında vuku bulmuş bir hadiseye bizzat şahid olmaları mümkün değildir. Mevzuyu bizatihi aktarmaları elbette ki kesinlikle inandırıcı değildir. Bu iki şahsın aynı hadiseyi hiçbir senet ve aracı göstermeden doğrudan doğruya rivayet etmiş olması bir hayli düşündürücü değil midir?! Üstad Allame Askeri kitabında bu iki ravi hakkında şu bilgileri vermektedir:
    Veheb bin Münebbih:
    Veheb'in babası İranlıdır, İran Kisrası Enuşirevan onu Yemen'e göndermiştir. Veheb'in biyografisi hakkında İbn Sâ'd'ın Tabakât'ında özetle şöyle geçer:
    Veheb, gökten inen 92 kitap okuduğunu, bunların 72'sinin sinagog ve havralarda mevcut olduğunu, ama geriye kalan 20 kitaptan belli sayıda insanlardan başka kimsenin haberi olmadığını bizzat söylemiştir.
    Dr. Cevad Ali, "Veheb'in Yahudi asıllı olduğu söylenir; Yunanca, Süryanice ve Hımyerice'yi iyi bildiği ve kadim kitaplar konusunda uzman olduğu da bilinmektedir" der.
    Keşf'ul Zunun'da onun telif eserlerinden birinin Kısas'ul Enbiya olduğu geçmektedir. (Tabakaat, İbn Sa'd, 5-395 Avrupa bas. ve Keşf'uz Zunun 1328 ve İslam Öncesi Arap Tarihi: Cevad Ali c. 1, s. 44.)


    Rivayetin muhtevasına gelince, görüldüğü gibi bu rivayetin ekseni Zeynep'tir; onu başı açık bir halde -yüzünü- gören Allah Resulü (s.a.a)'in hemen ona vurulup gönlünü kaptırdığı iddia edilmektedir. Güya bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) onun Zeyd'den boşanmasını ve kendisiyle evlenmesini arzulamış ve bunu da kalbinde saklı tutup kimseye açamamıştır(!)

    Bu uyduruk rivayetin en bariz tutarsızlığı, evvelâ Zeyneb'in Hz. Resulullah (s.a.a)'in halakızı olması ve çocukluktan itibaren birlikte büyüdükleri için birbirlerini zaten yeterince görmüş olmalarıdır. İkincisi ve daha da önemli olanı, hicab -örtünme- ayetinin, Zeynep'le evlilikten çok sonra inmiş olmasıdır!!

    Bu durumda Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) kendi halakızları olan Zeyneb'i defalarca hicapsız olarak gördüğü halde, Zeyd'in evinde bir kez başı açık görmekle ona vurulmayacağı apaçık ortadadır.

    Bütün bunlar bir tarafa, Allah-u Teâlâ'nın "mükemmel insan örneği" olarak yaratmış olduğu Hz. Resulullah'ı (s.a.a) evli bir kadına gönül verecek kadar şehvetine düşkün ve nefsi zayıf biri derecesine indirerek süflileştiren bu tür rivayetler elbette ki O yüceler yücesine iftira olup, kim tarafından rivayet edilirse edilsin apaçık bir yalan ve iftiradır!

    Yorum


      #32
      Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

      Bu, karanlıkları aydınlatan, insanların indinde müşkil olanların, masumların ilimleriyle rahatlığa çıkaran ilim ziyafetinden dolayı Mufazzal
      [/quote]Allah razı olsun kardeşim.
      Bu forma üye kardeşlerimizin her ne kadar bazı görüş ve düşünceleri birbirine zıt gibi görünsede doğru olan, aşırıya kaçmadan,karşımızdaki kardeşimize aşağılama ne hakarette bulunmadan bu tür tartışmaları sonlandırmaktır.
      [/quote]

      Gördüğüm kadarıyla hepimiz İmam ve rehber dostu, inkılab aşığıyız. Dolayısıyla azıcık bir düşünce farklılığından dolayı birbirimizi mit-ajan-tc adamı diye suçlarsak neyi konuşabiliriz. Sizden de allah razı olsun, sağolun.

      selam ve dua ile.....
      kardeşimize Teşekkür ediyorum. Çok değerli üstadımız sn. Musa Aydın Ağamıza da Allah bol ecirler ihsan etsin, Ehlibeyt a.s.'ın şefaatine nail etsin ve onun ilmini başımızdan eksik etmesin diyorum..
      En son Qom_u_ask tarafından düzenlendi; 05.08.2020, 13:39.

      Yorum


        #33
        Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

        amin Allah razı olsun paylaşımlarınız çok güzel Arapça kelimeler az olunca anlaşılması daha kolay oluyor sağolun.
        En son Qom_u_ask tarafından düzenlendi; 05.08.2020, 13:38.

        Yorum


          #34
          Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

          [quote author=ehlibeytin_izinde link=topic=14657.msg90728#msg90728 date=1276959758]
          Bu, karanlıkları aydınlatan, insanların indinde müşkil olanların, masumların ilimleriyle rahatlığa çıkaran ilim ziyafetinden dolayı Mufazzal
          [/quote]Allah razı olsun kardeşim.
          Bu forma üye kardeşlerimizin her ne kadar bazı görüş ve düşünceleri birbirine zıt gibi görünsede doğru olan, aşırıya kaçmadan,karşımızdaki kardeşimize aşağılama ne hakarette bulunmadan bu tür tartışmaları sonlandırmaktır.
          [/quote]

          Gördüğüm kadarıyla hepimiz İmam ve rehber dostu, inkılab aşığıyız. Dolayısıyla azıcık bir düşünce farklılığından dolayı birbirimizi mit-ajan-tc adamı diye suçlarsak neyi konuşabiliriz. Sizden de allah razı olsun, sağolun.

          selam ve dua ile.....
          kardeşimize Teşekkür ediyorum. Çok değerli üstadımız sn. Musa Aydın Ağamıza da Allah bol ecirler ihsan etsin, Ehlibeyt a.s.'ın şefaatine nail etsin ve onun ilmini başımızdan eksik etmesin diyorum..
          [/quote]
          En son Qom_u_ask tarafından düzenlendi; 05.08.2020, 13:40.

          Yorum


            #35
            Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

            Şimdi bu hadisenin aslını, siyer kaynaklarından aktaralım:

            Müslümanlar Medine'ye hicret ettikten sonra Abdulmuttalib'in kızı olan Emiyme'nin kızı Zeyneb'e sahabeden bazıları elçi geldiler. Zeyneb, kardeşini Hz. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna göndererek o hazretin fikrini sordu.

            Allah Resulü:

            - Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetini ona öğretebilecek olan birine ne dersiniz? buyurdular.

            Zeynep bunun kim olduğunu sorduğunda hazret "Zeyd" buyurdular. Bu ismi duyunca Zeynep pek rahatsız olmuş ve meseleyi İslam inancı yerine kavmî ve ailevî taassupla değerlendirerek şöyle demişti:

            - Ya Resulullah! Halanın kızını kendi azadlı kölene mi lâyık buluyorsun yani?! Onunla evlenmem mümkün değil! Ben ailevi açıdan ondan daha soyluyum, ailemin seçkin kızıyım ben!

