Bismillahirrahmanirrahim
Bu yıl ki Muharrem’imiz geçen yıllardan daha farklı. Zira bu yıl hüznümüz bir kat daha artmıştır. Evet, bu yıl İslam’ın yeminli düşmanları ve zamanın Ebu Cehilleri, Ebu Lehepleri ve Yezitleri, küstahlıklarını, İslam ümmetinin en büyük değeri olan Yüce Peygamberimize, Efendimize, rehber ve önderimize dil uzatıp hakaret etme alçaklığına kadar ileriye götürmüş ve ümmetimizin bağrına kan doldurmuşlardır. Evet, bu yıl, Hüseyin âşıkları, Aşura faciasını ve Kerbela Şehitleri anmak isterken, asrın Yezitlerinin en büyük değerlerine saldırıp alçakça hakaret etmesiyle yıkılmışlardır. Bu yüzden bu yılki sohbetlerimiz de Resulullah mihverli, ama aynı zamanda Hz. Hüseyin’le ilintili olacaktır.
Ve maalesef, bakıldığında tarih boyunca bu zalimlerin hepsinin bahanesi aynı, sadece kılıf değişmiştir, o kadar. Firavun Musa’ya saldırıp onu insanlar nezdinde ezmek istediğinde bahanesi şuydu:
“Bir de Firavun: "Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı da o Rabbine dua etsin. Çünkü ben onun, dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum" dedi. (Mu’min, 26)
Ebu Cehiller Resulullah’a “O, bir mecnun ve delidir” diyorlardı.
Yezit İmam Hüseyin hakkında, “O bir azgın ve bağidir, ümmeti bölüp parçalamak istiyor ve ben ümmetin birlik ve beraberliğini korumak için onunla savaşa mecburum!” demiyor muydu?
Bugünün Avrupası da yapılan bu alçakça saldırıyı basın özgürlüğü adı altında geçiştirmeye çalışıyor.
Bu yüzden sohbetime başlık olarak “Ümmetin Resulullah hakkındaki Vazifeleri” unvanını seçtim. Zira biz Resulullah hakkındaki görevlerimizi tam olarak, özellikle Kur’an kaynaklı öğrenmezsek, Resul düşmanlarına karşı onu hakkıyla savunma imkânına da sahip olamayız. Ayrıca bu konunun Kerbela ve İmam Hüseyn (s.a) ile de derin bir ilişkisi vardır ki sohbetimin ilerleyen bölümlerinde bunu siz de göreceksiniz inşallah. Eğer şimdiden bu alakayı peşinen özetlemem gerekirse, şöyle diyebiliriz: “Eğer gerçekten ümmet, Peygamberi hakkında görevlerini bihakkın yerine getirselerdi, Kerbela faciası gibi elim ve eşsiz bir hadise de meydana gelmez ve ümmetin bağrında o derin yara açılmazdı.”
Şimdi müsaadenizle bu konuya Kur’an perspektifinden bakıp Peygamberimiz hakkındaki en önemli vazifelerimizi, öğrenmeye çalışalım.
1- Resul’e İman:
Her Müslüman ilk vazifesi Allah’a iman etiği gibi, onun seçiği elçiye de iman etmesi gerekir. Buna Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde vurgu yapılmıştır; ezcümle Bakara suresinin son ayetlerinde. Şu ayeti Kerime de bunun bir diğer örneği:
“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.” (Nisa, 136)
Ancak dikkat edilmesi gereken husus şudur ki imam marifetin, yani Resulü hakkıyla tanımanın bir fer’idir. Bir şeyi hakkıyla tanımayan, ona inanamaz da. O halde Resulullah’ı Kur’an’ın tanıttığı şekliyle tanımamız, özelliklerinden, makamlarından, fazilet ve derecelerinden haberdar olmamız gerekir ki ona sadakatle iman etmemiz mümkün olsun. O halde Resule iman vazifemizin bir feri ve ön aşaması olarak onu hakkıyla tanıma görevini de yerine getirmemiz gerekir. Onun seçilmişliği, heva ve hevesi üzerine asla konuşmadığı, İlahi direktiflerle hareket ettiği ve kısacası masumiyeti, yüce bir ahlak üzere oluşu, âlemlere rahmet oluşu, mu’minlere rauf ve onların hidayetine son derece haris ve düşkün oluşu, emin oluşu vs.
