Bismillahirrahmanirrahim
İnsanlık tarihinin en önemli olaylarından biri Gadir Hum olayıdır. Vuku bulduğu tarih öncesi ile kıyamete kadar olan zamanı birbirine bağlayan önemli bir olayın gerçekleştiği yerdir Gadir Hum. Binlerce yıllık bir dönemin bitmesi ve yüzlerce yıllık bir dönemin başlaması demektir. Hz.Adem ile başlayan binlerce yıllık Nübüvvet/Risalet dönemi kapanıyor, kıyamete kadar sürecek İmamet/Velayet dönemi başlıyor.
Gadir-i Hum olayı tarihin seyrini değiştiren Resulullah’ın risaletinden sonra en önemli olay olması hasebiyle çok iyi analiz edilmelidir. Çünkü din medeniyetinin en esaslı sütunlarından birinin temeli atılıyordu.
Tarihten günümüze kadar alimler, muhakkikler, mütefekkirler “Gadir-i Hum’un ispatı” hakkında olağanüstü bir gayret sarf etmeşlerdir.
Gadir-i Hum olayının “ispat” boyutunu oluşturan; tarihi seyri, Kur'an ayetleriyle ispatı, hadislerde önem ve ehemmiyetinin beyan edilişi v.s konular genişce ve hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık delil ve kanıtlarla beyan edilmiştir.
Gadir-i Hum olayı tarihin her sayfasında güncelliğini korumasıyla birlikte henüz İslam dünyasında gerektiği yere oturtulamamıştır; sosyolojik önemi, itikadi boyutunun derinlikleri, siyasi yönünün fonksiyonu, toplumları hidayet etmede üstlendiği misyon, dini öğretilerin ve şeriatin hükümlerinin icrasındaki mihverlik konumu ve evrensel adaletin bu sistemle hakim kılınacağı gibi konuları hakkıyla beyan edilememiştir.
Zamanımızda ise artık “ispatı” üzerinde değil, Gadir-i Hum’un fonksiyonu, hakikati üzerinde kafa yorulmalı, insanların ferdi ve toplumsal hayatındaki rolü beyan edilmeli, Velayet’in günümüzde işlevliği açıklanmalıdır. Böylece Gadir-i Hum’un gerçekleşme sebebine ve Velayetin hedefine biraz daha yaklaşılmış olacaktır. Bu alan Gadir-i Hum olaynının “subut” boyutunu oluşturmaktadır.
Gadir-i Hum olmasaydı, insanlık toplumu hangi sorunlarını çözemezdi?
İmamet/Velayet olmasyadı dinin hangi yönü eksik kalırdı?
İmamet/Velayet sistemini diğer sistemlerden ayıran özellikler nelerdir?
İmametin hilafet makamı devre dışı bırakılmamış olsaydı neler olurdu, İslam toplumunun durumu nasıl olurdu?
İmametin hilafet kısmı gasbedildikten sonra masum imamlar Gadir-i Hum’u nasıl canlı tuttular?
İşte bu soruların cavabı Gadir-i Hum’un felsefesini beyan eder.
Gadir-i Hum’un ispatı konusunda, olayın vuku bulduğu zaman incelendiğinde, en az 70 bin müslümanın olaya şahid olduğu ve bu şahısların evlerine döndüklerinde; müslüman ve gayri müslimlere olayı aktardıkları da gözönünde bulundurulduğunda, bu sayının yüzbinlerin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır.
Olaya canlı olarak şahid olup, duyan, gören onca müslüman henüz olayın üzerinden 70 gün geçmesine rağmen inkar edip Sakife olayını gerçekleştirmeleri gerçekten düşündürücü değil mi? Binlerce müslüman, canlı olarak görmelerine rağmen inkar ediyorsa, asırlar sonra inkar için bahane bulmak pek de zor olmasa gerek. Akıl ve insaf sahipleri müstesna tabi. Öyleyse Gadir-i Hum olayını birilerine ispat etmeye çalışmadan ziyade, meselenin özüne, Gadir-i Hum’u idrak etmeye, Velayetin hakikatını anlamaya yönelilmelidir.
