SİYASAL İSLAM VE RESULALLAH'IN (S.A.A.) DEVLET ADAMLIĞI
Resulallah’ın (s.a.a.) Hakiki ve Hukuki Kişiliği
Bismillahirrahmanirrahim
İnsanın sahip olduğu sıfatlar bazen meleke halindedir, bazen insanın mahiyetini oluşturan unsurlardandır, bazen ise insanın hüviyetini oluşturur. Bu sıfatlar insanın kişiliğinin hakikatini oluşturduğu için bu sıfatlara “hakiki/özel kişilik” denir.
İnsanın sahip olduğu bazı sıfatlar vardır ki sonradan kazanılmış veya kendisine verilmiştir ve izafidir. İnsanın ne mahiyetinde bir etkisi vardır, ne de onun hüviyetini oluşturur; toplumsal konumundan dolayı elde ettiği toplumsal kimliktir. Bu sıfatlara da “hukuki/tüzel kişilik” denir.
Allah-u Teala bizlere Resulullah’ı (s.a.a) Ku’ran’da tanıtırken hem “hakiki kişiliğini” beyan eder, hem de “hukuki kişiliğini” tanıtır. Hakiki kişilik, insanın kendi çaba ve gayretlerinin sayesinde elde ettiği, insanın mahiyet veya hüviyyetini oluşturan sıfatlardır. Hakiki kişilik insan var olduğu müddetce hem bu dünyada, hem de ahirette insandan ayrılmayan ebedi sıfatlardır.
“Hukuki kimlik” ise insan, ya bu dünyada var olduğu müddetce veya o kimliğe uygun görüldüğü middetce ona sahiptir, geçici, izafi ve bağıntılı bir makamdır.
Resulullah’ın hakiki makamlarından bazılarını Kuran şöyle tanıtıyor:
Hulk-u azim: “Şüphesiz sen yüce bir ahlaka sahipsin”. Kalem/ 4
Rahmetenlilalemin:“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik”. Enbiya/ 107
Rauf, Rahim ve “Aziz: “ Gerçekten kendinizden olan öyle bir peygamber size geldi ki, sıkıntınız ona ağır gelir, size düşkündür ve rauf ve rahimdir”. Tevbe / 128
İzafi ve hukuki makamlarından bazılarını şöyle beyane diyor :
Resul: “...Seni insanlara resul/elçi olarak gönderdik...”. Nisa/ 79
Nebi: “Peygamber müminlere kendilerinden daha önceliklidir.....”. Ahzab / 6
Veliyy: “Şüphesiz sizin veliniz Allah, Resulü ve namaz hakkıyla yerine getiren ve ruku halinde zekat veren müminlerdir”. Maide /55
Beşir ve nezir: “Biz seni hak üzere müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik..” Bakara / 119
Hukuki yetki, insanın hakiki kişiliğinin sayesinde insana verilir. Hakiki kişliğin büyüklüğü ve toplumda tezahur edip örneklik teşkil etmesi ise insanın hukuki kişiliğinin gölgesinde gerçekleşir.
İslam toplumunda Resulullah (s.a.a) tanıtılırken daha çok Peygamberin hakiki kişiliği üzerinde durulur, O’nun hukuki kişiliği daha az gündeme getirilir; “alemlere rahmet olduğu”, “barış peygamberi olduğu”, “yüce ahlaka sahip olduğu” beyan edilir. Ama peygamberin hukuki kişiliği fazla gündemde tutulmaz.
Resulullah’ın ( s.a.a) gözden kaçan ve üzerinde fazla araştırma yapılmayan özelliklerinden birisi de hiç şüphesiz O’nun “siyasi kimliği” yani hukuki kimliği olan “devlet adamlığı” makamıdır.
Resulullahın devlet adamlığını idrak edebilmek için bir takım ön bilgilerin beyan edilmesi gerekir.
Devlet ve Din İlişkisini Doğru Anlamak
İnsanın var olduğu her yerde din de vardır, insanın olmadığı yerde din de yoktur. İnsan ister birey olarak ele alınsın, ister toplumsal olarak, din, beşer var olduğu günden beri vardır. Din sonradan ortaya çıkmış değildir. Dinin tanımı yanlış yapılınca bu temel üzerine kurulan bina, yapılan tefsir ve yorumlar da hep yanlış olur. “Din insanın bireysel ve toplumsal hayatında itikadi, ahlaki, ıktisadi, siyasi, kısacası dünyevi ve uhrevi hayatında saadete ulaştıracak kanunlar topluluğuna denir”.
Devlet ise insanın toplumsal hayatında söz konusudur, insan toplumsal hayata adım atınca gündeme gelir ve gerekliliği ortaya çıkar. İnsanlar henüz toplum olmadıkları dönemlerde devlete de ihtiyaç yoktu. Devlete ihtiyaç, insan yaratıldıktan asırlar sonra toplum oluşturdukları dönemde ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla devletle ilgili hükümler, insanın kişisel ve toplumsal hayatında dünyevi ve uhrevi saadetini sağlayan dini öğretilerin bir kısmını oluşturur. Devlet, dinin toplumsal hükümlerinin pratize edilip uygulanması için beşerin toplumsal hayatı sözkonusu olunca gündeme gelir. İnsanın her türlü ihtiyacına tam bir ilimle dini teşri eden Allah’ın, insanın toplumsal hayatındaki devlet ihtiyacını gözardı etmiş olması düşünülemez.
İnsanın devlete ihtiyacı o kadar aşikar ve zaruridir ki yüce Yaradan bunu peygamberlerine indirdiği vahiyde beyan etmeye gerek bile görmemiştir. Vahiy yoluyla insanların toplumsal gereksinimlerinin, devletin yapması gereken işlerin, devlet adamının görev, yetki ve sıfatlarının beyan edilmesi, devletin gerekliliğini isbat etmeye yeterli görülmüştür.
Bazıları, din ve devletin ayrı ayrı şeyler olduğu vehmine kapıldıklarından, din ve siyasetin ayrı ayrı olgular olduğunu iddia etmişlerdir. ”Din imandan ibarettir, din vicdani ve içsel bir inanıştır, devlet ise kurumdur”, diyorlar.
Bazıları daha da ileri giderek, devletin asıl ve dinin ise ayrıntı olduğunu iddia etmişlerdir. Bu görüşe göre, din ya tamamen devletin hizmetinde olacaktır veya insanların dini inançlarını devlet düzenleyip insan hakları adına inanç özgürlüğü diye verecektir.
İslam’ın siyasal öğretilerinden habersiz olanlar ve siyaset ilmini, batı siyasal ekolünden almış kimseler “din devleti” veya “dini devleti” anlamakta zorluk çekerler.