2- Resul’ün Velayetine İnanıp Her Konuda Onu Kendi Nefislerinden Evla Görmeleri Gerektiği:
Evet, Resulullah Kur’an’ın açık nasları gereği, mu’minlerin velisi ve onların üzerinde söz sahibidir. Dolayısıyla Her Müslüman bunu böyle bilmeli, inanmalı ve bu velayete boyun eğmelidir; örneğin şu ayetler, bunun birer kanıtıdır:
“Sizin veliniz, ancak Allah’tır, onun Resulü’dür ve namaz kılıp da rüku halinde zekât veren mu’minlerdir…” (Maide, 55)
“Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir…” (Ahzap, 6)
3- Resul’e Mutlak Bir İtaat:
Müslümanların Resulullah’a karşı bir diğer görevleri, ona mutlak bir şekilde teslimiyet arzedip onun direktiflerine eksiksiz bir şekilde boyun eğmeleridir. Eğer o Hak’la bizim aramızda vasıta ise, bizim velimiz ve söz sahibimiz ve asla nefsine göre hareket etmeyen masum bir önderimiz ise, bize düşen ancak ondan öğrenmektir, hâşâ ona öğretmek değil; ondan akıl almaktır, ona akıl vermek değil; ona her açıdan teslim olup mutlak bir şekilde itaat etmektir. Bu gerçeği de yine birçok Kur’an ayetinde açıkça görebiliriz; işte bunlardan birkaç örnek:
“Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin! * Ve işitmedikleri halde "işittik" diyenler gibi olmayın! * Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.” (Enfal, 20-22)
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 59)
“De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır. * De ki, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 31-32)
“Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.” (Mücadele, 5)
“Şüphesiz ki, inkâr edenler, Allah yolundan menedenler ve kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler Allah'a hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır. * Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın. (Muhammed, 32-33)
“Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Ahzap, 36)
“Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” (Nisa, 65)
“Müminler ancak, Allah'a ve Resulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resulüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.” (Nur, 62)
“Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı. Allah'ın üzerinizdeki lütfü ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız.” (Nisa, 83)
İşte görüldüğü gibi bunlar ve benzeri nice ayetler, Müslümanların Resulullah’a karşı kayıtsız şartsız bir teslimiyet ve itaat içinde olmaları gerektiğini göstermektedir. Bu da açıkça bazı safsataları açıkça çürütmektedir. Bazıları maalesef bunca ayete rağmen Allah’ın Resulü’nün de bir müctehid olduğunu ve hatta bazen içtihadında hata yaptığını ve hata bazen bazı sahabe tarafından hatalarının düzeltildiğini, hatta sonradan vahyin Resulullah’ın değil de söz konusu sahabenin iddialarına uygun indiğini söylüyorlar. Hatta bazı sahabenin Resulullah’ın bazı sözlerine veya uygulamalarına karşı gelmelerini mazur gösterebilmek için, onların bu muhalefetlerini, Resulullah’ın hatalı ictihad yapığı yerlere has olduğunu söylüyor ve “bir müctehidin diğer bir müctehide muhalefeti yadırganacak bir şey değildir” diyorlar!! Bizce her şeyden önce bu iddiaları, yukarıda örneklerini verdiğimiz açık ayetlere ters düşmektedir.