Asr-ı saadetteki müslümanların çok azı İslam'ı bütün yönleriyle ve derinden anlama yetenek ve fırsatına sahip olabilmişti. Mekke döneminde çok az insan müslüman olmuştu, müslümanların çoğu hicretten sonra ve özellikle de 3-4 hicri yılından sonra İslam dinine girmişlerdi. O zamanda hem okur- yazar seviyesinin düşük olması ve hem de ilahi maarifi insanlara ulaştırma imkanlarının sınırlı olmasından dolayı Resulullah(sav) İslami maarifin derinliklerini insanlara ulaştırmada zorluk çekiyordu. Peygamber dönemindeki insanlar kültürel ve eğitim açısından geri kalmış bir toplumdu; hurmadan kendi elleriyle put yapıyor ve acıktıkları zaman onları yiyiyorlardı, böyle bir topluma tevhidi, görünmeyen bir Allah’ı tanıtmak ve sonra da kendi nübuvvetine imana davet etmek ve kendi vefatından sonra da kendisine itaatin vacip olduğu gibi hz. Ali’ye de itaat edilmesini kabul ettirmek elbette kolay değildi.
Gadir-i Hum olayını anlamanın en kolay yollarından biri şu soruların cevabını bulmaktır. Hz. Adem ile başlayan binlerce yıllık peygamberlik dönemi Resulullah’ın vefatı ile sona mı erecekti, binlerce peygamberin getirdiği ilahi hükümler içeren vahiyi kim koruyacaktı, kim tefsir edip insanlara öğretecekti? Daha da önemlisi bu maarifi koruma, toplumun eğitim- öğretim sistemi, idare ve yönetim sistemi Resulullah'tan (sa) sonra nasıl olacaktı?
Resulullah’tan sonra İslam toplumunun liderini, rehberini belirlemek kimin yetkisindedir? Nübuvvet’ten sonra İslamın siyasal sistemi nedir? Peygamberden sonra toplumu idare edecek sistemi kim belirler?
İşte Resulullah’tan sonrası için bu sorulara farklı cevap verildi; İmamet/ve Velayete inanan fikri akımın cevabı “Gadir-i Hum’un mesajı bu soruların cevabıdır”, oldu.
Gadir-i Hum olayı bir şahsın hilafete tayin edilmesinden ziyade dinin merceiyet ve mihveriyetinin, şeriatin korunmasının, ilahi hükümlerin icra makamının belirlenmesinin, Kur’an’ın tefsir ve beyan makamının ve en önemlisi “İslami devlet sisteminin” açıklanması demektir. Hem o zamanı kapsıyor, hem günümüze kadar zamanı içine alıyor, hem de kıyamete kadar gelecek zamana hitab ediyor.
Sakife ehlinin cevabı ise daha farklıydı. Sakife’de yaşananlar anlaşılmadan Gadir-i Hum’un anlaşılması zor olacaktır.
Resulullah’tan sonra Medine’deki kabile reisleri Sakife’de toplanarak bu sorulara çözüm getirmek istediler. Bir tarafta Gadir-i Hum’da beyan edilen İslamın devlet modeli, toplumu idare etme sistemi projesi var, diğer tarafta ise bu yetki insanlara bırakılmıştır denilen bir teori.
İşte Sakife’de yapılan en büyük inhiraf/sapma buydu. Sakife’de bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm, ilahi teori devre dışı bırakılmış oldu. Yani „Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmemiştir, şimdi bu makamda oturacak şahsı biz seçeceğiz“ düşüncesi ortaya atıldı. Binlerce kişinin şahit olmasına rağmen „Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet yoktur“ mantığı ile haraket ediliyordu. Allah’ın emrinin ve velayetin Kur’an’da olduğu inkar ediliyordu. Dikkat edilirse mesele Hz. Ali’nin şahsının hakkının gasbedilmesi değildir sadece. Velayete gerek yok diyerek, Allah-u Tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayin edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali ve bazı sahabenın Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi, „neden Allah’ın tayin ettiği İmamet ve Velayet devre dışı bırakılıyor“ düşüncesiydi, „neden ilahi iradenin tayin ettiği makam devre dışı bırakılıyor“ idi.
Sakife’nin neticesinde “toplumun idare makamı” konusunda ortaya çıkan düşünce „demokrasi“ yani halkın seçmesi gerekir düşüncesi oldu. Demokrasinin temeli Sakife’de atıldı. “Sekulerizm”; siyaset dinden ayrıdır düşüncesinin ilk adımı Sakife’de atıldı. “Allah, siyaset ve toplumu idare etme yetkisini insanların ihtiyarına bırakmıştır” teorisi Sakife’de ortaya atıldı.
Sakife’nin devamında İslam'ı kaynağından öğrenmeyen, ilmi sahibinden almayan müslümanlar, Emevi ve Abbasiler döneminde daha da ileri giderek saltanata dönüştürdüler. Böylece diğer imamları da engellediler, onların da Velayet ve İmamet makamında oturup ilahi ahkamı icrasına fırsat vermediler. Allah’ın irade ettiği devlet sistemi, toplumu idare etme modeli, adaleti hakim kılma sistemi devre dışı bırakılınca, hakim güçler istedikleri beşeri sistemi hakim kılmaya başladılar, sultanlık, krallık, şahlık, monarşı, oligarşı, diktatörlük, demokrasi, cumhuriyet insanların günümüze kadar denediği sistemlerdir.
İmam Humeyni (r.a) Gadir-i Hum hakkında şöyle buyuruyor: „Gadir-i Hum olayı öyle bir olay değil ki Hz.Ali’ye bir makam kazandırmış olsun. Hz. Ali, bütün fazilet ve manevi makamlara sahip olduğundan Gadir Hum’un gerçekleşmesine vesile olmuştur. Allah-u Teala, Resulullah’tan sonra yeryüzünde adaleti Allah’ın istediği gibi icra edecek Ali’den başka kimseyi görmediğinden, Resulullah’a, Ali’yi yerine tayin etmesini emr etmiştir. Rivayetlerin Gadir-i Hum’dan bu kadar azametle bahs etmesinin sebebi, Hz. Ali’nin sadece hükümetin başında olması değildir. İbn-i Abbas diyor ki, Cemel savaşına giderken Hz. Ali’nin yanına vardım. Hz.Ali oturmuş yırtık ayakkabısını dikiyordu. Bana, „bu ayakkabının değeri ne kadardır?“ diye buyurdu. „Hiç değeri yoktur“, dedim. Hz.Ali şöyle buyurdu: „ Allaha yemin olsun ki, bu ayakkabı bana sizlere baş olmaktan ( hilafet makamından ) daha sevimlidir. Sadece bir hakkı ikame edeyim ve bir batılı yok edeyim ( yalnız bunun için hilafeti kabul ederim)“. Hz.Ali ve diğer imamlar hükümeti sadece Allah’ın istediği adaleti icra etmek için taleb ederlerdi ama kendilerine fırsat verilmedi.
Gadir-i Hum’u canlı tutmak ve bayram olarak kutlamak, sadece medhiyeler okumak, sokakları süslemek, ilahiler söylemekle sınırlı değildir. Bunların yapılması gerekir ama canlı tutulması ve yaşatılması bize velayet sahiplerine nasıl uymamız gerektiğini öğretmelidir. Bilmemiz gerekir ki Gadir-i Hum bütün asırlarda olması gerekir, Hz. Ali’nin adalet anlayışını öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir.”
Gadir-i Hum olayı „ devlet sisteminin“ beyanıdır. Gadir Hum’da beyan edilen Velayet, hükümet sisteminin açıklanmasıdır, manevi bir makamın beyanı değildi. Manevi makam, tayin ve nesb ile gerçekleşmez.
Gadir hum meselesi, hükümet meselesidir, siyasi bir meseledir. Adaletin icrası meselesidir. Allah-u Teala, Resulullah’tan (s.a.a) hükümeti, bu siyasi makamı Hz.Ali’ye devretmesini istemiştir. Resulullah’ın kendisi devlet başkanıydı, önderdi, liderdi, hükümet de siyasetsiz olmaz. Din siyasetten ayrıdır diyenler, Allah’ı yalanlamaktadırlar, Resulullah’ı yalanlamaktadırlar, imamları yalanlamaktadırlar.“ (Sahifey-i Nur. Cilt 20 Sayfa 112.114 )
İmamların hayatında alınması gereken en büyük ders şudur; İmametin/ Velayetin hakikatini en güzel bir şekilde beyan etmelerinin yanısıra İmametin işlevliğini pratikte göstermeye çalışmalarıdır. Gadir-i Hum’da temeli atılan İmamet ve Velayetin hedefini beyan etmenin yanısıra hayatlarını tamamen İmametin hakikatinin ortaya çıkmasına endekslemişlerdi;
Hak-hukuk alanında adaleti hakim kılmak için çaba gösteriyorlardı.
Ekonomik alanda fakirliği yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
İlmi alanda cehaleti yok etmek için dersler verip insanları bilinçlendiriyorlardı.
İtikadi ve ahlaki alanda dinin itikadi ve ahlaki hükümlerini beyan ediyorlardı.
Eğitim- öğretim alanında özel ve genel dersler verip velayet düşüncesine sahip insanlar yetiştiriyorlardı.
Sosyal alanda mazlumun yanında yer alıyor, miskinin ve yetimin elinden tutuyor, sorunları olanların yardımına koşuyor, toplumun sorunlarına özellikle müslümanların dertlerine çare bulmaya çalışıyor, borcu olanların borcunu ödemede yardımcı oluyorlardı.
Siyasi alanda tağutlardan kendileri uzak duruyor ve müslümanları da tağuti sistemlerden uzak durmaya davet ediyorlardı. Zalimlerin yanında yer almıyor onların karşısında direniyorladı. Yani icra makamında olmasalar da İmamet ve Velayetin toplumdaki misyonunu devam ettiriyor ve pratikdeki fonksiyonunu sergiliyorlardı.
Velayet ve imametin subutu bu alanlarda imamların neler yaptıkları ve eğer İslam devletinin yasama, yargı ve yürütme kısmında da bulunsalardı neler yapabileceklerinin beyanıdır.
Ve Velayete inananların üzerinde araştırması gereken konu “Velayetin subutu“ ve „insanın hayatındaki rolünün“ ne olduğu konusudur. Aksi takdirde, sadece imamet ve velayetin isbatı için ayet ve rivayetlerle yetinilirse, İmamet ve Velayetin hakikati asla ortaya çıkmayacak ve „Gadir-i Hum’un mesajı” tarihe gömülmüş olacaktır ve sadece kutlamalar, eglenceler, şiirler ve hayatımıza yansımayan zahiri hamasi sözler yansıyacaktır dünyaya.
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Sabahattin Türkyılmaz
İnsanlık tarihinin en önemli olaylarından biri Gadir Hum olayıdır. Vuku bulduğu tarih öncesi ile kıyamete kadar olan zamanı birbirine bağlayan önemli bir olayın gerçekleştiği yerdir Gadir Hum. Binlerce yıllık bir dönemin bitmesi ve yüzlerce yıllık bir dönemin başlaması demektir. Hz.Adem ile başlayan binlerce yıllık Nübüvvet/Risalet dönemi kapanıyor, kıyamete kadar sürecek İmamet/Velayet dönemi başlıyor.
Gadir-i Hum olayı tarihin seyrini değiştiren Resulullah’ın risaletinden sonra en önemli olay olması hasebiyle çok iyi analiz edilmelidir. Çünkü din medeniyetinin en esaslı sütunlarından birinin temeli atılıyordu.
Tarihten günümüze kadar alimler, muhakkikler, mütefekkirler “Gadir-i Hum’un ispatı” hakkında olağanüstü bir gayret sarf etmeşlerdir.
Gadir-i Hum olayının “ispat” boyutunu oluşturan; tarihi seyri, Kur'an ayetleriyle ispatı, hadislerde önem ve ehemmiyetinin beyan edilişi v.s konular genişce ve hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık delil ve kanıtlarla beyan edilmiştir.
Gadir-i Hum olayı tarihin her sayfasında güncelliğini korumasıyla birlikte henüz İslam dünyasında gerektiği yere oturtulamamıştır; sosyolojik önemi, itikadi boyutunun derinlikleri, siyasi yönünün fonksiyonu, toplumları hidayet etmede üstlendiği misyon, dini öğretilerin ve şeriatin hükümlerinin icrasındaki mihverlik konumu ve evrensel adaletin bu sistemle hakim kılınacağı gibi konuları hakkıyla beyan edilememiştir.
Zamanımızda ise artık “ispatı” üzerinde değil, Gadir-i Hum’un fonksiyonu, hakikati üzerinde kafa yorulmalı, insanların ferdi ve toplumsal hayatındaki rolü beyan edilmeli, Velayet’in günümüzde işlevliği açıklanmalıdır. Böylece Gadir-i Hum’un gerçekleşme sebebine ve Velayetin hedefine biraz daha yaklaşılmış olacaktır. Bu alan Gadir-i Hum olaynının “subut” boyutunu oluşturmaktadır.
Gadir-i Hum olmasaydı, insanlık toplumu hangi sorunlarını çözemezdi?
İmamet/Velayet olmasyadı dinin hangi yönü eksik kalırdı?
İmamet/Velayet sistemini diğer sistemlerden ayıran özellikler nelerdir?
İmametin hilafet makamı devre dışı bırakılmamış olsaydı neler olurdu, İslam toplumunun durumu nasıl olurdu?
İmametin hilafet kısmı gasbedildikten sonra masum imamlar Gadir-i Hum’u nasıl canlı tuttular?
İşte bu soruların cavabı Gadir-i Hum’un felsefesini beyan eder.
Gadir-i Hum’un ispatı konusunda, olayın vuku bulduğu zaman incelendiğinde, en az 70 bin müslümanın olaya şahid olduğu ve bu şahısların evlerine döndüklerinde; müslüman ve gayri müslimlere olayı aktardıkları da gözönünde bulundurulduğunda, bu sayının yüzbinlerin üzerinde olduğu anlaşılmaktadır.
Olaya canlı olarak şahid olup, duyan, gören onca müslüman henüz olayın üzerinden 70 gün geçmesine rağmen inkar edip Sakife olayını gerçekleştirmeleri gerçekten düşündürücü değil mi? Binlerce müslüman, canlı olarak görmelerine rağmen inkar ediyorsa, asırlar sonra inkar için bahane bulmak pek de zor olmasa gerek. Akıl ve insaf sahipleri müstesna tabi. Öyleyse Gadir-i Hum olayını birilerine ispat etmeye çalışmadan ziyade, meselenin özüne, Gadir-i Hum’u idrak etmeye, Velayetin hakikatını anlamaya yönelilmelidir.
Asr-ı saadetteki müslümanların çok azı İslam'ı bütün yönleriyle ve derinden anlama yetenek ve fırsatına sahip olabilmişti. Mekke döneminde çok az insan müslüman olmuştu, müslümanların çoğu hicretten sonra ve özellikle de 3-4 hicri yılından sonra İslam dinine girmişlerdi. O zamanda hem okur- yazar seviyesinin düşük olması ve hem de ilahi maarifi insanlara ulaştırma imkanlarının sınırlı olmasından dolayı Resulullah(sav) İslami maarifin derinliklerini insanlara ulaştırmada zorluk çekiyordu. Peygamber dönemindeki insanlar kültürel ve eğitim açısından geri kalmış bir toplumdu; hurmadan kendi elleriyle put yapıyor ve acıktıkları zaman onları yiyiyorlardı, böyle bir topluma tevhidi, görünmeyen bir Allah’ı tanıtmak ve sonra da kendi nübuvvetine imana davet etmek ve kendi vefatından sonra da kendisine itaatin vacip olduğu gibi hz. Ali’ye de itaat edilmesini kabul ettirmek elbette kolay değildi.
Gadir-i Hum olayını anlamanın en kolay yollarından biri şu soruların cevabını bulmaktır. Hz. Adem ile başlayan binlerce yıllık peygamberlik dönemi Resulullah’ın vefatı ile sona mı erecekti, binlerce peygamberin getirdiği ilahi hükümler içeren vahiyi kim koruyacaktı, kim tefsir edip insanlara öğretecekti? Daha da önemlisi bu maarifi koruma, toplumun eğitim- öğretim sistemi, idare ve yönetim sistemi Resulullah'tan (sa) sonra nasıl olacaktı?
Resulullah’tan sonra İslam toplumunun liderini, rehberini belirlemek kimin yetkisindedir? Nübuvvet’ten sonra İslamın siyasal sistemi nedir? Peygamberden sonra toplumu idare edecek sistemi kim belirler?
İşte Resulullah’tan sonrası için bu sorulara farklı cevap verildi; İmamet/ve Velayete inanan fikri akımın cevabı “Gadir-i Hum’un mesajı bu soruların cevabıdır”, oldu.
Gadir-i Hum olayı bir şahsın hilafete tayin edilmesinden ziyade dinin merceiyet ve mihveriyetinin, şeriatin korunmasının, ilahi hükümlerin icra makamının belirlenmesinin, Kur’an’ın tefsir ve beyan makamının ve en önemlisi “İslami devlet sisteminin” açıklanması demektir. Hem o zamanı kapsıyor, hem günümüze kadar zamanı içine alıyor, hem de kıyamete kadar gelecek zamana hitab ediyor.