            Zeyneb'in bu sözleri üzerine Ahzâb Suresi'nin 36. ayeti nazil oldu. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyordu:

            "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman mu'min olan bir erkek ve mu'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır."

            Bu ayet üzerine Zeynep hiçbir itirazda bulunmayacak ve Hz. Resulullah'ın siyah bir Habeşli kadın olan Ümm-ü Eymen'le evlendirdiği ve ondan Usame'nin dünyaya gelmiş olduğu Zeyd'le evlenecek ve onun 2. karısı olacaktı.

            Zeynep, Zeyd'e karşı geçimsiz davranıyor, ona sinirleniyor, ikide bir Zeyd'in ona lâyık olmadığını söyleyerek onu aşağılıyordu. Zeyd durumu birkaç kez Resulullah'a (s.a.a) açtı ve Allah Resulü de sabretmesini tavsiye etti, ama bu evlilik uzun sürmedi ve Zeyd sonunda Zeyneb'i boşamak zorunda kaldı.

            Allah-u Teâlâ'nın yüce takdiri böyleydi; Araplar arasında cahiliyet döneminden kalma "babalığın, evlatlığın boşadığı kadınla evlenemeyeceği" şeklindeki yanlış geleneğin bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ameliyle değişip düzelmesi için bu evlilik ve boşanmanın ve ardından Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Zeynep'le evlenmesi önceden takdir olunmuş ve Allah-u Teâlâ da bunu Hz. Resul-i Ekrem'e vahiyle bildirmişti. Ancak Hz. Resulullah (s.a.a) insanların cahiliyet taassubuyla "oğlunun boşadığı karısını babası aldı" demelerinden çekindiği için daha önceden kendisine vahiyle inen bilgiyi kimseye açıklamayıp kendi içinde saklı tutarak Zeyd'e "Karını boşama, onunla geçinmeye çalış ve Allah'tan kork" buyurmuştu.

            Ne var ki Zeyd, Zeyneb'in geçimsizliğine daha fazla tahammül edemeyecek ve onu boşayacaktır.

            Zeyneb'in iddet süresi tamamlanınca söz konusu ayetler (Ahzâb, 37- 40) bir arada Hz. Resulullah'a (s.a.a) inerek meselenin içyüzü açıklanmış ve "evlat edinme" olayının İslam'daki hükmü belirtilerek şöyle buyrulmuştu:

            "Zeyd onu -Zeyneb'i- boşayınca biz onu seninle evlendirmiş olduk ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri -kadınları boşadıkları- zaman onlarla evlenme konusunda mu'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz kılmış olduğu bir şeyi yerine getirmede peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. Bu daha önce gelip geçenlerde de olan Allah'ın sünnetidir. Allah'ın emri takdir edilmiş bir kaderdir. (...) Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, ancak o, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir."

            Yine aynı surenin 4. ve 5. ayet-i kerimesinde de şöyle buyrulur:

            "...Evlatlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu sizin yalnızca ağzınızla söylediğiniz bir şeydir, Allah ise hakkı söyler ve doğru yola yöneltip iletir. Onları -evlatlıklarınızı- babalarına nispet ederek çağırın, bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar dinde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır..."

            Zeyd'le Zeyneb'in evlenmesi olayında Hz. Resulullah (s.a.a) kendi halasının kızı olan ve Kureyş'in önde gelen "soylu" bir ailesine mensup bulunan Zeynep'le; kabilevî açıdan Kureyş'ten çok aşağı sayılan ve daha önce Hz. Peygamber (s.a.a)'in kölesi olduğu halde sonradan o Hazret tarafından âzad edilen "dünün kölesi, bugünün azatlısı siyah derili Zeyd"i evlendirmek suretiyle gerçekte büyük bir sosyal ıslahatta bulunuyor ve o güne değin Arap cahiliyet geleneklerinin önemli kurallarından biri olan "herkes kendi dengiyle evlenebilir ancak" şeklindeki bâtıl bir geleneği bilfiil "geçersiz" ilan etmiş oluyordu.

            Bu olay bütün Mekke'yle Medine'de günün konusu olmuş, ancak böylesine büyük bir sosyal inkılabın gürültüleri henüz dinmeden Allah-u Teâlâ Peygamber'ine yeni bir görev daha iblağ ederek Zeyd'in boşadığı Zeyneb'i iddet süresinden sonra bizzat kendisine nikahlamasını emretmişti! Böylece cahiliyet döneminde kalma" evlatlık öz evlatla aynı fıkhî işleme tabidir" ve bu cümleden olmak üzere "evlatlıkla babalık, yekdiğerinden dul kalan kadınla evlenemezler" şeklindeki bâtıl bir gelenek daha yıkılmış ve yerini İslâmî doğrulara bırakmış oluyordu. Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu sünneti ve uygulaması, İsrailoğulları arasındaki bir cahiliyet kuralının yerine İslam hükmünü ikame edebilmek için savaşta ölen Urya'nın dul karısıyla evlenip yüzyıllar boyunca süregelen kemikleşmiş bir yanlış uygulamayı kıran Hz. Davud'un (a.s) uygulamasıyla büyük benzerlikler taşımaktadır ki, Allah'tan başka ilah tanımayan ve insan topluluklarında zamanla oluşup yerleşmiş batıl inanç ve kuralları ıslah için görevlendirilmiş bulunan hak peygamberlerin davranış ve eylemlerindeki bu ıslahatçı tutum ve benzerlikler, aynı İlahi kaynaktan beslendiği ve aynı merkezden gelen emirleri uyguladıkları için hiç de şaşırtıcı değildir aslında.

            Allah'ın ilâhî risaletle görevlendirmiş olduğu peygamberler ilâhi hükümlerin icrasında daima öncü olmuş ve ilk adımı kendileri atmışlardır. Nitekim Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) efendimiz cahiliyet döneminden beri bütün bir Arabistan Yarımadasın'da zamanla gelenekleşmiş olan faiz şart ve kurallarıyla, intikam ve kan davası ile ilgili câhili kanun ve kuralların tamamını ilk kez Veda Haccı'nda bâtıl ilan ederken de yine kendi ailesinden işe başlamış ve kendi amcası Abbas'ın faiz alacaklarının tamamının bundan böyle geçersiz ve batıl olduğunu, keza kendi amcaoğlunun cahilî bir girişimle dökülen kanının davasına girişmeyeceklerini ve kendilerinin bu kandan ilâhi hüküm gereğince artık vazgeçmiş olduklarını ve kimsenin de artık bu kan davasını gütme hakkı taşımadığını ilan etmiştir. İbn Hişâm Siyeri 1356 basımı c. 4 s. 275'te şöyle geçer: "Allah Resulü (s.a.a) Veda Haccı'nda îrâd buyurduğu hutbede şöyle buyurdu: "... Ve her nevi faiz haramdır, sadece asıl sermaye sizinkidir, ne zarar görün, ne de zarar verin! Allah-u Teâlâ faizin olmamasını emretmiş bulunmaktadır. Nitekim -bu cümleden olmak üzere amcam olan- Abbas bin Abdulmuttalib'in -alacağı- faizleri bundan böyle tamamen bâtıldır ve ödenmemelidir. Keza, cahiliyet döneminde dökülen her kan da kimin olursa olsun, bâtıldır ve boşa gitmiştir! Bu hususta batıl ve heder ilan edeceğim ilk kan da Rabia bin Heris bin Abdulmuttalib'in öldürülen çocuğunun kanıdır; Benî Leys kabilesindeki bu minik yavrucak henüz süt çağındayken Huzeyl tarafından öldürülmüştü, cahiliyet döneminde dökülmüş olan bu kan, benim heder ve karşılıksız (kan davası ve intikamı gerektirmeyen) ilan ettiğim ilk kandır!"