4- Resulullah’ı Kendilerine En Güzel Bir Örnek Olarak Kabul Etmeleri Gerektiği:
Evet her Müslüman’ın en güzel örneği, her konuda ve her kasten önce Allah’ın Resulü’dür. Delille istisna edilen ve Resulullah’a has bir hüküm olduğu sabit olan durumlar hariç. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın Resulü’nde size güzel bir örnek vardır.” (Ahzap, 21)
5- Resulullah’a Saygı Ve Hürmet:
Her Müslüman’ın Resul’e karşı en önemli vazifelerinden birisi de ister hayatı, isterse vefatından sonra her açıdan ona saygı ve hürmette asla kusur etmemesi ve başkalarının da bunu yapmasına izin vermemesidir. Bu konuda da son derece açık ve ne ayetlerde vardır Kur’an’da bunlardan bazı örnekleri vermekle yetiniyoruz:
“Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. * Ki, Allah'a ve Resulüne iman edesiniz ve bunu takviye edip, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz.” (Fetih, 8-9)
“Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. * Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider. * Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. * (Resulüm!) Sana odaların arkasından bağıranların çokları, aklı ermez kimselerdir. * Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 1-5)
“Yine onların içinde öyleleri vardır ki, Peygamber'i incitiyorlar ve "O her söyleneni dinleyen bir kulaktır." diyorlar. De ki; "Sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, müminlere inanır, ayrıca sizden iman edenlere de bir rahmettir". Allah'ın Resulünü incitenlere acıklı bir azap vardır.” (Tevbe, 61)
“Münafıklar, kalplerindekileri bütünüyle haber verecek bir sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler. De ki, alay edip durun bakalım, Allah o sizin çekindiğiniz şeyi kesinlikle ortaya çıkaracaktır. * Eğer kendilerine sorarsan, "Biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk." derler. De ki: "Allah ile, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz?" (Tevbe, 64-65)
“Allah size Kitap (Kur'an)ta: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisa, 140)
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, Allah'tan gereğince korkun.” (Maide, 57)
Görüldüğü gibi ayetler, mu’minlerin Resulullah’a Karşı son derece saygılı olmaları gerektiğini ve onu incitecek saygısız ve küstahça davranışlardan şiddetle kaçınmaları gerektiğini, aksi takdirde bütün amellerinin boşa gideceğini ve elim bir azabın onları beklediğini vurgulamaktadır. Ayrıca başkalarının da ona karşı saygısız ve küstahça davranışlarına ve alay etmelerine izin vermemeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.
6- Resul’e Salat ve Selam:
“Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona tam bir teslimiyetle salât ve selâm edin.” (Ahzap, 56)
Resulullah’a salat ve selam ona karşı kadirşinaslık, sevgi, muhabbet ve saygının bir ifadesidir. Ancak şunu da hemen ilave etmemiz gerekir ki Allah’ın Resulü (s.a.a) kendisi ona nasıl salat ve selam etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Burada bunu izah eden birkaç hadisi vermekle yetiniyoruz:
Süneni Darekutnî, S.136'da senediyle Ebu Mes'ud Ensarî'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resulullah şöyle buyurdu: " Eğer bir kimse namaz kılar da namazda bana ve Ehlibeyt'ime salat etmezse namazı kabul olmaz."
Yine süneni Beyhaki C.2, S.379 da kendi senediyle Ebu Me'sud'dan şöyle nakletmiştir: Namaz kıldığım zaman Muhammed ve Al-i Muhammed'e salat etmezsem o namazın kabul salat etmeyin, benimle birlikte Ehlibeytime de salat edin emrini hadislerde görüyoruz.
Mesela Suyuti Ed-Dürr-ül Mensur kitabında "Allah ve melekleri Peygamber'e salat ederler ey iman edenler siz de ona salat ve en iyi şekilde selam edin." (Ahzap, 56) ayetini tefsirinde çeşitli senetlerle mütevatiren Resulullah’tan şöyle rivayet etmiştir: " Dualarınızda ve namazlarınızda bana ve Ehlibeytime şu şekilde salat getirin: " "Allahhümme Salli Ala Muhammed'in ve Alâ Âl-i Muhammed " (Allah'ım Muhammed ve Ehlibeytine salat eyle.)"
Yine İbn-i Hacer Mekki Sevaiku’l-Muhrika kitabında Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Bana sonu kesik salavat getirmeyin.” “Ya Resulallah! Sonu kesik salavat nasıl olur?” diye sorduklarında şöyle buyurdu: “Allahumme salli ala Muhammed” deyip durursanız, sonu kesik salavat olur. Bana salât ederken şöyle deyin: “Allahumme salli ala Muhammedin ve Al-i Muhammed.”
7- Resulullah’a Karşı Hıyanet Etmeme:
“Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.” (Enfal, 27)
Resul’e hıyanetin bir boyutu, onun emirlerine muhalefet ve ona karşı düşmanlarıyla işbirliği yapmaktır. Diğer boyutu ise, onun emanetlerine gereği gibi sahip çıkmamaktır. Şimdi bakalım Resul’ün emanetleri nelerdir? Her şeyden önce onun bize getirdiği dindir. Her müslümanın vazifesi Muhammedi dine mümkün olan her yolla sahip çıkmak ve bu yolda gerekli olan her fedakârlığa hazır olmasıdır. Resulullah’ın diğer iki ağır emanet ise Kur’an ve onun mutahhar Ehlibeyt’idir. Meşhur ve mütevatir Sekaleyn hadisinde Allah’ın Habibi şöyle buyurmaktadır:
Resulullah (s.a.a): "Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; o ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz; Allah'ın Kitabı (Kur'an) ve Ehlibeyt'im olan itretimi. Hiç şüphesiz, bu ikisi (Kevser) havuz(u) başında bana varıncaya dek, hiçbir zaman birbirinden ayrılmazlar. Bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız?"