Sakife ehlinin cevabı ise daha farklıydı. Sakife’de yaşananlar anlaşılmadan Gadir-i Hum’un anlaşılması zor olacaktır.
Resulullah’tan sonra Medine’deki kabile reisleri Sakife’de toplanarak bu sorulara çözüm getirmek istediler. Bir tarafta Gadir-i Hum’da beyan edilen İslamın devlet modeli, toplumu idare etme sistemi projesi var, diğer tarafta ise bu yetki insanlara bırakılmıştır denilen bir teori.
İşte Sakife’de yapılan en büyük inhiraf/sapma buydu. Sakife’de bir şahsın velayeti değil, ilahi hüküm, ilahi teori devre dışı bırakılmış oldu. Yani „Resulullah’tan sonra imamet ve velayet makamı tayin edilmemiştir, şimdi bu makamda oturacak şahsı biz seçeceğiz“ düşüncesi ortaya atıldı. Binlerce kişinin şahit olmasına rağmen „Allah’ın tayin etmiş olduğu bir velayet ve imamet yoktur“ mantığı ile haraket ediliyordu. Allah’ın emrinin ve velayetin Kur’an’da olduğu inkar ediliyordu. Dikkat edilirse mesele Hz. Ali’nin şahsının hakkının gasbedilmesi değildir sadece. Velayete gerek yok diyerek, Allah-u Tealanın emri devre dışı bırakılmış oldu. Bunlar Allah’ın emrine karşı geldiler. Yani makam engellendi, dolayısıyla bu makama tayin edilen şahıs da devre dışı bırakılmış oldu. Hz. Ali ve bazı sahabenın Sakife’de yapılanlara itirazları; “neden Ali halife olmuyor”,değildi, „neden Allah’ın tayin ettiği İmamet ve Velayet devre dışı bırakılıyor“ düşüncesiydi, „neden ilahi iradenin tayin ettiği makam devre dışı bırakılıyor“ idi.
Sakife’nin neticesinde “toplumun idare makamı” konusunda ortaya çıkan düşünce „demokrasi“ yani halkın seçmesi gerekir düşüncesi oldu. Demokrasinin temeli Sakife’de atıldı. “Sekulerizm”; siyaset dinden ayrıdır düşüncesinin ilk adımı Sakife’de atıldı. “Allah, siyaset ve toplumu idare etme yetkisini insanların ihtiyarına bırakmıştır” teorisi Sakife’de ortaya atıldı.
Sakife’nin devamında İslam'ı kaynağından öğrenmeyen, ilmi sahibinden almayan müslümanlar, Emevi ve Abbasiler döneminde daha da ileri giderek saltanata dönüştürdüler. Böylece diğer imamları da engellediler, onların da Velayet ve İmamet makamında oturup ilahi ahkamı icrasına fırsat vermediler. Allah’ın irade ettiği devlet sistemi, toplumu idare etme modeli, adaleti hakim kılma sistemi devre dışı bırakılınca, hakim güçler istedikleri beşeri sistemi hakim kılmaya başladılar, sultanlık, krallık, şahlık, monarşı, oligarşı, diktatörlük, demokrasi, cumhuriyet insanların günümüze kadar denediği sistemlerdir.
İmam Humeyni (r.a) Gadir-i Hum hakkında şöyle buyuruyor: „Gadir-i Hum olayı öyle bir olay değil ki Hz.Ali’ye bir makam kazandırmış olsun. Hz. Ali, bütün fazilet ve manevi makamlara sahip olduğundan Gadir Hum’un gerçekleşmesine vesile olmuştur. Allah-u Teala, Resulullah’tan sonra yeryüzünde adaleti Allah’ın istediği gibi icra edecek Ali’den başka kimseyi görmediğinden, Resulullah’a, Ali’yi yerine tayin etmesini emr etmiştir. Rivayetlerin Gadir-i Hum’dan bu kadar azametle bahs etmesinin sebebi, Hz. Ali’nin sadece hükümetin başında olması değildir. İbn-i Abbas diyor ki, Cemel savaşına giderken Hz. Ali’nin yanına vardım. Hz.Ali oturmuş yırtık ayakkabısını dikiyordu. Bana, „bu ayakkabının değeri ne kadardır?“ diye buyurdu. „Hiç değeri yoktur“, dedim. Hz.Ali şöyle buyurdu: „ Allaha yemin olsun ki, bu ayakkabı bana sizlere baş olmaktan ( hilafet makamından ) daha sevimlidir. Sadece bir hakkı ikame edeyim ve bir batılı yok edeyim ( yalnız bunun için hilafeti kabul ederim)“. Hz.Ali ve diğer imamlar hükümeti sadece Allah’ın istediği adaleti icra etmek için taleb ederlerdi ama kendilerine fırsat verilmedi.