            Evet, Hz. Davud'un (a.s) Urya'nın duluyla evlenmesi ve Hz. Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) oğulluğu Zeyd'in duluyla nikâhlanması hadiselerinin aslı özetle böyledir. Ne var ki, geçmiş peygamberlerin kıssalarının teviline karıştırılan israiliyatlar ve benzeri mevzularda çeşitli neden ve etkenlerle uydurulmuş bulunan asılsız rivayet ve nakillerin basit bir dikkatsizlik neticesinde bazı İslam tefsir ve kaynak eserlerine sızmış olması neticesinde bu gibi daha nice mevzular tarihin karanlık labirentlerinde kalmış ve araştırmacıların birçok meselede hataya düşerek nice hakkı batıl, nice batıl şeyleri de hak zannetmelerine neden olmuştur.

            Yine bu tür israiliyatların yardımıyladır ki İslam tarihinde nice şehvetperest egemenler fesat ve şehvetperestliklerine dînî kılıflar uydurmuş ve kendi hayvanî çehrelerini masum gösterebilmek için Allah'ın has kulları olan peygamberler ve evliyaullaha bu tür iftiralarda bulunmaktan çıkar ummuşlardır. Nitekim Yezid bin Muaviye'yle ondan sonra tahta geçen Mervanoğulları'nın işlemiş olduğu affedilmez hatalar ve beyanı dahi iğrenç olan büyük günahlarla fesat ve ahlâksızlıklar; hilafet okulu mensuplarının Allah'ın has kulları olan peygamberlere de -Allah'ın selam ve salâtı cümlesine olsun- en çirkin amelleri dahi yakıştırabilme gaflet ve bahanesini vermiş, gerçekte Allah-u Teâlâ'nın her nevi günahtan arındırmış olduğu peygamberlerin de pekalâ günahkâr oldukları zannını yaratmalarına neden olmuş ve o yüce peygamberler hakkındaki ayetlerin tevili yoluyla, bazı halifelerin işlemiş olduğu nice fesat ve ahlaksızlığın sessizce geçiştirilmesine, hatta eleştirilmelerinin bile men edilmesiyle sonuçlanacak boyutlara varmasına neden olmuştur.

            Bu uzun açıklamanın ardın özetlemek gerekirse, evvela söz konusu rivayetler, tümden yalan ve iftiradır. Allah Resulü'nün Zeynep'le evliliği (hâşâ) bir aşık olma falanın neticesi değil, iki önemli hedef taşıyordu: Birincisi cahliyet zamanından kalan evlatlığa her yönden gerçek evlat muamelesi yapılmasının yanlışlığını bizzat Allah Resulü'nün eliyle düzeltilmesi, İkincisi Zeyd'le sırf Allah ve Resulü'nün emri üzere evlenen ve daha sonra da boşanma olayıyla iyice sarsılan Zeyneb'in onurunun tamir edilmesi.

            Korku ve çekince meselesine gelince, aynı surenin yukarıdaki ayetlerin ardında yer alan ayetten de anladığımız gibi Resulullah'ın bu korku ve çekincesi hâşâ maddi ve dünyevi bir korku değildi. Çünkü söz konusu ayet açıkça Allah'ın elçilerinin sadece Allah'tan korktuklarını ve Ondan başka kimseden korkmadıklarını beyan etmektedir. (Ahzap, 39) Allah Resulü'nün çekincesi manevi bir çekinceydi. O da insanların olayı yanlış yorumlayarak dine ve dinin elçisine soğumaları ve olumsuz bir gözle bakmalarıydı. Ama Allah-u Teâlâ birçok yerde olduğu gibi burada da Resulü'ne o kadar da kendisi sıkmaması gerektiğini ve insanların kaygılarından çok İlahi emirlerin uygulanmasını göz önünde bulundurmasını emretmiştir. Dolayısıyla burada da masumiyete ters düşecek bir durum söz konusu değildir.

            Yorum


              #36
              Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

              11- Resulullah'ın Münafıkların başı Abdullah b. Übey b. Selül'e Cenaze Namazı Kıldırdığı İddiası:

              Muhaliflerin masumiyete aykırı bir delil olarak ileri sürdükleri bir iddia ise, güya Resulullah'ın münafıkların başı Abdullah bin Übey'e cenaze namazı kılmak istemesi, hatta kıldığı iddiasıdır. Onlar, Tevbe suresinin 80 ve 84. ayetlerindeki ifadeleri de bazı rivayetlere dayanarak buna delil olarak göstermişlerdir.

              Merhum Allâme Tabâtabâî bahsi geçen ayetlerin tefsirinde konuyla ilgili rivayetleri toplu halde zikredip kapsamlı bir tahlilini yapmıştır ki bu iddialara cevap olarak bu tahlilin zikredilmesinin yeterli olacağı kanaatindeyiz:

              "Onlar için Allah'tan ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir. Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez."

              "Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabirinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve fasık olarak can verdiler."
              (Tevbe, 80 ve 84)

              ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirde: "Onlardan... hiçbirine asla namaz kılma" ifadesiyle ilgili olarak Buhârî, Müslim, İbn Ebî Hâtem, İbn Munzir, Ebu'ş-Şeyh, İbn Murdeveyh ve Beyhakî'nin ed-Delail adlı eserde İbn Ömer'den şöyle rivayet ettikleri belirtiliyor: "Abdullah b. Ubey b. Selul ölünce, oğlu Abdullah Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldi ve babası için kefen olarak kullanmak üzere gömleğini istedi. Peygamberimiz (s.a.a) gömleğini verdi. Sonra babasının cenaze namazını kılmasını istedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) cenaze namazını kılmak üzere yerinden kalktı.

              Bu sırada Ömer b. Hattab yerinden kalktı ve Peygamberimizin (s.a.a) elbisesini tutup çekti ve dedi ki: "Ya Resulullah, sen onun namazını mı kılacaksın? Allah, münafıkların cenaze namazını kılmanı yasaklamadı mı? Peygamberimiz (s.a.a) şu karşılığı verdi: "Rabbim "Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek" buyurarak tercihi bana bıraktı. Ben de yetmiş kereden fazla af dileyeceğim. (Ömer,) o bir münafıktır dedi; (ama Resulullah dinlemedi) ve onun cenaze namazını kıldı. Bunun üzerine yüce Allah: "Onlardan ölmüş olan hiçbirisine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma" ayetini indirdi. Bundan sonra peygamberimiz (s.a.a) münafıkların cenaze namazlarını kılmadı.