Halbuki siyaset, dinin özünde mevcuttur. İslam’da siyasal öğretiler, diğer öğretiler gibi toplumsal adaleti sağlamak için olması zaruri bir öğretidir. Devlet ise toplumsal kanunları uygulamak için hem akli, hem de nakli delillerle gerekliliği beyan edilen bir kurumdur.
Din, devletin bir alt kurumu veya parçası değildir. Din, devletin lütfuna muhtaç, inanç özgürlüğü adına merhamet dilenmeyle verilen her hangi bir hak değildir. Devletin korunmasına muhtaç hiç değildir. Devletin ortaya çıkma gerekliliği, insanın toplumsal yaşantısında her türlü haksızlığı ortadan kaldırmak ve adaleti fertler arasında yerleştirmek ihtiyacından doğar.
Devlet, insanların toplumsal alandaki ihtiyaçlarını karşılamak için dinin kanunlarını uygulayan bir araçtır. Devlet ve siyaseti dinin karşısında veya üstünde tanımlamaya çalışanlar, dinin siyasal öğretilerinden habersizdirler. Dinin devlet modeli olduğunu ispatta zorlanan İslam alimleri, mevcut siyasi sistemlerden insanlara “din özgürlüğünün” verilmesinin dinin yegane talebi olduğunu söylemek zorunda kalmaktadırlar.
Dinin/İslam’ın Siyaset Biliminde Öğretisi Var mıdır?
Siyaset biliminde tartışılan konulardan biri İslam’ın siyaset alanında öğretisi olup olmadığı hususudur.
İslam dininin siyasal alanda bir projesi var mıdır? İslam bir devlet modeli öngörmüş müdür? İslam devleti, din devleti, dini devlet, şeriat devleti gibi kavramlar doğru mudur?
İslam devleti, din devleti, dini devlet kavramlarından maksat nedir? Din devleti ve İslam devletinden maksat, “kanun ve yasalarını dinin belirlediği, yürütme ve icra işlerini üstlenen lider ve devlet adamının sıfat ve yetkilerini dinin belirlediği ve yargı erkini dini kriterlerin oluşturduğu kurumdur”. Din eğer, toplumsal alanda kanun teşrii etmişse siyasal bilimlerde öğretisi var demektir.
Devlet bir kurumdur, bir kurumun iman edip etmemesi, dinli veya dinsiz olması söz konusu olamaz. Ancak “Din dışı devlet veya dinsiz devlet” kavramı kullanılıyorsa bununla, anayasası dine dayanmayan, dini kanunlarla idare edilmeyen devlet kastedilir.
Müslümanlar, tarih boyunca İslam’ın siyasal bilimler dalındaki öğretisini ortaya koyma zahmetine katlanmadıkları gibi günümüz müslümanları da bu cesareti gösteremediler. Tarihten günümüze kadar sadece mevcut sistemlerin İslama uyup uymadığı konusunda görüş belirtmişlerdir. En iyimser düşüneni ise şöyle demiştir : “İslâmî siyaset sisteminin ve devletin yapısında, her biri Kur'ân'da defalarca zikredilen ve Kur'ânî anlamları da belli olan şu unsurlar vardır: Tevhîd, itâat, hilâfet, bey'at, şûrâ, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker, velâyet, mülk, hüküm, adâlet, ehliyet ve emanet. Bunları ihtivâ eden sistemler İslâmîdir, meşrûdur.” Bu görüşü savunanlar İslamın siyaset biliminde öğretisi olduğunu kabul ediyor ama İslam’ın bir “devlet sistemi” öngördüğünü kabul edemiyorlar.
Elbette “dini devlet” tabirinin yanlış olduğunu, şeriata dayalı bir devlet modeli olmadığını ve dinin siyasetten ayrı olduğunun ileri sürülmesinin birçok sebepleri vardır:
-Topluma hakim siyasi otoritenin, dinin siyasetten ayrı olduğu düşüncesini dayatması.
-Siyasal bilimcilerin Kuran’da “din devleti”, rivayetlerde devlet, siyaset, devlet başkanı gibi kavramlar peşinde olmaları ve bu konuda doyurucu sonuçlara ulaşamamaları.
-İslami öğretilerin sadece ibadet, ahlak, fıkıh ile sınırlı olduğunun savunulması.
-“Siyasetin dünyevi işler için ama dinin ahiret için olduğu” görüşünün hakim kılınması, siyasal bilimdeki öğretilerin ve devlet kurma görevinin tamamen insanlara bırakıldığı teorisinin ortaya atılması.
-Tahrif edilmis Hristiyanlık ve Yahudi şeriatının toplumu idare etmede yetersizliği ve İslam’ın da bu tahrif edilmiş şeriatlar ile mukayese edilmesi.
- “Din devletinin savunulması ruhban sınıfının hakimiyeti demektir”gibi sebepler müslüman düşünürlerin İslam’ın siyasal bilimde teorisi bulunmadığı ve teokratik devlet modeli öngörmediği görüşünü bensimsemelerine, dolayısıyla İslam’ın devlet talebi ve modeli olmadığını kabullenmelerine sebep olmuştur.
Kur’an da Siyasal Bilim
İlimleri birbirinden ayıran özellikler; onların konuları, hedefleri ve dilleridir. Her ilmin hedefi ve konusu aynı olmadığı gibi dili de aynı değildir; kullandığı terimler, kavramların özellikleri, beyan ediliş şekli, beyan etme metodu o ilmi diğer ilim dallarından ayırır. Siyaset ilminde de böyledir.
Bütün ilimlerin ahlak ilmine ihtiyacı inkar edilemez; insanın bireysel ve toplumsal yaşantısının her alanında bütün eylem ve söylemlerinde bir takım kurallar ve ilkelere riayet etmesi gerekmektedir. Bu ilke ve kuralları ahlak belirlemektedir, muaşeret adabı, ticret ahlakı, konuşma ahlakı, sanat ahlakı, siyaset ahlakı, tebabet ahlakı, yemek adabı, giyim kuşam adabı..v.s
Siyaset bilimi İslam’da ahlak ilmi kadar önemli ve insanın bireysel ve toplumsal yaşamında hayati bir yer tutmaktadır. Siyaset Arapça bir kelime olup “eğitmek”, “idare etmek”, “yönetmek”, “yönlendirmek” manasında kullanılır. Enbiyanın ve evsiyanın sıfatları beyan edilirken bir özellikleri de “Ve sasetel ibadi” “kulları eğitip yönetenler” olarak belirtilmiştir.
Bütün ilimlerin toplumda tahakkuk bulması, rüşt ve tekamüle ulaşması için “siyaset bilimine” ihtiyacı vardır. Siyaset bilimi insanın bireysel ve toplumsal görevlerini hangi metod ve model şemsiyesi altında yapması gerektiğini öğretir. Siyaset bilimi öğretisi olmayan bir ideoloji, bir din, bir mektep kamil olamaz, diğer ideolojilere muhtaç olunca da asla bir devlet modeli öneremez.