Gadir-i Hum’u canlı tutmak ve bayram olarak kutlamak, sadece medhiyeler okumak, sokakları süslemek, ilahiler söylemekle sınırlı değildir. Bunların yapılması gerekir ama canlı tutulması ve yaşatılması bize velayet sahiplerine nasıl uymamız gerektiğini öğretmelidir. Bilmemiz gerekir ki Gadir-i Hum bütün asırlarda olması gerekir, Hz. Ali’nin adalet anlayışını öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir.”
Gadir-i Hum olayı „ devlet sisteminin“ beyanıdır. Gadir Hum’da beyan edilen Velayet, hükümet sisteminin açıklanmasıdır, manevi bir makamın beyanı değildi. Manevi makam, tayin ve nesb ile gerçekleşmez.
Gadir hum meselesi, hükümet meselesidir, siyasi bir meseledir. Adaletin icrası meselesidir. Allah-u Teala, Resulullah’tan (s.a.a) hükümeti, bu siyasi makamı Hz.Ali’ye devretmesini istemiştir. Resulullah’ın kendisi devlet başkanıydı, önderdi, liderdi, hükümet de siyasetsiz olmaz. Din siyasetten ayrıdır diyenler, Allah’ı yalanlamaktadırlar, Resulullah’ı yalanlamaktadırlar, imamları yalanlamaktadırlar.“ (Sahifey-i Nur. Cilt 20 Sayfa 112.114 )
İmamların hayatında alınması gereken en büyük ders şudur; İmametin/ Velayetin hakikatini en güzel bir şekilde beyan etmelerinin yanısıra İmametin işlevliğini pratikte göstermeye çalışmalarıdır. Gadir-i Hum’da temeli atılan İmamet ve Velayetin hedefini beyan etmenin yanısıra hayatlarını tamamen İmametin hakikatinin ortaya çıkmasına endekslemişlerdi;
Hak-hukuk alanında adaleti hakim kılmak için çaba gösteriyorlardı.
Ekonomik alanda fakirliği yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
İlmi alanda cehaleti yok etmek için dersler verip insanları bilinçlendiriyorlardı.
İtikadi ve ahlaki alanda dinin itikadi ve ahlaki hükümlerini beyan ediyorlardı.
Eğitim- öğretim alanında özel ve genel dersler verip velayet düşüncesine sahip insanlar yetiştiriyorlardı.
Sosyal alanda mazlumun yanında yer alıyor, miskinin ve yetimin elinden tutuyor, sorunları olanların yardımına koşuyor, toplumun sorunlarına özellikle müslümanların dertlerine çare bulmaya çalışıyor, borcu olanların borcunu ödemede yardımcı oluyorlardı.
Siyasi alanda tağutlardan kendileri uzak duruyor ve müslümanları da tağuti sistemlerden uzak durmaya davet ediyorlardı. Zalimlerin yanında yer almıyor onların karşısında direniyorladı. Yani icra makamında olmasalar da İmamet ve Velayetin toplumdaki misyonunu devam ettiriyor ve pratikdeki fonksiyonunu sergiliyorlardı.
Velayet ve imametin subutu bu alanlarda imamların neler yaptıkları ve eğer İslam devletinin yasama, yargı ve yürütme kısmında da bulunsalardı neler yapabileceklerinin beyanıdır.
Ve Velayete inananların üzerinde araştırması gereken konu “Velayetin subutu“ ve „insanın hayatındaki rolünün“ ne olduğu konusudur. Aksi takdirde, sadece imamet ve velayetin isbatı için ayet ve rivayetlerle yetinilirse, İmamet ve Velayetin hakikati asla ortaya çıkmayacak ve „Gadir-i Hum’un mesajı” tarihe gömülmüş olacaktır ve sadece kutlamalar, eglenceler, şiirler ve hayatımıza yansımayan zahiri hamasi sözler yansıyacaktır dünyaya.
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Sabahattin Türkyılmaz
Yorum