(Sahih-i Müslim, c.4, s.1874 Hadis: 36-37; Sünen-i Tirmizî, c.5, s.662, Hadis: 2786-2788; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.30-36-54, c.7, s.84, c.8, s.118-138-154; Sünen-i Darimî, c.2, s.889, Hadis: 3198; Müstedrek'üs-Sahihayn, c.3, s.118; et-Tabakat'ül-Kubra, c.2, s.196; el-Mu'cem'ül-Kebir, c.3, s.65-67; es-Savaik'ul-Muhrika (İbn-i Hacer), s.226…
Evet, ayeti kerimenin emri ve Resulullah’ın açıklaması gereği ümmet bu iki ağır ve paha biçilmez emanete sahip çıkmalıdırlar. Bunun da, Resulullah’ın söz konusu hadisinde açıkça beyan edildiği üzere, o ikisine sarılma, onları örnek ve önder edinme olduğunda feraset, basiret ve insafı yerinde olan hiçbir Müslüman şüphe etmez.
8- Resul’ün dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman olma:
“Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir. * Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” (Tevbe, 23-24)
“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki Allah kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah'ın hizbidir.” (Mücadele, 22)
Ayetlerin muhtevası son derece açıktır ve izaha gerek yoktur.
8- Resulullah’ın Yakınlarına ve Ehlibeyt’ine Sevgi ve Muhabbet Besleme:
“…Ey Muhammed! De ki: "Ben bu tebliğime karşı sizden yakınlara sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum." Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir.” (Şura, 23)
Bu ayetin tefsirinde bazı aykırı görüşler ortaya atılsa da onların sağlam hiçbir delili yoktur. Biz ayetin muradının ne olduğunu izah eden birkaç hadisi size nakletmekle yetiniyoruz.
İbn-i Abbas'tan şöyle nakledilmiştir: "Deki buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum; istediğim tek şey akrabaları sevmektir" ayeti indiğinde, Ashap: "Ey Allah'ın Resulü, sevgileri bize farz olan şu akrabaların kimlerdir?" diye sorduklarında, şöyle buyurdu: "Ali, Fatıma ve onun iki çocuğu."
(Fazail-üs Sahabe (Ahmed bin Hanbel), C.2, S.669, Hadis: 114, el-Mu'cem-ül Kebir (Tabarani), C.3, S.47, Hadis: 2641, el-Keşşaf (Zımahşerî) C.3, s402, ed-Dürrül mensur, C.7, S.348)
Yine İbn-i Abbas meveddet ayetindeki "Yakınları sevmek" cümlesinin tefsirinde Resulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Yani beni Ehlibeyt'im hakkında koruyun ve onları benim için sevin." (Ed-Dürr-ül Mensur, C.7, S.348)
Cabir bin Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Bedevinin biri Peygamber'in (s.a.a) yanına gelerek; "Ey Muhammed, İslam'ı bana sun (öğret) dedi." Buyurdu: "Allah'tan başka ilah yoktur; tektir ve ortağı yoktur ve hiç şüphesiz Muhammed onun kulu ve elçisidir, diye şehadet edersin." Adam: "Buna karşılık benden bir ücret ister misin?" deyince Allah Resulü: "Hayır; akrabaları sevmek hariç; buyurdu. Bu sefer "Benim akrabalarım mı senin ki mi?" diye sorunca cevabında: "Benim akrabalarım" buyurdu. Bunun üzerine adam şöyle dedi: "Ver (elini) sana biat edeyim, seni ve senin yakınlarını sevmeyene Allah'ın laneti olsun." Resulullah (s.a.a) da: "Âmin" buyurdu." (Hilyet-ül Evliya, c.3, S.201, Kifayet-üt Talip, S.90)
Said b. Cübeyir de "Yakınların sevgisi" cümlesini tefsir ederken: "Maksat Muhammed'in yakınlarıdır" demiştir. (Sahih-i Buhari, C.4, S.1819, Hadis: 4541, Sünen-i Tirmizi, C.5, S.377, Hadis: 3251
Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Peygamber'imizin Ehlibeyt'ini daima sevin; zira bu Allah'ın sizin üzerinize bir hakkıdır... Görmüyor musunuz Allah-u Teâlâ'nın ne buyurduğunu: "Deki ben buna karşılık olarak sizden yakınların sevgisinin dışında bir şey istemiyorum." (Gurer-ul Hikem, Hadis: 6169)
Her şeye rağmen bu ayet, söz konusu manayı ifade etsin veya etmesin, Resulullah’ın yakınlarına karşı ümmetin sevgi ve muhabbet beslemeleri gerektiği şüphe götürmez bir gerçektir ve aklı başında hiçbir Müslüman bunda tereddüt etmez, edemez. Bu konuda onlarca hadis nakledilmiştir.