              Allame Tabâtabâî daha sonra şöyle devam ediyor: Bu anlamı destekleyen başka rivayetler de vardır. Hadis kaynaklarında yer alan bu rivayetler Ömer b. Hattâb, Câbir ve Katâde'den aktarılmışlardır. Bu rivayetlerin bazısında Peygamberimizin (s.a.a) Abdullah b. Ubey'i kendi gömleğiyle kefenlediği, vücuduna üflediği, bizzat kabrine inerek onu kabre yerleştirdiği dile getiriliyor!

              Yine aynı eserde belirtildiğine göre, Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Hâtem, en-Nahhâs, İbn Hibbân, İbn Murdeveyh ve Ebu Nuaym el-Hilye adlı eserde İbn Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir: "Ömer'in şöyle dediğini duydum: "Abdullah b. Ubey ölünce, cenaze namazını kılması için peygamberimizi çağırdılar. Peygamberimiz de (s.a.a) namazını kılmak üzere ayağa kalktı. Namaza durduğu sırada ona dedim ki: Şunu şunu ve şunu söyleyen -onun geçmişinden örnekler veriyordum- Allah'ın düşmanı Abdullah b. Ubey'in namazını mı kılıyorsun?" Ben bunları söylerken Peygamberimiz (s.a.a) bir yandan gülümsüyor, bir yandan da diyordu ki: "Ey Ömer, uzak dur benden. Bu hususta tercih bana bırakıldı, bana denildi ki: "Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de..." Eğer yetmiş kereden fazla af dilemem durumunda onun bağışlanacağını bilsem, daha fazla dilerdim. Sonra cenaze namazını kıldı. Kabrine konulup defin işlemleri tamamlanıncaya kadar ona eşlik etti.

              Ben de kendime ve Resulullah karşısındaki cüretkâr tavrıma hayret ediyordum. Allah ve Resulü daha iyi biliyorlardı. Çok geçmeden şu iki ayet indi: "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma." Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.a) vefat edinceye kadar hiçbir münafığın cenaze namazını kılmadı.

              Aynı eserde belirtildiğine göre, İbn Ebî Hâtem eş-Şa'bî kanalıyla Ömer b. Hattâb'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İslâm'da bir kere ayağım kaydı, bir daha o şekilde sürçmedi. Peygamberimiz (s.a.a) Abdullah b. Ubey'in cenaze namazını kılmak istedi. Ben de elbisesinden tutup engel olmaya çalıştım. Dedim ki: Allah'a yemin ederim ki, Allah sana böyle bir şey yapmayı emretmedi. Allah: "Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek" buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.a) dedi ki: "Allah, onlar için ister af dile, ister dileme..." demek suretiyle tercihi bana bırakmıştır.

              Resulullah (s.a.a) Abdullah b. Ubey'in mezarının kenarında oturdu. Bu sırada insanlar, Abdullah b. Ubey'in oğluna: Ey Habbâb, şunu yap, ey Habbâb şöyle yap, diyorlardı. Peygamberimiz (s.a.a) dedi ki: Habbâb şeytanın adıdır. Sen Abdullah'sın!...

              Yine aynı eserde belirtildiğine göre, Taberânî, İbn Murdeveyh ve Beyhakî ed-Delâil adlı eserde İbn Abbâs'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Abdullah b. Ubey, oğlu Abdullah'a dedi ki: Benim için Resulullah'tan bir giysi iste ve o giysiyi bana kefen yap. Benim cenaze namazımı kılmasını iste. Oğlu Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelerek şunları söyledi: "Ya Resulullah, Abdullah'ın şerefini biliyorsun. O kendisi için kefen olarak kullanılmak üzere senin bir giysini, ayrıca senin de onun cenaze namazını kılmanı istedi."

              Bu sırada Ömer dedi ki: "Ya Resulullah, Abdullah'ı ve münafıklığını biliyorsun. Allah, onun cenaze namazını kılmanı yasakladığı hâlde, namazını mı kılacaksın?" Peygamberimiz (s.a.a): "Nerede yasaklanmış?" diye sordu. Ömer şu ayeti okudu: "Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek?" Peygamberimiz (s.a.a) dedi ki: "Bende yetmiş kereden fazla af dileyeceğim!" Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi: "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma." Peygamberimiz (s.a.a) bu ayetin indiğini Ömer'e bildirdi. Sonra Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Olar için af dilesen de, dilemesen de birdir."

              Allâme Tabâtabâî daha sonra şu tespitlerde bulunuyor: Resulullah efendimizin (s.a.a) Abdullah b. Ubey için af dilediği ve cenaze namazını kıldırdığıyla ilgili rivayetler birtakım çelişkiler, birbirini çürütmeler içermenin yanı sıra, kendi içlerinde de birbiriyle çakışmaktadırlar. Bu bakımdan ayetlerle bağdaşmadıkları, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıktır.

              Birincisi: "Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek" ifadesi gayet net olarak ortaya koyuyor ki, ayet, münafıklar için af dilemenin onlara bir yarar sağlamayacağını vurgulama amacına yöneliktir. Peygamberimizi iki şıktan birini tercih etmek üzere serbest bırakma maksadına yönelik değildir. Kullanılan sayı (yetmiş defa) da abartılı çokluk ifade etmek içindir. Yoksa yetmiş sayısının bir özelliği söz konusu değildir. Yani amaç yetmiş kereden fazla bağışlama dilemenin affetme ümidini doğuracağı mesajını vermek değildir.

              Sonra Peygamberimiz (s.a.a) ayetin bu anlamını kavramamaktan, dolayısıyla ayeti kendisine sunulan bir tercih imkânı gibi kullanmaktan, "Ben yetmiş kereden fazla af dileyeceğim" demekten, bir başkasının ona ayetin anlamını hatırlatmış olmasından, buna rağmen, Allah, münafıkların namazını kılmasını ve onlara yönelik diğer eylemlerini yasaklayan bir başka ayet indirinceye kadar bu cehaletinde ısrar etmekten münezzehtir. O bu tür yakıştırmalardan uzaktır.

              Kaldı ki: "Onlar için ister af dile, ister dileme..." ..."Onlar için af dilesen de, af dilemesen de birdir." ..."Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma" ifadeleri gibi, münafıklar için af dilemeyi, onların cenaze namazlarını kılmayı konu alan ayetler, onlar için af dileme ve namaz kılma yasağını onların kâfirlikleriyle, fâsıklıklarıyla gerekçelendiriyorlar. Hatta müşrikler için af dilemeyi yasaklayan: "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, Allah'a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır nede inananlara." (Tevbe, 113) ayeti de af dileme yasağını, onların kâfir oluşlarıyla ve cehennemde ebediyen kalacak oluşlarıyla gerekçelendiriyor. Böyleyken onlar için af dilemenin ve cenaze namazlarını kılmanın caizliği nasıl tasavvur edilebilir?

              İkincisi: "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma" ifadesinin de yer aldığı ayetler grubunun akışı, bu ayetin Peygamberimizin Tebük seferine çıktığı esnada ve henüz Medine'ye dönmemişken indiğini gösteriyor; Hicretin sekizinci yılında yani. Abdullah b. Ubey ise, hicretin dokuzuncu yılında Medine'de ölmüştür. Bütün bu gerçekler rivayet yoluyla bilinen kesin olgulardır.

              O hâlde rivayetin birinde yer alan: "Resulullah, Abdullah b. Ubey'in cenaze namazını kıldı, sonra onun kabrinin başında da durdu. Bunun üzerine: "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma" ayeti indi" şeklindeki değerlendirme hangi somut gerçeklere dayanıyor?!


              Bundan daha ilginç olanı, önceki rivayetlerin birinde yer alan şu ifadedir: "Ömer Peygamber'e dedi ki: "Allah, münafıkların cenaze namazını kılmanı yasakladığı hâlde, bu adamın namazını mı kılacaksın?" Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) dedi ki: "Allah, tercihi bana bıraktı." Ardından yüce Allah: "...hiçbirine asla namaz kılma" ayetini indirdi."

              Daha da tuhaf olanı, sunduğumuz rivayetlerin sonuncusunda yer alan: "Onlar için af dilesen de, af dilemesen de birdir" ayetinin inişiyle ilgili açıklamadır. Bilindiği gibi bu ayet, Münafikun Suresi'nde yer alır. Bu sure ise, hicretin beşinci yılında, Mustalik oğulları savaşından sonra inmiştir. Abdullah b. Ubey ise, o sırada yaşıyordu. Üstelik bizzat Münafikun Suresi'nde, onun: "Medine'ye döndüğümüzde üstün olanlar alçak olanları oradan mutlaka çıkaracaktır" sözü de aktarılmıştır.

              Bazı rivayetlerde ve bu rivayetleri desteklemeye yönelik yorumlarda deniliyor ki: Peygamberimiz (s.a.a) Hazreç kabilesine mensup bazı münafıkların kalplerini İslâm'a yöneltmek için Abdullah b. Ubey için af dilemiş ve onun cenaze namazını kılmıştır. Böyle bir şey olabilir mi? Hz. Peygamber (s.a.a) münafıkların kalplerini İslâm'a yöneltmek, onlara hoş görünmek uğruna ayetlerin içerdiği apaçık hükümlere aykırı bir tutum sergileyebilir mi? Kaldı ki, Yüce Allah, böyle davranması durumunda kendisini şiddetle cezalandıracağını belirtmiştir. "O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık." (İsrâ, 75) Demek ki, bu rivayetler uydurmadır. Kitaba ters düşen bu mevzu hadisleri elinin tersiyle itmek gerekir.

              Yorum


                #37
                Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                12- Resulullah'ın (s.a.a) Müşrik Birisine İstiğfar Ettiği İddiası:

                İleri sürdükleri bir başka delil, güya Resulullah'ın Tevbe suresi 113. ayete aykırı olarak akrabalarından olan müşrik birisine istiğfar etmesidir. Onlar, Hz. Ebu Talib'i (hâşâ) müşrik bildikleri için bazı sahte rivayetlere de dayanarak bu olayın Hz. Ebu Talib hakkında vuku bulduğunu söylemişlerdir. Konuyla alakalı olduğunu iddia ettikleri ayetin metni şöyledir:

                "Ne peygambere, ne iman edenlere akraba bile olsalar cehennemlik oldukları iyice belli olduktan sonra müşriklere istiğfar etmek yoktur." (Tevbe, 113)

                Konuyla alakalı dayandıkları bazı rivayetler:

                ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirde, "Allah'a ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara." ayetiyle ilgili olarak İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesaî, İbn Cerir, İbn Münzir, İbn Ebî Hâtem, Ebu'ş-Şeyh, İbn Mürdeveyh ve Beyhakî'nin "ed-Delâlil" adlı eserinde Said b. Müseyyeb'den, onun da babasından şöyle rivayet ettiği belirtiliyor: "Ebu Talib ölüm döşeğine düşünce Resulullah Efendimiz (s.a.a) yanına gitti. Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye de orada bulunuyorlardı. Peygamberimiz (s.a.a) dedi ki: Amcacığım, Lailâheillallah (Allah'tan başka ilâh yoktur) de ki, Allah katında bununla seni savunayım." Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye atıldılar: "Ey Ebu Talib, yoksa sen Abdulmuttalib'in dinini terk mi ediyorsun?" Peygamberimiz (s.a.a) bu öneriyi tekrarladıkça Ebu Cehil ve Abdullah da tepkilerini ortaya koyarak onu caydırıyorlardı. Ebu Talib son olarak onlara şöyle söyledi: "Ben Abdulmuttalib'in dini üzereyim." Lalilâheillallah demekten kaçındı.

                Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.a) buyurdu ki: "Vazgeçirilmediğim sürece senin için af dileyeceğim." Bu olay üzerine, "Ortak koşanlar için af dilemek ne Peygamber'e yaraşır, ne de inananlara." ayeti indi. Allah Ebu Talib'le ilgili olarak da peygamberimize hitaben şu ayeti indirdi: "Sen sevdiğini hidayet erdiremezsin, fakat Allah dilediğini hidayete erdirir."

                Bu anlamda başka rivayetler de Ehlisünnet kaynaklarında yer almaktadır. Bu rivayetlerin birinde, Müslümanların peygamberimizin müşrik amcası için af dilediğini gördüklerinde müşrik babaları için af dilemeye başladıkları, bunun üzerine yukarıdaki ayetin indiği belirtiliyor.

                Yorum


                  #38
                  Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                  Cevap: Evvela daha önce de vurguladığımız gibi bu tür emirler, birer tedbirdir ve konunun önemini ve kimsenin hükümden istisna edilmediğini, Peygamber de dâhil her kesin bu İlahi hükme dâhil olduğunu vurgulamak, yine "kızım sana diyorum, gelinim sen anla" babından dolaylı mesaj vermek içindir. Ama illa da böyle bir şey vuku bulmuş da ondan dolayı ayet inerek bundan nehyetmiştir, demek değildir. Yoksa benzer hitapların hepsinde aynı şeyi söylememiz gerekir. Daha önce Allah Resulü'ne "Allah'tan gayrı ilah edinme" "Puta tapma" gibi bazı hitapları nakletmiştik. Hâşâ Allah Resulü daha önce başka ilah mı edinmişti, puta mı tapıyordu?

                  Saniyen Ehlibeyt İmamları'ndan (a.s) gelen rivayetlerde, ittifakla Ebu Talib'in Müslüman olduğu, ancak Peygamber'i (s.a.a) himaye edebilmesi için Müslümanlığını açıklamadığı belirtiliyor. Sahih kanallarda, Ebu Talibe ait oldukları belirtilen birçok şiirde, onun tevhide inandığına, peygamberliği onayladığına ilişkin somut ifadeler yer alır. Dolayısıyla kendilerini Ehlibeyt gibi nurlu ve şaibesiz bir kaynaktan mahrum kılanların, Emevi uydurması rivayetlere dayanarak böyle bir sonuca gitmeleri doğaldır aslında.

                  Yorum


                    #39
                    Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                    13- Vahyin Kesilişi İddiası:

                    Masumiyet inancına karşı gelenler bir de Taberî gibi Yahudi ve Hıristiyan kaynaklı efsanelerden temiz olmayan bazı tarihlerde nakledilen "inkita-ı vahy" (vahyin kesilişi) isimli bir efsaneye dayanarak ve bazı ayetleri de bu efsaneye uyarlayarak güya Allah Resulü'nün (s.a.a) bir hata yaptığını ve bundan dolayı da adeta bir ceza olarak bir müddet vahyin kesildiğini iddia etmektedirler. Bu konuda özellikle iki rivayeti çokça kullanmaktadırlar:

                    a) Yahudiler Peygamber'in huzuruna gelip üç mesele (ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zü'l-Karneyn) hakkında bazı sorular sordular. Peygamber, "İnşallah" demeden, "yarın ge¬lin cevabınızı vereyim" dedi. Bunun için vahiy kesildi.

                    b) Osman, hediye olarak Peygamber'e biraz hurma veya üzüm gönderdi. Bir dilenci Peygamber'in kapısına geldi, Peygamber onu dilenciye verdi. Osman onu dilenciden satın aldı ve tekrar peygamber'e gönderdi. Yine dilenci peygamberin kapısına gitti ve aynı iş üç kere tekrarlandı.

                    Sonuncu defa peygamber yumuşakça: "Sen dilenci misin, tüccar mısın?" buyurdu. Dilenci, peygamber'in bu sözüne darıldı ve vahiy bu sebeple kesildi.

                    Bu konuda aşağıdaki ayetlerin de indiğini iddia etmektedirler:

                    "Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım deme" * Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir." de." (Kehf, 23-24)

                    "Andolsun kuşluğa * Ve geceye, karanlığı iyice çöktüğü zaman, * Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da. * Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır. * Elbette Rabb'in sana verecek, böylece sen hoşnut olacaksın. * Seni yetim bulup da barındırmadı mı? * Ve seni yol yitirmiş bulup da, yol göstermedi mi sana? * Ve seni yoksul bulup da zengin etmedi mi? * Öyleyse, sakın yetimi üzüp, kahretme, * İsteyip dileneni de azarla¬yıp, kovma; * Rabbinin nimetini de anlat." (Duhâ, 1-11)

                    Yorum


                      #40
                      Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                      Cevap: Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu gibi İlahi emirleri, illa da yapılan bir yanlışı düzetmeye yönelik olarak algılamamalıyız. Bunlar ya Allah-u Teâlâ'nın Resulü'nü korumaya yönelik tedbirleridir. Ya da zahirde Resulü'ne hitap etmekle birlikte, asıl muhatap ümmetidir kendisi değil. Daha önce buna bazı örnekler zikretmiştik.

                      Şimdi nakledilen "vahyin kesilmesi" iddiası hakkındaki rivayetleri incelemeye çalışalım.

                      Evet değindiğimiz gibi bazı tarihçiler, özellikle de Taberî, vahyin kesilişi (inkıta-i vahiy) adında bir meseleyi söz konusu edip şöyle diyorlar: "Resulullah, o meleği görüp ilk vahyi aldıktan sonra, Allah-u Teâlâ ka¬tından tekrar vahiy gelmesini bekliyordu. Fakat artık ne o güzel melekten bir haber vardı, ne de o gaybî mesajdan."

                      Bizce şayet bi'setin evvelinde bir müddet vahyin kesildiğini kabul et5sek dahi, bu, Kur'ân'ın tedrici nüzulünden başka bir şey değildir.

                      Aslında bir takım maslahatlardan dolayı ilahi irade, Kur'ân'ın yavaş yavaş nazil olmasına yönünde tecelli etmişti. Ancak bi'setin evvelinde, vahiy daha yeni gelmeye baş¬ladığı için vahyin arası kesilince, bu "inkıta-i vahiy" olarak telakki edildi. Yoksa "inkita-i vahiy" diye bir şey söz konusu değildi.

                      Bu mesele, art niyetli yazarların elinde bir bahane teşkil ettiği için konuyu daha iyi açıp "vahyin kesilişi" diye bir meselenin gerçek olmadığını ve Kur'ân ayet¬lerinin bu meseleye tatbik edilişinin temelsiz olduğunu ispatlamak istiyoruz.

                      Önce hadiseyi aynen Taberî'nin naklettiği gibi aktaralım:

                      "Vahy kesilince, Peygamber'in bi'setin başlangıcındaki şek ve şüpheleri tekrar baş¬ladı. Hatice de onun gibi şüpheye kapıldı ve: "Allah seninle ilişkisini kesmiştir sanı¬yorum" dedi. Peygamber, bu sözü duyduktan sonra Hira dağına doğru yola koyuldu. Bu sırada Cebrail nazil oldu ve Peygamber'e aşağıdaki ayetlerle hitabetti: "Andolsun kuşluğa * Ve geceye, karanlığı iyice çöktüğü zaman, * Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı da. * Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır. * Elbette Rabb'in sana verecek, böylece sen hoşnut olacaksın. * Seni yetim bulup da barındırmadı mı? * Ve seni yol yitirmiş bulup da, yol göstermedi mi sana? * Ve seni yoksul bulup da zengin etmedi mi? * Öyleyse, sakın yetimi üzüp, kahretme, * İsteyip dileneni de azarla¬yıp, kovma; * Rabbinin nimetini de anlat." (Duhâ, 1-11)
                      Bu ayetler indikten sonra Peygamber, fevkalade sevindi ve hakkında söylenilen¬lerin hepsinin yalan olduğunu anladı"

                      Yorum


                        #41
                        Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                        Tarih Değil, Efsanedir:

                        Hatice'nin hayatı, tarihte kaydedilmiştir. Peygamber'in (s.a.a) güzel huyları, iyi davra¬nışları, hâlâ gözlerinin önünde olan ve Rabb'ini adil bilen Hatice, nasıl olur da birden bire Allah'ın ve Resulü'nün hakkında böyle bir su-i zanda bulunur acaba?

                        Nübüvvet makamı, yüce sıfatlar ve güzel huylara sahip olmaksızın hiçbir kimse¬ye verilmez. Resulullah (s.a.a) o yüce, sıfatlara ve bir takım özel şartlara haiz olma¬saydı eğer, bu makama asla erişemezdi. Bu sıfatların en önemlisi, ismet (günah ve ha¬talardan masum olmak), itmi'nan (gönlün daima huzur içinde oluşu, asla ıstırap ve en¬dişeye kapılmaması) ve tevekküldür. Bu sıfatlara sahip olan birinin aklından böyle yan¬lış fikirlerin geçmesi asla mümkün değildir. Ulema derler ki: "Peygamberlerin tekâmül hareketleri, çocukluk döneminden başlar, hicaplar, perdeler bir bir gözlerinin önünden kalkar, ilmi kışkırtıcılığı son derecesine ulaşır; gördükleri, duydukları şey¬ler hakkında hiç şüphe etmezler." Böyle bir mertebeye ulaşan kimse, onun bunun sözüyle şüpheye düşer mi, endişeye kapılır mı hiç?!

                        Duhâ süresindeki "Rabb'in seni terk etmedi ve darılmadı da" cümlesinden anlaşıl¬dığına göre bir adam Resulullah'a: "Rabbin seni terk etmiş, sana darılmıştır" demişti. Fakat diyen adam kimdir ve bu cümle Peygamber'i ne derecede etkiledi? Bu hususta söz konusu surede hiçbir işaret yoktur.

                        Kimi müfessirler, bu cümleyi bazı müşrikler söylemiştir, diyorlar. Bu kavle göre, mezkûr ayetler vahyin başlangıcı ile ilgili olmalı.

                        Çünkü bi'setin başlangıcında Hatice ve Ali'den başka hiçbir kimsenin vahyin nüzulünden haberi yoktu. Hatta ileride de anlatacağımız gibi Resulullah'ın peygamberliği üç yıla kadar müşriklerin çoğuna gizli idi. Peygamber, bu üç yıl içinde risaletini umu¬ma tebliğ etmekle memur değildi. Bilahare "Artık sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle" ayet-i kerimesi (Hicr, 94) nazil oldu ve Peygamber (s.a.a) risaletini açığa vurdu.

                        Yorum


                          #42
                          Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                          Siyer Yazarlarının Vahyin Kesilişi Hakkındaki İhtilafları:

                          Kur'ân'ın hiçbir yerinde vahyin kesilişi diye bir meseleye işaret olunmamıştır. Sa¬dece siyer ve tefsir kitaplarında böyle bir mesele göze çarpmaktadır. Fakat vahyin kesilişinin sebebi ve süresi hakkında değişik görüşler vardır. İnsan müfessirler ve siyerciler arasındaki bunca farklı görüşleri görünce, ister istemez meselenin aslında şüphe düşüyor. Şimdi kısaca bu ihtilaflara değinelim:

                          1- Yahudiler Peygamber'in huzuruna gelip üç mesele (ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zü'l-Karneyn) hakkında bazı sorular sordular. Peygamber, "İnşallah" demeden, "yarın ge¬lin cevabınızı vereyim" dedi. Bunun için vahiy kesildi. Müşrikler, vahyin kesilmesine çok sevinip: "Allah onu terk etmiştir" dediler. Duhâ suresi, bu batıl düşünceyi red¬detmek için nazil oldu. Tefsir-i Ruhu'l-Meânî, c.30, s.157, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.349-350.

                          Bir görüşe göre bu hadise bi'setin başlangıcıyla ilgili değildir. Çünkü Yahudi âlimlerinin bu üç konu hakkında Peygamber ile görüşmesi, hicretin yedinci yılında olmuştu. Bu yılda peygamber'in nübüvvetinin hakikatini, Yahudi bilginlerden sormak için Kureyş tarafından Medine'ye bir heyet gelmiş ve onlar da heyete, yukarıda değindiği¬miz üç meseleyi Muhammed'den sorun demişlerdir. Siret-u İbn-i Hişâm, c.1, s.300-301.

                          2- Peygamber'in karyolasının altında bir köpek yavrusu ölmüştü ve hiçbir kimse¬nin haberi yoktu. Peygamber, evden çıktığında Havle evi süpürürken onu görüp dı¬şarı attı. Ondan sonra vahy meleği nazil oldu ve Duhâ suresini getirdi. Peygamber (s.a.a), vahyin gecikme sebebini sorunca Cebrail (a.s), "Biz köpek bulunan bir eve girmeyiz" dedi. Tefsir-i Kurtubî, c.10, s.71-83, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.349.

                          3- Müslümanlar, vahyin gecikme sebebini sordular. Peygamber (s.a.a): "Siz, tırnak ve bı¬yıklarınızı kısaltmayınca, nasıl vahy gelebilir?" buyurdu. Tefsir-i Kurtubî, c.10, s.71-83, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.349.

                          4- Osman, hediye olarak Peygamber'e biraz hurma veya üzüm gönderdi. Bir dilenci Peygamber'in kapısına geldi, Peygamber onu dilenciye verdi. Osman onu dilenciden satın aldı ve tekrar peygamber'e gönderdi. Yine dilenci peygamberin kapısına gitti ve aynı iş üç kere tekrarlandı.

                          Sonuncu defa peygamber yumuşakça: "Sen dilenci misin, tüccar mısın?" buyurdu. Dilenci, peygamber'in bu sözüne darıldı ve vahiy bu sebeple kesildi. Tefsir-i Ruhu'l-Meânî, c.30, s.157.

                          5- Peygamber'in hanımlarından veya yakınlarından birinin bir köpek yav¬rusuna sahip o9lması, vahyin inmesine mani idi. Tefsir-i Taberî'nin hamişinde basılan "Garâibü'l-Kur'ân "Tefsir-i Ebi'l-Fütûh, c.12, s.108.

                          6- Peygamber, vahyin gecikmesini Cebrail'e (a.s) sordu. Cebrail (a.s): "Benim kendimden hiç¬bir ihtiyarım (yetkim) yoktur" dedi. Tefsir-i Ebi'l-Fütûh, c.12, s.108.

                          Bu konuda başka kaviller de vardır ki, bu hususta tefsir kitaplarına bakabilirsiniz. Tefsir-i Mecmeü'l-Beyân, c.10, Duhâ Suresinin Tefsiri.

                          Fakat ne var ki, ön yargılı yazarlar bunca kaviller içinden sadece Taberî'nin nak¬lettiği kavli seçmiş ve bunu, Peygamber'in şüpheye düştüğünün alameti olarak addet¬mişlerdir. Tefsir-i Taber-i, c.3, s.252.

                          O kadar kavlin içinden sadece birini zikredip ömrü boyunca hiçbir hadi¬se karşısında sarsılmayan mutmain bir şahsiyet hakkında o kavil esasınca hüküm ver¬mek, bu tip yazarların art niyetli veya en azından İslam tarihinden habersiz oldukla¬rını ortaya koymaktadır.

                          Aşağıdaki noktalara dikkat edilirse, bu ihtimalin temelsiz olduğu anlaşılacaktır:

                          1- Hz. Hatice, bütün varlığıyla Peygamber'e (s.a.a) bağlı, ömrünün sonuna kadar kocasının yolunda fedakârlık eden ve servetini peygamber'in yüce hedefi uğrunda vakfeden bir kadındı. Bi'set yılında, Peygamber ile evlenmesinden on beş yıl geçiyordu. Bu müddet içinde kocasından iyilikten başka bir şey görmemişti. Acaba Peygamber'e bu kadar bağlı olan bir kadın, ona karşı öyle sert konuşur muydu?!

                          2- "Rabb'in seni terk etmedi ve sana darılmadı da" ayetinden, o sözün Peygam¬ber'e söylendiği anlaşılmakta, fakat söyleyen kimmiş ve niçin söylemiş, malum de¬ğildir.

                          3- Bu haberi nakledenler, bir gün Hatice'yi, Peygamber'e teselli veren, onu şüphe¬den çıkaran ve hatta onu intihar etmekten alıkoyan bir kadın olarak takdim ederler, diğer bir gün ise onu, Peygamber'e karşı "Allah, sana gazab etmiştir" diyebilecek biri¬si olarak tanıtmaktadırlar. İşte burada "Yalancı, unutkan olur" demekle yetiniyoruz.

                          4- Eğer Hira dağında ilk vahiy olarak Alak suresinden birkaç ayet indikten son¬ra vahy kesilmiş ve bir müddet aradan sonra Duhâ suresi inmiş ise, o halde nüzul sırasına göre Duhâ suresi, ikinci sure olmalıdır. Oysaki nüzul tarihi açısından Duhâ suresi, Kur'ân'ın onuncu süresidir. Tarih'ül Kur'ân- Zencai, s.58.

                          Duhâ suresine kadar Kur'ân sureleri nüzul sırasına göre şöyledir: 1-Alak, 2- Kalem, 3- Müzzemmil, 4- Müddessir, 5-Tebbet, 6- Tekvîr. 7- İnşirâh. 8- Asr. 9- Fecr, 10- Duhâ

                          Tarihçilerden sadece Yakubî, nüzul tarihi bakımından Duhâ suresini, üçüncü su¬re olarak kabul etmiştir. Tarih-i Yakubi, c.2, s.33.

                          Bu görüş, hatta bu nakil ile de tatbik etmemektedir.

                          Yorum


                            #43
                            Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                            Vahyin Kesiliş Müddeti Hususundaki İhtilaf:

                            Vahyin kesiliş süresi, çeşitli şekillerde yazılmıştır. Tefsir kitaplarında "4 gün, 12 gün, 15 gün, 19 gün, 25 gün, 40 gün" kavilleri göze çarpmaktadır.

                            Kur'ân'ın tedrici nüzulünün hikmetini göz önünde bulundurursak, "İnkita-i vahy" dedikleri meselenin istisnai bir hadise olmadığını anlarız. Çünkü Kur'ân, ilk günden itibaren ilahi iradenin Kur'ân'ın tedricen nazil olmasına taalluk ettiğini bildirmiştir. "Kur'ân'ı ayet ayet ayırdık ki, onu insanlara duradura okuyasın ve onu yavaş yavaş indirdik." (İsrâ, 106)

                            Kur'ân'ı Kerim, bir başka ayette Kur'ân'ın yavaş yavaş nazil olmasının sırrını şöy¬le açıklamakta:
                            "Kâfirler dediler ki: " Kur'ân ona toptan indirilseydi ya!" Biz, onunla senin kalbi¬ni sağlamlaştırmak için onu böyle (ayet ayet indirdik) ve onu ağır ağır okuduk." (Furkân, 32)

                            Kur'ân'ın iniş usulüne nazaran, her gün ve her saat Cebrail'in Peygamber'e nazil olup bir ayet getirmesini asla beklememeliyiz. Kur'ân'ın yavaş yavaş inmesindeki hik¬metler ve sırlardan dolayı Kur'ân-ı Kerim'in ayetleri toplumun ihtiyaçları ve so¬rulan sorulara göre değişik zamanlarda nazil olmuştur. Aslında vahiy kesilmiş değil, vahyin acilen inmesini gerektiren bir neden yokmuş demektir.

                            Yorum


                              #44
                              Ynt: RESULULLAH'IN (S.A.A) MASUMİYETİ

                              14- Garânik Veya Şeytan Ayetleri İftirası:

                              Taberî gibi bazı tarihlerde nakledilen korkunç iftiralardan birisi de "Garânik veya Şeytan ayetleri" rivayetidir. Yalan, iftira, hatta iğrençliği her akıllı ve münsif insana gün gibi aşikâr olan ve muhakkik alimlerin hemen hepsinin şiddetle reddettiği bu rivayeti iki sebepten dolayı buraya alıp kısaca üzerinde durmayı uygun bulduk: Birincisi Resulullah'ın masumiyetiyle ilgili iddia ve rivayetlerin hepsinin bir arada değerlendirilip muhaliflerin eline muhalefet için zayıf da olsa her hangi bir bahane bırakılmaması..

                              İkincisi rivayetin maalesef bazı meşhur tarihlerde nakledilişi ve dolayısıyla bu durumun bazıları için yanıltıcı olabileceği endişesi..

                              Olay, özetle şöyle rivayet edilmiştir:

                              Müslümanlar Habeşistan'a hicret ettikten iki ay sonra, Resulullah (s.a.a) müşriklerle bir raya geldi. O sırada Allah-u Teâlâ Necm suresini nazil etti. Resulullah sureyi okudu, tam "Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza'yı? * Ve üçüncü olarak da öteki (put) Menat'ı?" ayetlerine ulaştığı sırada, Şeytan Resulullah'a vesvese etti ve iki cümleyi onun diline koydu; o da onları ayet zannedip diğer ayetlerle birlikte okudu. O cümleler şöyleydi: "O yüce Ğırnıklar var ya; hiç şüphesiz onların şefaati umulur." Sonra sureyi devam edip secde ayetine ulaşınca, Resulullah secde etti. Bunu gören Müslümanlar ve müşrikler de onunla birlikte secde ettiler. Bir tek Velid bin Muğıyra (bir rivayete yaşlılığından, bir rivayete göre ise kibirden dolayı) eğilip secde edemedi; biraz toprak alıp alnına koydu ve ona secde etti. Bunu yapanın Said ibn As veya ikisi veya Ümeyye İbn Halef veya Ebu Leheb ya da Muttalib olduğu da söylenmiştir.

                              Bazıları Müslümanlar ve müşriklerle birlikte insanlar ve cinlerin secdeye kapandığını ilave etmiş ve şöyle devam etmişlerdir: "Haber bütün Mekke'ye yayıldı ve müşriklerin sevinmesine yol açtı! Hatta Resulullah'ı omuzlayıp Mekke'nin bir ucundan diğerine kadar taşıyarak "Abd-i Menâf oğullarının Peygamberi!" diye tezahürat yapıyorlardı!!"

                              O gün akşam Cebrail (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğinde, Allah Resulü sureyi kendisine sunduğunda, söz konusu Şeytan ilavesi cümleleri de sureye ekledi. Cebrail (a.s) onların ayet olduğunu inkar edince, Resulullah (s.a.a) "O zaman ben Allah'a söylemediği sözleri mi isnat etmiş oldum?!" dedi. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ ona şu ayeti indirdi: "(Ey Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahy ettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin. O takdirde, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın." (İsra, 73-75)

                              Bu olayı doğru kabul edenler, yukarıdaki rivayetin doğruluğunun ispatı için olayla ilgili indiğini de iddia ettikleri şu ayeti delil göstermişlerdir: "Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna yönelik telkinlerde bulunmasın. Ancak Allah şeytanın telkinlerini yok ediyor, sonra da Allah, âyetlerini tahkim ederdi (güçlendirirdi). Allah Alîm'dir (her şeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir)." (Hac, 52)

                              Maalesef bu rivayetlerin senetleri bazı fırkalara göre sahih addedilmiştir! Bu rivayetlerin bazısında şu ilave de yapılmıştır: "Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar, Resulullah ve Kureyş arasında meydana gelen bu ılımlı ve barışçıl tutumları duyunca, onlardan bir grubu Mekke'ye geri döndüler. Ama anlatılanların tam tersi bir durum yaşandığını görünce, tekrar Habeşistan'a döndüler." Ed-Dürrü'l-Mensûr, c.4, s.194, 366-368, Siretü'l-Halebiyye, c.1, s.325-326, Taberî Tefsiri c.17, s.131-134, Fethü'l-Bâri, c.8, s.333, El-Bidâyetu Ven-Nihâye, c.3, s.90.

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X