Siyaset bilimi, devlet yapı ve mekanizmasının nasıl olacağını, nasıl işleyeceğini, kimin işleteceğini, yönetimin nasıl olacağını, kurumlarının nasıl şekilleneceğini beyan eden öğretiler yumağıdır.
Ekonomik adalet, devlet sayesinde sağlanır, sosyal adaleti hakim kılmak devletsiz mümkün değildir, eğitim- öğretim devletin programı ve güvencesi ile gerçekleştirilir, savaş ve savunma gibi İslam ümmetinin güvenliği askeri gücün oluşturulmasıyla sağlanır. Kısacası toplumun her alanında; ekonomik, eğitim-öğretim, emniyet, güvenlik, sağlık, askeri; savunma ve savaş, ahlak, ibadet, muemalat, muaşeret alanlarındaki öğretilerin icrası siyaset biliminin belirlediği devlet sayesinde uygulanıp kemale ulaşır.
İslam devletinin varlığının isbat edilebilmesi için dinin kanun ve yasalarının/anayasasının olup olmadığının isbat edilmesi gerekir. Kanunlar teşrii eden bir din, kamusal alanda bu kanunları uygulamak için bir sistem öngörüyor demektir. Siyasal bilimin ana temasını oluşturan konulardan birisi bir ideoloji ve inancın “ kamusal alanda kanun ve anayasa ortaya koyup koymadığı konusudur”.
Dinin Devlet Talebi
Devletin temel yapı ve omurgasını oluşturan, “yasama”, “yargı” ve “yürütmedir”. Gerekliliği tecrübeyle de ispatlanan bu üç güç erkinin birbiriyle sıkı bağları vardır. Kanunun mükemmel olması tek başına adaleti hakim kılmak için yeterli olmadığı gibi adil bir liderin varlığı da tek başına yeterli değildir. Kanunun adaletli ve kapsayıcı olması gerektiği gibi bu kanunları uygulayacak yöneticinin de adil ve alim olması gerekir. Şehid Mutaharri şöyle buyuruyor: “İyi insan kötü sistemde doğru müdüriyet yapamaz, iyi insan kötü sistemde yürütme makamında olursa onun iyilikleri kendi alanında sınırlanacak ve kötü sistemin gölgesinde kalacaktır, bundan dolayı sistem önemlidir. Bundan daha önemlisi kim hakim ve lider olması gerekir konusudur; kanun ve yasalar mükemmel olabilir ama uygulayacak yürütme makamındaki lider iyi olmazsa her türlü şeytanlığı yapıp hakimiyet kurabilir.”
Toplumu idare etmede kanun ve yasaların mükemmelliğinin yanısıra nasıl müdüriyet yapılması gerektiği ve liderin nasıl olması gerektiği de önemlidir. Ne kanunun mükemmeliği tek başına yeterlidir,ne de liderin iyi insan olması.
Öncelikle şu sorunun cevabı verilmelidir, devleti yönetmek için anayasa, hukuki alt yapı ve kanunları kim hazırlayacaktır? Anayasanın kaynağı ne olacaktır? Kanunları koymak kimin yetkisindedir?
Yargı kimin elinde olacak? Yargı erkini kim tayin edecek?
Ve Yürütme/icra işini yapacak hakimi kim belirler? Kim hükümet sürmelidir? Kim devlet başkanı olabilir?
Kur’an-ı Kerim, her üç alanda da bu yetkinin yaratıcının elinde ve yetkisinde olduğunu beyan eder.
Yasama / Kanun Koyma
Yasama alanında yetkinin Allah’ta olduğunu beyan eden onlarca ayet vardır. Velayetin, mutlak ve bizatihi Allah’a ait olduğunu beyan eden ayetler Allah’ın yasamadaki yetkisini belirtmektedir. Tevhid-i rububiyete, kanun koyucunun sadece Allah olduğuna iman edilmesi gerekmektedir. Müşrik ve putperestlerle yaşanan sorun/ihtilaf da “rububiyet” konusundaydı, “halkiyet/yaratıcılık” değil. Müşrikler Allah’ın “halik/yaratıcı” olduğunu kabul ediyorlardı ama “Rabb/Kanun koyucu” olduğunu kabul etmiyorlardı. Kur’an’ın “rabb” kelimesi üzerinde özellikle durmasının sebebi de buradan kaynaklanıyor. Allah’ın kanun koyuculuğu, tekvin alemindeki velayetinin yanısıra teşrii alemdeki velayetini de kapsamaktadır.
Günümüzde de beşeri sistemlerle Allah’ın yaratıcılığında, rahmaniyetinde, razikiyetinde sorun yok sorun sadece yaratıcının “rububiyetindedir”. Rububiyet, tevhid-i ef’alinin kısımlarından olup kanun koyma, yasama işlerini de kapsamaktadır.
Yasamanın sadece Allah’a ait olduğunu beyan eden ayetlerin yanısıra Allah’tan başkasının kanun koyamayacağını belirten ayetler de konunun önemini beyan eder.
Yasamanın Allah’a Ait Olduğunu Beyan Eden Ayetler:
1-“Dinden Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi size din ( kanun) olarak belirledi. Dini yaşatın ve onda ihtilafa düşmeyin”.Şura/13
2- “İnsanlar bir tek ümmet (topluluk) idi. Sonra Allah müjdeleyici ve korkutucu olarak peygamberleri gönderdi ve insanlar arasında ayrılığa düştükleri şeylerde yargıda bulunması için onlarla beraber hak üzere kitap indirdi....”Bakara / 213
3- “... Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır...” Yusuf / 67
4- “Hüküm yanlız Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O hüküm verenlerin en iyisidir.” Enam/57
Kendilerinde Kanun Koyma Yetkisi Görenleri Kınayan Ayetler;
1-“De ki: Allah’ın sizin için indirdiği ve sizin bir delil olmadan bir kısmını halel ve bir kısmını da haram kıldığınız rızık hakkında ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi yoksa Allah’a yalan mı isnat ediyorsunuz?”.Yunus / 59
2- “Allah’ın indirdiği ile hükm etmeyenler, işte onlar gerçek kafirlerdir”...Maide /44
3- “Yoksa onlar Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine din olarak belirleyen ortakları mı var?”.Şura/21
Devletin görevlerini ve yapması gereken işleri beyan eden kanun ve yasalar, Kur’an’da kamuya yönelik toplumsal hükümler kalıbında açıklanmıştır ve siyaset dilinde “ahkam ayetleri” diye beyan edilir. Bazı alimler ahkam ayetlerinin sayısının en az 150 ve en fazla 500 olduğunu söyler. Halbuki Kur’an’ın üçte biri kamu alanını ilgilendiren hükümleri içermektedir.
Yürütme / İcra
Yürütmede ise “kim hakim olmalıdır” sorununu çözmek de yine Allah’ın yetkisindedir. Hz. İbrahim’i imam/önder/lider/devlet adamı makamına seçerken buyuruyor: İmamet/önderlik benim “ahdimdir”, yani “önderi ben seçerim, toplumun liderini ben tayın ederim”.
Diğer taraftan toplumun önderliği olan risalet makamını da kendisinin yetkisinde olup bu şahısları sadece Allah’ın belirleyeceğini buyuruyor: “ Allah risaletini nereye koyacağını bilir.” Enam / 124
Dolayısıyla İslam’da hakimiyet hakkı ilahi izinle olmalıdır; Allah-u teala bu hakimiyeti öncelikle peygamberlerine veriyor çünkü hakimiyet öncelikle “ismet” sahibi olanındır, bu mümkün olmadığı zamanda “adalet” sahibi olanındır. Masumun olduğu dönemde önderlik/liderlik için “ismet” gereklidir, masumun olmadığı dönemde ise “adalet” şarttır.
Dini devlet sisteminde asıl ve temel noktalardan birisi de, Allah’ın yetkisinde olan işler ile insanların yetkisinde olan işlerin bir birinden ayrıştırılmasıdır. İlahi ahkama dayalı siyasi otoritenin yapısını, kriterlerini, hedefini ve bu makama oturacak şahsın hangi sıfatlara sahip olacağını belirlemek Allah’ın yetkisindedir. İnsanların kendilerini idare edecek sistemi belirleme hakkını kendilerinde görmeleri, ilahi yetkiyi kendilerinde görmelerine sebep olur ki, bu da bir tür şirktir. Çünkü bu, Tevhid-i Ef’ali’nin bir kısmı olan “ rububiyeti” reddetmektir. Batılı düşünürler ile İslami düşünürler arasındaki farklardan biri Allah’ın rububiyyeti hususundadır. Her ikisi de “Allah’ın halikiyetini”(yaratıcılığını) kabul etmelerine rağmen Batılılar “Allah’ın rububiyyetini” reddederler.
Toplumun önderini seçmenin insanların yetkisinde olduğunu istişare/şura ayetlerine dayandırarak ispatlamaya çalışanlar da yanılıyorlar. İstişare ayetinde dikkat etmedikleri ince bir nokta vardır; “kulların yetkisinde olan işler” kendilerine ait işler olup Allah o işlerde kendilerini muhayyer (özgür ve seçici) bırakmıştır.
“Allah’ın merhameti ile onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı yürekli olsaydın, etrafından dağılırlardı. O halde onları affet, onlar için bağışlanma dile ve işlerde onlara danış. Ancak karar verdiğinde ( kararını uygula) Allah’a revekkül et...”Al-i İmran /159
“Onlar Rabblerinin davetini kabul ederler, namazı hakkıyla kılarlar, işleri aralarında danışmaya dayalıdır...”( Şura/ 38).
Her iki ayette de Allah-u teala peygamberi insanların yetkisinde olan işlerde istişare etmeye, danışmaya emrediyor, insanların da kendi yetkilerinde olan işlerini istişare/şura ile yapmaları gerektiğini beyan ediyor. Bu ayetlerden, toplumun liderini seçmede istişareye baş vurulması gerektiği hükümünü çıkarmak, doğru değildir.
İslam Devlet Sistemi
Kur'an, teşri ettiği yasaları uygulamak için idare sisteminin ismini, türünü doğrudan dile getirmiyor, ama daha zarif ve hikmet dolu bir yöntem kullanıyor. Allah(cc), ayetlerde devlet sistemini, devlet başkanının hukuki kişiliği kalıbında açıklıyor. Yani “dini devlet”, toplumun liderliğini yapacak kimsenin hukuki kişiliğinde beyan ediliyor. Örneğin, Peygamber’e “Veliyy”, “hakim”, “Resul” gibi kelimeleri kullanarak, peygamberin hukuki kimliğini belirtiyor. Bunun hikmeti şudur; bir tabirle üç konuyu beyan etmiş oluyor; peygamberin “devlet adamı/ veliyy” olduğunu, devlet sisteminin “velayet” olduğunu ve liderin yetkisini yani “velayet sahibi” olması gerektiğini açıklıyor. Devlet adamı ve toplumun lideri olan Peygamber’e “veliyy” sıfatı vererek diğer iki noktayı açıklamış oluyor; peygamberin hedefinin devlet kurarak tağuti sistemi reddetmesi olduğunu ve dinin devlet sisteminin “velayet” olduğunu ve devlet adamının Allah tarafından verilen velayete sahip olması gerektiğini belirterek, hem devlet sisteminin, hem de devlet adamının meşruiyetinin ilahi olması gerektiği vurgulanıyor. Dolayısıyla topluma hüküm süren her lider ve sistem meşru değildir.
Kur'an, siyasal alanda peygamberin devlet adamlığını beyan ederken, bazen “hükm” kelimesi ve türevlerini kullanıyor. “Hükm” kelimesi toplumsal bir göreve işarettir. Toplumun işlerinde ihtilaf ve kargaşanın giderilmesi, adalet ve huzurun hakim kılınması için Resulullah’ın (s.a.a) görevlendirildiği beyan ediliyor.
Kuran’da siyasal bilim ve siyaset sistemini beyan eden kelimelerden bazıları şunlardır; nebi, resul, hakk, kazavet, kıst, adalet ( adl), itaat, velayet ( veli, tevelle ), imam, emin, hükm ve bütün türevleri. Bunları sadece örnek olarak zikrediyoruz. Bunların dışında kullanılan kavramlar siyasal bilim uzmanları tarafından Kur'an’dan çıkarılıp incelenmelidir.
Bu terimlerin yanısıra Kur'an’nın ceza hukuku, medeni hukuk, miras hukuku, toplumsal ekonomik, tarım alanında üretim, toplumsal adalet, toplumsal ahlak, uluslararası ilişki, ticaret, savaş, barış ve savunma gibi askeri alan hakkında koyduğu hükümlerin varlığı da dinin siyasal bilim dalındaki öğretisinin ve sisteminin varlığını göstermektedir. Bu hükümler icra edilmeyecekse veya bunları icra edecek bir sistem öngörülmemişse bunların sadece bilgi vermek amaçlı sunulduğu kabul edildiği takdirde Kuran’ın evrensel olduğunu söylemek abes olur.
Resulullah’a itaat ve ona müracaat etmenin farz kılınması sadece ilahi hükümleri öğrenmek ve anlamak için olsaydı Resulullah’ın peygamberliğinin evrenselliğinin bir manası kalmazdı. Hakiki kişiliği sadece bir fazilet olarak zikredilmekten öteye geçmezdi.
Bu terimler peygamberlerin siyasal görevlerini, devlet adamlığı sıfatlarını ve idareci makamlarını beyan etmektedir.
“Fakat öyle değil; and olsun Rabbine ki, onlar iman etmiş olmazlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem etmedikçe ve sonra da yüreklerinde hiçbir sıkıntı, üzüntü duymadan verdiğin hükmü kabul etmedikçe ve tamamıyla sana teslim olmadıkca.” Nisa /65
Ayet, müminlerin bireysel ve toplumsal yaşantılarında ihtilafa düştükleri anda Resulullah’a (s.a.a) gitmelerini, bunun onların imanlarının özünü oluşturduğunu belirtip Peygamberin ihtilafları yok edip toplumda huzuru sağlama ve idare etme makamında olduğunu beyan ediyor. Ayette “halkın peygamberi hakem kılmasından” ve “peygamberin hüküm vermesinden” bahsediyor. Bu her iki kelimenin içeriği peygamberin hukuki kişiliğinin yani “hakim/lider” sıfatının gölgesinde gerçekleşir.
“ Biz sana Kitabı, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bir gerçek olarak indirdik.”Nisa / 105
“ Allah ve Resulü bir işe hükmetti mi erkek olsun kadın olsun hiçbir inananın o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim, Allah’a ve Resulüne isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir.” Ahzab / 36
“ Onlar aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağırıldıkları zaman içlerinden bir kısmı derhal yüz döndürürler.”Nur / 48
Kuran bazen siyasal sistemin varlığını “Veliyy” kelimesi ve türevleriyle beyan ediyor.
“Peygamber, inananlar üzerinde kendilerinden ziyade tasarruf ve vilayet sahibidir.”Ahzab/6
“ Sizin veliniz ancak Allah’dır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve ruku halindeyken zekat verenlerdir”.Maide / 55
Kur’an İslam Devlet Sistemini Beyan Ediyor
Kur’an, toplumu idare edip insanların işlerini yoluna koyacak, ihtilafın giderilmesini temin edecek, toplumda adaleti yerleştirecek sistemin Nübuvvet/ Risalet/Velayet olduğunu açıklıyor. Yani dinin kamusal alanda talebinin varlığı ve öngördüğü devlet sistemi olan “Nübuvvet / Risalet/Velayet”, Nebi/ Resul/Veliyy kalıbında beyan ediliyor.
Nübuvvet ve risalet terimlerinin içerdiği manalara bakıldığında risaletin, peygamberin kamusal alandaki görevlerine yönelik olduğu görülecektir. Yani devlet ve hükumet sistemine işaret etmektedir. Allah’ın velayeti, tekvin ve teşrii makamında olduğundan Resulullah’ın (s.a.a) velayeti, teşrii ve icra makamı olacaktır. İşte bu yürütme makamı devlet ve hükümettir. Dinin ilk devlet modeli “Risalettir” veya "Velayet-i Resul"dür.
Dinin siyasetten ayrı olduğunu savunanlar ve Kur’an ve İslam’ın bir devlet modeli ortaya koyamadığını iddia edenler, Kur’an’ın bu alandaki ayetlerini idrak edememenin neticesinde hem Kur'an ayetlerini, hem de Resulullah’ın (s.a.a) ve diğer peygamberlerin devlet adamlığını ve siyasi önderliğini inkar etmiş oluyorlar. Halbuki insanoğlu var olduğu günden beri peygamberlerin siyasi önderlikleri hep sözkonusu olmuş ve toplumları idare etmişlerdir.
İslam’da kurum ve kuruluşların isminin ne olacağından ziyade, devlet sisteminin nasıl olacağı, lider/önder/imamın kim olacağı ve önderin hangi sıfatlara sahip olması gerektiği ön planda tutulmuştur ve bunu da Allah, lider olarak layık gördüğü kişilerin hukuki kişiliklerinin gölgesinde beyan buyurmuştur.
İlahi sistemin, liderin hukuki kişiliğinin gölgesinde beyan edilmesi, toplumu idare edecek sistemin, toplumun liderinin hukuki kişiliğine bağlı olduğunu gösteriyor. Bu hukuki kişiliğe sahip lider yoksa sistem de yoktur demektir. Allah, insanları kendi başına, başı boş bırakmayacağına göre o zaman toplumda ya Nebi, ya Resul, ya İmam veya adil fakihin olması gerekiyor. Kim lider olmalı? Sorusunun cevabı verilirken, nasıl hükümet sürmeli? Ve yetkilerini kim belirlemeli? gibi soruların da cevabının verileceği kaynaklar beyan edilmiş oluyor. Örneğin; kim lider olmalıdır? sorusunun cevabı “Resul” ise o zaman devlet sistemi de “risalet” olacaktır. Yani Allah’ın insanlar için öngörmüş olduğu devlet modeli “Risalet devletidir”.
Kim lider olmalıdır? sorusunun cevabı “İmam” ise o zaman da öngörülen devlet modeli “İmamettir”. Peygamberin olmadığı dönemde Allah, “İmamet devletini” din devletinin model sistemi olarak beyan etmiş oluyor. Dikkat edilirse görülecektir ki, Allah-u teala devlet sisteminin ne olduğunu, bu sistemi belirlemenin kimin yetkisinde olduğunu, liderin kim olacağını liderin “hukuki kişiliği” ile beyan ediyor.
Resulullah’ın devlet adamlığını kabul edenlerin bir kısmı peygamber sonrası toplumu idare etme, devlet kurup insanların işlerini yoluna koyma görevinin insanlara bırakıldığını savunmuşlardır.
“Hz. Peygamber, müslümanların komutanlığını, dinî ve dünyevî işlerini yürütecek bir kimseyi kendisine halef tayin etmeden vefat etmişti. Onun içindir ki, Hz. Peygamber, kendisinden sonra ümmetin nasıl devam edeceği ve yerine kimin geçeceğine, kısaca İslâm Devleti’nin yönetim biçimine dair herhangi bir söz söylememiş veya işarette bulunmamıştır. Öyle görünüyor ki o, Müslümanların Halife meselesini kendi başlarına çözmelerini düşünmüştür.”
Bu görüşü savunanlar bir açıdan haklıdırlar, Resulullah’ın (s.a.a) böyle bir yetkisi yoktu ki kendisinden sonra birini yerine tayin etsin, topluma halife tayin etmek, önder ve lider seçmek sadece Allah’ın yetkisindedir. Allah da ayetlerde bunu açıkca beyan etmiştir.
Böylece müslümanların kahir çoğunluğu Resulullah(s.a.a) sonrası dönemde Allah’ın istediği devlet modelini terk ederek siyasal İslam’dan uzaklaşmış, İslam’ın siyeset bilimindeki öğretilerini Kur’an’dan çıkarma ferasetini gösteremeyerek “siyasal İslamı” peygamberin vefatıyla noktalamışlar ve beşeri sistemlere yönelmişlerdir. Hilafet, saltanat, krallık, sultanlık sistemleri model olmuş, halife, kral, sultan gibi ünvanlar İslam adına ümmetin başına geçen liderlere verilmiştir. Peygamber sonrası 25 yıllık hilefet dönemi “devlet adamını seçmek insanlara bırakılmıştır” temeli üzerine kuruldu. 25 yıl sonra hz. Ali (a.s) döneminde tekrar Allah’ın irade ettiği “imamet devleti” kuruldu. Hz. Ali’nin (a.s) hukuki kişiliğinde “imamet devleti”, dinin devlet modeli olarak karşımıza çıkıyor.
Masum imamların kendi dönemlerinde İslam devleti kurmalarına izin verilmemesi, şartlar oluştuğunda kurulmayacağı manasına gelmez. İmamların, ilahi olmayan mevcut sistemlere itaati caiz görmemeleri siyasal İslam’ın temel ilkelerindendir. Bundan dolayı şartlar oluşmuşsa İslam devleti kurulmalıdır, oluşmamışsa oluşturmak için mücadele verilmelidir.
Peygamber sonrası velayetten ayrılma ile ilk olarak ilahi anayasa ilkelerinde radikal ayrışmalar başalmış oldu ve İslam ümmetinin liderinin sahip olması gereken kriterlerde sapmalar meydan geldi. Daha sonraları “ ismet mihverliğinden” saltanata dönüştürüldü, lider olarak fasık, facir birinin seçilmesi normalleşti. Bu radikal sapmanın neticesinde asırlar sonra maalesef kafir ve müşiriklerden siyasal öğreti dilenir hale gelindi. Rahman’ın dinindeki emirlere rağmen İslam ümmeti şeytani sistemlerin gölgesinde idare edilmeye başlandı.
Peygamber ve İmamın Olmadığı Dönemde İslam’ın Devlet Sistemi Var mıdır?
Hz. Mehdi’nin (a.f) gaybetinde Şia'nın genel görüşüne rağmen bazıları, toplumun idare ve yönetilmesi görevinin masum imamın gaybeti ile noktalandığı görüşünü iddia ettiler. Bu ise inzivaya çeklimeyi ve beşeri sistemlere itaat yolunu seçmeyi beraberinde getirmiştir.
Resulullah (s.a.a)sonrası imamet ve velayeti 1400 senedir can siperane savunun ve isbatı için akli, Kur’ani ve nebevi sünnetten delillerle sunanların, hz. Mehdi’nin (a.f ) gaybeti sonrası dönemde itikadi, ibadi, ahlaki ve irfani konulara yoğunlaşmaları ve siyasetten uzak durmaları ise maalesef uzun bir fetret döneminin sürmesine yol açmıştır.
Gaybet döneminde İslam’ın devlet sistemi olup olmadığını idrak edebilmek için önemli bir noktanın beyan edilmesi gerekiyor; Resulullah (s.a.a), Allah tarafından kendisine verilen velayet yetkisinin kapsamında, İslam devletinin sınırları içinde olan diğer bölgelere “vali tayin” etme yetkisine de sahiptir. Dolayısıyla Resulullah (s.a.a) Medine dışındaki İslam devletinin sınırları içindeki şehirlere “vali” atamıştır. Aynı şekilde Masum imamların da kendi dönemlerinde İslam beldelerine “temsilci/vali” tayin etme yetkisi vardır. Velayet sahibi ilahi önderlere itaat etmek farz olduğu gibi onların atadıkları “vali” ve “temsilcilere” de itaat farzdır.
Gaybet döneminde bu temel üzerine Hz. Mehdi (a.f ) 70 yıl küçük gaybet döneminde 4 tane özel naib tayin etmiştir. Büyük gaybet döneminde ise özel naib yerine genel naibler belirlemiştir.
Kur’an'ın siyasal dilini kullanan ilahi hüccet hz. Mehdi (a.f), kendisine verilen velayet ile naiblerini, ilahi siyasi yöntemle belirliyor. Naiblerini/temsilcilerini onların "hakiki kişiliklerinden" ziyade "hukuki kimliklerini" beyan ederek “niyabetin” evrenselliğini ve bütün zaman ve mekanları kapsadığını beyan etmiş oluyor.
Bu dönemde “fakihin velayeti” devreye giriyor; Hz. Mehdi (a.f) buyuruyor: “Gelecekte vuku bulacak olaylar için hadislerimizi nakl eden alimlere başvurun. Çünkü onlar benim sizlere hüccetimdir ve ben de Allah’ın onlara hüccetiyim.”
İmam Sadık (a.s) bir rivayette kendisine itaat edilecek kimseyi ve sıfatlarını şöyle beyan ediyor: “ Avam ( fakih olmayanlar) günahlardan kendisini koruyan, dini hıfzeden, heva hevesine muhalefet eden ve Mevlasına itaat eden fakihlere taklid etmeleri gerekir.” Bu beyan ile toplumda insanların önder ve liderinin, "adil fakih" olması öngörülmüş ve sistem olarak ise "fekahet" yani "dinin/şeriatın velayeti" tayin edilmiştir.
Masumun olmadığı bir dönemde ise kim lider olmalıdır sorusunun cevabı, Allah’ın belirlediği “şeriat ve din hukuku” olacaktır, din hukukunu bilen kişi ise “fakihtir”, dolaylı olarak sorunun cevabı “Fakih” olunca hükümet sistemi de “fekahet” ( velayet-i fakih) olacaktır, yetkilerini de “fıkıh” yani “Şari-i mukaddes”( Kutsal kanun koyucu) belirleyecektir. Öyleyse “velayet-i fakih” sisteminde de hüküm süren, liderin hukuki kişiliği ile beyan edilen; “adalet mihverli fekahettir”
Bu sistemin asırlardır sadece teorik inanç düzeyinde kalması ve uygulamada topluma hakim kılınamamasının birçok toplumsal, ilmi ve siyasi engellerin varlığı, gaybetten günümüze kadar büyük bir fetret döneminin yaşanmasına sebep olmuştur. İslam devleti kurmak için şartların oluşmaması veya oluşturulamaması “din devleti” kurmanın farzlığını ortadan kaldırmaz.
Bu temel ilkeyi çok iyi okuyabilen İmam Humeyni (r.a) nebevi ve velayi yolu takip ederek 1200 yıllık fetret dönemine son vererek “siyasal İslamı” diriltmesiyle hz. Mehdi’nin (a.f ) gaybeti ile zuhuru arasındaki bağı kuracak sistemi hakim kılmıştır. Bu asrımıza nasip olan İslam’ın devlet modeli “Velayet-i Fakih’in” hakim olması beşeri sistemleri oldukca rahatsız etmektedir.
Müslüman düşünürler daha teorik olarak siyasal İslam öğretilerini tam idrak edemezken İmam Humeyni (r.a) pratikte Kur’an’a dayalı İslam devletini kurmuş ve dünyaya örnek olacak hale gelmesini sağlamıştır.
Velayet-i Fakih sisteminin belli bir coğrafyada kalmayacağından korkan beşeri ideoloji önderleri kendilerine alternatif olarak ortaya çıkan bu sistemi asla hazmedemeyeceklerdir.
Velayet-i Fakih ve Liberal Demokrasi
Beşeri ideolojilerin, iki-üç bin yıllık siyasal hayatları boyunca diktatörlük, krallık, padişahlık, monarşi, oligarşi ve demokrasi gibi sistemleri tecrübe etmesi sonucu ortaya çıkan devlet modeli son olarak “liberal demokrasi” olmuştur. Beşerin siyasal bilim alanında ulaşabileceği en son nokta, siyasi model olarak sunabilecekleri devlet modeli her yıl yapılacak rutuşlarla sunabilecekleri “liberal demokrasidir”. Liberal demokrasi toplumlara adalet ve huzuru getiremediği gibi gücü elinde bulunduranların sömürü ağını daha da genişletmesini sağlamıştır. Barış ve sulhu kazandıramadığı gibi adalet adına savaş çıkarmaktadır. Liberal demokrasinin küresel kurum ve kuruluşları olan BM, Güvenlik Konseyi, Uluslararası hukuk mahkemesi, Dünya Bankası ve medya el ele vermiş bu beşeri sistemi bütün dünyaya hakim kılmak için her türlü vesileden yararlanmaktadır.
Dinin 7 bin yıllık toplumu idare etme tecrübesi ve devlet geleneği “Risalet, Velayet/ İmamet ve Veyet-i fakih” idare sistemi olarak ortaya koyulmuştur.
Velayet-i fakih sisteminin hakim kılınması ve günümüzde küreselleşmeye doğru adım adım ilerlemesi, müslümanların siyaset alanında “öze dönüşünü” gerçekleştirmiştir. Velayet-i fakih, “siyasal dirilişi”, “siyasal uyanışı” gerçekleştirmiştir.
Velayet-i Fakih Sisteminin Misyonu
Velayet-i fakih’in çağımızda üstlendiği misyon, ilahi evrensel adalet devletinin ön hazırlığı olması hasebiyle çok büyüktür. Devlet olarak, eğitim- öğretim sistemini, adalete dayalı ekonomik yapıyı, toplumsal ahlaki değerleri koruma sistemini, bilimsel ve teknolojik ilerleme programını kısacası insanın hayatına yansıyan sosyal bilimler dalındaki öğretileri dini kaynaklara dayandırarak ortaya koyması, toplumun hizmetine sunması gerekmektedir.
İslam devletinin kurulmasıyla ilim havzaları, medreseler, akademik ve bilimsel merkezler sosyal bilimlerde yapacakları araştırmalarla Kur'an, nebevi sünnet ve Ehlibeyt öğretilerine dayanarak “din medeniyetinin” ve “İslami toplumunun” oluşmasında en önemli işlerden olan “İslami hayat tarzını”, “dinin yaşam modelini” ortaya koyması gerekmektedir.
Devlet, toplumsal yaşam şeklini, hatta özel hayat tarzını da belirleyen ve sosyal bilimlerde dünyaya yenilik sunabilmede en büyük etkendir. Günümüzde “biz kimsenin özel hayatına karışmıyoruz, inancına müdahale etmiyoruz, diline, ırkına, mezhebine, milliyetine karışmıyoruz ama kamusal alanda, sosyal yaşamda devletin koyduğu kurallar geçerlidir” denilmesi, hatta bunu anayasal kural haline getirerek insanlara sunulması, siyasi otoritenin hayat tarzı belirlemedeki fonksiyonunu ortaya çıkarmaktadır. Dini siyasi otorite veya İslam devleti olmadan İslam medeniyeti, İslam yaşam modeli ortaya koymak mümkün değildir.
Kur’an, Resulullah’ın (s.a.a) hakiki kişiliğinden ziyade, İslam medeniyetinin oluşmasında ve İslam toplumunun şekillenmesinde etkili olacak hakiki kişiliğinin tezahurunu sağlayan hukuki kişiliği üzerinde daha fazla durmuştur.
---- Resulullah’ın (s.a.a) Devlet Adamlığı ----
Resulullah’ın (s.a.a) Medine’de kurduğu İslam devleti gündeme geldiğinde bazılarına göre ilk akla gelen “Medine Vesikasıdır” halbuki Medine Vesikası İslam devletinin anayasası olabilecek bir içeriğe sahip değildir. Sadece müslümanlar ile İslam’ın himayesinde yaşayan gayri müslümler arasında yapılan bir antlaşma ve İslam devleti şemsiyesi altında yaşayan herkesin hakkının korunacağını beyan eden bir vesikadır.
Resulullah (s.a.a) Medine’de ilk İslam devletinin lideri olunca sahip olduğu bütün güzel sıfatlar Mekke’de olduğu gibi canlı olarak toplumda görülüyordu, ama Medine’de başka bir konumu daha vardı; ümmetin lideriydi, devlet reisiydi, bu da Resulullah’a (s.a.a) başka sorumluluklar getiriyordu.
Resulullah'ın toplumda İsami hayat tarzını pratikte göstermesi gerekiyordu, cahiliye yaşam tarzı müslümanların hayatından tamamen silinmeliydi. Hem toplumsal adaleti uygulamada, hem ekonomik eşitliği sağlamada, hem ahlaki değerleri korumada ilahi öğretileri fiilen göstermeliydi.
,, Adaleti Uygulamadaki Tutumu ...
Resulullah (s.a.a) şahsi meselelerde yumuşaklık gösterir “ahlaki hasenesi” ve “hulk-u azim” ile davranarak fedakarlık gösterir, kendi hakkından geçer, kendisine hakaret ve cefaları affeder ve güzel ahlakı sergilerdi ama toplumsal alanda ilahi bir hükmün uygulanması sözkonusu olunca tam bir katiyet ve kararlılık gösterirdi.
Mekke’nin fethi döneminde Kureyş eşrafından bir kadın hırsızlık yapmıştı. İslam ahkamının hükmü gereği hırsızın eli kesilmesi gerekiyordu. Olay kesinleştiği ve kadın da hırsızlığını itiraf ettiği için hükmün uygulanması gerekiyordu. Hükümün yerine getirileceği zaman birileri aracılık yapmaya yeltendiler. Biri şöyle der : Ya Resulallah! Cezalandırmaktan vazgeçerseniz iyi olur. Bu kadın falanca şahsın kızıdır, onun ne kadar saygın olduğunun biliyorsunuz.Ceza verirseniz muhtemelen bir ailenin şeref ve haysiyeti ortadan kalkar”. Daha sonra babası gelir, kardeşi gelir ve başkaları gelip hükmün uygulanmaması için aracı olmaya çalışırlar. Bunlara karşı Resulullah şöyle buyurur: “Cezalandırılmaması mümkün değil. İslam kanununu terketmemi mi istiyorsunuz? Eğer bu kadın kimsesiz ve eşraftan bir aileye mensup olmasaydı hepiniz, evet bu kadın hırsızdır cezalandırılsın, cezasını görsün, derdiniz....”
Görüldüğü üzere Resulullah (s.a.a) adaletin hakimiyeti için ilahi kanunun uygulmasında yumuşaklık göstermemiştir.
- Halkın Derdine Paylaşmak -
Toplumun lideri yaşantısını halkın seviyesine göre ayarlamak zorundadır. Halkın ekonomik seviyesinden üstte yaşamamalıdır; yemesi, giymesi, meskeni, bineği... bütün maddi ihtiyaçlarında halktan daha üst seviyede olursa halkın derdini anlayamaz.
Hz. Ali (a.s) buyuruyor: “Ben, bana Emir-el'müminin söylenmesine nasıl razı olayım, yaşamın zorluk ve problemlerinde halkın yanında olmazsam, halkın derdine ortak olmazsam.”
-Valilerin Atanmasındaki Titizlik-
Resulullah (s.a.a) Atab bin Esid’i (Useyd), Mekke’ye vali atarken buyurduğu sözler;
-“Size kardeşinizi gönderiyorum”,yani vali halkın kardeşidir, özündendir.
- “Hakim, Allah’ın düşmanına düşman, dostuna dost olmalıdır”, hakimin şahsi düşmanı olamaz.
-“Hakim, halkın hizmetçisidir”,ağası paşası ve emir sahibi değildir.
-“Hakim, gökyüzü gibi herkesin üzerine kanatlarını gerer, hepinizin ayağının altındaki pak toprak gibidir, hepinizin üzerine ışıyan güneş gibidir.”
Resulullah (s.a.a) Muaz bin Cebel’i Yemen’e vali tayin ederken şöyle buyuruyor: “Allah’ın kitabını halka öğret, onları terbiye et. İlahi hükmü icra et ve adaleti uygula. Elinde olan velayet yetkisi ve emrinde olan beytulmal senin malın değildir, velayet Allah’ındır, mal da senin elinde emanet olan halkın malıdır. Kimsenin kınamasından korkma.”
-Fakirlikle Mücadele-
Peygamberlerin en önemli görevlerinden biri toplumda fakirliği ortadan kaldırıp refahı sağlamaktır. Ekonomik açıdan sınıfların oluşmasına izin vermemelidir, sınıfsal tabakalar varsa yok etmeli, yoksa oluşmasını engellemelidir. İslam devletinde fakir bulunmamalıdır ve varsa izzetle hakkı verilmeli aşağılanıp hakir görülmemelidir.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: “İslam hükümetinde halk fakirlikten dolayı zelil olmamalıdır”.
Hz. Ali (a.s) buyuruyor: İslam devletinin görevi halkın dünyevi hayatını da abad etmektir. Dini toplumda fakir, evsiz, borçlu bulunmamalıdır.”
Resulullah’ın (s.a.a) Diplomatik İlişkileri
Uluslararası ilişkilerde Resulullah’ın diplomatik ilişkileri, mektupları, davetleri “Mekatib er Resul” adlı kitapta toplanmıştır.
Devlet adamının en ehemmiyetli özelliği:
Hz. Ali ( a.s) hükümetinin başlangıcında şöyle buyuruyor: “Görüyorsunuz ki, ben hükümete geldim, hükümetten ayrıldığım zaman sahip olduğumdan fazlasıyla ayrılmışsam ben hainim demektir”.
Sonuç :
Resulullahın hakiki kişiliğini oluşturan özelliklerin tahakkuku onun hukuki kimliğinin gölgesinde somut hale gelmekte ve örneklik teşkil edecek ameli yönü ortaya çıkmaktadır.
“Huluk-u azim” “rahmetenlilalemin”, “aziz”, “rauf”, “rahim” “alim” gibi sıfatlar peygamberin hakiki kişiliğini, hüviyetini oluşturur, bu sıfatlar toplumsal alanda görülmezse anlaşılamaz, hatta sadece bireysel alanda görülmesi dahi evrenselliğinin ortaya çıkması için yeterli değildir. Bundan dolayı Peygamber’in devlet adamlığı gölgesinde “huluk-u azim”; ibadette, muamelatta, muaşerette ticarette, savaşta, barışta, aile hayatında, hukuki hayatta, kısacası bireysel ve toplumsal hayatın her alanında ortaya çıkmalıdır. Peygamberin hakikatinin ortaya çıkması için devlet adamlılığının ne kadar önemli ve gerekli olduğu görülmektedir. Devlet adamlığının gerekliliği, akli olarak devletin olmasının gerekliliğini ispat eder.
Kaynaklar :
1-Ayat-ul Ahkam fi Terasil İmam Humeyni / Abbas Feyz Neseb
2- Din ve Devlet İlişkileri: Teokrasi ve Laiklik / A.Bayındır
3- Din-Devlet İlişkisi Üzerine / H. Karaman
4- Hukuk ve Siyaset der Kuran / Ayetullah Misbah Yezdi
5- İslahat-ı dini der Nigah-ı Nebevi / Üstad Rahimpur Azğadi
6-Mecmue Asar / Şehid Üstad Murtaza Mutahhari
7- Medine Vesikası / İbn-i Kesir, el- Bidaye ve’n-Nihaye, III, 223
8-Mefatih-ul Cinan / Şeyh Abbas Kummi
9- Nehc'ul Belağa
10- Seyr-i der Sireyi Nebevi / Ayetullah Üstad Murtaza Mutahhari
11- Sirey-i Nebevi / Üstad Hasan Abbasi
12-Şemim-i Velayet / Ayetullah Uzma Cevadi Amuli
13- Şeriat der Ayine-i Marifet / Ayetullah Uzma Cevadi Amuli
14-Teori-yyi Devlet-i Dini / Üstad Rahimpour Azğadi
15-Velayet-i Fakih / Ayetullah Uzma Cevadi Amuli
Hüccet-ul İslam vel-Müslimin Sabahattin Türkyılmaz'ın yukarıdaki yazısı, 'Vahdet Haftası' münasebeti ile İstanbul’da düzenlenen “Uluslararası İslami Yaşam Tarzı Konferansı”na sunduğu tebliğidir.