9- Resulullah’ın İncinmesine Vesile Olacak Her Davranıştan Kaçınma:
“Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” (Ahzap, 56-57)
Resulullah’a eziyet ve cefa çeşitli şekillerde kendini gösterebilir. Resulullah’ın şahsına yapılan haksızlık, saygısızlık zülüm ve cefa şeklinde olabileceği gibi, onun sevdiklerine yapılan zulüm ve cefa şeklinde de olabilir. Resul düşmanları, birinci türden eziyete fazla cüret edememişlerdir. Veya en azından açıktan ve zahiri hayatında; nadir vakalar hariç. Ama ikinci türden eziyet ve cefalar, maalesef haddi aşmıştır. En üzücü ve kahredici olanı ise, kendini Resulün ümmetinden sayan kimseler tarafından oluşu!
Evet, Allah’ın ve Resulü’nün sevdiği Ehlibeyt’ine akıl almaz, zulüm ve haksızlıklar, ayyuka ulaşmış ve hür vicdanlı her mu’minin bağrını parelemiştir.
Allah’ın Kur’an’ında seçtiğini söylediği, temizliklerine şehadet ettiği risalet nesline bunlar nasıl, yapıldı, hem de Müslüman olduklarını iddia edenler tarafından?! Kur’an değil miydi?:
“Gerçekten Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı. * Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. Allah her şeyi işitendir, bilendir.” (Al-i İmran, 33-34) buyuran?
Resulullah ve Ehlibeyt’i seçilmiş olan İbrahim soyundan değil mi yoksa?
“Ey Ehlibeyt, Allah ancak sizden her türlü fenalığı uzaklaştırmayı ve sizi teremiz kılmayı murad eder.” (Ahzap, 33) diyen bizim inandığımız Kur’an değil mi yoksa?
Hadi sarılmadınız, sarılmadınız, sevmediniz, sevmediniz, peki bunca eziyet ve cefa niye? Ne yapmıştı Aliyyel-Muraza, ibade mihrabında şehid edildi? Ne yapmıştı İmam Hasanı Mücteba ki ciğerleri kin zehriyle parelendi? Ceddi Resulullah’ın yanına defnedilmesine izin verilmedi? Ne yapmıştı İmam Hüseyin, Kerbela’da, tarihin emsalini görmediği ve görmeyeceği gaddarlıkla, vahşilikle özü evladı, ve yareni katledildi, risalet hatunları, Peygamber yavruları, kafirler zındıklar gibi zincirlere vurup şehir şehir dolaştırıldılar? Görmedikleri zulüm işkence ve cefa kalmadı?
Eğer ümmet Resulüne karşı vazifelerinin idrakinde olsaydı, ne Hasan’ımın ciğerleri parelenirdi, ne Kerbelalar olurdu, ne de başka zulümler.. Ve eğer bu gün bu vazifelere mudrik olursak, artık kolay kolay Allah ve Resul düşmanları en mukaddes değerlerimize hakaret etme cür’etini bulamazlar. Etselerde, ettiklerine bin pişman olurlar, Allah’ın izniyle. Ama eğer duyarsız kalır, vazifemizi yerine getirmezsek, daha nice küstahlıkları beklemeye durmalıyız, bunlar daha başlangıç… Nabzımızı yoklamak istiyorlar.
Evet, aziz kardeşlerim, Resule eziyet edenlere Allah lanet etmiştir, biz de ediyoruz. Peki, Kerbela Resulün mukaddes bağrını yakmadı mı? Onun eza ve cefasına sebep olamadı mı? Olduysa eğer, eğer Allah’ın dünya ve ahirette lanet ettiği ve aşağılayıcı bir azap hazırladığı kimselere, Yezit ve Yezidilere lanet emenin caiz olup olmadığını tartışmak bile, Resule bir başka eza ve cefa değil mi? Allah’ın ayetinde mi tereddüdümüz var? Nedir bu gaflet? Adam çıkmış ulusal bir kanalda, güya Kerbela’yı anlatıyorum diye Yezide aklamaya, paklamaya çalışıyor. Yok, o, olanlardan sorumlu değildi? İbn-i Ziyad ondan habersiz yaptı bunları!! Bu ne musibettir ya Rab!! Peki onun haberi yoktuysa, Hüseyni ya biat, ya ölüm haberi gönderen kimdi? Şehadetinden sonra, cennet gençlerinin efendisin Peygamberin can paresinin nurlu başını altın leğen içine koyup, peygamber öptüğü dudaklara, dişlere sopayla vurup, nerdedir: “Bedir ve Uhut’ta ölen dedelerim gelip görsünler intikamlarını nasıl Muhammed’den aldım” diyen o alçak zalim, Yezid değildi de kimdi? Hiç mi tarih okumadınız siz? Yoksa okudunuz da göz göre göre Resul ve Ehlibeyt’ine hıyaneti devam ettirme sevdasında mısınız?
Allah’ım, olup bitenleri Hüseyn’imiz sana şikayet ettiği gibi, biz de sana şikayet ediyoruz; layık oldukları gibi davran.
Efendimiz, serverimiz, Habibimiz, minber üzerinde hutbe okuyordu. Aniden Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in ağlam seslerini duydu: Perişan bir şekilde alelacele minberden indi aşağıya. Risalet güllerini aldı kucağına o şekilde çıktı minberin üzerine. Sonra Müslümanlara yüzünü dönerek şöyle buyurdu: “Siz bilmiyor musunuz, onların ağlaması beni rahatsız ediyor?!” Vefatı sırasında ölüm döşeğinde yatan Resulullah’ın yanına bir ara Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin geldiler. Attılar kendilerini Habib-i Kibriya’nın sinesine. Hz. Ali, uzaklaşırmaya davrandı. Buyurdu: “Ya Ali bırak, bırak yavrularımı. Onlar beni doyunca görsünler, ben de onları!!” Sonra bir ara şöyle mırıldandığını gördüler alemlerinin Sultanının: “Ma li Ve Yezid?!” (Ben Yezide neylemişim!!”
Ah! Ya Resullah! Sen henüz azizlerinin ağlamasına bile dayanamıyordun. Henüz olay vuku bulmadan kahroluyordun, Hasan’ının, Hüseyn’inin başına geleceklere. Ya bir de Hasan’ın parelenmiş ciğerlerini görseydin ne yapardın? Ah bir de Kerbela’da olsaydın! Aşura gününde susuzluktan ciğerleri kebap olan, yeri göğü duman gören o minik yavruları görseydin ne yapardın? Hele Hüseyn’inin o minnacık altı aylık kuzusunu, Esğer’ini görseydin ne yapardın?
O sıcak kumların üzerine düşen pare pare kızıl gülleri, susuz, başsız bedenleri, Hüseyn’inin soyulmuş, kefensiz yatan gül gibi bedenini görseydin ne yapardın? Ya mızraklara yükselen o mukaddes başını? Ya yakılan çadırlarda perişan ve çaresiz, sağa sola koşan yavruları, görseydin? Ya kızlarının ellerine, kollarına bağlanan esaret zincirlerini, eğersiz develer üstünde hariciler gibi şehir şehir dolaştırıldıklarını? Hangisini, hangisi söylesem Ya Resulallah; zulüm, işkence ve cefa bir değil, iki değil, üç değil… Musibetler anası Zeynep de, son vedasında bastı sinesine Hüseyn’inin kanlı, başsız peykerini, döndü Medine’ye ve sana seslendi sana: “Ya Resulallah! Semanın melekleri sana salat u selam eylesin; bak gör bu senin Hüseyn’indir. Bedeni toprağa belenmiş, başsız, gömleksiz, kefensiz…
“Ela lanetullahi ala’l-kavmi’z-zalimin ve s-ye’lemullezine eyye munqelebin yeqalibun.”
Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu..